Jump to content

Neden birşeyler var?


Recommended Posts

Geçen yıl Edip Yüksel forumdayken yazıp foruma astığım bir yazımı, biraz değiştirilmiş ve güncellenmiş şekliyle tekrar asıyorum:

Neden birşeyler var?

Pek çok filozof bu konuda kafa yormuştur. Martin Heidegger'e göre bu felsefenin en temel problemidir.

Hiçbirşeyin olmadığı bir durum hayal edilebilir mi? Dikkat ederseniz, bu tür bir sonuç çıkarabilmek için kullanmak durumunda kalacağınız herhangi bir gözlem bile bu durumunun geçersizliğini gösterecektir, çünkü ister istemez 'hiçbirşeyin olmaması' tespitini yapan bir gözlemci gerekecektir. Yani hiçbirşeyin olmaması durumunda bile bunu diyen bir gözlemci, yani birşeyler vardır. Hiçbirşeyin varolmaması durumu hayal dahi edilemez.

Hiçbirşeyin olmaması durumunu en basit, en doğal durum olarak görmek istemiştir pek çok filozof, bu yüzden neden birşeyler olması gerektiği üzerinde kafa yormuşlardır. Halbuki, ilk anda doğal gelen bu bakış açısının tam tersini iddia eden fikirler de vardır.

Örneğin, bir loto çekilişini düşünün. 6 milyon bilet olsun ortada. Bu biletlerden herhangi birinin kazanma olasılığı bir diğerine denktir. Fakat eğer boş dünya bu biletlerden sadece biriyse, diğer dünyaların tümü dolu dünyalar olmalıdır bu bakış açısına göre ve boş dünya olasılığı dramatik bir biçimde azalmaktadır. Peter van Inwagen'in (1996) önerdiği bu istatistiksel bakış açısı, durumu tam tersine çevirmekte ve asıl birşeylerin varolduğu dünya fikrini diğer duruma göre çok daha olası görmemiz gerektiğini ileri sürmektedir.

Eski dönemlere bakarsak, örneğin rasyonalist filozof Leibniz, bu soru üzerine düşünürken, kendileri gerçekte varolmayan sanal varlıklar tanımlamış ve bu mümkün şeylerin gerçek şeyler haline gelebilmek için rekabet halinde olduklarını hayal etmiştir. Birşey, varolabilmek için başka şeylerle ne kadar rekabet etmek zorundaysa, kendisinin gerçek haline gelmesini engelleyecek başka bir şey tarafından engellenmesi de o kadar büyük olasılık olacaktır. Fakat bu bakis açısı, Leibniz'in kendisinin de gördüğü gibi, hiçbirşeyin varolmadığı veya varolmaması gerektiği fikrine götürür bizi. Bu yüzden Leibniz sormuştur, neden birşeyler var öyleyse diye. (Birşeylerin neden varolduğu konusunda kendi açıklaması muhtemelen Tanrı olacaktır bu konuda tabi).

Felsefedeki materyalizm ve idealizm ayrımına aşina olanların göreceği gibi, Leibniz'inki idealist bir bakış açısıdır. Ve aslında bu tür bir bakış açısının yaratacağı düşünsel tuzağı çok güzel ortaya koymaktadır. Bazı filozoflar 'neden birşeyler var' sorusunun cevapsız olacağını düşünmektedir, çünkü birşeyin varlığını, varlıksal referanslar kullanmadan çıkarsamak gerekmektedir bu soruyu istenilen şekilde cevaplayabilmek için.

David Hume, herşeyi toplu olarak belki açıklayamasak da, tek tek şeyleri açıklayabileceğimizi söyleyerek bu soruyu cevaplamanın imkansızlığına teselli olacak bir tespitte bulunmuştur. Bir empirist (ve materyalist) olan Hume, herhangi birşeyin varlığının sadece zihinsel muhakeme ile bulunamayacağını ortaya koymuştur. Rasyolanist filozoflar (ki idealisttirler) bu konuda çok daha iyimser olmuşlar ve pek çoğu örneğin Tanrı'nın varlığı için a priori kanıtlar önermeye çalışmışlardır. (Bu tür bir çabanın boşa kürek çekmek olacağı, çünkü sırf zihinde yapılan muhakemelerle Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışmanın, kedinin kendi kuyruğunu kovalamasına benzer bir şekilde, başladığı yere dönen ve başlangıçta içerdiği gizli kabulleri dönüp dolaşıp kanıt diye sunan döngüsel bir düşünce biçimi olacağı bugün çok daha net bir biçimde anlaşılmaktadır. Bu tür bir varlık ile ilgili yargıya varabilmek için dıştan gelen veri kullanmak gerekmektedir).

