Jump to content

Hz.İbrahim bile şüphelenmişken...


Recommended Posts

Kendi fikrin yok mu..Aklını bu zırvalıklara köle etmişsin.

Diyorum ki sen de 4 kuşu al kes bakalım noluyor sen mütmain mi oluyorsun gör..

Musa as. birgün uçurumun kenarında muhteşem manzarıyı seyredip tefekkür halindeyken şeytan yanına yaklaştı.

Ya Musa, sen peygambersin, kendini bu uçurumdan atsan bile Allah seni tutar di mi?

Musa: Bana bak İblis, kullar Allah'ı deneyemez, Allah kulunu dener.

Selam ve dua ile...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 97
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Musa as. birgün uçurumun kenarında muhteşem manzarıyı seyredip tefekkür halindeyken şeytan yanına yaklaştı.

Ya Musa, sen peygambersin, kendini bu uçurumdan atsan bile Allah seni tutar di mi?

Musa: Bana bak İblis, kullar Allah'ı deneyemez, Allah kulunu dener.

Selam ve dua ile...

İbrahim Allah'ı dener.Ama Musa deneyemez mi diyorsun..Olm iyi misiniz siz?

Bana abuk sabuk masal anlatmayı bırak.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Musa as. birgün uçurumun kenarında muhteşem manzarıyı seyredip tefekkür halindeyken şeytan yanına yaklaştı.

Ya Musa, sen peygambersin, kendini bu uçurumdan atsan bile Allah seni tutar di mi?

Musa: Bana bak İblis, kullar Allah'ı deneyemez, Allah kulunu dener.

Selam ve dua ile...

Şimdi buna inanıyor musun? :D

Link to post
Sitelerde Paylaş
18 nolu iletimi şiddetle okumanı tavsiye ediyorum.

Ben şiddetle tedavi öneriyorum..

İçtiğin İman adlı içkiyi ve din adlı meyhaneyi terketmeni öneriyorum.

Olum 4 kuş al sende kes doğra çağır ahirete iman et.Ahirete imanın taktiği verilmiş.Tecrübe edilmiş işte.

O 4 kuş gelmezse yok ahiret mahiret.

tarihinde euclid tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Sen onu bunu bırak da Allah niye bizi İbrahim gibi mutmain etmiyor? Bunlardan bahset biraz, dök içini. :acute:

İnsanların Rabbinin, insanların rûhuyla,

Bir bağlılığı vardır, söz ile anlatılmaz.

İnsan için diyorum, işim yoktur maymunla.

Rûhsuz olan bir kimse, elbet rûhu tanımaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kimler soru sorar?

Soru soran zihin nasıl bir zihindir?

Bir toplumda “soru saran adam” olmak ne demektir?

Örneğin bir peygamberi “sorun soran adam” olarak hiç düşündünüz mü?

Eğer öyleyse gelin “İbrahim’in soruları” üzerine düşünelim.

Bakın Hz. İbrahim neler sormuş?

***

(Allaha) “Allahım! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” dedi. “Yoksa inanmıyor musun?” deyince “Evet, inanıyorum ama kalbim iyice tatmin olsun diye” dedi. (2; 260).

(Kendi kendine) “Gece çökünce yıldız gördü: ‘İşte bu Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca ‘Batanları sevmem’ dedi. Ayı doğarken görünce: ‘İşte bu Rabbim!’ dedi. O da batınca ‘Eğer Rabbim yol göstermezse şaşıranlardan olurum’ dedi. Güneşi doğarken görünce ‘İşte bu Rabbim, bu daha büyük’ dedi. O da batınca ‘Ey halkım! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım’ dedi.” (6; 76-78).

Kanaatimce bu ayetlerde, “İbrahim’in soruları” üzerinden, bir aklın nasıl yürütüleceği ve bir vicdanın nasıl uyanacağı dersi veriliyor; soru sorarak, düşünerek, cevaplar arayarak…

Çünkü insanoğluna ilk vacip olan şey sanıldığının aksine iman etmek veya teslim olmak değil; kuşku duymak, düşünmek, cevap aramaktır. İman ve teslimiyet bunlardan sonra gelecektir.

Zira cevabını aradığınız sorulara tatminkar bir cevap bulduğunuzda içinizde bir itminan hali oluşur. İşte buna “iman” denir. Aksi halde, demirin ateşten geçip çelikleşmesi gibi kuşkulardan geçmemiş, soruya cevap olarak gelmemiş, bir arayışın sonucu oluşmamış olana iman denmez. O, olsa olsa taklit, önyargı veya kuruntu olur ki bir üfürüklük işi vardır.

