Jump to content

Kuran evrensel değildir.


Recommended Posts

Bu makalede, Kuranın evrenselliği üzerine bir değerlendirme yapılacaktır. Yine tabi ki sadece Kuran ayetleri incelenecek, hadislere değinilmeyecektir.

Kuranın getirdiği din, sadece Araplara ve hatta sadece 7-8. yüzyıl Araplarına hitap eder. Günümüz insanlarıyla ya da Araplar dışındaki milletlerle kesinlikle alakası yoktur. Bunun sebebi ise kullanılan dildir. Ve bunun kanıtı da falanca ya da filanca kaynak değil; Kuranın bizzat kendisidir. Şimdi bu kanıtları görelim:

1) Kuranı anlayıp düşünecek olanlar

Kuranın Araplara indiğini göz önünde bulundurursak, Arapça indirilmiş olması da son derece normaldir tabi ki. Buna herhangi bir itiraz getirmiyoruz zaten. Nitekim ayetlerde de bu vurgulanıyor:

Rad, 37:

Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik.

Taha, 113:

(Resulüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kuran olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık.

Şuara, 195:

Apaçık Arapça bir dille.

Zümer, 28:

Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kuran indirdik.

Bu ayetlerde herhangi bir çelişki ya da mantıksızlık görülmüyor. Arapların dili neyse, onlara inecek kitabın dili de o olmalıydı elbette.

Ancak Kuranda bu konuyla ilgili 2 ayet var ki, diğer ayetlerden oldukça farklı. İlk olarak şu 2 ayete bakalım:

Zuhruf, 3:

Biz, ANLAYIP DÜŞÜNMENİZ İÇİN onu Arapça bir Kuran kıldık.

Yusuf, 2:

ANLAYASINIZ DİYE biz onu Arapça bir Kuran olarak indirdik.

Konuyla ilgili diğer ayetlerden farklı olarak, bu ayetlerdeki anlayıp düşünmeniz için ifadesi, bir çelişkiye yol açıyor. Arapça bir Kuranı anlayıp düşünmek ya da anlamak için, Arapça bilmek gerekir. Ancak biz Türkler, dünyadaki pek çok millet gibi, Arapça bilmiyoruz. Ana dilimiz Türkçe.

Peki, biz Türkler olarak, Arapça olan Kuranı nasıl anlayıp düşüneceğiz? Çünkü ayette, hem anlayıp düşünmek ifadesi vurgulanıyor, hem de Kuranın Arapça indirilişinden bahsediliyor. Bu ikisinin bir arada bulunması, bir mantıksızlık oluşturuyor.

Mesela bu ayetlerde sadece Anlayıp düşünmeniz için indirdik. deseydi, problem yoktu. Ama Anlayıp düşünmeniz için Arapça indirdik. denildiği zaman, burada sadece Arapça bilenlere/konuşanlara hitap edildiği görülüyor.

Şimdi bu ayetlerdeki mantığı, farklı örneklerle görelim:

Biz, Türklerin anlaması için onu Arapça bir Kuran kıldık.

Biz, Çinlilerin anlayıp düşünmesi için onu Arapça bir Kuran kıldık.

Biz, Rusların anlayabilmesi için Arapça bir Kuran indirdik.

Biz, tüm dünyanın anlayabilmesi için Arapça bir Kuran indirdik.

Oldu mu? Olmadı.

Demek ki Kuranın muhatabı Türkler ya da Araplar dışındaki diğer milletler değil. Araplara Arapça indirilmiş olması normaldir, ama biz Türklere ya da Araplar dışındaki diğer milletlere, anlayıp düşünmemiz için Arapça indirilmiş olması kabul edilemez. Çok açıktır ki, anlayıp düşünecek bir durumumuz yok, çünkü Arapça bilmiyoruz.

Peki, bu işin bir çözümü yok mu? Tüm dünya Arapça öğrensin madem, olmaz mı?

Maalesef bu da olmaz. Çünkü Kuran böyle bir mantığa da itiraz ediyor. İşte kanıt:

Fussilet, 44:

Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kuran kılsaydık, diyeceklerdi ki, Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı dilden (kitap) olur mu?

Ayette apaçık şekilde görülüyor ki, Araba yabancı dilden kitap indirilseymiş eğer, Arapların buna itiraz hakkı doğacakmış. Eğer Araba yabancı dilden kitap olmuyorsa, Türklere de olmaz, Fransızlara da, Çinlilere de Aksi halde bu ayet, kendi içinde çelişmiş olur.

