<< Previous Topic | Next Topic >>indekse geri don  

Hablemitoğlu kimdir?

December 18 2002 at 10:12 PM
ali oktay  (no login)

Bir Atatürkçü daha katledildi.

kafalarına kurşun sıkmakla Atatürkçüleri yok edebileceklerini sanan ahmaklar!

Türkiyede faaliyet gösteren Alman vakıflarını gündeme getiren ve bu konuda mahkemede tanıklık yapan,ve kapsamlı bir Fetullah araştırması yapan sn Hablemitoğlunun bazı yapıtlarının özetini aşağıya alıyorum.

öz geçmişi,
1954 yılında Ankara’da doğan Hablemitoğlu, 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1977 ve 1978 yıllarında "Dilde Fikirde İşde BİRLİK" adlı aylık dergi yayınladı. Uzun yıllar çeşitli kuruluşlarda basın müşaviri olarak çalıştıktan sonra Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde master ve doktora yaptı. Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapan Hablemitoğlu, Orta Avrupa ve Balkanlar’da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve şehitliklerimiz konusunda alan çalışmaları yürüttü. 1995-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (UNDP) bir projesinde görev alarak Gagauz Türkleri’nin latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. Çalışma alanına ilişkin çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Hablemitoğlu, halen Ankara Üniversitesi’nde Doktor Öğretim Görevlisi olarak Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi dersi vermektedir. Evli ve iki kız çocuk




eserleri



Türk Ulusçuluğu ve Altı Ok
Dr. Necip Hablemitoğlu

Türkiye'deki sağ kesim, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. Yıldönümünü, Cumhuriyete alternatif bir model içeriği içinde kutlamakla, Türklük bilincinden ne ölçüde yoksun olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Osmanlı Devleti, 622 yıllık bir geçmişiyle, olumlu ve olumsuz yönleriyle elbette ki biz Türklerin devletidir. Ancak nasıl bir Türk sağıdır ki, Türk ulusçuluğu yerine "Osmanlı ulusçuluğunu", Türk dili yerine "Osmanlıcayı", "Türk Edebiyatı" yerine "Divan Edebiyatını", Türk Kültürü yerine "Osmanlı Kültürünü" alternatif olarak ortaya çıkaran ve geliştiren; yönetici sınıfının yetiştirildiği "Enderun"a Türkleri kabul etmeyen; "etrak-ı biidrak" (algılamasız Türkler) biçimindeki hakaretamiz söylemlere tepki göstermeyen; bir başka ifadeyle, üst kültür kimliği olarak Türklüğü reddeden bir imparatorluğu model olarak, hem de 21. Yüzyıla girmekte olduğumuz şu sıralarda -gıpta ve özlemle- önerebilirler? Kaldı ki, geriye dönüşün asla mümkün olmadığı, değişimin kendisinden gayri herşeyin değiştiği bir dönemde, bu kesimin, muhafazakârlığın yanısıra Türk ulusçuluğuna sahip çıkmaları ise apayrı bir çelişkidir.



KEMAL'İN ÖĞRETMENLERİ

Dr. Necip Hablemitoğlu

Ukrayna'nın Moldova sınırındaki Bolgrad kasabasının ortodoks mezarlığında bir Türk'ün yattığını hiç biliyor muydunuz?!. Bu bakımsız, unutulmuş, üzerini otlar bürümüş kabirde, bir dönemin bilinmeyen tarihinin, koşulsuz vatanseverliğin gömülü olduğunu yaşlı bir Gagauz'un şu ifadesinden çıkarırsınız: "Burada Kemal'in üüredicisi (öğretmeni) yatıyor!.."

"Kemal'in Askerleri"nin (Kuvayı Milliyeciler) bu ülkeyi kurtardığını bilirsiniz. Bilirsiniz de, "Kemal'in Öğretmenleri"nin, Türkiye'den bin küsur kilometre ötede ne aradığını bilemezsiniz. Oysa, başınızı biraz çevirip, bugün Gagauz Bölgesinde K.G.B., C.I.A., K.I.P., B.N.D., M.V.R. görevlilerinin, Rus, A.B.D., Alman, Bulgar, Yunan ve hatta Norveç uyruklu türkolog, gazeteci, "serbest araştırmacı" ve papazların, bahai ve protestan misyonerlerinin ne aradığını araştırırsanız, Atatürk'ün de onu aradığını saptarsınız. Kısaca, Türkiye'nin "ön bahçesi"nde, bir başka ifadeyle terketmek zorunda kaldığımız eski vatan topraklarında ağırlığını artırmaya çalışan Atatürk'ün, bu çabaya diğer ülkelerden en az 60 yıl önce başladığını görür, ileri görüşlülüğüne hayran kalırsınız. Sonra O'nun şu sözlerini hatırlarsınız:


ETKİ AJANLARI - NÜFUZ CASUSLARIVE FETHULLAHÇILAR RAPORU

Dr. Necip Hablemitoğlu

Küreselleşme sürecine uyum sağlamak isteyen ulusal-uluslararası düzeydeki kurumların pekçoğu kabuk değiştiriyor. Hiç şüphesiz değişen bu kurumların başında da istihbarat örgütleri geliyor. Değişen tanımlar ve kavramlara koşut olarak, istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri artık nostaljik 007 kalıplarından oldukça uzaklarda. Örneğin, dünya üzerindeki her türlü kitle iletişimini kontrol eden "Echolon Ağı", uzaydan her türlü görüntüyü sağlayan uydu sistemleri, klasik casusların tüm işlevini fazlasıyla üstlenmiş durumda. Sanayi casusluğu hâlâ önemini korurken, istihbarat terminolojisinde yeni kavramlar, konseptler ön plana çıkmakta: "Sosyal-Ekonomik-Siyasal-Dinsel-Kültürel İstihbarat" kavramları gibi. İstihbarat ve Karşı İstihbarat Servisleri, gelişmiş ülkelerde eskiden olduğu gibi tam bir gizlilik içinde işlerini yürüten kurumlar değil artık. Şimdilerde, Dışişleri, İçişleri, Ekonomi-Maliye, Adalet Bakanlıkları, Kızılhaç, özel servis veren pilot üniversiteler, enstitüler, vakıflar, özel misyonu olan kardinaller, piskoposlar, hahamlar ve tüm misyoner örgütleri, yurtdışında yatırım yapan şirketler, yurtdışında temsilciliği olan medya kuruluşları ve haber ajansları ile de -gerektikçe- içiçe çalışılıyor. İstihbarat servislerinin rolü, koordinasyon, finansman, lojistik destek ve yönlendirme ile sınırlı. Artık hedef ülkelerde özellikle istihbarat-ajitasyon faaliyetlerinde deşifre olma riskine girilmiyor; bu iş genellikle doğrudan yada dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. İşte literatürde bu yerli işbirlikçilere-taşeronlara "etki ajanları", "yönlendirici ajanlar" ya da kapsamlı bir deyişle "nüfuz casusları" deniliyor.

FETHULLAH GÜLEN YAPILANMASININ TEHDIT POTANSIYELI VE VARISLERI

Dr. Necip Hablemitoglu

Lütfen, asagidaki haberi tüm dikkatinizle okuyunuz: "Tedavi maksadi ile Amerika'da bulunan Fethullah Gülen Hocefendi'yi depremden iki gün sonra ziyaret etme imkânim oldu. Onun halini gördükten sonra depreme üzülmedigim ve hiçbir sey yapmadigim kanaatine vardim. Türkiye'den kendisine ulasan veya kendisinin ulasabildigi herkese deprem bölgelerine gitmelerini ve bir amele gibi çalismasini rica ediyordu. Yardim kampanyalarinin açilmasini ve herkesin gücü yettigince buna katilmasini istiyordu. TÜPRAS'daki yanginin sürdügü haberini aldikça yerinde oturamiyordu. Onun bu telâsi karsisinda yanginin yan odada oldugunu sanirdiniz. Afet aninda ezan okumanin Allah'in rahmetini ihtizaza getirecegini ve afeti durduracagini hatirlatarak yangini canli yayindan izleyen bir iki arkadasa EZAN OKUMALARINI söyledi. Yanginin kontrol altina alindigi haberi gelene kadar gerginligi dinmedi. Tabii onu takip eden doktorunun da..." (1). Lütfen düsününüz, bu hocaefendi (!) kendini T.C. Diyanet Isleri Baskani'nin da üstünde Papa'ya esit, istediginde randevu alip görüsebilen en üst Islâm Temsilcisi konumunda görüyor, A.B.D. ve müritleri tarafindan da böyle lânse ediliyor... Egitimi? Yok!.. Tabii Erzurum'un köylerindeki nur medreselerinde aldigi dersler (!) egitim sayilirsa... Resmi statüsü? O da yok!.. Sadece devrim yasalarina göre kullanmasi yasaklanan hocaefendi (!) ünvani var; bir de vaizlikten aldigi bir emekli ayligi!.. Kendi deyimi ile "fakirin bir dikili agaci bile yok"... Ama aylardir A.B.D.'nde mütevazi emekli ayligi ile mucizeler gerçeklestiriyor: Mayo Klinikde tedavi görüyor; 24 saat doktorunu yanindan ayirmiyor; eyalet eyalet geziyor. Emekli maasi bir türlü bitmek bilmiyor, bu nedenle de tedavisi (!) uzadikça uzuyor... Oysa en az müritleri kadar, DGM Savcisi Sayin Nuh Mete Yüksel de, Askeri Savcilik da kendisini özlemle bekliyor ama nedense bir türlü çok sevdigini söyledigi vatanina dönmüyor, dönemiy! or...
ORGANİZE SUÇLAR VE FETHULLAHÇILAR

