Jump to content

İSLAMDA KADIN...


Recommended Posts

BAŞLIK İÇİN İSTİRHAMIM ÖNCELİKLE BU AYETLER ÜZERİNDE DURUP DAHA SONRA DİĞER AYETLERE GEÇECEĞİZ...BU AYETLER UZERİNDE GİR GÖRÜŞ BİRLİĞİNE VARILDIKTAN SONRA ATEİSTLERİ ÇOK HEYECANLANDIRAN AYETLERE GEÇECEĞİZ...LÜTFEN DAHA 2.YORUMDA KIVIRMAYIN...HERŞEYİ SIRAYLA HALLEDECEĞİZ...BURDA Kİ AYETLER HAKKINDA YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.SİZİN MUHTEMEL SORACAĞINIZ SORULARIN CEVABI BURANIN ANLAŞILMASINDA GİZLİ DEYİP BAŞLIYORUM...

'Ben, erkek olsun, kadın olsun (ki hep birbirinizdensiniz) içinizden hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim.

Rableri onlara şu karşılığı verdi: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükafat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükafatın en güzeli Allah katındadır."(bakara)

Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, 'takvâda (güzel şeyler yapma ve kötülüklerden sakınma da) en üstün olanıdır'

Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır. (hucurat 13)

Kurân-ı Kerim'de, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.(bakara 187)

.

Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.(RUM)

İslam'a göre kadın iradesinin bağımsızlığı VE onların biatı...

Ey Peygamber! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,5 hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Mümtehine 12)

iSLAMİYET ÖNCESİ KADININ DURUMUNDAN HİÇ BAHSETMİCEM...İnsan olarak görülmediğine dair bakınız:Cahiliye devri...

İslam'a göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur.

İslam'ın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde olduğu bilinmektedir. Kadınlar camiye gelirler, Peygamberimizin huzurunda oturur; belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemeyecekleri kendi özel durumlarıyla ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı. Camide ibadetlerini yaparlar, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerlerdi.

Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim, Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehirin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; 'Allah'ın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kur'an'da bulunan bir hükümdür' diye itiraz ettiği, Hz. Ömer'in de bu itiraz karşısında 'Allah'a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var' dediği tarihi kaynaklarda kayıtlıdır. Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde 'Hisbe' denilen görevin, yani pazarlardaki düzen ve ahengi kontrol işlerinin bir nevi bugünkü anlamda 'zabıta' hizmetlerinin kadına verildiği tarihî bir vakıadır.

İslam tarihine ve İslam ülkelerindeki uygulamaya bakıldığında, Peygamberimiz döneminde kadınlara tanınan hakların; geleneklerin din gibi algılanması ve kabul edilmesi gibi sebeplerin etkisiyle tedrici olarak azaldığı görülmektedir.

Bu anlayışın etkisiyle bazı ülkelerde kadın; cinsel obje olarak değerlendirilmiş, horlanmış ve toplumdan tecrit edilmiştir. Bu uygulama asırlarca dünyanın her yerinde farklı din mensupları tarafından da benimsenmiştir. Yakın zamanlara kadar, bazı istisnalar dışında erkeklerle kadınlar medenî ve siyasî haklarda eşit değildi. Son yüzyıla kadar Batı toplumu kadın hakları konusunda kötü bir sınav vermiştir. Bugün kadın haklarının en fazla olduğu ülkelerde bile 18, 19. asra kadar; kadının ruhu var mı, insan sayılır mı, sayılmaz mı tartışmalarının yapıldığı bir realitedir.

Netice itibariyle söylenecek şey şudur: İslam Dini'ne göre insan insana eşittir. Bu anlayışta kadın-erkek ayırımı kesinlikle söz konusu değildir.

Mehmet Nuri YILMAZ

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 152
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Aşağıdaki soruyu yanıtlarsan hafif hafif gözünün önündeki perde kalkmaya başlar ve İslamın kadına verdiği değeri görmeye başlarsın

------------------------------------

Bakara 178 Kuran'daki akıl almaz ayetlerden biri, klasik bir aşiret töresinin yazıya dökülmüş hali. Bunları biliyoruz ama benim ayette anlamadığım "hür" diye bahsedilenlerin kimler olduğu? Kadını biliyoruz, köleyi de öğrendik ama hala hürler kim öğrenemedik, en azından ben öğrenemedim.

Bilen var mı bu "hür" denilenlerin kim olduğunu? Ve tabii ki ikinci soru niçin bunlara "hür" denmiş.

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

tarihinde katalan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Aşağıdaki soruyu yanıtlarsan hafif hafif gözünün önündeki perde kalkmaya başlar ve İslamın kadına verdiği değeri görmeye başlarsın

------------------------------------

Bakara 178 Kuran'daki akıl almaz ayetlerden biri, klasik bir aşiret töresinin yazıya dökülmüş hali. Bunları biliyoruz ama benim ayette anlamadığım "hür" diye bahsedilenlerin kimler olduğu? Kadını biliyoruz, köleyi de öğrendik ama hala hürler kim öğrenemedik, en azından ben öğrenemedim.

Bilen var mı bu "hür" denilenlerin kim olduğunu? Ve tabii ki ikinci soru niçin bunlara "hür" denmiş.

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

SORUNU ALDIM KATALAN AMA TAA BAŞTAN UYARDIM KIVIRMA DİYE ZATEN SORULARINA CEVAP VERECEĞİZ DEDİK SEN YUKARIDAKİ AYETLER HAKKINDA VE ANLATILAN DİĞER DURUM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUN ONU SÖYLE?..

tarihinde insaf tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Kardeşim çok basit bir soru var orada, sorum aslında yukarıda yaptığın alıntıdaki masallar hakkındaki düşüncemi ortaya koyuyor sadece düşüncemi değil gerçeği de ortaya koyuyor.

Haaa sana 100 tane ayet de asarım islamda kadının değersizliğini ortaya koyan ama gerçek o kadar ortadaki gerek yok.

Ya da islam ülkeleri bak ve kadının değerini gör de diyebilirim ama buna da gerek yok.

Basit soruma cevap verdiğinde göreceksin gerçeği.

Soruyu hatırlatayım; Bakara 178 deki "hür" denilenler kimler?

Allah ayete göre insanları 3 sınıfa ayırmış;

1)Hürler

2)Kadınlar

3)Köleler

Kim bu hürler?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kardeşim çok basit bir soru var orada, sorum aslında yukarıda yaptığın alıntıdaki masallar hakkındaki düşüncemi ortaya koyuyor sadece düşüncemi değil gerçeği de ortaya koyuyor.

Haaa sana 100 tane ayet de asarım islamda kadının değersizliğini ortaya koyan ama gerçek o kadar ortadaki gerek yok.

Ya da islam ülkeleri bak ve kadının değerini gör de diyebilirim ama buna da gerek yok.

Basit soruma cevap verdiğinde göreceksin gerçeği.

Soruyu hatırlatayım; Bakara 178 deki "hür" denilenler kimler?

Allah ayete göre insanları 3 sınıfa ayırmış;

1)Hürler

2)Kadınlar

3)Köleler

Kim bu hürler?

Son kere söylüyorum katalan yukarıdaki ayetler hakkında ne düşünüyosun 1

Kaynağın İslam kaynağı olmalı kendini islam ülkesi zanneden ülkeler değil 2

BU ayetler hakkında fikir beyan etmeden anlamadığın ayetlere geçersen işine geleni görmek istediğini görmeye çalışıyor sıfatı çok iyi gider sana 3

bidaha ki yorum da da yukarıdaki ayetler hakkında yorumun gelmezse ayetlerdeki erkek kadın eşitliğini kabul etmiş olursun VE soruna cevap vermeye geçeriz..... son....

Link to post
Sitelerde Paylaş

Isin enteresan olan kismi su, adam getirip onume bir kitap koyuyor, diyor ki bu kitap tanri tarafindan gonderildi, cokda esitlikci bir kitap. Biz tam "yapma ya" demeye kalmadan basliyor bize kitapla ilgili soru sormaya.

Yahu arkadasim, kitabi getirip gozume sokan sensin, e birakda soruyu ben sorayim bari. Bu ne perhiz bu ne lahana tursusu yahu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Isin enteresan olan kismi su, adam getirip onume bir kitap koyuyor, diyor ki bu kitap tanri tarafindan gonderildi, cokda esitlikci bir kitap. Biz tam "yapma ya" demeye kalmadan basliyor bize kitapla ilgili soru sormaya.

Yahu arkadasim, kitabi getirip gozume sokan sensin, e birakda soruyu ben sorayim bari. Bu ne perhiz bu ne lahana tursusu yahu.

:) GAYET hoş bir soru yahya yukarıdaki konular la ilgili ne düşünüyosun bu soruyu herkes sorabilir:) çok karmaşık düşüncelere girme belki de ilk defa gördüğün ayetler çünkü daha önce hep sizi heycanlandıranlar gösterilmiş:)onlarada geleceğiz ben burdan başladım...