Şimdi biz, Türkler olarak soruyoruz, hani tıpkı ayetteki gibi: Türklere yabancı dilden (Arapça) kitap olur mu?

Mademki Arapların bu durumu göz önünde bulunduruluyor, diğer milletler için de bu durum göz önünde bulundurulmalıydı. Bunun ise tek yolu olabilirdi. Türklere de peygamber gelecekti, Fransızlara da, İngilizlere de Türkçe kutsal kitap indirilecekti mesela. Ama İslam inancına göre Muhammed son peygamber. Yani bizim bu hakkımız da baştan elimizden alınmış. Bu ise açık bir çelişkidir.

Bir de ilave olarak şunu ekleyelim. Bildiğiniz gibi, Kuranın başka dillere yapılan çevirilerinde ve özellikle de Türkçeye yapılan çevirilerde; meal hatası, çeviri hatası gibi itirazlar, Müslümanların dilinden hiç düşmez. Ortada herhangi bir çelişki ya da bilimsel, dilbilgisel vs. hata gördükleri anda, meal hatası vs. diyerek hemen işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Ama bunun haricinde de, pek çok ayette gerçekten de çeviri hataları vardır.

Yani Kuranı Türkçeye daha tam doğru olarak çevirebilen yok. Sırf bu bile, Kuranın evrensel olmadığını anlamaya yeter. Yoksa bugün bile hala daha, O ayette öyle demek istemiyor., O ayet yanlış çevrilmiş. diye insanlar birbirleriyle kavga eder miydi? İlginçtir ki, insanlar, Kuranın ne dediğini anlamayı bırakmış, hangimiz daha doğru çevirdik diye birbirleriyle kavga ediyorlar artık. Sadece ilahiyatçılar değil, sokaktaki insan da bunu yapıyor.

Bazı kitleler de, Kuranın Türkçeye tam olarak çevrilemeyeceğini savunur. Böyle bir savunma, Kuranın evrensellik iddiasını zaten baştan bitirir. Yani böyle bir iddiayı ortaya atan birisiyle bu konuyu tartışmaya gerek kalmamıştır, zira kendisi de Kuranın evrensel olmadığını kabul etmiştir zaten. İnsanlar hiç düşünmez mi ki, Allah, başka dillere tam olarak çevrilemeyecek kitabı niye göndermiştir? Bunun sorulmaması ve sorgulanmaması çok tuhaf.

Daha da önemlisi, ben Allahın/Tanrının emirlerini öğrenmek için neden başka bir dil öğrenmek zorundayım? Ya da bu kitleler, Allahın buyruklarını öğrenmek için; falanca hocaya, filanca ilahiyatçıya ya da onların meallerine/çevirilerine neden muhtaç olsunlar ve onlar da bu sayede köşeyi dönsün? Var mı böyle bir adalet?

Ayrıca onlara nasıl güveneceğiz? Nereden bilelim bize yalan/yanlış şeyler öğretmediklerini? Bu insanlara tam güvenmek, onları putlaştırmak olmaz mı? Bir ilahiyatçı Kuranda kadına dayak yoktur. derken, öbürü vardır diyor. Hangisi doğru söylüyor? Biz, gerçeği bulmak için yazı tura mı atacağız?

Ve doğrusunu öğrenmek için, illa ki başka bir dil (yani Arapça) öğrenmemiz gerekiyorsa, Fussilet suresinin 44. ayetinde vurgulanan şey ne olacak? Araba yabancı dilden kitap olmuyorsa, Türklere olmasının hiçbir mantığı yoktur. Aksi halde bu ayetin (Fussilet 44) hiçbir anlamı yok demektir.

Gördüğünüz gibi, Zuhruf suresinin 3. ayeti ve Yusuf suresinin 2. ayeti bile, Kuranın evrensel bir kitap olmadığını kanıtlamaya yetmektedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Günümüz arapçası ile Kuran arapçası da birbirinden farklı. Araplar bile pek anlayamıyor kuranı.

Zaten hadislere göre Muhammed kuranı kitap haline getirin diye bir talimat bile vermemiş. Bu fikir Ebû Bekir'in aklına gelmiş.

