Jump to content

Evreni, canlıları, bir tanrı tasarladı ise ...


Recommended Posts

Gözlerimizdeki kör noktayla başlayalım.

Omurgalıların gözlerindeki kör nokta.

Siz, ben, .... birer omurgalıyız. Sırtımızda, kafamızdan kuyruksokumumuza kadar inen bir omurga var.

Şimdi, aşağıdaki siyah noktaya, sol gözünüzle bakın (sağ gözünüzü elinizle kapayarak). Kafanızı ileri-geri hareket ettirince, yaklaşık 30 cm uzaklıkta, kırmızı yuvarlak xkaybolacak. Bunu yaparkan başınızı düz tutmaya dikkat edin.

koernoktanieziegoerueneh5.jpg

Koskoca bir bölge kör, değil mi. Bu kör nokta neden kör?

Aslında görüntü oluşuyor ama o bölgeden beyine sinyal gitmiyor.

Aşağıda insan (omurgalı) ve ahtapot gözlerinin yapılarının karşılaştırılması var. Işık sensörleri (retina) kırmızı, optik sinirler ve damarlar mavi. Omurgalılarda sinirlerin gözden çıkış bölgesi kör çünkü orada retina yok. Ahtapot gözlerinde böyle bir tasarım hatası yok.

http://upload.wikime...ctopus_eyes.png

http://commons.wikim...ctopus_eyes.png

octopusretina.jpg

http://www.bio.miami...12_vision2.html

Omurgalı gözlerinde, sinirlerin ve damarların retinanın önünde olması, ışığın yolunu kesiyor ve gözün çözünürlüğünü azaltıyor. Düşünün ki, gözümüz doğru dürüst tasarlanmış olsaydı, bugün 10m'den gördüğümüz bir şeyi 40-50 m'den görebilecektik.

İstemez miydiniz?

Bu insan gözü yapısı «tasarlanmış» olsa idi biz buna «akıllı tasarım» değil ancak «dandik tasarım» diyebilirdik. Ben bir işveren olsam, ve emrimdeki bir mühendis bana böyle bir görüntü alıcısı tasarımı getirse, kendisini kapının önünde bulur.

Neden böyle olmuş? .... Anlatalım ..

Bir varmış, bir yokmuş .... 100 milyonlarca yıl önce, gözler evrim sürecinde oluşmaya başladıklarında, canlıların bir kısmında sinirler gözlere önden gelmişler (omurgalılar), diğer kısmında arkadan (yumuşakçalar, böcekler) gelmişler. Omurgalılarda bu terslik, ilk aşamalardaki çözünürlüğü az olan gözlerde önemsiz bir ayrıntı olduğu için doğal seçilim sırasında ayıklanmamış. Ama artık geriye dönüş yok.

Omurgalıların atalarından (yassı kurt):

5516.jpg

http://dtc.pima.edu/...2step3page1.htm

Yumuşakçalarda bir ilkel göz:

4uurfp.jpg

Çok uzak atalarımızın doğrudan torunu olan yassıkurtun gözlerinin çözünürlüğü o kadar az ki, sinirler ha önden ha arkadan gelmiş, farketmiyor (Evrim sürecinde farketmiyor onun için). Ama onun torunlarının torunları olan bizde etkisi büyük. Gözümüzün içinde koca bir bölge kör, gözümüzün çözünürlüğü az (çok daha iyi görebilirdik), retina darbeler sonucunda ayrılıyor (retinayı göze bağlayan bir şey yok), retinanın önünde gelişen damarlar yaşlılıkta göz körlüğüne yol açıyor (makula dejenerasyonu) ... Bütün bunlar, 100milyonlarca yıl önce yaşayan atalarımızın DOĞAL SEÇİLİMİNE ETKİ ETMEYEN şeyler.

Kısaca, gözümüzün dandik bir yapısı var, ve bu yapı oluşmaya bir başladımı, geriye dönüşü olmayan bir yapı. Gözlerimizin "mükemmelliği" çıkmaz yolda ufak adımlarla ileri, daha iyiye gitmek zorunda ... gidebildiği kadar.

Göz doğrudürüst tasarlanmış olsaydı, kısaca tasarlanmış olsaydı, yumuşakçalar ve eklembacaklılarda olduğu gibi, omurgalılarda da kör nokta olmazdı.

Bir fotoğraf makinası satın alırken, size görüntünün ortasından görüntü vermeyen bir makina satmaya çalışırlarsa, ne dersiniz? "Bana doğru dürüst bir makina verin, ne biçim şey bu" demez misiniz?

Gırtlak sinirleri.

Sol gırtlak siniri, kafadan çıkar, boyundan aşağı, kalbe kadar iner, aort damarının altından dolaşır, tekrar yukarı, gırtlağa gider.

Sağ gırtlak sinirinin yolu farklı ama o da başka bir atardamarın etrafından dolaşıyor.

35na5g4.jpgRECURRENT_LARYNGEAL_2.jpg

Evrim sürecinin başında, uzak atalarımızda bu yol çok kısa. Uzak atalarımıza çok benzeyen günümüzdeki balıklarda bu sinir beyinden doğruca solungaçlara gidiyor, ordan burdan kıvrılmaya gerek yok. Balıklardan amfibiler, sürüngenler, memeliler oluşurken solungaçların olduğu kısımda boyun oluşuyor, boyun uzuyor, zürafalarda metrelerce uzuyor. Bir işe yaramayan solungaçların kalıntıları boynumuzda başka bir işlev yüklenmiş durumda artık ama, bize çok gerekli olan o sinir hala eskiden etrafını dolaştığı kan damarlarının etrafından dolaşıp gırtlağa giden yolu izliyor.

Neden?

Çünkü evrim süreci çok küçük adımlarla ilerler. Boyun biraz uzayınca, o sinir de biraz uzamak zorunda. Her küçük adımda biraz uzamak kolay ama yol değiştirip damarın üstünden atlaması çok çok ufak bir olasılık (Bu siniri damarın üstünden atlatan mutasyonların aynı anda gerçekleşme olasılığı çok küçük).

Balıklarda ve memelilerde durum:

recurrent%20laryngeal%20nerve_2.jpg

http://www.evolution...ialevidence.htm

Zürafalara bakınca, durumun mantıksızlığı iyice ortaya çıkıyor.

mt5js5.jpg

Bu siniri bir yaratıcının tasarlamış olduğuna inanan var mı? Ya da evrimi bilinçli bir tasarımcının yönettiğine? Balıkların, zürafanın, insanın pat diye, aynı anda tasarlanmış olduğuna inanan var mı?

.

http://blog.eternalv...aryngeal-nerve/

Evrim sürecinin mekanizması: mütasyonlar.

Canlıların moleküler yapısı sonucu, her üremede (DNA'nın her kopyalanmasında) mütasyonlar oluşuyor. Bu rastlantısal mutasyonların sonucunda, genlerinde mütasyonlarla doğan canlıların çoğu acı çekiyor, bir tarafı sakat doğan bebekler işkence çekiyor, ölmezlerse toplumdan dışlanıyorlar ....

İyi sonuç veren %1?? "yararlı" mütasyonun ilerki nesillere geçmesi ile türler şekilleniyor, değişen ortamlarda yaşamak zorunda kalan türler, bu yeni ortama uyum sağlamalarını sağlayan mutasyonlar sayesinde değişiyor, evriliyor. Kısaca "doğal seçilim" olarak adlandırılan bu süreç, evrimin temel mekanizması. Mutasyonların çok azının yararlı olması sonucunda ise evrim süreci bir insan için farkedilemez bir yavaşlıkta ilerliyor.

Rastlantısal olarak oluşan mutasyonların canlılara büyük oranda zarar vermesi iğrenç görüntüler oluşturabilyor. Ben çok azıyla yetindim. Sizi kusturmak istemiyorum.

Ephrin-B1 geninde oluşan mütasyonun sonucu:

fl7_cleft_palate.jpg

http://wp.stockton.e...2010/10/page/2/

10. kromozomumuzda oluşan mütasyonların sonucu:

shfm.jpg

5 ve 12 kromozom mütasyonları:

http://www.pnas.org/...9/F2.medium.gif

http://www.pnas.org/....expansion.html

Hristiyan dinci Bush tarafından genom projesinin başına atanan ve kendini bilim insanı sanan dinci M.Behe, mutasyonların evrim sürecini yönlerdirdiğini kabul etti ve tanrısız bir evreni kafası almadığı için, Tanrının canlıları mütasyonlar aracılığı ile evrilttiğini söyledi (Tanrı = the Great Mutator, Büyük mutasyoncu).

Evrim sürecini kabul edersiniz, veya etmezsiniz. Dindarlara sorum:

Suçsuz, masum bebelerin çektiği bu acılar, bu kadar işkenceler ..... bir yaradanın eseri olabilir mi?

.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 244
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Çenemizdeki saatli bomba.

Eklemlerdeki kemik uçlarında yenilenmeyen veya çok yavaş yenilenen, içinde kan damarı olmayan kıkırdak yapıları var. Bu kıkırdaklar içinde bulundukları sıvıdan biraz besleniyor. Yenilenmeleri, kendilerini tamir etmeleri çok zor, hatta imkansız.

Bu durumun sonucu olarak, sporcularda, yürüyüşçülerde dizlerdeki kıkırdak yapısı aşınıyor, kemik kemiğe sürtüyor, bu insanlar yaşlılıklarını işkence çekerek, acılar içinde geçiriyor.

Çenede de aynı sorun var.

Çenemiz, en çok çalışan eklemimiz. Eklemlerdeki en büyük basınç bu eklemde. Ekleme yüzlerce kg yük binebiliyor, insanlar uykularında azı dişlerini 500 kiloya yakın bir kuvvetle sıkabiliyorlar.

