Jump to content

Bilimsel epistemolojik tavır


Recommended Posts

Bu başlık altında mantik ve Trajito 'Bilimsel epistemolojik tavır' konusunu tartışacaktır.

Not: Bu başlık altında Trajito ile epistemolojik açıdan takınılması gereken tavrın ne olması gerektiğinden başlayarak çeşitli konulara değineceğimiz bir fikir alışverişinde bulunacağız. Giriş yazısını Trajito yazacak. Bu yüzden bekliyorum. Kendisi foruma sık bağlanamadığını, hatta genellikle en fazla haftada bir gün bağlanabildiğini söyledi. Bu yüzden bu başlık biraz yavaş ilerleyecek. Bu tartışma ile ilgili katılımcılarımızdan çeşitli sorular aldığım için bu notu eklemeyi gerekli gördüm.

Mantık

tarihinde mantik tarafından düzenlendi
Not eklendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

Merhaba,

Öncelikle konunun seyri hakkında konuşmak istiyorum. İnsanoğlunun üzerinde sistematik olarak düşündüğü alanlardan birçoğuna kapsayıcı olarak değinmek gerçekleştirilmesi zor bir hayal. Amacım her soruya cevap veren, her sorunu çözen bir teori ortaya koymak olmadığı gibi her soruya cevap vermemizi sağlayacak temel bir düşüncenin formülünü bulmak da değil ancak bu türden temel bir düşünce yapısına doğru atılan adımlarda ortaya çıkan düşüncelerle hesaplaşmanın ortaya bir şeyler çıkartacağını düşünüyorum. İnsanlığın sorduğu ve çoğu insanın zaman zaman sorduğu "Nereden geldik, nereye gidiyoruz?", "Tanrı var mı?", "Hayatın amacı nedir?" gibi sorulara karşılık (cevap değil) vermeye çalışan temel bir yaklaşım sunmak ve bunu da indirgeyebildiğim kadar temel düzeyden, her şeyin anlaşılabilir olduğu bir yerden başlayarak yapmak istiyorum. Böyle kapsamlı bir projenin girişini yapıp onu tanımlamak çok zor olduğundan buraya kadar olan kısmı tekrar edeceğim. İnsanlığın sorduğu temel felsefî sorulara doğrudan cevap veren bir şeyler ortaya koymak niyetinde değilim, her şeye cevap veren bir düşünce sistemi kurmak niyetinde de değilim ki böyle bir sistemin var olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu olabilir. Amacım konuya bir kenarından dahil olarak mütevazı bir sorgulama ve önyargısız bir merak ile keşfedebileceğim kadarının sınırları içinde yapabileceğimin en iyisini yapmak için eleştirel bir yaklaşımla çeşitli düşüncelerle hesaplaşmak ve bu hesaplaşmanın sonucundan doğan fikirleri paylaşmak. Bu yüzden önce elle tutulur gözle görülür, ayakları yere basan bir düşünce olan bilimsel yaklaşımın bilgiyi nasıl ele aldığını inceleyeceğiz. Daha sonra bilimin dışında kalan alanlara, bilimin temelini nereye nasıl oturtabileceğimize değinip benzer şekilde etik alanında herhangi bir epistemolojinin geçerli olup olmadığına bakacağız.

