| CENNETMEKANJune 20 2002 at 9:59 PM | ali oktay (no login) |
| Ne demek Cennetmekan?
yani mekanı cennet olan.
daha Türkçesi,yeri cennet olan,cennetlik.
bu sözü sık sık duyarız inançlı kişilerden.inanan için önemi büyük olmalı.
cennetin bilinen tanımlarına bakarsanız kimine göre çok keyifli,kimine göre ulaşilabilecek en süper yer,kimine göre ise hiçbir anlam ifade etmeyen bir sömürü aracı,yutturmaca,hani bak kuş uçuyor misali eldekinin kaptırılması için uydurulmuş bir ütopya.her ne olursa olsun,yaşadığımız gezegenin hemen her köşesinde yaşayan milyarlarca insanın özlemi.
orta çağda olduğu kadar olmasa da günümüzde de şuursuzca dalınan divanelik mağarasının sosyo ekonomik nedenlerini sorgulayacak değilim.ama çok küçük bir ipucu,bizimle neredeyse aynı nüfusa sahip Fransada köylü sayısı 750.000 kişiye düşmüşken bizde neden hala 40 milyon kişide kazık kakıp kalmış olduğunu anımsatmak isterim.
Bizim jenerasyonun ilk kitabı olan alfabe de o zamanın çocuğunun gereksinimi belirlenmişti
-Baba bana top al
-al sana top.dersten sonra tep.
bu günki jenerasyonun abc sinde ne diyor bilmiyorum ama
sanıyorum ,
-baba bana PC al, demiyen çocuk yoktur.
teknolojinin gelişmesi yaşam biçimini değiştirdiği gibi gereksinimleri de ,beklentileri de değiştiriyor.
artık apartmanın kapıcısının hanımı kocasına sırtını dönüp yatıyor,tatile götürmezse.artık onun en büyük özlemi ükenin "cennet köşelerinden birinde" tatil yapmak.
Artık cennetmekan olmak pek te umurunda değil insanların.Bodrumda tatil cennete alternatif oldu.bu gün yüz kişiye cennetin anahtarı mı? yoksa Bodrum Halikarnasta biraylık tatilmi? diye sorsanız acaba cennet diyenlerin sayısı yüzde bir iki yi geçermi merak ediyorum.oysa tatil kavramı gelişmezden ve cennet köşeler keşfedilmezden önce başka cennet yoktu.bu yüzdendirki çok önemli insanlar öldüğünde arkalarından "cennetmekan "derlerdi.ama bu ödüle layık görülenlerin gerçekten "cennetmekan"sayılıp sayılmadıkları sorgulanmışmıdır bilemiyorum.
Daha kestirmeden gitsek ve hemde halife olan Osmanlı padişahlarından kaç tanesinin "cennetmekan" varsayılabileceğini sorgulasak.
Örneğin hilafeti Mısırdan İstanbula taşımış olan Yavuz Selim cennetmekan sayılabilirmi?
|
| Author | Reply | orhan11 (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 20 2002, 11:56 PM |
Cennetmekan sozu halk arasinda kullanilan, 'yeri cennet olsun', yani 'o kadar iyi bir insan ki, cenneti hak ediyor' anlaminda kullanilan bir deyimdir. Bunun Islamdaki karsiligi ise, yaklasik olarak SEFAAT'tir. (Sefaat'in s'si noktali) Cennetmekan her ne kadar sefaat'i akila getiriyorsa da, sefaat Islam'a gore ancak ve ancak Allah'a aittir. Bunu Kuran belirlemis;
Zumer-44 'Sefaat tumden ve sadece Allah'indir.'
Muslumanlarin cogu dinlerini pek bilmediklerinden, sefaat'in Peygamber'in sahip oldugu bir hak sanarak; 'sefaat ya Resulullah' diye dua ederler. Hatta bir cok Islami kayitta, Muhammed'in annesi ve babasina sefaat dilemedigi anlatilir. (Gecmiste bir yazimda bahsetmistim.) Muhammed'in sefaat hakki yoksa da, anne ve babasi icin Allah'tan sefaat dilemesi gerekirken, her nedense bunu yapmamistir. (Kendisine babalik yapan, onu yetistiren amcasi Ebu Talip icin de sefaat dilememistir. Kuran'da Muhammed'in babasindan ve annesinden hic bahis edilmezken, Isa'nin annesine ve babasina(?) methiyeler dizilir. Hatta Meryem adina bir Sure bile vardir... Demek ki Emine Meryem'den daha degersizdir... Fakat Turk mali Mevlid'i okursaniz Emine adina epeyce methiye oldugunu gorursunuz. Ne milletiz be! Adam kendi annesine sahip cikmiyor ama biz sahip cikiyoruz.)
Yahu ne yazmayi dusunuyordum, neler yaziyorum...
Dostum Ali Oktay bak simdi; Sen Bodrum da tatil falan diye bahsettin ya, ondan esinlenerek soyluyorum, 'Cennet'in ta kendisinin Bodrum olma ihtimali var.' (Ben pek ihtimal vermiyorum, dunyada yesil renkli piril piril denizlere sahip ne cennetler var...) Yahu bunu nereden cikardin deme... Kutsal kitaplar cennet'in yerini belirtmiyor, cennet'in Dunya'da olma ihtimali var... Bunun uzerine ciddi tartismalar yapiliyor, bir kismi cennetin nerede olacagi bilinemez derken, digerleri cennet Dunya'da olmali veya olabilir diyor. Bu sav'lara gore belki de Cennet Bodrum Turkbuku... Nereden bilecen?
Bence bu mekanlari bir Ateist olarak bol bol gezmeli, hatta kendimizce belirleyecegimiz yerden yan yana birer mekan edinmeliyiz. Bu sekilde bizim cehennemde cayir cayir yanacagimizi iddia edenleri, catir catir catlatmaliyiz...
sevgi ile |
| ali oktay (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 21 2002, 12:19 AM |
Yavuz Selim,babası 2.Beyazıt ı türlü dalaverelerle devirip tahta çıktıktan sonra ilk iş olarak ölmüş ağabeyi Şeyhinşah ın oğlu Mehmetle,yine ölmüş ağabeyi Alemşah ın oğluOsman ı kapı aralığında ibrişimle boğdurttu...
hemen ardından öz kardeşi Korkut u yine aynı yöntemle boğdurttu.
Korkutu yakalamak için yanında rehin tuttuğu oğlunu da "hallettirdi"..
bitmedi
hemen ağabeyi şehzade Ahmeti de boğdurttu..
boğdurttuğu sadrazamların haddi hesabı yok..
vezir i azam Yunus paşanın kellesini vurdurmazdan önce kendi elleriyle hançerledi hemen oracıkta kellesini "tiz urun" dedi..
sinan paşanın kellesinide vurduktan sonra saçlarından tutup üçgün elinde taşıdı.
Selim Yavuzluğunun yanında şairdi de..
Türkçe yazdığı bir gazelde diyor ki
Ben yatam layıkmı ol karşımda ayağın dura
Serv-i nazıma deyin ben öldükte namazım kılmasın.
kadınlar cenaze namazı kılmadıklarına göre.....Acaba Yavuz kimi sevmişti ki bu kadar????
bir levent,yada bir oğlan olabilirmi?
-haşa..vatan haini.
cennetmekan koca Yavuza iftira mı atıyorsun?
-yok yok hani..dedim
|
| ali oktay (no login) | yorumu az sonra | June 21 2002, 9:02 AM |
Bağlamaz Firdevs e gönlini Galatayı gören
Servi anmaz anda ol servi dilarayı gören
Bir frengi şiveli İsayı gördüm anda kim
Lebleri dirisidür diridi İsayı gören
Akl-ü fehmin din-ü imanın nice zapteylesün
Kafir olur hey müsemmanlar o tersayı gören
Kevseri anmaz ol içdügi mey-i nabi içen
Mescide varmaz o vardugi kilisayı gören
Bir frengi kafir olduğun bilirdi Avniya
Belde zünnarını boynunda çelipayı gören.
|
| ali oktay (no login) | AHA .....şimdi ! | June 21 2002, 9:17 AM |
Galata yı gören,gönlünü cennetin en gizemli bahçesine bile bağlamaz.