Muhammed öldükten sonra onu yerine geçen Ebu bekir, cenazesine bile katılmadığı söyleniyor kaynaklarda. Ölümü de onun yerinde gözü olan Ömer bin Hattab tarafından olmuş ve Ebu bekirin yerine geçmiştir.

Kuran evrensel bir kitap olarak bütün insanlığa bilim ve ilim öğretmiştir, Allah 1400 sene önce olan şeyleri önceden bütün insanlığa bildirmiştir

Link to post
Sitelerde Paylaş

Muhammed öldükten sonra onu yerine geçen Ebu bekir, cenazesine bile katılmadığı söyleniyor kaynaklarda. Ölümü de onun yerinde gözü olan Ömer bin Hattab tarafından olmuş ve Ebu bekirin yerine geçmiştir.

Kuran evrensel bir kitap olarak bütün insanlığa bilim ve ilim öğretmiştir, Allah 1400 sene önce olan şeyleri önceden bütün insanlığa bildirmiştir

Ne bilimi varmış Kuran'da? Abuk sabuk hikayeler, vahşice emirler ve tehditler. Osur osur ipe diz, başka bişey değil.
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ne bilimi varmış Kuran'da? Abuk sabuk hikayeler, vahşice emirler ve tehditler. Osur osur ipe diz, başka bişey değil.

Bütün bilim adamları kuranın şifresini çözmek için uğraşıyor uğraştı cozemiyorlar. Kuran ilim sahibi bilim sahibi irfan sahibi yapar okuyunca. Muhammed yazsa 1400 sene sonra neler olacağını nereden bile bilirdi. Mevlam herşeyi söylemiş bildirmiş çok şükür süphaneke

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ne bilimi varmış Kuran'da? Abuk sabuk hikayeler, vahşice emirler ve tehditler. Osur osur ipe diz, başka bişey değil.

Bakara suresinde inegin etiyle oluye vurmuslardi da olu dirilmisti. Allah'in emriydi. Bu hikayeye mi sacma diyorsun simdi? Inegi kesmisler sonra etiyle oluye vurmuslar, olu birden dirilivermis. Subhanallah! :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu makalede, Kuranın evrenselliği üzerine bir değerlendirme yapılacaktır. Yine tabi ki sadece Kuran ayetleri incelenecek, hadislere değinilmeyecektir.

Kuranın getirdiği din, sadece Araplara ve hatta sadece 7-8. yüzyıl Araplarına hitap eder. Günümüz insanlarıyla ya da Araplar dışındaki milletlerle kesinlikle alakası yoktur. Bunun sebebi ise kullanılan dildir. Ve bunun kanıtı da falanca ya da filanca kaynak değil; Kuranın bizzat kendisidir. Şimdi bu kanıtları görelim:

1) Kuranı anlayıp düşünecek olanlar

Kuranın Araplara indiğini göz önünde bulundurursak, Arapça indirilmiş olması da son derece normaldir tabi ki. Buna herhangi bir itiraz getirmiyoruz zaten. Nitekim ayetlerde de bu vurgulanıyor:

Rad, 37:

Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik.

Taha, 113:

(Resulüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kuran olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık.

Şuara, 195:

Apaçık Arapça bir dille.

Zümer, 28:

Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kuran indirdik.

Bu ayetlerde herhangi bir çelişki ya da mantıksızlık görülmüyor. Arapların dili neyse, onlara inecek kitabın dili de o olmalıydı elbette.

Ancak Kuranda bu konuyla ilgili 2 ayet var ki, diğer ayetlerden oldukça farklı. İlk olarak şu 2 ayete bakalım:

Zuhruf, 3:

Biz, ANLAYIP DÜŞÜNMENİZ İÇİN onu Arapça bir Kuran kıldık.

Yusuf, 2:

ANLAYASINIZ DİYE biz onu Arapça bir Kuran olarak indirdik.

Konuyla ilgili diğer ayetlerden farklı olarak, bu ayetlerdeki anlayıp düşünmeniz için ifadesi, bir çelişkiye yol açıyor. Arapça bir Kuranı anlayıp düşünmek ya da anlamak için, Arapça bilmek gerekir. Ancak biz Türkler, dünyadaki pek çok millet gibi, Arapça bilmiyoruz. Ana dilimiz Türkçe.

