Jump to content

Sii sunni ayrismasi


Recommended Posts

Koskoca islam aleminde sii sunni ayrismasi bir kadinin kiskancligi sebebiyle olmasi ne kadar trajikomik degil mi?

Aişe 15 yaşına geldiğinde Muhammed ile birlikte Mureysi gazasına katılır. Bu savaşta babası, amcası, kocası öldürülmüş olan Cüveyriye isminde çok güzel bir kadın esir düşer ve Muhammed bu kadını kendine alır. Aişe kıskanç bir kadın olduğundan, güzelliği ile dikkat çeken Cüveyriyeyi Muhammedin almasından çok rahatsız olur. Dönüşte islam tarihinde anlatıldığına göre Aişe yolda gerdanlığını düşürür ve meşhur İfk hadisesi başlar.

Sonrasında kervan Aişeyi unutup yoluna devam eder ve Aişeyi arkadan gelen genç Safvan kervana yetiştirir. Aişe ile Safvanın beraber kervanın ardından gelmeleri dedikodulara neden olur. Muhammed bu durumdan çok rahatsız olur ve yakınındaki insanlara ne yapması gerektiğini sorar. Muhammedin amcasının oğlu ve damadı Ali, Muhammedin çok üzüldüğünü görür ve şöyle der; Ya Resulullah, bu kadar üzülme. Bir kadın değil mi, onu boşa kurtul.

Bu sözleri duyan Aişe, Ali ile küser. Bu sözler, daha sonra bu ikilinin düşmanlığının kaynağı olacaktır. Daha sonra da aliye karşı muaviye safına geçecektir Aişe.Aişe,babası Ebubekirin evine döner ve sonrasında Muhammed Aişenin yanına gelir ve ona eğer günah işlediysen, tövbe et Aişe der. Aişe Muhammede tepkisini koyar ve böyle bir şey yapmadığını belirten sözler söyler. Muhammede de bu esnada vahiy gelir ve Aişeye iftira edildiğini, Allah ayetleri ile açıklar. Bu arada Aişeyi devesinde kervana getiren Safvanın erkekliğinin olmadığı yönünde de iddialar vardır. Ne derece doğru bu, bilemiyoruz tabi. Aişe, ayetler ile kendisinin aklandığını bilmesine rağmen yine de Muhammede çok kızgındır. Babası Ebu bekir, kızım, Allah senin suçsuz olduğunu söylüyor demesine rağmen, babasına Allaha teşekkür ederim. Sana ve dostuna (Muhammede) değil diyerek babasına ve Muhammede olan öfkesini dışa vurur.

AİŞENİN KISKANÇLIĞI

Aişenin Muhammedin ilk eşi Haticeyi çok kıskandığı ve Hatice için dişsiz ihtiyar karı dediği rivayet edilir. Aişenin Haticeyi kıskandığı bir gerçekse de, Aişenin asıl kıskandığı kadınlar Zeynep, Safiye, Hafsa ve Mariya gibi genç ve güzel kadınlardır.

Diyanet işlerinin 12 ciltlik sahihi buhari muhtasarına göre Muhammedin eşleri ikiye ayrılmıştır. Bir tarafta Aişe, Hafsa, Safiye, Sevde; diğer tarafta da Ümmü Gülsüm ve diğerleri vardır. Aişe kendisi ile aynı grupta yer alan Safiyeyi çok kıskanmaktadır.

Aişe Muhammedin diğer eşlerinden kendisini üstün görüyor ve bunu maddeler halinde Muhammedin diğer eşlerine bildiriyor. Söz Aişede; Benim 10 üstünlüğüm vardır. 1-Evlendiği bakire tek eşi benim. 2-Anası ve babası Medineye hicret etmiş tek eşi benim. 3-Allah benim namusluluğumu (ıfk hadisesinde) vahiy göndermek suretiyle ispat etmiştir. 4-Peygamberle evlenmemi Cebrail sağlamıştır. 5-Muhammed namaz kıldığı zaman benden başka hiç kimseyi önünde bırakmazdı. 6-Muhammed bir tek kaptaki sudan yalnız benimle yıkanmıştır. 7-Benden başka hiçbir kadınıyla bulunduğu zaman Muhammede vahiy gelmemiştir. 8-Muhammedin başı benim göğsümde olduğu halde ruhunu teslim etmiştir. 9-Hayatta en son cinsi münasebette bulunduğu kadın benim. 10-Benim odamda defnedilmiştir.

Muhammed bir sefere gideceği zaman kura çeker ve kurada Aişe ile Hafsa çıkar. Muhammed Aişeye özel ilgi gösterdiği için, seferde Hafsanın yanına pek gitmez. Buna bozulan Hafsa, bir şekilde Aişeyi kandırarak, Aişenin devesine biner ve Muhammed ile bir gece birlikte olur. Aişe bu durumdan çok rahatsız olur. Muhammede küfür etmek ister ama yapmaz bunu. Sonra ayaklarını, içinde yılan akrep gibi hayvanlar olan izhir otlarının arasına sokarak şöyle der; Allahım beni akrep ya da yılan soksun da bende Muhammede birşey söylemeye fırsat bulamayım. Aişe, kıskançlığı yüzünden intihar etmeye yeltenecek kadar gözü kara ve çılgın birisidir.

Müslümanlar Aişenin konumunu bildikleri için, Muhammed Aişenin hanesinde iken ona hediyeler yollarlarmış. Buna bozulan diğer eşleri bu durumu Muhammede iletirler ama Muhammed Aişeyi savunur. Kızı Fatıma bile araya girmek ister ama kızına da Aişeyi sevin der. Bu arada Zeynep Muhammedin yanında Aişeye bağırır. Muhammed ise o arada Aişenin karşı atağa geçmesini vücut dili ile göstererek Aişeyi gaza getirir. Aişede Muhammedin yanında Zeynepe bir ton laf söyler. Muhammedde Aişe Ebubekirin kızıdır diyerek, Aişeyi o arada över.

Muhammed eşlerini kızıştırmayı çok seviyor. Eşleri arasında adaletli davranmıyor ve kasıtlı olarak kavga çıkarmak için herşeyi yapıyor. Belli ki Muhammed bu kavgalardan çok hoşnut oluyor. Kılıcı olan bir peygamberden beklenen davranışlar tabi.

Birgün Safiye, Ayşe ve Hafsanın kendisi hakkında olumsuz konuştuğunu duyar ve ağlamaya başlar. Bunu duyan Muhammed Safiyeye sende onlara, benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz ki, zevcem Muhammed, babam Harun, amcam Musadır desene demiş. Yani Safiyenin nesebinin Musaya kadar dayandığını söyleyerek Aişe ve Hafsanın hayırsız/değersiz olduklarını söylemeye çalışmış. Duruma göre bir o tarafta, bir bu tarafta olan Muhammed.

Muhammed Ayşenin odasına girer. O anda odada diğer karısı Ümmi Selemede vardır. Ayşe,Ümmi Selemenin de odada olduğunu Muhammede kaş göz hareketleri ile anlatmaya çalışsa da, Muhammed aldırış etmez ve Ayşe ile ilgilenmeye devam eder. O esnada Ümmi Seleme Muhammede seslenerek görüyorum ki senin için diğer karılarının hiç önemi yok.diye bağırır ve hatta ağır sözlerde eder. Muhammed de Ayşeye dönerek bu kadının hakaretlerine sen cevap ver der. Ayşede aldığı gazla Ümmi Selemeye demediğini bırakmaz. Ümmi Seleme odadan çıkıp Fatımaya durumu anlatır. Fatımada Muhammede gelerek Ayşeyi şikayet eder. Muhammed ise kızına şöyle seslenir; Ayşe senin babanın en tercihlisidir.

Ahzab suresi 50. ayetin bir yerinde deniliyor ki, Muhammed bir kadını eğer beğenirse, ona mehir ücretini vermeden/bedava alabilir. Yine 51. ayette, Muhammede tam özgürlük verilir: Kadınlarından istediğini boşayabilir, istediğini geri getirebilirsin, eşlerin arasında geceleyin sıralama yapmayabilirsin gibi avantaj ayetleri oluşunca, Aişe buna çok kızar ve o meşhur sözünü burada söyler: Bakıyorum senin Allahın senin zevkin doğrultusunda acele ederek hemen ayet gönderiyor.

Ayrıca kadınların kendilerini Muhammede mehirsiz hibe etmeleri konusunda Aişe çok kızar ve şöyle der; Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mı ki, kendini bir erkeğe armağan etsin?

Aişenin ne kadar kıskanç/bencil olduğunu ve Aişenin Muhammed tarafından diğer eşlerine nazaran nasıl da tercih edildiğini alıntılarla (paragraflar halinde) aktarmaya çalıştım. Tüm çocukluğu ve gençliği Muhammedin yanında geçen bu kişi, haliyle Muhammedi inanılmaz derecede sahipleniyor ve onu aşırı derecede kıskanıyor. Bu kıskançlığı öyle bir hal alıyor ki; bazı açıklamalarına baktığımız zaman Aişenin psikolojik durumunun pekte iyi olmadığını anlıyoruz. Aişe bazen Muhammedi çok yüceltiyor, bazen de Muhammedi yeriyor. Aişe, Muhammed ve diğer eşleri arasındaki ilişkiler tam bir pembe dizi kıvamında aslında. Pembe dizi sözlerimi daha da netleştirmek adına meşhur bal olayını anlatan hadisi olduğu gibi aktarıyorum ki, Muhammed ve eşleri arasındaki ilişki daha iyi anlaşılsın.

Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) balı ve tatlı şeyleri severdi. Ayrıca, ikindi namazlarını kıldıktan sonra (hergün) kadınlarını teker teker ziyaret eder, her birine yaklaşır (sohbette bulunurdu.) Bu ziyaretlerinin birinde Hz. Hafsa (radıyallahu anha)nın yanına girmişti. Bu defa onun yanında, her zamanki kaldığı mutad müddetten fazla kaldı. Ben bunu kıskanarak sebebini (Resûlullahın diğer hanımlarından) sordum. Bana: Yakınlarından bir kadın Hafsaya bir okka (Taif) balı hediye etti, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)a ondan şerbet yapıp ikram etmiş olmalı, (o da şerbet hatırına sohbetini biraz uzatmıştır) dediler. Ben: - Öyleyse, kasem olsun biz de ona mutlaka bir hile kurmalıyız! dedim. Sevde (radıyallahu anha)ye: - (Hafsadan sonra sıra senin) O girince sana yaklaşacak. Sana yaklaşınca Ona: Ey Allahın Resûlü! Sen megafıh mi yedin? diyeceksin. (Ben biliyorum ki, o sana) Hayır!diyecek. O zaman sen de: Öyleyse senden burnuma gelen bu koku da ne? diyeceksin. Bir rivayette Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisinde kötü bir koku hissedilmesine tahammül edemez, buna çok üzülürdü (Bu sebeple gerçeği. itiraf ederek) muhakkak Hafsa bana bal şerbeti ikram etti diyecek. O zaman sen kendisine Demek ki arı, balını urfut ağacından almış diyeceksin. (Senden sonra bana uğradığı zaman) ben de böyle hareket edip aynı şeyleri söyleyeceğim. Ey Safıyye, sana uğradığı zaman sen de aynı şeyleri söyle! dedim. Hz. Aişe anlatmaya devam etti: Sevde (bilahere bana) dedi ki: Kendinden başka ilah bulunmayan Allaha kasem olsun, bana tenbih ettiğin şeyleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kapıdan görünür görünmez, senden korktuğum için (unutmadan) hemen söylemek istedim. Ne ise, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine yaklaşınca Sevde: Ey Allahın Resûlü meğafır mi yediniz? der: Hayır! cevabını alır. Bunun üzerine aralarında şu konuşma geçer: - Öyleyse bu koku da ne? Hafsa bana bal şerbeti ikram etti. - Demek ki arı urfut yemiş. Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatmaya devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana uğrayınca ben de aynı şeyleri söyledim. Keza, Safıyye (radıyallahu anha)ye uğrayınca o da aynı şeyleri söyledi. Müteakiben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hafsa (radıyallahu anha)nın yanına girince: - Ey Allahın Resûlü sana o şerbetten ikram edeyim mi? diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): - Hayır, ihtiyacım yok! cevabını verir. (Bu durumu işittiği zaman) Sevde (radıyallahu anha): - Allaha kasem olsun balı ona haram ettik! dedi. Ben kendisine: - Sus, (sesini çıkarma) dedim.

Kaynak: Buhari, Talak 8, Nikah 103, Etime 32, Eşribe 10, 15, Tıb 4, Hiyel 5; Müslim, Talak 20, (1474); Eb

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 102
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

mezhepler ile ilgili detaylı ve faydalı bir yazı:

Dört mezhebin hak olduğuna kim karar verdi?

islamda tıpkı türkiye'nin ve hatta islam aleminin %80'inin olduğu gibi benim de içine doğduğum sünnilik ya da ehli sünnet vel cemaat denilen bir ana yol ve bunun 4 tane tali yolu/mezhebi vardır. peki ehli sünnet vel cemaatin hak olduğuna daha doğrusu 4 mezhebin : hanefi/şafii/maliki/hanbeli tek ve mutlak doğru yollar olduğuna kim ya da kimler karar vermiştir? sorumuz bu.