(Galata Osmanlı Katolikliğinin merkezi)
Gönül güzeli bir sevgiliyi,galatanın kendisinde gören,anmaz bir daha servi boylu başka sevgiliyi
Galatanın kimliğinde bir Hıristiyan dilli İsa gördüm ki
Dudakları kutsal bir tapınak olur,İsanın insanlığını gören
Dinle imanın akıl ve anlayışını sıkı tutmak gerek
Yoksa ey müslümanlar o kiliseyi gören olabilir kafir hemen
Galatanın içtiği katıksız şarabı içen,cennetteki kevser şarabını bile anmaz olur
Orada karşılaştığı kiliseyi görende birdaha gitmez mescide fafan
Avniya bilirdi senin bir kadir hristiyan olduğunu
Belinde keşiş kuşağını,boynunda haçını gören. |
| ali oktay (no login) | daha bitmedi | June 21 2002, 9:32 AM |
bu Hristiyanlığa övgüler dizen,ve kendini Freg i bir kafir olarak niteleyen şair de kim?
kim olacak CENNET MEKAN FATiH SULTAN MEHMET HAN hazretleri.........
vay vay vaaaaaaaaaaaaayyyyyy!!!!!!!!
FATİH bu dizeleri(gazel) hemde İstanbulu alır almaz yazıyor yıl 1453,ve kimse de çıt yok..
vay benim "saf" garipleriiim..
devam devam sizlere ihtiyacımız var..
sizlerde haklısınız,kitaplar çok pahalı,palavra nasıl olsa BELEŞ.
ama durum böyle olunca ,paraya kıyıp KİTAP okuyanlar KODUMU OTURTUYOR:
ve sizlerde 2000 lerde cenetmekan Osmanlıları yüceltme gerekçesine dayanıp köylü yığınları sömürme hırsı ile kendinizi sömürdüğünüzün farkına bile varmadan,
tarihten bi-haber sallayıp duruyorsunuz..
devaammm!!
CAHİLLERE BELEŞ TARİH DERSİ DEVAM EDECEKTİR.
devamsızlık yapanlar ve kıranların kulağı çekilecektir.
|
| ali oktay (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 21 2002, 9:09 PM |
Cennetmekan zangoç Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerine tekrar döneceğiz,
Bir adam düşünün ki imparatorluğun en çalkantılı,en kokuşmuş,kanlı rezilliklerin ikiz aynalar içinden sonsuza uzandığı ve başların omuzlar üzerinde iğreti durduğu mendebur bir dönemde,hem "Şeyhülislam"dır
hemde tadı dördüncü boyutlara uzanmış şiirler yazan bir ozan.
İki sadrazamın ayakları altına arap sabunu döküp boğdurulmasına olanak hazırlayıp,kimbilir daha kaç kişinin de ölüm fermanlarına kelle sallamış,en üst düzeyde politik bir "din görevlisinin",şiir yazarken;
"mescitte riyapişler etsin ko riyayı/Meyhaneye gel kim ne riya var ne müra"
Riyapiş;iki yüzlü
her halde tercüme etmeye bile gerek yok anlamışsınızdır.
Din işleri gökdeleninin roof'unda teşrikimesai yapan Şeyhülislam Yahya efendi, Hayyamın rüzgarlarını bağrında estirircesine;
"İkiyüzlüler camide ikiyüzlülüğünü yapadursunlar,sen meyhaneye gel,orada ne ikiyüzlülük var ne de ikiyüzlüler"
diye söylediği şiirini bu gün diyanet işleri başkanı olarak söylese,hiç kuşkusuz cübbesi,sakalı ve sarığı ile,gözleri yuvalerından fırlamış,suratı morarmış,domuz bağı ile bağlanmış,boğazı kesik bir "mevta" olurdu.
Kendisinin de başkasının da yapmasının ölüm cezasıyla yasak olduğu bir işin ,şiir yazarak propagandasını yapmak,bir anlamda emniyet genel müdürünün şiddet eylemlerini övmesi gibi bir şey..
şimdi Rum kanı taşıyan(Rum olanlardan özür dilerim onlar da en az Türkler kadar soyludur)Osmanlının torunu olduğunu sanan çığırtkanlar Mezleke triosu gibi biraz kıvırtarak azıcık çalkalayarak;
-Efendim öyle ama Şeyhülislam yahya efendi "MEYHANEYE GEL ORASI CAMİDEN DAHA İYİDİR"derken,aslında meyhane çığırtkanlığı yapmıyor ki,içtenliği olmayan sahte görünüşlere karşı yücelmiş bir ruh soyluluğunun güzelliğini sırça yüreğinden kopup gelen fırtınaların meltem ılıklığında esen yosun kokulu esintileriyle ....diye devameden ama sonunda arbesk bir göbek ve kalça dansına dönüşen kıvırtmacılığa hiç gerek yok.
Yahya efendini şeyhülislamlık yaptığı dönem içki ve tütün yasağı ile nam salmış 4.MURAT devridir. ünlü tarihci Agah Sırrı nın belirttiği gibi;
"içki ve tütünün için yahut yatsıdan sonra sokakta bulunduğu için öldürülen zavallıların haddi hesabı yoktur"
ve bu sayı sadece İstanbul için yüz bin olduğu söylenir.
Böyle bir dönemde ŞEYHÜLİSLAM Yahya efendi,
"sun sagara saki,bana mestane desünler,uslanmadı gitti gör ol divane desünler"
"getir garson içkiyi,bana içip içip kendinden geçti desinler,uslanmadı gitti o kafayı yemiş desinler"
diye her gazelde içki ve meyhane propagandası yapmayı sürdürüyor.
"peymanesini her kişi doldurmada bunda,şimden geru bu meclise meyhane desünler"
Osmanlının Şeyhülislamlarının sözlerinin camilere asılma adeti olsaydı bizim Yahya efendinin meyhaneyle içkiye ait yanık şiirleri tüm camileri kaplayıp götürecekti.
_-Efendim ama bu anlamda değil....
-tabi efendin tabi değil zaten Süleymaniye camisinin mihrabının köşesinde,
"Aşka kabil dil mi yok,şehr içre ya dilber mi yok/mest yok mecliste bilmem mey mi yok,sagar mı yok"
dizeleri biraz garip kaçardı değilmi ???
|
| ali oktay (no login) | anımsatma | June 21 2002, 9:14 PM |
AVNİYA Fatih Sultan Mehmet in şiirlerinde kullandığı Nick'i dir.(mahlas) |
| ali oktay (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 21 2002, 9:16 PM |
bu arada unutmadan,
Cennetmekan Şeyhülislam-ı Osmani Yahya Efendi,nur içinde yatsın. |
| ali oktay (no login) | sevgili oğuz | June 21 2002, 9:42 PM |
Adına ister cennet de ister ne dersen de,farketmez.ama peygamber olduğunu iddia edenler Bodrumu ya da diğer kıyıları görselerdi cennetin tanımını daha başka yaparlardı,çölün ortasında bu kadar düşünebilmişler.
Patara kumsalında sevgilin ve bir şişe kırmızı şarap,yıldızlaaarııın aaaltındaaaa...
Oğuzcum söz yakında..
|
| orhan11 (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 21 2002, 10:41 PM |
Seyhulislam Osmani Yahya efendinin yani sira, Ebu Suud denen bir seyhulislam daha var. Bu insanlik dusmani seyhulislam'dan da bahis edilip anlatilmasi gerek, belki ben veya bir baska dost bu muhteremi baslik yapar.