Yokluktan çıkarak varlığı açıklamak, varlıksal ögelere referansta bulunmadan varlığı açıklamaya çalışmak şeklinde paradoksal bir çaba olduğundan, genellikle içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Halbuki, yokluk durumunun doğal durum olarak kabul edilmediği bir bakış açısı benimsendiğinde, yani varlıktan başlandığında, (materyalist bakış açısı), evrende olan biten sadece varlıkların dinamik bir şekilde bir şeyden başka birşeye dönüşümü olarak görülecek, mutlak yokluk durumunu hayal etmenin imkansızlığı ile boğuşmak durumunda kalınmayacaktır.

Bu yüzden fırsat buldukça yokluğun temel durum kabul edilemeyeceğini, varlık ve yokluğun bir arada düşünülmesi gereken bir bütün olduğunu ve biri olmadan diğerinin anlaşılamayacağını söylerim. Dolayısıyla, yokluğu temel alıp, varlığı ondan türetmeye çalışmak ne şekilde yapılırsa yapılsın boş bir çabadır.

Varlık ve yokluğun dualitesi konusu açılınca, Paul Genet'in bu konudaki ilginç fikirlerine değinmekte de fayda var. (Bu satırların yazarı olarak bu fikirlere katıldığımı söyleyemeyecek olsam da, konuyla ilgisi bakımından, yazıya almakta fayda var).

Paul Genet'e göre evren denge halindedir ve bu dengeli evreni görmenin iki yolu vardır, Tek ve Çok olarak. Eğer evreni Tek olarak görürseniz, yani her şeyi bir arada, bir bütün olarak, o zaman hiçbirşey görmezsiniz, çünkü bir matematik denklemi gibi herşey birbirini götürür. Eğer evreni Çok olarak görürseniz, birbirinden bağımsız kimlikleriyle, ayrı varlıklardan ibaret bir yer olarak, o zaman bildiğimiz uzay-zaman ortaya çıkar kendisine göre.

Birşeyler görmek ve hiçbirşey görmemek, aynı şeyi değişik perspektiflerden görmek gibidir ona göre.

Genet'e göre, hiçbirşeyin olmaması yerine birşeylerin olması, bizim gibi kendini çevresinden ayırt edebilen, kendi varlığının bilincinde varlıklar sebebiyledir. Yani, dünyayı çoklu hale getiren bizleriz, bizlerin algı yeteneğimiz ve kendimizi gözlemci, çevremizi ise gözlenen olarak ayırma yetimiz bu duruma sebep olan şey.

Genet'e göre biz bu yüzden klasik fiziğin 'lokal' (yerel) dünyasını severiz ve kuantum fiziğinin lokal olmayan, dalga-parçacık dualitesinin varolduğu ve varlıkların ayrı değil örtüşmüş ve bir arada olduğu dünyasını sevmeyiz.

Genet'e göre, varlığın gerçek doğası 'çelişki'dir. Her şeyin iki yüzü vardır. Dalga-Parçacık, Yin-Yang, Tek-Çok gibi.

İddia edildiğine göre, kuantum fiziğinin kurucularından Niels Bohr, varlığın doğasının bu dual yapısını tespit etmiş ve kuantum fiziğinde yer alan dalga parçacık ikilemi benzeri çelişkili, tutarsız ve uyumsuz dualitelerin doğanın gerçek tasviri için gerekli olduğunu söylemiştir.

Bu tür fikirler gerçek ile ne kadar bağdaşır, orası tartışmalı bir konu. Günümüzde kuantum fiziğindeki bulguların bu tarz yorumlarla bir arada anılması çok yaygın bir bakış açısı olduğundan, bunların bir temsilcisi kabul edilebilecek Genet'e ait fikirler de yazıya alınmıştır.

Kuantum fiziğinin bu şekilde yorumlanışının, bu fiziğin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını iddia eden fikirler de çok yaygındır bu konuda. Örneğin dalga parçacık düalitesinde, parçacığın asıl doğasının gerçekten de parçacık olduğu, dalga özelliğinin, çok sayıda parçacığın söz konusu olduğu deneylerde ortaya çıkan ve parçacık grubunun istatistiksel özelliklerini yansıtan bir durum olduğu da artık özellikle çağdaş fizikçiler arasında yaygın bir bakış açısıdır. Dolayısıyla, ilk zamanlarda kuantum fizikçilerinin ve o zamandan beri de bu konuda kafa yoran diğer yorumcuların kafasını karıştıran düalitelerin aslında parçacık grubunun istatistiksel özellikleri ile, tek parçacığa ait maddesel özelliklerin birbirine karıştırılmasından kaynaklandığı, bu konuda bu satırların yazarının da benimsediği çağdaş bir bakış açısıdır.