Link to post
Sitelerde Paylaş

:) GAYET hoş bir soru yahya yukarıdaki konular la ilgili ne düşünüyosun bu soruyu herkes sorabilir:) çok karmaşık düşüncelere girme belki de ilk defa gördüğün ayetler çünkü daha önce hep sizi heycanlandıranlar gösterilmiş:)onlarada geleceğiz ben burdan başladım...

Birsey demedim zaten, sitem ediyorum. Yani mantik olarak olayin benim soyledigim gibi islemesi gerekmiyor mu?

Kaldi ki cevabida vermissin zaten yukarida. Bu cevabi cogu dinci vermez burada. Sen cok guzel vermissin. Bir soruya cevap vermek icin 10 sayfa dil dokturenide gorduk.

Simdi cevabin iyi guzel hosta, ben katalanin isine karismayacagim, umarim bunun devami olan sorusunada cevabin vardir. Verecegin cevaplar ile burada dinin sakata gelsin istemeyiz o yuzden iyi dusun oyle cevap ver bence.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Birsey demedim zaten, sitem ediyorum. Yani mantik olarak olayin benim soyledigim gibi islemesi gerekmiyor mu?

Kaldi ki cevabida vermissin zaten yukarida. Bu cevabi cogu dinci vermez burada. Sen cok guzel vermissin. Bir soruya cevap vermek icin 10 sayfa dil dokturenide gorduk.

Simdi cevabin iyi guzel hosta, ben katalanin isine karismayacagim, umarim bunun devami olan sorusunada cevabin vardir. Verecegin cevaplar ile burada dinin sakata gelsin istemeyiz o yuzden iyi dusun oyle cevap ver bence.

Sen rahat ol yahya...gelecek soruları zaten tahmin ediyorum ama görgüsüzlük yapmak istemiyorum:)MEale saplanılarak heyecanlanılan konular... ayetlerin bağımsız değerlendirilmesinden kaynaklanan sorunlar...islamın diğer bütün ilim dallarının hiçe sayılarak sadece türkçe mealine saplanılmasından kaynaklanan sorunlar...Ve temelinde bastırılmış duygular ve kabul etmeme edememe çaresizliği...hepsinin cevabı var yeter ki objektif olunsun ve kıvrılmasın...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sen rahat ol yahya...gelecek soruları zaten tahmin ediyorum ama görgüsüzlük yapmak istemiyorum:)MEale saplanılarak heyecanlanılan konular... ayetlerin bağımsız değerlendirilmesinden kaynaklanan sorunlar...islamın diğer bütün ilim dallarının hiçe sayılarak sadece türkçe mealine saplanılmasından kaynaklanan sorunlar...Ve temelinde bastırılmış duygular ve kabul etmeme edememe çaresizliği...hepsinin cevabı var yeter ki objektif olunsun ve kıvrılmasın...

Senin gibi cok geldi gectide, o acidan soyluyorum. Hadi bakalim sonun hayir olsun o zaman.

Link to post
Sitelerde Paylaş

HÜRLER...HÜR-LER...HÜR İNSANLAR HÜR ERKEK VEYA KADINLAR....

İyi oku ayeti. Unuttun galiba tekrar yazayım da bak. Kadınlar senin dediğine göre hürlerin içindeyse ayette geçen kadınlar kim?

Baktıkça beynindeki perde kalkacak.

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İyi oku ayeti. Unuttun galiba tekrar yazayım da bak. Kadınlar senin dediğine göre hürlerin içindeyse ayette geçen kadınlar kim?

Baktıkça beynindeki perde kalkacak.

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

katalan:) kurdugun mantık ve diyalektik çok saçma diyip saygısızlık yapmıcam cunku sen hiç yapmadın... ama yanlış diyebilirim...Bende dersem ki demek ki köle değil kadın çünkü köle ye köle denilmiş....o zaman kadına çok farklı bir değer verilmiş...mantığın çok yanlış ayetin niçin indiğini ve tefsirini bilmezsen bu 3 zümreye neden işaret edildiğini anlamazsın...Meale saplanırsan mesafe kat edemezsin...bak okuyacağına inandığım için sana ayetin tefsiri iniş şekli ve sebebi ve gerekli açıklamalar...Hem aklına takılan en azından bu ayet için diğer sorulara da cevap olur? Lütfen oku...eminim

Beynindeki duvarlar yıkılacak...

179- Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.178- İNİŞ SEBEBİ: Hz. Muhammed'in peygamberliğinden önce adam öldürmeye karşı hıristiyanlar, yalnız affın vacib olduğunu söylüyorlardı. Yahudilerin hükümlerinde de af yok, yalnız öldürme vardı. Bununla birlikte Buharî ve Nesaî'nin rivayetlerine göre İsrailoğulları diyeti, öldürmeden önde tutuyorlardı.

Rivayet ediliyor ki; bir kere birisi, ileri gelenlerden bir insan öldürmüştü. Katilin yakınları, öldürülenin babasının yanında toplandılar ve "ne istersin?" dediler.

Diyete gelince; onda da zulmedenler, çoğunlukla ileri gelenlerin diyetini, diğerlerinin birkaç katı yaparlardı. İşte böyle Arap kabilelerinden Ensar'ın iki kabilesi arasında cahiliye devrinden kalma kan davaları vardı. Bir taraf, şeref ve kuvvetine güvenerek diğerine karşı ileri gidip bizden bir köle karşılığında sizden bir hür, bir kadın karşılığında bir erkek öldüreceğiz diye yemin etmişlerdi. Müslüman olduktan sonra Resulullah (s.a.v.)'a gelip muhakeme olmak istediler. Bu sebeple, bu âyet indi.

KISAS: Sözlükte ayniyle karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir. "katlâ" kelimesi "katîl"in çoğuludur. "Katîl" de maktûl, öldürülmüş kimse demektir. "öldürülenler hakkında" ifadesindeki "fî" harfi, sebebiyet içindir. Ey iman edenler! zulmedilerek öldürülenler hakkında, yani bunların öldürülmesinden dolayı karşılık olarak katillerine kısas uygulanması üzerinize yazıldı, yazılmış bir kanun oldu, farz kılındı.

Özellikle hür hüre, köle köleye, dişi dişiye, yani bir hür bir hürü, bir köle bir köleyi, bir dişi bir dişiyi öldürdüğü zaman, öldürülen hür karşılığında o katil hür, öldürülen köle karşılığında o katil köle, öldürülen dişi karşılığında o katil dişi, kısaca her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür. Bu öldürme yeterli bir kısas olur. Cahiliye devri âdeti gibi şeref ve kıymet davasıyla katilden başkasının öldürülmesine kalkışılmaz.

Biz Hanefilerce zaten mefhûm-i muhalif delil yerinde geçerli değildir. Ancak siyak gibi açık bir karine bulunursa o başka. O zaman da mefhûm-i muhalif, kelime-i tevhidde olduğu gibi, mânâ sayısına dahil olur. Burada da bu türden olmak üzere nüzul sebebi karinesi ile katilden başkasının öldürülmemesi hakkında mefhûm-i muhalifi geçerli olabilirse de başkası hakkında söz söylenmemiş olur. Geçmiş usule göre amel edilir. Bundan dolayı âyetin başındaki genel ifadeyi özelleştirmez. Hürün köleye, erkeğin dişiye karşılık ve bunun aksi olarak kısas edilebilmelerini yasaklamaz. Bunun için dişinin erkek, erkeğin dişi karşılığında kısas yoluyla öldürüleceği imamlar arasında üzerinde ittifak edilmiş bir husustur. Bunu teyid ve açıklamak üzere Mâide sûresindeki kısas âyetinde "Cana can " (Mâide, 5/45) buyurulmuş ve bununla kısasta aranan benzerlik ve eşitliğin nefis ve can benzerliği olduğu gösterilmiştir. Yaşama hakkı herkes için eşittir. Kısas bu eşitliğe dayanmaktadır.

Çünkü "dişiye dişi"nin mefhûm-ı muhalifine mutlak olarak, "köleye köle"nin mefhûm-i muhalifine bir yönden itibar etmediklerinde söz yoktur.

1- "Bir adam kölesini öldürmüştü. Resûlullah ona celde vurarak bir yıl sürgüne gönderdi. Kaved yani kısas yapmadı."

Bir de, "Hz. Ebu Bekir ve Ömer, köle karşılığında hürü öldürmezlerdi, ashabdan buna itiraz eden de olmamıştır." diye delil ileri sürmüşler ve bunu organ kısasına kıyas etmişlerdir. Fakat biz Hanefilerce köle karşılığında, onun sahibi olmayan hür katil, aynı şekilde müslümanların himayesinde bulunan kâfir karşılığında müslüman katil de kısas yoluyla öldürülür. Çünkü "cana can" buyurulmuştur.

Kısas, yaşama hakkında, masumlukta, eşitliğe dayanır. Bu masumluk da din ve yurtta sabit olur. Onlar ise bu konularda eşittirler. Burada şu da anlaşılır ki, vasıf gibi sayıda farklılık da masumlukta eşitliği bozmaz. Bunun için bir şahsı, birçok kimseler birlikte öldürürlerse, hepsi de ittifakla kısas yoluyla öldürülürler.