Peki, biz Türkler olarak, Arapça olan Kuranı nasıl anlayıp düşüneceğiz? Çünkü ayette, hem anlayıp düşünmek ifadesi vurgulanıyor, hem de Kuranın Arapça indirilişinden bahsediliyor. Bu ikisinin bir arada bulunması, bir mantıksızlık oluşturuyor.

Mesela bu ayetlerde sadece Anlayıp düşünmeniz için indirdik. deseydi, problem yoktu. Ama Anlayıp düşünmeniz için Arapça indirdik. denildiği zaman, burada sadece Arapça bilenlere/konuşanlara hitap edildiği görülüyor.

Şimdi bu ayetlerdeki mantığı, farklı örneklerle görelim:

Biz, Türklerin anlaması için onu Arapça bir Kuran kıldık.

Biz, Çinlilerin anlayıp düşünmesi için onu Arapça bir Kuran kıldık.

Biz, Rusların anlayabilmesi için Arapça bir Kuran indirdik.

Biz, tüm dünyanın anlayabilmesi için Arapça bir Kuran indirdik.

Oldu mu? Olmadı.

Demek ki Kuranın muhatabı Türkler ya da Araplar dışındaki diğer milletler değil. Araplara Arapça indirilmiş olması normaldir, ama biz Türklere ya da Araplar dışındaki diğer milletlere, anlayıp düşünmemiz için Arapça indirilmiş olması kabul edilemez. Çok açıktır ki, anlayıp düşünecek bir durumumuz yok, çünkü Arapça bilmiyoruz.

Peki, bu işin bir çözümü yok mu? Tüm dünya Arapça öğrensin madem, olmaz mı?

Maalesef bu da olmaz. Çünkü Kuran böyle bir mantığa da itiraz ediyor. İşte kanıt:

Fussilet, 44:

Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kuran kılsaydık, diyeceklerdi ki, Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı dilden (kitap) olur mu?

Ayette apaçık şekilde görülüyor ki, Araba yabancı dilden kitap indirilseymiş eğer, Arapların buna itiraz hakkı doğacakmış. Eğer Araba yabancı dilden kitap olmuyorsa, Türklere de olmaz, Fransızlara da, Çinlilere de Aksi halde bu ayet, kendi içinde çelişmiş olur.

Şimdi biz, Türkler olarak soruyoruz, hani tıpkı ayetteki gibi: Türklere yabancı dilden (Arapça) kitap olur mu?

Mademki Arapların bu durumu göz önünde bulunduruluyor, diğer milletler için de bu durum göz önünde bulundurulmalıydı. Bunun ise tek yolu olabilirdi. Türklere de peygamber gelecekti, Fransızlara da, İngilizlere de Türkçe kutsal kitap indirilecekti mesela. Ama İslam inancına göre Muhammed son peygamber. Yani bizim bu hakkımız da baştan elimizden alınmış. Bu ise açık bir çelişkidir.

Bir de ilave olarak şunu ekleyelim. Bildiğiniz gibi, Kuranın başka dillere yapılan çevirilerinde ve özellikle de Türkçeye yapılan çevirilerde; meal hatası, çeviri hatası gibi itirazlar, Müslümanların dilinden hiç düşmez. Ortada herhangi bir çelişki ya da bilimsel, dilbilgisel vs. hata gördükleri anda, meal hatası vs. diyerek hemen işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Ama bunun haricinde de, pek çok ayette gerçekten de çeviri hataları vardır.

Yani Kuranı Türkçeye daha tam doğru olarak çevirebilen yok. Sırf bu bile, Kuranın evrensel olmadığını anlamaya yeter. Yoksa bugün bile hala daha, O ayette öyle demek istemiyor., O ayet yanlış çevrilmiş. diye insanlar birbirleriyle kavga eder miydi? İlginçtir ki, insanlar, Kuranın ne dediğini anlamayı bırakmış, hangimiz daha doğru çevirdik diye birbirleriyle kavga ediyorlar artık. Sadece ilahiyatçılar değil, sokaktaki insan da bunu yapıyor.

Bazı kitleler de, Kuranın Türkçeye tam olarak çevrilemeyeceğini savunur. Böyle bir savunma, Kuranın evrensellik iddiasını zaten baştan bitirir. Yani böyle bir iddiayı ortaya atan birisiyle bu konuyu tartışmaya gerek kalmamıştır, zira kendisi de Kuranın evrensel olmadığını kabul etmiştir zaten. İnsanlar hiç düşünmez mi ki, Allah, başka dillere tam olarak çevrilemeyecek kitabı niye göndermiştir? Bunun sorulmaması ve sorgulanmaması çok tuhaf.