Herneyse, Osmani Yahya efendiyi okurken aklima Hayyam geldi. Onun da yukarida verdigin siire benzer bir rubaisi vardir. Fakat bir turlu bulamadim, baska bir rubaisini yapistiriyorum;
Cennete huriler varmıs kara gozlu
Ickininde ordaymıs en guzeli
Desene biz coktan cennetlik olmusuz
Bak bir yanda sarap bir yanda sevgili
Hayranim Hayyam'a... Hayyam Gazali ile cagdastir (Gazali olum: 1111, Hayyam olum: 1123, Gazali daha genc olmustur.), birbirlerini tanirlar mi bilmiyorum, ama ayni donem yasayan iki dusunur arasindaki bu buyuk dusunce farki daima ilgimi cekmistir. Birisi karanliklar prensi, digeri aydinliklar icinde bir alim...
Hayyam ve Gazali'nin beraberce incelendigi, karsilastirilip yorumlandigi bir kitap ariyorum. Boyle bir kitap var ise, bilen dosttan kitabin ayrintilarini rica ediyorum.
sevgi ile |
| ateistsavar (no login) | Allah Allah... | June 22 2002, 1:36 AM |
Dindarlari kastederek, "Bunlar hayatlarinda tek bir siir bile yazmamislardir" diye karniyarikvari tarih bilgisizliginden kesitler sunan testikül beyinli Oktay Düldül, kalkmis simdi Fatih Sultan Mehmed'i adeta sairler sultani yapivermis.
Oglum Oktay, acini dindirmek ve çeliskilerinden kurtulmak ve de sulanmis beynini PIHTILASTIRMAK istiyorsan, böylesine saçmaliklarla vaktini harcayip bosuna elektrik ve internet israfi yaparak parani çarçur etme.
Kolayi var:
çek hiçbir ise yaramayan kompitürünün fisini...
Ve malum adrese tak!
Levis sokak, Arka Cep caddesi, No: 0, Daire: Ali Oktay
|
| ali oktay (no login) | ateistsever | June 22 2002, 9:45 AM |
bak ataların nele yapmışlar iki kelime edip onları savunsana neden başını yere eğiyorsun,utanma utanma
koca Yavuz nasıl "dövdürüyomuş",yanlış anlama sende onların torunu oldun diye öyle şeyler yapacak değilsin,benim "sözüm forumdan dışarı"
daha neler neler var hele Kanuniden umarmıydın "dövdürtmeyi" heralde eylemden sonra yarabbi şükür deyip sakalını sıvazlıyordu.
zaten ben kanuninin fosilleşmiş dışkısını gördüğümde (topkapı sarayı)aklıma gelmişti maazallah balta sapı kadar vardı.
şimdi utanmayı falan bırakta atalarını savunup ruhlarını şad et.bak hesabını sorarlar haaaa |
| ateistsavar (no login) | Biz... | June 22 2002, 1:16 PM |
Osmanli ve Cumhuriyet hakkindaki görüslerimizin özetini ana hatlariyla çizdik;
Ve tarihsel olaylari çaginin sartlari içerisinde degerlendirmenin...
Ve birtakim hipotezlere dayanan (dogru veya yanlis)yorumlara körü körüne takilip kalmamanin...
Ve bir de her milletin mazisinde bulunan karanlik ve aydinlik sayfalari...
Ayni çukura gömmemenin daha nesnel ve haksever bir davranis olacagini...
Anlatmaya çalistik.
Ne ucuz Osmanli hayranligi...
Ne bayagi Cumhuriyet düsmanligi...
Ne de tarihinden utanan ve geçmisine sövgüler savuran kompleksli maymunlarin yaygaraciligi !
Bizim yolumuz bu caddelerden geçmez.
|
| utarid (no login) | Nizamül Mülk, Ömer Hayyam, Hasan Sabbah, Gazzali | June 22 2002, 1:31 PM |
orhan11!
'Hayyam ve Gazali'nin beraberce incelendigi, karsilastirilip yorumlandigi bir kitap ariyorum. Boyle bir kitap var ise, bilen dosttan kitabin ayrintilarini rica ediyorum'
Heheh Cok sey istemiyo musun :P Böyle bir sey bulursan bana da haber ver. Bir gece de okurdum heralde. Ertesi günü de bayram ilan ederdim..
Nizamül Mülk, Ömer Hayyam, Hasan Sabbah, Gazzali...
Bunlarin dördünün karsılastırıldıgı bir kitap olsaydı keske.
Sana zevkle okudugum 'Alamut' ve 'Semerkant' romanlarını tavsiye edebilirim. Özellikle 'Alamut' muhtesem bir roman. 'Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizamülmülkü biraz karsılastırıyo. Ama GAzzaliye fazla deginmemis..
Semerkan romani ise daha cok Ömer Hayyam agirlikli. Alamut'tan sonra okudugum icin hayal kırıklıgına ugradim.
Dedigin gibi 'Ömer Hayyam' ve 'Gazali' muhtesem olurdu heralde.
Aslında surası cok ilginc. Nasıl oluyo da hem Gazzali hem de Ömer Hayyam ayni kisinin -Nizamül Mülkün- verdigi maasla gecinebilmis? Ikı zit kutubu bu adam nasıl idare etti sasiyorum..
Byes.. |
| ali oktay (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 23 2002, 12:07 PM |
Bu topck'i açarken amacım Osmanlıya ne hakaret etmekti nede Osmanlıyı reddetmek,benim amacım her konuda olduğu gibi Osmanlılar konusuna da kuru kuruya ve bilinçsizce ne düşmanlık ne de hayanlık la değil objektif bir bakış açısı getirerek bizden özenle ve amaçlı olarak gizlenmiş yüzünü gözler önüne sermek ve Osmanlıyı anlamaya yardımcı olmaktır.aslında salt bunun için Osmanlı -islam-sapkınlık topickini açtım,burada ise cennetlik olarak nitelediğimiz devlet büyüklerimizin saklı yaşamlarını gözler önüne sermek istiyordum ama konular o kadar iç içeki bazan hangi yazıyı hangi topice yazacağımı bilemiyorum,bu çokta önemli değil,ben öteki topicte "Osmanlının aslında ne olduğu"nu anlatmaya çalışacağım .çünki Osmanlı gerek osmanlıcılar gerekse ülkenin birliği açısından kaygı duyan cumhuriyetçiler tarafından saptırılarak öğretilmiştir.en çok üzerinde duracağım konu osmanlı ile "kan bağımızın" olup olmadığı konusu olacaktır. |
| ali oktay (no login) | cennetmekan Nedim'in "serv-i revan"ı | June 23 2002, 12:22 PM |
Önce Nedim'in Şarkı formunda yazılmış şiirine bakalım:
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e.
Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan
Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan
Görelim âb-ı hayat aktığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Geh varıp havz kenarında hirâman olalım
Geh gelip kasr-ı cinan seyrine hayran olalım
Gâh şarkı okuyup gâh gazelhan olalım
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden
Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden
Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pakize-eda
İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeyda
Gayrı yâranı bugünlük edip ey şuh feda
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e
Bu şiir, liselerde okutulan edebiyat ders kitaplarına girmiş bir şiirdir. Fakat dördüncü dörtlüğü çıkartılarak yer almıştır yıllardır ders kitaplarında. Halbuki şiirin zamiri asıl bu kıtada ortaya çıkmaktadır; dolayısıyla çıkarılan dörtlük olmadan şiir, tam bir içerik kaybına uğramaktadır. Dördüncü dörtlük olmadan Nedim'in bu Şarkısı sanki heteroseksüel arzuların dile getirildiği bir şiir olup çıkmaktadır ya da bu hale dönüşmektedir. Edebiyat öğretmenlerinin de yıllardır bu şiirdeki "Serv-i Revan"ın bir kadın olduğunu vurguladıklarından kuşkunuz olmasın.