1- Önce İsrâ sûresindeki: "Her kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine bir yetki vermişizdir. Ama o da kısas yoluyla öldürmede aşırı gitmesin." (İsrâ, 17/33) âyeti gereğince buradaki "öldürülenler"den maksat, kısası gerektiren bir cinayet işlememiş olduğu halde haksız yere öldürülenlerdir. Bunun için şer'î bakımdan tayin edilmiş olan sebeplerden birisiyle öldürülmeyi hak etmiş olan kimsenin veya harbînin öldürülmesine kısas gerekmez.

3- "Had cezalarını şüphe ile yok ediniz." hadisi şerifinin mânâsı, meşhurdur ve üzerinde icmâ vardır. Kısas da hadlere dahil olduğundan, şüphe ile ortadan kalkar. Bunda da icma vardır.

Şimdi buna kasten tecavüz eden katile kısas yapılması, adam öldürmenin asıl gereği olarak yazıldığı anlaşıldıktan sonra; herhangi bir katil için öldürülenin kardeşi tarafından küçük bir şey bağışlanmış bulunursa, kısas hemen düşer de, iş artık o katil hakkında öldürülenin velisi tarafından, akıl ve din açısından örf haline gelmiş olan iyiliğe tabi olmak, katil tarafından da örfte belirlenen miktarı, öldürülenin velisi olan kardeşine güzellikle ödemek hususlarından ibaret kalır.

Eğer tamamen veya kısmen diyet ve kıymet, yahut diğer bir mal verilmek şartıyla anlaşma tarzında bir af ise, katilin de bunu kabul edip, güzellikle ödemesi gerekir.

Burada "kardeşinden" ifadesindeki kardeşten maksat, "Her kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine bir yetki vermişizdir. Ama o da kısas yoluyla öldürülmede aşırı gitmesin." (İsrâ, 17/33) âyeti gereğince öldürülenin varisi olan velisidir. Katilin hasmı olan, bu öldürülenin velisi burada katilin kardeşi olmakla vasıflandırılmıştır ki, bu kardeşlikten maksat, din veya vatan kardeşliğidir.

"Öldürülenin velisi tarafından, bilinen iyiliğe tabi olmak da," bu kardeşlik mânâsını takdir ederek affedecek olan, öldürülenin velisine, müsamaha ve affına karşılık isteklerinde sertlik göstermeyip, nihayet alışılagelen âdet çerçevesi içinde güzellikle diyet taleb etmesini tavsiye eder.

Af ve diyet hakkındaki bu hüküm, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bunun için, Bundan sonra her kim bu hüküm ve emirlere uymayarak haddini aşar, katil olmayanı öldürür veya affettikten ya da diyeti aldıktan sonra katili öldürürse, onun için acı veren bir azab vardır. Dünyada kısas edilir, ahirette cehennem ateşine atılır. Yani "size kısas farz kılındı" nassından da anlaşıldığı üzere adam öldürmede asıl hak ve gerekli olan aslî hüküm kısastır. Katilin bilmesi gerekir ki, öldürdüğü insan hür veya köle, erkek veya kadın kim olursa olsun, o da kendi gibi bir can ve saygın bir hayat hakkına sahip, ilâhi bir yapı idi.

Kararlı bir şekilde düşünüldüğü zaman adam öldürmenin bundan başka hükmü ve gereği olmaması gerekir. Nitekim önceleri Tevrat'ta da yalnız kısas meşru kılınmıştı. Fakat hayatın aslı sırf Allah'ın ihsanı olduğu ve kısasta kul hakkından başka bir de Allah'ın hakkı bulunduğu cihetle Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetine kısası yazarken, bir hafifletme ve rahmet olmak üzere af ve diyeti de meşru kılmıştır. Bu affı da, hak sahibi olan öldürülenin varisi ve velisinin eline vermiştir.

Bu bakımdan ne Tevrat'ta olduğu gibi yalnız kısasta, ne de İncil'de olduğu gibi yalnız afta ısrar edilmeyerek, duruma ve menfaatin gereğine göre, ikisinden birinin tatbikine imkan bırakılması için öldürülenin velisine bir seçim hakkı verilmiştir. Bundan başka, af karşılığı diyet ve benzeri gibi örfe göre malî bir karşılık almaya da meşru bir yol gösterilmiş bulunmaktadır. Bunun, her iki taraf hakkında da bir hafifletme ve aynı zamanda dünya ve ahiretle ilgili birçok faydaları içine alan ilâhî bir rahmet olduğunda da şüphe yoktur.

Çünkü önce "Kısas, size farz kılındı." buyurulmuş, sonra da af, "Her kim için bir af yapılırsa..." diye "fâ-i takîbiye" ile ifade edilmiş ve diyet üstü kapalı bir şekilde gösterilmiştir. Üçüncü olarak da bunun, bir hafifletme ve rahmet olduğu da ilave edilmiştir. O halde aftan önce kısasa karşılık diyetin sabit bir hükmü yoktur. Mutlak olarak affeden varisin, Şâfiî'nin dediği gibi diyet istemeye hakkı kalmaz. Ancak affetmeyen diğer varisler var ise, onlar diyet alabilirler. Yine aynı şekilde diyet veya diğer bir bedel karşılığı affeden varis de bunu alabilir.

Bu şekilde kısas, aslî bir vacib olarak meşru olmasaydı, af bir fazilet değil, insanları öldürme cinayetini mübah bırakacak olan bir ihmal olurdu.

İşte Kur'ân, bu gerçeği tesbit ederek kısası, öldürülen kimse için bir hak, kamu için aslî bir görev, affı da öldürülen kimsenin velisi için bir fazilet, "iyilik ve ödeme" kelimeleri altında diyet almayı da bir ruhsat olmak üzere meşru kılmıştır.

Kısas, hayat hakkının ve canı korumanın gereğidir. Kısasın meşru oluşunda akıl sahibi olan insanlar için büyük bir hayat vardır. Affın kıymeti de buna bağlıdır. Gerçi kısasın kendisi, bir hayatı yok etmektir ama, aynı zamanda haksız yere bir hayatı yok etmeye karşı, hayatın zıddı olan kısasın meşru oluşu da hayatın ve yaşama hakkının en büyük müeyyidesidir. Şöyle ki:

2- Bunda, ikisinden başka genel toplumun yaşama hakkını da güvenceye alma vardır. Çünkü bu şekilde öldürmenin önüne geçilmesi, bu ikisinden başka, bunlarla uzaktan yakından ilgili olması düşünülen insanların da hayatlarının devamına ve güvenliğine bir garantidir. Zira bir öldürme olayı, öldürenle öldürülenin yakınları arasında düşmanlık ve fitneye, bu da büyük çarpışmalara (kan davalarına) sebep olabilir.

İşte kısasın meşruluğu, bu kadar önemli bir yaşama sebebi olduğu gibi, bu "Kısasta büyük bir hayat vardır." vecizesi de belağatın en yüksek derecesine ulaşmış, özlü bir îcâz ve îcâz kanunudur. Bunun, büyük bir mânâ topluluğunu, son derece özlü bir şekilde ifade edivermiş olduğunda Arab edebiyatçıları ve Beyan ilmi âlimleri ittifak etmişlerdir. Çünkü bundan önce Araplar'ın bu konuda bazı vecizeleri vardı. Bunlardan bazıları şunlardır:

B) "Öldürmeyi çok yapınız ki, öldürme azalsın." derlerdi. Bu gibi vecizeler arasında en güzel saydıkları da şu idi:

Halbuki "Kısasta büyük bir hayat vardır." prensibinin bundan da birçok yönlerden daha fasih (fesâhatli) ve daha beliğ (belağatlı) olduğu açık ve üzerinde ittifak edilmiş bir husustur. Şöyle ki:

2- Tekrardan uzaktır.

4- Kısas, öldürmeden bir yönüyle daha genel, diğer yönüyle daha özeldir. Geneldir; çünkü yaralamaları da içine almaktadır. Özeldir; çünkü her öldürmede kısas yapılmaz ve öldürmelerin her çeşidi, öldürmeye engel olmaz. Bilakis saldırı şeklindeki öldürmeler, fitneyi şiddetlendirerek karışıklığa sebep olur.

5- Yokluk, menfi bir gayedir. Hayat ise istenen müsbet bir gayedir. Öldürme işinin yokluğu, hayatın varlığını içine aldığından, tabii ki arzu edilir. Bundan dolayı âyet, asıl maksat olan müsbet gayeye delalet ettiği ve dikkati ona çevirdiği için pek yüksektir.

İşte bunlar gibi daha birçok yönden bu Kur'ân vecizesinin, diğerlerine üstünlüğü, bu kadar geniş mânâsıyla i'câz haddindeki özlü ifadesiyle, Arap edebiyatçılarını büyüleyen sebeplerden biri olmuştur. Kısasın meşru oluşunun güzellikleri de Allah tarafından bu prensiple beyan buyurulmuştur.

