Jump to content

Laikliğin mantıksal gerekçesi


Recommended Posts

Allah, tanım gereği insanları bizzat kendi yaratmış olduğu için, insan doğasının ne olduğuna da gene kendi karar vermiştir. Bu yüzden insan doğasının ne olduğuna, bunun zayıf ve güçlü yanlarının ne olduğuna, ne türlü potansiyellere sahip olduğuna, insanlarda daha olumlu bir yönelim ve davranışa, yaratıcılıklarını ve kendi potansiyellerini de gerçekleştirme imkanını da mümkün olduğunca örselemeden ve ruhlarını ezmeden, hangi toplumsal kural ve kaideler ile teşvik edilebileceğinin bilgisine, yani eskilerin tek kelimeyle "hikmet" veya "bilgelik" dediği bu bilgiye Allah tanım gereği sahiptir.

Yukarda bahsettiğimiz şekliyle hikmet veya bilgelik insanlar için elde edilmesi çok zor, belki de imkansız birşeydir. 2500 yıllık felsefe tarihinde insanlığın en parlak dimağları bu konuda çok fazla bir ilerleme kaydedememiştir. Burdan çıkan sonuç şudur: Eğer ki Allah bize bu hikmeti vahiy yoluyla vermezse o zaman elimizde geriye tek kalan deneme yanılma yöntemi, "akıl akıldan üstündür" kaidesi gereği kendi aramızda istişareler ve münazaralar, başka toplumların deneyimlerinden kıyasla dersler çıkarmaya çalışmak gibi şeyler kalır, ki bu da günümüzün liberal demokrasilerinde meclis, basın, akademi ve sivil toplum örgütlerinin varoluş mantığıdır.

Ne şanslıyız ki bugün elimizde tam da Allah'ın vahyi olduğu iddia edilen bir kitap bulunmaktadır. Bize tek düşen bu kitabı aynen uygulamak ve toplumsal ve kültürel alanda hayırlı meyvelerini toplamaktır. Bazı uygulamaları ve tarihsel gerçekleri günümüz insanlarında bir ikrah ve şüphe uyandırsa da, bu tepkinin bir hastanın iyileşmesi için içmesi gerekli olan şurubun terkibini ve faydasını anlamadan sadece kötü tadına odaklanmasına benzetilerek anlaşılması, ve bu reçetenin uygulanıp hayırlı sonuçların gelecekte illa ki toplanacağına inanılması ve sebat edilmesi gerekir.

Diğer taraftan devlet denilen şey milyonlarca insanın katılımıyla, yani temelde bu devletin varolduğuna inanmasıyla ve öyleymiş gibi konuşması ve davranmasıyla şekillenen matriste varolabilen hayali birşeydir. Kısacası devlet insanlar karar verdiği için vardır. İnsanlar açısından devlet temelde vergi toplayan bir kurum olduğu için de insanların kazançlarının bir kısmına ortak olacak bu kurumun niye varolmasına karar verdiği sorusuna bir cevap bulmak gerekir. Çünkü insanlar gereksiz yere kendilerine vergi diye bir yük çıkaracak birşeyi niye icat etsinler? Burdan çıkan sonuç indevletin lazım olduğudur, fakat bu lüzum nedir?

İngiliz filozoflar John Locke (1632-1704) ve Thomas Hobbes (1588-1679), ve Fransız filozof Jean-Jacque Rousseau (1712-1778) bu sorunun cevabını ararken insan toplumunu devlet-öncesi ilkel halinde veya devletsiz ve anarşik halinde hayal edip böyle bir durumun neye benzeyeceğine dair spekülasyonlar yapmış, bu yöntemle devletin hangi maksatla icat edildiğini ve niye lazım olduğunu bulmaya çalışmışlardır.