Daha da önemlisi, ben Allahın/Tanrının emirlerini öğrenmek için neden başka bir dil öğrenmek zorundayım? Ya da bu kitleler, Allahın buyruklarını öğrenmek için; falanca hocaya, filanca ilahiyatçıya ya da onların meallerine/çevirilerine neden muhtaç olsunlar ve onlar da bu sayede köşeyi dönsün? Var mı böyle bir adalet?

Ayrıca onlara nasıl güveneceğiz? Nereden bilelim bize yalan/yanlış şeyler öğretmediklerini? Bu insanlara tam güvenmek, onları putlaştırmak olmaz mı? Bir ilahiyatçı Kuranda kadına dayak yoktur. derken, öbürü vardır diyor. Hangisi doğru söylüyor? Biz, gerçeği bulmak için yazı tura mı atacağız?

Ve doğrusunu öğrenmek için, illa ki başka bir dil (yani Arapça) öğrenmemiz gerekiyorsa, Fussilet suresinin 44. ayetinde vurgulanan şey ne olacak? Araba yabancı dilden kitap olmuyorsa, Türklere olmasının hiçbir mantığı yoktur. Aksi halde bu ayetin (Fussilet 44) hiçbir anlamı yok demektir.

Gördüğünüz gibi, Zuhruf suresinin 3. ayeti ve Yusuf suresinin 2. ayeti bile, Kuranın evrensel bir kitap olmadığını kanıtlamaya yetmektedir.

1- Kuran'ın dili, levh-i mahfuz dilidir. Levh-i mahfuz, Kuran'ın kendisinden bir bölüm olarak alındığı evren kitabıdır. Bu kitap denen şey; varlığın tamamı, evrenin ve zamanın sıkıştırılmış bir dosyası, uzay-zamanın başlangıcından sonuna kadar olan haliyle tüm maddenin, zamanın, olayların ve olguların, tabi oldukları mantık ile birlikte toplanmış halidir. Buna kitap denmesinin sebebi, maddenin (varlığın) bilgi cinsinden ifade edilebilir olmasıdır. Bu fenomene felsefede Logos, teolojide Söz ya da Kelam, Hegel felsefesinde Geist denir. (Big-Bang'de patlayıp açılan şey de olabilir bu.) Mesela Hz.İsa, Hıristiyan inanışına göre bu Kelam'ın tecessüm etmiş (enkarne olmuş, bedenlenmiş) halidir, bu konuyu geçen gün başka bir başlıkta tartışmıştık.

2- Eğer bilgi cinsinden ifade edilebiliyora, bu levh-i mahfuz dili nasıl bir şey, ya da, o, uzay-zamanın başlangıcından sonuna kadar olan haliyle olan bu olağanüstü külliyat nasıl bir dille oluşturulmuş? Herhalde Arapça değil. Latince, Aramca, Flemenkçe de değil.

3- Voltran ya da Cobol programlama dili? Onlar da değil herhalde, eğer levh-i mahfuz, Tayvan yapısı yongalardan oluşmuyorsa.

4- Kuran'ın Arapça indirilmiş olması vurgusu ile, başka bir ihtimalde (başka bir paralelde) onun İsveçce, Türkçe vs. indirilecek olması aynı vurgulardır. Buradaki vurgu Kuran'ın hassaten Araplar seçilip onlara gönderilmiş olduğu vurgusu değil, levh-i mahfuz'daki bilginin bir insan diline çevrildiği vurgusudur. Çünkü buradaki esas çeviri budur: levh-i mahfuzca'dan insanca'ya çevrilmiştir.

5- Aksi bir mantık, Kuran'ın da içinde yer aldığı vahiy akışının daha önce İsa'ya Aramca, Yunus'a Babil dilinde, Musa'ya İbranice falan indirilmiş olmasıyla çelişir.

6- Tabii Allah, bizim 19. yüzyıl milliyetçi politikalarımızla sınırlı olmadığı için, "Yahu Araplara gönderdik, Türklere, Fransızlara falan da gönderelim, adamlar alınmasınlar" dememiş. Belki de, Türklere gönderse bu sefer Kürtler "Biz anadilimizde vahiy isteriz" diye tutturacaklardı. Azerbaycan Kültür Bakanlığı da açıklama yapıp, "Azeri dili ayrı bir dildir, Türkçeyle karıştırmayın" diyecekti. Bu kavga karakolda biter.