Dr. Necip Hablemitoğlu*

ırım Dergisinde yayınlanan “Fethullahçı İhaneti”(1) başlıklı yazının hemen ardından başlayan gelişmeler, Türkiye’deki ve A.B.D.’ndeki şeriatçı dayanışmanın boyutlarını da gözler önüne serdi. Fethullahçısı, ışıkçısı, yeni asyacısı ile seriatçıların önemli bir bölümü, “ataları Said-i Kürdi ile Hocaefendilerine (!) hakaret edildiği, dil uzatıldığı” gerekçesiyle ilk kez açık olarak maskelerini indirdiler ve gerçek yüzlerini ortaya koydular. Görünen yüz, asla ve asla “Türk”ün yüzü değildi!.. Türk’e ve Türklüğe de alenen saldıran bu iğrenç yüzü sahiplenenlerin sayısı -gerek Basında ve gerekse internette- hiç de az değildi. Böylece, meşru müdafaa haklarını (!) kullandıklarını sanan bu müritler güruhu, şahsımın yanısıra Atatürk ve Gaspıralı İsmail Beye de kin kustular. Bu hakaret ve karalama kampanyasına ilk tepki gösterenler arasında “Kırım”ın yanısıra “Yeni Hayat”ın da bulunması, şeriatçı kesimde gerçek bir paniğe yol açtı. Nedenine gelince, düne kadar takiyye yaparak “daha çok dindar”, “birazcık da milliyetçi” görünen mevcut tarikatlar, özellikle de nurcular ve fethullahçılar, kendilerinin Türkçü kesimde yargılandığını ve bu sürecin genel olarak Türk sağında da devam edeceğini farkettiler. İşte bu panik içinde kendi gazetelerinde yayınladıkları yazı serilerinde, gönderdikleri mektuplarda ve aracılar vasıtasıyla ilettikleri mesajlarda az bilinen ya da üzerinde pek durulmayan birtakım çelişkilerini de (2) ortaya koydular:

FETHULLAHÇILAR VE HİZBULLAHÇILAR

Dr. Necip Hablemitoğlu

Fethullahçıların son iki yıl zarfında başlarına gelen tüm olumsuzluklardan sorumlu tuttukları -biri TSK kökenli- beş "can düşmanı" için taşeron peşinde olduklarını hiç bileniniz var mıydı?!. Dahası, önce Ülkü Ocakları vasıtasıyla bu beş "can düşmanı"nın korkutularak pasifize edilmesi talebini içeren girişimlerin sözkonusu olduğunu; ancak Devlet Bahçeli'nin cemaate ve diğer şeriatçı yapılanmalara mesafeli davranışı nedeniyle olumlu yanıt alınamadığını kaç kişi bilir?!. Keza, cemaate bağlı emniyetçilerin devreye girmesi önerisinin riski nedeniyle geri çevrildiğini?!. Ve en önemlisi de "tedbir merhalesi"ndeki fethullahçıların, tedbiri bir kenara bırakarak hizbullahçılara müstakbel taşeron olarak yeşil ışık yaktıklarını?!.

Bu haberlerin, Kasım 2000'in ilk haftası itibariyle ışıkevlerinde konuşulmaya başlanması, çözülme ve fakirleşme sürecinin eşiğindeki bir cemaatin, müritlerine moral verme çabası olarak değerlendirilmiş ve hatta dışarıdan fazla ciddiye bile alınmamıştır. Ta ki, Fethullah Gülen'in, FP Genel Başkanı Recai Kutan ile aynı gün, gündemdeki Diyarbakır Emniyet Müdürü ve beş polisimizin şehit edilmesi olayı ile ilgili yaptıkları ortak temalı açıklamalara kadar!..

Recai Kutan, basın açıklamasıyla Hizbullahçı tabana şu dolaylı moral mesajını vermiştir: "Elde delil yokken niye Hizbullah? ... Ya arkadaş elinde delilin var mı? Yok!.. Ee, niye Hizbullah?... Emniyet olarak özellikle Gaffar Okkan rahmetlinin gayretiyle bu uyuşturuculara darbe vurulunca, e onlar da boş duracak değil herhalde. O halde ihtimallerden birisi de o ve en önemlisi de dış güçler var. Ola ki bu işin gerisinde yahudi MOSSAD var, belki CIA var, belki Alman istihbarat teşkilatı, İngiliz istihbarat teşkilatı var. Niye birden bire sadece Hizbullaha yüklendi ve bu ihtimallerin hepsi geri plana atıldı" (1)
















 
    
AuthorReply
ali oktay
(no login)

Re: Hablemitoğlu kimdir?