Şimdi öldürme hükümleri münasebetiyle mutlaka herkesin başına gelmesi takdir edilmiş bulunan ölüm zamanındaki dinî vazifelerden olmak üzere şunu da biliniz

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

1- Şa'bî dedi ki:

"Arab Kabileleri'nden iki kabile arasında bir savaş vardı. Bu iki kabi­lenin birisinin diğerine üstünlüğü vardı. Bu sebeple dedi ki: "Bizim kölemize karşılık si­zin hür olanınızı, kadınımıza karşılık da erkeğinizi kısas edeceğiz. Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi."[168]

2- Katade'den şöyle rivayet edilmiştir:

Câhiliye devri insanlarında zu­lüm ve şeytana itaat hüküm sürüyordu. Onlardan, güçlü olan bir kabilenin kölesini başka bir kabilenin kölesi öldürdüğünde, "buna karşılık kesinlikle hür bir adamdan başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Diğer kabile­lerden bir kadın bunlardan bir kadını öldürdüğünde de "bunun yerine bir er­kekten başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Yüce Allah, bu haksızlığı ortadan kaldırmak için "Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürü­lür" mealindeki âyeti indirdi.[169]

3- Saîd İbni Cübeyr'den (r. a.) İbnu Ebî Hatim anlattı:

-İslamdan biraz önce, Araplardan iki kabîle câhiliyet döneminde savaştılar. Aralarında öldürme ve yaralama vardı. Ta Müslüman oluncaya kadar, köleyi ve kadınları öldürürler, bâzısı bâzısından bir şey almazdı. İki kabileden biri diğerinden mal ve adet bakımından çoktu. Onlar bizden bir köle ölünce, onlardan bir hür, bizden bir kadın ölünce, onlardan bir erkek ölmedikçe razı olmayız diye yemin ettiler.

Onlar hakkında, Bakara: 2/178 ayeti indirildi.

Muhammed, aklısıra iki kabile arasında adaleti sağlamış. Önceleri güçlü olan kabile kendilerinden bir köle öldürüldüğünde, katilin kabilesinden bir hür, bir kadın öldürülünce katilin kabilesinden bir erkek öldürülmesi gerektiğini ileri sürüyorlarmış. Muhammed "Olmaz" demiş, "Bu adalete sığmaz, bir köle öldürülünce bir köle, bir kadın öldürülünce bir kadın, bir erkek öldürülünce bir erkek öldürülebilir yada diyet ödenir". Böylece toptancı kafasıyla soruna çözüm getirmiş. Amaç adalet, suçu bizzat işleyen suçluyu bulup cezalandırmak falan değil, sadece dengeleri korumak.

Bir örnek vereyim: Mesela A kabilesinden bir adam birisi gitti, B kabilesinden bir kadın öldürdü, A kabilesinden bir kadın öldürülüp adalet(!) sağlanmış oluyor. Öldürülecek kadın nasıl seçiliyor, bilmiyorum, İslam'a göre pek önemli değil galiba. Ama B kabilesi A kabilesinden öldürülen kadın yerine bir erkek öldürülürse had aşılmış oluyor, bu seferde tekrar dengeyi sağlamak B kabilesinden bir erkek ve A kabilesinden bir kadın daha öldürülüyor herhalde.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

1- Şa'bî dedi ki:

"Arab Kabileleri'nden iki kabile arasında bir savaş vardı. Bu iki kabi­lenin birisinin diğerine üstünlüğü vardı. Bu sebeple dedi ki: "Bizim kölemize karşılık si­zin hür olanınızı, kadınımıza karşılık da erkeğinizi kısas edeceğiz. Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi."[168]

2- Katade'den şöyle rivayet edilmiştir:

Câhiliye devri insanlarında zu­lüm ve şeytana itaat hüküm sürüyordu. Onlardan, güçlü olan bir kabilenin kölesini başka bir kabilenin kölesi öldürdüğünde, "buna karşılık kesinlikle hür bir adamdan başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Diğer kabile­lerden bir kadın bunlardan bir kadını öldürdüğünde de "bunun yerine bir er­kekten başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Yüce Allah, bu haksızlığı ortadan kaldırmak için "Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürü­lür" mealindeki âyeti indirdi.[169]

3- Saîd İbni Cübeyr'den (r. a.) İbnu Ebî Hatim anlattı:

-İslamdan biraz önce, Araplardan iki kabîle câhiliyet döneminde savaştılar. Aralarında öldürme ve yaralama vardı. Ta Müslüman oluncaya kadar, köleyi ve kadınları öldürürler, bâzısı bâzısından bir şey almazdı. İki kabileden biri diğerinden mal ve adet bakımından çoktu. Onlar bizden bir köle ölünce, onlardan bir hür, bizden bir kadın ölünce, onlardan bir erkek ölmedikçe razı olmayız diye yemin ettiler.

Onlar hakkında, Bakara: 2/178 ayeti indirildi.

Muhammed, aklısıra iki kabile arasında adaleti sağlamış. Önceleri güçlü olan kabile kendilerinden bir köle öldürüldüğünde, katilin kabilesinden bir hür, bir kadın öldürülünce katilin kabilesinden bir erkek öldürülmesi gerektiğini ileri sürüyorlarmış. Muhammed "Olmaz" demiş, "Bu adalete sığmaz, bir köle öldürülünce bir köle, bir kadın öldürülünce bir kadın, bir erkek öldürülünce bir erkek öldürülebilir yada diyet ödenir". Böylece toptancı kafasıyla soruna çözüm getirmiş. Amaç adalet, suçu bizzat işleyen suçluyu bulup cezalandırmak falan değil, sadece dengeleri korumak.

Bir örnek vereyim: Mesela A kabilesinden bir adam birisi gitti, B kabilesinden bir kadın öldürdü, A kabilesinden bir kadın öldürülüp adalet(!) sağlanmış oluyor. Öldürülecek kadın nasıl seçiliyor, bilmiyorum, İslam'a göre pek önemli değil galiba. Ama B kabilesi A kabilesinden öldürülen kadın yerine bir erkek öldürülürse had aşılmış oluyor, bu seferde tekrar dengeyi sağlamak B kabilesinden bir erkek ve A kabilesinden bir kadın daha öldürülüyor herhalde.

Cinayette ödeşmek. Bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılması. Öldürme veya yaralamada, suçluya aynı şeyin yapılması. Kasten adam öldürene veya yaralayana Islâm hukukunun uyguladığı ceza.

Bir Islâm hukuku terimi olarak kısas; ferdin hakkıolarak yerine getirilmesi gereken, âyet ve Hadislerde miktarı belirlenen ve suçlunun bedenine yönelik bulunan cezayı ifade eder. Kesmek anlamına gelen "Kass" kökünden alınmıştır.

Kısas cezasını gerektiren suçlar;

Kasten adam öldürme ile bazı kasten yaralama ve sakat bırakma eylemlerini kapsamına alır.

Kısas cezası Kitap ve Sünnet delillerine dayanır. Kur`ân-ı Kerim`de şöyle buyurulur:

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür ile; köle köle ile, kadın kadın ile kısâs olunur. Öldürülenin velisi tarafından, öldüren lehine bir şey affolunursa (diyet için) yapılacak uygulama örfe göre normal olmalı ve en iyi bir şekilde ona ödenmelidir. Bu size Rabbınızdan bir kolaylık ve rahmettir. Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa ona acı bir azap vardır. Sizin için kısasta hayat vardır, ey tam akıllı insanlar" (el-Bakara, 2/178-179).

"Her kim haksız olarak öldürülürse onun velisine yetki verdik. O da öldürmede haddi aşmasın. Çünkü ona yeterince yardım olunmuştur" (el-Isrâ, 17/33).

"Biz Tevrat`ta onlara şu hükümleri farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarının affına bir sebeptir. Kim Allah`ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir" (el-Mâide, 5/45).

Kısas hükümlerinin önceki semâvî dinlerde de bulunduğunu Kur`ân-ı Kerîm bildirmektedir. Yahudilerin mukaddes kitabı Tevrat`ta bugün konu ile ilgili şu kurallar yer almaktadır:

"Bir kimseyi vurarak öldüren kimse, mutlaka öldürülecektir" (Çıkış: 21/13).

"Bir kimsenin komşusuna kini olur ve onu hile ile öldürürse, öldürülmesi için onu mizbahından bile alacaksın" (Çıkış: 21/14).

"Bir kimse bir adamı öldürürse mutlaka öldürülecektir " (Levililer: 24/17).

