Jump to content

Recommended Posts

İnsan türü –modern insan olarak (homo sapiens)- varoluşunun yaklaşık 90.000 yılını önce gruplar ve küçük takımlar halinde yaşayarak geçirdi. Takımlardaki birey sayısı onlarla yüzler arasında değişiyordu ve son 10.000 yıl içinde de bu takımlar, binlerce bireyden oluşan kabilelere dönüştü. Bu kabileler içinde bazıları on binlerce bireyden oluşan şeflikleri meydana getirdi ve bazı şeflikler birleşerek ya bir devlet kurdu, ya da kurulmuş bir devletin içine dahil olarak birleşti. Kimi zaman da devletler birleşerek imparatorluklara dönüştü. Kısacası türümüz büyüyerek gelişmiştir ve yakın zamanlarda bulunan fosiller, DNA kayıtları vb. veriler modern insanların tarihinin yine yaklaşık 160.000 yıllık olabileceğine işaret ederek bu görüşü doğrular.

Ahlaki kurallar, primat ve hominid (insangil) ataların ahlak öncesi duyarlıklarından evrilerek bu süreç içinde; yani gruplar ve takımlar halinde yaşarken, büyüdüğü ve devletler ve hatta imparatorluklar oluşturduğu süreç içinde bir yerlerde yaratılmıştır. İnsanın, takımlar halinde yaşadığı bilinen ilk 90.000 yılda ahlaki duyarlıklar duygu ve ifadelerde kendini gösterir ve bu durum yeterken, son 10.000 yılda kabilelere, oradan şefliklere ve sonra devletlere geçişin direkt sonucu olarak yetersiz kaldı ve ahlak kuralları ve ilkeleri sistemleştirildi.
Bu geçişle birlikte nüfusta ve dolayısıyla yiyecek üretiminde yaşanan büyük sıçrama hem toplumsal/sosyal yaşamda, hem de ekonomik alanda iş bölümü yapılmasını ve gelişmesini sağladı.

Biyokültürel Evrim Piramidi, ahlaki duyarlıklarla ahlaki ve etik sistemlerin evrimsel süreçte nasıl geliştiğini, geçişlerle gösteren bir modeldir:

vlpbx2sn.jpg

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 182
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

İşçiler, zanaatkarlar, yazmanlar ve ustalar; bürokratların, tepedeki siyasetçilerin ve bunlarının tümünün bedel ve giderlerini karşılamak için görevlendirilen tahsildarların örgütleyerek yönettiği bir yapı içinde çalışıyordu. Bu sistemleşme örgütlü dinler tarafından kullanılarak kendini geliştirdi ve olgunlaştırdı, bununla birlikte yönetici olan seçkinlerin iktidarına dayanak ve gerekçe oldu.

 

Ancak erken dönem homo sapiens, dinlerden önce de ahlak ve hukuk sistemleri oluşturma çabası içinde oldu. Bu girişimlerden biri, bir Fransız arkeoloji ekibinin İran'ın Sus kentinde yaptığı kazı çalışmaları sırasında bulduğu büyük siyah bir taşla gün ışığına çıkarıldı. Hammurabi Yasaları adı verilmiş olan bu metin, kayda geçirilmiş ilk ahlak ve hukuk kurallarını içeren, çivi ile taşa yazılmış bir metindir. Tarih, Hammurabi Yasları'ndan daha eski olan ahlak ve hukuk koyma girişimleri olduğunu düşündürse de, tarihte rastlanan ilk düzenli girişim budur.

 

Metin, 282 yasayı içerir ve Tanrılara hitabeden bir başlangıç bir de bitiş pasajı içerir. Yasaların her biri dua niteliği taşır. Dualar, yasalara uymayanları ya da kaldırmaya teşebbüs edeni lanetleyen sözcüklerden oluşur. İslam dininde yer alan "kısasa kısas" benzeri uygulamalar vardır. Bir inşaatçının yaptığı ev herhangi bir nedenle yıkılır da ev sahibi ölürse, evi yapan inşaatçı da öldürülürdü. Ölen kişi evin oğluysa, evi yapan inşaatçının oğlu öldürülürdü. Yalancı tanıklık da dahil, ciddi sayılan tüm suçlar mutlaka ölümle cezalandırılırdı. Son derece ürkütücü olan bu yasala hemen hiç özür ya da açıklama dinlemeksizin uygulanırdı.

 

MÖ 1700 civarında Babil halkını kontrol etmek amacıyla yazılan Hammurabi Yasaları, o dönemin ve toplumun neleri ahlaki olarak doğru saydığının özetidir. Yasada en önem verilen konuların başında aile yaşamının düzenlenmesi gelir. Zina, miras bırakılması ve dağılımı, evlat edinme, ihmalkarlık gibi aileyi doğrudan ilgilendiren tüm konular yasalarla düzenlenmiştir. Ailesini terk eden kadın ve erkekler mutlaka ağır biçimde cezalandırılır, toplum işbirliği yapmak üzere yönlendirilir. Görünen odur ki, çok eski Homo Sapiens grupları için zararlı olan ve istenmeyen ne kadar davranış varsa, hepsi Babil halkı için de geçerlidir.

