Jump to content

İslami fetihler öncesi ve sırasında Aşağı Türkistan


Recommended Posts

Ceyhun Nehri, eski çağlardan beri Türkçe konuşan kavimlerle Farsça konuşan kavimler arasında geleneksel sınır olarak kabul edilmiştir. Arap fetihleri sırasında Halife Ömer, Kuzey İran'ı fethetmek için görevlendirdiği Ahnef b. Kays adındaki komutanına doğudaki büyük zaferlerini kutlamak için yazdığı mektubunda aynen şöyle demektedir:

"Sakın ha nehri tecavüz etmeyiniz. Nehrin behri tarafında kalınız. Horasan'a nasıl ve hangi şartlar altında girdiğinizi iyi biliyorsunuz. Girdiğiniz üzere orada kalmaya devam ediniz ki zaferiniz de devam etsin. Hem nehrin öteki tarafına geçmekten sakınınız." (Taberi)*

Ceyhun Nehrini Türkistan'ın iç kısımlarına doğru askeri hamlelerinde stratejik bir bölge olarak kabul eden müslüman Araplar, daha sonraları bu nehri bir sınır tayin ederek, nehrin öbür tarafında ve kuzey kesiminde bulunan bütün ülkeleri kapsamak üzere Aşağı Türkistan bölgesine "Maveraün-Nehr" (nehrin arkası, öte tarafında bulunan ülkeler) adını vermişlerdir.

transox_khurasan.jpg

tarihinde ironman tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

İslami Fetihler Sırasında Aşağı Türkistan'ın Dini Durumu

Aşağı (Güney) Türkistan, İç Asya'ya göre etnik bakımından bir bütünlük arzetmediği gibi, dinler ve inançlar yönünden de birlik ve bütünlük arzetmemekte ve kozmopolit bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır.

Aşağı Türkistan'ın Sosyal Yapısı ve Türklüğü Meselesi

Bölge uzun asırlar Türk hakimiyeti altında kalmıştır. Önemli miktarda yerleşik Türk unsur vardır. Bunun dışında Soğdlar vardır, İran'dan göç etmiş ve bölge şartlarına adapte olmalarıyla Tacik toplumu meydana gelmiştir. (bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/So%C4%9Fdlar )

İslami fetih hareketleri sırasında dahi Aşağı Türkistan, (mahalli) Türk askeri aristokrasisi ve siyasi hakimiyeti altındadır. Mahalli hükümdarlıklar: Toharistan, Cürcan, Buhara, Semerkant, Soğd, Uşrusana, Fergana ve Zabülistan Türk soyundan gelen hükümdarlar tarafından yönetilmektedir. Mahalli Türk Hükümdarlarının, Asya Türk Hakanları ile siyasi ilişkileri ve bunların derecesi Arap fetihleri sırasında kendisini daha iyi göstermektedir. Arapların karşısında zaman zaman müşkül durumlarda kalan söz konusu hükümdarlar, Asya Türk Hakanlarından yardım istemişler ve büyük çapta da onların yardımını almışlardır. Aşağı Türkistan'ın vurucu gücü ve dış düşmanlara karşı (özellikle Araplara) savunmasını yapan Türkler olmuştur.

Aşağı Türkistan'daki Önemli Dinlere Kısa Bir Bakış

Zerdüştlük

Aşağı Türkistan'daki en önemli din Zerdüştlüktür (İslami kaynaklarda "Mecusilik" olarak geçer). Mensuplarının çokluğu, tesir ve nüfuz sahasının genişliği sebebiyle bölgenin, İslami fetih hareketleri sırasında en kuvvetli dinlerinden birini teşkil etmektedir. Gerek İran, gerekse Aşağı Türkistan'da Araplar en büyük mücadeleyi Zerdüştlük ve onun kalıntılarını silmek için vermiştir. Zerdüştlüğün bölgede diğer dinlere karşı sağladığı bu üstünlük onun, Sasani hanedanının resmi dini ve büyük ölçüde devlet himayesine erişmiş olmasından ileri gelmektedir.