İslam`ın ortaya çıkışından önce, Medine`de yaşayan iki yahudi kabilesi Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları arasında çatışma olmuş, Nadîroğulları üstün gelmişti. Bu üstünlüğü ondan sonra işlenecek suçlara uygulanacak cezalara da yansıtmaya başladılar. Meselâ; bir Nadırli, Kurayzalıyı öldürürse kısas uygulanmıyor, yüz vask (200 kg.lık ağırlık ölçüsü) kuru üzüm fidye olarak ödeniyordu. Fakat bir Kurayzalı, Nadırliyi öldürürse, kısas yoluyla suçlu da öldürülüyordu. Eğer bu son durumda fidye ödemesi kararlaştırılırsa, iki kat olarak fidye uygulanıyordu. Işte Cenâb-ı Hak onların Tevrat`tan sapma noktalarını belirlemek ve Islâm ümmetine de kısas hükümlerini teşmil etmek üzere yukarıdaki âyeti indirdi (bk. Ibn Kesîr, Tefsîru`l Kur`anı`l-Azım, Istanbul 1984, I, 299, 300 vd.).

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim kasten öldürürse, bunun hükmü kısastır" (Ebû Davud, Diyat, 5).

"Allah`tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah`ın elçisi olduğumu tasdik eden müslüman bir kimsenin kanı, şu üç durum dışında helal değildir: Cana karşı can, zina eden evli kişi ve dini terkedip cemaatten ayrılan kimse" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15; Nesâî, Tahrîm, 5, 11, 14; Dârimî, Siyer,11; Ahmed b. Hanbel, I, 61, 63, 65, 70, 163, 382, 428, 444, 465, VI, 181, 214; es-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, Mısır t.y, VII, 7).

Kasten ve taammüden öldürmenin kısası gerektirdiği konusunda görüş birliği olmakla birlikte kasıt ve taammüdün karınesi üzerinde görüş ayrılığı vardır. Ebû Hanîfe`ye göre, bir uzvu bedenden ayırabilecek bir silâh veya âlet ile işlenen öldürme fiili, kasten ve amden işlenmiş sayılır. Keskin demir, taş, ağaç ve benzerleri ile bir kimseyi öldürmek gibi. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre, ister öldürücü âlet ile olsun, ister ölüme götüren bir eylem ve fiille olsun, işlenen öldürme suçu "kasten" sayılır. Denize atmak, yüksek bir yerden düşürmek ve zehirlemek bunlar arasında sayılabilir. Imam Şâfiî`ye göre, bedene batan veya kesici âletlerde olduğu gibi genellikle ölümü doğurabilecek bir şeyle öldürmek de "taammüden öldürme" kapsamına girer (el-Kâsânî, Bedâyiu`s Sanâyi`, Beyrut 1401/1982, VII, 233 vd.).

Islâm hukukçuları yukarıda verdiğimiz ayet ve hadislere dayanarak, kasten öldürme ve yaralamalarda kısasın uygulanacağında görüş birliği içindedir. Ancak, Islâm`da kısas şahsî şikâyete bağlı bir ceza olarak kabul edilmiş, âmme cezası sayılmamıştır. Çünkü kamu düzeni sadece suçlu ile mağdur taraf arasında bozulmuştur. Onlar anlaşır, barışır ve helalleşirlerse Devlet düzenini ilgilendiren sakıncalar ortadan kalkmış olur. Bu nedenle, kendisine karşı müessir fiil işlenen kimse veya ölüm hâlinde, ölenin velisi affederse kısas düşer (bk. el-Kâsânı, a.g.e., VII, 241 vd.; Ibn Rüşd, Bidâyetü`l-Müctehid, Istanbul 1333, II, 330; AbdulKadir Udeh, et-Teşrîu`l Cinî`l-Islamî, Kahire 1959, I, 79, 663 vd.).

Kısas affedilince, ayrıca diyet hakkının da düşüp düşmediği, suçlunun rızası olmadan diyet istenip istenemeyeceği konusunda iki görüş vardır:

Ebû Flanîfe ve Imam Mâlik`e göre, öldürülenin velisi ya kısas ister, ya da affeder. Veli, suçlu ile diyet üzerine anlaşmazdan önce kısas hakkından vazgeçerse, diyet isteme hakkıda kendiliğinden düşmüş olur. Imam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel`e göre ise; velî seçimlik hakka sahiptir. Ya kısas uygulanmasını ister, ya da kısası affeder ve diyet alır. Affetmenin anlamı kısasın diyete dönüşmesi demektir ve bu, suçu işleyenin rızâsına da bağlı değildir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 241; eş-Şevkanî, a.g.e., VII, 7 vd.; Hayreddin Karaman, Mukayeseli Islâm Hukuku, Istanbul 1986, I, 136, 137).

Ölen kimseye bedel olarak verilen mal veya nakit paraya "diyet" denir. Bu, öldürülenin mirasçılarına verilmesi gereken mâlî bir bedeldir. Yaralama, uzvu koparma veya sakatlama gibi müessir fiillerde mağdura verilmesi gereken bedele erş adı verilir. Diyet ismi kimi zaman erş yerine de kullanılır. Elin diyeti gibi (Ibn Âbidîn, Reddü`l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 504; el-Meydânî, el-Lübâb, Kahire 1374).

Hz. Peygamber ve ilk dört halife döneminde belirlenen diyet miktarları şu mal veya nakit paralardan birisidir: a) Yüz deve, B) Bin dinar (miskal) altın, c) On veya onikibin dirhem gümüş, d) Ikiyüz tane sığır, e) Ikibin koyun, f) Ikiyüz takım elbise (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 254; Ibn Âbidîn, a.g.e., V, 504; Ibn Hazm, el-Muhallâ, Kahire 1350-1352, X, 759).

Yaralamaların tazminatı olan erş miktarlarından bir bölümü hadisle belirlenmiştir. Meselâ; el kesme suçunun erş`i, tam diyetin yarısıdır, diş kırmada erş, tam diyetin onda biri kadardır. Prensip olarak; vücutta tek bulunan organlar için tam diyet, çift organların her biri için yarım diyet, dört tane olanların her biri için dörtte bir diyet gerekir. Nass`larda tayın ve takdir edilmeyen durumlarda, tazminatın miktarını hâkim belirler (bk. Eş-Şevkânî, a.g.e., VII, 61 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 252 vd.; Ibn Kudâme, a.g.e., VIII, 57-58).

Kur`ân-ı Kerîm`de; "...göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır" (el-Maide, 5/45) buyurularak, ölümün dışında kalan müessir fiillere de kısas hükmü getirilmiştir.

Hz. Peygamber devrinde bir kadın bir câriyenin dişini kırmış, câriye tarafı diyeti kabul etmeyerek, kısasta israr etmişti. Ashâb-ı kiramdan Enes b. en-Nadr, kısâsen dişin kırılmasına karşı çıkınca, Rasûlüllah (s.a.s); "Ey Enes!. Allâh`ın kitabında ceza kısastır" buyurmuştur. Câriye tarafının suçluyu affettiğini bildirmesi üzerine Allah Rasûlü onların bu affı sebebiyle kazandıkları manevi dereceyi şöyle ifade buyurmuştur: "Allâh`ın öyle kulları vardır ki Allah`a yemin etse, Allah onu yemininde yalancı çıkarmaz" (es-Şevkânî, a.g.e., VII, 26, 27).

Yaralama ve sakatlamalarda kısasın uygulanabilmesi için, suçun kasten işlenmesi yanında şu şartların da bulunması gerekir:

a. Iki yer arasında eşitlik,

b. Eşitliği sağlamanın mümkün olması;

c. Daha fazla veya daha eksik bir uygulama ile zulüm yapılmaması.

Bu çeşit suçlarda af, kısasın diyete dönüşmesini sağlar (bk. el-Kasânî, a.g.e., VII, 297; Ibn Âbidîn, a.g.e., V, 485).

Mafsalından kesilen veya kesilmediği halde sakatlanan kollar ve bacaklar, kemiğe kadar dayanıp, kemiği ortaya çıkaran yaralarda da kısas uygulanır (Ömer Nasuhi Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, Istanbul 1976, III, 80 vd.)

Kasten adam öldürme fiilinden dolayı kısas uygulanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

a. Suçu işleyenin âkıl ve bâliğ olması gerekir. Akıl hastası veya küçük çocuk işlediği bir cinayetten dolayı diyetle yükümlü tutulursa da, kısas hükümleri uygulanmaz. Bunların kasten işleyecekleri suç, hata hükmünde olup, bundan dolayı mirastan ve vasiyetten de mahrum olmazlar.

b. Öldürme fiilının kasten işlenmesi gerekir. Bir kimseyi hata veya sibh-i amd suretiyle öldüren kimseye kısas uygulanmaz.

c. Katılın, suçu serbest iradesiyle işlemiş olması gerekir. Öldürülme veya bir uzvun sakatlanması gibi bir zorlama (ikrah-i mülcî) altında işlenen suçlarda, Ebû Hanife ve imam Muhammed`e göre, kısas veya diyet zorlayan üzerine gerekir. Ebû Yusuf`a göre, burada zorlayana yalnız, üç yılda ödenmek üzere diyet lâzım gelir. Imam Züfer`e göre ise, zorlama, kısasa engel değildir.

d. Öldürülen, öldürenin fer`i! yani çocuk veya torunlarından biri olmamalıdır. Oğlunu, kızını veya torununu öldüren kimse için diyet, ta`zîr ve mirastan mahrumluk gibi hükümler uygulanırsa da, kısas gerekmez. Hadîs-i şerîtte; "Babaya, çocuğundan dolayı kısas uygulanmaz" buyurulmuştur (bk. Tirmizî, Diyat, 9; Dârimî, Diyat, 6; Ahmed b. Hanbel, I, 16, 22).