 

Din, siyasi iktidarı onaylama işlevinin yanı sıra, toplumsal düzeni ve toplumun davranış kontrolünü sağlayan bir kurum işlevi de görmüştür ve olumlu ahlaki duyarlıkları teşvik ederken olumsuzların cezalandırılmasıyla ilgili yaptırımlar içermiştir.

 

İnsanın zaten sahip olduğu ve pratik ettiği ahlaki duyarlıklar, öznel ahlaki duygular ve normlar, yazının da bulunuşuyla birlikte kutsal metinler haline getirilmiş ve tam anlamıyla kanunlaştırılmıştır. Dini örgütler ve dini liderlerin temel rollerinden biri, Tanrı'lara ait olduğunu söyledikleri bu kanunlar hakkında insanları sözde bilgilendirmek ve ceza veödül sistemini hayata geçirmektir. Bu metinlerde, Tanrı'ya itaat edildiğinde hakedilenin elde edileceği bir alış-veriş sistemi oluşturulmuş ve dini ritüeller yoluyla insanların birlikte hareket etmeleri sağlanmıştır. İnsan, dini ritüellerin ve diğer inanırların Tanrı'ya koşulsuz güveninin Tanrı'yı mutlu ve tatmin edeceğine ve böylelikle kaynak ve ödüllere daha rahat ulaşabileceğine inanmıştır. Tanrı adına konuşan ve onun temsilcisi olduğuna inanılan kişi ve iktidarlar sözde ilahi bir güçle donatılmışlardı ve bunu, vergi toplamak, bağlılık, sadakat, itaat ve devlete hizmet şeklinde kullanıyordu. Bu davranış ve yükümlülükler standartlaşmış ritüeller halini aldı ve dini iktidarın gücünü simgeledi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Daha önce de yazdığım gibi benim fikrim şu;

Bütün gözlemlerim ve deneyimlerimle söylüyorum ki; ahlak ve din birbirinden bağımsız olmakla kalmayıp, bence en büyük ahlaksızlıkların temelinde sahte dinler vardır.

Çünkü, sahte dinler insanı ve yaratılışı küçümser, korku ve umutlarını kullanır, sömürür, bilinmeyen konularda süper vaadler verir ve istediğini yapmayacaksan akıl almaz cezalar öngörür.

Dini yaşamında temel alan insan, bir şekilde bunlarla koşullanmış beyni ile kendine özgü (ve kutsal kitaplara özgü) bir davranış ve düşünme biçimi belirler ki, bu genelde adaletsiz, anti-hümanist, eşitliksiz, cinciyetçi ve ayrımcıdır.

Örnekleri görmek için kör olmamak ve normal bir IQ'ya sahip olmak yeterlidir.

Etrafta yüzlerce, binlerce, milyonlarca vardır.

Politikada vardır, okulda vardır, kutsal sayılan yerlerde vardır, evde vardır, komuşuda vardır, işte vardır, yani toplumun her kesiminde vardır bu örnekler.

Ancak dinler, insa zekasını köreltir ve bir süre sonra düşünmeyip, sorgulamayan, sadece verileni kabul eden birer robot haline getirir ve bu sığ bakışın da yüksek erdemlere ulaşması neredeyse imkansız hale gelir.

Yine bence tabii...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dinler, insanlara sözde yüksek ahlaki ilkeler empoze eder görünürken, kendisinden olmayana tecavüzü, cinayeti, yağma ve gaspı onaylar ve hatta teşvik eder. Savaş ve soykırım uygulayıcı yapıları vardır çünkü kendi grup üyelerinin dış gruplarla birleşmesini engellemekle kalmaz, onları düşman olarak hedef gösterir. Oysa ahlaki duyarlıklarımızın evrildiği paleolitik çağda, toplumsal ortam bireyin komşuları ailesi, geniş ailesi ve herkesin son derece kolay tanıdığı topluluk üyeleriydi. Özgeci idiler, başkalarına yardım etmek demek, kendilerine yardım etmek demekti. Devlet toplumları oluşmadan önce "komşunu sev" ilkesi ile işaret edilen bu topluluk, dış gruplara karşı temkinli olmalı, öyle yaklaşmalıydı çünkü sık sık çatışma yaşanıyordu, güven zayıftı ve savaşta ölmek oldukça yaygındı.

