Jump to content

Recommended Posts

  • İleti 80
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Daha önce dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Türkiyede çoğunlukla cin çağırmak kullanılırken hristiyan ülkelerde (ki bunu türkiyede de duymak mümkün) ruh çağırmak adı altında ayni olay kullanılıyor. Peki ruh veya cin hiç farketmeksizin birileri sürekli birşeyleri çağırıyor yada görüyor?

Daha önce 'neden küfrediyorlar' başlığı altında yazdığım yazıya ek olarak şunu söyleyebilirim ki insanlar inandıkları kavramları sadece dışardaki kişilere değil ayni şekilde kendi içlerinde bilinçaltılarında da ıspatlamak isterler. Bu davranış da toplumsallaşabildiğinden kişiler metafizik olayları armaya ve gerçekötesi hikayeleri uydurup yaymaya devam eder.

Bazıları ise bu olayları gerçekten yaşar! Nasıl mı? Bugün dünya üzerinde en fazla gerçeküstü olay (cin, hayalet, peri, ot ....) anlatılan 3 ülke vardır ki japonya ve ingiltere hayalet hikayeleri ile ünlüyken türkiye cin hikayeleriyle ünlüdür. Üçünün en büyük ortak özelliği ise çay tüketiminin fazlalığıdır. Özellikle yeşil çay denilen türün fazla kullanımı beyine giden sinir uçlarında ve beyindeki damarlarda bir çeşit tahribata neden olur. bu ufak tahribat nedeniyle kişinin özellikle korku ve baskı psikolojisine sahip olduğu anlarda halisünasyon görmesi kolaylaşır. Bu nedenle özellikle beyinsel olarak zaten birşeyleri görmeye yatkın kişiler çok fazla çay tüketimiyle birlikte hayalet veya cin olaylarını yaşadığını sanacak halisünasyonlar görmeye başlar.

İngilterede ayrıca buna ek olarak bir dinamik daha vardır. Heoiniz ingilterenin lanetli şatolarını duymuşsunuzdur. Birçoğu granitten yapılan bu şatolar fırtınalı havalarda elektriği çekerek radyasyon yaymaya başlar (nükleer radyasyonla karıştırmayın) granitin fırtınadan gelen yıldırım akımlarıyla etkileşerek yarattığı bu manyetik akımlar sonucu özellikle ev içindeki çatal bıçak veya varsa ortaçağ zırh setleri titreşmeye devrilmeye veya ani yıldırımlarda havalanıp düşmeye başlar. Çok yüksek radyasyonun insan beynini etkilediği ve bunlara ek olarak halisünasyon görmesine yol açtığı görüşü de vardır. Bu nedenle avrupa hikayelerinin çoğu karanlık şatolarda fırtınalı havalarda, uçan bıçaklar ve yürüyen zırhlar içerir.

Umarım beğenirsiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Cinler var. Ruh muh yok.

Kutsal kitaplarda insanlar "cinlerin insanlığı yoldan çıkarma-ayağını kaydırma çabaları" hakkında uyarıldığı için, cinler açık açık cin (şeytan) olduklarını söyleyince sapkın öğretilerini pazarlayamıyorlar.

Ama kendilerine ruh-hayalet, uzaylı gibi isimler vererek amaçlarını gerçekleştirebiliyorlar.

Olay bundan ibaret. Kuran bu konuda insanlığı -en güzel ve en açık şekilde- uyarmakta.

Drake denklemi deyince inanıyorsunuz, cin deyince inanmıyorsunuz.

Nasıl bir ikilemdir anlamak mumkun degil.

Selam.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Cinler var. Ruh muh yok.

Kutsal kitaplarda insanlar "cinlerin insanlığı yoldan çıkarma-ayağını kaydırma çabaları" hakkında uyarıldığı için, cinler açık açık cin (şeytan) olduklarını söyleyince sapkın öğretilerini pazarlayamıyorlar.

Ama kendilerine ruh-hayalet, uzaylı gibi isimler vererek amaçlarını gerçekleştirebiliyorlar.

Olay bundan ibaret. Kuran bu konuda insanlığı -en güzel ve en açık şekilde- uyarmakta.

Drake denklemi deyince inanıyorsunuz, cin deyince inanmıyorsunuz.

Nasıl bir ikilemdir anlamak mumkun degil.

Selam.

Herikisi de yok. Ruh hastası, korku dolu, inanmaya hazır insanlar ve inanabilecekleri çok güzel masallar var. Kuran da bu masalların en kötülerinden biri, üstelik pornografik.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu yazı İşte Kuran sitesinden alıntıdır.

Bilindiği üzere Cinn, şeytan, iblis ve Melek sözcükleri insanlar arasında ve tüm dinlerde önemli bir yere sahiptir. Ne var ki belki tarih öncesinden beri insanların zihnine işlemiş yanlış, anlayış ve inanış devam edip gitmektedir. İlkel toplumların yaşadıkları ilkel koşullar altında zihinlerinde oluşturdukları vehim ve kuruntulara dayalı inançlar hala yaşamaktadır. En kötüsü de bu tarz batıl ve yanlış inanç ve kanaatin dine fatura edilmesidir. İşte bizi ilgilendiren de budur. Biz dinimizin saf, halis, Allah’a ait bir din olarak yaşanmasından yanayız. İşte bu nedenle Cinn konusunu hem sözcük yönüyle hem de Kur’an’da ne anlamlarda kullanıldığını açıklamak zorunluluğunu duyduk.

Önce halk kültüründeki cinin tanımını yapalım:

“Erdirici, yüksek değerler ilham eden, gizli destekçi güçler, insan gibi yiyip, içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağan üstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren görünmeyen yaratıklar”.

Cinn, işte böyle anlaşıldığından, psikolojik rahatsızlıklara uğramışlara, yüz felci olmuşlara cinn çarpmış, uğrak olmuş denilmektedir. Ayrıca eski dönemlerde başarılı, hamarat sanatkarlara, şairlere, kâhinlere hatta peygamberlere “mecnun/cinlenmiş” derlerdi. Bundan maksat, onların delirmiş olduklarını anlatmak değil, onların cinler (görünmez varlıklar) tarafından desteklendiklerini, yardım gördüklerini ifade etmekti.

Biz önce sözcüğün anlamımı çözelim:

“Cinn” sözcüğü “cenn” kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğünün asıl anlamı, “bir şeyi duyulardan saklamak”tır. “Cennehülleylü/gece onu örttü, ecennehü/onu örttürdü, cenne aleyhi/üzerine örttü” şekillerinde kullanılır. Nitekim Kur’an’da İbrahim Peygamberi konu alan bir pasajda( En’am suresi ayet 76 ) “fellema cenne aleyhilleylü/ne zamanki gece kendisini sakladı (iyice karanlık çöktü) ” diye yer alır.

Aşağıdaki sözcükler de “cnn” kökünden türemiştir.

Cennet: “Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer” demektir.

Cinnet: “aklı, fikri saklanmak, delirmek” demektir.

Cenin: “ana karnında saklandığı için bu adı almıştır.

Cünnet: Kalkan; kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir.

Netice bütün; eski ve yeni sözlüklerde “İnsanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılamaya kapalı, ama somut veya soyut, varlığı kesin olan varlıklara veya güçlere CİNN dendiğini” yer alır.

Cinn sözcüğü Kur’anda Cann ve Cinnet kalıplarıyla da yer almaktadır.

Buna göre melek ve şeytan terimleri de cinn kavramı kapsamındadırlar. Yani her melek ve şeytan cinndir, ama her cinn ve şeytan melek değildir.

Cinn sözcüğü İns sözcüğünün karşıtıdır.

Bu nedenle Cinn sözcüğünün iyi anlaşılabilmesi için cinn sözcüğünün karşıt anlamlısı olan ins ve insan sözcüklerinin de iyi bilinmesi şarttır.

İns, İnsan:

“İnsan” sözcüğünün aslı “insiyan” sözcüğüdür. “fi’liyan” kalıbında olup “ens” sözcüğünden türemiştir.

Sözcük anlamı, “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demektir.

Sözcüğün anlamı bu olmasına ve evrendeki tüm görünebilen varlıkları kapsamasına rağmen bu sözcüğün insana isim olarak verilmesinin nedeni, insanın yaratılışından karşılıklı ünsiyete muhtaç oluşudur. Yani insanın sosyal bir varlık olması; başka varlıklar özellikle de insanlar ile ilişkisiz olamamasıdır.

İbni Abbas gibi bazı tefsirciler “insan” sözcüğünün “nisyan” sözcüğünden türemiş olduğunu ve insan verdiği sözleri unuttuğu için bu isimle isimlenmiş olduğunu söylemiş olsalar da bu görüş hem dilbilimcileri tarafından itibar görmemiş hem de Kur’an’daki kullanıma ters düşmektedir.

İnsan ve cinnin yaratılışı:

Konumuz içerisinde belki de enteresan karşılanabilecek bir saptamada bulunacağız. Bu insan ve Cinin yaratılışıdır.