Bu felsefi araştırmalardan devleti bir "toplumsal sözleşme" olarak görme eğilimi çıkmıştır. Buna göre devletin icat edilmesini gerektiren problem temelde insanların kendi karınlarını doyurmaya ve çocuklarını yetiştirmeye çalışırken canlarını ve mallarını eşkiyadan koruma problemi, yani asayiş problemidir. Bu işleri idare edecek bürokrasiden, toplumun asayişini koruyacak bekçilere devlet memuru olarak beslenecek bu yeni meslek erbabının yeme ve içmesinin karşılanması başta olmak üzere, bu "devlet" projesinin bütün icraatlarının, inşaatlarının, demirbaşın tedarik ve bakımının, tamiratının ve benzeri bilumum masraf ve maliyet "vergi" adı verilen bu harçlarla karşılanacaktır, ve daha önemlisi insanlar bu düzeni belki bilinçli belki bilinçsiz olarak, ama her halükarda kendi çıkarlarına bir düzen ve proje olarak icat etmiştir. Bu yüzden mezkur filozoflar bu olayı bir "toplumsal sözleşme" olarak anlamaya çalışmışlardır.

Toplumlar daha geliştikçe ve sofistike hale geldikçe devletin görevleri askeriye, emniyet, yargı ve belediye işlerinin ötesinde insanların çocuklarının eğitimi ve sağlık hizmetlerinin gene ortak bir fonla organize etme dahil daha çok alana yayılmaya başlamıştır. Bu gelişme de gene insanların ortak kararı ve sevkiyle olmuştur.

Ortaya çıkan sorunların bazılarının kolay cevapları varken bazı sorunlar daha zor hatta sürekli olarak ihtilaflı kalacakmış gibi duran sorunlardır. Mesela insanlar toplum üyelerinin canları ve mallarının korunması konusunda hemfikirken, ihlal ve tecavüz eden mücrimlerin cezalandırılmasının şekli konusunda ihtilafa düşebilmektedir. Veya toplumun tüm mensuplarının çocuklarının ortak bir müfredat ile ve kamusal ortak bir fonla finanse edilen kurumlarda eğitilmeleri herkese faydalı bir fikir gibi gözükürken, bu müfredatın içeriği konusunda, özellikle din, dil ve tarih konularında ihtilaflar oluşabilmektedir.

Bu noktada hikmet veya bilgelik konusuna geri dönebiliriz. Acaba suçluları cezalandırırken amaç caydırma ve kısas mı olmalıdır yoksa rehabilite ve topluma kazandırma mı? Hangisi asayiş ve maliyet açılarından toplumun daha faydasınadır? Acaba çocuklarımıza daha çok bilim ve teknik ağırlıklı bir eğitim mi yoksa din ve ahlak ağırlıklı bir eğitim mi vermemiz faydamızadır?

Bu soruların cevabını kesin olarak bilmek heralde "hikmet" denilen şeye sahip olmaktır. Hemen herkes başkasının canını veya malını ihlal veya taciz eden bir kimsenin haddi aştığını kendi vidanında duyar ve bunun ismini koyabilir. Ama bunun ötesindeki etik sorularda vicdanın matematiksel kesinlikle, mesela "bu suçun tam cezası 3 yıl 2 ay 12 gün 2 buçuk saat hapistir" gibi bir netlikte görebilmesi, veya insanın fayda hesaplama yetisinin "çocuklara yüzde şu kadar din öğretsek, yüzde şu kadar bilim, ve şu kadar teknik, karşı cinsten öğrencilerle aynı ortamda bulunmaları ve etkileşimlerini şu kadar dakika süre ve mesafede tutsak, ve onlara şu hikayeyi ve bu tarihsel olayı şu kadar kere tekrar edersek onlar açısından ve toplumumuzun geleceği açısından en faydalı sonucu alırız" gibi bir hesaplamayı yapabilmesi mümkün değildir. Bu sadece vidan ve fayda hesaplama hassalarımızın ne kadar net görebildiği ile alakalı değildir, çünkü kültürün, özellikle diğer toplumların da dahil olduğu bir devasa diyalektikte, nasıl gelişeceğini, olayın içindeki faktörlerin sayısını gözönüne alırsak, bir kapta çalkalanan bir sıvının hareketini tahmin etmek kadar imkansız bir problemdir.