 

Dinler, toplumsal ve siyasi gücünü sürdürebilmek için insanın ahlaki duyarlıklarından yararlanmakla kalmamış, diğer tüm içgüdülerini kötüye kullanarak hüküm sürmüştür. Nüfusu düşük olan ve dini yaptırımlara ihtiyaç duymayan küçük toplumlar resmi olmayan yöntemlerle, yani bu yazı boyu anlatılmaya çalışılan ahlaki duyarlıklara güvenerek ve pratik ederek yaşarlar.

 

Pulitzer ödüllü Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabının (mutlaka okunmalıdır) yazarı bilimci Jared Diamond, Yeni Gine ve çevresinde neredeyse otuz yıl boyu araştırmalar yapmış ve insanların başkalarına nasıl davranmaları gerektiğinin belirlenmesi için bir Tanrı ya da ruha başvurulduğunu hiç duymadığını söylemiştir.

 

Bilinen kesin gerçek, ahlaklı bireyler olmak için bir dine ihtiyaç bulunmadığıdır. Türümüzün sahip olduğu ahlaki duyarlıklar ve normlar, bize atalardan kalmadır, evrenseldir ve bunun neden ve nasıl böyle olduğu görüldüğü gibi çok açıktır.

 

Gruplardan, takımlardan, kabile ve toplumlardan; konu gereği de ahlaktan söz edildiğinde, yaratılışçıların Sosyal Darwinizm dedikleri ve insanı katıksızca bencil, çıkarcı, güçsüzü ezmesi ve yok etmesi gereken bir hayvan türü olarak empoze etmeye çalıştıkları gerçeği akla gelir.

Oysa Darwin, günümüz evrimci bilimcilerine göre de, hem grup seçilimi hem de bireysel seçilim için geçerli ve işlevli olan şu tespiti yapmıştır:

 

"Yüksek bir ahlak standardının bireye ya da çocuklarına aynı kabileden diğer insanlara kıyasla ya hiç ya da çok az avantaj sağlamasına karşın, iyi özelliklerle donanmış birey sayısındaki artışın ve ahlak standartlarındaki ilerlemenin bir kabileye, diğer bir kabileye karşı kesinlikle çok büyük bir avantaj sağlayabileceği unutulmamalıdır. İçinde yüksek derecede bir yurtseverlik, sadakat, itaat, cesaret ve anlayış ruhu taşımasından dolayı başkalarına yardım etmeye ve ortak yarar uğruna hayatını feda etmeye her zaman hazır durumda pek çok üyesi olan bir kabilenin, diğer kabilelerin çoğuna karşı zafer kazanacağından kuşku duyulamaz; doğal seçilim de budur. Tüm dünyada tüm zamanda kabileler başka kabileleri geride bırakmıştır. Ahlak da başarılarındaki en önemli etmenlerden biri olduğundan, ahlak standartı ve iyi özelliklerle donanmış kişi sayısı her yerde yükselme ve artma eğilimi gösterecektir."

 

İnsan ne tümüyle iyi ve ahlaklı, ne de tümüyle kötüdür. Sosyal Psikolog Carol Tavis bu konuda "Bilimsel deliller; insanların ahlaki ikilemler hakkındaki muhakemelerinin, tıpkı ahlaki davranışları gibi, belli durumlara özgü olduğuna işaret eder" demektedir.İnsanı tümüyle iyi ve ahlaklı veya tümüyle kötü ve ahlaksız diye nitelemek, insan davranışlarının inceliklerini ve ayrıntılarını anlamaya engel olacaktır.

Ancak yine görünen odur ki, insan ahlaklı olma eğilimindedir ve bu eğilim ona evrimsel süreçte aktarılmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bir insan ahlak diye kendini neden kısıtlar, kısıtlamak ister ki de ateizmde ahlakı ispatlamaya çalışır? hayvan değil misiniz? neden en az onlar kadar özgürce yaşayabilmenin yollarını aramazsınız? hayatın bir anlamı ve amacı olmadığına göre, herşeyi bir "anlam" vermeye çalışmanın "amacı" nedir? "bugün var, yarın yok" değil midir felsefe? o halde ölüm sonrası yokluğa inandıktan sonra kim takar ahlakı?

Link to post
Sitelerde Paylaş

eline sağlık ıfeelgood

ahlakı; gökten zembille inen bir meziyet sananlar da var bol bol,

ahlak'ı dinlerin tekelinde gören ve dinsel ahlakı başkalarına dayatanlar da var..

bu açıdan bakınca, çok faydalı bir başlık olmuş..