Neden epistemoloji ve nedir epistemoloji? Sorulara bir sürü cevap verilebilir ve bir sürü teori ortaya atılabilir. Bu teoriler ve iddialar havasız ortamda aynı yükseklikten bırakıldıklarında bir filin bir kar tanesiyle aynı anda yere düşeceğinden gezegenleri yörüngelerinde meleklerin tuttuğuna ve insanın ikinci bir bedeninin, kozmik ışınımsal bedeninin, maddî bedeninin içine hapsolduğuna kadar birçok şeyi kapsar. Bu iddialardan doğayla ilgili olanlarına fizik diyoruz, fakat henüz fizik/metafizik ayrımını yapmamış olduğumuzdan bu iddialara tümden felsefî iddialar olarak bakabilir ve onlara metafizik diyebiliriz. Yani ben "İnsanlar doğar, büyür ve ölürler." dediğimde metafizik bir iddiada bulunmuş olurum. Felsefî sorulara verilen doğrudan yanıtların tümü de bunun gibi metafizik iddialardır. Epistemoloji ise metafiziğin temelinde durur. Epistemoloji bilgiden çok, bilgiye olan yaklaşımıyla ilgilidir. Onun sorusu şudur: Bir iddianın doğru olup olmadığını nasıl anlarım? Eğer elimizde doğru bir epistemolojik yaklaşım varsa metafizik iddiaların doğruluğunu bulmak bizim için basitleşir, yani bilgiye olan yaklaşım bilginin kendisinin temelindedir. Bilim de sistematik olarak Yenidendoğuş - Akıl Çağı - Aydınlanma döneminde ortaya çıkmış epistemolojik bir yaklaşımdır. Bilim geçerli bilgiye deneye dayalı bir sistemle ulaşılabileceğini söyler. Elbette ki buna ve bütün epistemolojik iddialara da "Peki bunun doğru olduğunu nasıl anlarım?" diye sorulabilir, bu sorun bütün epistemolojik düşüncelerin aşması gereken bir sorundur. Daha sonra bilim için bu sorunun nasıl cevaplandığına değineceğiz.

Filozoflar bir sürü epistemolojik görüş ortaya koymuşlardır. Peki bunların arasında bilimin önemi nedir? Birincisi bilimi bilmenin önemiyle ilgilidir. Aslında günümüz insanının bilime olan inancı ve güveni ile Orta Çağ insanının din adamlarına olan inancı ve güveni büyük benzerlik taşır. Her ikisi de körü körünedir. Fakat bilimin ne olduğunu, daha doğrusu bilimsel epistemolojik tavrın ne olduğunu, bilen birisinin bilime yaklaşımı artık körü körüne değildir. Orta Çağ için ise şu geçerlidir: Dinin ne olduğunu bilen birisinin dine olan inancı körü körüne değildir. Orta Çağ din adamıyla çağımızın filozofları ve bilimadamları arasındaki fark ise Orta Çağdakilerin henüz bilimle tanışmamış olmalarıdır. Bir insanın bilimi bildiği hâlde ona itibar etmemesinin de mümkün olduğunu belirtmekte fayda var. O hâlde fark, Orta Çağ ile günümüzün farkı, sadece bilimin ne olduğunu bilen aydın insanlara sahip olmamızdır – ki biz bütün teknolojiyi ve yan ürünlerini bilime borçluyuz.

Bilimin ikinci önemi onun doğal felsefe ile ilişkili olmasıdır. Önce doğal felsefeyi açıklayalım. "İçeride bir masa var." dediğimde gidip içeriye bakmanız ve masa göremeyince "Hayır, yok." demenizdeki dilin kullanımını ve önkabullerinizi düşünün. Bu, dilin gündelik kullanımıdır. Doğal felsefe doğal anlamlardan ve doğal önkabullerden başkasını kabul etmenin yanlış, daha doğrusu gereksiz, olduğunu söyler. Yani ben "İçeride bir masa var." dediğimde kastettiğim şey içeriye gidersen bir masa göreceğindir. Bu yolla bir sürü şey keşfedilebilir. Meselâ sözlerimizin her zaman için belli deneyimler sonucu ortaya çıktığı ve "anlam"ın deneyime dönüştürülebilir olmadıkça içinin boş olduğu gibi felsefî sonuçlar... İşte bu doğallık insanı deneysel yönteme iter. Bu deneysel yöntem bir sürü sorunla karşılaşacaktır. Bu sorunların çözülüp temeldeki doğal felsefenin sistematik hâle getirilişinden de bilimsel epistemoloji doğar. Biz bunu bir adım daha ilerletip bilimsel epistemolojinin de temelinde ne olabileceği gibi yerlere gideceğiz.