Aşağı Türkistan, Zerdüşt misyonerlerin en kesif faaliyetlerini sürdürdükleri emin bir yer olmakla kalmamış, aynı zamanda İran'da ortaya çıkan yeni bir kısım dinler ve onların mensuplarına uygulanan ağır ve çeşitli zulümlerden kaçıp kurtulmak isteyen İranlıların akınına uğramıştır. Bütün bunlar diğer taraftan Aşağı Türkistan'da İran unsurunun yoğunluk kazanmasına ve Farsça'nın bölge sakinleri arasında konuşulan diğer dillere göre daha yaygın bir lisan olmasına önemli derecede yardımcı olmuştur. Durumun bu şekilde İslami fetih yıllarına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Aşağı Türkistan'da İslami tebliğ faaliyetlerinin yürümesinde iyi Farsça bilenlere ihtiyaç duyulduğu gibi Buhara'nın İslamlaştırılmasında Arapların, yerli halkın namazlarını kılarken Kuran-ı Kerim'i ancak Farsça olarak okumalarına müsaade etmeleri bize bu gerçeği kanıtlamaktadır.

Zerdüştlük, başta Buhara olmak üzere Baykent ve Semerkant gibi büyük ticaret merkezlerinde önemli başarılar elde etmişti. Kuteybe'nin Semerkant'ı alışı sırasında Ateş Evlerine (Zerdüşt tapınağı) açıkça el koyması ve bunu barış şartları arasında bizzat ifade etmesi (Taberi)* Semerkant'ta Zerdüştlüğün durumu hakkında yeterli bilgiler vermektedir. Zerdüştlük daha da ileri giderek Çin Seddi'ne kadar olan geniş bir sahada ve çeşitli Türk boyları arasına da girmiştir. (İbni Fazlan)*

Zerdüştlerin gizliden gizliye nasıl bir faaliyete giriştikleri, en sonunda Emevilerin son Horasan valisi Nasr b. Seyyar (738-748) tarafından açıklanmıştır. Merv'de çok büyük bir huzurunda okunan bir hutbede Zerdüşt toplumunun dini lideri ve hamisi Bahramsis sadece teşhir edilmekle kalmamış, vergi toplama gücü de elinden alınmıştır. Vergiden kurtulan birçok kimse müslüman olmuştur.

Budizm

M.Ö. 6. yüzyılda Hindistan'da ortaya çıkan Budizm, Hint Baharat Yolu tesiri ile Afganistan ve İran istikametinde yayılarak Çin'e kadar uzanmıştır. Özellikle Kuşanlar devri (M.S. 1-4. yüzyıl) Budizmin bu bölgede yayılmasına çok büyük bir etki etmiştir. Kuşan Kralı Kanişka (127-151) tarafından Belh ve Buhara'da iki büyük mâbet kurulmuştur. Daha sonraları Buhara'da "Mah-ı Rûz Çarşısı" kurularak burada Buda heykelleri yapımı ve ticareti başlamıştır. Buhara'da senede iki defa olmak üzere büyük bir pazar kurulur, burada sanatçıların hazırladıkları heykellerin alım-satımları yapılırdı. (Narşahi)* Hatta o gün pazarda hükümdara da bir taht kurulur, hükümdar maiyetiyle birlikte çarşı yerine gelir, tahtına oturarak bu alışverişleri hem kontrol hem de teşvik ederdi.

Zerdüştlüğün tesiri ile Budizm Buhara'da bir hayli gerilemişse de Semerkant'taki parlak devri devam etmiştir. Kuteybe b. Müslim'in Semerkant'ı teslim alışı sırasında (8. yy başı) yakılmak üzere ortaya yığılan Buda heykellerinin büyük bir köşk gibi olduğu ve başta o zamanın Semerkant hükümdarı Guzek (Oğuz Bek) olmak üzere yerli halkın müslüman fatihe şiddetli tepkiler gösterdikleri yolundaki rivayetler bize bu hususta yeteri kadar fikir vermektedir. (Taberi, Belâzuri)*

Budizm, Aşağı Türkistan'da bir devlet dini olan Zerdüştlüğün şiddetli mukamevetine uğramıştır. Nasuri Hıristiyanlık, Maniheizm, hatta Mazdekizmin rekabeti ile karşı karşıya kalan Budizmin, Arap istilasının başladığı devirlerde aşağı Türkistan'da durumunun bir hayli sarsıldığı ve savunmaya geçtiği görülür. Budist seyyahı Çinli Hsuan Tsang'ın 7. yüzyılın başında Çin'den başlayıp Aşağı Türkistan'dan geçerek Hindistan'a kadar yaptığı uzun seyahat hatıraları Budizmin bölgedeki çöküş devrine ışık tutmaktadır.