öncelikle kireç'in yazdığı bişey dikkatimi çekti,

ona değiniyim..

sonra da konu sosyoloji ile direkt ilgili olduğu için,

ekleyeceklerim de olabilir...

yaptıklarımız kalıcı olacak mış gibi davranmak...

bu evren hiç yok olmayacak ve eserlerimiz çok uzun süre insanlığa ışık olacak...

yaptıklarımızın sonuçlarını yıllar yılı konuşacaklar...

mış gibi yapmak...

ahlakın ayakta kalabilmesi için bu şart sanki...

ahlak dediğimiz şey, mutlak değil..

sabit/statik değil..

dolayısıyla ayakta tutulması değil,

evrilmesi, dönüşmesi, değişmesi gerekir -ki öyle de oluyor zaten binlerce yıldır..

ve "iyi ki değişken bir kriterdir" diyenlerdenim ben ..

mesela üremek ya da -sanatçılar için- üretmek

dünyaya yaşadığımıza dair bir iz bırakmak dürtüsü değil midir birazda ?

hayatın anlamını bu bırakacağı izde bulan insanlar da var..

"tanrıyı elden kaçıran kimseler, ahlak'a olan inancına daha çok sarılır" diyor bıyıklı faşist (:

hem beden olarak kendimiz,

hemde -örneğin- mağara duvarına çizdiğimiz bir imge,

fosil olarak kalıyor zaten bizden sonrasına..

ama velev ki izimiz kalmasın bu dünyaya,

dünyanın bizde bıraktığı izler neyimize yetmiyor ?

insan tutunacağı mutlak ya da manevi bir değer arıyor bazen..

bunu ahlak da, vicdan da, adalet de bulmasına şaşırmıyorum ben şahsen,

fakat kendisinde zaten varolan bu değerleri,

yaşadığı sosyal çevre, çoğu zaman din/tanrı tekelinde dayatıyor insana..

hal böyle olunca da, dinlerden tanrılardan/dogmalardan bağımsız bir ahlak'a dair önyargılar da beslenmiş oluyor malesef..

öyle ya: kimin ahlakı... hangi ahlak gibi sorular var (:

göreceli dediğimiz bir ahlakın

"kime göre ahlaki" olarak algılanacağı sorusu,

malesef çoğu zaman yanlış anlaşılmamıza yol açıyor..

biraz da sosyoloji:

(herkesin anlayabilmesi için mümkün olduğu kadar az bilimsel terim kullanmaya çabalıcam)

ahlakın sosyolojideki tanımına bakarsak

salt bireyin kendisi için değil de,

mensubu olduğu habitat'ın, sosyal ve doğal yaşam alanın tamamı için

sürü'nün bütünü için önceliği belirleyen bir kriterdir ahlak dediğimiz..

sürünün bütünü için ise, öncelikler değişim halinde..

çünkü sürünün kendisi de, bireylerin, nesillerin, sürünün coğrafi/doğal konumunun değişimi ile doğru orantılı..

aidiyet duygusu da bu yüzden önemlidir zaten..

sürü derken yanlış anlaşılmasın tabi..

siz orada sürü yerine aile/kabile/mahalle/köy/kent vb. de koyabilirsiniz..

insan -türünün evrimsel bir gereği olarak- sosyal bir canlı..

insanın asosyal bir yaşamı tercih etmesi de,

mağaralarda dervişlik oynamayı da tercih etmesi mümkün herzaman (:

fakat mağaradaki bir derviş-insan,

kolaylıkla bir ayıya ya da yarasaya yem olabilirken,

sürü halinde yaşayan kabile insanı hep birlikte bir antilobu ya da sığırı avlayabilir..

sürünün "ortak çıkarı" için ortak hedefler belirlendiği anda,

zaten ortaya ahlaki bir kriter koymuş oluyoruz..

Link to post
Sitelerde Paylaş

eline sağlık ıfeelgood

ahlakı; gökten zembille inen bir meziyet sananlar da var bol bol,

ahlak'ı dinlerin tekelinde gören ve dinsel ahlakı başkalarına dayatanlar da var..

bu açıdan bakınca, çok faydalı bir başlık olmuş..

öncelikle kireç'in yazdığı bişey dikkatimi çekti,

ona değiniyim..

sonra da konu sosyoloji ile direkt ilgili olduğu için,

ekleyeceklerim de olabilir...

ahlak dediğimiz şey, mutlak değil..

sabit/statik değil..

dolayısıyla ayakta tutulması değil,

evrilmesi, dönüşmesi, değişmesi gerekir -ki öyle de oluyor zaten binlerce yıldır..

ve "iyi ki değişken bir kriterdir" diyenlerdenim ben ..

mesela üremek ya da -sanatçılar için- üretmek

dünyaya yaşadığımıza dair bir iz bırakmak dürtüsü değil midir birazda ?

hayatın anlamını bu bırakacağı izde bulan insanlar da var..