Ben bilimi açıklamak için felsefî değil, öncelikle bilimsel bir yöntem izleyeceğim. Bilimden değil fakat doğadan bahsedeceğim. Öncelikle iki adet kitap öneriyorum: Fizik Yasaları Üzerine ve Her Şeyin Anlamı. Her ikisi de Richard P. Feynman'ın kitabı. Vereceğim örneklerde orada anlatılanların açıklamaları da olacak. Hatta yapacağım şeyin tümden R. Feynman'ın düşüncelerini eleştirel bir yaklaşımla daha sağlam bir temele oturtma çabası olduğu söylenebilir. Ben her ne kadar örnekleri anlaşılabilir düzeyde buraya aktarmak için uğraşacaksam da ayrıntılı bilgi ve değişik bir anlatım için kitaplara başvurabilirsiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

Trajito ile bu başlıkta kalkıştığımız projenin çerçevesi çok geniş. Kolay kolay altından kalkabileceğimiz birşey olduğu da şüpheli.

Eğer planladığımız gibi olursa, burada çeşitli dünya görüşlerinden ve felsefi yaklaşımlardan söz edeceğiz ve evreni anlamak için takınılması gereken epistemolojik tavır konusunda kesin ve net değilse bile yaklaşık, kabataslak bazı sonuçlara ulaşmaya çalışacağız. Ya da en azından ulaşılıp ulaşılamayacağını inceleyeceğiz.

Öncelikle kendi bakış açımla ilgili şunu belirtmek istiyorum. Ben eskiden beri hem felsefe ile, hem de bilimle yakından ilgilenen biri olmama rağmen, bilime felsefeden daha fazla değer verir, gerektiğinde, örneğin teorik çözümler kişiyi açmaza götürdüğünde pratik çözümlere, hatta pragmatik yaklaşımlara yönelirim.

Felsefede bir konunun ne kadar derinine inerseniz, o kadar çok belirsizlik ortaya çıkar ve bazen, bazı konuların felsefi analizinin neredeyse sonu gelmez.

Filozofların dünyasında yaşıyor olsaydık, pek çok konuda eyleme girişmemiz, birşeylere kalkışmamız ve sonuçlara ulaşmamız mümkün olmazdı.

Halbuki insanoğlu deneyip yanılarak, sobaya dokunup elinin yanmasına razı olarak öğrenir ve bilgisini arttırır. Bu küçük bebeklerin dünyayı tanıma şeklinde olduğu gibi, insanoğlunun günümüzdeki en saygın bilgi üretme eylemi olan bilimde bile temel anlamda böyledir denebilir. (Tabi bilimde çok daha sistematik ve planlı, programlı).

Bu yüzden, belli noktalarda, çözümsüz görünen veya dayanaksız olmakla itham edilecek bazı noktalarda bile sonuca ulaşmak değil belki ama çoğu kez bir karara ulaşmanın mümkün olabileceğini düşünürüm.

Agnostisizm ile ateizm arasındaki karşılaştırmada nasıl net bir şekilde ateizmi seçebildiğimi değişik fırsatlarda defalarca açıkladım şimdiye kadar. Orada izlediğim yolun bir benzerinin, çetrefilli ve çözümsüz görünen pek çok durumda da izlenebileceğini düşünüyorum. (Kısaca açmak açısından, agnostisizm Tanrı'nın varlığı konusunda, bir filozof ve teorisyenin tavrını ve kararsızlığını yansıtıyor benim gözümde. Gerçek dünyadan kopuk bir felsefi arenada tutarlı görünebilir ve bir ateistin red tavrını bir 'sanı' olarak nitelendirebilir agnostik, ama gerçek dünyaya indiğinizde, asıl tutarsız tavrın agnostiğinki olduğunu kolayca görebilirsiniz benim bakış açıma göre, çünkü bu konuda günlük hayatta verililmek zorunda olunan sayısız karar ile ilgili olarak bir 'sanı'nızın olmaması mümkün değildir, pratik değildir).