December 18 2002, 10:14 PM 

copy,
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Sivil toplum örgütlerince düzenlenen toplantıda irticai faaliyette bulunan çevreler masaya yatırıldı. İç ve dış bağlantılarıyla birlikte incelenen irticai hareketin önlenmesi için hükümetin acil önlemler alması istendi. Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü'nde görevli öğretim görevlisi Necip Hablemitoğlu , Türkiye'deki irticai harekete yurtdışından sağlanan desteğe dikkat çekti. Almanya'da olduğu gibi anayasayı koruma kurumu oluşturulmasını öneren Hablemitoğlu, devlet yönetiminde önemli yerlerde bulunan görevlilerin Milli Güvenlik Akademisi'nde hizmetiçi eğitime alınmasını istedi. Eski Harp Akademileri Komutanı emekli Orgeneral Kemal Yavuz , ''Ayağımızın altındaki halı çekilince sırtüstü düşebiliriz'' dedi. Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde gerçekleştirilen toplantının açılışında konuşan ADD Genel Başkanı Yekta Güngör Özden , siyasilerin toplantıya ilgisizliğinden yakındı. Özden, 17 Ağustos depremi nedeniyle Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinin ertelenmesi 'gafletinde' bulunulduğunu belirterek ''Oysa sadece eğlencelerin ertelenmesi ile yetinilebilirdi'' dedi. Özden, Kültür ve Turizm bakanlıklarının şeriatçı bir vakıfla ortak yurtdışında fuarlara katılmasını eleştirdi. Hablemitoğlu, Gülen'in müritlerine, yaz aylarında üç ay boyunca plajlarda insanları saflarına çekmek için çalışmaları telkininde bulunduğunu kaydederek, ''Fethullah, FBI'ın koruma programındadır'' dedi. Bugünkü siyasal iktidarın irtica ile mücadele etmediğine dikkat çeken Hablemitoğlu, ABD'yi yönetenlerin gerek kendi ülkelerinde, gerekse Asya, Avrupa ülkelerindeki tarikatlara yönelik geliştirdiği modellerin varlığına işaret etti. Hablemitoğlu şunları söyledi: ''Kısaca, ABD'nin Washington'dan biçtiği yeni model gömlek, Mormon, Moon , Scientology gibi tarikatlara uyarken, Talibanlardan Fethullahçılara kadar uzanan siyasal İslamcı yapılanmalara ise doğalarının gereği çok dar geliyor ve bir şekilde bir süre idare ettikten sonra patlıyor. Sonra da Fethullahçı örneğinde olduğu gibi o ülkeye yayılıyor. Fethullahçı suç organizasyonu ABD'den; Süleymancılar, Milli Görüşçüler-Nakşibendiler Almanya'dan; yine Nakşibendilerin bir bölümü İngiltere'den ve Suudi Arabistan'dan; Hizbullahçılar İran'dan yönlendirilirken Türk devleti soruna tek lokal çözümler aramak yerine bir mücadele sistematiği oluşturmak, buna uygun stratejiler geliştirmek zorunda kalıyor.'' Kısa vadede Milli Eğitim Bakanlığı'nın il ve ilçe müdürlerinden başlayarak diğer kritik görevlerdeki personelin aşamalı olarak Milli Güvenlik Akademisi'nde hizmetiçi eğitime alınması gerektiğini belirten Hablemitoğlu, ''Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde yeni bir yapılanmayla irtica daire başkanlığı kurulmalıdır. Ama önce ve de öncelikle bir kararlılık göstergesi olarak askerlerin deyimiyle ibreti âlem olsun diye Fethullahçı organizasyon dağıtılmalıdır. ABD, Almanya, İngiltere, İran, Suudi Arabistan gibi şeriatçı yapılanmalara tam destek veren ülkelere esnek misilleme politikaları uygulanmalıdır'' görüşünü dile getirdi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi Gülseven Yaşer , görüntüler eşliğinde şeriatçıların eğitime verdiği öneme dikkat çekti. Şeriatçıların eğitim sistemlerinin tamamen Arap milliyetçiliğine dayandığını vurgulayan Yaşer, bu amaç doğrultusunda çok sayıda kitap bastırıldığını dile getirdi. Fethullah Gülen tarafından takma isimle yazılan kitapların büyük çoğunluğunun Milli Eğitim Bakanlığı'nca yardımcı ders kitabı olarak önerildiğine dikkat çeken Yaşer, ''Bunlardan 20 tanesi daha geçen ay Talim Terbiye Kurulu'nca iptal edildi'' dedi. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter de, irticacı kesimlerin yaptığı bir ankete dayanarak şeriatçı tehlikenin boyutlarını anlattı. Toplantıda daha sonra konuşan eski Harp Akademileri Komutanı emekli orgeneral Kemal Yavuz, irticanın yeni bir tehlike olmadığını kaydetti. İrticanın toplumu bir kurt gibi kemirdiğini, gelişmesine engel olduğunu belirten Yavuz, ''İrtica belli zamanlarda saman alevi gibi parlamış, ancak demir yumrukla kırılabilmiştir'' diye konuştu.