"tanrıyı elden kaçıran kimseler, ahlak'a olan inancına daha çok sarılır" diyor bıyıklı faşist (:

hem beden olarak kendimiz,

hemde -örneğin- mağara duvarına çizdiğimiz bir imge,

fosil olarak kalıyor zaten bizden sonrasına..

ama velev ki izimiz kalmasın bu dünyaya,

dünyanın bizde bıraktığı izler neyimize yetmiyor ?

insan tutunacağı mutlak ya da manevi bir değer arıyor bazen..

bunu ahlak da, vicdan da, adalet de bulmasına şaşırmıyorum ben şahsen,

fakat kendisinde zaten varolan bu değerleri,

yaşadığı sosyal çevre, çoğu zaman din/tanrı tekelinde dayatıyor insana..

hal böyle olunca da, dinlerden tanrılardan/dogmalardan bağımsız bir ahlak'a dair önyargılar da beslenmiş oluyor malesef..

öyle ya: kimin ahlakı... hangi ahlak gibi sorular var (:

göreceli dediğimiz bir ahlakın

"kime göre ahlaki" olarak algılanacağı sorusu,

malesef çoğu zaman yanlış anlaşılmamıza yol açıyor..

biraz da sosyoloji:

(herkesin anlayabilmesi için mümkün olduğu kadar az bilimsel terim kullanmaya çabalıcam)

ahlakın sosyolojideki tanımına bakarsak

salt bireyin kendisi için değil de,

mensubu olduğu habitat'ın, sosyal ve doğal yaşam alanın tamamı için

sürü'nün bütünü için önceliği belirleyen bir kriterdir ahlak dediğimiz..

sürünün bütünü için ise, öncelikler değişim halinde..

çünkü sürünün kendisi de, bireylerin, nesillerin, sürünün coğrafi/doğal konumunun değişimi ile doğru orantılı..

aidiyet duygusu da bu yüzden önemlidir zaten..

sürü derken yanlış anlaşılmasın tabi..

siz orada sürü yerine aile/kabile/mahalle/köy/kent vb. de koyabilirsiniz..

insan -türünün evrimsel bir gereği olarak- sosyal bir canlı..

insanın asosyal bir yaşamı tercih etmesi de,

mağaralarda dervişlik oynamayı da tercih etmesi mümkün herzaman (:

fakat mağaradaki bir derviş-insan,

kolaylıkla bir ayıya ya da yarasaya yem olabilirken,

sürü halinde yaşayan kabile insanı hep birlikte bir antilobu ya da sığırı avlayabilir..

sürünün "ortak çıkarı" için ortak hedefler belirlendiği anda,

zaten ortaya ahlaki bir kriter koymuş oluyoruz..

Sevgili murat-tlv,

Ahlaki anlayışın değişmemesi mümkün değil ve evet aynen dediğin gibi, iyi ki de değişiyor. Eğer değişmeseydi dinlerin dayattığı o ilkel anlayışı bugünkü anlayışımızla eleştirebiliyor olamazdık, ya da yukarıda da değindiğim ürkütücü Hammurabi Yasaları'nı..

İnsan kültürel olarak da evriliyor ve ahlaki duyarlıklarının farkında. Onları reddetmek, yemek yemeyi reddetmekle özdeş. Tüm duyguların biyolojik kökeni var ve dolayısıyla tepkisel davranışlarımız ortaya çıkıyor.

Ancak ikili ve sosyal ilişkiler, ahlaki yargılarımızı zaman zaman gözden geçirmemiz gerektiğine de işaret ediyor. Geçmişteki yargıları sadece bunu yapabilme yetimizle eleştirebiliyoruz ve ne iyi ki bunu yapabiliyoruz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

bir insan ahlak diye kendini neden kısıtlar, kısıtlamak ister ki de ateizmde ahlakı ispatlamaya çalışır? hayvan değil misiniz? neden en az onlar kadar özgürce yaşayabilmenin yollarını aramazsınız? hayatın bir anlamı ve amacı olmadığına göre, herşeyi bir "anlam" vermeye çalışmanın "amacı" nedir? "bugün var, yarın yok" değil midir felsefe? o halde ölüm sonrası yokluğa inandıktan sonra kim takar ahlakı?

Hayvanız tabii, sen de hayvansın. Bu bana müthiş bir şey olarak görünüyor ve buradan yola çıkıp bir yıldız tozu olduğum gerçeğine kadar ulaşıp adeta büyüleniyorum.

Sırf bu nedenlerle özgürüz zaten. Özgür olmak için duygu ve duyarlıklardan sıyrılmak veya onları reddetmek gerekmiyor. Ne oldukları iyi anlamak yeter.

Hayatın anlamı ve amacı bir Tanrı'ya ibadet edip onun gönlünü hoş yapmaktan başka amaç edinmemekse, tüküreyim ben o hayata diyorum. Boşa yaşıyorsunuz, Allah sizi kahretmesin...

Aptal saptal yalanlar içinde yaşayıp hacim ziyan ediyorsunuz. Başka da bir işleviniz yok.

Sinirlendim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

o halde ölüm sonrası yokluğa inandıktan sonra kim takar ahlakı?