Bu nedenle Kur’an “Önce iman et, sonra düşün” değil; “Önce düşün, sonra iman et” der. Ekin hasattan, acıkma doymadan, soru cevaptan önce gelir. Bir meseleyi önce etraflıca konuşur sonra kararını alırız, önce kararını alıp sonra konuşmayız. Bunların aksini yaptığınızı düşünün… Ne kadar manasız oluyor, değil mi?

İbrahim’in soruları işte bize bunu öğretiyor.

Sorular sorarak “soylu bir hakikat arayışının” peşine düşmek…

Yerleşik doğrulardan kuşku duymak, onları sorularla sarsmak…

Hz. İbrahim’in bu tür soruları bir çok yerde sorduğunu görüyoruz: Allah’a, babasına, oğluna, ileri gelenlere, halka, devlete, gelen elçilere… İtminana, imana ve teslimiyete bu sorulardan sonra ulaşıyor.

***

Hz. Peygamber de öyle değil miydi?

Genç yaşındayken Mekke’de hüküm süren hayat hakkında vicdanında sorular oluştu: “Bu kız çocukları neden gömülüyor?”, “İnsanlar neden alınıp satılıyor?”, “Tahtadan taştan yontma taşlara insan neden tapar?” , “İnsanlık nereye gidiyor?”, “Allah olanları görmüyor mu?”…

Sonra bu tür soruların cevabını bulmak için dağlara, mağaralara çekildi. Geçmiş ve gelecek, dün ve bugün, yerler ve gökler, görünenler ve görünmeyenler, insan, hayat ve tabiat vs. üzerine derin düşüncelere daldı. Bazen kırk gün kırk gece eve dönmediği, gözünü mehtapta tek bir noktaya dikip sabahlara kadar öylece daldığı anlar oldu.

Allah bu arayışı cevapsız bırakmadı.

Daha önce iman nedir kitap nedir bilmiyordu. Yani bu soruların cevabı konusunda itminana/imana ulaşmamıştı. Göğsü daralıyor, sıkıntı çekiyordu. Allah onu bu soruların cevabını arar vaziyetteyken buldu. Onu arayışlar içindeyken seçti ve sorularına cevap vererek yol gösterdi (Ve vecedeke dâllen feheda).

İşte, bu, sorular sorarak işleyen bir aklın, hisseden bir kalbin ve uyanan bir vicdanın itminana ulaşması, ne yapacağını bilir hale gelerek karar sahibi olması ve bu karalılıkla tarihin önünü çıkması, meydana atılması olayıdır.

Bu sorulara gelen cevaplar tarihin akışını değiştirdi.

Aslında her soruya cevap arayış böyle bir etki yaratır.

Akıl işler, kalp hisseder, vicdan uyanır, gözler görür, kulaklar duyar, dil konuşur hale gelince insanın meydana atılası ve kollarını makas gibi açarak “Durun kalabalıklar! Bu yol çıkmaz sokak!” diye bağırası gelir.

İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’in (hepsine selam olsun) yaptığı işte buydu. Onlar esastan sorular sordular, Allah da onlara esastan cevaplar verdi. İnsanlık tarihinde derin etkiler bırakmalarının bir nedeni de budur.

Baktığımızda en aykırı soruları onların sorduğunu görüyoruz. Öyle ya dini düşünce alanında (İbrahim’in) “Ölüleri nasıl dirilttiğini göster? veya (Musa’nın) “Bana kendini göster” veya (Havarilerin) “Bize gökten bir sofra indirmesini Rabbinden isteyebilir misin?” sorularından/isteklerinden daha aykırı ne olabilir?

(“Soru” sözcüğünün Arapçası “suâl” (se-e-le) aynı anda hem soru sormak hem de istekte bulunmak anlamına gelir. Dolayısıyla soru sormak istekte bulunmak, istekte bulunmak soru sormak demektir. Mesela “mes’ele” soru sorulmayı/sorgulanmayı/isteklerin neler olduğunu öğrenmeyi gerektiren şey demektir.)

Buradan şunu anlıyoruz; soylu bir hakikat arayışına girmişseniz, her tür soru mübahtır. Yeter ki gerçeği sadece gerçeği öğrenmeye çalışın. Allah bu tür soruların hiç birisini terslememiştir. Aksi halde laf olsun torba dolsun diye soru sormanın, cevabı gelince altından kalkamayacağı soruların peşine düşmenin manası yoktur.