Halbuki bu şiirde Nedim, eşcinsel aşkı dile getirmiştir. Söz ettiği "Serv-i Revan" (salınarak yürüyen selvi) kesinlikle bir kadın değil, genç bir delikanlıdır. Bu tabir, delikanlının selvi ağacı gibi ince-uzun bir yeniyetme olduğunu gösterir.
Oldukça şakrak ve rahat bir dile sahip bir şiir olmasına rağmen dili yer yer eskimiştir. Bu nedenle eskimiş sözcükleri açıklamadan şiirde yoğun bir biçimde sergilenen eşcinsel arzuyu yansıtabilmek olanaksızdır.
İlk dörtlükte Nedim "Serv-i Revanım" diye seslendiği delikanlıya; bir sevinç kıpırtısına muhtaç durumdaki gönüllerini ferahlatmak gerektiğini söyleyerek, o günün gözde eğlence mekanlarından olan Sadabâd'da bir kaçamak yapmayı öneriyor.
Peki ne yapılabilir Sadabad'da? Nedim'in basitçe söylediği gibi gülünür, oynaşılır ve dünyadan kâm alınır. Bugün de kullandığımız 'dünyadan kâm almak' deyimiyle Şarkıda cinsel arzuları doyurmak kastedilmektedir; gayet açıktır bu... İkinci dörtlükte söz konusu edilen bu durumların yanı sıra kullanılan özellikli sözcükler de vardır ki tamamen cinsellik çağrışımlıdır: "Mâ-i tesnim" bengisu demektir, efsanevî bir sudur; içen güya ölümsüzlüğe erişir. Tabii zordur bu suya ulaşmak. Fakat şiirde mâ-i tesnim, penisten fışkıran meniyi sembolize etmektedir. Yani mâ-i tesnim içmekle kastedilen şey, eşcinsel argodaki tabiriyle "süpet alıkmak"tır; daha açıkçası iki erkeğin, meni gelinceye değin penislerini yalayıp emmesidir. Şiirde bunun karşılıklı yapılacağına dair işaretler vardır. Şarkıdaki iki erkekten biri Nedim'dir ve yetişkindir; diğeri ise "Serv-i Revan" delikanlıdır. Bu bakımdan dörtlükte kullanılan "çeşme-i nev peyda" (Yeni ortaya çıkmış çeşme) ve "ejderha" sözcükleri de bilinçli seçilmiştir. İlk sözcük grubu yeniyetme bir delikanlının daha yeni yeni ereksiyon olmaya başlamış penisini ifade eder. İkinci sözcük (ejderha) ise ilk bakışta eskiden ejderha ağzı biçiminde yapılan çeşme ağızlarını anlatırsa da Şarkıda yetişkin bir erkeğin, belki biraz da büyük boyutlu ve ereksiyona geçmiş penisini anlatmak için kullanılmıştır.
Şiirde aynı anlama gelen mâ-i tesnim ve âb-ı hayat sözcüklerinin bir arada kullanılmış olması bir şiir zaafı gibi görülebilirse de aslında eşcinsel arzunun yoğunluğunu gösterir: Sonuçta birbirlerinin penislerini yalayıp emerek boşalacaklar ve âdeta bir bengisu (mâ-i tesnim/âb-ı hayat) olan menilerini yutarak doyuma erişeceklerdir.
İkinci dörtlükteki gülüp oynama safhasında âdeta öpüşmeyle başlayan ve birbirinin penisini yalmakla ivme kazanan bir sevişme sahnesi çizilmektedir.
Fakat bu kadarla yetinilmeyecektir elbette. Üçüncü dörtlükte sevişme mekanı olarak havuz çıkar karşımıza. Havuzda sevişme de; "havuz kenarında sarılıp dolaşmak" biçiminde açıklanır. Fakat bunu anlatmak için kullanılan sözcük olan "hırâman" sözcüğü sadece salınarak dolaşmak anlamını içermez. Aynı zamanda "haram kılınmış şeyler yapmak" anlamı da vardır.(1)Nedim bir söz sanatı yaparak sözcüğün iki anlamına da vurgu yapar. Burada kastedilen "haram kılınmış şey" ise açıktır ki eşcinsel ilişkidir.
Bu dörtlükte sevişmenin rengi, Sadabad'daki göz alıcı sarayları seyretmek, kâh şarkı, kâh gazel okumak suretiyle yoğunlaştırılmaktadır.
Dördüncü dörtlük lise ders kitaplarına alınmayan dörtlüğüdür Şarkının. Bu dörtlüğe gelinceye değin betimlenen sevişmenin, şairin hayalinde gerçekleştiğini ve aslında bunca kelâmı, genç bir oğlanı sevişmeye ikna etmek için ettiğini anlıyoruz. Böyle güzel tasvirlerle yeniyetme Şarkı kahramanımız (Serv-i Revan) ikna edilecektir edimesine de, o yaştaki bir çocuğun Sadabad gibi -ne de olsa- şaibeli bir aşk mekanına gönderilmesine ailesi razı olacak mıdır bakalım? Belki de çocuk ikna olmuştur, fakat annesinin izin vermeyeceğini söylemiştir şaire... Nedim'in bu sorunu çözmek için bulduğu yol, oldukça zekicedir diyebiliriz: Bir Cuma günü oğlanın annesinden Cuma namazına gitmek için izin alınacak fakat gizli yollardan Sadabâd'a gidilecek ve felekten bir gün çalınacaktır.
İşte burada Nedim'in sevgilisi "Serv-i Revan"ın bir oğlan/yeniyetme bir delikanlı olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Cuma namazını sadece erkeklerin kılması gelenek olduğuna göre, ikna edilip Sadabâd'a götürülmeye çalışılan kişi bir erkektir; hem de annesinden izin alması gerekecek kadar küçük yaşta bir oğlandır. Yaşı konusunda en iyimser bir tahminle, penisine yeni yeni su yürümeye başlamış çağlarda olduğu söylenebilir belki. Dolayısıyla bu dörtlüğün niçin ders kitaplarına alınmadığı ortaya çıkar.
Son dörtlük ise ilginç söz oyunlarıyla süslüdür. Genel kabule göre burada söz edilen "Sen", "Ben", "mutrib-i pakize-eda" ve "Nedim-i şeyda", dört ayrı kişi değil, sadece iki kişidir, yani şairle sevgilisidir. "Mutrib-i pakize-eda" şairin "sen" diye seslendiği sevgilisinin sıfatı, "Nedim-i şeyda" ise şairin "ben" diye söz ettiği kendi sıfatıdır. Dolayısıyla şair kendisinden hem "ben", hem de "Nedim-i şeyda" diye söz eder. "Şeyda" sözcüğünün "sırılsıklam âşık" anlamında olduğunu bildiğimize göre Nedim'in bu delikanlıya olan aşkının gücünü de daha iyi anlayabiliriz. Sevgilisi için ise ilk dört dörtlükte "Serv-i Revan" nitelemesinin dışında bir niteleme kullanmazken, son dörtlükte "mutrib-i pakize-eda" (Saf bir edayla çalgı çalan/şarkı okuyan) (2) ve "şuh" nitelemelerini kullanmıştır. Buradan da delikanlının güzel sesli ve güzel şarkı okuyabilen yakışıklı bir genç olduğu anlaşılır. Nedim kafaya koymuştur; o gün diğer arkadaşlar ve dostlar "feda edilecek" (ekilecek) ve şair, delikanlı sevgilisiyle yalnız kalacaktır; tabii böyle bir ilişki için gerekli önlemleri aldıktan sonra.