Zerdüştler, Budistlerin manastırda toplanmalarına ve ibadet etmelerine mâni oluyor ve ağır baskılar yapıyorlardı. Bu baskılar o kadar ileri gitmişti ki, Budistleri ucu tutuşturulmuş sopa ve odunlarla bu mâbetlerden sürüp çıkarıyorlardı.

Arap istilasının başlaması ve İslamiyetin yayılmasıyla Aşağı Türkistan'da etkinliğini tamamen kaybeden Budizm, İç Asya'ya doğru çekilmiş ve Türkler arasında kayda değer büyük bir ilgi görmüştür. Hatta o kadar ki Türk Hakanı Bilge Kağan, Budizmin Türkler için resmi din olmasını isteyecek kadar ileri gitmiştir. Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan'a Budizmin tehlikelerine işaret etmiş ve O'na: "Buda dini Türk'ün askerlik ruhuna çok kötü tesirler yapacaktır." diyerek onu bu fikirden vazgeçirmiştir.

El-Cahız bu konuda şöyle demektedir: "Türkler zındık (Budizm) dinine girince artık harplerde mağlup olmaya başladılar. Türklerin en kahraman boylarından olan Dokuz Oğuz (Uygur) boyu bunun örneğidir. Halbuki, Dokuz Oğuzlar (Uygurlar), Karluk Türklerinden sayıca birkaç misli az oldukları halde daima savaşlarda onlardan üstün olurlardı. Ne zamanki zındık (Budizm) dinine girmeye başladılar -ki bun zındıklık dini insanları dünyadan el etek çektirmek ve yumuşaklık telkin etmede Hıristiyanlıktan daha kötü tesir eder- artık onların kahramanlık ve yiğitlik duyguları sönmüş ve pısırık olmuşlardır."

Hıristiyanlık (Nasturilik)

Bölgedeki önemlik dinlerden biri de Nasturi (İsa'nın tanrısal ve insansal iki ayrı kişiliği olduğunu söyleyen) Hıristiyanlıktır. Merkezi Kuzey Mezopotamya olan Nasturilik, İran ve Horasan yoluyla Aşağı Türkistan'a kadar gelmiştir. (Günümüzde Hindistan'ın güneyinde, Kerala'da büyük bir cemaat oluşturacak kadar yayılmışlardır.) 6. yüzyılda Aşağı Türkistan sınır askerleri aracılığıyla Türk yurtlarına giren Hıristiyanlık, bölgede fazla bir dirençle karşılaşmamıştır. Zerdüştlükle Budizm arasındaki rekabetten yararlanan Nasturi misyonerler, önemli derecede başarılar elde etmişlerdir. Daha sonra Semerkant'ta bir metropolitlik kuran Nasturiler, burayı kendileri için bir üs olarak kabul etmişlerdir. Nasturiler, misyonerlik alanlarını daha da genişleterek Çin'in iç kısımlarına kadar uzanan çok geniş bir sahaya yayılmışlardır.

Arap istilasının başladığı sıralarda bölgedeki cemaatin lideri Papaz Aşbadâd b. Curaycur (Taberi'ye göre) bölgede İslamiyetin yayılmasını önlemek amacıyla elinden gelen her türlü faaliyeti göstermiş, diğer dini toplum liderleri ile dahi anlaşmıştır. Horasan valisi Nasr b. Seyyar (738-748), bunların üzerine yürümüş ve hakimiyetlerini kırmıştır.