571'de muhammed doğdu. 610'da ilk vahiy geldi. 622'de medineye hicret etti. 624 bedir savaşı. 625 uhud savaşı. 627 hendek savaşı. 630 mekke'nin alınması. 632 muhammed'in ölümü. 634'e kadar ebubekir halife. 634-644 arası ömer. 644-656 arası osman ve 656-661 arası da ali.

ali'nin halifeliği döneminde müslümanların ilk fitne dediği olay gerçekleşti. islam devletinin siyasal haritası üçe bölündü:

1-muaviye

2-ali

3-hariciler

siyasal olarak ayrılan islam bu üç ana alter üzerinden akaidi (inançsal) ve fıkhi (hukuksal) olarak da ayrılmış oldu.

bu üç taraflı savaşın sonunda kazananı muaviye olmuş ve 661-750 yılları arasında hüküm sürecek emevi devletini kurmuştur. 750 yılında emevi hanedanının neredeyse tümünü katleden abbasi hanedanı iktidara gelmiş ve islamın kaderinin ne olacağı bu hanedan zamanında belirlenmiştir artık. emeviler sırasında 100 yıl boyunca öteki sayılan ali taraftarları mı, bağımsız akılcılar tarafı mı yoksa emevi sisteminde yetişmiş katı gelenekçi metinlere ve hadislere sadık alimlerin tarafı mı? ya da başkaları mı? kuran net değil muhammed de öldü, kuranı nasıl anlayacağız? herkes başka başka mı anlayacak? bu ayet ne demek istemiş? gerçek islam ne?

abbasilerin ilk dokuz halifesi sırasında seffah ile vasık arası dönemde (750-847) abbasiler kah ali tarafına geçmiş, kah emevilerden kalan ideolojiyi sürdürmüş, kah felsefeye merak sarmış ancak oldukça özgür bir ortam yaratmışlardır. mesela 5. halife harun reşid hem sünni islamın temellerinden imam-ı azamın talebesi ebu yusuf'u adalet bakanı yapmış hem de mutezile denen akılcılara destek olmuş, beytül hikmet denilen bilim ve felsefe okullarının temelini atmıştır. abbasilerin ilk yüz yılı bugünkü ışid'in mezhep imamı olan ahmed bin hanbel gibi aşırılar dışında her görüşün savunulduğu özgür, felsefeye ve akla müsait bir ortam sunmuştur. onuncu halife mütevekkil tahta geçince bu özgür ortamı yok etmiş ve tarafını belli etmiştir: muaviye'nin yetiştirdiklerinin ideolojisi. işte muaviyenin zaferi abbasileri böyle değiştirmiş ve bugünkü ehli sünnet vel cemaat denen içinde ışid'den, suudilere ve fetullaha kadar islam dünyasının %80'inin bulunduğu benim gibi sünnilikten mürted türklerin de içine doğduğu ideolojiyi yaratmıştır.

ehli sünnet vel cemaat denilen sünniliğe göre dünyada insanlar ikiye ayrılır:

müçtehitler: islamda kuran ve hadisten yasa çıkarabilenler (peygamber, 4 halife, bazı sahabeler ve islamın ilk 300 yılında yaşamış bir kaç yüz kişi)

mukallitler : islamda kuran ve hadisten yasa çıkarabilenleri taklit etmesi gerekenler (taklitçiler, bütün tarih boyunca yaşamış, yaşamakta olan ve yaşayacak geriye kaç milyar insan kaldıysa onlar)

bu şu anlama geliyor, sadece kuranı ya da hadisleri okuyarak kendi kendine dini yaşayamazsın. kuranı anlayamazsın. kendine ben müçtehitim diyen ve bugün kendini ehli sünnetin temsilcisi olarak görenlerin işaret ettiği bir takım orta çağ insanlarının hadis ve kuran aracılığı ile sadeleştirdiği, sokaktaki adamın anlayacağı hale getirdiği kurallara, yasalara, yönetmeliklere, ahlak kurallarına, etik kaidelere muhtaçsın.

ehli sünnete göre müçtehit olabilmenin yolu istinbat sahibi olmaktır.

istinbat sahibi olmanın yolu:

1-kuranı anlamıyla birlikte ezbere bilmek.

2-anadil seviyesinde arapça, kureyş arapçası, akademik seviyede arapça etimoloji ve gramer, arap dili tarihi bilgisi.

3-kuran ayetlerinin iniş sırasını, hangi olay üzerine indiğini, iniş sebebini, iniş tarihini tek tek bilmek.

4- fıkıh, tefsir, akaid gibi ilim dallarına hakim olmak. nasih/mensuh yapabilmek. yani hangi ayet sonra gelerek önceki ayetin hükmünü kaldırmış bunu bilmek.

4-başta kütüb-ü sitte olmak üzere 2. ve 3. derece hadis kaynaklarını da okumak ve tüm hadisleri (500 bin-1 milyon civarı) ezbere bilmek.

5- bütün hadislerin ravilerini yani muhammedden itibaren kimler aracılığı ile en son kitaba işleyen buhariye, tirmiziye, müslüme geldiği bilmek.

6- bu ravilerin, hadisleri nesilden nesile iletenlerin kimler olduğu.. rical ilmini yani hadis rivayet edenlerin yaşlılığında delirip delirmediği, aklını kaç yaşına kadar koruyabildiği, yalan huyu olup olmadığı, hayat hikayesini bilmek.

7- hadislerde hangisinin diğer bir hadisi neshettiği, yani sonradan vuku bulup önceki hadisin hükmünü kaldırdığı.

8- ayrıca imam malik'e ve hatta sonraki fıkıhçıların tümüne göre allah'ın kalbe koyduğu gizli bir ilim türü de gereklidir.

ehli sünnete göre islamda içtihat kapısı defakto olarak reel dünyada kapanmıştır. yani mesela kurana bakarak sünnilikte kılınan namazın 5 vakit olmadığını söylemek yasaktır. ya da kuranda "malınızın kırkda birini zekat verin" yazmadığı halde böyle bir kanun çıkarmak içtihattır. veya kuranda net olarak anlatılmayan tesettür, türban, başörtüsünün islamın şartı olduğunu söylemek bir içtihattır, yeni müçtehit olmaksızın değiştirilemez. esasında ehli sünnet "içtihat kapısı kapandı" demez. ancak yukarıdaki nitelikleri şart koşar ki 1 milyon tane hadisi ezberlemek ve onların ravilerini, hayat hikayelerini bilmek fiziksel ve biyolojik olarak mümkün olmadığına göre m.s 933 yılında ölen ebu cafer el tahavi gibilerden sonra artık müçtehitliğin var olması da mümkün değildir. mesela sünni fıkhının en büyük alimlerinden olan suyutinin güya 600 bin hadisi ravileri ve senetleri ile bildiği iddia edildiği halde (nasıl oluyorsa artık) sırf muhammedden 800 yıl sonra geldi diye müçtehit olduğu kabul edilmez. kendisi müçtehit olduğunu iddia etmiş, tepki görmüş ve sonra müçtehitlik sevdasından vaz geçmiştir.

yani sünniler içtihat kapısı kapanmadı deseler de onlar kapıyı sonuna kadar kapatmış ve hatta üzerine de beton dökmüşlerdir. bugün de bu şartları sağla seni test edelim mesela rastgele bir hadisin ravilerini ve bu ravilerin tek tek hayat hikayelerini sana soralım hepsini bilirsen seni müçtehit kabul edeceğiz diyerek dalga geçerler. hatta hepsini bilsen bile sende "kalp ilmi" yok, allah vergisi ilmi ledünni yok, sen yine müçtehit olamazsın derler.

yani arkadaşlar bunlar -ki 1.4 milyar insandan bahsediyoruz- orta çağda yaşamış bir takım adamların zekalarına kendi akıllarını emanet etmiş, kendi akıllarını beş para etmez kabul etmiş, kendilerini belki insan olarak bile görmemişlerdir.

muhammedi gören ve doğrudan hadislerin içinde yaşayan sahabileri, halifeleri saymazsak muhammedi görmeyen müçtehitler genel olarak 3 kısma ayrılır:

1-mezhep imamları

2-mezhep müçtehitleri

3-mesele müçtehitleri

bunların tümü muhammedden sonra 200-300 yıl içinde yaşamış insanlardır. sünnilerin iddiası şu: "bu insanlar sahabileri, sahabileri görenleri gördüler. haliyle hadisleri ve muhammedin sözlerini direkt ilk elden ikinci elden dinlediler, muhammedi dinleyenlerle beraber yaşadılar onların hayatlarını gördüler. muhammedden 60 yıl sonra doğan imam-ı azam mesela 8 tane "muhammedi dünya gözüyle görmüş adam, sahabe" tanımıştır görmüştür. muhammedden 500 yıl sonra, 1000 yıl sonra gelenler bunların bildiklerini bilemezler." oysa bu iddia bir tek tezle yerle bir oluyor: eee muhammedden sonraki 300 yıl içinde yaşamış yüzlerce kalifiye adam varken neden sadece 4 tanesinin çizdiği yol hak yol olsun? muhammede yakınlık bu soru dahilinde anlamsız.

bunların 1 milyon hadis bildiği filan akla mantığa sığmaz. yemeden, içmeden, uyumadan saniyede bir sayı saysan bir milyona kadar saymak bile 1.000.000/60/60/24=12 gün ediyor. ortalama bir hadis 3-5-10 cümle, bunun bir tanesini ezberlemek kaç dakika, kaç saat alır? her bir hadisin ravilerinin hayatlarını ezberlemek kaç saat, kaç gün alır? aklı başında olduğuna karar vermek kaç münazara alır? hafıza kaç tane cümle ve bu cümlelerin tarihlerini, anlatanların hayat hikayelerini alır? bir milyon tane mi? saçmalık değil midir bu? bir de bu adamların kimsenin bilmediği o "allah vergisi kalp ilimine" sahip olduğuna kim karar vermiş? allah bu adamlara o bir milyon hadisi ezberleyecek "özel bir zeka" verdiyse bunu verdiğinin ispatı nedir? kendi ifadeleri mi yoksa?

peki bu imkansız kanunları kim koydu? neden koydu ve nasıl koydu?

çok kişi var:

ebû abdillah el-kurtubî (ö.1273)

el-isnevî (ö. 1370)

şah veliyullah-ı dehlevi (ö.1762) izâle-tül-hafâ isimli kitabında yukarıdaki kuralları tek tek yazmış.

eş-şevkânî (ö.1834)

ebû zehra (ö. 1974)

müçtehit olduğunu iddia eden ve yüzbinlerce hadis ezberleyen suyuti'ye 1490'lı yıllarda "sen müçtehit değilsin" diyen sünni islamı ve eşariliğin merkezi mısır'daki el ezher uleması allame şihabüddin bin hacer-i heytemî...

bu meselede, önce bir bugünkü türkiye tarikatlarının ve farkında olmasalar da hemen hemen bütün türk halkının yaşadığı nakşibendiliğin ana bayii imam-ı rabbani'ye (ö. 1624) bağlanalım.

"kitâba ve sünnete, yanî kurân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun itikâd lâzım olduğu gibi, müctehidlerin kitâb ve sünnetden çıkardıkları ahkâma, yanî islâmiyyete uygun işlere, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. bu ahkâm, halâl, harâm, farz, vâcib, sünnet, müstehab, mekrûh ve şübheli olan işler demekdir. bu ahkâmı öğrenmek de lâzımdır. [müslümânlar iki kısmdır: yâ (müctehid)dir veyâ (mukallid)dir. müctehid olmayan her müslümâna mukallid denir.] mukallidlerin, kitâbdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları câiz değildir. kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabûl olmaz. her mukallidin bir müctehide uyması, yanî bir mezhebe girmesi lâzımdır. bulunduğu mezhebin muhtâr olan, yanî âlimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır." (mektubat, 1. cilt, 286. mektub)

yine türkiye'de en etkili alimlerden imam-ı birgivi'ye (ö. 1573) bağlanalım:

"uzun zamandan beridir ictihad kesilmiştir." (tarikat-ı muhammediyye s. 114)

peki bu işin kökü nereye dayanıyor? şimdi de bugünkü zillet dünyasını yaratan süpermen gazali'ye bağlanalım:

"hiçbir müctehid, başka bir müctehidin sözü ile amel edemiyeceği gibi, hiçbir mukallid, taklid ettiği, uyduğu mezheb imamının sözünün dışına çıkamaz! çıkar diyen kimse yoktur. âlimlerin en faziletlisi sayarak imam diye tanıdığı mezheb kurucusuna bağlandıktan sonra, hoşuna gidenleri başka taraflardan alamaz. her yönden ona uyması lazımdır. uyduğu imama muhalefeti münker bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkardır." (ihya, 9. kitab, 2.bab, s.803)

başka ne demiş gazali reis?