 
    
ali oktay
(no login)

TÜRKİYE'DEKİ ALMAN VAKIFLARI RAPORU 1

December 18 2002, 10:18 PM 


Dr Necip Hablemitoğlu
Almanya’daki Türkleri biliriz de, Türkiye’deki Almanları bilenimiz var mıdır? Kastedilen, Almanya’daki 2,5 milyon Türk vatandaşına karşılık Türkiye’de yaşayan –çoğu emekli- yaklaşık 100.000 Alman değildir: Türkiye’de her türlü etnik, dinsel-mezhepsel ajitasyon faaliyeti gerçekleştiren; toplumsal-siyasal-ekonomik ve hatta genetik alanlarda hazırlattığı projelerle her türlü espiyonaj faaliyeti sürdüren; yerel basında, yerel yönetimlerde, üniversitelerde, sendikalarda, kamu kurum ve kuruluşlarında, kısaca stratejik öneme sahip birimlerde “etki ajanı” ve “Alman sempatizanı” yetiştiren; şeriatçı yapılanmalardan çevreci örgütlere, bölücü yapılanmalardan terör örgütlerine, yasal derneklerden siyasal partilere uzanan çizgide Türkiye’ye, Atatürk ilke ve devrimleri ile Cumhuriyet’in tüm değerlerine karşı olan, ulus-devletin parçalanmasını isteyen tüm rejim karşıtlarına lojistik destek vererek bu ülkeyi alttan oyan –deyim uygunsa– bir avuç Alman istihbaratçısıdır.

Türkiye’de istihbarat kuruluşları, Almanya’nın Türkiye içindeki “Beşinci Kol” faaliyetlerinin farkında mıdırlar? Elbette ki evet!.. Ne var ki, klasik bürokrat uzlaşmacılık anlayışı, “bu iş benim boyumu aşar” mantığı, siyasal baskılar, siyasal erke haklı güvensizlik, mevcut istihbarat kuruluşları arasında mevcut olumsuz rekabet ve koordinasyonsuzluk gibi nedenlerle önlem alınamamaktadır. Önlemden vazgeçtik, kamuoyu bilgilendirilememektedir. Bu acizlikte, hiç şüphesiz söz konusu istihbarat kuruluşlarımız içindeki şeriatçı ve de etnik görüntülü kadrolaşmaların payını da yadsımamak gerekmektedir 1.

Türkiye’deki Alman “Derin Devleti’nin” temsilcileri, gerçekte Alman Dış İstihbarat Servisi olan “Bundesnachrichtendienst” (BND) mensubu olup, bir kısmı diplomatik dokunulmazlık kapsamında, bir kısmı gazeteci, akademisyen (arkeolog, dilbilimci, Türkolog, siyaset bilimci, çevre bilimci, ekonomist, sosyolog, etnolog ve ilahiyatçı ağırlıklı), serbest araştırmacı, sendikacı kimliğinde ve diğerleri de vakıf temsilcisi olarak kesintisiz faaliyet göstermektedirler2. Bu araştırmanın konusunu, sadece Alman vakıfçıları oluşturmaktadır3. Alman istihbaratçılarının Türkiye’de vakıf temsilcisi statüsünde de olsa görev yapmalarına, vakıflar mevzuatı olanak tanımamaktadır4. Buna rağmen, Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütleri (NGO) olgusunu çok iyi kullanan, zaafları ve mevzuat açıklarını çok iyi değerlendiren Alman istihbaratçıları, Türkiye’yi tanımakla işe başlayıp, kısa sürede hemen her alanda Türkiye’yi yönlendirecek aşamalara gelmişlerdir. Ama önce, emperyalizmin hedefi konumundaki ulus-devletlerde ve bu kapsamda Türkiye’de mevcut işbirlikçi NGO’lara yüklenen misyonların iyi anlaşılması gerekmektedir.