Bu eklemin içinden veya çok yakınından geçip beyne giden damarlar var; sinirler var.

trigeminalneuralgia.jpg

http://www.bethesdat...l-neuralgia.php

Çene eklemindeki kıkırdaklar aşınıyor, eziliyor ... sinir ezilmeye başlayınca yüz ağrıları, kulak çınlamaları, başlıyor. Ezilen sinirlerin saçmasapan sinyaller göndermesi damarların büzülmesine, beyne giden kanın azalmasına yol açıyor, baş ağrıları, baş dönmeleri başlıyor.

Hatta azı dişleri aşınınca bile sinirler ve damarlar ezilebiliyor. Dişçinizin yaptığı, biraz kısa, biraz biçimsiz bir takma diş bu sorunları tetikleyebiliyor. "Yanlış" pozisyonda uyumak bile bu eklemde sorun yaratabiliyor.

Yıllardır sebebini bulamadığınız baş ağrınız, kulak çınlamanız, yüz ağrılarınız, boyun ağrılarınız, baş dönmeleriniz varsa sebebi bu olabilir.

Bu bir tasarım bu kadar şaçmasapan, dandik olabilir mi?

Google'da "TMJ disorder" diye bakın. ABD'de 35 milyon kişinin sorunu.

Ya Evrim? Neden bu bozukluklar evrim sürecinde yok olmadı diye sorabilirsiniz?

Evrim sürecinde, bir bireyin çoğaldıktan sonra ölmesi önemli değil. Bireyin DNA'sı yavrularına geçtikten sonra (birey üredikten sonra), bireyin üreme yeteneği yokolup yavrular büyüdükten sonra, doğal seçilim engeli geçilmiş oluyor. Topluluk haline yaşayan, yaşlı bireylerin yavrularla ilgilendiği toplumlarda grupta (ailede) birkaç yaşlı bireyin bulunması grup için yararlı ama fazla yaşlı bulunması da iyi değil, beslenmesi gereken boğazlar fazlalaşıyor. Yaşlıların yeteneklerini kaybedererek, yavrularla ilgilenmeye yönelip, yavaş yavaş ölmeleri bu topluluklar için yararlı.

Ne yazık ki doğa umursamaz, doğada acıma yok. Canlıların acılar içinde, işkence çekerek ölüp ölmemesi doğanın umurunda değil çünkü doğa bilinçli değil. Evrim süreci bilinçli değil. BİLİNÇLİ BİR TASARIMCI YOK.

.

Akciğerlerimiz: tasarlanmış olsalardı, tasarımcı işten atılırdı.

İnsanlar, kuşlar, balıklar, sürüngenler, ... yaşamak için oksijen kullanmak zorundalar.

Biz insanlar oksijeni havadan alıyoruz, atık karbondioksidi gene havaya veriyoruz. Temiz hava alınıyor, kullanılmış hava atılıyor. Aynı otomobil, uçak ... motorlarında olduğu gibi. Bu, bizim tasarladığımız motorlarda, oksijenli, temiz hava girer, kullanılır, yanmış hava başka bir delikten atılır. Temiz havayla atık hava karıştırılmaz çünkü karışmaları demek, oksijen oranının düşmesi ve buna bağlı olarak, oksijen alma randımanının düşmesi demektir.Mantıklı bir tasarımcı, temiz hava ve atık hava yollarını ayrı tutar.

Temiz hava girişinin atık hava çıkışından ayrı olması gerektiği sonucuna basit bir mantık yürütmeyle varılabilmesine rağmen, akciğerlerimiz tek bir hava giriş-çıkışı olan, şişip büzülerek çalışan bir torba şeklinde. Bu yapı, solunum randımanı açısından daha en temelde yanlış seçim. Temiz hava giriyor, akciğerde kalmış olan kullanılmış havayla karışıyor, bu havadan oksijen alınıp karbondiokst atılıyor, ve bu kullanılmış havanın ancak bir kısmı dışarı atılıp yerine temiz hava alınıyor.

Tam bir "dandik tasarım".

http://www.odec.ca/p...html/lungs.jpeg

Hayvanların bir bölümü akciğerlerin bu yapısıyla yetinebiliyor. Ama randımanı düşük olan bu yapı, yaşamları için çok enerjiye gereksinim duyan canlılar için uygun değil. Örneğin, uçmak için enerjilerini en iyi şekilde kullanmak zorunda olan kuşlar. Kuşlarda, kese şeklindeki solunum sistemi daha randımanlı çalışacak şekilde evrilmiş: hava gene tek bir yoldan girip çıkıyor ama, akciğerler şişip büzülen bir torba şeklinde değil. Kuşların akciğerlerinde hava akışı her zaman aynı yönde. Kuşlar hem nefes alırken hem nefes verirken, hava akımı hava keseleri aracılığıyla yönlendiriliyor ve akciğerlerinden her zaman aynı yönde temiz hava geçiyor.

Kuşlar hâlâ tek bir delikten nefes alıp veriyorlar ama en azından akciğerlerinde temiz hava girişi ve atık hava çıkışı ayrı; akciğerlerini en iyi şekilde kullanıyorlar.

Kuşların tam randımanla çalışan solunum sistemleri (akciğerler sarı, hava keseleri mavi ve pembe); nefes alırken ( B ) ve nefes verirken ( C ) hava ciğerlerden aynı yönde geçiyor:

Bird_resp_system2.jpg

http://people.eku.ed...espiration.html

İnsan akciğerleri bir tasarımsa, tasarımcılığın yüzkarası.

Bu saçmasapan yapıya, bir de havamızın, besinimizin, suyumuzun aynı yoldan geçmesi ekleniyor. Kaç yetişkin, çocuk, bebek, bu yüzden boğulup gitti. Aranızda boğazına bir şey kaçırmayıp ölüm tehlikesi atlatmamış olan var mı?

Bir de bu yapıya evrim yönünden bakalım.

Balıklar, oksijenini sudan alır. Su, balıklara ağızlarından girer, galsamalarından geçer, dışarı atılır. Bu, iyi çalışan bir solunum organı yapısı.

Balık türleri karaya çıkmaya başladığında, havadan biraz da olsa oksijen almayı başarabilenler bu yeni yaşam ortamına uyum sağlayabilmiş, çoğalmışlar, yavaş yavaş karalarda yaşayan türleri oluşturmuşlar. Bu türlerde havadan oksijen almaya yarayan yapı, yemek borularında oluşmaya başlayan bir hava kesesi. Balıklar sürünerek bir su birikintisinden öbürüne giderken, ya da karaya çıkıp böcek avlarken bir yandan solungaçlarında biraz su tutup onunla solumaya devam ediyorlar, bir yandan da bu yeni oluşmaya başlayan hava kesesini kullanıyorlar.

Bu türler, yemek borusuna bağlı olan bu solunum kesesi önem kazandıkça, karada daha çok zaman geçirebilmişler ve bu solunum keselerinin evrimi sonucunda akciğerlerimiz oluşmuş.

12.jpg

http://biologylabs.u...earch page.html

Evrim süreçlerinin başında, akçiğerler yemek borusuna bağlı bir kese şeklinde oluşmaya başlamış. Bugünkü durum, bu başlangıcın sonucu.

Memeliler arasında havadan soluma alanında en zor koşullara uyum sağlamak zorunda kalmış olan yunuslarda, hava ve besin yolları evrim sürecinde ayrılmış, tamamen bağımsız duruma gelmişler. Yunuslar su altında akciğerlerine su kaçırmadan balık yutabiliyorlar.

http://mamiealecoute...et/8pj597lu.gif

Mantık kullanılarak tasarlanınca basit bir yapıda ve çok iyi çalışabilecek şekilde düzenlenebilecek olan solunum organlarımız, tam bir keşmekeş içinde, karmakarışık, iyi randıman almaya olanak vermeyen, hatta ölümle sonuçlanan durumlara yol açan bir yapı şeklinde; ... mantıksız, bilinçsiz bir süreç olan evrimin bir sonucu.

Birbirlerini yiyen canlılar.

Hergün sayısız ölümün, katliamın yeraldığı, vahşetin kolgezdiği bir gezegen Yeryüzü. Sizce, bu kanlı tiyatro sahnesinin karşısına geçip zevkle bu kanlı karmaşayı seyretmek isteyen bir tasarımcı olabilir mi?

Gezegenimizdeki canlıların büyük çoğunluğu yaşamlarını sürdürebilmek için birbirlerini yemek zorunda. Yavrular, bebekler, dişiler, yaşlılar, yetişkinler bu yaşam kavgasında parçalanıyor, yutuluyor, analar babalar yavrularının, yavrular analarının babalarının etoburlar tarafndan katledilmelerini çaresiz, acı çekerek izliyor.

rtw_2006-2007.1185825300.lion-feast-in-etoshax-namibia.jpg

sharkattackvictim.jpg

96518_1188162524_6.jpg

Bu düzeni bir yaratan varsa, zalim, alaycı, acımasız, merhametsiz. Etoburlara, yaşamak için başka canlıları yiyerek beslenmekten başka çare bırakmayan bir "katliama azmettirici".

Evrenin yasaları bu, tasarımcı başka türlü yapamazdı derseniz (diyemezsiniz) ... buyrun:

Ekmeğini güneş ışığindan çıkaran, hem bitki, hem hayvan bir deniz tavşanı (green seaslug):

green_sea_slug.jpg

http://www.wired.com...green-sea-slug/

http://fikirsel.b1.j...findpost&p=1311

Bu canlı yavruyken bir kere yosun yiyor, Bu yosundaki ışığı özümseyen, ışık enerjisinden besin üreten kloroplastlar deniz tavşanının dokularına yerleşiyor. Daha sonra ölene kadar bir daha beslenme sorunu yok, ışıkla besleniyor.

Bir tasarımcı varsa, "bakın, ben bunu da yapabilirim, isteseydim siz de böyle olurdunuz ama istemedim; birbirinizi yiyin" diyen birisi olabilir mi acaba?

Bir de Evrim açısından bakalım.

Yaşamın temeli kimyasal enerji.