"ictihad mevkiine yükselemiyenler, bu asırda olanlar gibi, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezheb imamından naklederek cevap verirler. eğer imamının ictihadını zayıf bulursa, onu terk etmesi caiz değildir. binaenaleyh başkasının ictihadıyla cevap veremeyeceğine, mezhebi de bilinmiş olduğuna göre, daha mücadele etmesinde ne kâr var? eğer bir meselede şüphe ederse uygun olan (ben bunu anlayamadım, belki bağlı bulunduğum mezheb imamının bu babda bir cevabı var, fakat ben bilemiyorum; çünkü ben başlı başına bir müctehid değilim.) demesi lazımdır." (ihya, 1. kitab, 4. bab, hilaf ilmi ve münazaranın afetleri; c.1, s.113)

evet gazali'nin müçtehitinden şüphe edenler için yaptığı telkini görüyor musunuz? mesela bir içtihat söyleyeyim size. bir müçtehit olan imam-ı şafii'den: içinde bok bile olsa iki kulle (13 m3) su temizdir. kars'taki şafiiler bu içtihatı 20. yüzyıla kadar devam ettirdiler. hala devam ediyor mu bilemem. ilgilenenler için bu konuda otobiyografik bir kitap: (bkz: kulleteyn)

yani diyor ki gazali efendi: içinde bok bile olsa sırf şafii söyledi diye o suyla abdest alman sağlıklıdır bundan şüpheye düşersen de "benim aklım almaz ben müçtehit değilim" de diyor.

peki gazalinin ideolojisi nereye dayanıyor? işte yukarıda anlattım. ilk fitne dolayısıyla üçe ayrılan islam dünyası, muaviyenin galibiyeti ve ardından ortaya çıkan emevi islamı. bunun abbasilerde tekrar bir şekillenmesi. abbasi halifesi mütevekkilin akılcılar yerine müçtehitçi ve fıkıhçı islamı seçmesi. ardından medreselerin bu eşari ideoloji ile dizayn edilmesi. bu medreselerde yetişen alimlerin hindistan'dan endonezya'ya kadar yayılması ve bu medreselerin ideolojilerini oraya taşıması ardından gelen selçuklu hanedanı ve nizamiye medreseleri. nizamiye medreselerinden yetişen alimlerin tekrar bir uzak doğu ve kuzey afrika seferi yapması. en son osmanlının bektaşi ruhunu mısır'dan gelen eşari alimlerin darma duman etmesi ve osmanlıyı bir arap ülkesine çevirmesi. en son da bugünümüz. ama tüm bunların içinde dünya insanlarına en fazla zararı yine gazali vermiştir. çünkü gazali eşari islamı hakim islam yapmıştır artık. ehli sünnet vel cemaat denen yol bu şekilde doğmuştur. bunu biraz daha detaylandırayım şimdi:

imam-ı azam (d.699-ö.767) ilk sünni mezhep imamı kabul edilir. imam-ı azam öldükten 13 yıl sonra ise hanbeli mezhebi kurucusu ahmed bin hanbel dünyaya gelmiştir. gel gör ki imam-ı azamın eserlerinin hiçbirinde sünni, ehli sünnet vel cemaat gibi ifadeler geçmez. ehli sünnet vel cemaat ya da sünni teriminin etimolojik kökeni ahmed bin hanbel'in "er-red ale'z-zenâdıka ve'l-cehmiyye" kitabına dayanır. yani sünni ya da ehli sünnet ifadesi, terimi, tanımı ilk kez muhammed'in ölümünden 200 yıl sonra hanbel'in kitabında geçmiştir. ahmed bin hanbel'in mutezile düşünceye yakın olan abbasi halifeleri zamanında yaşadığını, ideolojisi yüzünden hapse girdiğini ve neredeyse bütün hayatını mutezile ile mücadeleye adadığını biliyoruz. ebu hasan el eşari (873-935) 40 yıllık muteziliğinden dönerek eşarilik mezhebini kurana kadar olan sürede hanefi, şafii, maliki, hanbeli, ibn küllab, imam ebu muhammed, imam ebu yusuf, haris el-muhasibî, ebu'l-abbas el-kalânîsî ehli sünnetin prototipi olan ideolojiyi taşıma konusunda köprü görevi görmüştür. ve sünniliğin kökü olan zihniyeti ebu hasan el eşari'ye kadar taşımışlardır. keza semerkantlı türk el maturidi (863-944) yine imam-ı azam- ebu yusuf- imam ebu muhammed ve imam-ı azamın yolundan olan abbasi devleti rey şehri kadısı mukatil er-râzî isimlerinin köprü görevi görmesi aracılığı ile bugün sünniliğinin kökü olan ideoloji ile tanışmıştır, hanefi olmuştur. şafi mezhebinin kurucusu imam-ı şafi imam-ı azamın talebesi olan ebu muhammedin talebesidir. diğer bir deyişle şafi, imam-ı azamın öğrencisinin öğrencisidir.

*sıffin savaşı yapılıyor. muaviye kazanıyor.

*emevi devleti kuruluyor. bu dönemde hadisler üzerinden bir islam sistemi geliştiriliyor, prototip henüz.

*bu sistem 100-200 yıl sonra yüzlerce kişi tarafından "gerçek islam budur" iddiasıyla topluma sunuluyor.

*bunlardan dördü: hanefiyye, şafiiyye, malikiyye, hanbeliyye diğerleri: ezarika, necedat, ibaziye, acaride, sufriyye, vasıliyye, amriyye, huzeyliyye, nazzamiyye, asvariyye, muammeriyye, bişriyye, hişamiyye, murdariyye, caferiyye, iskafiyye, sumamiyye, cahıziyye, hayyatiyye, kabiyye, cubbaiyye, behşemiyye, salihiyye, hadbiyye, hüseyniyye, cebriyye, cehmiyye, dırariyye, bekriyye, neccariyye, bergusiyye, zaferaniyye, müstedrike, mürcie, yunusiyye..... ve daha yüzlercesi.

*işte tüm bunlardan sadece 4 tanesi seçiliyor ve gerikalanların tümü küfür, yanlış yol, kafirlik, bidat olarak kabul ediliyor.

*bugün 1.4 milyar insan 1000 yıl önce yapılan o seçime göre hayatını yaşıyor.

*oysa 1200 yıl önce yukarıda az bir ksımını saydığım mezheplerin tümünün takipçileri vardı. henüz şafii doğmadan, maliki doğmadan önce yukarıdaki mezheplerden bazılarına tabii olan insanlar vardı.

yani bugün hanefi olan sana hanefiyyenin yolunu 1000 yıl önce seçtiren biri var.

o seçimi kim yaptı? nasıl yaptı?

eşariyye, maturidiyye ve hanbeliyye (selefiyye) okulları yaptı bu seçimi.

bu seçimi tarih sahnesine geri dönüşü olmayacak şekilde işleyen siyasi anlamda selçuklu sultanı alparsaln'ın veziri nizamülmük, entelektüel anlamda gazali'dir çünkü eşarilik gazali sonucu hakim ideoloji olmuştur. oysa alparslan'ın amcası tuğrul bey döneminde selçuklu veziri bir mutezi olan ebu nasır kunduri idi.

bugünkü ehli sünnet vel cemaat mezhebi eşari, gazali ve nizamülmülk'ün eseridir.

ya da en azından islam dünyasının %80'ine hakim olması diyelim. mutezile/eşari/gazali meselesine dair detaylı bilgi için: (bkz: #56582208)

örneğin islamın şartının 5 olduğu fikri. kuran'da islamın şartı 5'tir diye net bir ifade var mı? kuranda belki 500-1000 tane emir cümlesi var, bunların tümünü sıkıp/eleyip de islamın şartı beştir diye ortaya atanlar kimler? peki hadislerden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğuna kim karar veriyor? elbette fıkıh mezhepleri karar veriyor. ebu hasan el eşari m.s 920'li yıllarda yazdığı risalet el-iman isimli eserinde bu şartların 5 tane olduğunu yazmıştır. mezhep imamları 700'lü ve 800'lü yıllarda yaşadılar. itikadı belirleyenler eşari, hanbeli ve maturidi 800 ve 900'lü yıllarda yaşadılar. iş buraya gelene dek ırak, suriye, iran, hicaz, mısır, kuzey afrika'da birileri yukarıda verdiğim mezhep imamlarının peşinden gittiler. eşari, maturidi ve selefi okulları kurulduğunda ortada yüzlerce imam ve mezhep vardı bunlar kendi kafalarına göre sistemler bulmuş ve islamı "peygamber öldükten sonra" kendi kendine idare edebilecek bir din haline getirmeye uğraşmışlardı. işte bunlardan hanefilik avantajlıydı çünkü imam-ı azamın öğrencisi abbasi devletinde bütün imparatorluğun adalet bakanı, kadıların kadısı görevine gelmişti.o hanefiliği yaydı. onun öğrencisi zaten şafii idi ve hanefilik ile uyumluydular, şafiinin öğrencileri devlet idaresinde şafiiliği yaydılar. medine'de ortaya çıkan maliki mezhebinin avantajı onu o dönemki mısır ulemasının benimsemesi, desteklemesi ve yaymasıydı. sahra altı ve üstü afrikası bugün komple malikidir, mısır merkez olduğu için daha karışıktır. hanbelin avantajı ise abbasiler tarafından uğradığı zulüm ile bağdat halkının hanbel'den etkilenmesidir. yani özellikle eşarilik çıktığı vakitler bu mezhepler en yaygın mezhepler olmuştur. tümü de siyaset yoluyla yayılmıştır. eşarilik işte bu yüzden kusursuz bir islam yerine en yaygın olan islam türlerini tek çatı altında toplamak zorunda hissetmiştir kendisini.

bugünkü ehli sünnet mezhebi bir takım ilahi dokunuşlar sonucu ortaya çıkan hak yol değil, siyasi olaylar sonucu ortaya çıkan bir tür mecburiyetler ittifakıdır. yoksa imam hanbeli ile imam-ı azam'ı aynı çatı altında birleştirmek düpedüz saçmalıktır. hanbel arapları bırak ufacık kureyş kabilesinden başkası halife olamaz derken hanefi kişi anadilinde namaz kılabilir yasasını koymuştur islam dinine içtihat olarak. bunların neresi ortaktır? işte hanbel ve hanefiyi aynı şemsiye altına alan muktedir eşari ideolojidir. daha sonra 15. yüzyılda zoraki olarak bir eşari olarak yetişen ibn-i haldun islamda mezheplerin 5 tane olduğunu söyleyecekti: hanefi, şafii, hanbeli, maliki, zahiri. zahirilerin hanbelilerden pek bir farkı yoktur. bugün yaşasa onu da ehli sünnet kabul ederlerdi. sadece takipçisi yok artık. endülüste ispanyollar emevilerle birlikte bu mezhebi de yok etti.

eşari okulunun ünlü alimleri şunlardır:

el bakıllani, muhammed bin el hasan, ebu ishak, tahir el bağdadi, el semani, el cüveyni, el gazali, ibn-i tümart, fahreddin er razi, adud eddin el ici, el cürcani.

bunların içinde en ünlüsü gazalidir.

işte bunlar mutezile ile mücadele etmiş ve islamın akla değil de nerede ne el yazması nakille gelen bilgi varsa o kullanılarak inşa edilmesi gerektiğini savunmuştur. bu hadiste muhammed şöyle demek istedi, şunda da böyle demek istedi, orada şunu yapmıyor vs..... binlerce sahabi... onlardan gelen milyonlarca rivayet... örneğin: tuvalette nasıl davranılacağı, bir insanın kıçını nasıl yıkaması gerektiği akılla değil de mesela onlardan gelen milyonlarca rivayet tek tek elenerek, ayıklanarak birbiri ile çelişenler tarihlerine göre ayrılarak, daha sonraki tarihe ait hadisler daha üstün kabul edilerek, 700'lü yıllarda kıç yıkama ile ilgili alimler ne demişler, 800'lü yıllarda ne demişler, 1000'li yıllarda ne demişler diye tümüne bakarak sonra bu alimlerin hangisinin daha üstün olduğu hakkında münazara ederek rey ile oylama ile "kıç bu şekilde yıkanmalıdır" hükmüne varıyorlar. sünni islamın çalışma prensibi budur. (sonra gelir aşağıya yazarlar "yeak yeaaa biz akılcıyız yukarıda dezenformasyon yapmış skocax.) (kıç yıkama yöntemi açıklamları hakikaten vardır bu arada)

oysa tuvalete girer kıçını güzelce yıkarsın. milyon tane rivayete harcayacağın kafanı daha faydalı işlere harcarsın, kadı ve müfessir yetiştireceğine kimyacı ve fizikçi yetiştirirsin. 20. yüzyılda tuvalet kağıdını icat edersin elini dışkıya sürmeye gerek kalmaz artık. kıç yıkamaya dahi karışan bir tanrı daha başka nelere karışır? böyle bir tanrı olabilir mi? bir tanrı böyle bir din göndermiş olabilir mi? ehli sünnetdenen fıkıh üzerinden hayat tarzı belirleme ideolojisi korkunç derecede absürd değil midir?

sünnilikte mezhepler iki kısımdır.

sünnilikte itikatta hak mezhepler:

1-eşarilik

2-maturidilik

3-selefilik (bunu tr sünnileri kabul etmez, bunu çıkarmak için hanbeliyi de aşağıdaki listeden çıkarmak gerek zira hanbeliler hep selefidir ve onlar da diğerlerini kabul etmiyor zaten)

sünnilikte fıkıhta, amelde hak mezhepler

1-hanefilik

2-şafiilik

3-malikilik

4-hanbelilik

türkler ekseriyetle hanefi ve maturididir. suudiler ekseriyetle selefi ve hanbelidir, belki çok azı eşari ve hanbelidir. mısırda şafi eşari ya da maliki eşari vardır örneğin.

maturidi ekolünün eşari kadar güçlü medreseleri, alimleri, siyasi destekçileri yoktur. ancak semerkant bölgesinde hanefilik bu görüş ile ve bu ekol ile yayıldığı için hanefiliğin resmi bayisi konumundan dolayı itibar görmüştür. maturidi dini güya akılla yorumladığını iddia eder ancak kuranı mahluk olarak görmez ezelidir der ve aklın kurandan da hadisten de daha aşağıda olduğunu tasdik eder, ibadet meselelerinin akıla kapalı olduğunu mesela hac yapmanın mantıksız hareketler silsilesi olmasına rağmen mantıksız olduğu düşünülmeden iman edilmesi gerektiğini söyler, maturidilik insanın özgür iradesini kabul etmez bunun yerine tam olarak kendi ifadesi ile "insanın yaptıkları allahın yaptıklarıdır, beşer hürriyeti insanın eline verilmiş değildir" der tıpkı eşari gibi. maturidi eşariden daha makul bir mezhep olsa da yine de yarım akıllıdır. eşari imanı kalp ile tasdik ve "marifet" olarak tanımlarken maturidi imanı dil ile ikrar ve kalp ile tasdik olarak tanımlar. en nihayetinde maturidi de tıpkı eşari gibi kıç yıkamanın yolunun her insanın kendi aklı ile değil de ayetler, hadisler, tefsirler, içtihatlar, raviler, ravilerin hayat hikayeleri, nasih/mensuh vs. tümüne bakıldıktan sonra belirlenmesi gerektiğini düşünür.