Bu üst paragrafta değindiğim konuyu gündeme getirmemin sebebi, Tanrı'nın varlığı tartışmasını bu başlıkta yapacağımız tartışmanın bir parçası yapmak değil, oradaki yaklaşım biçimimi hatırlatarak, bunun pek çok durumda, felsefenin çözümsüz ve çetrefilli görünen arenalarında bize yol gösterecek ve bizi kararsızlıktan kurtaracak bir bakış açısı olduğunu düşünmemdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir de Trajito'nun yukarıda değindiği konulardan bilime olan yaklaşım ile dine olan yaklaşımın ikisinin de körü körüne olması konusuna değinmek istiyorum.

Trajito kendisi de belirtmiş zaten, bilimsel epistemolojik tavrın ne olduğunu bilen birisinin bilime yaklaşımı körü körüne olmayacaktır. Fakat Trajito aynı zamanda ekliyor, orta çağda, dini bilen birinin dine yakşalımı da körü körüne değildir diyerek. Aradaki tek fark orta çağdakilerin henüz bilimle tanışmamış olmalarıdır diyor.

Bu ifadeler prensip olarak doğru olmasına rağmen, sadece bu kadarıyla bırakıldığında, ortalama bir kişi açısından tehlikeli bir yanıltıcı yönü var bana göre, o da bilimin işleyişi ile dininki arasındaki temel farkta yatıyor.

Bilimin işleyişini bilen biri kendini dogmatizmin çoğu türünden koruyabilecektir (belki hepsinden değil) ama bilimin işleyişine yabancı bir orta çağ din adamı, ister istemez, dünya görüşünün ayrılmaz bir parçası olarak pek çok konuda dogmatik düşünmek durumunda kalacaktır.

Bu yüzden sırf bugünkü insanların bilime olan güven düzeyi ile, ortaçağdaki insanların dine olan güven düzeyleri arasında bir benzerlik kurulabiliyor diye, bu iki yaklaşım birbirine denk kabul edilemez.

Ayrıca, insanların günümüzde bilime ne derece güven duyduğu da tartışılır. Bilime gerçekten bahsedilen düzeyde güven duyanlar, nispeten eğitimli ve kendisini geleneksel dinsel düşünce modundan bir ölçüde de olsa kurtarabilmiş kişiler açısından geçerli. Pek çok kişi açısından, günümüzde bile hala dinsen bakış açısı, bilimsel bilgilere göre öncelik taşır.

Bu yüzden, daha önce başka tartışmalarda da değindiğim gibi, günümüzdeki çeşitli bilim eleştirmenlerinin ve bazı agnostik filozofların sürekli vurguladıkları ve bilim ile bilim dışı etkinlikleri birbiri ile karşılaştırılabilir ve birbirine denk gördükleri bakış açılarını insan uygarlığı açısından tehlikeli ve ilerici olmaktan çok gerici görüyorum.

Burada yine yukarıda değindiğim ve karar için işin içine pratik sonuçların ve pragmatizmin girdiği durumlara bir örnek var kanımca.

Batı filozoflarının klimalı evlerinde, rahat koltuklarında, reel hayattan kopuk olarak ürettikleri bazı fikirler, henüz bilimin her yere tamamen yerleşmemiş olduğu günümüz ilkel insan uygarlığı açısından ilerici değil, gerici bir bakış açısı teşkil etmektedir pek çok durumda bana göre.

Bir şeyin eleştirilip kökten değiştirilmeye başlanması için, o şeyin önce krize girmesi, artık başarılı sonuç üretememesi, statikleşmesi ve gerici ve statükoyu koruyucu bir fonksiyon üstlenmeye başlaması gerekir. Ancak o zaman o şeyin eleştirilmesi ve reformize edilmesinin vakti gelmiştir denebilir.