Dünyanın oluşumu sırasında, oksijen, hidrojen, demir, klor, fluor, çeşitli madenlerler ... birbirleriyle tepkimeye girmişler, kimyasal enerji kaynakları tükenmiş.

Bu kaynakları tekrar açığa çıkaran en önemli enerji kaynağı güneş ışığı. Morötesi ışınlar molekülleri parçalıyor, su birikintilerinde kimyasal tepkime zincirleri oluşuyor. Yaşam (ilk hücre) bu sürecin sonucu.

Yaşamın başlangıcında, en önemli enerji kaynağı olan güneş ışığını özümseyebilen mavi bakteriler yeryüzünü kaplamış. Mavi bakteriler ve daha sonra oluşan bitkilerin ışığı özümsemelerinin sonucunda organik maddeler ve oksijen, kullanılmaya hazır bir kimyasal enerji deposu olarak birikmiş.

Yavaş yavaş, bu biriken organik maddeleri toplayan (yiyen) ve bu organik maddeleri oksijenle kimyasal tepkimeye sokup yaşamlarını sürdürebilen türler belirmiş. Biz, bu türlere "hayvan" diyoruz. Sırasıyla, önce tekhücreli hayvanlar, sonra çok hücreli, bitki yiyen otoburlar, sonra da otoburları ve birbirlerini yiyen etoburlar oluşmuş.

Hayvanları bitkilerden ayıran en önemli özellikler, güneş ışığını özümseme yeteneklerinin olmaması ve çevrelerindeki organik maddeleri toplamak (yemek) için hareket etmeleri. Çene, diş, pençe de organik madde toplama (öteki canlıları yakalayıp yeme) organları olarak oluşmuş.

Canlılar, güneşten gelen enerji akışının yol açtığı kimyasal tepkimeler zincirine yataklık eden organizmalardan başka bir şey değil.

Birbirlerini yiyen canlılar, bilinçsiz evrim sürecinin doğal sonucu.

.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Fay hatları, depremler, volkanlar ...

Yeryüzünde her yıl binlerce insan depremler, volkan püskürmeleri ... sonucunda ölüyor olsa da, inançlıların ağzından "Tanrı Evreni bizim için, yaşama uygun olarak tasarlamıştır" düşmez. Yaşadığımız gezegene bir bakalım şöyle.

bhopal-disaster.jpg

2iqekif.jpg

Bu "doğal afetler" yeryüzünün yapısından dolayı oluşan olaylar. Yeryüzünün ortası radyoaktivite ve sıkışma sonucu ısınır. Isınıp, hafifleyen erimiş kayalar yerkabuğuna doğru yükselir, orada soğuyup tekrar dibe, yermerkezine doğru batarlar.

http://pubs.usgs.gov...phics/Fig32.gif

Yerin derinliklerindeki bu hareketlilik sonucunda, yeryüzü kabuğu "levhalar" şeklinde hareket eder, bu levhalar birbirine sürtünür, birbirinin üstüne çıkar, bazı yerlerde birbirlerinden uzaklaşırlar ve sonuçta depremler, volkanlar, tsunamiler oluşur.

earth_plates_usgs_L.jpg

Yeryüzündeki canlıların ne kadar tehlikeli bir konumda olduklarına bir bakın. Yerkabuğunun kalınlığı 8km ile 40km arasında (yerkürenin yarıçapına oranı binde 1.5 - binde 7). Yeryüzü bir futbol topu olsa, yerkabuğu bir kağıt kadar ince.

Earth_interior.jpg

Bir mimar ya da inşaat mühendisi, yaşanacak bir yer olarak böyle bir yer inşa ederse ne düşünürsünüz? Bu, açık açık canlılara kurulmuş bir ölüm tuzağı değil midir?

Oysa, bilinçsiz doğa yasaları, yeryüzünün nasıl oluştuğunu ve yapısını çok güzel açıklıyor.

4.5 milyar yıl kadar önce, yerçekiminin etkisi altında toparlanan tozlar, kayalar sıkışarak bugünkü yeryüzü yapısını oluşturmuşlar. Tasarımcıya filan gerek yok.

differentiationSmithsonianGraphic.jpg

Evrende yaşam, yaşama uygun olan bölgelerde (gezegenlerde) bu bölgeler ne kadar tehlikeli, değişken olursa olsun oluşmuş ve gelişebildiğince gelişmiş. Bizim bir tasarımcının eseri olduğumuzu söylemek, bu tasarımcının göklerdeki koltuğunda oturup göbeğini kaşıya kaşıya, düzenlediği bu ölüm tuzağında kullarının acılar içinde ölmelerini, ölen yakınları için ağlamalarını seyretmekte olduğunu kabul etmektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Varislerimiz: patlayan, çatlayan damarlar.

Kendimizi fazla zorlamaya gerek yok. Kafamızdaki, "vay be ne mükemmel bir makineyiz" saplantısından kurtulup, vücudumuza sorgulayarak, eleştirerek, şöyle bir bakalım: işlevlerini şöyle böyle, bizi ancak yaşatacak kadar yerine getirebilen bir sürü yapı var.

En basit örneklerden biri, bacak damarlarımız.

varices-rpp.jpg

Bir tesisatşı düşünün. Evinizin su tesisatını yapmış, döşediği borular biraz zaman geçince patır patır patlıyor, sızıyor, duvarlarınızdan sular akıyor.

İşini bilmiyorsun .... paramı geri ver ... git tesisat hesapları yapmayı öğren, senin yüzünden duvarlarımı yıkacağım ... gibisinde tepki vermez misiniz.

Bizim bacak damarlarımız da böyle. Biraz yaşlanınca balon yapıyorlar, çatır çatır çatlıyorlar, kan sızdırıyorlar. Bunu bir tasarımcı yapmışsa işini bilmiyen cahil bir tesisatçı olmalı; malzemeyi hesaplarken emniyet payı bırakmayı düşünmeyen, burnunun ucundan daha uzağı göremeyen, müşterilerini "ben tesisatçıyım" diye aldatan bir sahtekâr.

Bir de evrim sürecine bakalım, neler olmuş?

Human-Evolution-460x233.jpg

http://the4faces.com/2011/09/29/stages-of-evolution/

Ostralopitek (Australopithecus) atalarımız ellerine dayanarak, iki büklüm yürürlermiş. Vücutlarının en yüksek noktası ile bacaklarındaki kılcal damarlar arasındaki yükseklik 40-50cm kadar. Zaten boyları 1m kadar.

Zaman geçmiş, atalarımız ayağa kalkmış.

Bugün vücutlarımızın en yüksek noktası ile bacaklarımızdaki kılcal damarlar arasındaki yükseklik farkı 120 - 150cm kadar.

Bacaklarımızdaki kan basıncı 1 iken 3'e, 4'e fırlamış.

Doğal olarak şimdi ne oluyor? Damarlar dayanıyor, dayanıyor, biraz yaşlanınca, zorlanınca, çatlayıp patlıyor.

Evrim sürecinde, organlar işlevlerini yerine getirdikçe türler doğal seçilimle ayıklanamaz. Genelde emniyet payı ancak yaşamları sırasında ortaya çıkan zorlamaları karşılar. Bizim gibi, 4 ayak yürürken ayağa kalkan ve emniyet sınırlarını aşan bir tür gene bir doğal seçilim sürecine girse de, bu süreç 10milyonlarca yıl sürer. Burada sözkonusu olan olay ileri yaşlarda, üreme aşamasından sonra kendini gösterdiğinden de, doğal seçilim sürecinde pek önemli değil.

Ne basit değil mi?.

Sevgili forumdaşlar, sevgilinizin bacaklarında varisler olduysa, atalarımız bir zamanlar 4 ayak yürüdükleri için. Erkek veya kadın, farketmez.

275px-Leg_Before_1.jpg

http://en.wikipedia.org/wiki/Varicose_veins

Sevgilim de bana "ne güzel bacakların var" diyordu bir zamanlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

C vitamini sentezi.

(İnsan ve maymunlar tarafından sentezlenememesi.)

Atalarımız gemilere binip diğer kıtalara ve adalara gitmeye başladıklarında hastalandılar, dişleri döküldü, hatta öldüler. Daha sonra bunun besinlerindeki C vitamini eksikliğinden olduğu anlaşıldı.

scurvy_Full.jpg

http://myachan823.bl...es-cartier.html

Tasarımcımız, bizi neden böyle cezalandırmaya çalışıyordu acaba? Öteki kıtaları keşfetmemizi mi istemiyordu yoksa? Ne olursa olsun, artık portakalımızı yiyerek istediğimiz gibi diğer kıtalara, adalara, hatta aya bile gidebiliyoruz.

İşin komik olan tarafı, maymun kardeşlerimizi (şempanze, orangutan, goril, şebek ...) de aynı şekilde cezalandırmış. Onlar, dallarında oturup muz yemekten başka ne kötülük yaptılar ki ona? Hem de bütün memeliler, örneğin domuz, C vitamini sentezi yapabilirken.

Bu kötü niyetli tuzağın bağışıklık sistemimizi zayıflatması, hastalıklara yol açması sonucunda, bugün, vahşi kapitalizmin ilaç endüstrisinin elde ettiği gelir yılda 100 milyarlarca doları buluyor. Ve tabii ilaç firmaları, gen terapisi konusunda araştırma yapmak yerine, vitamin yapıp satmayı yeğliyorlar.

Ne dersiniz?

Tasarımcımız, kötü niyetli bir tuzakçı ya da vahşi kapitalizmin ilaç endüstrisinin bir kuklası mı?

Ademin, Havvanın ve diğer maymunların çamurlarını yoğururken, birden, memeliler için tasarladığı C vitamini sentezinin 4. aşamasını yanlışlıkla bozan sakar bir tasarımcı mı?

Bu durum başka türlü açıklanamaz mı?

Tabii ki açıklanır. Evrimle, mütasyonlarla, ortak atalarla:

gulolosssm.jpg

http://bilimvedin.fo...l-maymunlarz#22

.