Rahmân Suresi, âyet 14, 15:

“O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan (değişken maddeden)yarattı.

Ve cannı ateşin dumansızından (enerjiden) yarattı.”

Hıcr Suresi, âyet 26, 27:

“Ve hiç kuşkusuz biz, insanı (görünen, bilinen varlıkları) çınlayan kilden, işlenebilen çamurdan (halden hale giren maddeden)yarattık.

Ve cannı daha önce, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden (engel tanımayan enerjiden) yaratmıştık.”

Bu iki ayet grubundaki insan ve cann sözcüklerini orijinal sözcük anlamlarında kullanırsak “çınlayan kil, işenebilir çamur, kuru balçık” ifadelerini halden hale giren MADDE; “ateşin dumansızı, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşi” ifadesini ENERJİ olarak anlarsak, bu günkü modern kimyadaki görünen varlıkların MADDEDEN görünmeyen varlıkların ENERJİDEN yaratılmış gerçeğini görmüş oluruz.

Öyleyse “cann ateşten yaratılmıştır” demenin anlamı “gözükmez güçler enerjiden yaratılmıştır” demektir. İnsan topraktan yaratılmıştır” demenin anlamı da “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran varlıklar maddeden yaratılmıştır” demektir.

Ayrıca elektrik, manyetik dalgalar, şua gibi enerjik varlıklar da cinn ifadesi kapsamındadırlar.

Not:

Araplar yavaş hareket ettiği, hareketi gözle izlenemeyen küçük bir yılan türüne “cann” derler. Cann sözcüğü bu anlamıyla Kur’an’da iki yerde (Kasas suresi ayet 31; Neml suresi ayet 10) Musa Peygamberin asası ile ilgili olarak kullanılmıştır.

Kur’an’da ve kadim kaynaklardan yapılan tespitlere göre cinn sözcüğü çok kapsamlı olarak kullanılmaktadır. Öz anlamı ekseninde tüm görünmez güçler, varlıklar ve tam anlaşılamayan, iyice tanınamayan, az bilinen varlıklar için de kullanılmaktadır.

Bu sözcüğü ve bu kavramı doğru olarak öğrenebilmenin tek yolu, şimdiye kadar bu konuda bilinenlerin bir kenara bırakılması ile mümkün olur. Kulaktan duyma ve halk arasındaki folklorik cinn anlayışı bizi yanıltır ve olayın kavranmasına engel olur.

Bu kavram genelde din ile de iç içe olması nedeniyle, dinin ana kaynağı olan Kur’ân’daki kullanımlarının açık ve net olarak görülmesi ve bilinmesi zorunludur.

KUR’ÂN’DA CİNN:

1-Cinn sözcüğü, melekler için kullanılmıştır:

Saffât Suresi âyet 158:

“Onlar, Allah ile cinler arasında bir soybağı (nesep) kurdular. Oysa, andolsun, cinler de onların gerçekten hazır bulundurulacaklarını bilmişlerdir.”

En’am Suresi, âyet 100:

“Ve Cinleri Allah’a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. Bir de bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O ise nitelendirdikleri şeylerden yücedir-uzaktır.”

Sebe Suresi, âyet 41:

“Melekler derler ki: “ sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil. Hayır, onlar cinlere tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi.”

Bu üç ayette geçen “cinler” ile kastedilen meleklerdir. Yanlış anlayıştaki “cinler” değildir. Bunun delilleri şu ayetlerdir: Nahl suresi ayet 75; Necm suresi ayet 21; Saffat suresi ayet 149, 153; Zuhruf suresi ayet 16; Tur suresi ayet 39. Bu ayetlerde o dönemin cahil kimselerinin “melekler Allah’ın kızlarıdır” diye inandıkları vurgulanır.

2-Cinn sözcüğü İblis için kullanılmıştır:

Kehf suresi ayet 50:

“Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim astımdan onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!”

“İblis” ile ilgili bağımsız bir çalışmamız vardır. Detay orada mevcuttur. Lütfen o yazımıza bakınız.

3- Kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılmıştır.

Bu kısma Kur’ân’dan üç örnek var.

a) Süleyman peygamberin cinleri :

Sebe Suresi âyet 12-14 :

“ Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı boyun eğdirdik; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırırdık.

Ona dilediği şekilde kaleler/mihraplar, heykeller/manzara resimleri/güzel motifler, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.” Kullarımdan şükretmekte olanlar azdır. ”

Böylece onun ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, ölümünü, onlara asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı (Süleymanın öldüğünü) bilmiş olsalardı böylesine aşağılayıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.”

Neml suresi, âyet 39 :

“Cinlerden İfrit: “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana getiririm, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.” dedi.”

Görüldüğü gibi bu âyetlerde Süleyman Peygamberin emrinde çalışan, ona zoraki hizmet eden Cinnlerden bahsedilmektedir. Ve bunların hünerli zanaatkar kimseler olduğu açıklanmaktadır.

Şimdi Süleyman peygamberin emrine verilen bu cinlerin kimler olduğunu anlamaya çalışalım. Bunlar halk kültüründeki inanılan cinnler mi, yoksa başka bir şey mi ?

Bu konunun tahlili hem tarih bilgisi hem de Dinler Tarihi bilgisi gerektiren bir konudur. Süleyman peygamber Beniisrail peygamberlerindendir. Yani Yakup peygamberin soyundandır. Babası Davut peygamberden sonra babasının mirasçısı olmuştur. Hem peygamberdir hem de ülkesinin hükümdarıdır. Ve Süleyman peygamber. hem Müslümanların ve hem de ehli kitabın/Yahudi ve Hıristiyanların ortak bir kişisidir. Ve onunla ilgili tarihi ve dini özellikler Ehli kitap’ta da mevcuttur. Eldeki Tevrat muharref/bozulmuş olduğundan onu dini bir kaynak olarak ele almamız mümkün değil ama bir tarih kaynağı olarak ele alınmasında hiçbir sakınca yoktur. Zaten tarihin temel kaynaklarından bir tanesi yazılı Dini Metinlerdir.

Kur’ân’ın bu âyetlerini duyan Ehli Kitap da bu anlatıma itiraz etmemişlerdir. O zaman bu konuyu eldeki kitab-ı Mukaddes’ten de irdelemekte yarar vardır. Bu konu Tevrat’ın 1.Krallar ve 11. Tarihler bölümlerinde yer almaktadır. Biz oraya işarette bulunmayıp, herkesin elinin altında bir Tevrat olmadığı düşüncesinden 11. Tarihler, bölümünün 11. Bab’ını aynen aktarmayı uygun buluyoruz:

“VE Süleyman RABBiN ismine bir ev, ve kendi krallığı için bir ev yap*maya niyet etti. 2Ve Süleyman yük ta*şıyan yetmiş bin adam, ve dağlarda taş kesen seksen bin adam, ve onların üze*rinde iş başı olan üç bin altı yüz adam saydı. 3Ve Süleyman Sur kralı Hurama gönderip dedi: “Babam Davuda yaptığın gibi, ve içinde oturmak için kendisine ev yapsın diye ona erz ağaç1arı gönder*diğin gibi, bana da öyle yap. 4İste, ben Allah’a tahsis edeyim, ve onun önünde hoş kokulu buhur yakayım diye, Allah’ım RABBİN ismine bir ev yapacağım; ve o daimi huzur ekmeği için, ve sabah akşam, Sebtlerde, ve ay başlarında ve Allahı’mız RABBiN belli bay*ramlarında yakılan takdimeler için ola*caktır. Bunlar İsrail üzerine ebedi kanundur. 5Ve yapmak üzere olduğum ev büyüktür, çünkü Allahımız bütün ilah*lardan büyüktür. 6Ve kimin kudreti var ki, ona bir ev yapsın? Çünkü gök ve göklerin göğü onu alamaz. Ve ben ki*mim ki, ona bir ev yapayım? Ancak onun önünde buhur yakmak için yapıyo*rum. 7Ve şimdi, babam Davud’un hazır*lamış olduğu Yahuda’da ve Yeruşalim’*de yanımda bulunan hünerli adamlarla beraber olmak üzere bana bir adam gönder, altın, ve gümüş, ve tunç, ve demir. ve erguvani, ve kırmızı, ve lacivert işlerinde hünerli olsun, ve her türlü oyma işlerini oyabilsin. 8Ve bana Libnan’dan erz ağacı, ve servi, ve sandal ağacı gön*der: çünkü bilirim ki, senin kulların Libnan’dan kereste kesmeği bilirler. 9Ve iste. bana bol kereste hazırlasınlar diye kullarım senin kullarınla beraber ola*caklar: çünkü yapacağım ev büyük ve şaşılacak bir şey olacaktır. 10Ve iste, se*nin kullarına, kereste kesenlere, yirmi bin ölçek dövülmüş buğday, ve yirmi bin ölçek arpa, ve yirmi bin bata şarap, ve yirmi bin bat zeytin yağı veririm.