eşari, maturidi, muteziler varken henüz hadis kitapları yazılmamıştı. buhari, tirmizi,müslüm gibi kütübü sitte kitapları 10. yüzyıl civarında yazılmıştır hep. hatta gazali kitaplarında kütüb-ü sitte'de olmayan hadisleri kullanmış olmasından onun da bugünkü sünniler gibi "kütübü sitte müslümanı" olmadığını anlıyoruz. demek ki başka bir tarihte kütüb-ü sitte ile dört mezhep birleştirildi. sünni islamın formülü şudur:

sünni islam= kuran + kütüb-ü sitteye tam iman + müçtehit seçme mecburiyeti

kütüb-ü sittenin yani altı hadis kitabının doğru ve sahih olan üzerinde şüphe olmayan hadisler olduğuna dair ilk yazı 12. yüzyılda ibn-i kayserani tarafından yazılmıştır: (bkz: kütüb-i sitte/#53192577)

resmi ve siyasi anlamda 4 mezhebin hak mezhepler olduğunu:

1- mısır'da memluk devleti 5. sultanı baybars (ö. 1257) tarafından 4 mezhep tek islam yolu olarak net olarak tanınmıştır. (4 mezhep çoğunlukta olduğundan ve baybars bütün islam dünyasının hükümdarı olmak istediğinden, yoksa çok dindar olmayan bir kıpçak türkü olduğu bilinir.)

2-osmanlı devleti memluklardan sünni halifeliğini alınca elbette 4 mezhepin hak olduğunu kabullenmişti ancak resmi anlamda 1745 yılında 1. mahmut islamın hak mezheplerinin 4 tane olduğunu deklare etmiştir.

hindistan, pakistan ve bangladeş gibi en yoğun müslüman nüfusuna sahip ülkeler (islam dünyasının %30'u) 16. yüzyıldan itibaren babür imparatorluğu ile müslüman olmuştur. bu devlet, ideolojisini semerkant ve buhara'dan alır. semerkant maturidi ve buhara da eşari etkidedir. ayrıca timur'un devamı olması dolayısıyla şii/alevi etki de mevcuttur. endoenzya 202 milyon nüfusla dünyadaki en kalabalık islam devletidir. endonezya'da sünni islam biraz lokala adapte olmuş ve değişmiştir ancak oranın islamlaşması da eşari etki ile olur ki neredeyse bütün endonezya şafi mezhebindendir. 16. yüzyıldan itibaren, gazalinin yolundan gelen şafi okulu alimleri gitmiş ve müslüman yapmışlardır onları. yani bugünkü islam nüfusunun yarıdan fazlası son beşyüz yıllık hikayedir ve eşarilerin şekillendirdiği gazalinin de son noktayı koyduğu 4 mezhepin seçildiği, fıkıh diye bir garabete mahkum kalmış sünni islam oluşumunu tamamladıktan sonra o oluşmuş haliyle uzak asyadaki kalabalık nüfuslara yayılmıştır.

sonuç olarak aklı mühürleyen de bugün yaşayanlara 1000 yıl önce mezhep seçen de eşari ideolojidir, gazalidir, nizamülmülk'tür, mütevekkil'dir, abbasilerdir, siyasettir, halife olma, daha fazla meşruiyet elde etme, daha fazla destek görme çabasıdır.

esasında akıl meselesi sadece islamla ilgili bir mesele değil. sadece islamda akılsızlıklar var diğer dinler hep süper akılcı diye bir iddiam da yok. mesela hindu bir kadının ibadeti var şu resimde. 2015 kasımında çekilmiş bir fotoğraf. kadın, güneş tanrısı surya'nın rahmetine ve mağfiretine nail olmak için çocuğunu yere yatırmış üstünden geçiyor. buna saçmalık demeyecek miyiz? buna dersek peki islamdakilere ne demeli? üzerinde siyah bir kumaş olan kare prizma bir kutunun etrafında dönmek nerde tarif edilmiş, hangi kitapta? hangi dinden olursa olsun bu tür çılgınlıklar allahın emri olamaz. insan bunu anlamalı. eğer 150 yıl önce 40 sene olan ortalama insan ömrü bugün 70-80 sene ise bu batının akılcılığı yüzündendir. demek ki zamansal ilerlemeci bir durum söz konusu. demek ki bugünümüz geçmişimizden daha iyi. demek ki akıl bir işlere yarıyor. islam dünyasına bakınca da aklı göremiyoruz. işte kıç yıkamayı bile insan aklına emanet edemeyen bu saçma sapan fıkıh düzeni yüzünden. bugün elimize ulaşan en eski arapça yazı (bugünkü alfabe ile) kudüs'te kubbetüs sahra'daki mozaiklerde yazılı ayetlerdir ve muhammedden 60 yıl sonraya 692 yılına aittir. bugün elimizde 7. yüzyılda yazılmış bir kuran bile yok. elimize ulaşan en eski kuran muhammedden 200 yıl sonra yazılmış (yeni bir tane bulundu akıbeti net değil). o da tam bile değil bir parçası sadece. arapçanın kendisi ve kuran bile böyle muallaktayken bir de üzerine hadistir, rivayettir, ravidir, içtihattır, ricaldir 12-13 yüzyıl önce oluşmuş tüm bunlara koşulsuz iman edilir mi? tanrı bana da akıl vermemiş mi? bana karışacaksa bile bunu kendini müçtehit ilan edenlerin yorumları üzerinden neden yapsın? bunlar çılgınlık değil mi?

fıkıh denen komedi üzerinden hayat tarzı belirlemek sosyal düzen kurmak çılgınlık değil mi?

kaynakça:

bütün kütüb-i sitte hadisleri şurada:http://sunnah.com/

taraflı ama akademik bir mezhepler tarihi: http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/595.pdf

ciddi bir mezhep eleştirisi kitabı: https://yenidenuyanis.files.wordpress.com/-din.pdf

el ezher aliminin taraflı mezhepler tarihi kitabı:https://ia601700.us.archive.org/0m.ebu zehra..pdf

bazı meşhur tefsir kitapları: http://tefasir.blogspot.ru/p/tefsir-kitaplar.html

gazali kitapları: https://yadi.sk/d/nrgygbplgqqzz

imam-ı rabbani mektubat:http://hakikatkitabevi.com//turkce/07-mektubat.pdf

http://www.yeniumit.com.tr/tesiri-ve-imam-maturidi

http://www.bilgelerzirvesi.org/-dr-ali-karatas.pdf

http://cijeonline.com/cije/article/viewfile/78/129

http://www.yardimcikaynaklar.com/ulari-ve-grsleri/

http://www.koprudergisi.com/goster=yazi&yazino=432

http://mamluk.uchicago.edu/_2009-berkey_pp6-22.pdf

http://www.pewforum.org/-global-muslim-population/

http://www.fethullahgulenforum.org/li-on-tolerance

http://www.cfr.org/iraq/islamic-state/p14811(ışid sünni değil diyenler sünniliğin ne olduğunu bilmiyor)

http://www.teneoholdings.com/eneo_insights9-12.pdf(2. sf. 3. paragraf)

Yazının orijinali: https://eksisozluk.com/dort-mezhebin-hak-olduguna-kim-karar-verdi--4980868

Link to post
Sitelerde Paylaş

mezhepler ile ilgili detaylı ve faydalı bir yazı:

Dört mezhebin hak olduğuna kim karar verdi?

islamda tıpkı türkiye'nin ve hatta islam aleminin %80'inin olduğu gibi benim de içine doğduğum sünnilik ya da ehli sünnet vel cemaat denilen bir ana yol ve bunun 4 tane tali yolu/mezhebi vardır. peki ehli sünnet vel cemaatin hak olduğuna daha doğrusu 4 mezhebin : hanefi/şafii/maliki/hanbeli tek ve mutlak doğru yollar olduğuna kim ya da kimler karar vermiştir? sorumuz bu.

571'de muhammed doğdu. 610'da ilk vahiy geldi. 622'de medineye hicret etti. 624 bedir savaşı. 625 uhud savaşı. 627 hendek savaşı. 630 mekke'nin alınması. 632 muhammed'in ölümü. 634'e kadar ebubekir halife. 634-644 arası ömer. 644-656 arası osman ve 656-661 arası da ali.

ali'nin halifeliği döneminde müslümanların ilk fitne dediği olay gerçekleşti. islam devletinin siyasal haritası üçe bölündü:

1-muaviye

2-ali

3-hariciler

siyasal olarak ayrılan islam bu üç ana alter üzerinden akaidi (inançsal) ve fıkhi (hukuksal) olarak da ayrılmış oldu.

bu üç taraflı savaşın sonunda kazananı muaviye olmuş ve 661-750 yılları arasında hüküm sürecek emevi devletini kurmuştur. 750 yılında emevi hanedanının neredeyse tümünü katleden abbasi hanedanı iktidara gelmiş ve islamın kaderinin ne olacağı bu hanedan zamanında belirlenmiştir artık. emeviler sırasında 100 yıl boyunca öteki sayılan ali taraftarları mı, bağımsız akılcılar tarafı mı yoksa emevi sisteminde yetişmiş katı gelenekçi metinlere ve hadislere sadık alimlerin tarafı mı? ya da başkaları mı? kuran net değil muhammed de öldü, kuranı nasıl anlayacağız? herkes başka başka mı anlayacak? bu ayet ne demek istemiş? gerçek islam ne?

abbasilerin ilk dokuz halifesi sırasında seffah ile vasık arası dönemde (750-847) abbasiler kah ali tarafına geçmiş, kah emevilerden kalan ideolojiyi sürdürmüş, kah felsefeye merak sarmış ancak oldukça özgür bir ortam yaratmışlardır. mesela 5. halife harun reşid hem sünni islamın temellerinden imam-ı azamın talebesi ebu yusuf'u adalet bakanı yapmış hem de mutezile denen akılcılara destek olmuş, beytül hikmet denilen bilim ve felsefe okullarının temelini atmıştır. abbasilerin ilk yüz yılı bugünkü ışid'in mezhep imamı olan ahmed bin hanbel gibi aşırılar dışında her görüşün savunulduğu özgür, felsefeye ve akla müsait bir ortam sunmuştur. onuncu halife mütevekkil tahta geçince bu özgür ortamı yok etmiş ve tarafını belli etmiştir: muaviye'nin yetiştirdiklerinin ideolojisi. işte muaviyenin zaferi abbasileri böyle değiştirmiş ve bugünkü ehli sünnet vel cemaat denen içinde ışid'den, suudilere ve fetullaha kadar islam dünyasının %80'inin bulunduğu benim gibi sünnilikten mürted türklerin de içine doğduğu ideolojiyi yaratmıştır.

ehli sünnet vel cemaat denilen sünniliğe göre dünyada insanlar ikiye ayrılır:

müçtehitler: islamda kuran ve hadisten yasa çıkarabilenler (peygamber, 4 halife, bazı sahabeler ve islamın ilk 300 yılında yaşamış bir kaç yüz kişi)

mukallitler : islamda kuran ve hadisten yasa çıkarabilenleri taklit etmesi gerekenler (taklitçiler, bütün tarih boyunca yaşamış, yaşamakta olan ve yaşayacak geriye kaç milyar insan kaldıysa onlar)

bu şu anlama geliyor, sadece kuranı ya da hadisleri okuyarak kendi kendine dini yaşayamazsın. kuranı anlayamazsın. kendine ben müçtehitim diyen ve bugün kendini ehli sünnetin temsilcisi olarak görenlerin işaret ettiği bir takım orta çağ insanlarının hadis ve kuran aracılığı ile sadeleştirdiği, sokaktaki adamın anlayacağı hale getirdiği kurallara, yasalara, yönetmeliklere, ahlak kurallarına, etik kaidelere muhtaçsın.

ehli sünnete göre müçtehit olabilmenin yolu istinbat sahibi olmaktır.

istinbat sahibi olmanın yolu:

1-kuranı anlamıyla birlikte ezbere bilmek.

2-anadil seviyesinde arapça, kureyş arapçası, akademik seviyede arapça etimoloji ve gramer, arap dili tarihi bilgisi.

3-kuran ayetlerinin iniş sırasını, hangi olay üzerine indiğini, iniş sebebini, iniş tarihini tek tek bilmek.

4- fıkıh, tefsir, akaid gibi ilim dallarına hakim olmak. nasih/mensuh yapabilmek. yani hangi ayet sonra gelerek önceki ayetin hükmünü kaldırmış bunu bilmek.

4-başta kütüb-ü sitte olmak üzere 2. ve 3. derece hadis kaynaklarını da okumak ve tüm hadisleri (500 bin-1 milyon civarı) ezbere bilmek.

5- bütün hadislerin ravilerini yani muhammedden itibaren kimler aracılığı ile en son kitaba işleyen buhariye, tirmiziye, müslüme geldiği bilmek.