Balinanın bacakları.

Balinalarda hiç kullanılmayan, körelmiş, hatta belkemiği ile bağlantıları bile yok olmuş bacak kemikleri var.

whale.jpg

Tasarımcı bunları neden koymuş?

Hani bir laf vardır, alışmış kudurmuştan beterdir diye. Memelilere bacak koya koya alışmış, balinalara gelince bir türlü koymamazlık edemiyor mu?

Yoksa unutkan tasarımcımız bunları unutmuş mu?

Ya da, bir yerlerde bacak kemikleri stoklamış, stoklarını mı eritmek istiyor?

Haydi bakalım, dindar arkadaşlar. Davranın kalemlerinize, klavyelerinize, bir açıklama getirin.

-----

Evrimle açıklaması ise ne kolay değil mi!

http://biologos.org/uploads/static-content/Figure_1.png

http://biologos.org

Suda yaşamaya başlayan memeli türleri, hiç gereksinim duymadıkları, dahası yüzerken onları rahatsız eden bacaklarını yavaş yavaş kaybediyorlar. Daha henüz tamamen kaybolmasa da bu yolda emin adımlarla ilerliyorlar.

Arada bir, oluşumu baskılanan bacak kalıntıları bir mutasyon sonucu ortaya çıkıyor tabii.

061106-dolphin-legs_big.jpg

http://news.nationalgeographic.com/news/bigphotos/76345012.html

.

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Tasarımcı, soykırımcı mı?

Yeryüzündeki yaşam sürecinde, sayısız tür belirip yok olmuş.

Doğal afetler sonucunda binlerce hatta milyonlarca türün kökü kazınmış. Hiç te korunaklı bir bölge olmayan biyosfer, yanardağlar ve meteorlar tarafından altüst edilirken, iklim buzul çağları ve tropikal iklim arasında gidip gelirken, türler birbirleriyle boğuşarak yaşam savaşı vermişler.

Örneğin, 225Milyon yıl önce, türlerin %90ı yokolmuş.

http://evrimianlamak...s_ext1_copy.gif

http://evrimianlamak...okoluÅŸlar

Bugün dünyamızda, beyni pek gelişmemiş olan insan (homosapiens) türünün bireylerinin büyük bir kısmı bir tasarımcının varlığına inanıyor. Bu tür, kendi uydurduğu tasarımcının söylediğini sandığı "bütün canlılar insan için yaratılmıştır / insan evrenin halifesidir" sözüne uyarak, kendi yaşam alanını yokediyor ve biyosfer bu türün baskısı altında, tarihindeki en büyük türkırımını yaşıyor.

Amerikalıların bizon soykırımı:

skulls.JPG

Maymun ailesinden Homo Sapiens'in düşünce özürlü olması sonucunda, bütün türlerin yaşam alanları yok oluyor. Doğanın dengesi bozuluyor.

polar-bear-on-ice2.jpg?w=300&h=272

http://www.safaricha...ing-300x184.png

http://www.safaricha...r__-300x207.png

Tasarımcıya inanan birinin şu sorularıma cevap verebilmesini çok isterdim:

- Türleri doğal afetlerle hatta birbirlerine kırdırarak yoketmek üzere, türkırımcı bir tasarımcı mı yarattı?

- "Bütün canlılar insan için yaratılmıştır / insan evrenin halifesidir" gibisinden saçmalayıp neden bizi kendi yaşam alanımızı yoketmeye yöneltti?

- Tasarımcımız türlerin yaşam savaşında doğayla, birbirleriyle boğuşmalarından zevk mi alıyor?

- Tasarımcımız türleri deneyip yanılarak mı tasarlıyor?

-----

Evrende bir tasarımcı olmadığını kabul edersek, açıklamalar çok basit ve yalın:

- Doğa umursamaz: yanardağlar fışkırır, meteorlar düşer, iklimler değişir; yeni çevre koşullarına uyum sağlayamayan türler yok olur;

- Yaşam alanlarının kısıtlı olmasının doğal sonucu olarak, yaşamak için o alanın kaynaklarını kullanmak zorunda olan türler birbirleriyle çatışır, yaşam alanlarına sahip çıkamayan türler kovulur veya yok olur.

- İnsan gibi, beyni pek gelişmemiş bir tür kendi yaşam alanının yokedebilir. Bunu önleyecek bir "doğa yasası" yok. Doğanın umurunda değil.

Uçamayan kuşlar.

Kuş ailesinde bir sürü, kanatları olan ama uçamayan kuş var.

Galapagoslarda, uçamayan bir karabatak; gemiciler tarafından yokedilen dodo; devekuşu; tavuk, hindi ...

pajaro5.jpg dodo4zyxu1.jpgdevekusu_portre.jpgturkey1.jpg

Tasarımcı neden bunlara kanat takmış?

Bu, bir işe yaramayan kanatları süs diye mi kullansınlar diye mi takmış, ya da güdük kanatlarını çırpa çırpa koşarken bizi güldürsünler diye mi?

Tasarımcı belki de, KFC'nin ortaklarındandır. Böylece hem bize kızarmış kanat satıyorlar, hem de tavuklar koşmak zorunda kalıp bacak geliştirdiklerinden etli-butlu oluyorlar.

60_kfc.jpg

KFC'den butları, kanatları atıştırırken, tasarımcıya teşekkür etmeyi unutmayın arkadaşlar.

Ama ben hâlâ tasarımcının galapagos karabataklarına o güdük kanatlarını neden taktığını anlayamadım.

Acaba, ıssız bir adada, yerde uçamayan bir galapagos karabatağı bulunca, "Bu kadar salak bir şeyi olsa olsa salak bir tasarımcı yapmış olabilir, demek salak tasarımcı var" diye düşünmemiz için olabilir mi?

Ve tabii ki, Evrim bu körelmiş organların varlığını çok güzel açıklıyor.

Bu kuşlar artık uçamıyor çünkü yaşamlarını uçmadan sürdürebilmişler. Onları avlayan bir avcı olmayan bir bölgede yaşadıklarından, gereksiz kanatlarını oluşturmak için boşuna protein harcamak yerine örneğin o proteinleri daha çok yavru yapmaya kullananlar daha çok çoğalmış, kanatlar yavaş yavaş küçülmüş.

.

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Eşeyli Üreme.

Daha önceki bir iletide sakat doğanlara değindim. Sakat doğanlar, büyük çoğunlukla DNA'lara eşeyli üreme aşamasında eklenen hatalar yüzünden sakat.

"Evrim mekanizmaları" başlığında eşeyli üreme:*********

Bizi burada ilgilendiren, ilkel canlılar eşeysiz üreme ile hemen hemen hiç hatasız çoğalırken, eşeyli üreme sonucunda DNA'lardaki hataların, dolayısı ile de sakat doğumların büyük ölçüde artması.

İlk aşamaları (ilk aşamalarda da embriyoların önemli bir kısmı ölüp gidiyor) geçip ana karnına yerleşebilen 1 milyon embriyo arasından:

- 150 bin tanesi ana karnında ölüyor; bu ölümlerin 75 bininde kromozom bozuklukları olduğu görülmüş;

- kalan 850 binden 17 bini doğum aşamasında ölüyor;

- canlı doğanlar arasında ise 5 bin tanesinde kromozom bozuklukları var; bunların bir kısmı sakat veya geri zekalı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar.

ch8f28.jpg

http://www.ncbi.nlm..../books/NBK21392

Tasarımcıya inananlar: insanın mükemmel olduğunu iddia ediyorsunuz !

Eşeysiz üreme (tomurcuklanma, bölünme ...) ile çoğalan canlılar, analarının tıpatıp aynısı. Ana "mükemmel" tasarlanmış ise, eşeysiz üreme çok daha hatasız sonuç verir ve organizma "mükemmel" olarak üremeye devam eder.

"Mükemmel" insan neden eşeysiz üremiyor? Mükemmel analardan mükemmel doğan mükemmel yavrular insan türünü devam ettirebilirdi; tasarımcınız, neden sakatlıklara, bozukluklara yol açması kesin olan bu kadar dandik bir üreme işlergesi (*) tasarlamış?

Bir tasarımcı olarak kendine güvenemediğinden mi, ya da tasarladıklarının "en mükemmel" olduğundan emin değil mi ki, insanı evrilmek üzere mi tasarlamış?

Tasarımcı evrimci mi??? !!!

Yoksa, tasarımcı, kendisini bilim adamı sanan dinci M.Behe'nin dediği gibi bir "Büyük Mutasyoncu" mu?

Tasarımcı bir "Büyük Mutasyoncu" ise, DNAmıza soktuğu mutasyonların neden çok büyük çoğunluğu zararlı, ve ana karnında %20 miz ölüyor?

Tasarımcımız sakar mı?

Bir de Evrimsel süreç açısından bakalım bu olaya:

Eşeyli üremenin DNA'nın kopyalanmasındaki hataları büyük ölçüde arttırması doğal seçilimle birleşince, çok hücrelilerin hızlı evriminin yolu açılmış, eşeyli üreyen türler dünyaya yayılmış.

Eşeyli üremenin bir sonucu da faydalı genlerin hızla yayılması: daha kuvvetli, güzel, sağlıklı bireyler daha kolay eş buluyor.

İnsanın insan olmasında en önemli etkenin eşeyli üreme yani seks olduğunu ve insan dahil, bütün türlerin evriminin arkasındaki en etkili itici gücün seks yaparak üreme olduğunu söyleyebiliriz.

(*) Türkçe öğrenelim: mekanizma = işlerge.

Doğada bir düzen var. Düzen var ama, kaosun yönlendirdiği bilinçsiz bir düzen.

Bu gerçeği görmek için kafamızdaki önyargılardan arınıp şöyle bir etrafa bakmak yeterli.

Tokmak kafalar.

Beyin ..... çok karmaşık, nazik, darbelere çok duyarlı, hassas bir organ. Sert bir kafatasının koruduğu bir ortamda, dayanıklı zarların içinde, bir sıvının içinde yüzüyor.