Fakat, sonuçta, varlık ve yokluğun bütünlüğü kavramını, Genet'inkine benzer marjinal bakış açılarını benimsemeden de anlamak ve takdir etmek zaten mümkün gözüküyor.

Son olarak, neden birşeyler var sorusuna bir de modern fizik açısından bir cevap verelim. Fizikçi Victor J. Stenger'e göre, hiçbirşey olmaması yerine birşeylerin olmasının sebebi, hiçbirşey durumunun, yani mutlak boşluğun 'kararsız' olmasıdır. Parçacık fiziğinde iki çeşit parçacık tanımlıdır, fermion'lar ve boson'lar. Şu anki evrende boson'lar fermion'ların yaklaşık milyar katıdır. Big Bang'in başlangıcında fermion ve boson'ların eşit olduğu bir vakum hayal edebiliriz diyor kendisi. Nitekim, evrenin oluştuğu vakum eger süpersimetrik ise, bu beklenen birşeydir zaten kendisine göre. Bildiğimiz evren, bu süpersimetrik yapının kırılması ile oluşmuş olmalıdır.

Peki neden birşeyler vardır? Çünkü Stenger'e göre, birşeylerin varolması, daha doğal, daha kararlı bir durumdur ve daha olasıdır. Hatta bir hesaplamaya göre hiçbirşey durumuna göre birşey durumunun olasılığı iki kattan daha fazladır. Doğada bu durumun, yani, basit durumların kararsız oldukları için daha karmaşık durumlara dönüşme eğiliminin pek çok başka yerde de gözlendiğinden söz etmektedir Stenger. Örneğin kar taneleri örneğini vermektedir. Bildiğimiz kar kristalleri, kolay bozulan şeylerdir elbette ama bu daha çok bu kristallere evrenin geneline göre çok daha yüksek olan sıcaklıklarda tanık olduğumuz içindir. Ortam sıcaklığının buzun erime sıcaklığının çok daha altında olduğu durumlarda kar kristalleri bozulmadan kalacaklar ve yapılarını bozmak için enerji gerekecektir.

Stenger'e göre bu örnek, pek çok basit sistemin kararsız olduğuna, ömürlerinin sınırlı olduğuna ve daha düşük enerjili kompleks yapılara doğru kendiliğinden faz dönüşümüne yatkın olduklarına dair bir örnektir.

Evrenin kökeni ve Big Bang'in sebebine ait popüler teorilerden biri, Stenger'e göre, vakumun kendiliğinden daha düşük enerjili ve daha kompleks bir duruma faz dönüşümü gerçekleştirmesidir. Bu fizikte 'sponteneous phase transision' (kendiliğinden faz dönüşümü) denen ve bilinen bir kavramdır.

Yani Stenger'e göre, hiçbirşey olmamasından ziyade birşeyler vardır, çünkü birşeylerin olma durumu daha kararlı, daha olası ve daha doğal bir durumdur. Hiçbirşeyin olmaması durumu ise her an simetri kırılımı yoluyla faz dönüşümüne açık, daha kararsız bir durumdur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 243
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Kuantum fiziğinin bu şekilde yorumlanışının, bu fiziğin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını iddia eden fikirler de çok yaygındır bu konuda. Örneğin dalga parçacık düalitesinde, parçacığın asıl doğasının gerçekten de parçacık olduğu, dalga özelliğinin, çok sayıda parçacığın söz konusu olduğu deneylerde ortaya çıkan ve parçacık grubunun istatistiksel özelliklerini yansıtan bir durum olduğu da artık özellikle çağdaş fizikçiler arasında yaygın bir bakış açısıdır. Dolayısıyla, ilk zamanlarda kuantum fizikçilerinin ve o zamandan beri de bu konuda kafa yoran diğer yorumcuların kafasını karıştıran düalitelerin aslında parçacık grubunun istatistiksel özellikleri ile, tek parçacığa ait maddesel özelliklerin birbirine karıştırılmasından kaynaklandığı, bu konuda bu satırların yazarının da benimsediği çağdaş bir bakış açısıdır.