Ancak baba, anne, dede ve nine gibi usûlünden birisini kasten öldüren kimse hakkında kısas uygulanır.

Kısas yoluyla öldürülüp öldürülemeyecek kimseler şunlardır: Erkek erkek karşılığında, erkek kadın karşılığında ve kadın erkek karşılığında öldürülür. Hür erkek köle karşılığında ve köle köle karşılığında öldürülür. Yine kâfir, müslüman karşılığında, müslüman zimmî (Islâm Devleti tebeası olan ehl-i kitap) karşılığında ve zimmî zimmî karşılığında kısasen öldürülür. Bir zimmî başka bir zimmîyi öldürse, öldüren daha sonra Islâm`a girse yine kısas uygulanır. Bu konuda görüş birliği vardır. Müslüman veya zimmî Islâm ülkesine (daru`l-Islâm) emân`la girmiş bulunan bir harbî karşılığında öldürülmez. Zâhir (açık, kuvvetli) rivayete göre, müste`men (pasaportlu gayrı müslim yabancı) başka bir müste`men karşılığında öldürülmez. Bir müslüman mürted (Islâm`ı terkettiğini ilân etmiş veya inanç bozukluğu nedeniyle dinden çıktığına hükmedilmiş bulunan) bir erkek veya kadını öldürse, öldürene kısas uygulanmaz. Yine dâru`l-harp`te pasaportla bulunan iki müslümandan biri diğerini öldürse, hanefîlere göre, kısas gerekmez. Müslüman, dâru`l harp`te, müslüman bir savaş esirini öldürse kısas gerekmez. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre, öldürenin mal varlığından diyeti ödenir. Ebû Hanîfe`ye göre, diyet de gerekmez.

Büyük kimse çocuk karşılığında; sağlam insan, kör, topal felçli vb. hasta veya sakat kimse karşılığında öldürülür. Ölmek üzere bulunan kimseyi öldürene kısas uygulanır. Yaşamını sürdüremeyeceğini bilmesi de sonucu değiştirmez. Iki çocuk arasında kısas uygulanmaz. Çocuğun kastı ve hatası eşit tutulur, iki durumda da yalnız diyet gerekir (el-Fetâvâ`l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, VI, 3, 4).

Diğer yandan kısasın uygulanabilmesi için öldürülenin velisinin belirli olması ve vârislerin kısas talebinde bulunması da şarttır (Bilmen, a.g.e., III, 68 vd ).

Yaralama veya sakat bırakmalarda kısas isteme hak ve yetkisi mağdura âittir. Ölüm halinde ise bu hak ve yetki önce öldürülenin vârislerine, sonra da Islâm Devleti`ne aittir. Prensip olarak ölenin mal varlığına mirasçı olan, kısas veya diyetle ilgili haklara da sahip olur. Çünkü mirasçı, ölene insanların en yakın olanıdır (el-Kâsânı, Bedayıu`s-Sanayı`, Beyrut 1402/1982, VII, 242; el-Fetâvâ`l Hindiyye, VI, 7 vd.; Bilmen, a.g.e., III, 88 vd.).

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yahu arkadasim, insani zorla soyletiyorsunuz. Bu nedir yahu. Hangi cagda yasiyorsunuz siz? Hadi bunu allah sana vahiy etti kutsal kitap diye, git bunu insanlara anlat dedi. Kime anlatacaksin bunlari? Kim dinler seni? Bunu kendi memleketinin insanina bile anlatamazsin sen yahu.

Buraya geliyorsunuz, dininizi savunmak adina komik durumlara dusuyorsunuz. Sayfa dolusu yazi kopyala yapistir yapmissin buraya, sorsam bunlari kabul ediyormusun diye, cevabinin ne olacagi acik. Gelmis burada el kulak kesen bedevilerin col kanunlarini aciklayacam diye debelenip duruyorsun.

Sizin yapacak daha onemli isleriniz yok mu diye dusunmeden edemiyorum, vaktinize yazik yahu.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet arkadaslar, asagidaki ayet ve hadislere bile kendinize gore "mantikli" aciklamalar bulabiliyorsaniz, dunya uzerindeki her bir dinin inaniri da kendi metnindeki kadinlari kucuk goren ayetler hakkinda "mantikli" aciklamalar bulabilir, insan bir seyi savunmak' "kurtarmak" istiyorsa inanin ki kendine gore yapar... Gunumuzde hala dunyanin duz oldugunu bile savunanlar var web siteleri/gruplari da hala aktif. "Dunya neden duzdur" diye ciddi ciddi sayfa sayfa dokumanlar yayinlayanlar var gunumuzde dahi. :) Insan bir seyi savunmak istiyorsa, sonuna kadar kendine gore yuzlerce mantikli neden bulabilir...Karar sizin, ayetleri hadisleri yazmak bizden, yorumlamasi musluman arkadaslardan....

-ISLAM`da kadin:

Kur`an 4:34 “Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları, mallarıyla geçindirirler……onun için iyi kadınlar itaatkardırlar

Kur`an 2:223 “Kadınlarınız tarlalarınızdır. Tarlalarınıza dilediğiniz gibi girin…”

Kur`an 2:228 “….Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler…”

Kur`an 2:282 “Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun.Eğer iki erkek yoksa rızanızla bir erkek ve iki kadın gerekir.Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir”

Hadis: 5338 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek):

"Ey kadınlar cemaati! (Allah yolunda) sadakada bulunun, istiğfarı çok yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm" buyurdular. Dinleyenlerden cesaretli bir kadın:

"Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz var?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Ağzınızdan kötü söz çok çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olanlar arasında akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden başkasını görmedim!" dedi. O kadın tekrar:

"Ey Allah'ın resulü! Aklı ve dini eksik ne demek?" diye sorunca Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:

"Aklı noksan tabiri, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasını ifade eder. Dinlerinin eksik olması tâbiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce namaz kılmamalarını, Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifade eder."

Buhârî, Hayz 6, Zekât 44, İman 21, Küsüf 9, Nikâh 88; Müslim, Küsüf 17, (907), İman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187).

Kur`an 4:11 “Miras konusunda, Allah çocuklarınız hakkında şöyle emreder: Erkeğin hakkı, kadının hissesinin iki mislidir

Kur`an 4:176 “Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor”

Kur`an 4:25 “Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki imanli kole kadinlardan alsın

Hadis: 3282 - Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeklere kendimden sonra kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım." Buhari, Nikah 17; Müslim, Zikr 97, (2740); Tirmizi, Edeb 31, (2781).

Hadis: “Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: Uğursuzluk ancak üç şeyde: atta, kadında, evde hâsıl olur, buyurduğunu işittim” Sahih Buhari hadis no: 1211

Hadis: 5337 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Hamr (sarhoş edici içki), günahın her çeşidinin kaynağıdır. Kadın, şeytanın oltasıdır, dünya sevgisi her çeşit hatanın başıdır." (kutubu-u Sitte`den hadis no: 5337)

Hadis: 3267 - Hz. Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim."

Tirmizi, Rada' 10, (1159).

Hadis: 6529 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir." (kutub`u Sitte den)

Hadis: Ebu Bekre r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

İşlerinin idaresini kadınlara veren bir kavim asla kurtuluşa ermez.” Hadisin ravisi Ebu Bekre r.a., Cemel savaşında yer almayı istememiş, bu hadisi delil göstermiştir. İbni Kesir el Bidaye(6/291) İbni Hacer Metalibu Aliye(4474) Nuaym Bin Hammad Fiten(s.97)

tarihinde Anthemoessa tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Şu an bizim hökümetin asgari ücretlilere davrandığı gibi davranmamızı istiyor kadınlarımıza. Öldürmede, ondurmada. Bizim topluma uygun şeyler tabi bu ayetler ve hadisler. Nolacak kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin diyen bir toplumdan ne beklenirki.

Bizler burada istediğimiz kadar tartışalım, anadoluda kırsal kesimde yaşayan kadınlar tam dinimize uygun şekilde yaşıyorlar. Gıkları çıkmıyor valla. Sonra oy zamanı gelince erkek: " ampüle basacan avrat möhürünü" dedimmi iş biter. Akp ve zihniyeti için bu dinimizdeki kadın mantığı çok süper. Biçilmiş kaftan. Haksız mıyım?

:)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cinayette ödeşmek. Bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılması. Öldürme veya yaralamada, suçluya aynı şeyin yapılması. Kasten adam öldürene veya yaralayana Islâm hukukunun uyguladığı ceza.

Bir Islâm hukuku terimi olarak kısas; ferdin hakkıolarak yerine getirilmesi gereken, âyet ve Hadislerde miktarı belirlenen ve suçlunun bedenine yönelik bulunan cezayı ifade eder. Kesmek anlamına gelen "Kass" kökünden alınmıştır.