7- Ama vahyin Arapça olduğu ve sadece Arapları ilgilendirdiği tezi, her biri yüzünü Batı'ya çevirmiş, çağdaş uygarlık (Batı yani Lüksemburg falan) yolunda yürüyen Türkleri, Afganları, İranlıları, Arnavutları vs. eski kimlik referanslarından ve Arap çağrışımlarından koparmada oldukça tutulan bir tez olmuştur. (Düşünsenize Allah gene var ama sizin Araplarla bir alakanız yok. Vallahi Kurban Bayramında likör ikram eden çocukluğumun şehirli laik teyzeleri ağlar buna.)

8- Türklere yabancı dilden kitap olur mu? Olmaz tabii. Onun için haber gönderdik, dünyanın dört bir yanında yayınlanan kitaplar, makaleler, sanat eserleri falan, bizim için tercüme edilip bize göndeririliyor. Biz uğraşmıyoruz o işle. Sinirli olduğumuzu biliyorlar.

9- Türklere de peygamber gelecekti: Gelmediğini nereden biliyoruz? Kuran'da her kavme kendi dilinde (kendi dilinde, yani Araplara Arapça, Peştu'lara Peştunca falan) peygamber geldiğine göre ve 224 bin peygamber gelip geçtiğine göre biri de bize düşmüştür harhelde. Yoksa eski Türkler "...yeri göğü yaratan, bir olan, her şeye gücü yeten, hakanlara kut ve güç veren, insanlara doğru yolu gösteren, öncesiz-sonrasız, doğmamış ve doğrulmamış vacib-ül vücut, eşi ve benzeri olmayan, tasvirleri yapılmayan..." Tanrı'yı nereden bileceklerdi? O tarihlerde Kulühüvallahü daha inmediğine göre? (Bu arada Osaka kavmine Hz.Suzuki Aleyhisselam, Şangay kavmine Hz.Chu-en Lai Aleyhisselam falan da mutlaka gitti; ama sonunda Hz.Muhammed'in bulunduğu özel süreklilikte bunların hikayesi yer almaz, doğru.

10- Çeviri farklılıkları/hataları olabilir. Varsa yanlış, biri gelir doğrusunu yapar. Bu farklılıklar Pasifik'ten Fas'a, Müslüman dünyasının kendi içinde olan farklılıkların kaynağı değildir. Diğer bir deyimle, Müslüman milletlerin hepsinin ayrı ayrı dillere çevrilmiş Kuran'lar kullanmaları, onları farklı farklı Müslümanlar yapmaz. Yok böye bir şey, olmamıştır. Herkes, Arapça inen Kuran'la işini görmüştür.

11- Müslümanların arasında tabii ki farklılılar vardır. Bunların bir kısmı tolere edilebilir, hatta teşvik edilen, İslami bilgi çoğulculuğu içinde ele alınabilecek farklılıklardır. Bazıları ise bu sınırın dışına çıkan daha fundamental nitelikte farklılıklardır. Amma, öyle olsun ya da böyle olsun, bu farklılıkların hiç birinin kaynağı farklı Kuran çevirileri değildir. Kültür farkı, maslahat farkı, yorum farkı, kullanılan verilerdeki farklılık gibi nedenlerdir.

İmdi; senin dediğin şekilde olmamış, başka türlü olmuş, olmuş-bitmiş, hesabı görülmüş, ampirik yönden gerçekliği tahakkuk etmiş bir olguyu, Aristo mantığı kapsamında öncüller oluşturup, yok yav, öyle olursa böyle olmaz, şöyle olursa öyle olur diye spekülatif olarak sorgulamaya açmak, 2015 yılında.... Abi nası bi şey bu ya?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Arkadaslar Allah bizden daha zeki bir varlik, degil mi? Isteseydi tum dunyanin dilini ayni yapardi. Ama yapmadi. Bakalim kulum bu kitabin yanlis cevrilebilecegini goz ardi edip beni inkar edecek mi? diye dusundu bence. Ne kadar mantikli degil mi?

tarihinde Cold water tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Arkadaslar Allah bizden daha zeki bir varlik, degil mi? Isteseydi tum dunyanin dilini ayni yapardi. Ama yapmadi. Bakalim kulum bu kitabin yanlis cevrilebilecegini goz ardi edip beni inkar edecek mi? diye dusundu bence. Ne kadar mantikli degil mi?