TÜRKİYE’DEKİ KÜRESELLEŞMECİ YA DA İŞBİRLİKÇİ NGO’LAR
Küreselleşme sürecinde, uluslararası sermayenin serbest dolaşımının önünde en büyük engel oluşturan ulus-devletlerin zayıflatılması ve mümkünse yıkılması doğrultusunda ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler ile AB, NGO’lara (Non-Governmental Organizations) yani hükûmet dışı sivil toplum örgütlerine aşağıdaki görev ve sorumlulukları öngörmektedirler: “Yerel kültürlerin yaşatılması kapsamında alt kültür kimliklerinin siyasallaştırılması ve etnik karşıtlıkların belirginleştirilmesi; misyoner faaliyetlerine karşı toplumsal reaksiyonu törpüleyecek sürecin başlatılması ve geliştirilmesi; dinsel özgürlükler kapsamında dinler arası diyalog ve hoşgörü sürecinin başlatılarak, tarikat-cemaat ve benzeri yapılanmalarla birlikte farklı hukukların yaşama geçirilmesi ile eğitim ve öğretim birliğine son veren girişimlerin desteklenmesi; hükümet politikalarını ve kamuoyunu önemli ölçüde yönlendirme gücüne sahip siyasal partilerin, meslek odalarının, medya kuruluşlarının, sendikaların, birliklerin, vakıfların, derneklerin, tarikat ve cemaatlerin ve de illegal örgütlerin, rejim ve devlet aleyhine -farklı siyasal kamplarda yer alsalar da- asgari müştereklerde buluşturulması ve kullanılması; demokratik kitle örgütlerinin süratle NGO’laştırılması ve “sivil itaatsizlik” çağrıları ile kitlelerde kamu düzeni-devlet otoritesi aleyhine başkaldırı refleksinin oluşturulması; “sivil denetim” stratejisi ile devlet kurum ve kuruluşlarının denetlenmesi ve hedeflenen gizli bilgilere doğrudan ulaşılması; bağlı NGO’ların baskı grubu olarak kullanılmasıyla hükümetlerin siyasal, toplumsal, kültürel, hukuksal ve de ekonomik politikalarının doğrudan ve dolaylı etkilenmesi; resmi ideoloji-sivil ideoloji ayrımı ile mevcut sistemden hoşnut olmayan, ezildiğine, sömürüldüğüne inanan kitlelerin toplumsal dayanışma bağlamında yönlendirilmesi ve resmi ideolojiyi temsil eden tüm kurum ve kuruluşlara, değerlere ve de resmi politikalara düşmanlaştırılması; yerel yönetimlerin ön plana çıkarılarak merkezi yönetimin giderek zayıflatılması; “global vatandaşlık” kavramı ile “etki ajanlığının” özdeşleştirilmesi, hedef ülkedeki etki ajanlığı potansiyelinin geliştirilip güçlendirilmesi vs. vs.”.

Küreselleşmeci NGO’ları, ulusal düzeydeki demokratik kitle örgütlerinden ayıran en önemli kriterler ise şöyle belirlenmektedir: Küreselleşmeci NGO’lar, hiçbir şekilde hükümetten yani resmi makamlardan yardım almayacaklardır. Bu bağlayıcı özellik, onların devlet tarafından teslim alınmalarının ve de kullanılmalarının önüne geçecektir. Ancak, aynı NGO’ların dış ülkelerden yardım almalarında ve yönlendirilmelerinde-kullanılmalarında ise hiçbir sakınca bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle, yasal demokratik kitle örgütleri (dernekler, vakıflar, meslek odaları ve birlikleri, sendikalar vd.) ne kadar ulusal görüntüye ve niteliğe sahiplerse, küreselleşmeci NGO’lar da o ölçüde ulusallık karşıtı-işbirlikçi (agent) görüntü ve niteliğe sahiptirler. Diğer taraftan, küreselleşmeci NGO’lar için, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, ülke ekonomisinin gelişmesi, üretimde ve işgücünde verimlilik, işçi-memur-köylü-öğrenci-esnaf-kadın hakları, sendikal mücadele, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği, bilimsel etkinlikler, sömürü, sömürgeler gibi konu ve kavramlar pratikte hiçbir anlam ve değer ifade etmemektedir. Buna karşılık, küreselleşmeci NGO’ların kayıtsız şartsız savundukları iki temel özgürlük vardır: Dinsel özgürlükler (mezhep, tarikat, cemaat ve hatta yasadışı radikal dinci yapılanmalar arasındaki farklılıkları derinleştirme, kışkırtma) ve de etnik parçalama-parçalanma özgürlüğü. Laik hukuk sisteminin çökmesiyle ya da alt kültür kimliklerinin siyasallaştırılmasıyla ortaya çıkacak iç savaş ve bu iç savaşta ortadan kalkacak olan başta yaşama hakkı olmak üzere yok olacak temel insan hak ve özgürlüklerinin hesabı hiç önemli değildir. Örneğin, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde yaşanan etnik temizlik operasyonlarında öldürülen, tecavüz edilen, işkence gören kadınların, çocukların envanterini çıkaran, haklarını arayan ve sorumluların gerçekten izini süren kaç küreselleşmeci NGO vardır globalleştiği söylenen dünyada? Keza, Irak, Çeçenistan, Kosova ve Afganistan gibi ülkelerdeki yansımaları izleyen ve kamuoyunu bilgilendiren, gerçekten takipçi küreselleşmeci NGO’lardan söz edebiliyor muyuz? Kuzey Irak deneyimi göstermiştir ki, “insani yardım” amaçlı yüzü aşkın NGO’nun neredeyse tamamı, ABD, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin istihbarat servislerinin tamamlayıcı ve kamufle edici unsuru olarak görev üstlenmişler; bu servislere ajan peşmerge devşirmişlerdir5. Bu bağlamda bölgeye en ciddi insani yardım, NGO’lar arasında adı bile geçmeyen Türk “Kızılayı’ndan” gelmiştir. Bunca yaşananlar ortadayken, küreselleşmeci NGO’lar, eylem yerine, “insan hakları ve özgürlükleri” söylemlerini yeğlemektedirler. Kimlere karşı? Sadece kendi devletine ya da diğer ezilen devletlere karşı, tabii kendilerini yöneten-yönlendiren emperyalist devletin ya da devletlerin verdikleri izin ölçüsünde!..