11Ve Sur kralı Huram, Süleyman’a gönderdiği yazı ile cevap verdi: RAB kavmini sevdiği için seni onların üzerine kral etti. 12Ve Huram dedi: RAB için bir ev, ve kendi kra1lığı için bir ev yapacak olan basiret ve anlayış sahibi akıllı bir oğlu kral Davud’a veren, Göğü ve yeri yaratan RAB, İsrail’in Allah’ı mübarek olsun. 13Ve iste, senin hünerli adamlarınla ve baban efendim Davud’un hünerli adamları ile beraber kendisine bir yer verilsin diye, hüner ve an1ayış sahibi bir adamı, benim Huram Babayı gönderdim. 14Dan kızlarından bir kadı*nın oğludur, ve babası Surlu bir adamdı; altın, ve gümüş, tunç, demir, taç, ve kereste, erguvani, lacivert, ve ince keten, ve kırmızı işlemede, ve her çeşit oyma işinde, ve her çeşit icatta hünerlidir. 15Ve efendimin söy1emiş olduğu buğdayı ve arpayı, zeytin yağını ve şarabi kullarına göndersin; 16ve sana lazım olduğu kadar Libnan’dan kereste keseriz; ve onu sallarla denizden Yafa’ya kadar sana getiririz ve sen onu Yerüşa1ime çıkarırsın.

17Ve Süleyman, babası Davud’un İsrail diyarında olan bütün garipleri saydığı sayıdan sonra onları saydı; ve yüz elli üç bin altı yüz kişi bulundular. 18Ve onlardan yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin, ve kavmi işletmek için iş başi olarak üç bin altı yüz kişi koydu. ”

Tarihi kayıtlar ve Mukaddes Kitap’ta Süleyman Peygamberin hizmetinde bulunanların halk kültüründeki cinler olmayıp, Süleyman peygamberin babası Dâvut peygamberin hünerli zanaatkar adamları ve onlara ustabaşılık yapan Sur kralının gönderdiği Hurram Baba ile emrindeki hünerli kişiler zanaatkarlar olduğu görülmektedir.

Burada da görmekteyiz ki Cinn sözcüğü, ‘başka ülkelerden getirilmiş hünerli zanaatkar yabancı işçiler için’ kullanılmıştır.

b)Peygamberimizi dinleyen cinler:

Ahkaf Suresi, âyet 29-31 :

“Hani cinlerden birkaçını, Kur’ân dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: “Kulak verin;” sonra bitirilince de kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

Dediler ki: “Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve dosdoğru olan yola yöneltip-iletmektedir.

Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve ona iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun

Kim Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir ve onun O’ndan başka velileri de yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”

Buradaki anlatım aşağıda göreceğiniz gibi Cinn suresinde de yer almıştır.

Cinn suresi âyet 1-15

“De ki, “Bana gerçekten şu vahyolundu: “Cinnlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: ‘Doğrusu biz hayranlık veren bir Kur’ân dinledik.’

O, gerçeğe ve doğruya yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.

Elbette bizim Rabbimizin şanı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.’”

“Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah’a karşı bir sürü saçma şeyler söylemişler.

Halbuki biz, ins ve cinin (hiçbir kimsenin) Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini zannediyorduk.

Bir de şu gerçek var: İnsten bazı kimseler cinden bazı kimselere sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını artırırlardı.

Ve onlar, sizinde sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.

Doğrusu biz göğü yokladık (falcılığı denedik); fakat onu güçlü koruyucular ve şihap/ateş alevleri, göz kamaştıran parıltılar, yakıcı ışınlarla kaplı bulduk.

Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa hemen kendisini izleyen bir şihap bulur.

Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için bir hayır mı diledi.

Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bunun dışında olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.

Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de onu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.

Elbette biz, o yol gösterici- Kur’ân’ı işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından.

Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte Allah’a teslim olanlar, artık onlar gerçeği ve doğruyu bulmuş olanlardır. “

Bu iki ayet grubunda konu edilen cinnler (ki, âyette nefer (üç ile on arası) bir sayıda oldukları belirtiliyor) tüm tefsirlerde ve tarih kitaplarında, Nusaybin’den veya Yesrip,ten, kimliklerini açığa vurmadan Peygamberin yanına gizlice gelip Kur’ân dinleyip imana gelen sonra da kavimlerini uyarmak için geri dönen Yesrip/Medine’li veya Nusaybinli Yahudilerdir. Kesinlikle halk kültüründeki mevhum cinler değildir.

Ahkaf ve Cinn surelerinin iniş sebeblerine âit rivayetlerden, İbn-i Mes’ud rivayeti çok önem arzetmektedir. Bu rivayet Kütüb-ü Sitteden Müslim, Ebu Dâvud, ve Tirmizi de yer almaktadır. Bu rivayet “Cinn Gecesi Hadisi” olarak şöhret bulmuştur.

İşte rivayet:

“Alkame anlatıyor: “İbn-i Mes’ud’a dedim ki:

-“Sizden kimse, cinn gecesinde Peygamber efendimize refakat etti mi?”

“-Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O’nunla beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: “Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?” dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü geceyi geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.

“-Ey Allah’ın Rasülü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik.” dedik.

“-Bana cinnlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur’an’ı Kerim’i okudum.” buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi.”

Cinn gecesi rivayetinin İbn-i Mes’ud rivayetine göre de Arap olmayan yabancılar/cinnler (Nusaybinli veya Yesrip/Medineli Yahudiler) Peygamber efendimizle buluşup, ondan Kur’ân dinlemişlerdir. Demek oluyor ki her insan gibi onlar da geceleyin üşümüşler ve ateş yakıp ısınmışlardır. Sonra da ayrılmışlardır. Peygamberimiz, kendisinin arkadaşları arasından bir müddet ayrılmış olması nedeniyle üzülen arkadaşlarına, nerede olduğunu ve neler olduğunu anlatmış ve yemek hazırlığının kalıntılarını göstermiştir.

c) Cinlerin bahsettiği cinler:

Yukarıda Cinn suresinin 1-15. ayetlerinin mealini sunmuştuk. Bu ayetler, Rabbimizin peygamberimizi dinleyen cinlerin kavimlerinin yanlarına vardıkları zamanki anlattıklarının nakledişidir.Yani Mekke’ye gelip peygamberimizle gizlice görüşenler (anlatımın içeriğine göre yahudidirler) Medineye (veyahut Nusaybin’e) vardıkları zaman olanı gideni anlatmış ve bulundukları belde ve kendi halkları ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Bunlar Rabbimiz tarafından gayb haberi olarak Peygamberimize bildirilmiştir. Ve anlatılanlar cinlerin (Yahudilerin) konuşmalarıdır. İşte bu konuşma esnasında, konuşan cinn kendilerini insan olarak niteleyip bir başkalarını “cinn” diye nitelemektedir.

Cinn suresi ayet 6:

“Bir de şu gerçek var: İnsten bazı kimseler cinden bazı kimselere sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını artırırlardı.”

Buradaki cinlerin ağzıyla anlatım yapılmış ve yukarıdaki ifade konuşan cine aittir. Cinn demek istemiştir ki “insten (bizim tanıyıp bildiklerimizden) bazı kimseler cinnden (tanımadığımız yabancılardan) bazı kimselere sığınırlardı”.

Medine (o zamanki adı Yesrib) veyahut Nusaybinli yahudinin konu ettiği cinnler, Mekke’den Yesrib veyahut Nusaybin’e Rasülüllah aleyhinde propaganda için gitmiş ve orada Peygamberimiz aleyhinde sinsice çaba harcayan Mekkeli ajan kimselerdir.

İns ve cinn :

Cinn konusu kapsamı içerisinde hassas ve Kur’an’ı doğru anlamak için çok önemli bulduğumuz bir noktayı açıklamak zorundayız. Bu mesele “İns” ve “cinn” sözcüklerinin bir arada “ins ve cinn (ins-cinn)” takım(kalıp) halinde kullanılışıdır. Bu kullanılış genellikle “İnsanlar ve Cinler” olarak mânâlandırılmaktadır. Halbuki bu kalıp ifadelerde sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.

İki zıt anlamlı sözcüğün bir arada takım halinde söylenişi ile yeni bir anlam kazanılması dünyanın tüm dillerinde mevcuttur. Konumuzu iyi anlamamız için önce bunları örnekleyelim.

Türkçe’de:

Sağ, sol sözcükleriyle oluşturulan “sağda-solda” kalıbı “her yerde” anlamını ifade eder.

İleri, geri sözcükleriyle “ileri-geri” ???????????????????????????????

Sabah, akşam sözcükleriyle “sabah-akşam” ?????????????????????

İngilizce’de:

Fıransızca’da:

İtalyanca’da:

Ve Arapça’da:

Yukarıdaki gördüğümüz türden Arapça’da da bir takım sözcükler bulunmakta dolayısıyla da bunlar Kur’an’da yer almaktadır. Örnekler:

Mağrib (batı) ve meşrik (doğu) sözcükleri.

Bunlar birlikte “batı-doğu” halinde söylendiklerinde anlamı sadece iki yönü ifade etmeyip tüm yönleri içine alır.