***
Nedim bu şiirinde dile getirdiği arzusunu gerçekleştirebilmiş midir? Şiirde açıkça belirtilmiyor bu durum; zaten belirtilmesi de gerekmez. Çünkü şiir kurgusuna ters düşer böyle bir tutum. Yalnız şiirde sadece Sadabâd'a gidip sevişmek arzusu vurgulanıyor; dizelerdeki coşkuya bakarak Nedim'in bu arzusunu gerçekleştirmeden önce bu Şarkıyı yazdığını düşünebiliriz. Çünkü tamamen sevişme arzusuyla yanıp tutuşan bir şairin kaleminden çıkmış görünmektedir. Sanırım şair "vuslat" yorgunluğu ve doymuşluğuyla böyle bir şiir yazamazdı...
Yararlanılan kaynaklar;
1 Bk. Ali Günvar, "Alegoriden Sembolizme... Nedimi Şeyda", Birikimler/Est dNon, Mart-Nisan 2000, Sayı: 3, s. 45. Günvar'ın bu yazısında sergilediği tutarlı tavrı güya eleştiren fakat sonunda ondan farklı bir şey de söyleyemeyen bir makale için bk. M. Fatih Andı, "Gidelim Serv-i Revânım Yürü..." Ama Nereye?", Kaşgar/Edebiyat Seçkisi, Mayıs, 2000, Sayı: 15, s. 19-25.
Nedim Divanı üzerinde eşcinsellikle ilgili bütünlüklü bir araştırma için bk. Kemal Sılay, "The Lifting of Mystical Veils: Reflections of Homosexuality in the Divan-ı Nedim", Nedim and the Poetics of the Ottoman Court: Medieval Inheritance and the Need for Change.
2 Ferit Devellioğlu Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat'inde 'mutrıb' sözcüğünün hem 'çalgı çalan' hem de 'şarkı okuyan' anlamlarını veriyor.
|
| utarid (no login) | Re:Cennetmekan | June 23 2002, 7:42 PM |
Ali Oktay!
Öyle seyler yazıyosun ki senin icin tam bir 'yukari tükürsen bıyık, asagi tükürsen sakal' olmali..
Osmanli devletini yeriyo musun övüyo musun? Bir ateistsen Osmanli devletinin islama aykırı uygulamalarindan dolayı sevinmen lazim. Islam yön vermemis Osmanliya demen lazım. Bir Teistsen Osmanli devletini bahsettigin bu konularda elestirmen lazim...
Osmanli devleti ileri gelenleri ya da her neyse Islamiyete bagli olmadıklarindan dolayi her türlü Islam disi zevk eglence ve cinsel sapkinliklarin -ki modern dunya bunlara cinsel sapkin demiyo- görülmedigi Islamiyetin kurallarini kimsenin umursamadigi bir tarih mi demek istiyosun?
E o zaman olay sizin istediginiz gibi işte.. Islamiyet fazla yön vermemis Osmanliya. Onlar da insaniyetlerinin dogal sonucu olan bütün dünya kültürlerinin ortak dogasini yasamislar.. Eşcinsellik sana göre hastalik mi?
Islamiyeti elestirmekse amacin bu konudaki referansin Osmanli tarihi degil, K.Kerim olmali.. Islamiyetin bunda ne sucu var?
Bu davranislari Islamiyet icin sakıncali bulabilirsin ama sözkonusu bugunun degerleri ise 20 YY in populer modern cinsel yasamini Osmanli Islami falan umursamadan doyo doya yasamis, 20 yy degerleri o günlerin osmanlisinda yasanmis.
O zaman birileri söyle der.. Osmanli zaten hicbir zaman tam bir Islam devleti olmadi. Onun islami göstermelikti. Osmanlinin her konuda cıkmaza girmesinin Islam diniyle hicbir alakasi yok. Islamiyeti zaten samimiyetle anlayarak yasasaydi Osmanli cökmezdi vs..
Yukarıdaki cumleler biraz karısık oldu; ama senin anlicani umuyorum.
Islamin sucu ne? Osmanli devleti bahsettigin bu yönleriyle zaten Islamiyeti iyi anlamamis. Benimseyememis. Yöneticilerin İslam konusundaki samimiyetinden sözetmek mümkün degil.
Bilmiyorum.. Senin acından olaylara bakmaya calisinca biraz celiskiler var.
Osmanli devletinin Ateist oldugunu, hicbir zaman tam bir islam devleti olmadigini söylemeye mi getiriyosun? Eger durum öyleyse bayram etmen lazım. Bu arada Islamcılar da bayram etmeli. Osmanlinin günahlarini savunmak üzerlerinden kalkıyo cünki.
Bu arada orhan11 al sana benden bir kıyak.. Hicbir yerde buulamican bir Ömer Hayyam Dörtlügü :
Paramiz yokki icelim eglenelim
Tipimiz yokki bir kiz sevelim
Madem günah islemeye yol yok
Hadi o zaman kalkalim namaz kılalim...
Umarim dörtlügü gercekten Ömer Hayyam yazmistir 
Byes..
|
| ali oktay (no login) | sevgili utarit, | June 23 2002, 9:04 PM |
Çoğu kişi için sıkıcı olabilecek bu yazıları okuduğun için teşekkür ediyorum.ayrıca buradan sonuç çıkarma zahmetine katlandığın için de ayrıca teşekkür ederim.Senin içtenlikli bir inanan olduğunu buradaki ateistlerle birlikte çabuk kavradım.ve senin eleştirilerine sonuna kadar açığım.Yukarıya da aşağıya da tükürme kaygısı gütmeden Osmanlının saklanan yüzünü sergilemek istiyorum.Osmanlının bu tutumundan dolayı sevinmen lazım demişsin,garipsedim yaklaşımını.neden sevinecekmişim,geçmişe dönüp yaşanmış şeyler için neden sevineyim,ama sevindiğim ve çok hoşlandığım şeyler elbette var,örneğin Fatihi kardeş katili olduğu için hiç sevmem ama İtalyadan ressam getirtip(İslama aykırı olduğu halde)portresini yaptırdığı için çok severim,zamanı için çok radikal bir tutum,ayrıca katıksız bir hıristiyan olan annesini dinleyip Ayasofyayı koruduğu için çok severim,annesini hıristiyan adetlerine göre gömdürdüğü içinde severim.üstelik annesi genç yaşta dul kalıp evlenmek istediğinde bunu kıskandığı için onu memleketi olan sırbistana gönderip "gözüm görmesinde"mantığı ile hareket ettiği için de severim.bunlar sevindirir beni.
Daha önce de açıkladığım gibi asla Osmanlıyı yada islamı doğrudan hedef almıyorum,üzerinde durmak istediğim boyut,objektiflik,daha doğrusu cehalete dayalı kurukuruya Osmanlı denilince islam,islam denince Osmanlı edebiyatı yapanlara işin bu boyutunu da göstermek.Osmanlıyı direk islamla özdeşleştirenler Osmanlıyı bilmeyenlerdir.Osmanlı Hiçbir zaman İslam Olmadı,yaptıkları şey bu Ailenin(Osmanlı)çoğunluğu müslüman olan halka kolayca hükmedebilmek için islamı "kullanmasıdır".ben bunu vurgulamaya çalışıyorum.Kendileri halka İslam şeriatını dayatırken,kendikendilerine inanılmaz günahları mübah kılmışlar,halk ise en küçük yasaklarda tolerans göstermemişler ölümle cezalandırmışlardır.örneğin Yahya efendiye hayran olduğumu söyleyebilirim,ama yahya efendi kimbilir konumunu muhafaza etme uğruna içki içti diye kaç kişinin ölüm fermanını imzalamıştır.
Sarayın islamı farklıdır,halka dayatılan islam sa bambaşka.Osmanlının adaletinden söz ederken işin bu tarafını görmezden gelmek haksızlık olur.
Osmanlıyı eleştirirken ister istemez İslama da dokundurmadan edemiyorum.edemiyorum çünki Hilafet makamı Osmanlının elinde.tüm islam aleminin Fetvasını 450 yıl boyunca Osmanlı vermiştir.İslamı salt Kuran a indirgeyerek eleştirmek kendimizi kandırmak olur.