Maniheizm ve diğer dinler

Aşağı Türkistan'da yayılan diğer büyük dinlerden biri de "tüccar dini" olarak bilinen Maniheizmdir. Sasaniler zamanında diğer bir kısım dinler gibi İran'da ortaya çıkan Maniheizmin (3. yüzyılın başı) kurucusu Mani'nin işkence ile öldürülmesi sonucu, mensuplarının büyük bir kısmı Aşağı Türkistan'a sığınmışlar ve buralarda dini faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Tıpkı Hıristiyanlar gibi Semerkant'ı kendilerine merkez edinmişlerdir. Daha sonraları Soğdlu tüccar kafilelerine katılarak Orta Asya'nın en ücra köşelerine kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

Böğü Kağan zamanında (762) Uygur Türklerinin resmi dini hale gelmesiyle daha da kuvvetlenen Maniheizm, İslam dininin karşısına geçici bir devre içinde medeni Türk unsuru ile çıkmış ve ağır mücadeleler vermiştir. Hatta Halife Muktedir zamanında (908-932, Abbasiler devri) Horasan valisinin Semerkant'taki Maniheistlere ağır baskı yapması üzerine Tokuz Oğuz (Uygur) hükümdarı Müslüman valiyi çok cüretkâr bir biçimde tehdit etmiş ve bir mektup da göndermiştir. Söz konusu mektubunda "Benim ülkemdeki müslümanlar senin ülkendeki dindaşlarımdan (Maniheistler) şüphesiz birkaç misli fazladır." demiş ve "onlardan tek birisinin bile öldürüldüğü takdirde kendi ülkesindeki Müslüman toplumunu kılıçtan geçireceğine, mescitlerini yıktıracağına ve diğer ülkelerdeki Müslümanları korumayı bırakacağına ve hatta onları öldüreceğine" dair yemin etmiştir. (İbni Nedim)*

Belli başlı bu dinlerden başka, Aşağı Türkistan'da Yahudilik ve Mazdekizm gibi diğer bir kısım dinlerin varlığı da görülmektedir. Mesela İslamiyetin yayılışı sırasında bölgedeki Yahudi cemaatinin liderinin adının Akibatü'l-Yahudi olduğunu Taberi kaydetmektedir. Akiba da bölgedeki İslamlaştırma faaliyetlerine karşı koymuştur ve bunda bir dereceye kadar başarılı olmuştur.

* Taberi (öl. 932), Belâzuri (öl.892), İbni Nedim (öl. 1947), İbni Fazlan (öl. 10. yy), Narşahi (öl. 959)

tarihinde ironman tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Aşağı Türkistan'daki Din ve Kültür Çeşitliliğinin Temel Nedenleri

İpek yolu

Aşağı Türkistan'da birçok din ve yabancı kültürlerin tutunma, yerleşme ve yayılmasında misyonerlerin dini propaganda ve faaliyetlerin yanısıra başka önemli faktörler de vardır. Bu faktörlerin başında tarihi "İpek Yolu" ve "Hint Baharat Yolu" gelmektedir.

Bilindiği gibi İpek Yolu, Suriye kıyılarından başlayarak Dicle ve Fırat nehirlerini geçer, Hazar Gölü'nün güney kısımlarına varır. Oradan Merv, Buhara, Semerkant, Uşrusana, Fergana, Kaşgar'a kadar gelir. Kaşgar'dan en güney yolu takiple Hoten'den geçerek ipeğin hakiki yurdu olan Çin'e kadar ulaşmaktaydı. Aşağı Türkistan'ın Buhara, Semerkant gibi belli başlı büyük şehirlerinden geçen ticaret yolu, tarih boyunca bir taraftan bölgeyi iktisaden kalkındırıp halkın refah seviyesini yükseltirken, diğer taraftan da Doğu-Batı kültür medeniyeti için bir köprü görevi görmüş ve böylece birçok din ve yabancı millet buraya gelip yerleşmiştir.

İpek Yolu

2vkde2r.jpg

Bu yol güzergâhındaki ticaret merkezlerinden kalkan çeşitli dinlere bağlı misyonerler sadece Aşağı Türkistan'ın iç kısımlarına değil, Orta Asya'ya da uğruyor, güvenle Çin'e kadar gidebiliyorlardı. Daha sonraları İslamiyet de aynı imkânlardan yararlanacak ve İpek Yolu sayesinde Çin'e kadar uzanan çok geniş bir sahada yayılacak ve müslüman tüccarlar vasıtasıyla Çin'e girecektir.