Müzzemmil suresi 9. ayette “ Rabbulmeşrigı velmağribi/doğunun, batının rabbi” ifadesi sadece doğu ile batıyı anlatmayıp tüm yönleri ve mekanları ifade eder. Yani “Allah her yerin rabbidir” demektir. Bu sözcükler ile ilgili Nur suresi ayet 35, Bakara suresi ayet 115, 142, 177; Şuara suresi ayet 28; Rahman suresi ayet 17’ye de bakabilirsiniz.

Dünya ve ahiret sözcükleri.

Bu sözcükler de beraber söylendikleri zaman “her yerde ve her zaman” anlamlarını ifade ederler. Bu sözcükler ile ilgili Bakara suresi ayet 217, 220; Al-i Imran suresi ayet 22, 45,56; Nisa suresi ayet 134; Tevbe suresi ayet 69, 74; Yunus suresi ayet 64; Yusuf suresi ayet 101; Hacc suresi ayet 14, Nur suresi ayet 14, 19, 23 ve Ahzab suresi ayet 57’ye de bakabilirsiniz.

Yaş, kuru sözcükleri.

Bu sözcükler de beraberce kullanıldıkları zaman “ her ne varsa, her şey” anlamını içerir. Örneğin En’am suresi 59. ayetteki “…. Yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.” ifadesi sadece yaşı ve kuruyu ifade etmeyip “her ne varsa canlı-cansız hepsini” anlamını ifade etmektedir.

Sabah, akşam sözcükleri.

Kur’an’da farklı ifadeler ile sıkça yer alan bu sözcükler de sözcük anlamını ifade etmeyip “daima, her zaman” anlamına gelmektedir. Bu sözcükler ile ilgili de A’raf suresi ayet 205; ra’d suresi ayet 15; Nur suresi ayet 36, Mü’min suresi ayet 46; En’am suresi ayet 52; Kehf suresi ayet 28; Meryem suresi ayet 11, 62; Fetih suresi ayet 9; Furkan suresi ayet 5; Ahzab suresi ayet 42; İnsan suresi ayet 25; Mü’min suresi ayet 55, Al-i Imran suresi ayet 41’e bakabilirsiniz.

Cinn-ins sözcükleri.

Bu sözcüklerin her birinin anlamını yukarıda açıklamıştık. Birlikte oluşturdukları anlam ise “gördüğünüz, görmediğiniz; bildiğiniz, bilmediğiniz; tanıdığınız, tanımadığınız: HERKES” anlamıdır. Aşağıda örnekleri göreceksiniz.

Zariyat Suresi, âyet 56 :

“Ben, cinn ve insi (herkesi) yalnızca, bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım.”

İsra suresi ayet 88:

“De ki: İns ve cinn (herkes) bu kuranın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar, yine de, onun benzerini, ortaya koyamazlar.”

Cinn suresi ayet 5:

“Oysa biz, insanların ve cinlerin (herkesin) Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.”

Rahman suresi ayet 33:

“Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak Sultan/üstün bir güç olmadan aşamazsınız.”

Rahman suresi ayet 56:

“Orada daha önce ins ve cinn (hiç kimse) dokunmamış (elle ve gözle değinilmemiş), bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır.”

Bu konuyla ilgili de En’am 112, 130; A’raf Suresi, âyet 38, 179; Fussilet Suresi, âyet 25, 29 : Ahkaf Suresi âyet 18 : Neml Suresi âyet 17; Rahman suresi ayet 39, 74; Nas Suresi âyet 6, Hud Suresi, âyet 119 ve secde suresi âyet 13’e de bakabilirsiniz.

Hakkı Yılmaz

http://www.istekuran.com

hakkiyilmaz@istekuran.com

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuran’da C N N

Kuran’da cin kavramına baktığımızda, karşımıza hiçte eskiden bildiğimiz (bizimle aynı dünyayı paylaşan, çöplüklerde yaşayan, insanı çarpabilen, korkutucu, gizemli, soyut ve medyumlara malzeme olacak) varlıklar olmadığını anlıyoruz.

İslam öncesi Arap toplumundaki cin anlayışı, nerdeyse günümüz cin anlayışıyla örtüşmektedir, bu anlayış Araplara Hıristiyanlardan geçmiş, hem Hıristiyan hem de Araplardan, günümüze kadar süre gelmiştir. Burada onların detaylarına girme gereği duymuyor ve cin kelimesinin Kuran’daki anlamına yolculuk yapıyoruz.

51/Zariat 56 Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım

Yukarıdaki ayetin açıklamasını yapmadan önce, bu kelimenin ne manaya geldiğini anlamaya çalışalım.

C n n: Arapça bir kelimedir.

Kuran’da

Cenne örtülü, gizli, ( 6/76 )

Cinne duyuların dışındaki varlıklar ( 6/100 )

Cinni görünmeyen ( 7/27 )

Canne can, hayat ( 15/27 - 55/15 )

Cannü canlanma, haraketlenme ( 20/20-27/10-28/31-55/39,56,74 )

Cinneh cinlenme, delirme, anormal davranma hali.(7/184-23/25,70-34/8,46 )

Cünneten saklama, gizleme, kapatma (58/16 – 63/2)

Örtülü, gizli, duyuların dışındaki varlıklar, görünmeyen, can, hayat, canlanma, hareketlenme, cinlenme, delirme, anormal davranma hali, saklama, gizleme, kapatma vb. kelimeler c n n den türemiştir.

Ayrıca Kuran’da, ana karnındaki oluşan bebeğe görünmediği için cenin, yapraklarla örttüğü için bahçeye cennet, örttüğü için geceye cenne, ahitlerin/yeminlerini arkasına gizlediği için cünne (kalkan) ifadeleri yer almaktadır.

Üç başlıkta topladığımız bu kavramı tek tek ele alıp inceleyelim.

1- Cann (hayat/yaşam/canlılık)

2- Cinneh (Cinlenme/delirme)

3- Cinn (göremediğimiz, tanımadığımız, varlığından haberimiz olan yada olmayan varlıklar).

1- Cann (hayat/yaşam/canlılık)

15/27 Cann (canne) da önceden, içe işleyen parlak ateşten yarattık.

55/15 Cann (canne) da dumansız ateşten yarattı.

Buradaki dumansız ateş, bildiğimiz alev, kor veya nar değil,

içe işleyen derilere nüfuz eden hararet ısı/sıcaklık ateşidir.

Bu Allah’ın evrende yaratılış sürecine koyduğu kanunudur. Yani yaşayan varlıkları, maddenin yanı sıra, belli bir hararet/ısı/ateş ten yaratıyor.

Bakteriler, mikro organizmalar belli nemli sıcak ortamlarda hayat bulmaktadır. Memeli canlılarda yumurta döllenmesi için belli bir ısı, yumurtlayan canlılarda kuluçka belli bir sıcaklığı ve bitkilerde de ısı (sera) güneş enerjisi ister.

Erkek canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı koruya bilmesi için hassas yapıda olması ve şekil alması, dişi canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı yakalamadan döllenme oluşmaması, gösteriyor ki bütün canlı varlıkların, içe nüfuz eden, dumansız ateş/hararet/vücut ısısı, gözle görülen (beden/kadavra) yanı değil!, görülmeyen tarafı (canı) dır.

İnsanı ele aldığımızda iki şeyden müteşekkil olduğunu görmekteyiz.

1-Beden :Topraktan yaratılan

2-Can :Ateşten yaratılan

Topraktan olan yanı beş duyuyla algılanan tarafı et, kemik, kas vs.

Can olan yönü de duyularla algılanamayan, akıl, hafıza, irade, karakter, alt bilinç, üst bilinç, vs..tarafıdır.

Topraktan olan yanına madde/beden dersek, onu tanımlayan unsurlara da organlar/azalar denir, bu organlar hasar gördüğü zaman, insan hastalanır, hastalığın teşhis edilmesi de tedavi edilmesi de madde iledir. Ör: bir hastalık sonucu veya kazayla organlardan birinde hasar oluşmuşsa, doktorlar hemen cerrahi müdahale yapar, hastayı tedavi için maddi olanakları ortaya koyar.

Can’ını oluşturan yanına da enerji/nefsi dersek, onu tanımlayan unsurlara da akıl/irade/bilinç vs.. denir, insanın bu yönü hastalandığı zaman teşhisi de tedavisi de manevi olur. Ör: bir insan her hangi bir sebepten dolayı, bunalım, veya depresyon geçiriyor, yada şizofren ise, bunları tedavi eden doktorlar Pisikiyatır, Piskoloklar hastayı izlerler, ya konuşturur yada davranışlarını ölçer, bir tanı koyup telkin yoluyla yada insan bilincini etkileyen ilaçlarla tedavi etmeye çalışırlar.

İnsanın bu iki yönü (madde ve enerji) biri olmazsa diğeri olmaz birbirini tamamlayan, insanı insan yapan etkenlerdir. Birinin sevinci diğerini, birinin üzüntüsü ötekini etkiler, beden şekillendiğinde can devreye girer, can öldüğünde beden çürür/ölür.

Beden topraktan, Can ise ateşten yaratılmıştır.