Ilginc. Cift yarik deneyinde teker teker ateslenen parcaciklarin da girisim pattern'i yarattigini saniyordum.

Fizikci arkadaslar ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

redfinity,

Bu dediğimi geçenlerde Victor Stenger ile yapılan bir söyleşide Stenger'in kendi ağzından duydum.

Aslında yaygın bir bakış açısı olduğunu ilan etmek için yeterli değil bu kadarı. Belki de yazıyı değiştirip, fikirlerden biri demeliyim.

Fakat Stenger'ın kendisinden bunları duymak bana güven verdiği için, başka pek çok fizikçinin de böyle düşünüyor olması gerektiği kanısına vardım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Benim Stenger'in açıklamasından anladığım şu oldu:

Eğer fotonları tek tek gönderirsen, karşıdaki ekranda belli noktalara çarpıyorlar. (Parçacık gibi). Fakat bu şekilde tek tek çok sayıda foton gönderirsen, her foton ekranda tek bir noktaya çarpmasına rağmen, toplamda ekranda bir girişim paterni gözleniyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Doğada bu durumun, yani, basit durumların kararsız oldukları için daha karmaşık durumlara dönüşme eğiliminin pek çok başka yerde de gözlendiğinden söz etmektedir Stenger.

Bu cümle dikkatimi çekti. Bu cümleye dayanarak, karmaşık yapıların evriminin -daha kararlı olmaları sebebiyle-, basit yapılara göre daha yavaş olduğu ve her karmaşık yapının daha karmaşık bir yapıya dönüşme eğiliminin giderek azaldığı ve nihayetinde kompleksliğin bir noktasında değişimin son raddeye varacağı, yani bunun bir sonu olduğu sonucu çıkarılabilir mi? Eğer bir son varsa, ona ulaşıldığında evren donacak mı?

Tabi aynı şeyi, evreni yarattığı varsayılan tanrı için de sorabiliriz. Eğer tanrı evrenden daha karmaşık bir yapıdaysa, evrenden daha kararlı ve doğal(!) olmalıdır buna göre. :blink: Bu durumda dindarlara birkaç soru soralım;

*Birincisi, daha karmaşık olan bu yapı nasıl olmuş da daha az karmaşık olan evrene dönmüş, yani değişimde geri gitmiş? Evreninde değişerek daha karmaşıklaşmasıyla tanrının ortaya çıkması gerekmez miydi?

*İkincisi, en karmaşık ve doğal yapı olan bu tanrının kendi karmaşık haline gelmesi nasıl gerçekleşmiştir? Yani onu basit bir yapıdan tanrı haline getiren bir değişim de olmalıdır değil mi? Tanrı, başlangıçtan beri en karmaşık haliyle nasıl duruyordu?

*Üçüncüsü, eğer basit yapılar daha kararsız olduğu için değişip gelişerek karmaşık yapılara dönüşme eğilimini daha fazla taşıyorsa, bu yapı karmaşıklaştıkça -kararlılığı artacağı için- kendisini daha da karmaşık bir hale getirme eğilimi sürekli olarak bir öncekine göre az olacaktır(zaten buna üstteki paragrafta da değindim). O zaman tanrının kendine ait oldukça yüksek karmaşıklık durumunda, kararlılığının git gide artması sonucu, daha da karmaşıklaşması eğiliminin tükenmesiyle birlikte donup kalması gerekmez mi?

Tabi bu soruları tanrıyı da kuantum fiziğinin içine dahil ettiğimizi varsayarak sordum. Tanrı eğer ''kuantumun da üzerinde ise ve onu da yarattıysa''(bunu diyen kesin çıkacaktır) o zaman zaten kuantum fiziğinin dincilerce kullanılmasının bir mantığı kalmaz(çünkü eğer kuantumun ''üstünde'', yani dışındaysan ondan sana ne?). Tabi soruların mantığını doğru kuramamış da olabilirim çünkü konunun özellikle de kuantumlu bölümüne yeterince vakıf değilim.