Çin'de yapılan ilk cami olan Xian Camii, 8. yüzyıl, bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Great_Mosque_of_Xi%27an

Ayrıca http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_China#History

İpek Yolu'nun Aşağı Türkistan'daki büyük bir kısmı Soğd topraklarından geçmekteydi. Tüccar kavim olan Soğdlar, bölgede ticarete daima hakim olmuşlardır. İslami fetih döneminde İç Asya'daki İpek ticareti yalnız onların vasıtasıyla yapılır olmuştu. Soğdiana'da gelişen bu ticari refah, yol boyunca ta Çin Seddi'ne varıncaya kadar yine yeni birçok kasaba ve şehrin kurulmasına ve dolayısıyla bu bölgeye daha fazla yabancı unsurların -özellikle İran'dan- gelip yerleşmesine ve koloniler kurmasına sebep olmuştur. Arap istilasının ticari menfaatlerini kısıtlayacağı düşüncesiyle İslamiyetin yayılmasına karşı çıkmışlar, daha sonra da Arap valilerinin yanlarında yerlerini almışlardır.

İktisadi Refah ve Jeopolitik Durumu

İpek Yolu ve onun bölge halkına sağladığı göz kamaştırıcı refah ve iktisadi zenginlik sebebiyle Aşağı Türkistan tarih boyunca başta Türkler ve İranlılar olmak üzere birçok milletin istilasına uğramıştır. Harici kuvvetler tarih boyunca kendi dinlerini kabul ettirmek veya bölgedeki mevcut dinlerden birini desteklemek yoluna gitmediklerinden ne Zerdüştlük, ne Budizm, ne de diğer dinlerinden hiçbiri devlet dini seviyesine ulaşamadığı gibi, bölgede kurulan devletler tarafından da gerektiği kadar destek görmemiştir.

Bunun doğal bir neticesi olarak da Aşağı Türkistan bütün yabancı din, kültür ve medeniyetlerin her türlü istila ve tesirine açık bırakılmış ve misyonerler büyük bir serbestlik içinde hemen hemen her devirde dini faaliyetlerini serbestçe yaşayagelmişlerdir.

Dini Tolerans

Bölgedeki din ve kültür çeşitliliğinin bir diğer nedeni de bölge halkının taassuptan uzak ve aşırı derecede toleransa sahip olmasıdır. Bu özellik sadece Aşağı Türkistan'a has değildir. Tarih boyunca Orta Asya'nın kaderi de böyle olmuştur. Orta Asya'da tarih boyunca birçok büyük devlet ve imparatorluk kurulmasına rağmen din birliği veya hakimiyeti sağlanamamıştır.

Bu durum Türklerin yaratılışları itibariyle toplumsal hayatlarında dini taassup ve aşırılığa yer vermeyen bir millet olmalarıyla açıklanabilir. İslamiyet öncesi Türk tarihi incelendiğinde komşu devletler Bizans ve İranlılar gibi din ve mezhep kavgaları olmadığı görülür. Hatta eski Ön Asya ve Mezopotamya dinleri İslamın yayılışı sırasında Aşağı Türkistan'dan sürüp çıkarıldığı zamanlarda bu dinler ve misyonerler Türk yurtlarına sığınma imkânı bulmuştur.

Bu yazı, Zekeriya Kitapçı'nın "Türkistan'da İslâmiyet ve Türkler" adlı kitabının 49-77. sayfaları -diğer kaynaklardan faydalanarak ve teyit edilerek- özetlenerek hazırlanmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...

Arapların ortaasya bölgesini istila etmelerinin başlıca nedeninin islamı yaymak olmadığını ben de düşünmüştüm halen böyle düşünüyorüm. Arapların istila amacındaki öncelik, ipekyolu'nun denetimini almak ve ticaret geliri sağlamaktı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Türkiye'de bir arap düşmanlığı almış başını gidiyor. Biz arap değiliz, hiç bir zaman da olmayacağız.

Önemli olan araplara düşmanlık değil, arapları kullanmak. Çıkar elde etmek.

Elin Avrupa'sı, Amerika'sı tepe tepe kullanıyor. Petrol kaynaklarını sömürüyor.

Biz ne yapıyoruz. Araplar bizi arkadan vurdu, yüzlerine bile bakmayalım. Din kardeşliğini

kullanıp onlardan çok yararlanabilirdik. Türkiye bulunduğu durumdan çok ilerlerde olabilirdi şimdi.