75/26 İş, onların sandığı gibi değil! Can, köprücüklere dayandığında,

Nitekim Musa a.s ın değneğinin canlandırıldığı söylemesine rağmen, hep yılan diye çevirmişlerdir. Bakın bir ayette (hayyatü) diye geçmekte

20/20 Onu atınca, hareketli bir (hayyatü) yılana dönüşüverdi.

Başka ayetlerde de (cannü) diye yer almaktadır. İkisi de aynı manaya gelmektedir. 27/10 "Değneğini at." Onu küçük bir yılan (cannü) gibi titreştiğini görünce, arkasına dönüp bakmadan kaçtı. "Musa, korkma; elçiler huzurumda korkmazlar.”

28/31 "Değneğini at." Onu bir yılan (cannü) gibi titreşir görünce, ardına bile bakmadan dönüp kaçtı. "Musa, dön, korkma, sen güvencedesin."

55/39 O gün ne insana ne de bir cana (cannü) günahından sorulmaz.

55/56 Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir can (cannü) tarafından dokunulmamış, bakışlarını dikmiş eşler vardır.

55/74 Daha önce onlara ne insan ne de can (cannü) dokunmamıştı.

Yukarıda geçen ayetlerde, her nedense, herkes, Arap olan olmayan, can yerine cin diye çeviri yapmışlardır.

Özetlersek; yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde cin diye çevrilen kelime can dır.

İblis cinlerdendi 18/50 Hani, biz, meleklere, "Adem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi…

Şeytan/iblis insanın topraktan olan yanına değil can olan yanına ondan ayrılmaz bir parça olarak yaratılmıştır. (iblisle ilgili çalışmamızı daha sonra ele alacağız inşallah)

2- Cinlenme delirme

23/25 "Cinnet (cinneh) getirmiş bir adamdan başkası değildir o. Belli bir süreye kadar göz altında tutun onu."

23/70 Yoksa, "onda bir cinnet (cinneh) mi var" diyorlar! Hayır, o kendilerine hakkı getirdi ama onların çoğu haktan tiksiniyor.

7/184 Düşünmediler mi ki, o arkadaşlarında cinnetten (cinneh) eser yok. Apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir o.

34/46 De ki: "Size, bir tek şey öğütleyeceğim: Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkın, sonra da iyice düşünün." Arkadaşınızda cinnetten (cinneh) eser yok. O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.

Delirme, cinnet geçirme, şizofren, panik atak, paranoyak, depresyon, yani her türlü anormal davranma hali.

Akıllı olmayan her insan, anormal davranışlar ortaya koyar.

Bu bazen doğuştan, bazen beynine aldığı bir darbe sonucu, bazen aşırı stres moral bozukluğu, bazen sorun ve problemlerin altında ezilme, bazen de içip sarhoş olmakla oluşan vb.. hal ve duruma cinnet deniyor, yani akıl dışı anormal davranma halidir.

Buna cinnet denmesinin sebebi, insanın can tarafının hasta olması, gözle görülemeyen, garip şeylerin olması, bu rahatsızlığı beş duyuyla algılayamazsınız, ancak alametlerinden veya davranışlarından tespit edersiniz. Psikiyatrlar muayenelerinde, hastayı konuşturarak yada davranışlarının durumunu sorgulayarak tanı koyarlar.

Çünkü bu görülemeyen, bilinmeyen, somut ve cisim olmayan bir hal, bu halin adı cinlenme halidir.

34/8 "ALLAH'a yalan mı yakıştırıyor, yoksa kendisinde delilik mi (cinneh) var?" Halbuki ahirete inanmıyanlar, uzak bir sapıklık ve azap içindedirler.

3- Cinn (göremediğimiz, tanımadığımız, varlığından haberimiz olan yada olmayan varlıklar).

Yukarıda dediğimiz gibi, Cin: görünmeyen duyuların dışında varlıklardır. Şimdi bunu biraz daha açalım. Bu kavram, bilmediğimiz, görmediğimiz, yabancı, beş duyunun algılayamadığı, soyut yada somut, gerek boyut olarak, gerekse mekan olarak, bizden uzak iradeli varlıklardır.

Bu arada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, kısaca insan kelimesine de değineceğiz. Çünkü CİN ve İNS kelimeleri Kuran’da çok yerde birlikte yer alır.

İnsan/ins E N S kökünden gelir, ünsiyet kurmak, yakınlık kurmaya muhtaç, beş duyuyla algılanan, her yönüyle tanıdık demektir.

Enis:dost arkadaş

Ensâr: Yardımcılar, Medineli dost, yakın sahabeler.

Aslında bu kelimenin kökü, görülen bütün varlıkları, yani alemde beş duyuyla algılanıla bilen her şeyi ifade eder.

Fakat her nedense sadece gelmiş, ademoğlu, insan adını almıştır.

C n n kökü de görülmeyen tanınmayan bütün varlıkları ifade eder, yani kimliğini bilmediğimiz yabancılar, alemde beş duyuyla algılanamayan her yaratık, bu kökten türer.

Fakat her nedense gelmiş sadece cin diye isimlendirilmiştir.

İNS ve CİN kelimelerinin yer aldığı ayetleri çevirdiğimizde, beyaz ile siyah, gece ile gündüz, soğuk ile sıcak gibi, ins(tanıdık) ile cin (tanımadık) bildik ile yabancı, anlamında çevirsek belki daha rahat anlaşılacaktır.

Klasik cin anlayışının etkisinde kalmamak ve meselenin daha açıklayıcı olması için, ayetlerdeki cin ve ins kavramlarının hem orijinalini hemde hangi manada kullanıldığını parantez açarak açıklama getireceğiz.

46/Ahkaf 29 Bir zaman, cinlerden (cinni- hiç tanımadıklarından) bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onu dinlemeye hazır hale geldiklerinde: "Susup dinleyin!" dediler. Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.

72/Cin 1 De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik"

Bu iki ayette geçen cin topluluğu, Medine’den gelen, daha sonra Resulullah’a Akabe de beyat eden altı kişiden oluşan Medineli kimselerdi.

O dönemde Resulullah ve inananlar üç yıl boykot yaşamışlar, boykot sonrası Resulullah’ın korumasını üstlenen amcası ebu talip ve en büyük destekçilerinden birisi olan eşi Hz Haticeyi kaybetmişti. Müminler o yıla hüzün yılı adını koymuşlardı.

Bu üzüntülere birde kavminin olaylar karşısında olumsuz tutum ve davranışları eklenince, Resulullah ise başka alternatifler peşine Tayif’e İslam’ı tebliğ etmeye gitti, fakat Tayif tekiler hiçte iyi karşılamadılar oradan taşlayıp kovmuşlardı.

Bir yandan da müminlere kavminin zulmünden kurtulmaları için, Habeşistan’a hicret edebileceklerini söylemişti.

2/Bakara 214 Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler gibisi sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlar zorluk ve sıkıntıya uğradılar ve öylesine sarsıldılar ki elçi ve beraberindeki inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman," dediler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.

Bu üst üste gelen olumsuzluklar Resulullah ve arkadaşlarını derinden üzerken, onların haberi yokken Allah mesajını hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerden yeşertmeye karar vermiş ve Resulullah’a gelip Kur’an dinleyen kimseler olduğunu kimliklerini gizleyerek vahiyle haber vermişti. Bunlara cin denmesinin sebebi de, dışarıdan gelen yabancılar oldukları içindir.

“.De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu”..

Şimdi şöyle denebilir! kardeşim orada cinler deniyor insanlar demiyor ki!. Buna cevabımız, Kur’an insanlar dan başkasına indirilmemiştir olur. 34/Sebe 28 Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil. Ama insanların çokları bilmiyorlar.

17/İsra 94,95 İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: "Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?" demiş olmalarıdır. De ki: "Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik."

Yukarıda bahsi geçen ayetlerdeki kimseler, kavimlerine dönüp biz Kur’an işittik:

72/Cin 1,,3 De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik" "Doğruya ve hayra kılavuzluyor. Biz de inandık ona. Artık rabbimize asla kimseyi ortak koşmayacağız" "Rabbimizin adı/kudreti/işi/gayreti çok yücedir. O,ne bir dişi dost edinmiştir nede bir çocuk"

Aşağıdaki ayetlerde bahsi geçen cinler, Süleyman (s.a) ın dışarıdan getirttiği, yabancı amele köle işçilerdi.

27/17 Cinlerden, insanlardan (yabancı amelelerden, sadık dost ustalardan) ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.

34/12 Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı görevlendirdik. Onun için erimiş katran/bakır kaynağını sel gibi akıttık. Cinlerden (yabancı amelelerden) öylesi vardı ki, Rabbinin izniyle onun önünde iş yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş azabını kendisine tattırırdık.

27/39,40 Cinlerden (bilmediklerinizden) bir ifrit şöyle dedi: "Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim." Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Gani'dir, cömerttir."