Henüz bilim için bunu söyleyemeyiz. Bilim bırakın bu noktaya gelmeyi, henüz dünyanın her yerinde, insan uygarlığının tamamına nüfüz etmiş bir etkinlik bile değildir.

Bu aşamasında bilimi tahtından etmeye çalışmak, bana göre ilerici değil, gerici bir tavır olacaktır.

Bu yüzden, bana göre bu başlık altında tartışmak istediğimiz konulara değinirken, tum bunları aklımızın bir köşesinde bulundurmamız gerek.

Bunlar demek değildir ki doğru bilgi edinmenin epistemolojik açıdan yollarını incelemeyeceğiz, çeşitli olasılıklara şans vermeyeceğiz, vs. Sadece realiteden ve insan uygarlığının günümüzdeki durumundan fazla kopmamamız gerektiğine vurgu yapmaya çalışıyorum burada.

Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 4 weeks later...

Bu konuları tartışırken nerede duracağımız da önemli elbette. Ben hiçbir şey kabul etmemekten ve sadece doğruyu bulmayı amaçlamaktan yanayım. Yani, eğer bulacağımız doğrular insanlığı geriye götürecek doğrularsa, bırakalım öyle olsunlar. Bilimsel yöntem olarak kabul edilen yöntem yanlıştır demek insanlar bilimi bıraksın demek değildir, bundan bilimi rafa kaldırmanın gerekliliği sonucunu çıkartanlar varsa yanlış ediyordur. İnsanlık ilerlemek zorunda olmadığı gibi, insanlığın ilerlemesi için çalışma zorunluluğumuz da yoktur. Biz insanlığın sorduğu sorulara cevap arıyoruz, sadece cevap, başka bir şey değil. Eğer bütün tartışmanın sonunda bulduğumuz bu cevapların yok edilmesi gerektiğini de bulursak, işte o zaman, tartışmayı silebiliriz. Fakat şimdiden bunu söylemek yanlış olur. Şimdi sadece birtakım sorular var elimizde. Ve ben sanıyorum ki o soruların cevapları doğru anlaşıldığında, bilimin tümden yanlış olduğu gibi sonuçlara varabilse bile, insanlığı geriye götürecek cevaplar olmayacaklardır. Şimdiden cevaplar hakkında konuşmak soyut ve yersiz olacaktır, bu yüzden benim demem o ki, hiçbir dogmayı kabul etmeden (bu dogma "insanlığın ilerlemesi iyi bir şeydir." bile olabilir) ilerlememiz gerektiği. Gerçeklerden şimdiden korkmayı yanlış buluyorum, hiç olmazsa ortaya çıktıktan sonra korkalım.

Eski bir atasözü der ki, teoride teoriyle pratik arasında hiçbir fark yoktur ancak pratikte dağlar kadar fark vardır. Ben de, teori ve pratiğin iki ayrı temel üzerinde ve birbirlerinden –görünüşte– neredeyse bağımsız olduğunu düşünüyorum. Burada bu ayrılığı göz önünde bulundurarak teori üreteceğiz ve hiçbir teoriyi olmaması gereken bir yere koymamaya çalışacağız. Mantık ile çözülemeyecek bir şeyden bahsetmeyeceğiz, bahsedeceğimiz şey mantık ile çözülebilirlik sınırlarına dahil ise de elbette mantığa güveneceğiz. Neticede, teori ile pratiğin farklı olduğu da bir teoriden ibarettir – her ne kadar "pratikte teoriyle pratik çok farklı şeylerdir." dense bile.