***

Hz. İbrahim’in, sadece Allah, kıyamet ve ahiret ile ilgili değil; toplumsal konularda da; yaşanan hayat, siyaset, devlet ve imparatorluk tanrıları hakkında da esastan sorular sorduğunu görüyoruz.

(Devlet erkanına) “Nelere tapıyorsunuz? Bunlar, çağırdığınız zaman sizi işitirler mi veya size bir fayda veya zarar verirler mi? Eski atalarınızın ve sizin nelere taptığını görüyor musunuz?” (26; 70-75)

(İleri gelenlere) “Şu karşılarında dikilip durduğunuz heykeller nedir öyle?” (21; 52)

(Saray eşrafına) “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorsa ona sorun bakalım? ‘Onların konuşmadığını biliyorsun’ deyince ‘O halde, Allah’ı bırakıp ta size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek durumda olan putlara mı tapıyorsunuz? Size de, Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yuh olsun! Bu akıl tutulması neden?” (21; 57-67)

Bu ayetlerde de, yerleşik siyasi ve sosyal düzene karşı esaslı sorular soruyor. İçinde yaşadığı Babil İmparatorluğu’nun dini/ideolojik köklerini sarsıyor. Aynı şeyi Hz. Musa Mısır, Hz. İsa da Roma İmparatorlukları için yapmıştı.

Burada “özgür ruhlu” insan örneğini görürüz.

Özgür ruhlar yerleşik olana teslim olmazlar. Herkes Mersine giderken onlar tersine gidebilir. Doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulmayı, ateşe atılmayı veya çarmıha gerilmeyi göze alırlar. Sözün namusuna inanırlar. Eleştirilemeyeni eleştirir, sorulamayanı sorar, düşünülemeyeni düşünür, söylenemeyeni söyler; “kral çıplak” derler. Gönüller fethetmeyi değil; zihinler açmayı misyon bellerler. Egemeni eleştirir, zorbanın karşısına dikilir, zenginin önünde eğilmezler. Böyle yapanın dininin yarısının gideceğine inanırlar. Haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmazlar. Sultan sofralarından beslenmez, gerçeği sadece gerçeği söyler, acı konuşurlar.

Bir toplum, içinden böyle “özgür ruhlu” insanlar çıkaramazsa katı geleneklerin, donmuş yasaların, kendi elleriyle ürettiği statükoların girdabında boğulur. İleriye doğru açılım ve atılım yapamaz. Devrim yapmış toplumlar, içinden özgür ruhlar çıkarabilmiş toplumlardır. Halklar özgür ruhlu insanların sayesinde sıçrama yapabilmiş, insanlık onların sayesinde ileri gidebilmiştir. Tarihine bakın, bütün büyük devrimlerin ve insanlık sıçramalarının kökünde özgür ruhlu insanların soruları vardır.

***

Hz. İbrahim’in Allah’a , devlete, imparatorluğa dair olduğu gibi babasına, oğluna, halkına ve de gelen elçilere de sorular sorduğunu görüyoruz:

(Babasına) “Putları tanrı mı ediniyorsun?” (6; 74) “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” (19;42/45)

(Babasına ve halkına) “Nelere kulluk ediyorsunuz? Allah’ı bırakıp ta uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkında nedir bu kuruntularınız? Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o konuşmuyor musunuz? Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” (37; 85-97)

(Oğluna) “Oğlum! Ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi. (37; 102)

(Elçilere) “Ben yaşlı bir adamken bana müjde mi veriyorsunuz? Nedir müjdeniz?” (15; 54)