... ve bazı hayvanlar kafalarını bir tokmak olarak kullanıyorlar.

Dağ keçileri,

400_F_4990843_rCIsr7FnOubKcKWmcNPpFY56eIlVYwyF.jpg

Ağaçkakan.

http://static.howstuffworks.com/gif/willow/woodpecker-info0.gif

Bir bilgisayarınızın olduğunu düşünün. Onu her yere götürüyorsunuz. Bir zarar görmemesi için sarıp sarmalamışsınız, kırılmaz bir kutuya koymuşsunuz ... ve kavga ederken bir tokmak gibi kullanıyorsunuz. Her vuruşunuzda bilgisayarınızın içindeki bağlantılar kopuyor, belleğinde biriken veriler yokoluyor ....

Kafasını tokmak olarak kulananlara ne olduğuna bir bakalım:

6a00d8341bffd953ef01156fda0cbe970c-800wi.jpg

Brain Damage

A Norwegian study found that 35% of 69 Division I soccer players had abnormal electroencephalogram (EEG) patterns. This is more than twice the rate of abnormal EEG patterns in control subjects. Retired soccer players had several brain abnormalities including reduced cortical tissue and increased lateral ventricle size.

Neuropsychological Effects

Soccer players also seem to perform more poorly than control subjects on some types of IQ tests and many former players (81%) suffer from problems with attention, concentration, and memory. Players who typically head the ball have also been found to have more neurological problems than non-headers. Compared to goalies and midfielders ("non-headers"), forwards and defenders ("headers") performed more poorly on some memory, visual perception and planning tests.

http://faculty.washington.edu/chudler/soccer.html

Özet olarak: kafaya sürekli darbe alanlarda, beyin sinyalleri anormal, beynin korteks dokusu azalmış, beyin boşlukları (ventriküller) büyümüş, dikkat toplama sorunu var, bellek sorunu var, görme sorunu var, planlama yapma sorunları var ...

Bunlar kafalarını topa vurmakta kullanan futbolcularda görülen çeşitli sorunlar. Dağ keçilerinde ve ağaçkakanlarda bu incelemeleri yapamayacağımıza göre, topa kafa vuran insanlardaki etkilere bakalım dedik.

İsteyen, boksörler hakkında da biraz araştırma yapabilir.

Bilenler vardır. Bir zamanlar "kelebek gibi uçan arı gibi sokan" Muhammed Ali Clay, parkinson hastalığına yakalandı. Bu hastalık darbelerden ötürü olmamış olabilir ama 40 yaşında parkinson olmak pek olağan değil.

Dindarlara sorum: Sizce, kafasını tokmak gibi kullanan hayvanları bilinçli bir tasarımcı mı tasarlamış?

Bilinçli bir tasarımcı, bir canlının yönetim merkezi olarak geliştirdiği, düşünebilen, en ufak sarsıntıda kopabilen incecik, milyarlarca sinir bağlantısını barındıran bir organı, ona buna vurmak için kullanılan bir tokmağın içine koyar mı? Beyni geçtim, retina bir darbe sonucunda ayrılabilirken, titreşimlere çok duyarlı kulaklar kafaya yerleşmiş iken, kafaya bir tokmak işlevi verilir mi?

Bilinçli birisi, bir çocuk bile olsa, bu 2 işlevi birbirinden ayırır, beyin ve tokmak işlevleri için ayrı ayrı iki organ tasarlar.

Şimdi bir de olayın evrim sürecine bakalım:

Bütün omurgalıları kapsayan canlı ailesine Kordalılar deniyor (Chordata, Kordatlar veya Sırt iplikliler). Bunların sırtlarında vücutlarını önden arkaya kateden bir sinir sistemi ve vücudu düzgün tutmaya yarayan bir yapı var.

tLancetDia.jpg http://people.bethel.edu/~johgre/bio114d/LowerVerts.html

Bu sırtiplikliler arasında en uzak akrabalarımız tulumlular, kafanın farklılaşmaya başlamasının en ilkel örneği. Tulumlu larvaları yüzücü. Bunlar deniz dibinde uygun bir yer bulunca yapışıyor ve yaşamını deniz suyunu filtreleyip bakteri ve küçük canlılarla beslenmek ve üremekle geçiriyor.

Tulumlu, erişkin ve larva:

34-03-Tunicate-L.jpg

http://www.clarku.edu/departments/biology/biol201/2006/mtrivette/morphologies.htm

Bu çok uzak atalarımızın yüzen larvalarından bir bölümü, zamanla bir yere tutnmaktansa larva şeklinde büyüyüp, yüzen kafataslılara evrilmişler. Kafalı omurgalılara "kafataslılar" (craniata) diyoruz. Evrim sürecinde, besin girişi, tat ve koku organları, ve bunları kontrol eden sinir kümeleri (kısaca "kafa") vücudun ön tarafında oluşan canlılar üstünlük sağlamışlar ve büyük bir gelişim sürecine girerek yeryüzünün hakimi olmuşlar. Bu yapıda olmayanlar, örneğin deniz yıldızları, deniz kestaneleri, ilkelliklerinde kurtulamamışlar.

Omurgalı kafataslıların ve genelde "kafalıların" (böcekler dahil) yeryüzünün hakimi olmaları, doğal seçilim sürecinin sonucu. Yönetim merkezleri (beyin) ve duyu organları vücudun ön tarafında bir yerde toplanan canlı yapısı, belli ki öteki yapılardan üstün.

Evrim sürecinde ilkel canlılarda ufacık bir sinir kümesi olan beyin, gelişmiş, büyümüş, çok hassas, darbelere çok duyarlı, sert bir kafatasının içinde korunan bir organ haline gelmiş.

Kafatası ve içindeki beyin, vücudun ön tarafında sert, ağır bir kütle halini alınca, bazı hayvanlar kafalarını tokmak olarak kullanmaya başlamışlar. İnsanlar bile, bir kavga sırasında karşılarındakine kafa atabilirler. Uydurdukları oyunların kurallarına "kafayla vurma"yı ekleyebilirler.

"Tokmak gibi kullanılmak", kafanın bir ikincil işlevi. Birden çok işlevi olan ve birbirlerine bu kadar uyumsuz 2 işlevi yerine getiren bir başka organ bulmak zor.

+18

... birbirlerine bu kadar uyumsuz 2 işlevi yerine getiren bir başka organ bulmak zor ama imkânsız değil. Çok ilginçtir ki, aynı kafa gibi geçmişi tulumlulara kadar gidenve yediklerimizin kalıntılarını dışarı atmaya yarayan g.t deliğimizin de, birincil işlevi ile çok uyumsuz bir ikincil işlevi olabiliyor.

Özetlersek:

Kafayı tokmak işlevi için tasarlayan bilinçli bir doğaüstü güç yok. Kafa, kafatasının sertliğinden ve kafanın kütlesinden ötürü tokmak olarak kullanılabildiği için tokmak olarak kullanılan bir organ. Bu işlev süreklilik kazanınca, bazı hayvanlarda örneğin ağaçkakanlarda darbeleri yumuşatan oluşumlar gelişmiş. Ağaçkakanın gagasının dibinde evrim sürecinde oluşan amortisörler dincilere yazılar döktürtür ama bu dinciler nedense birbirlerine bu kadar aykırı 2 işlevin neden aynı organda toplandığını kendilerine sormazlar.

Kafanın tokmak işlevi beyne, duyu organlarına zarar verir.

Tokmakta bulunan ve darbelerin etkisini azaltıp beyni ve duyu organlarını koruyan amortisörler de tokmağın gücünü azaltır.

Bu iki işlev ancak bilinçsiz bir süreçte bir araya gelebilir.

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Gen ve PROTEİN yapıları, DNA'larda bulunan virüsler, insanın Afrika kökenli bir maymundan başka bir şey olmadığını ve genel olarak bütün türlerin ortak atalardan evrildiğini kanıtlıyor.

xin_54080317150743514591.jpg

xin_580803171509241302202.jpg

http://www.chinadail...tent_667303.htm

Sadece leke değil, "kıllı ve siyah bir deri"

Bu bana bir akrabamızı hatırlatıyor. Ya size?

Tabii, zavallı kızın hayatı kaydı. Ne dersiniz, birisi sınava mı sokmuş? http://illiweb.com/f...s/icon_evil.gif

"wolfboy" diye arayın:

http://img512.images...11791379qq6.jpg

KROMOZOMLARIMIZ TIPATIP (%98) MAYMUNLARINKİLER GİBİ

Biraz da bilimsel takılalım.

Bazılarımızın bildiği gibi, insanlarda 23 çift, maymunlarda 24 çift kromozom vardır.

Bu farklılık, insanlardaki 1 kromozomun, ortak atadan insana giden yolda 2 kromozomun birleşmesi sonucunda oluşmasıyla açıklanıyor.

Bilim adamları aramışlar bulmuşlar:

İnsanların 2 numaralı kromozomu (H, human) ve Şempanze (C, chimp) Goril (G) ve Orangutan (O) kromozomlarının karşılaştırılması:

http://img256.images...pechrom2zk1.gif

http://www.gate.net/...voEvidence.html

Aklınıza bir soru gelebilir:

Neden ortak atadaki 2 kromozom insanlarda birleşmiş deniliyor da, ortak atadaki tek kromozom, maymunlarda 2ye ayrılmış denilmiyor?

İnsanın 2 numaralı kromozomunda belirlenen birleşme yerinde, normal olarak sadece kromozom uçlarında bulunan telomer denilen DNA dizinleri var; dahası, her kromozomda 1 tane bulunan "centromere" denilen dizinlerden de 2 tane var. Bu insanın 2. kromozomunun, insanın evrim sürecinde 2 kromozomun birleşmesiyle oluştuğunun kanıtı.

https://upload.wikim...some2_merge.png

https://en.wikipedia...osome_2_(human)

İnsanın 2 numaralı kromozomunun, maymunlarla bizim ortak atamızın 2 ayrı kromozomunun birleşmesinden oluştuğu kesin ve bu insanda birleşik olan iki kromozom maymunların hepsinde var.