Fakat şunu mantıken söyleyebilirim ki, yokluğun temel alınması tanrının varlığı hakkında bir argüman olarak kullanılamaz. Çünkü eğer en başta yokluk varsa ve varlık denen şey sonradan olma birşeyse bu durumda -tanrı da bir varlık olduğu için- tanrının da yok kabul edilmesi gerekmez miydi??? Yani ''varlık sonradan ortaya çıktı, önceleri yokluk vardı ama tanrı bir varlık olarak gene de vardı'' demek saçmadır, hatta paradokstur çünkü varlığı önce reddediyor sonra da kabul ediyor. :blink: Ha eğer tanrıyı yokluk olarak tanımlıyorlarsa o zaman iş değişir. Çünkü ''tanrı yoktur'' önermesini zaten biz de söylüyoruz.

tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu cümleye dayanarak, karmaşık yapıların evriminin -daha kararlı olmaları sebebiyle-, basit yapılara göre daha yavaş olduğu ve her karmaşık yapının daha karmaşık bir yapıya dönüşme eğiliminin giderek azaldığı ve nihayetinde kompleksliğin bir noktasında değişimin son raddeye varacağı, yani bunun bir sonu olduğu sonucu çıkarılabilir mi? Eğer bir son varsa, ona ulaşıldığında evren donacak mı?

Freddie,

Böyle bir sonuca ulaşılabilir mi bilmiyorum. Ama buradan çıkarak ulaştığın sonuçlar ilginç.

Bu tür konular insana güzel zihin egzersizleri yaptırıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Stenger'ın yukarıda bahsettiğim dalga-parçacık düalitesiyle ilgili açıklaması şu youtube videosunda da yer alıyor:

Bu açıklamadan gayet emin görünüyor. Anlattığı kısaca şu:

Bir fotoğraf levhası kullanırsan, çift yarık deneyinde girişim görüyorsun, bunu zaten herkes biliyor.

Fakat teknoloji ilerleyip, fizikçiler gittikçe daha hassas deneyler yapmaya başlayınca, tek tek fotonları sezen dedektörler yapılıyor ve bir fotoğraf levhası yerine, bu foton dedektörleri dizisinden oluşan bir yüzey kullanılıyor. Bu düzenekte yapılan çift yarık deneylerinde, fotonlar tek tek gönderiliyor ve her fotonun dedektörlerden sadece biri tarafından algılandığı görülüyor. (Yani tek bir noktaya düşmüş oluyor). Fakat başlangıçta bu tek tek fotonların düştüğü noktalar rastgele gözükmesine rağmen (yani değişik noktalardaki dedektörlerin ya birisi, ya diğeri tarafından algılanıyor tek tek gelen fotonlar), zamanla, yani tek tek gönderilen foton sayısı arttıkça, ekranda bir dağılım görünmeye başlıyor ki bu dağılım aynen fotoğraf levhasındaki girişim paterni gibi.

Yani fotonların düştükleri yerlerin istatistiksel dağılımı bu girişim paternine benziyor. Dolayısıyla, ortaya çıkan dalga özelliği, çok sayıda parçacığın düşeceği noktaların istatistiksel ifadesinden başka birşey değil.

Zaten düşünürseniz, sözkonusu denklemin ifade ettiği de budur kuantum fiziğinde aslında diyor. Yani parçacığı nerede bulacağınızın olasılığı. Dolayısıyla, bu dalga denkleminin tek tek parçacıkların yapısını değil, toplam ışık ışınının istatistiksel özelliğini ifade ettiğini söylüyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

http://www.sciencedaily.com/releases/2008/...81113181325.htm

Konu ile ilgili yakından ilgisi bulunduğunu düşündüğüm bir haber. Daha önce bilim forumunda da vermiştim bu haberi. (İngilizce bilmeyen arkadaşlar google translate fonksiyonunu kullanabilir.)

Benim arkadaşlardan öğrenmek istediğim şey, foton deneyi. Nasıl tek bir foton gönderilebiliyor ve bunun hareketleri gözlemlenebiliyor? İşin teknik kısmını bilmiyorum. Sanırım bunu anlarsam bir adım ileri gidebilirim. Açıklayabilecek arkadaşlardan yardım bekliyorum.Evrim Teorisi mistik anlayışları temelden sarsarken niceleri Kuantum Teorisi'ni mistik anlayışlarına temel gösterebiliyorlar. Bu sebeple bu konunun üzerinde ciddi bir şekilde durulması gerektiğini düşünüyorum.

Sevgiler...

tarihinde Dragon tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Benim arkadaşlardan öğrenmek istediğim şey, foton deneyi. Nasıl tek bir foton gönderilebiliyor ve bunun hareketleri gözlemlenebiliyor? İşin teknik kısmını bilmiyorum. Sanırım bunu anlarsam bir adım ileri gidebilirim. Açıklayabilecek arkadaşlardan yardım bekliyorum.