Görülüyor ki “İbrahim’in soruları” hayatın her alanını kapsıyor. Daha kimbilir neler ve kimler hakkında sorular sormuştur? Kur’an bize bu kadarını aktararak evrensel mesajlar veriyor ve demek istiyor ki: Siz de böyle sorular sorun. Allah, kitap, peygamber, insanlık, dünya, toplum, devlet, geçmiş, gelecek hakkında her şey… Size söylenenlere körü körüne inanmayın, araştırın. Kimsenin sözünü duyar duymaz teslim olmayın. Teklif olarak kabul edin ve kendiniz araştırın. Sorularınızın cevabını buldukça, itminan oldukça doğruluğunu kabul edin. Her sözü ve iddiayı dinleyin fakat doğru olanına uyun. “İnanmıyor musun?” denince, “Evet, ama itminan olmak istiyorum. Yani delillerini görmek, bizzat kendim benimsemek istiyorum, körü körüne inanmak istemiyorum” deyin. Elçiler dahi olsa birisi gelip tarihe, hayata ve tabiata aykırı bir şey söylerse “Nasıl olur? Bunu açıkla, izah et, ispat et” deyin. Allah’ın kavlî ayetleri ile kevnî ayetleri arasında çelişki olamayacağından hareketle ikisi arasında “uyum” arayın. “Allah’ın kudretinden şüphen mi var, yapamaz mı?” diyen olursa “Evet, şüphem yok ama itminan olmak istiyorum. Onun benzerini göster” deyin…

Öyle ya Hz. İbrahim bile peygamber olduğu halde itminan olmak istiyorsa bizim bin kat daha fazla itminana ihtiyacımız yok mu? İbrahim’in soruları, kıyamete kadar insanların elinde olacak bir Kitaba alınarak neden ayet yapılmış dersiniz? Kime mesaj veriliyor bu soru örnekleriyle? Peygamberlerde bizim için en güzel örnek olduğuna göre onun benzeri soruları bizim de sormamız gerekmiyor mu? Kaldı ki İbrahim soruları ile tabiri caizse “tavan” yapmış; en olmadık soruları sormuş. Bu soruların cevabı ona var da bize niye yok?

Aslında var.

Hz. İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya, Muhammed’e cevap olarak ne gösterilmişse bize de gösterilip duruyor. Fakat bizim gözlerimiz var görmüyor, kulaklarımız var işitmiyor, dilimiz var konuşmuyor.

Gerçeğin ta kendisi yanı başımızda fakat onu görecek gözler körleşmiş, duyacak kulaklar sağırlaşmış, hissedecek kalpler taşlaşmış, bulacak vicdanlar donmuş, bağını kuracak akıllar tutulmuş, idrak edecek zihinler dumura uğramış… Yoksa “Ne uçan var ne kaçan? Her şey normal ve olağan!” deyip durmazdık…

***

Demek ki sorular sormak lazım.

Gözleri açmanın, kulakları işittirmenin, kalpleri hissettirmenin, vicdanları sızlatmanın, zihinleri açmanın yolu sorularda…

Zira soru sormak meselesi olmaktır. Sorusuzluk meselesizliktir. Meselesizleşme ise sürüleşme ile eşdeğerdir. Sürülerde soru soran bir tek hayvan görülmemiştir. Sürüleşmeden, sorduğunuz sorular ile ayrılırsınız

Soru sormak tehlikeli görünmektir. Sürüleşmiş topluluklara konuşmaya alışmış birisi için en riskli ve tehlikeli şey topluluğun içinden soru sormak için kalkan eldir. Ya cevaplayamazsa? Ya bilmediği bir şey sorarsa? Ya konunun cahili olduğu ortaya çıkarsa?

Soru sormak gerçeği aramaktır. Gerçeğin ortaya çıkması için sorulur bütün sorular… Savcı soru sorar, hakim soru sorar, gazeteci soru sorar, filozof soru sorar, çocuk soru sorar… Düşünün; sorular olmazsa insan hayatı nice olurdu?

Peki “Fazla soru sormayın, sizden öncekiler bu yüzden helak oldu. Soru sormak şeytan işidir, ilk akıl yürüten Şeytandır” yollu rivayetlere ne diyeceğiz?

Akıldan, zekadan ve soru sormaktan rahatsız olanlarca uydurulmuş sözlerdir bunlar…

Karşılarında sürü görmek isteyenlerin hezeyanlarıdır bunlar…

Bunlar Kur’an’ın ruhuna, İbrahim’in misyonuna aykırıdır ve reddedilmelidir.

Çünkü ilk soruyu melekler sordu: “Kan dökecek birini mi yaratacaksın?” (2; 30)

Evet, ilk soruyu melekler sordu!

İnsana dair gerçekler meleklerin bu sorusuyla açıklığa kavuştu. İnsanlık tarihinin en büyük cevabı ve açıklaması bu sorunun ardından geldi.

Şeytan soru sormaz, aldatır. Sorsa bile aldatmak, kandırmak için sorar; ona da soru denmez. Kibir, kıskançlık, haset, yanıltma, aldatmadır şeytanın işi; gerçeğin ortaya çıkması için soru sorma değil… Asıl soruyu melekler sordu, dikkat edin!