Ayette geçen cinlerden bir ifrit belli ki bizim bilemediğimiz özel maharetleri olan, yada yeteneği olduğunu iddia eden biri ”Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim” bu ifade ona ait Süleyman (a.s) ona görev vermiyor. “Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm.” Bu vazife ilmini mahiyetini bilmediğimiz bu kişiye veriliyor

Bu kişi tıpkı Musa (a.s) ın yol arkadaşı gibi bu kişiler Allah’ın izniyle bizim bilmediğimiz bir ilme sahipler. 18/Kehf 65,,68 Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?" Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın." "Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"

Musa (a.s) ın ilmine vakıf olamadığı bu kimse Allah tarafından bazı özelliklerle donatılmıştır. Süleyman (a.s) ın yanındaki bu kişide, birtakım bizim bilmediğimiz, ilimlere sahip birisi olduğu anlaşılıyor.

34/14 Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde, onun ölümünü, değneğini yiyen bir ağaç kurdundan başkası onlara göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler (Süleyman -a.s- ın emri altında çalışanlar) gaybı bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.

Bu ayeti anlamak için ayetin indiği ortamı iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Ehli kitap Süleyman a.s ın insanlardan cinlerden kuşlardan vs.. orduları ve işçileri olduğunu biliyorlardı, cinleri çalıştırdığını ve cinlerin onun ölümünü sopası düşünce anladıklarını söylüyorlardı, aynı zamanda cinlerin gaybı bildiğini de iddia ediyorlardı, Kur’an bunlara nasıl bir çelişki yaşadıklarının cevabını veriyor.”eğer cinler gaybı bilselerdi” Süleyman a.s ın öldüğünü bilirlerdi.

Şimdi ayetleri inceleyerek hangi anlam içeriyor bakalım.

6/Enam 100 Allah'a bir de cinleri (gözle görülmeyen melekleri) ortak koştular. Oysaki, onları O yaratmıştır. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar isnat etme saçmalığını gösterdiler. Şanı yücedir O'nun. Onların nitelemelerinin ötesindedir O.

34/Fatır 41 Melekler derler ki: "Tespih ederiz seni! Bizim velimiz sendin, onlar değil. Doğrusu şu ki, onlar cinlere (kendi uydurdukları bilinmez şeylere) tapıyorlardı. Onların çoğu cinlere (kendi uydurdukları bilinmez şeylere) iman etmekteydi."

37/Saffat 158 Allah'la cinler (melekler) arasında bir nesep oluşturdular. Yemin olsun, cinler de bilmiştir kendilerinin Allah huzuruna mutlaka getirileceklerini/cinler de bilmiştir, bunların Allah'ın huzuruna mutlaka çıkarılacaklarını.

Yukarıdaki ayetlere dikkatlice bakın, orada cin kavramını melek diye çevirdik. Müşrikler putlarına melek ismi koyup, “bunlar Allah’ın kızlarıdır” diyorlardı “biz bunlara bizi Allah’a daha çok yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz” diyorlardı.

İşin özü şudur ayetlere bakıyoruz cinler hep başka, değişik, farklı kimseler olarak karşımıza çıkıyor.Bazen tanınmayan yabancı insanlar, bazen iblis, bazen melek, bazen ifrit ve bazen de cin diye çıkıyor karşımıza. İşte bunun izahı bunların ortak özelliği yabancı, görünmeyen, bilinmeyen ne varsa içine alıyor olmasıdır.

Beş duyuyla algılanamayan ne kadar yaratık varsa, hepsinin adı cindir.

Bu arada bir düşüncemi de sizlerle paylaşmak istiyorum, sürekli büyüyen evrenin ne kadar olduğu hakkında astrofizikçiler bile bir tahmin yapamıyorlar. Yaşadığımız dünyayı evrenin büyüklüğü karşısında kıyaslayacak olursak, dünyadaki bütün sahillerin kumlarını bir araya getirsek, o kumlara bir o kadar daha eklesek, dünyamız evren karşısındaki küçüklüğü bir kum tanesi hatta bir toz tanesi bile etmeyecek kadardır.

İşte burada evrende yalnız olmadığımızı düşünüyorum ve diğer gezegenlerdeki yaratıkların bize göre adları cin, bizim de onlara göre kendi dillerinde adımız cin dir.

42/Şura 29 Gökleri ve yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması da O'nun ayetlerindendir. O, dilediği zamanda onları biraraya getirmeye kadirdir.

21/Enbiya 19 Göklerde ve yerde kim varsa O'na aittir. Ve O'nun katındakiler, O'na ibadet etmekten ne çekinirler ne de yorulurlar.

Levhi-Mahfuz dan diğer gezegenlerdeki iradeli varlıklara da mesajlar gitmiş olabilir. 85/Buruc 22 Levh-i Mahfuz'dadır.

Sonunda anlıyoruz ki cinler hiçte bizim daha önce bildiğimiz türden şeyler değilmiş. Başta bir ayetten bahsetmiştim, 51/Zariat 56 Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım.

Şimdi aynı ayete birde şimdi bakalım.

51/Zariat 56 Ben, cinleri (bilmediğiniz ne varsa) ve insanları (maddeden oluşan ne varsa) sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım

İNS: görülen bilinen maddeden oluşan beş duyuyla algılanan ne varsa

CNN: görülmeyen bilinmeyen tanınmayan ne varsa

İşte bu ayetti “bildiğiniz bilmediğiniz her şeyi bana kulluk etsin diye yarattım” şeklinde anlıyorum.

En doğrusunu yüceler yücesi Allah bilir.

ALINTIDIRR YAZARI:İBRAHİMİM

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuran’da C N N

Kuran’da cin kavramına baktığımızda, karşımıza hiçte eskiden bildiğimiz (bizimle aynı dünyayı paylaşan, çöplüklerde yaşayan, insanı çarpabilen, korkutucu, gizemli, soyut ve medyumlara malzeme olacak) varlıklar olmadığını anlıyoruz.

İslam öncesi Arap toplumundaki cin anlayışı, nerdeyse günümüz cin anlayışıyla örtüşmektedir, bu anlayış Araplara Hıristiyanlardan geçmiş, hem Hıristiyan hem de Araplardan, günümüze kadar süre gelmiştir. Burada onların detaylarına girme gereği duymuyor ve cin kelimesinin Kuran’daki anlamına yolculuk yapıyoruz.

51/Zariat 56 Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım

Yukarıdaki ayetin açıklamasını yapmadan önce, bu kelimenin ne manaya geldiğini anlamaya çalışalım.

C n n: Arapça bir kelimedir.

Kuran’da

Cenne örtülü, gizli, ( 6/76 )

Cinne duyuların dışındaki varlıklar ( 6/100 )

Cinni görünmeyen ( 7/27 )

Canne can, hayat ( 15/27 - 55/15 )

Cannü canlanma, haraketlenme ( 20/20-27/10-28/31-55/39,56,74 )

Cinneh cinlenme, delirme, anormal davranma hali.(7/184-23/25,70-34/8,46 )

Cünneten saklama, gizleme, kapatma (58/16 – 63/2)

Örtülü, gizli, duyuların dışındaki varlıklar, görünmeyen, can, hayat, canlanma, hareketlenme, cinlenme, delirme, anormal davranma hali, saklama, gizleme, kapatma vb. kelimeler c n n den türemiştir.

Ayrıca Kuran’da, ana karnındaki oluşan bebeğe görünmediği için cenin, yapraklarla örttüğü için bahçeye cennet, örttüğü için geceye cenne, ahitlerin/yeminlerini arkasına gizlediği için cünne (kalkan) ifadeleri yer almaktadır.

Üç başlıkta topladığımız bu kavramı tek tek ele alıp inceleyelim.

1- Cann (hayat/yaşam/canlılık)

2- Cinneh (Cinlenme/delirme)

3- Cinn (göremediğimiz, tanımadığımız, varlığından haberimiz olan yada olmayan varlıklar).

1- Cann (hayat/yaşam/canlılık)

15/27 Cann (canne) da önceden, içe işleyen parlak ateşten yarattık.

55/15 Cann (canne) da dumansız ateşten yarattı.

Buradaki dumansız ateş, bildiğimiz alev, kor veya nar değil,

içe işleyen derilere nüfuz eden hararet ısı/sıcaklık ateşidir.

Bu Allah’ın evrende yaratılış sürecine koyduğu kanunudur. Yani yaşayan varlıkları, maddenin yanı sıra, belli bir hararet/ısı/ateş ten yaratıyor.

Bakteriler, mikro organizmalar belli nemli sıcak ortamlarda hayat bulmaktadır. Memeli canlılarda yumurta döllenmesi için belli bir ısı, yumurtlayan canlılarda kuluçka belli bir sıcaklığı ve bitkilerde de ısı (sera) güneş enerjisi ister.

Erkek canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı koruya bilmesi için hassas yapıda olması ve şekil alması, dişi canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı yakalamadan döllenme oluşmaması, gösteriyor ki bütün canlı varlıkların, içe nüfuz eden, dumansız ateş/hararet/vücut ısısı, gözle görülen (beden/kadavra) yanı değil!, görülmeyen tarafı (canı) dır.

İnsanı ele aldığımızda iki şeyden müteşekkil olduğunu görmekteyiz.