Bir de edindiğim izlenime göre onlar bizi kurtarıcı gibi görüyorlar. Türklerden çok şey bekler gibi bir

halleri var. Kendilerini pek adamdan saymıyorlar yani.

Link to post
Sitelerde Paylaş

İslam'dan önce Türklerin dini nispeten İslam dinine yakındı. Arap putperestlerden daha doğru yoldaydılar. Gök Tanrı'ya inanıyorlardı. Dolayısıyla İslam'a geçmeleri zor olmadı. Geçtikten sonra da İslam'ın kılıcı ve tacı olma misyonunu hakkını vererek asırlarca yerine getirdiler. Gazze ile bu ruh yeniden uyanmaya başladı. İnşallah kalıcı olur. Artık ahir zamandayız. Türklerin İslam'a, İslam aleminin de Türklere eskisinden çok daha fazla ihtiyacı var.

tarihinde Mücahid3169 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Türk milleti Arap milletlerinin istilasıyla kendine has dinini kaybetti ama Türk milleti bu dinden kurtulmak için hiç çabalamadı ki. Kraldan daha çok kralcı olup Türk imparatorluğunda dine karşı gelenler Türk devletini yönetenler tarafından idam edildi. Hatta İslam fetihlerine onlar da katıldı. Ve sonunda kendi dilini de kaybetip Arapça, Farsça karışımı bir alfabeyi Osmanlıca diye dünyaya sundular gururla.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Türkiye'de bir arap düşmanlığı almış başını gidiyor. Biz arap değiliz, hiç bir zaman da olmayacağız.

Önemli olan araplara düşmanlık değil, arapları kullanmak. Çıkar elde etmek.

Elin Avrupa'sı, Amerika'sı tepe tepe kullanıyor. Petrol kaynaklarını sömürüyor.

Biz ne yapıyoruz. Araplar bizi arkadan vurdu, yüzlerine bile bakmayalım. Din kardeşliğini

kullanıp onlardan çok yararlanabilirdik. Türkiye bulunduğu durumdan çok ilerlerde olabilirdi şimdi.

Bir de edindiğim izlenime göre onlar bizi kurtarıcı gibi görüyorlar. Türklerden çok şey bekler gibi bir

halleri var. Kendilerini pek adamdan saymıyorlar yani.

içkici çok yanlışsın bence arap gördüğümüz an topuklamamız gerek yüzlerce yıldır bize verdikleri zararlar ortada en son bak başbakan davosta bunları savundu fakat arap birliği bir bildiri yayınlayıp iç işlerimize kimse karışmasın diye çemkirdi

en son gemi olayını da biliyorsun bazı bakanlar da o gemiye binecekmiş ama olay çıkacak diye önceden haber almışlar binmemişler :D

acaba o olay bir tuzak mıydı???

yani al şeyinden vur duvara cinsinden bir halk gerçi yahudiler de öyle de

tarihinde queenofhearts tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

İslam'dan önce Türklerin dini nispeten İslam dinine yakındı. Arap putperestlerden daha doğru yoldaydılar. Gök Tanrı'ya inanıyorlardı. Dolayısıyla İslam'a geçmeleri zor olmadı. Geçtikten sonra da İslam'ın kılıcı ve tacı olma misyonunu hakkını vererek asırlarca yerine getirdiler. Gazze ile bu ruh yeniden uyanmaya başladı. İnşallah kalıcı olur. Artık ahir zamandayız. Türklerin İslam'a, İslam aleminin de Türklere eskisinden çok daha fazla ihtiyacı var.

osmanlı arabın namusunu korudu da noldu müco araplar fırsat buldukları ilk an posta koymadı mı bizim arsızlara

:D :D :D

araptan dost olmaz

çek şarabı..... :D :D :D :D

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 3 years later...

Filistin bayrağının şuanki simgeliği osmanlı'ya isyanın ve düşmanlığın sonucu varolmuştur. buna karşın osmanlı torunlarının kasıt ile yaptıkları flistin işgüzarlığı timsah karakteristliğinden başka şey değildir.

# Filistin bayrağının kökeni Osmanlı'ya isyana dayanmaktadır. Şerif Hüseyin’in isyan simgesidir. Filistin bayrağı ilkin Şerif Hüseyin tarafından 1916'daki Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak tasarlandı.

tarihinde Engse Hohol tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...