Onun için insana ilk vacip soru sormak; bunların cevabını aramak, onun için düşünmek, araştırmak, yollara düşmektir…

Bu şu demek: Sorunuz yani arayışınız, yollara düşmeniz yoksa Allah sizi ne yapsın?

İlk soruyu soran “melâike”ye selam olsun!

Pirimiz İbrahim’e ve muhteşem sorularına selam olsun!

eliaçık...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bize ne İbrahim'den? Zamanında inanmamakla büyük bir hata yapmış. Cennet beklerken şimdi kıçını mezarda fareler kemiriyordur. Büyük bir hayal

kırıklığı olsa gerek :)

hayal aslında sizin kafada var ........sen sanıyormusun.....sorun bu beden denen üç beş atom parçasının oluşturduğu....... bizim diyerek aslında.....ona hakaret ettiğimiz....bizim olup ta birtek bizim ne yaptığını bilmediğimiz.....öğrenmek için yıllarca insanların eğitim alarak tanımaya çalıştığı şu atom yığını......sorun bu mu sence.....yani bu kadar ucuz bir canlımıyız biz....

uyan kardeş uyan.....bu bedenin hiçbir hükmü yok........ ne bu dünyada ne ahirette....bu sadece bir figüran.....görevini gerenğince yapmaya çalışan bir görevli......

yoksa bizi bu kadar farklı kılan şu beyin....... üç beş gramlık et parçasımı (bir grup atom yığını)........bu mu? evrilen veya yaratılan insan.......ne diye veya ne amaçla biraraya geldiği bilinemeyen ancak fonksiyonları henüz bulunmaya çalışılan bir grup atom.......iste biz buyuz öylemi......

bir varlığı duymak için nasıl ki kulağa....bir varlık ile konuşmak için nasıl ki sese.....veya bir canlıyı görmek için nasıl ki göze ihtiyacımız yoksa.....var olmak için de aslında bu bedene ihtiyacımız yok......bu bizim altımıza patronumuz tarafından verilmiş bir araç...biz sadece şöförüz.....gitmek istediği yere giden bir şöför.......

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kireç sen ahiret için 4 kuş kes,öldür parçala ve bunları dağın başına koy..Çağır bakalım sana geliyorlar mı?

Hadi soru sormak tamamda sorulara böyle mucizevi cevaplar aramak bilfiil angutyoluktur.

Hz.Angutyoların aldığı cevaplar sorun ve realiteye uymuyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Kireç sen ahiret için 4 kuş kes,öldür parçala ve bunları dağın başına koy..Çağır bakalım sana geliyorlar mı?

Hadi soru sormak tamamda sorulara böyle mucizevi cevaplar aramak bilfiil angutyoluktur.

Hz.Angutyoların aldığı cevaplar sorun ve realiteye uymuyor.

Herşeyin tesadüfen oluştuğuna (hokus pokus, abra kadabra) inanan zihniyet bizimle dalga geçme küstahlığını nerden buluyor?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Herşeyin tesadüfen oluştuğuna (hokus pokus, abra kadabra) inanan zihniyet bizimle dalga geçme küstahlığını nerden buluyor?

Biz bulutlar tesadüfen oluştu demiyoruz ki?Bilimsel açıklamayı beklemekteyiz..

Sizin gibi götümüzden element uydurup sebepte budur demiyoruz..Tesadüf bilemediğimiz şeyler için daha makul bir cevap..Element uydurmaktan iyidir.

Küstahlığı eden siz angutyoperestlersiniz..

tarihinde euclid tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
hayal aslında sizin kafada var ........sen sanıyormusun.....sorun bu beden denen üç beş atom parçasının oluşturduğu....... bizim diyerek aslında.....ona hakaret ettiğimiz....bizim olup ta birtek bizim ne yaptığını bilmediğimiz.....öğrenmek için yıllarca insanların eğitim alarak tanımaya çalıştığı şu atom yığını......sorun bu mu sence.....yani bu kadar ucuz bir canlımıyız biz....

uyan kardeş uyan.....bu bedenin hiçbir hükmü yok........ ne bu dünyada ne ahirette....bu sadece bir figüran.....görevini gerenğince yapmaya çalışan bir görevli......

yoksa bizi bu kadar farklı kılan şu beyin....... üç beş gramlık et parçasımı (bir grup atom yığını)........bu mu? evrilen veya yaratılan insan.......ne diye veya ne amaçla biraraya geldiği bilinemeyen ancak fonksiyonları henüz bulunmaya çalışılan bir grup atom.......iste biz buyuz öylemi......

bir varlığı duymak için nasıl ki kulağa....bir varlık ile konuşmak için nasıl ki sese.....veya bir canlıyı görmek için nasıl ki göze ihtiyacımız yoksa.....var olmak için de aslında bu bedene ihtiyacımız yok......bu bizim altımıza patronumuz tarafından verilmiş bir araç...biz sadece şöförüz.....gitmek istediği yere giden bir şöför.......