En yakın akrabalarımızdan biri olan şempanze ve insan kromozomlarının karşılaştırması. C (Chimp, Şempanze), H (Human, İnsan)

http://genetics.thet...Chromosomes.gif

http://genetics.thetech.org/ask/ask69

Ne tesadüf değil mi?

http://illiweb.com/f...con_biggrin.png

Eski forumumuzda, Cebbar adlı üyemizden bir soru gelmişti:

"Bu resimlere ne ad verilir ve nasıl çizilir?

Tayf çizgileri gibi.

Bu tekniğe "staining" deniyor.

Kromozomlar A,T,C,G diye 4 yapıtaşından oluşan dizinlerden oluşur. A ve T birbirini sever, C ve G birbirini sever.

Mesela ATGCTTTAAAGGG dizininin karşısında onu seven TACGAAACCC dizini olur. Beraber

ATGCTTTAAAGGG

TACGAAATTTCCC

şeklinde bir çift dizin oluştururlar. Çoğalırken bu iki dizin ayrılır,

ATGCTTTAAAGGG

---------------

TACGAAATTTCCC

ikisi de ayrı ayrı karşıtları olan kendilerine uygun dizinin yapılmasını sağlar.

ATGCTTTAAAGGG

TACGAAATTTCCC

ATGCTTTAAAGGG

TACGAAATTTCCC

Kromozomlar birken iki olur, hücre ikiye bölünür.

Kromozomların bazı bölgelerinde karşılıklı AT çiftleri çoğunluktadır, bazı bölgelerinde de GC çiftleri. Şöyle olabilir mesela

ATTTTATATATCTAAGGGCGCGCGCG

TAAAATATATAGTTTCCCGCGCGCGC

Bazı maddeler karşılıklı duran AT ve CG çiftlerine farklı şekilde tutunur, Onların yerini belli ederler.

Bu resimlerde gördüğün çizgiler bunlardır. Kromozomlarda karşılıklı duran AT ve CG çiftlerinin çoğunluk olarak bulundukları yerler. Parmak izi gibi bir şey.

Daha fazla bilgi:

http://www.icr.org/article/6044/

http://genetics.thetech.org/ask/ask69

http://www.gate.net/..._ape_chrom.html

Sitocrom-C - Cytochrome-C

Öncelikle sitocrom-c molekülünü tanıyalım.

Enzimler, bir tepkimeyi, canlılığın bütünlüğünü bozmadan, düşük sıcaklıklarda en hızlı şekilde gerçekleştirmek için canlıların işletim sistemi için evrimleşmiş, çoğunlukla orta büyüklükte moleküllerdir. Böyle bir molekülün evrimsel geçmişini ve canlıların akrabalık ilişkilerini bilmeden atomlarının ya da molekülü oluşturan alt birimlerinin dizilişindeki olasılığı hesaplamaya kalkışırsanız, karşınıza inanılmaz küçük bir olasılık çıkar ve bunun bir rastlantı sonucu olarak ortaya çıkamayacağı sanısına kapılırsınız. Bunlardan biri, canlılarda solunum işlevinin bir parçası olan mitokondrilerde oksijeni bir yandan öbür yana taşıma görevini yüklenen sitokrom-c’dir.

Söz konusu olasılık, canlıların yapı taşları olan 20 farklı amino asidin (biz buna yirmi farklı renkteki boncuğun diyelim), 100 taneden oluşan bir tespih şeklinde (yani sitokrom-c şeklinde) dizilmesinde, herhangi bir kombinasyonun ortaya çıkma olasılığıdır. Örneğin birden 100’e kadar, örnekleme verirsek 1. sırada mavi boncuk, 5. sırada sarı boncuk, 87. sırada kırmızı boncuk ve buna benzer yüzlük bir dizilimin ortaya çıkma olasılığı her zaman 20 üzeri 100‘dür (20’nin yanında 100 tane sıfır mevcut), (buradaki 20 boncuk çeşitleri, 100 de tespihteki boncuk sayısıdır). Böyle bir molekülün birden bire ortaya çıkma olasılığı her zaman budur. Ancak:

Yaratışçılar Sitokrom-c’nin 20 üzeri 100 olasılıkla birden bire ortaya çıktığını söylemektedirler. Evrim ise bir şeyin hemen ortaya çıktığını söylemez. Onun nasıl geliştiğini açıklar. Böyle bir molekül seçile seçile bugüne kadar gelmiştir. Bu nedenle her canlı kendine özgü sitokrom-c taşır ve molekülün benzerliği de türler arasındaki akrabalığın derecesini yansıtır. Yani bu molekül sihirli bir molekül değil, çeşitlenebilir; çeşitlendiği zaman bile birçok kombinasyonu çeşitli ortamlarda iş yapabilir bir molekül olarak ortaya çıkar.

Sitokrom-c’nin 100 birimlik diziliminde, maymunlarla bizim aramızdaki fark sadece 54’ncü sıradakidir; diğerleri aynıdır, köpekle 15, bira mayası ile 44 yerde farklılığımız vardır.

Bir insanın sitokrom-c’sinin halihazırdaki şekilde dizilme ihtimali 20 üzeri 100’dür; bir maymunda bu molekülün sadece 54’ncü amino asidi bizimkinden farklıdır. Yani maymun ile insan molekülü açısından bir rastlantı olarak benzer olma şansımız 20 üzeri 99’dur, yani 1 rakamını, arkasına 99 tane sıfır konmuş 20 rakamına bölerseniz, çıkan sayının olasılığı kadar biz rastlantı olarak maymunla aynı molekülü paylaşmışızdır. Böyle bir olasılık kural olarak yok demektir. Ancak aynı kökenden gelmiş isek, sadece bir mutasyon ile son aşamada birbirimizden ayrılmışız demektir, yani ortak atadan evrimleşmişiz demektir. Hayvanlar âleminde bize genel yapısı ile ne kadar benzerlik gösterenler varsa, benzerlik oranında bu moleküllerde de o denli benzerlik bulunmaktadır. Bira mayası bize çok uzak bir benzerlik gösterdiği için de 84 tanesi bizimkinden farklıdır.

Sitokrom-c proteini, maymunlarla yakın akrabalığımızı gösteren en önemli kanıtlardan bir tanesidir ve 20 farklı değişkenin, 100 birimlik diziliminde 99 defa denk gelmesinin akla yakın başka bir izahı mümkün değildir…

Kaynak: Prof.Dr. Ali Demirsoy

Şimdi olayı tablolarla inceleyelim:

cytochromec.jpg

Yukarıdan aşağıya doğru insan, domuz, tavuk, kedi balığı, meyve sineği, buğday ve bira mayasına ait sitocrom-c'lerin karşılaştırmasını görüyoruz.

İnsan sitocrom-c'sinde 104 aminoasit mevcut ve bunlardan 37 tanesi tüm canlılarda özdeş. Yani aynı adreste, aynı aminoasit bulunuyor. Bütün bu moleküllerin, 2 milyar yıl önce yaşamış ilkel bir bakteri olan tek bir atadan geldiği kabul edilmektedir.

Tabloda, insan sitokrom-c molekülünün son 22 aminoasidi ile az önce belirttiğim diğer canlıların son 22 aminoasitleri mukayese ediliyor. "-" işareti aminoasidin özdeş olduğu anlamına geliyor.

Tabloda görüldüğü gibi; 1, 6, 10, 14, 17, 18, 19 ve 20 nolu aminoasitler tüm canlılarda özdeş. İlk 4 sıradaki omurgalılar birbirlerine oldukça yakın. Ortak atalar uzaklaştıkça, aminoasitlerdeki faklılaşma açıkça görülüyor.

Aşağıdaki Rhesus maymunu ile sadece tek bir amino asidimiz farklı.

rhesus_macaque.jpg

Şempanze ile ise hiç bir farklılığımız yok. Sitokrom-c'lerimiz tamamen özdeş...

070617chimp.jpg

Kaynak1

Aşağıdaki tablo ise, çeşitli canlılardaki sitokrom-c moleküllerinin tüm amino asit dizilimlerini göstermektedir.

Sırasıyla: insan, şempanze, örümcek maymunu, makak, inek, köpek, gri balina, at, zebra, tavşan, kanguru, ördek, hindi, tavuk, güvercin, kral pengueni, kaplumbağa, timsah, kurbağa, ton balığı, kedi balığı, deniz yıldızı, meyve sineği, ipek böceği, bal kabağı, domates, arabidopsis çiçeği, bezelye, buğday, ay çiçeği, bira mayası ve devamında yedi farklı bakteri türüne ait sitokrom-c'lerin karşılaştırmasını bu tabloda görebilirsiniz.

Cyto-Seq.jpg

Ortak atalar uzaklaştıkça, farklılaşan aminoasit sayılarındaki artış açıkça görülüyor. Buna göre, çeşitli türlerin sitocrom-c moleküllerindeki farklı aminoasit sayılarına istinaden çizilen ağaç şu şekildedir.

Cyto-tree.jpg

Kaynak2

Görüldüğü gibi, cennette, irem bağlarında yaratıldığına inanılan insanoğlu ve Cumartesi yasağına uymadıkları için yahudilerin ceza olarak dönüştürüldükleri aşağılık(!) maymunlar aynı sitocrom-c molekülüne sahipler. Bunun tesadüfen denk gelme ihtimalinden daha önce bahsedilmişti.

Bu durumda yaratılışçılara, "Allah bu şekilde takdir etmiştir" demekten başka birşey kalmıyor. İnsanla bu kadar özdeş bir canlıya Allah'ın neden "aşağılık" demiş olduğunun takdirini de yine bu arkadaşlara bırakıyorum

.

....
Sitocrom-C - Cytochrome-C

Cytochrome-c molekülünün evrimi, akraba türlerin dallanmasını izleyerek değişmesi çok önemli bir şeyi daha gösteriyor.