Peki ya Allah bize bir vahiy ile kesin sonuç alacak bir reçete ve program sağlamışsa? Ya milyonlarca müminin dediği gibi elimizdeki kutsal kitap gerçekten de Allahın sözü ise? Allah insan doğasını, faziletlerini ve zayıflıklarını, potansiyelini ve ihtiyaçlarını, ve insan toplumlarının tekamülündeki bütün mümkün yolları ve ihtimalleri sonsuz ilmiyle bildiği için aradığımız "hikmet" zaten bu vahiy olduğuna inanılan ve iddia olunan kitabın bize sunduğu kanunlarda ve kaidelerde değil midir?

Eğer gerçekten Allahın vahyine sahipsek o zaman hikmete de sahip olduğumuza inanmak için elimizde çok iyi bir sebep vardır. Önümüzdeki tek problem elimizdeki kitabın gerçekten de vahiy mi yoksa insan sözü mü olduğu sorusuna, devlet işlerinin gerektirdiği bir ciddiyet ve kesinlikle cevap bulunmasındadır. Çünkü açıktır ki milyonlarca insanın hayatını ve geleceğini ilgilendiren bir konu sadece iman ve hissetmeye dayanan bir temelde duramaz. Sorgulanmadan, ve ilahi kaynaktan gelen bir kesin bilgi ve hikmet olarak görülüp uygulanacak bir kanunlar ve kaideler sisteminin aslında "eskilerin masalları" olma ihtimali problemine çözüm olarak "iman etmek" yoluyla sorunun görmezden gelinmesinin tavsiyesi, milyonlarca insanın kaderini ve geleceğini ilgilendiren, "devlet" gibi insanların en temel varolma ve çocuklarını yetiştirme projesinin desteği olmak üzere kurulmuş ve insanların kendi emeklerinden arttırdıkları ile finanse edilen bir kurumun en temel kaidelerini belirleme konusunun ciddiyetinin yanında yetersiz kalıyor.

İman etmek demek delil olmadan güvenmek ve kabul etmek demektir. Bunun dostlar ve akraba arasındaki ilişkilerde olduğu gibi, insanın kendi iç dünyasında Allah ile olan ilişkisinde de bir fazilet olduğu genel bir kabuldür. İnsan Allah'ın kendi hayatındaki planını bazen anlamakta güçlük çekip, Allah'ın kendisi hakkındaki iyi niyetinden veya Allah'ın karakterinin iyiliğinden kuşkuya düştüğü zamanlarda bu konularda iman etmesi, Allah'ın iyi olduğuna ve insanın başına gelen kötü şeylerin de bir anlamı ve hedefi olduğuna inanılması bütün dinlerde tavsiye edilir. İnsanlar kendi yakınlarının, hatta ebeveyninin de bazen incitici sözleri ve davranışları ile maksatlarının ne olduğunu her zaman anlamazlarsa da iyi niyetlerinden kuşku etmemeyi tercih ederler ve bu herkes tarafından bir fazilet olarak bilinir.

Vahiy olduğu iddia edilen bir kitabın öyle olduğuna iman etmek Allah'a iman etmek değil, bu kitabı insanlığa sunan kişinin şahsına ve güvenilirliğine itibar edip güven duymaktır. Geçmişte yaşamış olduğu için şahsen tanıyıp güvenmemiz mümkün olmayan bir şahsın hayatı ve karakteri ile ilgili, çoğunlukla kendi erken dönem takipçileri tarafından derlenmiş pek çok tarihsel anekdot sayesinde bu insana karşı bir güven duymak, itimat etmek ve sunulan kitabın Allahın vahyi olduğuna kesin delil olmasa da inanmak yüzyıllardır milyonlarca insanın iç dünyalarında, kendi maneviyat yolculuklarında pişman olmadan attıkları bir adım olmuştur.