Bu deney ile ilgili videolar da bulabilirsin.

Double slit Experiment yahut Wave-Particle duality.

Zaten sorun gözlemlede yaşanıyor,belli bir ışık kaynağından fotonlar tek tek gönderildiğinde eğer karşıda tek yarık varsa oradan geçiyorlar,ancak yarık ikiye çıkarıldığında hangisinden geçebileceklerini kestirmekte ve sonucu değiştirebilmeden gözleyebilmekte sorun yaşanıyor ve tek tek parçaçık olarak gönderilen bu fotonlar belli bir süre sonra dalga paterni oluşturuyor.

Feynman'ın bunun dışında aynadan yansıyan ve soğurulan fotonlarla ilgili de benzer deneyleri var.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bence bu konuda önemli olan varlığı değil, yokluğu tanımlamanın zorluğudur.

Soru neden bir şey var olunca yokluk ihmal edilmektedir.

Bence neden herşey yok sorusu daha anlamlıdır.

Kuantum mekanik dualitenin bu bağlamda ilginç bir önemi var..

Ona da sonra değinirim.

VAR-YOK!

VARLIK YOKLUĞA MECBURDUR, YOKLUGUN VARLIĞA BAĞIMLI OLDUĞU GİBİ..

Varlık olmadan (tek başına) yokluğu tanımlamaya olanak yoktur. Varlığa anlam veren yokluktur! Dolayısıyla varlığın nedeni yokluktur. Yokluk varlığa eşlik eden bir kavramdır. Onun kaçınılmaz bir öğesidir. Varlığın yokluktan çıkmadığını kabul edelim. Diğer bir varlıktan çıktığını... Peki o varlık nereden çıkmıştır? Bu soru sonsuza kadar sorulacaktır.

Varlığın yokluktan çıkmaktan başka çaresi yoktur. Başka bir deyişle, varlığın yokluktan kurtulmasına olanak yoktur.

Bunun tersi söz konusu olabilir mi?

Yani varlık da yokluğun kaçınılmaz bir parçası olabilir mi?

Evet! Olmalıdır. Çünkü ancak varlık böyle bir soruyu sorabilir. Varlığın olmadığı bir ortamda yokluk da olamaz. Varlık, yokluğun kaçınılmaz bir yoldaşıdır. Öyleyse varlık, yokluktan çıkmıştır!

Varlık varsa, yokluk da vardır. Varlık yoksa, her ikisi birden yoktur. Ama bu durum için yokluk değil, “gerçek yokluk” terimi kullanılmalıdır. İçinde yaşadığımız evrende böyle bir durum söz konusu değildir. Yani “gerçek yok, yoktur”.

Yokluğun ne olduğunu sorduğunuz an, varlığı kabul ediyorsunuz, demektir.

Varlığı kurguladığınız zaman karşınıza yokluk çıkmaktadır.

Varlık nedir?

Yokluğa eşlik eden ve onun tanımına katkıda bulunan bir kavramdır.

Varlık olmadan yokluk olmaz.

Yokluk da öyledir!

Varlığa eşlik eden, onun kaçınılmaz bir parçası ve bütünleyicisidir.

Yokluk, varlığın kaynak aldığı bir tür varlıktır!

Var varsa, yok da vardır. Var yoksa, her ikisi de “gerçekten yoktur.”

Gerçek yokluk kuramsal bir yokluktur ve içinde yaşadığımız evrende asla olmamıştır.

Bizim evrende, varlığın kökeni olan ilk yokluk absolü sıfırdır. O da “gerçek yokluk” değildir.

Yok kabul edilecek kadar düşük bir değerdir belki ama, yine de nicel ve nitel olan bir varlıktır.

Yok yoktur...... Çünkü yok vardır........

Gerçek yokluk yoktur.

Yokluk varlıktır !

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu deney ile ilgili videolar da bulabilirsin.

Double slit Experiment yahut Wave-Particle duality.

Zaten sorun gözlemlede yaşanıyor,belli bir ışık kaynağından fotonlar tek tek gönderildiğinde eğer karşıda tek yarık varsa oradan geçiyorlar,ancak yarık ikiye çıkarıldığında hangisinden geçebileceklerini kestirmekte ve sonucu değiştirebilmeden gözleyebilmekte sorun yaşanıyor ve tek tek parçaçık olarak gönderilen bu fotonlar belli bir süre sonra dalga paterni oluşturuyor.