Çelişkiler sadece bu kadar mı?!. Elbette ki hayır!.. Tıpkı, örgüt içi demokrasinin (seçimle işbaşına gelmek, kaydıhayat şartıyla yönetimde kalmamak, görev ve sorumlulukları paylaşmak, kişisel çıkar sağlamamak vb.) olmadığı yapılanmaların NGO kabul edilemeyeceğine ilişkin genel tanım ve tutuma rağmen, tarikat ve cemaatlerin bir nevi NGO olarak (Sivil Toplum Cemaatleri) tanınmaya zorlanması gibi. Küreselleşmeci NGO’lar, dinsel mürit-militanlığın ya da etnik faşizmin yol açacağı sorunları değerlendirmek yerine, “işkenceye hayır”, “düşünceye özgürlük” gibi temelde tüm insanların katılacakları sloganları, sadece hedef hükümetleri köşeye sıkıştırma aracı olarak kullanmaktadırlar. Örnek mi?!. Türkiye başta olmak üzere tüm hedef ülkelerde, küreselleşmeci-işbirlikçi NGO’lar, haftalık-aylık ve yıllık insan hakları raporları hazırlayıp bunu kendi ülkesini küçük düşürecek, aşağılayacak, şikâyet edecek biçimde yayınlamaktadırlar. Bu raporların sunumu, yönetilip yönlendirildikleri ülkelerin dışişleri bakanlıklarınadır. Bu bağlamda, Türkiye’deki İnsan Hakları Derneği’nin ya da Mazlum-Der’in ya da Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın, ABD, Almanya ya da AB ülkelerindeki insan hakları ihlâllerine ilişkin rapor hazırlamaları kesinlikle söz konusu değildir. Daha açık ifadeyle, insan hakları ve özgürlüklerine ilişkin konular, küreselleşmeci NGO’larla kendilerini yöneten-yönlendiren, para aldıkları yabancı devletlerin “müdahale-baskı-şantaj” aracı olduğu için sürekli gündemde tutulmaktadır, yoksa samimi oldukları için değil.

Tüm bu fonksiyonları ile küreselleşmeci NGO’lar, kendilerini yöneten-yönlendiren ülke silahlı kuvvetlerinin, casuslarının yapamayacakları tüm alanlarda hizmet sunmaya, dolayısıyla da kendi devletine yönelik çok yönlü vatana ihanet suçunu –hem de alenen– işlemeye devam etmektedirler. Satın alınmanın adı, “proje bedeli” olmuştur. Buna karşılık, Türkiye dahil hedef ülkeler, küreselleşmeci NGO’lara karşı yasal önlemleri alamaz konuma getirilmişlerdir. Örneğin, ilgili devlet ya da hükûmet başkanlarının ve parlamenter heyetlerinin Türkiye’ye ziyaretlerinde, söz konusu küreselleşmeci NGO’ların yöneticileri ile görüşmeleri rutin kabul edilmekte ve gezi programının üst sıralarında yer almaktadır 6. Bu olgu, söz konusu NGO’lara bir nevi itibar kazandırmakta ve örtülü dokunulmazlık sağlamaktadır.