1-Beden :Topraktan yaratılan

2-Can :Ateşten yaratılan

Topraktan olan yanı beş duyuyla algılanan tarafı et, kemik, kas vs.

Can olan yönü de duyularla algılanamayan, akıl, hafıza, irade, karakter, alt bilinç, üst bilinç, vs..tarafıdır.

Topraktan olan yanına madde/beden dersek, onu tanımlayan unsurlara da organlar/azalar denir, bu organlar hasar gördüğü zaman, insan hastalanır, hastalığın teşhis edilmesi de tedavi edilmesi de madde iledir. Ör: bir hastalık sonucu veya kazayla organlardan birinde hasar oluşmuşsa, doktorlar hemen cerrahi müdahale yapar, hastayı tedavi için maddi olanakları ortaya koyar.

Can’ını oluşturan yanına da enerji/nefsi dersek, onu tanımlayan unsurlara da akıl/irade/bilinç vs.. denir, insanın bu yönü hastalandığı zaman teşhisi de tedavisi de manevi olur. Ör: bir insan her hangi bir sebepten dolayı, bunalım, veya depresyon geçiriyor, yada şizofren ise, bunları tedavi eden doktorlar Pisikiyatır, Piskoloklar hastayı izlerler, ya konuşturur yada davranışlarını ölçer, bir tanı koyup telkin yoluyla yada insan bilincini etkileyen ilaçlarla tedavi etmeye çalışırlar.

İnsanın bu iki yönü (madde ve enerji) biri olmazsa diğeri olmaz birbirini tamamlayan, insanı insan yapan etkenlerdir. Birinin sevinci diğerini, birinin üzüntüsü ötekini etkiler, beden şekillendiğinde can devreye girer, can öldüğünde beden çürür/ölür.

Beden topraktan, Can ise ateşten yaratılmıştır.

75/26 İş, onların sandığı gibi değil! Can, köprücüklere dayandığında,

Nitekim Musa a.s ın değneğinin canlandırıldığı söylemesine rağmen, hep yılan diye çevirmişlerdir. Bakın bir ayette (hayyatü) diye geçmekte

20/20 Onu atınca, hareketli bir (hayyatü) yılana dönüşüverdi.

Başka ayetlerde de (cannü) diye yer almaktadır. İkisi de aynı manaya gelmektedir. 27/10 "Değneğini at." Onu küçük bir yılan (cannü) gibi titreştiğini görünce, arkasına dönüp bakmadan kaçtı. "Musa, korkma; elçiler huzurumda korkmazlar.”

28/31 "Değneğini at." Onu bir yılan (cannü) gibi titreşir görünce, ardına bile bakmadan dönüp kaçtı. "Musa, dön, korkma, sen güvencedesin."

55/39 O gün ne insana ne de bir cana (cannü) günahından sorulmaz.

55/56 Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir can (cannü) tarafından dokunulmamış, bakışlarını dikmiş eşler vardır.

55/74 Daha önce onlara ne insan ne de can (cannü) dokunmamıştı.

Yukarıda geçen ayetlerde, her nedense, herkes, Arap olan olmayan, can yerine cin diye çeviri yapmışlardır.

Özetlersek; yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde cin diye çevrilen kelime can dır.

İblis cinlerdendi 18/50 Hani, biz, meleklere, "Adem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi…

Şeytan/iblis insanın topraktan olan yanına değil can olan yanına ondan ayrılmaz bir parça olarak yaratılmıştır. (iblisle ilgili çalışmamızı daha sonra ele alacağız inşallah)

2- Cinlenme delirme

23/25 "Cinnet (cinneh) getirmiş bir adamdan başkası değildir o. Belli bir süreye kadar göz altında tutun onu."

23/70 Yoksa, "onda bir cinnet (cinneh) mi var" diyorlar! Hayır, o kendilerine hakkı getirdi ama onların çoğu haktan tiksiniyor.

7/184 Düşünmediler mi ki, o arkadaşlarında cinnetten (cinneh) eser yok. Apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir o.

34/46 De ki: "Size, bir tek şey öğütleyeceğim: Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkın, sonra da iyice düşünün." Arkadaşınızda cinnetten (cinneh) eser yok. O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.

Delirme, cinnet geçirme, şizofren, panik atak, paranoyak, depresyon, yani her türlü anormal davranma hali.

Akıllı olmayan her insan, anormal davranışlar ortaya koyar.

Bu bazen doğuştan, bazen beynine aldığı bir darbe sonucu, bazen aşırı stres moral bozukluğu, bazen sorun ve problemlerin altında ezilme, bazen de içip sarhoş olmakla oluşan vb.. hal ve duruma cinnet deniyor, yani akıl dışı anormal davranma halidir.

Buna cinnet denmesinin sebebi, insanın can tarafının hasta olması, gözle görülemeyen, garip şeylerin olması, bu rahatsızlığı beş duyuyla algılayamazsınız, ancak alametlerinden veya davranışlarından tespit edersiniz. Psikiyatrlar muayenelerinde, hastayı konuşturarak yada davranışlarının durumunu sorgulayarak tanı koyarlar.

Çünkü bu görülemeyen, bilinmeyen, somut ve cisim olmayan bir hal, bu halin adı cinlenme halidir.

34/8 "ALLAH'a yalan mı yakıştırıyor, yoksa kendisinde delilik mi (cinneh) var?" Halbuki ahirete inanmıyanlar, uzak bir sapıklık ve azap içindedirler.

3- Cinn (göremediğimiz, tanımadığımız, varlığından haberimiz olan yada olmayan varlıklar).

Yukarıda dediğimiz gibi, Cin: görünmeyen duyuların dışında varlıklardır. Şimdi bunu biraz daha açalım. Bu kavram, bilmediğimiz, görmediğimiz, yabancı, beş duyunun algılayamadığı, soyut yada somut, gerek boyut olarak, gerekse mekan olarak, bizden uzak iradeli varlıklardır.

Bu arada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, kısaca insan kelimesine de değineceğiz. Çünkü CİN ve İNS kelimeleri Kuran’da çok yerde birlikte yer alır.

İnsan/ins E N S kökünden gelir, ünsiyet kurmak, yakınlık kurmaya muhtaç, beş duyuyla algılanan, her yönüyle tanıdık demektir.

Enis:dost arkadaş

Ensâr: Yardımcılar, Medineli dost, yakın sahabeler.

Aslında bu kelimenin kökü, görülen bütün varlıkları, yani alemde beş duyuyla algılanıla bilen her şeyi ifade eder.

Fakat her nedense sadece gelmiş, ademoğlu, insan adını almıştır.

C n n kökü de görülmeyen tanınmayan bütün varlıkları ifade eder, yani kimliğini bilmediğimiz yabancılar, alemde beş duyuyla algılanamayan her yaratık, bu kökten türer.

Fakat her nedense gelmiş sadece cin diye isimlendirilmiştir.

İNS ve CİN kelimelerinin yer aldığı ayetleri çevirdiğimizde, beyaz ile siyah, gece ile gündüz, soğuk ile sıcak gibi, ins(tanıdık) ile cin (tanımadık) bildik ile yabancı, anlamında çevirsek belki daha rahat anlaşılacaktır.

Klasik cin anlayışının etkisinde kalmamak ve meselenin daha açıklayıcı olması için, ayetlerdeki cin ve ins kavramlarının hem orijinalini hemde hangi manada kullanıldığını parantez açarak açıklama getireceğiz.

46/Ahkaf 29 Bir zaman, cinlerden (cinni- hiç tanımadıklarından) bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onu dinlemeye hazır hale geldiklerinde: "Susup dinleyin!" dediler. Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.

72/Cin 1 De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik"

Bu iki ayette geçen cin topluluğu, Medine’den gelen, daha sonra Resulullah’a Akabe de beyat eden altı kişiden oluşan Medineli kimselerdi.

O dönemde Resulullah ve inananlar üç yıl boykot yaşamışlar, boykot sonrası Resulullah’ın korumasını üstlenen amcası ebu talip ve en büyük destekçilerinden birisi olan eşi Hz Haticeyi kaybetmişti. Müminler o yıla hüzün yılı adını koymuşlardı.

Bu üzüntülere birde kavminin olaylar karşısında olumsuz tutum ve davranışları eklenince, Resulullah ise başka alternatifler peşine Tayif’e İslam’ı tebliğ etmeye gitti, fakat Tayif tekiler hiçte iyi karşılamadılar oradan taşlayıp kovmuşlardı.

Bir yandan da müminlere kavminin zulmünden kurtulmaları için, Habeşistan’a hicret edebileceklerini söylemişti.

2/Bakara 214 Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler gibisi sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlar zorluk ve sıkıntıya uğradılar ve öylesine sarsıldılar ki elçi ve beraberindeki inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman," dediler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.

Bu üst üste gelen olumsuzluklar Resulullah ve arkadaşlarını derinden üzerken, onların haberi yokken Allah mesajını hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerden yeşertmeye karar vermiş ve Resulullah’a gelip Kur’an dinleyen kimseler olduğunu kimliklerini gizleyerek vahiyle haber vermişti. Bunlara cin denmesinin sebebi de, dışarıdan gelen yabancılar oldukları içindir.