Kısas cezasını gerektiren suçlar;

Kasten adam öldürme ile bazı kasten yaralama ve sakat bırakma eylemlerini kapsamına alır.

Kısas cezası Kitap ve Sünnet delillerine dayanır. Kur`ân-ı Kerim`de şöyle buyurulur:

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür ile; köle köle ile, kadın kadın ile kısâs olunur. Öldürülenin velisi tarafından, öldüren lehine bir şey affolunursa (diyet için) yapılacak uygulama örfe göre normal olmalı ve en iyi bir şekilde ona ödenmelidir. Bu size Rabbınızdan bir kolaylık ve rahmettir. Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa ona acı bir azap vardır. Sizin için kısasta hayat vardır, ey tam akıllı insanlar" (el-Bakara, 2/178-179).

"Her kim haksız olarak öldürülürse onun velisine yetki verdik. O da öldürmede haddi aşmasın. Çünkü ona yeterince yardım olunmuştur" (el-Isrâ, 17/33).

"Biz Tevrat`ta onlara şu hükümleri farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarının affına bir sebeptir. Kim Allah`ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir" (el-Mâide, 5/45).

Kısas hükümlerinin önceki semâvî dinlerde de bulunduğunu Kur`ân-ı Kerîm bildirmektedir. Yahudilerin mukaddes kitabı Tevrat`ta bugün konu ile ilgili şu kurallar yer almaktadır:

"Bir kimseyi vurarak öldüren kimse, mutlaka öldürülecektir" (Çıkış: 21/13).

"Bir kimsenin komşusuna kini olur ve onu hile ile öldürürse, öldürülmesi için onu mizbahından bile alacaksın" (Çıkış: 21/14).

"Bir kimse bir adamı öldürürse mutlaka öldürülecektir " (Levililer: 24/17).

İslam`ın ortaya çıkışından önce, Medine`de yaşayan iki yahudi kabilesi Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları arasında çatışma olmuş, Nadîroğulları üstün gelmişti. Bu üstünlüğü ondan sonra işlenecek suçlara uygulanacak cezalara da yansıtmaya başladılar. Meselâ; bir Nadırli, Kurayzalıyı öldürürse kısas uygulanmıyor, yüz vask (200 kg.lık ağırlık ölçüsü) kuru üzüm fidye olarak ödeniyordu. Fakat bir Kurayzalı, Nadırliyi öldürürse, kısas yoluyla suçlu da öldürülüyordu. Eğer bu son durumda fidye ödemesi kararlaştırılırsa, iki kat olarak fidye uygulanıyordu. Işte Cenâb-ı Hak onların Tevrat`tan sapma noktalarını belirlemek ve Islâm ümmetine de kısas hükümlerini teşmil etmek üzere yukarıdaki âyeti indirdi (bk. Ibn Kesîr, Tefsîru`l Kur`anı`l-Azım, Istanbul 1984, I, 299, 300 vd.).

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim kasten öldürürse, bunun hükmü kısastır" (Ebû Davud, Diyat, 5).

"Allah`tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah`ın elçisi olduğumu tasdik eden müslüman bir kimsenin kanı, şu üç durum dışında helal değildir: Cana karşı can, zina eden evli kişi ve dini terkedip cemaatten ayrılan kimse" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15; Nesâî, Tahrîm, 5, 11, 14; Dârimî, Siyer,11; Ahmed b. Hanbel, I, 61, 63, 65, 70, 163, 382, 428, 444, 465, VI, 181, 214; es-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, Mısır t.y, VII, 7).

Kasten ve taammüden öldürmenin kısası gerektirdiği konusunda görüş birliği olmakla birlikte kasıt ve taammüdün karınesi üzerinde görüş ayrılığı vardır. Ebû Hanîfe`ye göre, bir uzvu bedenden ayırabilecek bir silâh veya âlet ile işlenen öldürme fiili, kasten ve amden işlenmiş sayılır. Keskin demir, taş, ağaç ve benzerleri ile bir kimseyi öldürmek gibi. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre, ister öldürücü âlet ile olsun, ister ölüme götüren bir eylem ve fiille olsun, işlenen öldürme suçu "kasten" sayılır. Denize atmak, yüksek bir yerden düşürmek ve zehirlemek bunlar arasında sayılabilir. Imam Şâfiî`ye göre, bedene batan veya kesici âletlerde olduğu gibi genellikle ölümü doğurabilecek bir şeyle öldürmek de "taammüden öldürme" kapsamına girer (el-Kâsânî, Bedâyiu`s Sanâyi`, Beyrut 1401/1982, VII, 233 vd.).

Islâm hukukçuları yukarıda verdiğimiz ayet ve hadislere dayanarak, kasten öldürme ve yaralamalarda kısasın uygulanacağında görüş birliği içindedir. Ancak, Islâm`da kısas şahsî şikâyete bağlı bir ceza olarak kabul edilmiş, âmme cezası sayılmamıştır. Çünkü kamu düzeni sadece suçlu ile mağdur taraf arasında bozulmuştur. Onlar anlaşır, barışır ve helalleşirlerse Devlet düzenini ilgilendiren sakıncalar ortadan kalkmış olur. Bu nedenle, kendisine karşı müessir fiil işlenen kimse veya ölüm hâlinde, ölenin velisi affederse kısas düşer (bk. el-Kâsânı, a.g.e., VII, 241 vd.; Ibn Rüşd, Bidâyetü`l-Müctehid, Istanbul 1333, II, 330; AbdulKadir Udeh, et-Teşrîu`l Cinî`l-Islamî, Kahire 1959, I, 79, 663 vd.).

Kısas affedilince, ayrıca diyet hakkının da düşüp düşmediği, suçlunun rızası olmadan diyet istenip istenemeyeceği konusunda iki görüş vardır:

Ebû Flanîfe ve Imam Mâlik`e göre, öldürülenin velisi ya kısas ister, ya da affeder. Veli, suçlu ile diyet üzerine anlaşmazdan önce kısas hakkından vazgeçerse, diyet isteme hakkıda kendiliğinden düşmüş olur. Imam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel`e göre ise; velî seçimlik hakka sahiptir. Ya kısas uygulanmasını ister, ya da kısası affeder ve diyet alır. Affetmenin anlamı kısasın diyete dönüşmesi demektir ve bu, suçu işleyenin rızâsına da bağlı değildir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 241; eş-Şevkanî, a.g.e., VII, 7 vd.; Hayreddin Karaman, Mukayeseli Islâm Hukuku, Istanbul 1986, I, 136, 137).

Ölen kimseye bedel olarak verilen mal veya nakit paraya "diyet" denir. Bu, öldürülenin mirasçılarına verilmesi gereken mâlî bir bedeldir. Yaralama, uzvu koparma veya sakatlama gibi müessir fiillerde mağdura verilmesi gereken bedele erş adı verilir. Diyet ismi kimi zaman erş yerine de kullanılır. Elin diyeti gibi (Ibn Âbidîn, Reddü`l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 504; el-Meydânî, el-Lübâb, Kahire 1374).

Hz. Peygamber ve ilk dört halife döneminde belirlenen diyet miktarları şu mal veya nakit paralardan birisidir: a) Yüz deve, B) Bin dinar (miskal) altın, c) On veya onikibin dirhem gümüş, d) Ikiyüz tane sığır, e) Ikibin koyun, f) Ikiyüz takım elbise (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 254; Ibn Âbidîn, a.g.e., V, 504; Ibn Hazm, el-Muhallâ, Kahire 1350-1352, X, 759).

Yaralamaların tazminatı olan erş miktarlarından bir bölümü hadisle belirlenmiştir. Meselâ; el kesme suçunun erş`i, tam diyetin yarısıdır, diş kırmada erş, tam diyetin onda biri kadardır. Prensip olarak; vücutta tek bulunan organlar için tam diyet, çift organların her biri için yarım diyet, dört tane olanların her biri için dörtte bir diyet gerekir. Nass`larda tayın ve takdir edilmeyen durumlarda, tazminatın miktarını hâkim belirler (bk. Eş-Şevkânî, a.g.e., VII, 61 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 252 vd.; Ibn Kudâme, a.g.e., VIII, 57-58).

Kur`ân-ı Kerîm`de; "...göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır" (el-Maide, 5/45) buyurularak, ölümün dışında kalan müessir fiillere de kısas hükmü getirilmiştir.

Hz. Peygamber devrinde bir kadın bir câriyenin dişini kırmış, câriye tarafı diyeti kabul etmeyerek, kısasta israr etmişti. Ashâb-ı kiramdan Enes b. en-Nadr, kısâsen dişin kırılmasına karşı çıkınca, Rasûlüllah (s.a.s); "Ey Enes!. Allâh`ın kitabında ceza kısastır" buyurmuştur. Câriye tarafının suçluyu affettiğini bildirmesi üzerine Allah Rasûlü onların bu affı sebebiyle kazandıkları manevi dereceyi şöyle ifade buyurmuştur: "Allâh`ın öyle kulları vardır ki Allah`a yemin etse, Allah onu yemininde yalancı çıkarmaz" (es-Şevkânî, a.g.e., VII, 26, 27).