Akıllı! Tasarımcıların uyduruk argümanlarından biri, proteinlerin işlevlerini gerçekleştirebilmeleri için, belli bir amino asit diziliminde olması gerektiğidir. Bu dizilimin tek olduğunu ve tasarımcı olmadan oluşmasının olanaksız olduğunu ileri sürerler.

Cytochrome-C molekülüne bakınca, bir sürü proteinin, yani bir sürü farklı amino asit zincirinin aynı işe yaradığını görüyoruz. Aynı işi yapabilen bir sürü PROTEİN (amino asit dizilimi) var.

Proteinlerde önemli olan, amino asit serisinin dizilimi değil, proteinin aktif bölgesinin 3 boyutlu şeklidir. Ayni şekli, binlerce, milyonlarca farklı amino asit zinciri oluşturabilir.

Cahil Akıllı! Tasrımcılar, liselerde okutulan biyoloji bilgisinden bile yoksunlar.

http://bilimvedin.fo...ikal-maymunlarz

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

"Endogenous Retrovirus" ler.

Retro demek geri demek. Retrovirus "geri giden virüs", endogenus "genlere yerleşmiş" demek.

Biliyorsunuz, insan ve şempanze DNA'sında yaklaşık %98 eşitlik saptandı.

Yaratılışçılar, insan ve maymun genlerindeki %98 eşitliğin saptanmasından sonra, "Tanrı böyle yapmış. Yapamaz mı yani?" dediler.

Yani, onlara göre Tanrı çamur almış, insan ve şempanze genlerinin nükleik asit moleküllerini, dizinler %98 aynı olacak şekilde dizmiş. Hatta daha da ileri gitmiş, 2 maymun kromozomunu almış, uç uca yapıştırmış, insanın 2 numaralı kromozomunu yapmış mış.

Şimdi bu DNA'lardaki benzerlikten çok daha kesin bir yöntemle akrabalık kanıtlandı. Hiçbir şekilde yadsınamayacak şekilde hem de. "Hıkgıkmık kemküm Tanrı böyle yaptı" demek yetmiyor.

Kafalarını çöl kumuna gömenler, bakalım nasıl kıvırtacaklar.

Kıvırtamıyorlar da;

Bu yazıyı (benden izin alarak) başka forumlara asanlara verilen cevaplar alay, küfür, tehditten öte gidemiyor, konular kilitleniyor, yazıyı asan yasaklanıyor, susturuluyor.

Cevaplara bir göz atın:

http://www.frmtr.com...sin-kaniti.html

Bunlarla tartışmaya girme sabrını gösterenlere şapka çıkarıyorum.

---------------------

Önce, DNA'lardaki benzerlik'ten bahsedelim. Bu konuda yazı isteyenler şuradan başlayabilir:

http://genome.cshlp....15/12/1746.full

http://www.ncbi.nlm....cles/PMC449907/

Kromozomlordaki benzerlik orantısına göre, insan maymun akrabalığı, yakınlık derecesine göre insan,şempanze,goril, orangutan ... şeklinde.

insanailesi2textms3.jpg

Sayılar, ortak atadan kaç milyon yıl önce ayrılındığını gösteriyor. Akrabamız bonoboyu en başa koydum, çünkü asil bakışından zekâ fışkırıyor.İnsana en yakın maymun deniyor.

İnsanların temsilcisi olarak Papa'yı koydum. Papa, bildiğiniz gibi yeryüzünde bulunan en kalabalık insan sürüsünün çobanı ve resmî olarak Evrimi kabul etmiş bulunan Kilisenin şefi.

Fazla uzatmadan konuya gelelim: "Endogenous Retrovirus" yöntemi

"Endogenous Retrovirus" ler.

Retro demek geri demek. Bu deyimin türkçe açıklaması "geri giden virüsler".

Normal olarak, hücre metabolizması, DNA --> RNA -->PROTEİN şeklinde çalışır.

Retrovirüsler, RNA virusleridir.

RNA virüsleri, genetik bellek olarak DNA değil, RNA taşırlar. Bir hücreye girdiklerinde özel enzimleriyle RNA'larından DNA yaparlar. Sonra bu DNA normal hücre mekanizmasıyla RNA üretir, yeni virüsler oluşur.

Nezle ve hepatit-C virüsleri RNA virüslerindendir.

Retrovirüsler, bununla kalmazlar. Retrovirüslerin DNA'sı, kendini hücre DNA'sının herhangi bir yerine sokuşturur ve böylece hücre DNAsının bir parçası olur. Hücre çoğaldıkça o da çoğalır.

Bu virüslerin çoğu üreme hücrelerine değil normal hücrelere girerler. Bunlara "exogenous retrovirus" denir. AIDS virüsü bu tip virüslerdendir.

Bazı retrovirüs türleri ise üreme hücrelerinin DNA'sına girebilir.

Bunlara "Endogenous retrovirusler"ler denir.

notlar:

Az buz değil, insan genomunun %5-%8 'inin, çoğu çöp DNA'da olmak üzere, bu virüs DNAlarından oluştuğu saptanmıştır. Bu virüs DNAsı, hücre DNAsı olmadığından, hücrenin koruyucu tamir mekanizması tarafından denetlenemez, mütasyonlara daha açıktır, ve belli bir zaman sonra mütasyonlar sonucu işlevini kaybader, virüs üretemez. Hücrenin kendini koruma mekanizmaları ile de sökülüp atılabilir.

DNA'sının sadece %2-%3 ü işe yarayan insanda (gerisi çöp DNA - junk DNA), DNA'nın %8 kadarının retrovirüs DNA'sından oluşması şunu gösterir: bu virüsler, evrim sürecinin de çok önemli bir mekanizmasıdır.

Bir "endogenous retrovirus"ün, bir bireyin üreme hücresinin DNA'sına yerleşmesi, bu bireyin çocuklarında, onun çocuklarında .... DNAlarda bu virüsü bulacağız demektir.

Yani,

Eğer iki tür, ortak bir atadan geliyorsa, bu iki türün DNAsında, aynı yerde, aynı virüsü bulacağız demektir.

Daha da ileri gidelim, eğer, bu şekilde akrabalığı kanıtlanan 3 türden 2 sinde daha çok ortak virüs bulunursa, bu 2 tür daha yakın akraba demek.

Şimdi ne olacak?

Bu metodla, türlerin akrabalıkları şakır şakır çözülecek.

Evet, sizce, insanlara ve maymunlara uygulanınca, bu yönlem ne sonuç verdi?

HERV-K virüsünün, ne zaman ortak DNA'mıza girdiği, detaylarıyla, aşağıda:

http://www.talkorigi.../retrovirus.gif

http://www.talkorigi...c/section4.html

Yoruma gerek var mı?

Bu sonuç,

insan türünün evrim sonucu oluştuğunun kesin kanıtıdır. İnsanın maymun ailesinden olduğunun kesin kanıtıdır.

Kaçış yok.

.

C vitamini

C vitamini sentezi, memelilerde glükoz molekülünden başlar, 5 aşamada gerçekleşir. Her aşama bir enzimin (proteinin) kontrolündedir ve her PROTEİN gibi, bu proteinler genler sayesinde sentezlenir.

http://www.seanet.co...tone72-fig2.gif

Memelilerin hemen hemen hepsi bu sentezi yapabilirler ama, biz insanlar, C vitaminini sentezleyemeyiz. Yaşamsal önemi olan bu molekülü besinimizden alamazsak, bağışıklık sistemimiz çöker, dişlerimiz dökülür, birkaç ayda ölürüz. Arada bir, bir şekilde meyve, domates, yeşil-kırmızı biber, maydanoz ... bulup yemek zorundayız.

Şempanzeler, goriller, orangutanlar, şebekler ... de bizim gibi. Bu vitamini sentezleyemiyorlar.

Bilim adamları merak etmişler, aramışlar, bulmuşlar: Afrikalı insansı maymunlar ailesinin 60 milyon yıl yadar önce yaşayan ortak atalarında oluşan bir mütasyonun sonucunda C vitamini sentezini kontrol eden GuLO (gulonolactone oxidase) işlevini kaybetmiş.

gulolosssm.jpg

Ayrıntılı, büyük resim için bakabilirsiniz:

http://courses.bio.i...35/GULOloss.jpg

İnsanda, şempanzede, gorilde, orangutanda, şebekte ... C vitamini sentezlenemiyor.

Yol gene ORTAK ATA'ya çıkıyor.

---

"Bu durum evrim kuramına karşı, hani zararlı mütasyonlar eleniyordu?" diye sorabilirsiniz.

İnsanın ataları o zamanlar ağaçlarda yaşıyor ve meyve yiyorlardı. Besinlerinde C vitamininin bol bol bulunmasının sonucu olarak, bu mütasyon onlar için, çevrelerine uyumları açısından zararlı değildi. Kısaca, C vitamini sentezleyip sentezlemediklerinden haberleri bile olmamış.

Kısaca, Afrikalı maymun ailesindeniz ve atalarımız ağaçlardan inmiş olsa da meyve yemeğe devam etmek zorundayız.