Sevgili utarit,Osmanlıyı ya da İslamı kötüleyerek bir yere varmak ya da birilerini rencide etmekle hiç kimse bir şey kazanamaz.üstelik Ateistlerin en berbat paradoksu buradadır,ateist olduğumuz için aynanın sırrını kazımak durumundayız,bu gerçekten zor bir durum.üstelik dünyanın hiç bir yerinde insanların değerlerini ayaklar altına alarak dost kazanılamaz,bunun bilincindeyiz.Atakuş arkadaşın da sık sık söylediği ve anlamakta güçlük çektiği durum bu.ama birde gerçekleri yüreğimizde saklı tutmanın yarattığı vicdani basıncın verdiği rahatsızlık var.istersen bunun tersini düşün yüzde doksanı ateist olan bir ülkede sabah akşam tanrının olmadığı propagandasıyla karşı karşıyasın ,bir inanan olarak ne yaparsın?,elbette birgün yavaş yavaş konuşmaya başlarsın..bizimde yaptığımız bu.bireysel olarak düşüncelerimizi açıklıyoruz,evet zaman zaman kalp kırdığımız oluyor ama düzeyi düşüren hiçbir zaman biz olmadık.inançlı arkadaşlardan da yakındığımız yok sorun cahil-radikallerle.
Eşcinselliği ve cinsel sapmaları asla dışlamıyorum.(elbette sapmadır)insanların kendilerine ait olan bedenlerini doyasıya ,diledikleri gibi kullanmalarını sonuna kadar destekliyorum(Pedomani hariç).ama başkalarını ayıplayıp kendilerine gelince mübah kılma iki yüzlülüğü olmadan(Osmanlı)
tarihimizle yüzleşmek zorundayız,hiç yüksünmeden,utanmadan.Bunu yaparsak işte o zaman çıkarsamalarımız objektif ve yararlı olur,ve birbirimizi doğru anlarız.bazan sözüm ona öyle okumuş cahillerle karşılaşıyorum ki anlattığı hikayelere yalancıktan kafa sallarken kendime olan saygımı yitiriyorum,ama onlara çok acıyorum ,bilinçli olarak öğretilen yalanları o kadar inanmış olarak anlatıyot ki doğruyu söyleyip hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum ama dediğim gibi bu sefer iki yüzlülüğe dayalı ilişkiler gelişiyor ve asıl korkutucu olan da bu.
velhasıl palavra tarihe isyan ediyorum ve doğruları gözler önüne sermek istiyorum,palavra edebiyatı yapanlar bilinçsizce Osmanlı şakşakçılığı yaptıklarından ben aksini söyleyince Osmanlı düşmanlığı gibi bir manzara ortaya çıkıyor.
sevgiler.. |
| ali oktay (no login) | üzümcük | June 23 2002, 10:03 PM |
Şark-İslam klasiklerinin bir grubu da Peygamber hadislerinin toplandığı koleksiyonlardır. Bunlarda bir çok konuda çeşitli sözler yer alır.
Hemen her konunun yer aldığı hadis koleksiyonlarında seks konularının da bulunduğu herkesçe bilinir. Fakat nedense bazı hadisler pek revaçta değildir. Bu koleksiyonları esas alarak hazırlanmış bir kitapta1 hadis kitaplarının Türkçe çevirilerinde metinden çıkartılmış izlenimi uyandıran bazı hadislerle karşılaştık.
Bizi şaşırtan bu hadisler, çocukları dudaklarından öperek, hatta onların dudaklarını emerek sevgi göstermeyi içeriyordu. Fakat normal karşılanabilecek bu sevgi gösterisiyle yetinilmiyor, onların "üzümcükleri"ni öpmeye kadar varan sevgi gösterileri söz konusu oluyordu.
"Üzümcük" nedir, hemen açıklayalım: Çocukların cinsel organı…
Konuyla ilgili hadisleri söz konusu kaynaktan alarak aynen aktarmak istiyoruz:
"Ebu Hüreyre'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber'in iki omzundaki Hasan ve Hüseyin'in sırasıyla dudaklarından öptüğünü, diğer bir rivayetinde "Hasan'ın dilini kişinin kuru hurmayı emdiği gibi emdiğini", Muaviye'nin bir rivayetinde de "acıtmaksızın Hasan'ın dudağını emdiğini" görüyoruz.
Bu hususta şu iki rivayet de son derece enteresan gözüküyor:
"Ebu Hüreyre bir gün Hasan İbnu Ali'ye rastlar ve "Elbiseni kaldır, ta ki Hz. Resulullah'ın öptüğünü gördüğüm yerden öpeyim" der. Hz. Hasan elbisesini karnından yukarı alır. Ebu Hüreyre göbeğinin üzerine dudaklarını koyar ve öper."
İbnu Abbas da şunu nakleder:
"Hz. Peygamber'i gördüm; Hüseyin'in bacaklarını ayırdı, üzümcüğünden öptü."2
***
Müstedrek, Müsned, Taberanî gibi önemli hadis kaynaklarından yapılan bu alıntılar, alıntıyı yapan yazarın da belirttiği gibi "son derece enteresan"dır, hatta şaşırtıcıdır.
Peygamber, torunlarının dudaklarından, göbeklerinden ve üzümcüklerinden öpüyor öpmesine ama böylesine bir davranışı günümüzde sergilemek cesaret isteyecektir. Hele kendi çocuğuna değil de bir başkasının çocuğuna böyle bir sevgi gösterisinde bulunmaya kalkışmak mutlaka 'sapıklık' olarak görülecektir.
Gerçekten şaşırtıcı; Peygamber'in bir arkadaşı, onun torununa rastlıyor, "Elbiseni kaldır" diyor ve onu göbeğinden öpüyor. Yani yetişkin bir erkek, bir başkasının çocuğunu göbeğinden öpüyor…
Peki ulemanın bunları nasıl karşıladığı meraka değmez mi? Yine şaşırtıcı gelebilir ama İbni Battal adlı bir bilgine göre; "Çocuğun bütün uzuvlarından öpmek caizdir. Ulemanın ekserisine göre avret olmadıkça büyüklerin de bütün uzuvlarından öpmek caizdir."3
Ulema, öpmeyi "sevgi öpmesi, merhamet öpmesi, şefkat öpmesi, hürmet öpmesi, şehvet öpmesi" diye beş kategoride değerlendiriyormuş. İbni Hacer adlı bir bilginin de bu konuyla ilgili değerlendirmesi şöyle: "Öz çocukların, akraba ve yabancı çocukların öpülmesi şefkat ve rahmet içindir; lezzet ve şehvet için değildir. Bağrına basmak, koklamak ve kucaklamak da böyledir."4
***
Bu alıntılardan çıkan sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
-Çocukları, bütün organlarından, bu arada üzümcüklerinden (yani cinsel organlarından) da öpmek dince sakıncalı değildir. Bizzat Peygamber, torununun üzümcüğünden öpermiş çünkü.
-Çocukların dili ve dudakları sadece öpülmekle yetinilmeyip emilebilir de.
-İster öz çocuk olsun, isterse yabancıların çocukları olsun bunlar yapılabilir.
-Avret mahalli olmadıkça büyüklerin de bütün organlarından öpülebilir.
Burada büyüklerin dudakları sanırız avret mahalli sayılmıyor. Avret mahalli tabiri daha çok örtülmesi gereken organlar için kullanılmaktadır. Öyleyse büyüklerin de dudaklarından öperek sevgi göstermek dince sakıncalı olmayacaktır.
***
Görüldüğü üzere iki erkeğin veya iki kadının, birbirini dudaklarından öpmesi, aslında bir sevgi gösterisidir. İşin içine şehvet ne zaman karışır, onu saptamak ise yerine göre hem zor, hem de kolay olabilir…
Ayrıca insanların birbirlerine sevgi göstermek amacıyla vücutlarının herhangi bir yerinden, bu arada "üzümcüğünden" yani cinsel organından öpmesi de sakıncalı olmamalıdır.