Feynman'ın bunun dışında aynadan yansıyan ve soğurulan fotonlarla ilgili de benzer deneyleri var.

Sağolasın sevgili Deha, mesela şu video güzel anlatıyor.

Benim anlamadığım yer biraz teknik kısmı üzerine. Tek bir parçacık olarak fotonu gönderdiklerine nasıl emin olabiliyorlar? Eğer madem foton hem dalga hem parçacık o zaman elektron tabancasından tek bir parça gönderdiklerine nasıl emin olabiliyorlar? Nitekim yarığın hemen önünde bile tek bir tane gibi gözlemliyor olmalarına rağmen elektron aslında tek bir parça olmadığını yarıklardan geçtikten sonra gösteriyor. Yani tek bir yarıktan geçerken parçacık olarak algılamamız ile tabancanın ucundan fırlarken de parçacık olarak kabul etmemiz benzeşiyor. Tek yarık ve tabancanın ucu(tek). İşte benim anlamak istediğim kısım bu. Tek bir foton gönderdiklerini fotonların tek bir uçtan gönderilmiş olmasına mı bağlıyorlar?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Örneğin dalga parçacık düalitesinde, parçacığın asıl doğasının gerçekten de parçacık olduğu, dalga özelliğinin, çok sayıda parçacığın söz konusu olduğu deneylerde ortaya çıkan ve parçacık grubunun istatistiksel özelliklerini yansıtan bir durum olduğu da artık özellikle çağdaş fizikçiler arasında yaygın bir bakış açısıdır.

Ben böyle oldugunu hiç duymadım.

Zira böyle olsa klasik istatistiksel fizik ve termodinamik ile atomaltı sorunlar çözülürdü ve bu kadar tartışma bile yaratmazdı kuantum mekaniği. Esas sorun tek bir elektronun (tek bir parçacıgın) bile dalga karakteri sergileyebilmesidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili mantik, butun aciklamalarin icin cok tesekkurler. Herhangi bir konuyu senden daha iyi ifade eden birini tanimiyorum , Shakespeare de dahil :) Bence senin dogal pozisyonun UN genel sekreterligi.

Eskiden, fotonlarin kendi kendileri ile girisim yaptiklari gibi bir dusuncem vardi. Ama bunun dogru olmadigi ortada. Cunku tek bir foton'un kendi kendine girisim yaptigini ileri surebilmek icin, o fotonun en az iki noktaya dusmus olmasi gerekir. Oysa, senin de belirttigin gibi foton detektorlerinden sadece bir tanesi fotonu algiliyor.

Sozkonusu denklem olasiliklari tahmin etmek icin kullanilan matematiksel bir model. Yani davranisin nedenlerini aciklamiyor. Bu denklemi bir kenera birakip, bir adim geri atip baktigimizda, bir girisim paterni goruyoruz. Ama makro duzeyde "girisim" denilen olgunun en az iki kaynak gerektirdigini de biliyoruz. Ortada girisime sebep olacak iki kaynak yokken bu patern nasil olusuyor? Burada bir yorum hatasi yapiyorum sanki: Belkide, gordugumuz paternin, iki dalga kaynagindan olusan bir girisim paternine benziyor olmasi, ardinda gercek bir girisim olmasini gerektirmiyor. Yani bu patern aslinda bir girisim sonucu ortaya cikan bir patern degil. Dolayisi ile "girisim" sozcugu bu baglamda yanlis.

"Parçacığı nerede bulacağınızın olasılığı" ifadesi bu karmasaya biraz aciklik getiriyor. Soyle ki, fotonu atmadan once belirli bir noktaya dusme olasiligini biliyoruz. Ama, sonucta bu paternin dalga girisim paternine benziyor olmasi bir tesaduf mudur?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Benim Stenger'in açıklamasından anladığım şu oldu:

Eğer fotonları tek tek gönderirsen, karşıdaki ekranda belli noktalara çarpıyorlar. (Parçacık gibi). Fakat bu şekilde tek tek çok sayıda foton gönderirsen, her foton ekranda tek bir noktaya çarpmasına rağmen, toplamda ekranda bir girişim paterni gözleniyor.

Fotonları yada diğer parçacıkları tek tek yollasanda farketmez girişim paterni oluşur

Öyle olmadıgını düşünelim, sürekli biçimde gönderilen parçaçıklar birbirleri ile nasıl girişim yapacak? parçaçık bireysel olarak dalga özelliği yoksa bunlar girişim yapmazki, çift yarık deneyinde iki yarığın karşısında iki tepe yapan bir eğri çıkar sadece girişim deseni çıkmaz

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ben böyle oldugunu hiç duymadım.