.

http://bilimvedin.forumotion.net/t4-genlerimizdeki-atalarmz-hepimiz-afrikal-maymunlarz

tarihinde Zavallı tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Akil ve mantigin, bilimin oldugu hicbir yerde tanrinin olmadigini kanitlayamazsiniz. Aslinda siz aklinizi kullanarak,ister adina evrim deyin ister baska birsey deyin siz var olanlarin arkasinda bir olcunun, bir duzenin , bir bilincin , bir aklin oldugunu kanitliyorsunuz... canli cansiz her sey maddededen olusmustur. Insan maddenin yaninda akil dan da olusmaktadir. Simdi madde degiskendir , kalici degildir , bozulur vs vs yani adi bir seydir. Mesela insanin maddesel yonu dogar bozulur olur. Akil olene kadar asla bozulmaz. Kalicidir. Akilla bulunan unutulur ama kaybolmaz. Akil madde degildir. Madde olmadigindan adi de degildir. Madde adi oldugundan bozulan oldugundan cehalettir. Akil maddenin tersi oldugundan bilgidir. Bozulmayan sey iyidir sonsuzlugu belirtir. Insanin amaci da hep iyi yi bulmak mutlulugu elde etmek oldugundan bilgi demek mutluluk demektir. O zamab akil bizi sonsuz mutluluga ulastiriyor. madde ise gecici bozulan oldugu icin bizi gecici mutluluga ulastiriyor. madde sekli olandir. Sekilselliktir. Maddeyi gozle goruruz. O zaman gozde adidir. Demek ki goz bizi aldatiyor. Maddenin icinde ki duzeni sistemi var olusunu akilla goruruz. O zaman maddenin ozu o nun sistemide kaliteli olan iyi yani sonsuzlugu belirtir. Bu soyledir. Goz insani gorur ama goz insanin buyumesini yaslanmasini ayirt edemez farkinda olmaz. O ancak sekli gorur. Akil insanin degisimini boyutunu gorur. Matematiksel hesaplarin hic birini gozle yapamayiz akilla yapariz . Gozle yapilan hesaplar icib gerekli olan sekilleri gormektir. Aynen insan gibi akil ve maddeden olusmasi gibi... simdi aklin gelismesi icin felsefeye ihtiyac var felsefeden sonra inanmak icinse akla ihtiyac var. Aklimizdan suzdugumuz seylere kalben inaniriz. Allah gonderdigi kilavuzunda da bunu belirtmistir. Cunku tanri insanlardan sekilsel ibadet istemiyor samimi olan , kaliteli olani istiyor. Daha once de kaliteli olanin akil oldugunu belirtmistik. Yani aklimizdan suzulen sey bize samimi bir inanis saglar. Tanri onun icin aklini kullanipta mukemmel akil olan allah a ulasan kimselerin ibader etmesini istiyor. Simdi ayrica kuran meselesine gelelim. Kuran dan paylastiginiz ayetleri gozle goruyorsunuz... ama aklinizla yorumlamiyorsunuz... bilimle yorymlamiyorsunuz. " cehaletten daha kotu bir sey yoktur. Cahil kalmaktansa buyu ilmi fal ilmi ogrenin" demis imam gazali... islam a gore buyu fal allah a sirk kosmaktir. Cok buyuk gunahtir. Ama ondan daha gunahinin cehalet oldugunu soylemis. Simdi bu ornekleri ve yorumlari cogaltmak mumkun. Siz de haklisiniz. Gunumuzde din ile bu tarz bilimsel ilgilenen yok herkes duygusal olarak, manevi olarak dinle ilgileniyor. Ama allah a akil ulasiyor goz yasi degil. Onun icin sizler dinle alakali bilim ve felsefeleri farabi , ibn sina , ibn rust , ibn haldun , ibn arabi , imam gazali vs gibi degerli islam felsefecilerinin ve bilim adamlarinin eserlerini irdeleseniz bir cok sorunun cevabini bulacaksiniz...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Akil ve mantigin, bilimin oldugu hicbir yerde tanrinin olmadigini kanitlayamazsiniz. Aslinda siz aklinizi kullanarak,ister adina evrim deyin ister baska birsey deyin siz var olanlarin arkasinda bir olcunun, bir duzenin , bir bilincin , bir aklin o

tanrının olmadığını anlamakda zorlanıyorsun da....sana göre kanıt lazım da vs.vs.vs

tanrıyı geçtik de - bari allahın olmadığını gör yaw.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet akil sahibi olanlar tanrinin olmadigini anlayamazlar. Anlamamak akilsizlarin cahillerin isi... bak yine kendini akilla ele vermissin. Allah in olmadigini gor... yokluk gorulmez , olan sey gorulur. Gozle bakarsan maddeyi , akilla bakarsan sonsuz mutlulugu allah i gorursun... "olmayan seyi gormek " demek olmayanin da aslinda oldugunu soyluyprsun demek... bilim var olandir. Bilimin zitti cehalet ise var olanin zitti olan yokluktur...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet akil sahibi olanlar tanrinin olmadigini anlayamazlar. Anlamamak akilsizlarin cahillerin isi... bak yine kendini akilla ele vermissin. Allah in olmadigini gor... yokluk gorulmez , olan sey gorulur. Gozle bakarsan maddeyi , akilla bakarsan sonsuz mutlulugu allah i gorursun... "olmayan seyi gormek " demek olmayanin da aslinda oldugunu soyluyprsun demek... bilim var olandir. Bilimin zitti cehalet ise var olanin zitti olan yokluktur...

allahın var olduğunu göremezsin....

ama allahın olmadığını aklını kullanıp kurana - hadislere bakarak GÖREBİLİRSİN....

bize akıldan bahsedene bak...sen önce kuranda BEYİN kelimesini bul öle gel ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

yediğimiz topraktan çıkan karpuz nasıl şekerli tatlı ve sulu olabiliyor. tadını ve şeker ölçüsü nasıl ayarlanıyor. kavundaki tat . balın tatlı olması. bazı meyveler deki tat ve kıvamındaki şeker oaranlarını bir ayarlayan olmasa bu şekilde yenmezdi. bir ahçı nasılki yemeğin tuzunu şekerini kıvamında ayarlıyorsa. meyve ve sebzelerin tat oranlarıda ancak iyi bir ahçı sanatkar. tarafından ayarlanabilir diye düşünüyorum.

ayrıca doğadaki renk ton ve oranları. mükemmel. bir bayan nakış veya oya yaparken renk tonunu zor ayarlar renk tonları çok önemlidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

@zavallı: kaç farklı kaynak kullandın bilmiyorum ama bazı şeyler tekrara girmiş örneğin c vitamini ile ilgili 2 kısım var ve yaklaşık şeyler anlatılıyor ; yazı gereksiz uzadığı için okuyanlar sıkılabilirler. ama bilgilendirici olmuş , teşekkürler :)

@kahya: okuduğunu anlamıyorsun belli , bari gelip burada alakasız şeyler zırvalama. ucuz yokluğunu ispatla söylemiyle bir yere çıkılmıyor , sen allah allah demeden önce gel bize odinin olmadığını ispatla ? önemli olan olduğunu ispatlamak , yoksa anlamlı anlamsız kelimeler say olmadığını ispatla de..

@mike: adam belgeli 10 ileti dolusu yazı asmış dandik tasarım adında. hala karpuz kavundan ölçü çıkarma peşindesin.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu cevabindan sonra sana daha da birsey yazmiyorum... kendini ele verdin dostum... simdi sana tavsiyem , CTRL-C sonra CTRL-V yapmaya bir son verip aklini kullan... kullanmazsan yazdiklarim karsisinda yukarda ki gibi aciz kalirsin... allah a inanmasan bile buma kendini samimi bir sekilde inandirman icin aklini kullanmalisin. Kullanmadigini yukarda kanitladin ....

Link to post
Sitelerde Paylaş

@ltchy yukarda paylasilan seye inanmadigimi soylemedim... onlar akil ve bilimin isiginda mantikli geliyor. Yine de bu olanlar gecmiste oldugu gibi bize kesin sonuc vermez. Bilgim cercevesinde inaniyorum. Birde yukarida ki paylasim gibi olan bilimsel arastirmalar beni allah in olduguna daha cok inandiriyor. Diger mesele sana allah boyle bir sey deyipye seni inandiracagim bir sey olmaz. Yukarda allah in mukemmel akilsallik oldugunu soyledim. Bu baglamda insanlarda onun yanin da eksik olan akla sahiptir. Sen aklini bilimsel arastirmalar sonucu yapmis oldugun eserlerle kanitliyorsun... yani aklini kullanip maddesel olarak rakam harf makineler kopruler vs vs gibi sekillerle kanitliyorsun... insanlarin kaniti akillari olcusunde allah in kanitlarina gore daha basit olacak. Cunku allah mikemmel akilsalliktir. Onun icin allahin kanitlari gezegenler canlilar atomlar atmosfer gibi cok hassas dengeler uzerine kurulmus bilimle ciddi bir sekilde ilgilenenlerin (inansin ve ya inanmasin) hayretler icinde kaldigi maddeler sekillerdir... sakin ha mukkemmel olani adi olanla kiyaslama...:)

tarihinde kahya tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

@ltchy yukarda paylasilan seye inanmadigimi soylemedim... onlar akil ve bilimin isiginda mantikli geliyor. Yine de bu olanlar gecmiste oldugu gibi bize kesin sonuc vermez. Bilgim cercevesinde inaniyorum. Birde yukarida ki paylasim gibi olan bilimsel arastirmalar beni allah in olduguna daha cok inandiriyor. Diger mesele sana allah boyle bir sey deyipye seni inandiracagim bir sey olmaz. Yukarda allah in mukemmel akilsallik oldugunu soyledim. Bu baglamda insanlarda onun yanin da eksik olan akla sahiptir. Sen aklini bilimsel arastirmalar sonucu yapmis oldugun eserlerle kanitliyorsun... yani aklini kullanip maddesel olarak rakam harf makineler kopruler vs vs gibi sekillerle kanitliyorsun... insanlarin kaniti akillari olcusunde allah in kanitlarina gore daha basit olacak. Cunku allah mikemmel akilsalliktir. Onun icin allahin kanitlari gezegenler canlilar atomlar atmosfer gibi cok hassas dengeler uzerine kurulmus bilimle ciddi bir sekilde ilgilenenlerin (inansin ve ya inanmasin) hayretler icinde kaldigi maddeler sekillerdir... sakin ha mukkemmel olani adi olanla kiyaslama... :)

Bak ben sana allahın en büyük kanıtını söyleyeyim, unutma bu kıyağımı:

Çişimi yapıyom, kakamı yapıyom, popom kuru kalıyooo.. Demek ki allah var.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...