***
Şu bir gerçek: Öpüşmek gerçekten bir sevgi gösterisidir. Dudaktan, yanaktan, göbekten ve nihayet "üzümcük"ten…
Kaynakça:
1Doç. Dr. İbrahim Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neşriyat, İstanbul, ts.
2Canan, a.g.e., s.153. Alıntıdaki vurgulu sözcükler, yararlandığımız kaynakta aynen yer almaktadır.
3Canan, a.g.e., s.154
4Canan, a.g.e., s.154
|
| Anonymous (no login) | Re: Uzümcük | June 24 2002, 12:58 PM |
Heheh 
Üzümcük dedin de aklima Büyük Selcuklu Devletinin Kurucsu 'Tugrul Bey' geldi..
Tugrul Bey bence gercekten siyasi bir dahi. Kücücük göcebe orhan11lari tarihin en muazzam devleti haline getirmis. Cagrı beyi her zaman kontrol altinda tutmasini bilmis.. Akıllı bir adam yani..
Neyse ben Tugrul Beyin konuyla ilgili yönünü anlatim..
Tugrul Beyi bilirsiniz cocugu olmuyo. Eger böyle giderse ülke kendisinden sonra büyük taht savaslarina sahne olucak. Devletin varlıgı tehlikeye dusucek.. Kesinlikle cocugu olmak zorunda..
Adamcagızın bunun icin denemedigi sey kalmamis. Hatta her gece aksam yemeginde yeni sünnet edilmis cocuklarin artan derilerinden bir tabak götürüyo mus. Gene de fayda etmemis.
Cok ilginc de mi? Üzüm niyetine :P
Byes..
|
| ali oktay (no login) | II. Mevâid'de eşcinsel kültür | June 27 2002, 12:04 AM |
a) Oğlancılıktan İbaret Bir Eşcinsellik
Öncelikle belirtmeliyiz ki Mevâid, Osmanlı bürokratları için yazılmış bir kitaptır. Yazarı da bir Osmanlı bürokratıdır.
Mevâid'in ilgili bölümlerine baktığımızda Osmanlı bürokratının, eşcinsel zevkleri de olan kimseler olduğunu bütün açıklığıyla görürüz. Hemen hepsinin bir "oğlan" sevgilisi vardır. Bu oğlanlara nasıl davranılması gerektiği, oğlanların sıkı sıkıya uymaları gereken kurallar, çeşitli yöre oğlanlarının ne gibi özelliklere sahip oldukları, oğlan-sevgili seçiminde dikkat edilmesi gereken konular, ayrıntılarıyla açıklanır bu yapıtta.
Şu saptamayı da yapabiliriz: O dönemin bürokratı, istisnalar her zaman olası ise de, genellikle tek eşli eşcinsel ilişkiyi tercih etmektedir. Sevgililerini bir defaya mahsus olarak, ama son derece dikkatle seçmekte ve onu yanlarından ayırmamaktadırlar. Sevgili seçiminde yanılmamak için ise Âlî'ye kulak vermeleri gerekiyor.
Sonuçta Mevâid'deki eşcinselliğin oğlancılıktan ibaret bir eşcinsellik olduğunu söylemeliyiz.
b) Oğlan-Sevgilide Aranan Özellikler
Âlî'ye göre bir delikanlının tercih edilebilmesi için şu özellikler bir arada bulunmalıdır:
1. Oğlan, yumuşak huylu olmalıdır; partnerinin dediğine uymakta, istediğini yapmakta uysal davranmalıdır.
2. Sürdüğü güzellik ve cazibe süresi uzun olmalıdır. (En az 30 yaşına kadar).
3. Sakal ve bıyığı ya hiç olmamalı, ya da mümkün olduğunca geç çıkmalıdır.
Mevâid'de oğlanların dikkat etmesi gereken hususlara da yeri geldikçe değinen Âlî, seks hizmetinde kullanılan delikanlılara şu görevleri yükler:
- Gönlü tiksindirecek davranışlardan sakınmalıdırlar.
- Tuvalete gittiklerini "efendi"lerine göstermemelidirler.
- Onlar da haremdeki kızlar gibi edepli olmalıdırlar.
- Efendisini çekiştirip ikide bir kötülememelidirler.
-Âlî, bu suçu işleyen "tüysüz-türüzsüz hizmetkarların" neredeyse öldürülmeye layık olduklarını (!) düşünmektedir.
- Eksiklerini dile getirip "donum, gömleğim, kaftanım, pabucum kalmadı" dememelidirler.
- Efendilerinden başkasının yüzüne bakmamalıdırlar; utangaç olmalıdırlar.
- Davranışlarında son derece kontrollü ve ölçülü olmalıdırlar.
- Su, şerbet ve kahve sunarken diz çöküp sunmalıdırlar; domalmamalıdırlar. Çünkü domalmak, o mecliste bulunanların aklına "başka neşeler ve keyifler" getirip, bunları ummalarına sebep olur.
- Tüysüz-türüzsüz oğlanların birbirlerini kıskanmaları normalse de, bunun boyutları sınır aşmamalıdır.
- Bu gençler, birbirlerine de aşık olmamalıdırlar.
Bu efendilerine hıyanettir.
- Kollarına, vücutlarının diğer bölgelerine dövme yaptırmamalıdırlar. Bu Âlî'ye göre asiliktir.
- Aralarında gizli muhabbetler de almamalıdır.
- Afyon kullanmamalıdırlar. Yalnız kahve içmelerinde sakınca yoktur.
Âlî, bu davranışların mutlaka cezalandırılmasını öğütler.
***
Âlî'nin yakındığı bir konu da konumuzu ilgilendirmektedir. Mevâid'in 56. bölümünde yazar, bazı "gafil ve nadan" kimselerin, büyüklerin meclislerine gittiklerinde, hizmetkar oğlanlara şehvetli bakışlarla göz dikmelerini kötüler. Bu kişileri "aşçı köpekleri gibi gözlerinden doyarlar" diyerek yerer. Eğer bu tür davranışlar içki meclislerinde olursa, kan dökülmesine bile sebep olabilir. Âlî, bu tür bir olayı şöyle tasvir eder:
"O bahtsızların bakmaları halinde, tesadüf, genç hizmetlilerden biri gül gibi gülerken görünür; ya da gonca gibi kırmızı dudağı tatlı tatlı gülümserken görünür. Böylece o nankör kişi ile söz birliği etmiş sanılıp işaretleştiğine yorulur. İkisinin de gazaba uğrayıp öldürülmesi olağandır. Oysa, gerçekte, o öldürülmesi vacip olan kişinin bakışlarındaki uygunsuzluğun, o suçsuz civana sıçradığı anlaşılır."
***
Mevâid'in 90. bölümünde Âlî'nin güzel delikanlılara bir uyarısını da vermek gerekir. Burada, Âlî, bu delikanlılara gençlik çağlarının kıymetini iyi bilmelerini şöyle öğütler:
"Daha bıyığı terlememiş güzel delikanlılar, güler-yüzlü ve albenisi olan melek huyluların tazelik çağlarında Mısır'ın Yusuf'u gibi alıcıları çok olur. Oysa tıraşları geldikten sonra öğrenim yapıp da yükselme yollarını bulup tamamlamaları seyrek olur. Çünkü güzelliklerine aldanırlar, mevki sahibi ulu kişilerin kendilerini isteyip rağbet etmelerine dudak bükerler. Fırsat zamanı, nice muratlarına ermeleri kolay iken gafletleri yüzünden onlara ulaşamazlar."
c) Oğlan Çeşitleri
Âlî, Mevâid'in 8. 45. ve 46. bölümlerinde Osmanlı eyaletlerinde yaşayan çeşitli ırk ve etnik kökenden toplumların delikanlıları hakkında kısa kısa bilgiler vermektedir. Bazı yörelerin delikanlıları için son derece övücü sıfatlar kullanmakta, bir kısmını ise yer yer çirkin sıfatlar kullanarak yermektedir.