Yaralama ve sakatlamalarda kısasın uygulanabilmesi için, suçun kasten işlenmesi yanında şu şartların da bulunması gerekir:

a. Iki yer arasında eşitlik,

b. Eşitliği sağlamanın mümkün olması;

c. Daha fazla veya daha eksik bir uygulama ile zulüm yapılmaması.

Bu çeşit suçlarda af, kısasın diyete dönüşmesini sağlar (bk. el-Kasânî, a.g.e., VII, 297; Ibn Âbidîn, a.g.e., V, 485).

Mafsalından kesilen veya kesilmediği halde sakatlanan kollar ve bacaklar, kemiğe kadar dayanıp, kemiği ortaya çıkaran yaralarda da kısas uygulanır (Ömer Nasuhi Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, Istanbul 1976, III, 80 vd.)

Kasten adam öldürme fiilinden dolayı kısas uygulanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

a. Suçu işleyenin âkıl ve bâliğ olması gerekir. Akıl hastası veya küçük çocuk işlediği bir cinayetten dolayı diyetle yükümlü tutulursa da, kısas hükümleri uygulanmaz. Bunların kasten işleyecekleri suç, hata hükmünde olup, bundan dolayı mirastan ve vasiyetten de mahrum olmazlar.

b. Öldürme fiilının kasten işlenmesi gerekir. Bir kimseyi hata veya sibh-i amd suretiyle öldüren kimseye kısas uygulanmaz.

c. Katılın, suçu serbest iradesiyle işlemiş olması gerekir. Öldürülme veya bir uzvun sakatlanması gibi bir zorlama (ikrah-i mülcî) altında işlenen suçlarda, Ebû Hanife ve imam Muhammed`e göre, kısas veya diyet zorlayan üzerine gerekir. Ebû Yusuf`a göre, burada zorlayana yalnız, üç yılda ödenmek üzere diyet lâzım gelir. Imam Züfer`e göre ise, zorlama, kısasa engel değildir.

d. Öldürülen, öldürenin fer`i! yani çocuk veya torunlarından biri olmamalıdır. Oğlunu, kızını veya torununu öldüren kimse için diyet, ta`zîr ve mirastan mahrumluk gibi hükümler uygulanırsa da, kısas gerekmez. Hadîs-i şerîtte; "Babaya, çocuğundan dolayı kısas uygulanmaz" buyurulmuştur (bk. Tirmizî, Diyat, 9; Dârimî, Diyat, 6; Ahmed b. Hanbel, I, 16, 22).

Ancak baba, anne, dede ve nine gibi usûlünden birisini kasten öldüren kimse hakkında kısas uygulanır.

Kısas yoluyla öldürülüp öldürülemeyecek kimseler şunlardır: Erkek erkek karşılığında, erkek kadın karşılığında ve kadın erkek karşılığında öldürülür. Hür erkek köle karşılığında ve köle köle karşılığında öldürülür. Yine kâfir, müslüman karşılığında, müslüman zimmî (Islâm Devleti tebeası olan ehl-i kitap) karşılığında ve zimmî zimmî karşılığında kısasen öldürülür. Bir zimmî başka bir zimmîyi öldürse, öldüren daha sonra Islâm`a girse yine kısas uygulanır. Bu konuda görüş birliği vardır. Müslüman veya zimmî Islâm ülkesine (daru`l-Islâm) emân`la girmiş bulunan bir harbî karşılığında öldürülmez. Zâhir (açık, kuvvetli) rivayete göre, müste`men (pasaportlu gayrı müslim yabancı) başka bir müste`men karşılığında öldürülmez. Bir müslüman mürted (Islâm`ı terkettiğini ilân etmiş veya inanç bozukluğu nedeniyle dinden çıktığına hükmedilmiş bulunan) bir erkek veya kadını öldürse, öldürene kısas uygulanmaz. Yine dâru`l-harp`te pasaportla bulunan iki müslümandan biri diğerini öldürse, hanefîlere göre, kısas gerekmez. Müslüman, dâru`l harp`te, müslüman bir savaş esirini öldürse kısas gerekmez. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre, öldürenin mal varlığından diyeti ödenir. Ebû Hanîfe`ye göre, diyet de gerekmez.

Büyük kimse çocuk karşılığında; sağlam insan, kör, topal felçli vb. hasta veya sakat kimse karşılığında öldürülür. Ölmek üzere bulunan kimseyi öldürene kısas uygulanır. Yaşamını sürdüremeyeceğini bilmesi de sonucu değiştirmez. Iki çocuk arasında kısas uygulanmaz. Çocuğun kastı ve hatası eşit tutulur, iki durumda da yalnız diyet gerekir (el-Fetâvâ`l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, VI, 3, 4).

Diğer yandan kısasın uygulanabilmesi için öldürülenin velisinin belirli olması ve vârislerin kısas talebinde bulunması da şarttır (Bilmen, a.g.e., III, 68 vd ).

Yaralama veya sakat bırakmalarda kısas isteme hak ve yetkisi mağdura âittir. Ölüm halinde ise bu hak ve yetki önce öldürülenin vârislerine, sonra da Islâm Devleti`ne aittir. Prensip olarak ölenin mal varlığına mirasçı olan, kısas veya diyetle ilgili haklara da sahip olur. Çünkü mirasçı, ölene insanların en yakın olanıdır (el-Kâsânı, Bedayıu`s-Sanayı`, Beyrut 1402/1982, VII, 242; el-Fetâvâ`l Hindiyye, VI, 7 vd.; Bilmen, a.g.e., III, 88 vd.).

Bu ne şimdi? Benim yazdığım yazıya cevap mı?

Bak, ben ne yapmışım? Ayetin nüzul sebebini yazıp altına da kendi düşüncemi ilave etmişim. Sense bir ton yazı kopyalayıp yapıştırmışsın.

Bakara 178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

1- Şa'bî dedi ki:

"Arab Kabileleri'nden iki kabile arasında bir savaş vardı. Bu iki kabi­lenin birisinin diğerine üstünlüğü vardı. Bu sebeple dedi ki: "Bizim kölemize karşılık si­zin hür olanınızı, kadınımıza karşılık da erkeğinizi kısas edeceğiz. Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi."[168]

2- Katade'den şöyle rivayet edilmiştir:

Câhiliye devri insanlarında zu­lüm ve şeytana itaat hüküm sürüyordu. Onlardan, güçlü olan bir kabilenin kölesini başka bir kabilenin kölesi öldürdüğünde, "buna karşılık kesinlikle hür bir adamdan başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Diğer kabile­lerden bir kadın bunlardan bir kadını öldürdüğünde de "bunun yerine bir er­kekten başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Yüce Allah, bu haksızlığı ortadan kaldırmak için "Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürü­lür" mealindeki âyeti indirdi.[169]

3- Saîd İbni Cübeyr'den (r. a.) İbnu Ebî Hatim anlattı:

-İslamdan biraz önce, Araplardan iki kabîle câhiliyet döneminde savaştılar. Aralarında öldürme ve yaralama vardı. Ta Müslüman oluncaya kadar, köleyi ve kadınları öldürürler, bâzısı bâzısından bir şey almazdı. İki kabileden biri diğerinden mal ve adet bakımından çoktu. Onlar bizden bir köle ölünce, onlardan bir hür, bizden bir kadın ölünce, onlardan bir erkek ölmedikçe razı olmayız diye yemin ettiler.

Onlar hakkında, Bakara: 2/178 ayeti indirildi.

Muhammed, aklısıra iki kabile arasında adaleti sağlamış. Önceleri güçlü olan kabile kendilerinden bir köle öldürüldüğünde, katilin kabilesinden bir hür, bir kadın öldürülünce katilin kabilesinden bir erkek öldürülmesi gerektiğini ileri sürüyorlarmış. Muhammed "Olmaz" demiş, "Bu adalete sığmaz, bir köle öldürülünce bir köle, bir kadın öldürülünce bir kadın, bir erkek öldürülünce bir erkek öldürülebilir yada diyet ödenir". Böylece toptancı kafasıyla soruna çözüm getirmiş. Amaç adalet, suçu bizzat işleyen suçluyu bulup cezalandırmak falan değil, sadece dengeleri korumak.

Bir örnek vereyim: Mesela A kabilesinden bir adam birisi gitti, B kabilesinden bir kadın öldürdü, A kabilesinden bir kadın öldürülüp adalet(!) sağlanmış oluyor. Öldürülecek kadın nasıl seçiliyor, bilmiyorum, İslam'a göre pek önemli değil galiba. Ama B kabilesi A kabilesinden öldürülen kadın yerine bir erkek öldürülürse had aşılmış oluyor, bu seferde tekrar dengeyi sağlamak B kabilesinden bir erkek ve A kabilesinden bir kadın daha öldürülüyor herhalde.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...