Adam haklı.

Daha gerçekçi, ''yere basan'' cevapları var bu sorunun ve anlamasalar bile onları vermek gerek.

Ahlakı neden takar ateistler? Teist yada ateist ikisinde de aynı neden vardır temelde. Ahlak sağladığı yararlar kadar değerlidir -diğer herşey gibi-.

Teistler cennete girmek için (kendirince uydurdukları) ahlaka bağlıdırlar.

Ateistlerde bu dünyadaki kısa yaşamlarını huzur içinde tamamlayabilmek için akla yatan ahlaka uyarlar. Yada uymak zorunda kaldıkları ahlaka.

Evsizler yurdunda kalıyorsan, ordaki insanlarla iyi geçinmek zorundasındır, yoksa seni dışarı atarlar ve yine kartonlar üstünde uyumak zornda kalırsın. Bu yüzden herkese karşı iyi olursun, sevmesende, istemsende olursun. İşte budur ahlak. Lafın en kısasıyla.

Link to post
Sitelerde Paylaş

180 derece eksende değişebilen ilkeler ve kuralların bir sistematiği olamaz.

Yani özetle fazla kasmaya gerek yok.

Ahlak diye sabit bir şey yoktur.

Bugün ahlaksız olan kavramlar bin yıl sonra ahlaki olabilir.

En korkunç, en ahlaksız, en iğrenç sayılan davranışlarda bile olabilir bu.

Ama ahlak adı altında bir vicdani duruma şu şekilde katılabilirim.

"Nesnel olay, olgu ve durumlara, nesnelliği ön planda tutan öznel tutumlar"

Yani herşeye maksimum nesnellik ve empati ile yaklaşmak.

Ahlaki olarak kabul edilebilecek tek ilke budur.

Yoksa bundan bin yıl sonra insanlar hastalananları kesip yemeye başlayabilir, dikkatsizleri tongaya düşürüp canı da dahil herşeyini almaya başlayabilir.

Aklınıza hayalinize gelmeyecek çoğu korkunç şeyi yapabilir. Ve bu bir genel ahlak kuralı olarak yerleşebilir bile.

Bunun garantisi yok.

Şartlara göre şekil alan bir yerde hiçbirşeyin garantisi yok.

Toprak ve su insanı besleyemez hale geldiğinde insanlar yamyamlığa bile başlayabilir.

Hatta sırf yemek için milyarlarca insan klonlar, üretir, büyütür ve yer.

Dediğim gibi geçerli olabilecek bir kural varsa, bağlanabilecek bir ilke var sa, o da herşeye maksimum nesnellik ve empati ile yaklaşmak.

Yoksa üzülerek belirteyim, maalesef, ahlak 180 drece değişken bir şeydir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kısaca ahlakı, insanların menfaatleri için uydurduğu soyut kavramlar diye nitelebiliriz

Burada anlatılana, yani ahlakın evrimsel kökenine bakınca, ahlakı, insanların menfaatleri için uydurduğu soyut kavramlar diye niteleyemeyiz.

Ahlaki davranışlar birer modeldir ve duyguyla-duyarlıkla ilgilidir ve bu temel ihtiyaçları karşılamak zorunluğu vardır.

Uydurulanlar, temel duyarlıkları istismar eden öğretilere ait olan ahlaki zorlamalardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

evrimsel bakış açısıyla ahlaki davranışlar işe yarayan davranışlardır...

işe yarayan demek yani doğal seleksiyon mekanizması tarafından elenmeye engel olma konusunda işe yarayan demektir...

işte bu işe yarayan davranışlara biz ahlaki doğru iyi pek güzel filan deriz...

bu konuda işe yaramıyan davranışlara kötü tü kaka deriz...

Link to post
Sitelerde Paylaş

evrimsel bakış açısıyla ahlaki davranışlar işe yarayan davranışlardır...

işe yarayan demek yani doğal seleksiyon mekanizması tarafından elenmeye engel olma konusunda işe yarayan demektir...

işte bu işe yarayan davranışlara biz ahlaki doğru iyi pek güzel filan deriz...

bu konuda işe yaramıyan davranışlara kötü tü kaka deriz...

Di mi?

Ama bildiğimiz bir gerçek daha var ki, evrim iyi ya da kötü ayırmıyor, veya sadece bizim ruhumuzu okşayan ve yararlı saydığımız davranışları kullanmıyor.

İşe yaramadığını ve zararlı olduğunu, senin deyiminle "tu kaka" davranışları da hala yapıyoruz, demek ki işe yaramışlar bir şekilde. Hala elenmemiş, hala sürüyor.

Kötülük sorunundan bahsediyorum. Kötü yanımız da var ve hala elenmiş değil. Belki de işe yaramışlardır..