Fakat bir insanın kendi hayatı ile böyle bir kararı vermesi kendi kişisel hakkı iken, kamusal bir konuda kesin bilgi olmadan iman üzerine koca bir devlet kurumunu kurmak, veya bu yolda mücadele edip örgütler kurmak, entrikalar çevirmek, veya bazı üklkelerde olduğu gibi milyonlarca insanın evlerini terketmesine ve evlerinin yıkılmasına yol açacak şekilde iç savaşlarla bu projede ısrarcı olmak, sanki, bir insanın kendi maneviyat younda, kendi hayat planında, bu imanın yanlış çıkma ihtimalinin riskini bile bile kendi hayatı ile böyle bir kumar oynama hakkının ötesine geçen, ve artık kendisinden başka insanların hayatlarıyla kumar oynamaya başlamış, temel bir ihlal ve tecavüz durumu gibi gözüküyor.

Bu noktada tekrar devletin ne olduğu, insanların temel geçim ve evlat yetiştirme projelerinin bu kurumun varolmasındaki temel rolü, insanların ruhuna ve can ve mallarına faydalı olanın ne olduğuna dair kesin bilgiye ulaşabilmenin ne kadar zor olduğu tekrar hatırlayalım. Bu problemin çözümünde kolaya kaçmanın, iyice düşünmeden hayat memat meselesi bir konuda nerdeyse zar atıp sonra da bu programı organize olup, devlet dışında bir organizasyonu olmayan sıradan vatandaşa, sonucu sadece yıkım olan emrivakilerle dayatmanın, aslında temel amaca, yani tek tek ailelerin güvenliği, çocuklarını sükunet içinde yetiştirme ve nihayet torunlarını görme amacına ne kadar hilaf sonuçlar doğurabileceğini gözönüne almamız gerekir. Bu amaca hizmet etmek için kendilerini adamış olduğunu iddia eden insanların bu iddialarında, kendilerine ve diğer insanlara karşı, ne kadar samimi olduklarının kuşkuya açık olduğunu görmek faydamızadır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslamın egemen olduğu yerler,nedense arabistana dönüşüyor gün sonunda.İslam yapısı nedeniyle araplaştıran bir dindir.O yüzden Allahta arabın putudur.Bu da gelmiş,Allah yarattığını iyi bilir diyip,kuran gibi saçmalıklarla dolu bir betiği övüp,arabın dinini allayıp,pullayıp bize pazarlıyor.Şu açık ki sizler,arabın kutsal afyonuyla kafayı bulan,arap emperyalizminin,arap yayılımcılığının  uşaklarısınız.Yüzyıllar boyunca atalarınız arabın kutsal afyonunu kuşaktan kuşağa aktardı.Sizler de arabın kutsal afyonuna bağımlı oldunuz,bağımlılığınızı sürdürebilmek için,kutsal afyonunuzu kaybetmemek içinde ,tutarsızlıklarla,çelişkilerle,mantıksızlıklarla,saçmalıklarla dolu bir betiğin kusursuz olduğuna,bu betiğin Tanrı katından geldiğine inanıyorsunuz,bu kutsal afyonu da çok güzel,kusursuz,sonsuz bir güç tarafından gönderildi  diyip başkalarına sunmaya,pazarlamaya çalışıyorsunuz.Kutsal afyonunuzu kaybetmemek için bunu yapmak zorundasınız,kendinizi başka türlü hoşnut edemezsiniz.Sizin korkularınız var,yaşamın anlamını kaybetme korkusu gibi,boşluğa düşme korkusu gibi.O yüzden siz dincilerin,dinle kafayı bulanların,kutsal afyona bağımlı hale gelenlerin,kutsal afyonu kaybetme korkusu olanların,din konusunda ki düşüncelerinin en ufak bir değeri,önemi yoktur.Çünkü kutsal afyona bağımlı olanlar,kutsal afyonlarını kaybetmemek için,eğer de,büker de,gerçeklerin üstünü örter de,gizler de.Durum buyken,din kutsal bir afyonken,bu kutsal afyon tarafından kuşatılıp, ele geçirilen,yönetilen bir beyinden çıkan düşünceler ciddiye alınabilir mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allah tanım gereği insanlar tarafından yaratılmış olduğu için nasıl bir tanrı olduğuna da insanlar karar vermiştir. Fakat allah denen tanrı himmet ve bilgelikle değil, cehalet ve ilkellikle yaratılmış bir tanrıdır. Sorunu da tam olarak budur. Insanlığn sahip olduğu tüm kültürel birikim insanlar tarafından yaratılmıştır. Hazır verili hiç bir şey yoktur.