Filozoflar Kant'tan bu yana "İş filozoflara kalmış olsaydı..." diyorlar zaten. Bu sayede eleştirel felsefe doğdu, ve felsefe yapanlar da bizimle aynı kaygılarla, aynı eleştirilerle işe başladılar. Bu yüzden ben "İş filozoflara kalmış olsaydı..." diye başlamayı doğru bulmuyorum, çünkü felsefeyi geniş anlamda ele alırsak iş gerçekten filozoflara kalmış durumda ve her şey çok güzel işliyor. Ben felsefenin tanımını bu şekilde genişletmek ve "İş filozoflara kalmış olsaydı..." diyenleri de filozoftan saymak taraftarlarındanım, ve kendimi de "İş filozoflara kalmış olsaydı.." diyenlerle aynı güdülenmelere sahip olsam da bu düşüncenin felsefîliğini reddetmeyecek kadar dürüst buluyorum.

Şimdiki bilim ile bir zamanlarki dinin benzerliğine gelince, "Demek ki bilimi de birkaç asır sonra başka bir sistem yıkabilir." diyip "O hâlde biz en iyisi bilime inanmayalım." sonucuna varacak değilim. Ancak, bilim ile bir zamanlarki dinin benzer ve farklı yanlarını ortaya çıkarmanın bilimi ve dini anlamaya yönelik çabalar olduğunu düşünüyorum.

R. Feynman'ın Fizik Yasaları Üzerine'sindeki temel noktaları belirledikten sonra (zaman alabilir) bilimsel epistemolojik tavrın ana hatlarını ortaya koymak niyetinde olan yazımı asacağım.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

Gerçeği bulmak için hiçbir dogmayı kabul etmeden ('insanlığın ilerlemesi iyi birşeydir' dahil) başlama niyeti hoş bir niyet olmasına rağmen, bu niyetin hiçbir dogmayı kabul etmediği meçhul. Bu niyet de en azından 'hiçbir dogmayı kabul etmemeliyim' noktasından başlıyor.

Sonuçta bir yerden başlamamız gerekiyor. Mutlak, her türlü tercihten bağımsız, zorunlu bir başlangıç noktası yok.

'Hiçbir dogmayı kabul etmemeliyim' fikrini belki amacımızdan (amacımız eğer evreni anlamak, evren hakkındaki doğruya ulaşmaksa) mantıksal olarak çıkarmak mümkün olabilir (ya da belki de hatta mümkün olmayabilir, bu egzersizi yapmadan bilemeyiz) ama mümkünse bile bu süreç de başka kabuller gerektirecektir. Mesela en temelinde, mantığımızın bizi doğruya götüreceği kabulü. Hatta mantığın dayanacağımız en temel dayanak olduğu ve başka tür dayanaklardan (örneğin algı) daha değerli olduğu kabulü.

Kısacası, demeye çalıştığım şey, zaten ne yapmak istediğimizi biz belirliyoruz. Bu amaca ulaşmak için dayanmak zorunda olduğumuz temel kabuller de bu amaçtan çıkıyor zaten. Ya da en azından bu amaçla ilişkili bu kabuller. Hiçbir kabul yapmadan ise, hiçbir sonuç çıkarmak, hatta düşünmek bile mümkün değil.

'İş filozoflara kalsa' demek de bir ölçüde felsefe yapmaktır elbette. İşin içine felsefedeki oturmuş ve yasal metodlar dışında, bahsettiğim tarzda, uygulamadan çıkan faktörleri (mesela pratik fayda, vs gibi şeyleri) de katabileceksek, ve onları yasal teorik felsefi yönteme uymuyorlar diye daha değersiz ve konu dışı ilan etmeyeceksek, o zaman bu çaba değerli olur ve bir yerlere ulaşılır.

Bir yerlere ulaşmak deyince, bu her zaman bir sonuca ulaşmak anlamına gelmeyebilir ama hemen hemen her zaman bir karara ulaşmak mümkün olacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Misafir
Bu konu kapalıdır ama konuya cevap yazmaya yetkiniz var görünüyor.
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...