“.De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu”..

Şimdi şöyle denebilir! kardeşim orada cinler deniyor insanlar demiyor ki!. Buna cevabımız, Kur’an insanlar dan başkasına indirilmemiştir olur. 34/Sebe 28 Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil. Ama insanların çokları bilmiyorlar.

17/İsra 94,95 İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: "Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?" demiş olmalarıdır. De ki: "Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik."

Yukarıda bahsi geçen ayetlerdeki kimseler, kavimlerine dönüp biz Kur’an işittik:

72/Cin 1,,3 De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik" "Doğruya ve hayra kılavuzluyor. Biz de inandık ona. Artık rabbimize asla kimseyi ortak koşmayacağız" "Rabbimizin adı/kudreti/işi/gayreti çok yücedir. O,ne bir dişi dost edinmiştir nede bir çocuk"

Aşağıdaki ayetlerde bahsi geçen cinler, Süleyman (s.a) ın dışarıdan getirttiği, yabancı amele köle işçilerdi.

27/17 Cinlerden, insanlardan (yabancı amelelerden, sadık dost ustalardan) ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.

34/12 Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı görevlendirdik. Onun için erimiş katran/bakır kaynağını sel gibi akıttık. Cinlerden (yabancı amelelerden) öylesi vardı ki, Rabbinin izniyle onun önünde iş yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş azabını kendisine tattırırdık.

27/39,40 Cinlerden (bilmediklerinizden) bir ifrit şöyle dedi: "Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim." Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Gani'dir, cömerttir."

Ayette geçen cinlerden bir ifrit belli ki bizim bilemediğimiz özel maharetleri olan, yada yeteneği olduğunu iddia eden biri ”Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim” bu ifade ona ait Süleyman (a.s) ona görev vermiyor. “Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm.” Bu vazife ilmini mahiyetini bilmediğimiz bu kişiye veriliyor

Bu kişi tıpkı Musa (a.s) ın yol arkadaşı gibi bu kişiler Allah’ın izniyle bizim bilmediğimiz bir ilme sahipler. 18/Kehf 65,,68 Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?" Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın." "Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"

Musa (a.s) ın ilmine vakıf olamadığı bu kimse Allah tarafından bazı özelliklerle donatılmıştır. Süleyman (a.s) ın yanındaki bu kişide, birtakım bizim bilmediğimiz, ilimlere sahip birisi olduğu anlaşılıyor.

34/14 Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde, onun ölümünü, değneğini yiyen bir ağaç kurdundan başkası onlara göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler (Süleyman -a.s- ın emri altında çalışanlar) gaybı bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.

Bu ayeti anlamak için ayetin indiği ortamı iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Ehli kitap Süleyman a.s ın insanlardan cinlerden kuşlardan vs.. orduları ve işçileri olduğunu biliyorlardı, cinleri çalıştırdığını ve cinlerin onun ölümünü sopası düşünce anladıklarını söylüyorlardı, aynı zamanda cinlerin gaybı bildiğini de iddia ediyorlardı, Kur’an bunlara nasıl bir çelişki yaşadıklarının cevabını veriyor.”eğer cinler gaybı bilselerdi” Süleyman a.s ın öldüğünü bilirlerdi.

Şimdi ayetleri inceleyerek hangi anlam içeriyor bakalım.

6/Enam 100 Allah'a bir de cinleri (gözle görülmeyen melekleri) ortak koştular. Oysaki, onları O yaratmıştır. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar isnat etme saçmalığını gösterdiler. Şanı yücedir O'nun. Onların nitelemelerinin ötesindedir O.

34/Fatır 41 Melekler derler ki: "Tespih ederiz seni! Bizim velimiz sendin, onlar değil. Doğrusu şu ki, onlar cinlere (kendi uydurdukları bilinmez şeylere) tapıyorlardı. Onların çoğu cinlere (kendi uydurdukları bilinmez şeylere) iman etmekteydi."

37/Saffat 158 Allah'la cinler (melekler) arasında bir nesep oluşturdular. Yemin olsun, cinler de bilmiştir kendilerinin Allah huzuruna mutlaka getirileceklerini/cinler de bilmiştir, bunların Allah'ın huzuruna mutlaka çıkarılacaklarını.

Yukarıdaki ayetlere dikkatlice bakın, orada cin kavramını melek diye çevirdik. Müşrikler putlarına melek ismi koyup, “bunlar Allah’ın kızlarıdır” diyorlardı “biz bunlara bizi Allah’a daha çok yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz” diyorlardı.

İşin özü şudur ayetlere bakıyoruz cinler hep başka, değişik, farklı kimseler olarak karşımıza çıkıyor.Bazen tanınmayan yabancı insanlar, bazen iblis, bazen melek, bazen ifrit ve bazen de cin diye çıkıyor karşımıza. İşte bunun izahı bunların ortak özelliği yabancı, görünmeyen, bilinmeyen ne varsa içine alıyor olmasıdır.

Beş duyuyla algılanamayan ne kadar yaratık varsa, hepsinin adı cindir.

Bu arada bir düşüncemi de sizlerle paylaşmak istiyorum, sürekli büyüyen evrenin ne kadar olduğu hakkında astrofizikçiler bile bir tahmin yapamıyorlar. Yaşadığımız dünyayı evrenin büyüklüğü karşısında kıyaslayacak olursak, dünyadaki bütün sahillerin kumlarını bir araya getirsek, o kumlara bir o kadar daha eklesek, dünyamız evren karşısındaki küçüklüğü bir kum tanesi hatta bir toz tanesi bile etmeyecek kadardır.

İşte burada evrende yalnız olmadığımızı düşünüyorum ve diğer gezegenlerdeki yaratıkların bize göre adları cin, bizim de onlara göre kendi dillerinde adımız cin dir.

42/Şura 29 Gökleri ve yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması da O'nun ayetlerindendir. O, dilediği zamanda onları biraraya getirmeye kadirdir.

21/Enbiya 19 Göklerde ve yerde kim varsa O'na aittir. Ve O'nun katındakiler, O'na ibadet etmekten ne çekinirler ne de yorulurlar.

Levhi-Mahfuz dan diğer gezegenlerdeki iradeli varlıklara da mesajlar gitmiş olabilir. 85/Buruc 22 Levh-i Mahfuz'dadır.

Sonunda anlıyoruz ki cinler hiçte bizim daha önce bildiğimiz türden şeyler değilmiş. Başta bir ayetten bahsetmiştim, 51/Zariat 56 Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım.

Şimdi aynı ayete birde şimdi bakalım.

51/Zariat 56 Ben, cinleri (bilmediğiniz ne varsa) ve insanları (maddeden oluşan ne varsa) sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım

İNS: görülen bilinen maddeden oluşan beş duyuyla algılanan ne varsa

CNN: görülmeyen bilinmeyen tanınmayan ne varsa

İşte bu ayetti “bildiğiniz bilmediğiniz her şeyi bana kulluk etsin diye yarattım” şeklinde anlıyorum.

En doğrusunu yüceler yücesi Allah bilir.

ALINTIDIRR YAZARI:İBRAHİMİM

Link to post
Sitelerde Paylaş
işte Allahın kelimelerini değiştirenlerin ve Allahın kelimelerine adam gibi iman etmeyenlerin hali !

birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !
birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !

birileri Allahın kelimelerini değiştiriyor !





yeter artık !!!





Nisâ 46
(Medenî 92) Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) "İşittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez olası", "raina" derler. Eğer onlar "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar.


Mâide 41
(Medenî 112) Ey Resul! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle "inandık" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.


En’âm 34
(Mekkî 55) Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.


işte Allah Kuran sözlüğü ile kelimelerini böyle koruyor.adam gibi düşünenler neyin ne olduğunu onca tahribata rağmen bulabiliyor.
çünkü o kelimeleri gerçek olarak değiştirmeye kimsenin gücü yetmiyor !!!



Kehf 27
(Mekkî 69) Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.






kimse Allahın kelimelerini değiştiremez.onlar Kuran ile mühürlüdür.arayan ve adam gibi düşünenler o kelimelere ulaşır.
saçmalıklara iman etmez.yalnız Kuranın kelimelerine iman ederler !!!
Link to post
Sitelerde Paylaş
Kuran'a göre insanın kendinden bağımsız bir hayaleti-ruhu yok.

İnsanın nefsi-canı var.

Selamlar

evt

bilinen manada insanın doğmasında verilen.ölmesinde alınan yaşam kaynağı olarak ifade edilen RUH Kurandaki ruh değildir.

ruh en basit tanımla : bilgi manasındadır.

cin de aynı bunun gibi yanlış bir mealdir.Kuranda klasik manada cin diye bişey yoktur.Kurandaki cin tanımı başka bir tanımdır.

bunun için kurandaki bütün cin ve cin kökünden türemiş ayetler ortaya konulmuştur

üstünede söz söyleyecek bir delikanlı yoktur !!!

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...