Devletin ise din ile hiçbir alakası yok. Din temelli devlet kökten yanlıştır. Böyle bir şeyi aklından bile geçirmek cehaletin dibidir, insanlıktan hiç bir nasip alamamış ilkel bir yobazlıktır. Insanları bu uydurduğumuz dinin allah adlı tanrıdan geldiği yalanıyla kandıralım ki onları sömürebilelim demek en büyük ahlaksızlıktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
2 hours ago, dupont said:

Allah, tanım gereği insanları bizzat kendi yaratmış olduğu için, insan doğasının ne olduğuna da gene kendi karar vermiştir.

İlk satırdan sonrasını okumaya gerek yok. Adam daha ilk satırda Allah denen putun "tanım gereği" diyerek insan ürünü olduğunu fark etmeden ortaya koymuş ama ne dediğinin farkında bile değil.

 

Link to post
Sitelerde Paylaş

Laiklik, din içerikli tüm kurum ve kamut (resmii) çalışanlarının, dini ritüel yapmalarını, mesai saatleri içerisinde engelleyemiyorsa yok hükmündedir. Laiklik ilkesine duyulan gereksinme, insanlarda din sorgulatma eşiği için değildir, devleti mistik eylemlerden korumaktır. Laiklik ilkesi islam tarafından ezilmesinden ötürü 95 yıldır biz, düşüne düşüne; allah adlı tanrı eğer gerçek olsaydı, ilk ve son ilahi kurallarını ve haliyle tek din olarak islamı göndermesi gerektiğinin ve elbette tek kitap olarak kur'an'ı yazırmasının anlamlı olabileceğini kavrardık.

Bunları kavramanın tersine, uzay çağında mistizme gömüldük. Bir taneden fazla ilahi dinin, bir taneden fazla kutsal peygamberin, bir taneden fazla hükmedici kitabın mevcut olmasının, tüm bunların yerel kültürleri ile harmanlanmalarının, onların o bölge insanlarının birer ürünü oldukları sonucuna vararak anlamış olmamaz gerekirken, 1 üfürükle 12 israil uçağı düşürebilen islam argümanlarını halen daha gerçek sanarak inanmaya devam ediyoruz.  

tarihinde Engse Hohol tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

İslamın bakış açısından müslüman insanların laikliğe güven duygusu tamdır, tepe noktadadır. Müslümanların laik batı devletlerinden üşüşürcesine vatandaşlık talep etmeleri laikliğe duydukları güvenin işaretidir.

Laikliğin bakış açısından laik insanların, islama güven duygusu hiç olmamalıdır ama bu erek Türkiye'de ayarsızdır, dengesizdir. islam tanrısı, namaz ve oruç gibi farz ibadetlerini mazeretsiz yapmayanlara ve mazereti olup, mazeretini kefaret ile ödemeyenlere cehennem cezası öngörmüştür ama laik müslümanlar bu konuda allah'a inanırlar, allah'ın sözü olan kur'an'a inanmazlar.