Yukarıda Âlînin bir oğlan-sevgilide bulunmasını gerekli gördüğü özellikleri sıralamıştık. Mevâid'de açıkça belirtildiğine göre bu özelliklere sahip "iyi huylu gılmanlar"ın en çok bulunduğu yöre genelde Rumeli olmakla birlikte bilhassa Bosna Hersek'tir. Yazara göre "Bosna ve Hersek memleketinin cılasın oğlanları kişinin dediğine uymakta, istediğini yapmakta hep uysal olurlar. Bunların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini de hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez. Nicesi otuz yaşına varıncaya kadar güzel yüzünde gönlüne üzüntü olacak kıl görmez."
Daha sonra ise "İçel civanları" diye andığı Edirne, Bursa ve İstanbul'u kapsayan yörenin delikanlılarını över. Bunlardan, "ince belliler ve her yönden kusursuz ve güzeller" biçiminde bir betimlemeyle bahseder. Hatta bunların güzellik ve cazibesi eksik olanlarını bile "tazelik ve tatlılık, naz ve cilveleriyle sevimli" görür.
Üçüncü sırada yazarın övgüsüne mazhar olan grup ise "Kürt tüysüzleri"dir. Bunlar "sağlıklı, yumuşak ve uysal, her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok" delikanlılardır. İlginç ve anmaya değer bulduğu bir özellikleri de, bellerinden aşağısını kına ile ta dizlerine kadar boyamalarıdır. Diğer özellikleri de; çoğunun ince belli ve uzun boylu olmaları, "kendilerini teslim ettikleri sırada her uzvuyla birlikte yumuşaklık göstermeleri" olarak sıralar. Ancak sadakatsizdirler.
Bu bilgileri verdikten sonra Âlî, tekrar, tekrar İçel civanlarına döner. Dış görünüş ve cazibe açısından onları çok öven yazar, olumsuz yanlarına değinmeden de edemez. Bu üç eski Osmanlı başkentinde yetişen delikanlılar biraz inatçıdırlar. Bu nedenle onlara "vuslat nimeti" ancak üst düzey bürokratlar için söz konusudur. Bazen yanlarında gezdikleri aşıklarını parasız pulsuz bıraktıkları da görülür. Vefasız ve "insanı üzmek isteyen cefacı" güzellerdir. Onlara aşık olanın huzuru ve rahatı az olur.
Yazarın "Rumeli köçekleri" diyerek andığı oğlanlar, "güzel yüzlülere rağbet edip karşısında gümüş servi endamlı, uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler"in asla vazgeçmemeleri gereken kimselerdir. "Hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından usanmamalıdır. Bunlar edep ve haya ile hareket ederler." Çerkesler de "Yusuf çehreliler" şeklinde anılarak Âlî'nin övgüsünü almışlardır. Çerkes ve Abazalar, "yol yordam güzelliği ve yiğitliği, göz, kaş ve kirpiklerinin güzelliği bakımından övgüye değerler. Ancak, akılları az, bu sebeple efendilerine çok itiraz ederler. Arnavutlar, aşıkların gönüllerini alsalar da gayet inatçıdırlar. Gürcüler, Ruslar ve Göreller ise yazardan iyi not alamamışlardır ve öncekilerin "gübresi" addedilmişlerdir. Gürcüler "giyeceği kirli, altı üstü kir-pas" kimselerdir. Rus delikanlıları ise çok fazla "verek"tirler Macarlar ise, bu son üç gruba göre "tabiatı uygun ve makbul" olanlardır. Fakat onların da kusuru, çoğunlukla efendilerine hainlik etmeleri ve davranışlarında kabalık sezilmesidir. Yine de titiz ve hizmette çeviktirler. Âlî, Habeşli oğlanları ise oldukça över: Yatak hizmetinde ustadırlar. Giyecekleri kokulandırır, yatak ve yastık döşemeyi candan isterler. Uysallık ve güzel davranışları da cabasıdır. İnce, nazik, azardan yüksünmeyen, "serilip yatmada kadınca davranabilen ve kız oğlan kızlar gibi oynaşmakta senli-benli olan" kimselerdir. Bunların dışında "kara suratlı Araplar" şaraba düşkün olurlar. Farslarda ise "giydiği yakışık, salınıp yürüyüşü yaraşık" olanlar çoktur.
Âlî'nin yine bu konuya ayırdığı 46. bölümü ise daha önce söylediklerinin bir özeti olması ve üslubunu yansıtması açısından aynen alıntılamak istiyoruz:
"Bütün Rumeli adamı ve Tuna yalılarının özellikleri başka başka olan ulusları, içleri saf ve temiz yaratılışlıdırlar. Hele tüysüz-türüzsüz olanları yirmi yıl kadar güzellik ve albeni ile eksiksiz iltifata ermişlerdir; sakalları gelmez, incelik ve güzelliklerinin zülâlini ayva tüyleri ve sakalları çıkarak bulundurmaz, parlak tabiatlıdırlar. Ancak Akdeniz yalılarında bulunan Mora, İnebahtılı ve Ayamavralı diye tanınmış olan Rum hıristiyanları ile çok düşüp kalktıklarından dilleri doğru düzgün değildir; Rumeli civanlarının Tanrı vergisi olan telaffuz ve ifade güzelliğinden uzak oldukları pek bilinmektedir. Ama Anadolu, Karaman ve Mülk-i Rum denen Anadolu Diyarı halkı mutlaka kır adamları, güzeli ve cemal sahibi olanı seyrek görülen, edaları başka başka, güzellikleri ve albenileri az olan kimselerdir.Anadoluda ençok oğlan veren illerin başında Maraş'ın geldiğini belirterk buranın oğlanlarının yumuşak başlı ve sadık olduklarını belirtir. Az çok güzelliği olanları da (...) az zamanda sakallanır ve çirkinleşirler. Lakin üç başkent (İçel yöresi) yani İstanbul, Edirne ve Bursa'da oturanlar ve o aralıktaki kasabaların zarafet gösteren halkı ötekilerden ayrıdırlar. Oğlanları ve kızları, güler yüzlülükle ve güzellikle şen-şakraktırlar. (...) Ama Arap ve Acem soyu, yaratılıştan birbirlerine yakındırlar. Ancak Arap kavminin yaltaklık edip tilkilenmesi ve Acem soyunun kurtça sertlikle yabanilik göstermesi, şaşılacakların şaşılacağıdır. Bunların mahbup ve mahbubelerinde de incelik ve cazibe olur ve zarafetten anlarlar. Lakin bu incelik davranışlarında görülmez. Çoğu kaş, göz güzelliği ile seçilir. Ancak yürüyüşte ve görünüşte merd-i Rumi gibi nitelikleri yücelmiş değildir."
***
Yüzyıllarca önce (XVI. y.y.) yazılmış bu satırlar, günümüz insanı için çok fazla bir anlam ifade etmez elbette. Yalnız o dönemin genel beğenisini yansıttığını söyleyebiliriz. Yine de yazarın öznel tercihlerini her zaman hesaba katmalıyız. Örneğin burada yer alan çeşitli kökenden insanlarla ilgili değerlendirmeleri, Divan şairlerinden Enderunlu Fazıl'ın aynı konuda kaleme aldığı manzum yapıtı Hubabname'deki değerlendirmelerle karşılaştırdığımızda farklı tercihlerle karşılaşmaktayız.
|
| ali oktay (no login) | Re: CENNETMEKAN | June 28 2002, 12:00 AM |
RUM KANI TAŞIYAN oSMANLI TORUNLARI NEREDE? |
| Current Topic - CENNETMEKAN |
| |
|
|