Kötülük sorununu da ayrıca işlemek gerek belki. İnsan katildir, tecavüzcüdür, gaspçıdır, saldırgandır, bedavacıdır, kendi bebeğini bile öldürür vs vs..

Makyavelci içgüdülerimiz de var bizim. İlginç olarak zekayı geliştiren güdülerdir aynı zamanda. Manipüle etmek manipüle edilmekten daha fazla zeka ve enerji isteyen bir iştir, daha çok beyin gücü gerektirir ve ilk insanlar karşılıklı etkileşimde bu yönteme epeyce başvurmuştur. Grubu bir arada tutmak, yönlendirmek, denemek ve birtakım şeyleri yapmaya ikna etmek vb. her şey için... Fakat kötüye kullanmak da bir hayli mümkündür ve muhtemelen kullanılmıştır. Bu tek bir örnek..

Link to post
Sitelerde Paylaş

demek istediğim bu bakış açısında bir eksiklik var sanki...

insanı çok bencil menfaatci gösteriyor...

ahlakı da öyle...

insanın ve ahlakın daha yüce bir anlamı olmalı...

hayvanlardan biraz farkımız olmalı...

tamam biyolojik olarak hayvanız ama psikolojimizin daha ulvi bir damarı olmalı...

anne sevgisini eş sevgisini vatan sevgisini yavruya olan sevgiyi hep evrimsel çıkarlara dayanarak anlamak insanı incit miyormu...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hani şu klasik geyik vardır ya, sevmek bile bencilliktendir, insan, sevilmeyi beklediği için sever.

Sen şimdi ahlakın kökenine inildiğinde de benzeri bir çıkarsama yaptın ve bir parça rahatsız oldun. İnsanın, kendisini başkaları için feda etmesi bile aslında bir tür bencilliğnden.

Anne babalık, iyilikseverlik, özgecilik vb. her şey aslında kodlu olduğumuzdan..

Ben hiçbir şeyi, istisnası olmadan söylüyorum, kutsal sayamıyorum. Hiçbir zaman sayamadım. Çok değerli bulduğum, büyük saygı beslediğim değerler var elbette, bazılarına da sıkı sıkıya bağlıyım belki ama kutsal değiller.

Kutsallık da sanırım bize öğretilmiş bir kavram. İçeriğini, anlamını, nedenini bilmeksizin derin saygı beslememiz beklenmiş ve dolayısıyla da yüceltilmiş.

Ruhani bir kavram ama benim manevi dünyam için tatmin edici değil mesela. İtici hatta.

Yani bu, bakış açısı meselesi, yorum meselesi, düşünmeye koşullandığımız biçime bağlı bir mesele.

Bir şeye/şeylere kutsallık atfedilmişse, o bir kandırma aracı olarak kullanılıyor demektir. Dikkat et, kutsal olduğu varsayılan tüm değerler, onu kutsal ilan edenlerce, o kutsallığı kullanırken yerle bir edilmiştir aslında. Çünkü içi boş bir tanımdır, anlamı gerçeğinden daha büyük görünsün diye kullanılmıştır..

Asıl incitici olan bu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hani şu klasik geyik vardır ya, sevmek bile bencilliktendir, insan, sevilmeyi beklediği için sever.

Sen şimdi ahlakın kökenine inildiğinde de benzeri bir çıkarsama yaptın ve bir parça rahatsız oldun. İnsanın, kendisini başkaları için feda etmesi bile aslında bir tür bencilliğnden.

Anne babalık, iyilikseverlik, özgecilik vb. her şey aslında kodlu olduğumuzdan..

Ben hiçbir şeyi, istisnası olmadan söylüyorum, kutsal sayamıyorum. Hiçbir zaman sayamadım. Çok değerli bulduğum, büyük saygı beslediğim değerler var elbette, bazılarına da sıkı sıkıya bağlıyım belki ama kutsal değiller.

Kutsallık da sanırım bize öğretilmiş bir kavram. İçeriğini, anlamını, nedenini bilmeksizin derin saygı beslememiz beklenmiş ve dolayısıyla da yüceltilmiş.

Ruhani bir kavram ama benim manevi dünyam için tatmin edici değil mesela. İtici hatta.

Yani bu, bakış açısı meselesi, yorum meselesi, düşünmeye koşullandığımız biçime bağlı bir mesele.

Bir şeye/şeylere kutsallık atfedilmişse, o bir kandırma aracı olarak kullanılıyor demektir. Dikkat et, kutsal olduğu varsayılan tüm değerler, onu kutsal ilan edenlerce, o kutsallığı kullanırken yerle bir edilmiştir aslında. Çünkü içi boş bir tanımdır, anlamı gerçeğinden daha büyük görünsün diye kullanılmıştır..

Asıl incitici olan bu.