Muddesir 43; Sizi cehenneme koyan şey nedir diye sorulduğunda diyecekler ki "namaz kılanlardan değildik biz".
Meryem 59; Namazı kılmayanlar ve şehvetlerine uyanlar gayya kuyusuna gireceklerdir.

Allah'a inanıp da islamı yaşamaktan uzak duran laik müslümanlar;
Açın kur'an'ı bakın "benim kalbim temiz diye düşünüp imanın 6 şartını, islamın 5 şartını yapmayanlar cehenneme girmezler" mealinde ayet varmı?

Link to post
Sitelerde Paylaş

İlk kez İncil kutsal kitabını İngilizce diline çevirdiği için 6 Ekim 1536 tarihinde, dine saygısızlık gerekçesiyle meydanda asılarak idam edilen William Tyndale'ın toprağı bol olsun; Papa Francesco, Dünya'ya Laiklik önerdi. Din devletlerinin sonunun kötü olduğunu, laik devletin, din devletlerinden daha iyi bir yapıda olduğunu söyledi.

 "Bir sağlıklı laiklik vardır, örneğin devletin laikliği. Genel olarak, devletlerin laik olması iyi bir şeydir, inanç üzerine kurulu olmasından daha iyidir çünkü dini devletlerin sonu kötü olur. Ancak laiklik ile laisizm arasında fark var. Laisizm fizik ötesine kapıları kapar ancak fizik ötesine açık olmak insanın özünde vardır. Zenginlik sağlamak için en kolay yollardan biri. Fakat bedeli çok ağır"...

tarihinde Engse Hohol tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 4 weeks later...

 İstanbul Okmeydanı'nda kahvehaneleri dolaşarak Laiklik için mücadele çağrısı yapan, Halkevleri üyesi, aynı zamanda Cumhuriyet'te staj yapmış olan gazeteci Ayşegül Başar, sabah saatlerinde gözaltına alındı.

 AKP ve Molla İran, Moskova'da Laik Suriye istediler.  

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 month later...

Halkevleri ne yapmaya çalışıyor?
Hayır oy'u verecek kitleyi tutuklatıp hapishaneye gönderen eylemler neyin cevabı olacak?
Saçmalamayın. Hükümet tüm protesto gösterilerini yasakladı.
Bu yasağa uymayanları ohal'e muhalefetten tutuklamaya yasal yetkileri var.
Kahvehanelerdeki pişpirik oynayan adamların tamamı kafadan evetçi bi kere...
Hayır demeye ikna etmek için gidilecek yer mi kahvehaneler!
Manyak mısınız yoksa Türkiye'de mi yaşamıyor sunuz?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu gerizekalıların bir de böyle "entelektüel"leri var. Entelin yandan yemişi, islamcı-entel.

Kavramları kendi kafasına göre eğip bükerek, kendi uydurduğu kavramları kendisi çürüterek felsefe yaptığını sanıyor. 

Bunların Allahı insanın doğasını en iyi kendisi biliyormuş ve insanlar için en mükemmel sistemi o zaten ortaya koymuşmuş. Senin tanrın insanların doğasını (fıtratını) bu kadar iyi biliyorsa, niye çok eşliliği serbest bırakmış? Kadınlar eşlerini başka kadınlar ile paylaşmaya uygun mu tasarlamış? E, peki niye kadınlar böyle bir durumla karşılaştığında isyan ediyor, kendi kendilerini kahrediyorlar? 

Hayvanların doğasında seçici olan kadın olduğu halde, sizin herşeyi bilen tanrınız niye insan türünde kadının bu hakkını elinden alıyor? Bu da mı fıtrat?

Çirkin, kokuşmuş, aptalca ve vahşi bir sistemi savunuyorsun. Beynin o kadar çürümüş ki, bunu anlamaktan acizsin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...