6- bu ravilerin, hadisleri nesilden nesile iletenlerin kimler olduğu.. rical ilmini yani hadis rivayet edenlerin yaşlılığında delirip delirmediği, aklını kaç yaşına kadar koruyabildiği, yalan huyu olup olmadığı, hayat hikayesini bilmek.

7- hadislerde hangisinin diğer bir hadisi neshettiği, yani sonradan vuku bulup önceki hadisin hükmünü kaldırdığı.

8- ayrıca imam malik'e ve hatta sonraki fıkıhçıların tümüne göre allah'ın kalbe koyduğu gizli bir ilim türü de gereklidir.

ehli sünnete göre islamda içtihat kapısı defakto olarak reel dünyada kapanmıştır. yani mesela kurana bakarak sünnilikte kılınan namazın 5 vakit olmadığını söylemek yasaktır. ya da kuranda "malınızın kırkda birini zekat verin" yazmadığı halde böyle bir kanun çıkarmak içtihattır. veya kuranda net olarak anlatılmayan tesettür, türban, başörtüsünün islamın şartı olduğunu söylemek bir içtihattır, yeni müçtehit olmaksızın değiştirilemez. esasında ehli sünnet "içtihat kapısı kapandı" demez. ancak yukarıdaki nitelikleri şart koşar ki 1 milyon tane hadisi ezberlemek ve onların ravilerini, hayat hikayelerini bilmek fiziksel ve biyolojik olarak mümkün olmadığına göre m.s 933 yılında ölen ebu cafer el tahavi gibilerden sonra artık müçtehitliğin var olması da mümkün değildir. mesela sünni fıkhının en büyük alimlerinden olan suyutinin güya 600 bin hadisi ravileri ve senetleri ile bildiği iddia edildiği halde (nasıl oluyorsa artık) sırf muhammedden 800 yıl sonra geldi diye müçtehit olduğu kabul edilmez. kendisi müçtehit olduğunu iddia etmiş, tepki görmüş ve sonra müçtehitlik sevdasından vaz geçmiştir.

yani sünniler içtihat kapısı kapanmadı deseler de onlar kapıyı sonuna kadar kapatmış ve hatta üzerine de beton dökmüşlerdir. bugün de bu şartları sağla seni test edelim mesela rastgele bir hadisin ravilerini ve bu ravilerin tek tek hayat hikayelerini sana soralım hepsini bilirsen seni müçtehit kabul edeceğiz diyerek dalga geçerler. hatta hepsini bilsen bile sende "kalp ilmi" yok, allah vergisi ilmi ledünni yok, sen yine müçtehit olamazsın derler.

yani arkadaşlar bunlar -ki 1.4 milyar insandan bahsediyoruz- orta çağda yaşamış bir takım adamların zekalarına kendi akıllarını emanet etmiş, kendi akıllarını beş para etmez kabul etmiş, kendilerini belki insan olarak bile görmemişlerdir.

muhammedi gören ve doğrudan hadislerin içinde yaşayan sahabileri, halifeleri saymazsak muhammedi görmeyen müçtehitler genel olarak 3 kısma ayrılır:

1-mezhep imamları

2-mezhep müçtehitleri

3-mesele müçtehitleri

bunların tümü muhammedden sonra 200-300 yıl içinde yaşamış insanlardır. sünnilerin iddiası şu: "bu insanlar sahabileri, sahabileri görenleri gördüler. haliyle hadisleri ve muhammedin sözlerini direkt ilk elden ikinci elden dinlediler, muhammedi dinleyenlerle beraber yaşadılar onların hayatlarını gördüler. muhammedden 60 yıl sonra doğan imam-ı azam mesela 8 tane "muhammedi dünya gözüyle görmüş adam, sahabe" tanımıştır görmüştür. muhammedden 500 yıl sonra, 1000 yıl sonra gelenler bunların bildiklerini bilemezler." oysa bu iddia bir tek tezle yerle bir oluyor: eee muhammedden sonraki 300 yıl içinde yaşamış yüzlerce kalifiye adam varken neden sadece 4 tanesinin çizdiği yol hak yol olsun? muhammede yakınlık bu soru dahilinde anlamsız.

bunların 1 milyon hadis bildiği filan akla mantığa sığmaz. yemeden, içmeden, uyumadan saniyede bir sayı saysan bir milyona kadar saymak bile 1.000.000/60/60/24=12 gün ediyor. ortalama bir hadis 3-5-10 cümle, bunun bir tanesini ezberlemek kaç dakika, kaç saat alır? her bir hadisin ravilerinin hayatlarını ezberlemek kaç saat, kaç gün alır? aklı başında olduğuna karar vermek kaç münazara alır? hafıza kaç tane cümle ve bu cümlelerin tarihlerini, anlatanların hayat hikayelerini alır? bir milyon tane mi? saçmalık değil midir bu? bir de bu adamların kimsenin bilmediği o "allah vergisi kalp ilimine" sahip olduğuna kim karar vermiş? allah bu adamlara o bir milyon hadisi ezberleyecek "özel bir zeka" verdiyse bunu verdiğinin ispatı nedir? kendi ifadeleri mi yoksa?

peki bu imkansız kanunları kim koydu? neden koydu ve nasıl koydu?

çok kişi var:

ebû abdillah el-kurtubî (ö.1273)

el-isnevî (ö. 1370)

şah veliyullah-ı dehlevi (ö.1762) izâle-tül-hafâ isimli kitabında yukarıdaki kuralları tek tek yazmış.

eş-şevkânî (ö.1834)

ebû zehra (ö. 1974)

müçtehit olduğunu iddia eden ve yüzbinlerce hadis ezberleyen suyuti'ye 1490'lı yıllarda "sen müçtehit değilsin" diyen sünni islamı ve eşariliğin merkezi mısır'daki el ezher uleması allame şihabüddin bin hacer-i heytemî...

bu meselede, önce bir bugünkü türkiye tarikatlarının ve farkında olmasalar da hemen hemen bütün türk halkının yaşadığı nakşibendiliğin ana bayii imam-ı rabbani'ye (ö. 1624) bağlanalım.

"kitâba ve sünnete, yanî kurân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun itikâd lâzım olduğu gibi, müctehidlerin kitâb ve sünnetden çıkardıkları ahkâma, yanî islâmiyyete uygun işlere, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. bu ahkâm, halâl, harâm, farz, vâcib, sünnet, müstehab, mekrûh ve şübheli olan işler demekdir. bu ahkâmı öğrenmek de lâzımdır. [müslümânlar iki kısmdır: yâ (müctehid)dir veyâ (mukallid)dir. müctehid olmayan her müslümâna mukallid denir.] mukallidlerin, kitâbdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları câiz değildir. kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabûl olmaz. her mukallidin bir müctehide uyması, yanî bir mezhebe girmesi lâzımdır. bulunduğu mezhebin muhtâr olan, yanî âlimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır." (mektubat, 1. cilt, 286. mektub)

yine türkiye'de en etkili alimlerden imam-ı birgivi'ye (ö. 1573) bağlanalım:

"uzun zamandan beridir ictihad kesilmiştir." (tarikat-ı muhammediyye s. 114)

peki bu işin kökü nereye dayanıyor? şimdi de bugünkü zillet dünyasını yaratan süpermen gazali'ye bağlanalım:

"hiçbir müctehid, başka bir müctehidin sözü ile amel edemiyeceği gibi, hiçbir mukallid, taklid ettiği, uyduğu mezheb imamının sözünün dışına çıkamaz! çıkar diyen kimse yoktur. âlimlerin en faziletlisi sayarak imam diye tanıdığı mezheb kurucusuna bağlandıktan sonra, hoşuna gidenleri başka taraflardan alamaz. her yönden ona uyması lazımdır. uyduğu imama muhalefeti münker bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkardır." (ihya, 9. kitab, 2.bab, s.803)

başka ne demiş gazali reis?

"ictihad mevkiine yükselemiyenler, bu asırda olanlar gibi, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezheb imamından naklederek cevap verirler. eğer imamının ictihadını zayıf bulursa, onu terk etmesi caiz değildir. binaenaleyh başkasının ictihadıyla cevap veremeyeceğine, mezhebi de bilinmiş olduğuna göre, daha mücadele etmesinde ne kâr var? eğer bir meselede şüphe ederse uygun olan (ben bunu anlayamadım, belki bağlı bulunduğum mezheb imamının bu babda bir cevabı var, fakat ben bilemiyorum; çünkü ben başlı başına bir müctehid değilim.) demesi lazımdır." (ihya, 1. kitab, 4. bab, hilaf ilmi ve münazaranın afetleri; c.1, s.113)

evet gazali'nin müçtehitinden şüphe edenler için yaptığı telkini görüyor musunuz? mesela bir içtihat söyleyeyim size. bir müçtehit olan imam-ı şafii'den: içinde bok bile olsa iki kulle (13 m3) su temizdir. kars'taki şafiiler bu içtihatı 20. yüzyıla kadar devam ettirdiler. hala devam ediyor mu bilemem. ilgilenenler için bu konuda otobiyografik bir kitap: (bkz: kulleteyn)

yani diyor ki gazali efendi: içinde bok bile olsa sırf şafii söyledi diye o suyla abdest alman sağlıklıdır bundan şüpheye düşersen de "benim aklım almaz ben müçtehit değilim" de diyor.

peki gazalinin ideolojisi nereye dayanıyor? işte yukarıda anlattım. ilk fitne dolayısıyla üçe ayrılan islam dünyası, muaviyenin galibiyeti ve ardından ortaya çıkan emevi islamı. bunun abbasilerde tekrar bir şekillenmesi. abbasi halifesi mütevekkilin akılcılar yerine müçtehitçi ve fıkıhçı islamı seçmesi. ardından medreselerin bu eşari ideoloji ile dizayn edilmesi. bu medreselerde yetişen alimlerin hindistan'dan endonezya'ya kadar yayılması ve bu medreselerin ideolojilerini oraya taşıması ardından gelen selçuklu hanedanı ve nizamiye medreseleri. nizamiye medreselerinden yetişen alimlerin tekrar bir uzak doğu ve kuzey afrika seferi yapması. en son osmanlının bektaşi ruhunu mısır'dan gelen eşari alimlerin darma duman etmesi ve osmanlıyı bir arap ülkesine çevirmesi. en son da bugünümüz. ama tüm bunların içinde dünya insanlarına en fazla zararı yine gazali vermiştir. çünkü gazali eşari islamı hakim islam yapmıştır artık. ehli sünnet vel cemaat denen yol bu şekilde doğmuştur. bunu biraz daha detaylandırayım şimdi:

imam-ı azam (d.699-ö.767) ilk sünni mezhep imamı kabul edilir. imam-ı azam öldükten 13 yıl sonra ise hanbeli mezhebi kurucusu ahmed bin hanbel dünyaya gelmiştir. gel gör ki imam-ı azamın eserlerinin hiçbirinde sünni, ehli sünnet vel cemaat gibi ifadeler geçmez. ehli sünnet vel cemaat ya da sünni teriminin etimolojik kökeni ahmed bin hanbel'in "er-red ale'z-zenâdıka ve'l-cehmiyye" kitabına dayanır. yani sünni ya da ehli sünnet ifadesi, terimi, tanımı ilk kez muhammed'in ölümünden 200 yıl sonra hanbel'in kitabında geçmiştir. ahmed bin hanbel'in mutezile düşünceye yakın olan abbasi halifeleri zamanında yaşadığını, ideolojisi yüzünden hapse girdiğini ve neredeyse bütün hayatını mutezile ile mücadeleye adadığını biliyoruz. ebu hasan el eşari (873-935) 40 yıllık muteziliğinden dönerek eşarilik mezhebini kurana kadar olan sürede hanefi, şafii, maliki, hanbeli, ibn küllab, imam ebu muhammed, imam ebu yusuf, haris el-muhasibî, ebu'l-abbas el-kalânîsî ehli sünnetin prototipi olan ideolojiyi taşıma konusunda köprü görevi görmüştür. ve sünniliğin kökü olan zihniyeti ebu hasan el eşari'ye kadar taşımışlardır. keza semerkantlı türk el maturidi (863-944) yine imam-ı azam- ebu yusuf- imam ebu muhammed ve imam-ı azamın yolundan olan abbasi devleti rey şehri kadısı mukatil er-râzî isimlerinin köprü görevi görmesi aracılığı ile bugün sünniliğinin kökü olan ideoloji ile tanışmıştır, hanefi olmuştur. şafi mezhebinin kurucusu imam-ı şafi imam-ı azamın talebesi olan ebu muhammedin talebesidir. diğer bir deyişle şafi, imam-ı azamın öğrencisinin öğrencisidir.

*sıffin savaşı yapılıyor. muaviye kazanıyor.

*emevi devleti kuruluyor. bu dönemde hadisler üzerinden bir islam sistemi geliştiriliyor, prototip henüz.

*bu sistem 100-200 yıl sonra yüzlerce kişi tarafından "gerçek islam budur" iddiasıyla topluma sunuluyor.

*bunlardan dördü: hanefiyye, şafiiyye, malikiyye, hanbeliyye diğerleri: ezarika, necedat, ibaziye, acaride, sufriyye, vasıliyye, amriyye, huzeyliyye, nazzamiyye, asvariyye, muammeriyye, bişriyye, hişamiyye, murdariyye, caferiyye, iskafiyye, sumamiyye, cahıziyye, hayyatiyye, kabiyye, cubbaiyye, behşemiyye, salihiyye, hadbiyye, hüseyniyye, cebriyye, cehmiyye, dırariyye, bekriyye, neccariyye, bergusiyye, zaferaniyye, müstedrike, mürcie, yunusiyye..... ve daha yüzlercesi.