Sen bu vaazları önce peygamberine ver, adam yeniden dirilişe inanmak için kanlı canlı kanıtlar istemiş.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Kireç sen ahiret için 4 kuş kes,öldür parçala ve bunları dağın başına koy..Çağır bakalım sana geliyorlar mı?

Hadi soru sormak tamamda sorulara böyle mucizevi cevaplar aramak bilfiil angutyoluktur.

Hz.Angutyoların aldığı cevaplar sorun ve realiteye uymuyor.

“Bir zamanlar İbrahim "Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilteceğini göster" demişti. Allah "Yoksa inanmıyor musun?" diye sormuştu. İbrahim cevap vermişti; "Elbette inanıyorum, ama açıkça görmek, iyice tatmin olmak istiyorum. Öyleyse demişti Allah, dört kuş bul ve onları kendine alıştır. Sonra onları her bir tepeye ayrı ayrı koy, sonra da çağır; hızla sana gelecekler. Allah'ın her şeye gücü yeter, çok bilgedir; bundan hiç şüphen olmasın.” (2/260).

Yani: Ey İbrahim! Ölülerin nasıl diriltileceğini anlamak istiyorsan, işi kolayca anlaman için sana şu örnek yeterlidir: Dört tane kuş bul ve onları seslendiğinde sana gelecek hale getirene kadar alıştır. Bu alıştırmayı tekrar tekrar yap. Kuşlar iyice alıştıktan sonra her birini sağ olarak bir dağın tepesine koy, sonra onları çağır. Onların sana hızla geldiklerini göreceksin! İnsan ruhlarının içinde bir ömür geçirerek iyice alıştıkları bedenlerine tekrar geri dönmeleri de işte böyledir (Ebu Muslim)… Fıtrat olarak zaten Allah’tan gelen insan ruh ve bedenlerinin, öldükten sonra çağrıldıklarında kuşlar gibi “alışkın, ilgili, alâkalı” (alaq) oldukları Allah’a dönmek için dirilmeleri, hayat bulmaları da işte böyledir. Zaten bu ilâhi ilgi ve alâkadan (alaq) yaratılmışlardı…

Görüldüğü gibi bu örnek, ölümden sonraki dirilişin nasıl olacağına dair bir “metafor” (eğretileme, mecaz, anlam geçişmesi) olmaktadır. Yani bir örnek verip onun üzerinden ötesine taşıma (meta-phor) veya ötesini kavratmaya çalışma…

eliaçık..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kireç eliaçık,4 kuşun öldürülüp parçalanmadığını düşünüyor.Ayrıca eliaçık MUCİZELERE İNANMAZ..Kendisi büyük ihtimalle bir panenteist müslüman bana kalırsa..Onun yorumları İslam görüşünü yansıtmaz..

Çünkü İslama göre bu 4 kuş öldürülmüş ve parçalanmıştır.Ve İbrahim mucizeye şahit olmuştur.

4 kuşu ısındırıp çağırmak realiteye uygun ama bunun ahiretle alakası yok..

Ama 4 kuşun ÖLDÜRÜP çağırmak realiteye ters ama ahirete daha benzer.

tarihinde euclid tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Görüldüğü gibi bu örnek, ölümden sonraki dirilişin nasıl olacağına dair bir “metafor” (eğretileme, mecaz, anlam geçişmesi) olmaktadır. Yani bir örnek verip onun üzerinden ötesine taşıma (meta-phor) veya ötesini kavratmaya çalışma…

Bu örnekte metafor falan yok, bak sana bir metafor örneği vereyim ne olduğunu gör;

Kandilli yüzerken uykularda

Mehtabı sürükledik sularda

Metafor böyle bişeydir, sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. İbrahim'in hikayesinde hiçbir benzetme yok, kuşlar bildiğimiz kuş.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...