çok değerli bulduğun büyük saygı beslediğin şeyler aslında senin bir şekilde çıkarlarına en çok katkı yapan şeyler....

sana zarar veren şeylere ne saygı ne de sevgi duyabilirsin...

çıkar odaklı birer hayvanız fikrini veren evrimsel ahlak görüşü insana ait tüm yücelikleri değerleri işte böyle basitleştirip küçültüyor...

ne kadar çıkar o kadar değer...

Link to post
Sitelerde Paylaş

İnsanların ahlak anlayışı zamana ve mekana göre değişir. Dendiği gibi "aslında bencillikle kardeştir"

Yarasalar genç ve çömezlere neden yardım ediyor? Belki de neslinin devamı için??? Bir annenin evladını koruması annelik duygusundan mı? Yoksa neslinin devamı olmasından mı?

Savaşlarda yanındaki arkadaşını korumak aslında savaşta tek başına kalmamak için olabilir mi?

Ancak bana göre kanunlar (din-devlet farketmez) insanlara bu konuda bir standart yaratmak için yapılırlar. O yüzden çoğu şey neredeyse tüm toplumlarda aynı ahlak anlayışındadır. Mesela tecavüz, pedofili, hırsızlık, haksız yere adam öldürmek, bunlar tüm toplumlarda ahlaksızlıktır.

Aslında ahlak tek başına insanın yapabileceği bişey değil. Tek başına yapmaya kalkarsa bu bencilliktir. Yani aslında kendini düşünmektir. (Yukarıda verdiğim örnekler)

Aslında ahlak kanunlara veya din kurallarına uyumu gösterir. Yani bu kanunlara uyan kişi ahlaklıdır diyebiliriz...

Link to post
Sitelerde Paylaş
 

çok değerli bulduğun büyük saygı beslediğin şeyler aslında senin bir şekilde çıkarlarına en çok katkı yapan şeyler....

sana zarar veren şeylere ne saygı ne de sevgi duyabilirsin...

çıkar odaklı birer hayvanız fikrini veren evrimsel ahlak görüşü insana ait tüm yücelikleri değerleri işte böyle basitleştirip küçültüyor...

ne kadar çıkar o kadar değer...

 

Bu senin yorumun ama. Ben böyle düşünmüyorum, o değerleri küçültmüyor veya küçümsemiyorum. Hatta bildiğini düşündüğüm gibi, bu forumda bile daima iyi bir dünyada yaşamak istediğimizden sözederek o değerlere bir şekilde hizmet ediyorum kendimce, ediyoruz.

 

Düşünsene kireç.. Ahlakın, iyiliğin veya güzel olan ve ihtiyaç duyduğumuz bütün o duyguların nedenini bilirken hala onlardan bahsetmek, onların daha çok yaşanmasını istemek, ille de kutsal sayarsak mı değerli olacak? Öyle saymayınca değeri neden küçülsün?

Yüzbinlerce, milyonlarca yıldır var o duygular. Hepsi de insana ait. Kutsallık atfedip doğaüstü bir şeymiş gibi hissetmek istemekte de bir sakınca yok bence.

 

Sadece bana çok küçültücü görünüyor, rahatsız ediyor.

Bir de, istisnasız hemen öğretide ahlak, aslında çıkar ilişkisi üzerine kurulmuştur. Çıkar ilişkisi deyince kötü bir anlam çıkıyor, kaba duruyor ama biz başlık boyunca neden sözettiğimizi anlattığımız için şimdi bir kere daha açıklamayalım.

Binlerce yıldır felsefenin belki iki temel konusudur iyilik ve kötülük.. Evrimsel görüş de dahil hemen hepsi ortak bir yerde birleşirler: "Altın Kural"

"Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma." Veya "Sana yapılmasını istediğin/beklediğin davranışı, sen de başkalarına göster" ilkesi. Milyonlarca yıldır aynı ilke geçerli.. Bu sana da çok büyüleyici görünmüyor mu? Bu kadar aynı olmak; yani bizimle aynı koşullara maruz kalsalardı, diğer hayvan türlerinin de bugün ahlaki duyarlıklardan bir yığın ilkeler yaratıp da onu sistemli yapılara dönüştürmelerinin mümkün olduğunu bilmek, ortada pek öyle kutsallık falan bırakmıyor.

Ve bu insanı küçültmek demek değil. Gerçek bu sadece..

Link to post
Sitelerde Paylaş

ne bileyim...

bu çıkar odaklı yaşam mücadelesi...

çıkarlarını en çok koruyabilenin doğal seleksiyonla seçilip doğru haklı kabul edilmesi...

bencilliğin her şeyin temel nedeni gibi gösterilmesi benim devreleri yakmış anlaşılan...

kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma ilkesinin altında bile deştiğinde bencillik çıkıyor...

kendi bencil çıkarlarımı en güzel koruyan ilke bu çünkü...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Jen unpinned this Başlık
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...