İsteseydi tüm dünyanın dilini aynı yapardı... İsteseydi bize mucize gönderirdi... İsteseydi hepimizi Konya ovasına toplar, Cuma hutbesini Kendisi verirdi... İsteseydi Kuran'ı yirmi iki yılda, savaşlarla, göçlerle dolu bir mücadele süreci içinde değil, yukarıdan ciltlenmiş olarak indirirdi... İsteseydi Kuran'ı indirmek için Muhammed'i de beklemezdi, Adem'e veriverirdi.

Bu soruları sonsuza kadar sıralayabilirsiniz. Hepsi toplanıp sonuçta şuna varır:

Allah isteseydi hepimizi kendi mekanına toplar, inandırırdı.

Demek ki istememiş.

Bilmiyorum, zaten Tanrı katında kimsenin inanmama sorunu yoktur. Böyle bir seçenek de yoktur orada. Ama O, kendi katında olmayan, inanma sorunu bulunan, inancını kendi emeği ile oluşturacak bir varlık kategorisi oluşturmak istedi.

Yoksa melekler falan zaten O'na inanıyor, O'nun katında tesbih ediyor, hamd ediyordu. Orada zaten başka bir şey yapılmaz.

Allah yeni melekler yaratmak istemedi; insan yaratmak istedi.

Din ve vahiy, bir insan kategorisidir, Tanrı kategorisi değil. İnsan yoksa din yoktur.

İnsana ait gerçekler çerçevesinde iner, yayılır, var olur, yok olur, yaşar, dejenere olur. Ona bu şartlarda inanılır ya da reddedilir. Meleklerin şartlarında değil.

Zaten cennete de melekler gitmez, insanlar gider.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bakara suresinde inegin etiyle oluye vurmuslardi da olu dirilmisti. Allah'in emriydi. Bu hikayeye mi sacma diyorsun simdi? Inegi kesmisler sonra etiyle oluye vurmuslar, olu birden dirilivermis. Subhanallah! :D

Allah defibrilatör dese o zamanda kim anlayacaktı ey ateistler??? :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

İsteseydi tüm dünyanın dilini aynı yapardı... İsteseydi bize mucize gönderirdi... İsteseydi hepimizi Konya ovasına toplar, Cuma hutbesini Kendisi verirdi... İsteseydi Kuran'ı yirmi iki yılda, savaşlarla, göçlerle dolu bir mücadele süreci içinde değil, yukarıdan ciltlenmiş olarak indirirdi... İsteseydi Kuran'ı indirmek için Muhammed'i de beklemezdi, Adem'e veriverirdi.

Bu soruları sonsuza kadar sıralayabilirsiniz. Hepsi toplanıp sonuçta şuna varır:

Allah isteseydi hepimizi kendi mekanına toplar, inandırırdı.

Demek ki istememiş.

Bilmiyorum, zaten Tanrı katında kimsenin inanmama sorunu yoktur. Böyle bir seçenek de yoktur orada. Ama O, kendi katında olmayan, inanma sorunu bulunan, inancını kendi emeği ile oluşturacak bir varlık kategorisi oluşturmak istedi.

Yoksa melekler falan zaten O'na inanıyor, O'nun katında tesbih ediyor, hamd ediyordu. Orada zaten başka bir şey yapılmaz.

hmmm demek sonunda kabul ediyorsun..

1- islamın SAVAŞLARLA - KILIÇLA yayıldığını

2- allahın bi MEKANI - KATI olduğunu.....

ama allah mekandan-kattan-daireden- felan muaf....ayrıca islam barış dinidir...

YERSEN !!!!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Arapça olmasıyla ilgili ulu önder Mustafa Kemal'in şu sözü çok güzel;

Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan dini hırs ve siyasetlerine âlet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da Allah kelimesinin îlâsı (yüceltilmesi) parolası altında Hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.

Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek kuvvetli bir millet yaptılar. Mısır'da belirsiz bir adamı 'Halifedir' diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pâreyi hilâfet alâmeti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Millî duyguyu boğan, fânî Dünya'ya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra Âhiret'te kavuşacağını vaat ve temin eden dinî akîde ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mânî olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara kendilerinden evvel ölenlerin Ahiret'teki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek Âhiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, Dünya'nın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı. Davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdan-ı umûmîsi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle (açıklıkla, ferahlıkla), büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün millî hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, Cennet'i değil, eski, hakîkî büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra.

Türk milleti, millî hissi dînî hisle değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında millî hissin yanında insanî hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir (öğünür). Çünkü Türk milleti bilir ki bugün medeniyetin şahrahında (büyük yolunda) müstakil ve fakat kendilerine muvâzî yürüdüğü umum medenî milletlerle keşifleri mütekabil insânî ve medenî münasebet, elbette inkişafımızda devam için lazımdır. Ve yine malumdur ki Türk milleti, her medenî millet gibi mâzînin bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet âleminin samimi bir ailesidir.

Türk milleti en eski tarihlerde meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarında devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde Türklerin teşkil ettikleri devletlerde başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.

Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir.Hâkimiyetin, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetin hududu din kitaplarında aranabilir. İlâhî hukuka mütenit bir mutlakıyet kaidesi önünde demokrasi prensibinin ilk aldığı vaziyet mütevâzîdir. O, evvela hükümdarı devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdîde, mutlakıyeti kaldırmağa çalıştı. Bu çalışma 400-500 sene evvelinden başlar. Evvela kuvvetin milletten geldiği ve kuvvete gayrı muktedir bir ele düşerse iştirak etmesiyledir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"İslam evrenseldir." diyen gitsin Nordkapp'ta(Norveç'te yüksek bir yer. Yazım yanlışı olabilir.) oruç tutsun. Gerçi bazı zamanlarda 3 ay boyunca güneş batmıyor bazılarında 3 ay güneş doğmuyor(Tam tarihleri var bilmiyorum şu an.). Bazı ramazanlarda hiç oruç tutmayacak bazılarında da hiç yemeden içmeden duracak 3 ay boyunca.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"İslam evrenseldir." diyen gitsin Nordkapp'ta(Norveç'te yüksek bir yer. Yazım yanlışı olabilir.) oruç tutsun. Gerçi bazı zamanlarda 3 ay boyunca güneş batmıyor bazılarında 3 ay güneş doğmuyor(Tam tarihleri var bilmiyorum şu an.). Bazı ramazanlarda hiç oruç tutmayacak bazılarında da hiç yemeden içmeden duracak 3 ay boyunca.

islam evrenseldir....kuran da öyle....

dünya da DÜZDÜR !!!

http://www.ateistforum.org/index.php/topic/63319-sanyrym-dinler-hakly-dunya-duzdur/

:D

Link to post
Sitelerde Paylaş

..........

İmdi; senin dediğin şekilde olmamış, başka türlü olmuş, olmuş-bitmiş, hesabı görülmüş, ampirik yönden gerçekliği tahakkuk etmiş bir olguyu, Aristo mantığı kapsamında öncüller oluşturup, yok yav, öyle olursa böyle olmaz, şöyle olursa öyle olur diye spekülatif olarak sorgulamaya açmak, 2015 yılında.... Abi nası bi şey bu ya?

Spekülasyon mu!?

Hocam sen kendi yazdıklarına bi dön bak istersen :)

Ama "2016 yılında" Allah için güzel kasmışsın..

...Öyle olduğu için böyledir, şöyle kabul etmezsek çelişir, ben dedim böyle oldu..

"Abi bu nası bişey bu ya" onu da sen de..

5- Aksi bir mantık, Kuran'ın da içinde yer aldığı vahiy akışının daha önce İsa'ya Aramca, Yunus'a Babil dilinde, Musa'ya İbranice falan indirilmiş olmasıyla çelişir.

Ha şunu bileydin :)

Not: Öncüle gel; "Kuran'ın da içinde yer aldığı vahiy akışı.."

tarihinde teflon tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

kuran nasıl evrensel olsun ki...

İnsanlık aleminin çoğunluğu kuran diye bişeyin varlığğndan bile habersiz yaşamış ve ölmüş gitmiş...

Evrensel olacak şey her insanın hemen ulaşıp anlayıp yapabileceği bir şey olması lazım....

sırf bu yüzden evrensel değildir diyebiliriz...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...