*işte tüm bunlardan sadece 4 tanesi seçiliyor ve gerikalanların tümü küfür, yanlış yol, kafirlik, bidat olarak kabul ediliyor.

*bugün 1.4 milyar insan 1000 yıl önce yapılan o seçime göre hayatını yaşıyor.

*oysa 1200 yıl önce yukarıda az bir ksımını saydığım mezheplerin tümünün takipçileri vardı. henüz şafii doğmadan, maliki doğmadan önce yukarıdaki mezheplerden bazılarına tabii olan insanlar vardı.

yani bugün hanefi olan sana hanefiyyenin yolunu 1000 yıl önce seçtiren biri var.

o seçimi kim yaptı? nasıl yaptı?

eşariyye, maturidiyye ve hanbeliyye (selefiyye) okulları yaptı bu seçimi.

bu seçimi tarih sahnesine geri dönüşü olmayacak şekilde işleyen siyasi anlamda selçuklu sultanı alparsaln'ın veziri nizamülmük, entelektüel anlamda gazali'dir çünkü eşarilik gazali sonucu hakim ideoloji olmuştur. oysa alparslan'ın amcası tuğrul bey döneminde selçuklu veziri bir mutezi olan ebu nasır kunduri idi.

bugünkü ehli sünnet vel cemaat mezhebi eşari, gazali ve nizamülmülk'ün eseridir.

ya da en azından islam dünyasının %80'ine hakim olması diyelim. mutezile/eşari/gazali meselesine dair detaylı bilgi için: (bkz: #56582208)

örneğin islamın şartının 5 olduğu fikri. kuran'da islamın şartı 5'tir diye net bir ifade var mı? kuranda belki 500-1000 tane emir cümlesi var, bunların tümünü sıkıp/eleyip de islamın şartı beştir diye ortaya atanlar kimler? peki hadislerden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğuna kim karar veriyor? elbette fıkıh mezhepleri karar veriyor. ebu hasan el eşari m.s 920'li yıllarda yazdığı risalet el-iman isimli eserinde bu şartların 5 tane olduğunu yazmıştır. mezhep imamları 700'lü ve 800'lü yıllarda yaşadılar. itikadı belirleyenler eşari, hanbeli ve maturidi 800 ve 900'lü yıllarda yaşadılar. iş buraya gelene dek ırak, suriye, iran, hicaz, mısır, kuzey afrika'da birileri yukarıda verdiğim mezhep imamlarının peşinden gittiler. eşari, maturidi ve selefi okulları kurulduğunda ortada yüzlerce imam ve mezhep vardı bunlar kendi kafalarına göre sistemler bulmuş ve islamı "peygamber öldükten sonra" kendi kendine idare edebilecek bir din haline getirmeye uğraşmışlardı. işte bunlardan hanefilik avantajlıydı çünkü imam-ı azamın öğrencisi abbasi devletinde bütün imparatorluğun adalet bakanı, kadıların kadısı görevine gelmişti.o hanefiliği yaydı. onun öğrencisi zaten şafii idi ve hanefilik ile uyumluydular, şafiinin öğrencileri devlet idaresinde şafiiliği yaydılar. medine'de ortaya çıkan maliki mezhebinin avantajı onu o dönemki mısır ulemasının benimsemesi, desteklemesi ve yaymasıydı. sahra altı ve üstü afrikası bugün komple malikidir, mısır merkez olduğu için daha karışıktır. hanbelin avantajı ise abbasiler tarafından uğradığı zulüm ile bağdat halkının hanbel'den etkilenmesidir. yani özellikle eşarilik çıktığı vakitler bu mezhepler en yaygın mezhepler olmuştur. tümü de siyaset yoluyla yayılmıştır. eşarilik işte bu yüzden kusursuz bir islam yerine en yaygın olan islam türlerini tek çatı altında toplamak zorunda hissetmiştir kendisini.

bugünkü ehli sünnet mezhebi bir takım ilahi dokunuşlar sonucu ortaya çıkan hak yol değil, siyasi olaylar sonucu ortaya çıkan bir tür mecburiyetler ittifakıdır. yoksa imam hanbeli ile imam-ı azam'ı aynı çatı altında birleştirmek düpedüz saçmalıktır. hanbel arapları bırak ufacık kureyş kabilesinden başkası halife olamaz derken hanefi kişi anadilinde namaz kılabilir yasasını koymuştur islam dinine içtihat olarak. bunların neresi ortaktır? işte hanbel ve hanefiyi aynı şemsiye altına alan muktedir eşari ideolojidir. daha sonra 15. yüzyılda zoraki olarak bir eşari olarak yetişen ibn-i haldun islamda mezheplerin 5 tane olduğunu söyleyecekti: hanefi, şafii, hanbeli, maliki, zahiri. zahirilerin hanbelilerden pek bir farkı yoktur. bugün yaşasa onu da ehli sünnet kabul ederlerdi. sadece takipçisi yok artık. endülüste ispanyollar emevilerle birlikte bu mezhebi de yok etti.

eşari okulunun ünlü alimleri şunlardır:

el bakıllani, muhammed bin el hasan, ebu ishak, tahir el bağdadi, el semani, el cüveyni, el gazali, ibn-i tümart, fahreddin er razi, adud eddin el ici, el cürcani.

bunların içinde en ünlüsü gazalidir.

işte bunlar mutezile ile mücadele etmiş ve islamın akla değil de nerede ne el yazması nakille gelen bilgi varsa o kullanılarak inşa edilmesi gerektiğini savunmuştur. bu hadiste muhammed şöyle demek istedi, şunda da böyle demek istedi, orada şunu yapmıyor vs..... binlerce sahabi... onlardan gelen milyonlarca rivayet... örneğin: tuvalette nasıl davranılacağı, bir insanın kıçını nasıl yıkaması gerektiği akılla değil de mesela onlardan gelen milyonlarca rivayet tek tek elenerek, ayıklanarak birbiri ile çelişenler tarihlerine göre ayrılarak, daha sonraki tarihe ait hadisler daha üstün kabul edilerek, 700'lü yıllarda kıç yıkama ile ilgili alimler ne demişler, 800'lü yıllarda ne demişler, 1000'li yıllarda ne demişler diye tümüne bakarak sonra bu alimlerin hangisinin daha üstün olduğu hakkında münazara ederek rey ile oylama ile "kıç bu şekilde yıkanmalıdır" hükmüne varıyorlar. sünni islamın çalışma prensibi budur. (sonra gelir aşağıya yazarlar "yeak yeaaa biz akılcıyız yukarıda dezenformasyon yapmış skocax.) (kıç yıkama yöntemi açıklamları hakikaten vardır bu arada)

oysa tuvalete girer kıçını güzelce yıkarsın. milyon tane rivayete harcayacağın kafanı daha faydalı işlere harcarsın, kadı ve müfessir yetiştireceğine kimyacı ve fizikçi yetiştirirsin. 20. yüzyılda tuvalet kağıdını icat edersin elini dışkıya sürmeye gerek kalmaz artık. kıç yıkamaya dahi karışan bir tanrı daha başka nelere karışır? böyle bir tanrı olabilir mi? bir tanrı böyle bir din göndermiş olabilir mi? ehli sünnetdenen fıkıh üzerinden hayat tarzı belirleme ideolojisi korkunç derecede absürd değil midir?

sünnilikte mezhepler iki kısımdır.

sünnilikte itikatta hak mezhepler:

1-eşarilik

2-maturidilik

3-selefilik (bunu tr sünnileri kabul etmez, bunu çıkarmak için hanbeliyi de aşağıdaki listeden çıkarmak gerek zira hanbeliler hep selefidir ve onlar da diğerlerini kabul etmiyor zaten)

sünnilikte fıkıhta, amelde hak mezhepler

1-hanefilik

2-şafiilik

3-malikilik

4-hanbelilik

türkler ekseriyetle hanefi ve maturididir. suudiler ekseriyetle selefi ve hanbelidir, belki çok azı eşari ve hanbelidir. mısırda şafi eşari ya da maliki eşari vardır örneğin.

maturidi ekolünün eşari kadar güçlü medreseleri, alimleri, siyasi destekçileri yoktur. ancak semerkant bölgesinde hanefilik bu görüş ile ve bu ekol ile yayıldığı için hanefiliğin resmi bayisi konumundan dolayı itibar görmüştür. maturidi dini güya akılla yorumladığını iddia eder ancak kuranı mahluk olarak görmez ezelidir der ve aklın kurandan da hadisten de daha aşağıda olduğunu tasdik eder, ibadet meselelerinin akıla kapalı olduğunu mesela hac yapmanın mantıksız hareketler silsilesi olmasına rağmen mantıksız olduğu düşünülmeden iman edilmesi gerektiğini söyler, maturidilik insanın özgür iradesini kabul etmez bunun yerine tam olarak kendi ifadesi ile "insanın yaptıkları allahın yaptıklarıdır, beşer hürriyeti insanın eline verilmiş değildir" der tıpkı eşari gibi. maturidi eşariden daha makul bir mezhep olsa da yine de yarım akıllıdır. eşari imanı kalp ile tasdik ve "marifet" olarak tanımlarken maturidi imanı dil ile ikrar ve kalp ile tasdik olarak tanımlar. en nihayetinde maturidi de tıpkı eşari gibi kıç yıkamanın yolunun her insanın kendi aklı ile değil de ayetler, hadisler, tefsirler, içtihatlar, raviler, ravilerin hayat hikayeleri, nasih/mensuh vs. tümüne bakıldıktan sonra belirlenmesi gerektiğini düşünür.

eşari, maturidi, muteziler varken henüz hadis kitapları yazılmamıştı. buhari, tirmizi,müslüm gibi kütübü sitte kitapları 10. yüzyıl civarında yazılmıştır hep. hatta gazali kitaplarında kütüb-ü sitte'de olmayan hadisleri kullanmış olmasından onun da bugünkü sünniler gibi "kütübü sitte müslümanı" olmadığını anlıyoruz. demek ki başka bir tarihte kütüb-ü sitte ile dört mezhep birleştirildi. sünni islamın formülü şudur:

sünni islam= kuran + kütüb-ü sitteye tam iman + müçtehit seçme mecburiyeti

kütüb-ü sittenin yani altı hadis kitabının doğru ve sahih olan üzerinde şüphe olmayan hadisler olduğuna dair ilk yazı 12. yüzyılda ibn-i kayserani tarafından yazılmıştır: (bkz: kütüb-i sitte/#53192577)

resmi ve siyasi anlamda 4 mezhebin hak mezhepler olduğunu:

1- mısır'da memluk devleti 5. sultanı baybars (ö. 1257) tarafından 4 mezhep tek islam yolu olarak net olarak tanınmıştır. (4 mezhep çoğunlukta olduğundan ve baybars bütün islam dünyasının hükümdarı olmak istediğinden, yoksa çok dindar olmayan bir kıpçak türkü olduğu bilinir.)

2-osmanlı devleti memluklardan sünni halifeliğini alınca elbette 4 mezhepin hak olduğunu kabullenmişti ancak resmi anlamda 1745 yılında 1. mahmut islamın hak mezheplerinin 4 tane olduğunu deklare etmiştir.

hindistan, pakistan ve bangladeş gibi en yoğun müslüman nüfusuna sahip ülkeler (islam dünyasının %30'u) 16. yüzyıldan itibaren babür imparatorluğu ile müslüman olmuştur. bu devlet, ideolojisini semerkant ve buhara'dan alır. semerkant maturidi ve buhara da eşari etkidedir. ayrıca timur'un devamı olması dolayısıyla şii/alevi etki de mevcuttur. endoenzya 202 milyon nüfusla dünyadaki en kalabalık islam devletidir. endonezya'da sünni islam biraz lokala adapte olmuş ve değişmiştir ancak oranın islamlaşması da eşari etki ile olur ki neredeyse bütün endonezya şafi mezhebindendir. 16. yüzyıldan itibaren, gazalinin yolundan gelen şafi okulu alimleri gitmiş ve müslüman yapmışlardır onları. yani bugünkü islam nüfusunun yarıdan fazlası son beşyüz yıllık hikayedir ve eşarilerin şekillendirdiği gazalinin de son noktayı koyduğu 4 mezhepin seçildiği, fıkıh diye bir garabete mahkum kalmış sünni islam oluşumunu tamamladıktan sonra o oluşmuş haliyle uzak asyadaki kalabalık nüfuslara yayılmıştır.

sonuç olarak aklı mühürleyen de bugün yaşayanlara 1000 yıl önce mezhep seçen de eşari ideolojidir, gazalidir, nizamülmülk'tür, mütevekkil'dir, abbasilerdir, siyasettir, halife olma, daha fazla meşruiyet elde etme, daha fazla destek görme çabasıdır.