Zira böyle olsa klasik istatistiksel fizik ve termodinamik ile atomaltı sorunlar çözülürdü ve bu kadar tartışma bile yaratmazdı kuantum mekaniği. Esas sorun tek bir elektronun (tek bir parçacıgın) bile dalga karakteri sergileyebilmesidir.

Ben de buna takmistim. Mantik daha sonraki iletilerinde buna aciklik getirdi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yok yok ise ve yokluk varlık ise, nereden çıkmıştır bunlar diye sorabilirsiniz.

Aslında belki ikisi de daha önce yoktu. Ne varlık vardı daha önce, ne de yokluk.

Varlık ve yokluk birlikte tekillikten çıktı.

O zaman soru tekilliğin ne olduğu..

Tekilli bir varlık mı, yoksa yokluk mu?

Var mı, yok mu?

Aynı sirküler sorular tekillik için de söz konusu.

Varlık ve yokluk birlikte var olduklarına göre, onlar için düaliteden bahsetmek zorunluğu vardır.

Oysa tekillikte düaliteden bahsedemeyiz.

Hiç kuşkusuz varlık ve yokluk, bize kuantum mekaniğinin dikte ettirdiği gibi, birlikte düaliteyi simgelerler.

Madde ve enerji vardır. Çünkü karşıtı da vardır.

VArlık madde ve enerji ise, karşıtı olan yokluk çekim kuvvetidir.

Varlık olarak kabul edilen madde ve enerji aynı zamanda hem dalga hem de parçacık ise, yokluk da öyledir. Hem çekicidir, hem de itici.

Burada önemli ve temel soru tekilliğin ne olduğudur.

Ve geriye doğru geçen zamanda ulaşılacağına inanılan tekillik gerçekten var mıdır?

Belki de tekillik hiç bir zaman olmamıştır.

Çünkü tekilliğe gereksinim olmamıştır.

Kuantum fiziğinin temelini oluşturan yokluk ve varlık, yalancı zerreler tarafından simgelenen ve tekilliğin yerini alan değerlerdir.

Kuantum fiziğine göre tekillik sadece ulaşılması olanaksız bir kavram olarak vardır.

Yalancı zerreler her zaman vardılar. Ve herşeyin kaynağıdırlar.

Evren vaküm dalgalanmasının ürünüdür.

Kuantum düaliteyi açıklamak mümkündür belki ama, tekilliği açıklamak henüz mümkün olamamıştır.

Tekillik yalancı zerrelerden çok daha gizemli, çok daha ekzotik, çok daha temel ve özel bir varlıktır.

Tekillik Tanrı'yı temsil etmez. Çünkü kuantum düalite tekilliğin yarattığı değerler değillerdir.

Tekilliğin kendisidirler.

Ve muhtemelen tekillik yoktur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sağolasın sevgili Deha, mesela şu video güzel anlatıyor.

Benim anlamadığım yer biraz teknik kısmı üzerine. Tek bir parçacık olarak fotonu gönderdiklerine nasıl emin olabiliyorlar? Eğer madem foton hem dalga hem parçacık o zaman elektron tabancasından tek bir parça gönderdiklerine nasıl emin olabiliyorlar? Nitekim yarığın hemen önünde bile tek bir tane gibi gözlemliyor olmalarına rağmen elektron aslında tek bir parça olmadığını yarıklardan geçtikten sonra gösteriyor. Yani tek bir yarıktan geçerken parçacık olarak algılamamız ile tabancanın ucundan fırlarken de parçacık olarak kabul etmemiz benzeşiyor. Tek yarık ve tabancanın ucu(tek). İşte benim anlamak istediğim kısım bu. Tek bir foton gönderdiklerini fotonların tek bir uçtan gönderilmiş olmasına mı bağlıyorlar?

Iki tane hassas zamanlanmis voltaj darbesi ile bir kuantum noktasina vuruluyor. Birinci darbe bir diyoda yuk tasiyicilari enjekte ederken, ikincisi aniden kuantum noktasinin yayilma niteliklerini kaydirarak foton isimasini sagliyor. Daha sonra istege bagli olarak uzerine sarmisakli yogurt dokulerek servis yapiliyor.

Bana bakma sevgili dragon, ben bunlarin yalancisiyim:

http://arxivblog.com/?p=338

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...