esasında akıl meselesi sadece islamla ilgili bir mesele değil. sadece islamda akılsızlıklar var diğer dinler hep süper akılcı diye bir iddiam da yok. mesela hindu bir kadının ibadeti var şu resimde. 2015 kasımında çekilmiş bir fotoğraf. kadın, güneş tanrısı surya'nın rahmetine ve mağfiretine nail olmak için çocuğunu yere yatırmış üstünden geçiyor. buna saçmalık demeyecek miyiz? buna dersek peki islamdakilere ne demeli? üzerinde siyah bir kumaş olan kare prizma bir kutunun etrafında dönmek nerde tarif edilmiş, hangi kitapta? hangi dinden olursa olsun bu tür çılgınlıklar allahın emri olamaz. insan bunu anlamalı. eğer 150 yıl önce 40 sene olan ortalama insan ömrü bugün 70-80 sene ise bu batının akılcılığı yüzündendir. demek ki zamansal ilerlemeci bir durum söz konusu. demek ki bugünümüz geçmişimizden daha iyi. demek ki akıl bir işlere yarıyor. islam dünyasına bakınca da aklı göremiyoruz. işte kıç yıkamayı bile insan aklına emanet edemeyen bu saçma sapan fıkıh düzeni yüzünden. bugün elimize ulaşan en eski arapça yazı (bugünkü alfabe ile) kudüs'te kubbetüs sahra'daki mozaiklerde yazılı ayetlerdir ve muhammedden 60 yıl sonraya 692 yılına aittir. bugün elimizde 7. yüzyılda yazılmış bir kuran bile yok. elimize ulaşan en eski kuran muhammedden 200 yıl sonra yazılmış (yeni bir tane bulundu akıbeti net değil). o da tam bile değil bir parçası sadece. arapçanın kendisi ve kuran bile böyle muallaktayken bir de üzerine hadistir, rivayettir, ravidir, içtihattır, ricaldir 12-13 yüzyıl önce oluşmuş tüm bunlara koşulsuz iman edilir mi? tanrı bana da akıl vermemiş mi? bana karışacaksa bile bunu kendini müçtehit ilan edenlerin yorumları üzerinden neden yapsın? bunlar çılgınlık değil mi?

fıkıh denen komedi üzerinden hayat tarzı belirlemek sosyal düzen kurmak çılgınlık değil mi?

kaynakça:

bütün kütüb-i sitte hadisleri şurada:http://sunnah.com/

taraflı ama akademik bir mezhepler tarihi: http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/595.pdf

ciddi bir mezhep eleştirisi kitabı: https://yenidenuyanis.files.wordpress.com/-din.pdf

el ezher aliminin taraflı mezhepler tarihi kitabı:https://ia601700.us.archive.org/0m.ebu zehra..pdf

bazı meşhur tefsir kitapları: http://tefasir.blogspot.ru/p/tefsir-kitaplar.html

gazali kitapları: https://yadi.sk/d/nrgygbplgqqzz

imam-ı rabbani mektubat:http://hakikatkitabevi.com//turkce/07-mektubat.pdf

http://www.yeniumit.com.tr/tesiri-ve-imam-maturidi

http://www.bilgelerzirvesi.org/-dr-ali-karatas.pdf

http://cijeonline.com/cije/article/viewfile/78/129

http://www.yardimcikaynaklar.com/ulari-ve-grsleri/

http://www.koprudergisi.com/goster=yazi&yazino=432

http://mamluk.uchicago.edu/_2009-berkey_pp6-22.pdf

http://www.pewforum.org/-global-muslim-population/

http://www.fethullahgulenforum.org/li-on-tolerance

http://www.cfr.org/iraq/islamic-state/p14811(ışid sünni değil diyenler sünniliğin ne olduğunu bilmiyor)

http://www.teneoholdings.com/eneo_insights9-12.pdf(2. sf. 3. paragraf)

Yazının orijinali: https://eksisozluk.com/dort-mezhebin-hak-olduguna-kim-karar-verdi--4980868

yazıyı satır satır okudum gerçekten aslında okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yazı.

kendi kendime uzun süredir şu soruları sorarım özellikle insan oğlu gerçekten samimi değildir ve fırsatçıdır.kaldı ki insanlar incili ve tevratı dahi değiştirmişler böyle olunca artık herkesten huylanır oldum.

bu recm meselesi ciddi manada beni düşünmeye itti ve recm cezasının olduğu ayeti keçinin yediği gibi bir iddia ve bu iddiaya inananlar tuhafıma gitti.

şuanda bile kuranı kullananlar var siyasi ve maddi çıkar uğruna o dönemlerde neden olmasın ki?

kaldı ki bu siyasi güç uğruna peygamber torununun kafası kesilmedimi?

açıkcası bayadır bu konular üzerinde ciddi manada düşünüyorum aklın yoluda bir gibi gözüküyor ancak şuna net olarak inanıyorum kesinlikle islamda yeni bir içtihat gerekiyor bunu nasıl yaparlar bilemiyorum ama o zamanki şartlar ile bu zamanki şartlar arasındaki farklar tarif edilemeyecek kadar fazla hatta birisi nokta ise diğeri koca bir dağ bu kadar büyük farkların olduğu zamanlara göre islamın mutlaka alimler tarafından yeniden yorumlanarak içtahatların düzenlenmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Koskoca islam aleminde sii sunni ayrismasi bir kadinin kiskancligi sebebiyle olmasi ne kadar trajikomik degil mi?

Aişe 15 yaşına geldiğinde Muhammed ile birlikte Mureysi gazasına katılır. Bu savaşta babası, amcası, kocası öldürülmüş olan Cüveyriye isminde çok güzel bir kadın esir düşer ve Muhammed bu kadını kendine alır. Aişe kıskanç bir kadın olduğundan, güzelliği ile dikkat çeken Cüveyriyeyi Muhammedin almasından çok rahatsız olur. Dönüşte islam tarihinde anlatıldığına göre Aişe yolda gerdanlığını düşürür ve meşhur İfk hadisesi başlar.

Sonrasında kervan Aişeyi unutup yoluna devam eder ve Aişeyi arkadan gelen genç Safvan kervana yetiştirir. Aişe ile Safvanın beraber kervanın ardından gelmeleri dedikodulara neden olur. Muhammed bu durumdan çok rahatsız olur ve yakınındaki insanlara ne yapması gerektiğini sorar. Muhammedin amcasının oğlu ve damadı Ali, Muhammedin çok üzüldüğünü görür ve şöyle der; Ya Resulullah, bu kadar üzülme. Bir kadın değil mi, onu boşa kurtul.

Bu sözleri duyan Aişe, Ali ile küser. Bu sözler, daha sonra bu ikilinin düşmanlığının kaynağı olacaktır. Daha sonra da aliye karşı muaviye safına geçecektir Aişe.Aişe,babası Ebubekirin evine döner ve sonrasında Muhammed Aişenin yanına gelir ve ona eğer günah işlediysen, tövbe et Aişe der. Aişe Muhammede tepkisini koyar ve böyle bir şey yapmadığını belirten sözler söyler. Muhammede de bu esnada vahiy gelir ve Aişeye iftira edildiğini, Allah ayetleri ile açıklar. Bu arada Aişeyi devesinde kervana getiren Safvanın erkekliğinin olmadığı yönünde de iddialar vardır. Ne derece doğru bu, bilemiyoruz tabi. Aişe, ayetler ile kendisinin aklandığını bilmesine rağmen yine de Muhammede çok kızgındır. Babası Ebu bekir, kızım, Allah senin suçsuz olduğunu söylüyor demesine rağmen, babasına Allaha teşekkür ederim. Sana ve dostuna (Muhammede) değil diyerek babasına ve Muhammede olan öfkesini dışa vurur.

AİŞENİN KISKANÇLIĞI

Aişenin Muhammedin ilk eşi Haticeyi çok kıskandığı ve Hatice için dişsiz ihtiyar karı dediği rivayet edilir. Aişenin Haticeyi kıskandığı bir gerçekse de, Aişenin asıl kıskandığı kadınlar Zeynep, Safiye, Hafsa ve Mariya gibi genç ve güzel kadınlardır.

Diyanet işlerinin 12 ciltlik sahihi buhari muhtasarına göre Muhammedin eşleri ikiye ayrılmıştır. Bir tarafta Aişe, Hafsa, Safiye, Sevde; diğer tarafta da Ümmü Gülsüm ve diğerleri vardır. Aişe kendisi ile aynı grupta yer alan Safiyeyi çok kıskanmaktadır.

Aişe Muhammedin diğer eşlerinden kendisini üstün görüyor ve bunu maddeler halinde Muhammedin diğer eşlerine bildiriyor. Söz Aişede; Benim 10 üstünlüğüm vardır. 1-Evlendiği bakire tek eşi benim. 2-Anası ve babası Medineye hicret etmiş tek eşi benim. 3-Allah benim namusluluğumu (ıfk hadisesinde) vahiy göndermek suretiyle ispat etmiştir. 4-Peygamberle evlenmemi Cebrail sağlamıştır. 5-Muhammed namaz kıldığı zaman benden başka hiç kimseyi önünde bırakmazdı. 6-Muhammed bir tek kaptaki sudan yalnız benimle yıkanmıştır. 7-Benden başka hiçbir kadınıyla bulunduğu zaman Muhammede vahiy gelmemiştir. 8-Muhammedin başı benim göğsümde olduğu halde ruhunu teslim etmiştir. 9-Hayatta en son cinsi münasebette bulunduğu kadın benim. 10-Benim odamda defnedilmiştir.

Muhammed bir sefere gideceği zaman kura çeker ve kurada Aişe ile Hafsa çıkar. Muhammed Aişeye özel ilgi gösterdiği için, seferde Hafsanın yanına pek gitmez. Buna bozulan Hafsa, bir şekilde Aişeyi kandırarak, Aişenin devesine biner ve Muhammed ile bir gece birlikte olur. Aişe bu durumdan çok rahatsız olur. Muhammede küfür etmek ister ama yapmaz bunu. Sonra ayaklarını, içinde yılan akrep gibi hayvanlar olan izhir otlarının arasına sokarak şöyle der; Allahım beni akrep ya da yılan soksun da bende Muhammede birşey söylemeye fırsat bulamayım. Aişe, kıskançlığı yüzünden intihar etmeye yeltenecek kadar gözü kara ve çılgın birisidir.

Müslümanlar Aişenin konumunu bildikleri için, Muhammed Aişenin hanesinde iken ona hediyeler yollarlarmış. Buna bozulan diğer eşleri bu durumu Muhammede iletirler ama Muhammed Aişeyi savunur. Kızı Fatıma bile araya girmek ister ama kızına da Aişeyi sevin der. Bu arada Zeynep Muhammedin yanında Aişeye bağırır. Muhammed ise o arada Aişenin karşı atağa geçmesini vücut dili ile göstererek Aişeyi gaza getirir. Aişede Muhammedin yanında Zeynepe bir ton laf söyler. Muhammedde Aişe Ebubekirin kızıdır diyerek, Aişeyi o arada över.

Muhammed eşlerini kızıştırmayı çok seviyor. Eşleri arasında adaletli davranmıyor ve kasıtlı olarak kavga çıkarmak için herşeyi yapıyor. Belli ki Muhammed bu kavgalardan çok hoşnut oluyor. Kılıcı olan bir peygamberden beklenen davranışlar tabi.

Birgün Safiye, Ayşe ve Hafsanın kendisi hakkında olumsuz konuştuğunu duyar ve ağlamaya başlar. Bunu duyan Muhammed Safiyeye sende onlara, benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz ki, zevcem Muhammed, babam Harun, amcam Musadır desene demiş. Yani Safiyenin nesebinin Musaya kadar dayandığını söyleyerek Aişe ve Hafsanın hayırsız/değersiz olduklarını söylemeye çalışmış. Duruma göre bir o tarafta, bir bu tarafta olan Muhammed.

Muhammed Ayşenin odasına girer. O anda odada diğer karısı Ümmi Selemede vardır. Ayşe,Ümmi Selemenin de odada olduğunu Muhammede kaş göz hareketleri ile anlatmaya çalışsa da, Muhammed aldırış etmez ve Ayşe ile ilgilenmeye devam eder. O esnada Ümmi Seleme Muhammede seslenerek görüyorum ki senin için diğer karılarının hiç önemi yok.diye bağırır ve hatta ağır sözlerde eder. Muhammed de Ayşeye dönerek bu kadının hakaretlerine sen cevap ver der. Ayşede aldığı gazla Ümmi Selemeye demediğini bırakmaz. Ümmi Seleme odadan çıkıp Fatımaya durumu anlatır. Fatımada Muhammede gelerek Ayşeyi şikayet eder. Muhammed ise kızına şöyle seslenir; Ayşe senin babanın en tercihlisidir.

Ahzab suresi 50. ayetin bir yerinde deniliyor ki, Muhammed bir kadını eğer beğenirse, ona mehir ücretini vermeden/bedava alabilir. Yine 51. ayette, Muhammede tam özgürlük verilir: Kadınlarından istediğini boşayabilir, istediğini geri getirebilirsin, eşlerin arasında geceleyin sıralama yapmayabilirsin gibi avantaj ayetleri oluşunca, Aişe buna çok kızar ve o meşhur sözünü burada söyler: Bakıyorum senin Allahın senin zevkin doğrultusunda acele ederek hemen ayet gönderiyor.

Ayrıca kadınların kendilerini Muhammede mehirsiz hibe etmeleri konusunda Aişe çok kızar ve şöyle der; Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mı ki, kendini bir erkeğe armağan etsin?

Aişenin ne kadar kıskanç/bencil olduğunu ve Aişenin Muhammed tarafından diğer eşlerine nazaran nasıl da tercih edildiğini alıntılarla (paragraflar halinde) aktarmaya çalıştım. Tüm çocukluğu ve gençliği Muhammedin yanında geçen bu kişi, haliyle Muhammedi inanılmaz derecede sahipleniyor ve onu aşırı derecede kıskanıyor. Bu kıskançlığı öyle bir hal alıyor ki; bazı açıklamalarına baktığımız zaman Aişenin psikolojik durumunun pekte iyi olmadığını anlıyoruz. Aişe bazen Muhammedi çok yüceltiyor, bazen de Muhammedi yeriyor. Aişe, Muhammed ve diğer eşleri arasındaki ilişkiler tam bir pembe dizi kıvamında aslında. Pembe dizi sözlerimi daha da netleştirmek adına meşhur bal olayını anlatan hadisi olduğu gibi aktarıyorum ki, Muhammed ve eşleri arasındaki ilişki daha iyi anlaşılsın.

Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) balı ve tatlı şeyleri severdi. Ayrıca, ikindi namazlarını kıldıktan sonra (hergün) kadınlarını teker teker ziyaret eder, her birine yaklaşır (sohbette bulunurdu.) Bu ziyaretlerinin birinde Hz. Hafsa (radıyallahu anha)nın yanına girmişti. Bu defa onun yanında, her zamanki kaldığı mutad müddetten fazla kaldı. Ben bunu kıskanarak sebebini (Resûlullahın diğer hanımlarından) sordum. Bana: Yakınlarından bir kadın Hafsaya bir okka (Taif) balı hediye etti, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)a ondan şerbet yapıp ikram etmiş olmalı, (o da şerbet hatırına sohbetini biraz uzatmıştır) dediler. Ben: - Öyleyse, kasem olsun biz de ona mutlaka bir hile kurmalıyız! dedim. Sevde (radıyallahu anha)ye: - (Hafsadan sonra sıra senin) O girince sana yaklaşacak. Sana yaklaşınca Ona: Ey Allahın Resûlü! Sen megafıh mi yedin? diyeceksin. (Ben biliyorum ki, o sana) Hayır!diyecek. O zaman sen de: Öyleyse senden burnuma gelen bu koku da ne? diyeceksin. Bir rivayette Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisinde kötü bir koku hissedilmesine tahammül edemez, buna çok üzülürdü (Bu sebeple gerçeği. itiraf ederek) muhakkak Hafsa bana bal şerbeti ikram etti diyecek. O zaman sen kendisine Demek ki arı, balını urfut ağacından almış diyeceksin. (Senden sonra bana uğradığı zaman) ben de böyle hareket edip aynı şeyleri söyleyeceğim. Ey Safıyye, sana uğradığı zaman sen de aynı şeyleri söyle! dedim. Hz. Aişe anlatmaya devam etti: Sevde (bilahere bana) dedi ki: Kendinden başka ilah bulunmayan Allaha kasem olsun, bana tenbih ettiğin şeyleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kapıdan görünür görünmez, senden korktuğum için (unutmadan) hemen söylemek istedim. Ne ise, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine yaklaşınca Sevde: Ey Allahın Resûlü meğafır mi yediniz? der: Hayır! cevabını alır. Bunun üzerine aralarında şu konuşma geçer: - Öyleyse bu koku da ne? Hafsa bana bal şerbeti ikram etti. - Demek ki arı urfut yemiş. Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatmaya devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana uğrayınca ben de aynı şeyleri söyledim. Keza, Safıyye (radıyallahu anha)ye uğrayınca o da aynı şeyleri söyledi. Müteakiben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hafsa (radıyallahu anha)nın yanına girince: - Ey Allahın Resûlü sana o şerbetten ikram edeyim mi? diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): - Hayır, ihtiyacım yok! cevabını verir. (Bu durumu işittiği zaman) Sevde (radıyallahu anha): - Allaha kasem olsun balı ona haram ettik! dedi. Ben kendisine: - Sus, (sesini çıkarma) dedim.

Kaynak: Buhari, Talak 8, Nikah 103, Etime 32, Eşribe 10, 15, Tıb 4, Hiyel 5; Müslim, Talak 20, (1474); Eb

kadın meta kardeş işte her yerde kadındır özlerinde var kıskançlık ne yapacaksın gülümsemek gerekiyor bazı noktalarda şuan yaptığım gibi ^_^

Link to post
Sitelerde Paylaş

yok mal değil yaw gerçi özgürlük kadınlarada fazla yaramadı bu ara ama neyse o konulara dalarsak forum alt üst olur :)

dal dal....bişi olmaz....:)

şeyi de merak ederim mesela....

erkek istediğinde ona yanaşmayan karısına melekler sabah akşam lanet ederlermiş.. !!!!...

kadın istediğinde yanaşmayan - yahut çükü kalkmayan erkeğe melekler bişi ederlermiy miş acaba ?...

çok merak ettim billah ? !!! ??? :D :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

büyük farkların olduğu zamanlara göre islamın mutlaka alimler tarafından yeniden yorumlanarak

içtahatların düzenlenmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

aydın din adamı isteriz.

yobazlardan bıktık.

hatta"gizli ateist din adamı" da olabilir.

kabulümüzdür. :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş

dal dal....bişi olmaz.... :)

şeyi de merak ederim mesela....

erkek istediğinde ona yanaşmayan karısına melekler sabah akşam lanet ederlermiş.. !!!!...

kadın istediğinde yanaşmayan - yahut çükü kalkmayan erkeğe melekler bişi ederlermiy miş acaba ?...

çok merak ettim billah ? !!! ??? :D :D

hah işte dediklerim tam olarak bunlar yani birşeylerde sıkıntılar var zavallı ama bu sıkıntılar kuran kaynaklı değil sanki birileri kraldan çok kralcı olmak adına olmayacak kelimelerle insanları korkutmak istemişler ya bilemiyorum ama bazı parçalar uymuyor bir türlü çözemedim özellikle hadislerle alakalı durumlarda ters olan birşeyler var gerçekten.

recm cezası gibi işte diyorum ya.

ha ama mesela senin verdiğin örnepe göre o o şekilde değildirde muhtemelen evliliğin bozulmaması veya erkeğin zinaya gitmemesi için cinsel ilişki zorunluluğu getirmiş olabilir.

çünki bu oldukça önemli bir durumdur aslında çünki vajinaya alışmış bir erkek istediğinde beraberlik yaşayamazsa o erkek ya aldatır yada psikolojisi bozulur.

ve evlilik dağılır e hem 2ci veya 3 cü eşe izin vermeyecek kıskanacaksın hemde ilişki dediğinde başım ağrıyo diyip dönüp kıçını yatacaksın eh şimdi buda olmaz yani o evliliğin bir manası kalmaz.

durum böyle olunca böyle bir zorunluluk belki söylenmiştir arkadan gelenlerde alıp bunu işte senin dediğin gibi melekler lanet edere getirmişlerdir.

yani bazı sözlerde zorlama olduğu aslında açık gibi duruyor ama işte bilemiyorum çok karışık.

Link to post
Sitelerde Paylaş

aydın din adamı isteriz.

yobazlardan bıktık.

hatta"gizli ateist din adamı" da olabilir.

kabulümüzdür. :lol:

ya dostum sana şimdi yobaz geliyor ama kendi zamanı içinde belkide gayet medeni ve ilerici düşüncelerdi bunlar.o yüzden diyorum aslında kesinlikle dinde sağlam ve yenilikçi içtahatların yapılması lazım müllet birbirinin boğazını kesiyor yaw o değil kesende kelime-i şehadet getiriyo kesilende kelime-i şehadet getiriyor ortalık allak bullak olmuş nereye döneceğini şaşırıyor insan.

Link to post
Sitelerde Paylaş

hah işte dediklerim tam olarak bunlar yani birşeylerde sıkıntılar var zavallı ama bu sıkıntılar kuran kaynaklı değil sanki birileri kraldan çok kralcı olmak adına olmayacak kelimelerle insanları korkutmak istemişler ya bilemiyorum ama bazı parçalar uymuyor bir türlü çözemedim özellikle hadislerle alakalı durumlarda ters olan birşeyler var gerçekten.

recm cezası gibi işte diyorum ya.

ha ama mesela senin verdiğin örnepe göre o o şekilde değildirde muhtemelen evliliğin bozulmaması veya erkeğin zinaya gitmemesi için cinsel ilişki zorunluluğu getirmiş olabilir.

çünki bu oldukça önemli bir durumdur aslında çünki vajinaya alışmış bir erkek istediğinde beraberlik yaşayamazsa o erkek ya aldatır yada psikolojisi bozulur.

ve evlilik dağılır e hem 2ci veya 3 cü eşe izin vermeyecek kıskanacaksın hemde ilişki dediğinde başım ağrıyo diyip dönüp kıçını yatacaksın eh şimdi buda olmaz yani o evliliğin bir manası kalmaz.

durum böyle olunca böyle bir zorunluluk belki söylenmiştir arkadan gelenlerde alıp bunu işte senin dediğin gibi melekler lanet edere getirmişlerdir.

yani bazı sözlerde zorlama olduğu aslında açık gibi duruyor ama işte bilemiyorum çok karışık.

ee burda kadının suçu ne ?....

1 erkek 4 kadına yetebilir mi ???...

yaşın 45 - 50 den sonraya gittiğinde . 3- 4 kadınla başa çıkabilir misin ?

karıların seni aldatırsa o zaman HAKTIR BU ??? ne dersin ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

ee burda kadının suçu ne ?....

1 erkek 4 kadına yetebilir mi ???...

yaşın 45 - 50 den sonraya gittiğinde . 3- 4 kadınla başa çıkabilir misin ?

karıların seni aldatırsa o zaman HAKTIR BU ??? ne dersin ?

kardeş neden yetmeyesin ama yetmeyecek olduğunda kadınada zaten boşma hakkı veriliyor mesele orda değil sorun şu elbette 4 evliiğe gerek yok 1i bizim için hayırlı ona tamam ama evliliğin en önemli görevlerinden bir tanesi cinselliktir yani diyorum ya özellikle erkek için cinselliğe alışınca gerçekten çok zordur yapamamak.

ya kadın arkadaş o işi yapacak yani bu sağlıklı bir evlilik için olmazsa olmazı ya ciddi söylüyorum muhtemelen aramızda evli olan arkadaşlar vardır konuya katılırlarsa sevinirim bu cinselliğie alışsan dert alışmasan dert.

kadın da erkekte yani bunu bir görev bilmek zorunda zavallı malesef vajina bağımlılığı çok pis birşey yaw adamı deli eder hadi 1 ci gün yok dedi 2 cidede yok dedi o zaman nolacak erkek ya mastırbasyon yapacak ya başka kadınları arayacak gözü ki aynı durum kadın içinde geçerli o yüzden evlilikte aslında insanlar için bir yüktür yoksa Allahın yasakladığı yerlere doğru rotan döner bunun için kadın kadınlığını erkekte erkekliğini yapacak.

Link to post
Sitelerde Paylaş

cinsel tatminsizlik konusunda neden sadece erkeğin keyfini düşünüyor allah? ben tabi biliyorum nedenini de, senin fikrini merak ettim.

kardeş cinsel bilgiler dersine dönecek gibi bu işte kadının için çok fazla bir sertleşmiş penise gerek yoktur başka türlüde cinsel haz duyabilir hatta şuan günümüzde özellikle bir kaç çocuk doğurmuş ve vajinası genişlemiş kadınlara normal penislerde yetersiz gelmektedir başa kol mol veya büyük aletlerle boşalmaya çalışan kadın sayısı oldukça fazladır.

ama erkek öyle değildir heleki birde vajinaya alışmışsa bir erkek işte o zaman aradığında vajinayı bulamazsa psikolojik olarak dahi sıkıntı yaşar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

kardeş cinsel bilgiler dersine dönecek gibi bu işte kadının için çok fazla bir sertleşmiş penise gerek yoktur başka türlüde cinsel haz duyabilir hatta şuan günümüzde özellikle bir kaç çocuk doğurmuş ve vajinası genişlemiş kadınlara normal penislerde yetersiz gelmektedir başa kol mol veya büyük aletlerle boşalmaya çalışan kadın sayısı oldukça fazladır.

ama erkek öyle değildir heleki birde vajinaya alışmışsa bir erkek işte o zaman aradığında vajinayı bulamazsa psikolojik olarak dahi sıkıntı yaşar.

ya bir yerlerden uydurma bilim usulü yalan yanlış birşeyler okuyorsun, ya da aleni yalan söylüyorsun. böyle birşey yok. kadın için mastürbasyon yeterli ama erkeğe mutlaka kuku lazım öyle mi? bu ahlaksızca iddianı delillendirecek bir bilimsel çalışma sunamazsan, seni yalancılık ve ahlaksızlıkla suçluyorum.
Link to post
Sitelerde Paylaş

ya bir yerlerden uydurma bilim usulü yalan yanlış birşeyler okuyorsun, ya da aleni yalan söylüyorsun. böyle birşey yok. kadın için mastürbasyon yeterli ama erkeğe mutlaka kuku lazım öyle mi? bu ahlaksızca iddianı delillendirecek bir bilimsel çalışma sunamazsan, seni yalancılık ve ahlaksızlıkla suçluyorum.

malta erigi kardeşim az önce zavallı kardeşimi uyardım ama illa dedi dal dal bende daldım bak istersen derine açılmayalım sana vereceğim iki örnek bile seni susturur tıpkı beni susturduğu gibi zamanında o yüzden gel istersen burda keselim olayı sen git araştır ama illaki kanıt dersen bir adım gariban diğer adım deli derviş valla bence sakıncası yok açarım pandoranın kutusunu burda :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

bir kaç çocuk doğurmuş ve vajinası genişlemiş kadınlara normal penislerde yetersiz gelmektedir .

bence kadın çok doğurmasın.

hatta hiç doğurmasın..

sloganı bile var. :)

https://eksisozluk.com/sevisirim-evlenmem-hamile-kalirim-dogurmam--3425785

ama siz bunları islam'a aykırı buluyorsunuz.

ve kadınları çocuk doğurum ve bakım makinesi olarak görüyorsunuz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...