Dipnotları
Türk istihbarat birimleri arasında yıllardır var olduğu bilinen “Çerkezci”, “Gürcücü”, “Arnavutçu” vb. kadrolaşma hareketi, 12 Eylül 1980 sonrasında Fethullahçılar’ın ve Nakşibendiler’in de devreye girmesiyle daha da sakil bir çeşitlilik kazanmıştır. Son polis eyleminde atılan sloganlar, İstanbul Emniyet Müdürü ve Valisi arasında yaşanan gerginlikle ortaya çıkan belgeler, bu olgunun hâlâ var olduğunu ortaya koyan somut gelişmelerdir. Tipik ve güncel bir örnek olmak üzere bkz. Zübeyr Kındıra, Fethullah’ın Copları (İstanbul: Su Yayını, 2000). Türkiye’de yürütülen Alman ve ABD orijinli espiyonaj faaliyetlerinin üzerine gidilmemesi de, istihbarat birimlerindeki bu etnik ve dinsel zafiyetin bir sonucudur. Görünen acizliğin sorumluluk almama, inisiyatif kullanmama boyutu ayrı bir araştırma konusudur. Ayrıca ilgili diğer bilgiler için internet üzerinden bkz. http://www.hablemitoglu.cjb.net
Almanya'nın birbirleriyle koordinasyonlu biçimde faaliyet gösteren, genel emniyet hizmet sınıfından ayrı üç grupta kümelenen farklı istihbarat örgütleri bulunmaktadır: Başbakanlığa bağlı Federal İstihbarat Servisi (Bundesnachrichtendienst-BND); İçişleri Bakanlığı'na bağlı Federal Anayasayı Koruma Teşkilâtı (Bundesamt für Verfassungsschutz-BfV) ile 16 ayrı Anayasayı Koruma Eyalet Teşkilâtı (Landesamt für Verfassungsschutz-LfV) ve ayrıca Enformasyon Teknolojisi Güvenliği Federal Teşkilâtı (Bundesamt für Sicherheit in der Informationstechnik-BSI); Savunma Bakanlığı'na bağlı Federal Silâhlı Kuvvetler İstihbarat Teşkilâtı (Amt für Nachrichtenwesen der Bundeswehr-ANBw), Federal Silahlı Kuvvetler Radyo İzleme Teşkilâtı (Amt für Fernmeldwesen Bundeswehr-AFMBw), Askeri Güvenlik Servisi (Militaerischer Abschirmdienst-MAD). Federal Hükûmetçe yayınlanan 27.6.1973 tarihli İşbirliği Tüzüğü ile tüm bu örgütlerin işbirliği esasları belirlenmiş olup, bir de yetkili koordinatörlük tesis edilmiştir. Almanya'nın Federal İstihbarat Servisi olan BND (Bundesnachrichtendienst), doğrudan Başbakanlık’a bağlıdır ve Almanya dışı Espiyonaj, K/Espiyonaj faaliyetlerini yürütmekle yükümlüdür. BND, Almanya'nın dış ülkelerdeki güç ve imajı ile doğru orantılı kadroya, ekipmana ve bütçeye sahip prestijli bir istihbarat servisidir. II. Dünya Savaşı sonrasında C.I.A. tarafından yeniden yapılandırılan BND, özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya'ya karşı faaliyet gösterdiği "Soğuk Savaş" döneminde, 7.600 personele sahip, anti-komünist karakterde ancak Almanya'nın kısmen müttefik işgali altında bulunması nedeniyle bağımlı bir statüye sahiptir. A.B.D. tarafından Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyelerine yönelik espiyonaj-ajitasyon-propaganda amacıyla Alman topraklarında konuşlandırılan "Hür Avrupa Radyosu", "Özgürlük Radyosu", "Sovyetler Birliği'ni Öğrenme Enstitüsü" gibi kuruluşlar, BND için deneyim kazanılan "staj yeri" olarak önem taşımıştır. Bugün, çok iyi yetişmiş 6.300 kadrolu personele ve mükemmel ötesi teknolojik olanaklara sahip bulunmaktadır. 2000'li yıllarda personel sayısını 4.500'e çekmeyi planlayan BND'nin Almanya dışında 1500 kadrolu personeli mevcuttur. Personelinin yaklaşık 1/10'unu askeri istihbaratçılar oluşturmaktadır (askeri haber alma, izleme, ANBw-AFMBw ve MAD ile koordinasyonu sağlamak üzere). Toplam kadrolu personelinin yarısına yakın sözleşmeli personel de çalıştıran BND'nin merkezi Münih - Pullach'tadır. Batılı istihbarat servislerinin yanı sıra ve onlardan farklı olarak, İran, Irak, Libya ve Çin Halk Cumhuriyeti istihbarat servisleri ile de ikili istihbarat antlaşmalarına (eğitim ve bilgi değişimi dahil) taraf olarak büyük güç ve etkinlik kazanan BND, dünyanın hemen her tarafındaki istasyonlarından online olarak gelen durum raporlarını, değerlendirme ile birlikte, GÜNDE 2 KEZ, Başbakanlık, Dışişleri, İçişleri ve diğer ilgili departmanlara iletmekle yükümlüdür. BND, Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar, gerek bu ülkede ve gerekse Doğu Almanya'da, Romanya'da, Yugoslavya'da, Polonya'da, Türkiye'de ağırlıklı espiyonaj faaliyetleri gösterirken; Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra faaliyetlerini globalleştirmiştir. Ancak, bölgesel faaliyetlere de özel bir önem verilmiştir. Doğu Almanya'nın koparılması ve iki Almanya'nın birleştirilmesi; Slovenya'nın ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını ilân etmesi; Arnavutluk, Bosna ve Kosova'daki gelişmeler, Türkiye’deki etnik ve dinsel ayrılıkların derinleştirilmesi, BND'nin rüştünü ispat ettiği bölgesel faaliyetler kapsamındadır. BND, ayrıca, Belçika sınırındaki Hoefen'de çok iyi kamufle edilmiş bir telekomünikasyon istasyonu çalıştırmaktadır. Ayrıca, telekomünikasyon istatistikleri için özel bir birim oluşturmuştur. BND'nin toplanan tüm verileri kaydettiği yüksek kapasiteli ve çok gelişmiş bir bilgisayar sistemi bulunmaktadır. BND, müttefiki olmasına rağmen, A.B.D'yi ve tüm Atlantik ötesini izleyen güçlü bir istasyonu, Schleswig-Holstein'in batı kıyısında tesis ile işletmektedir. Bu tesis, A.B.D'nin tüm dünyadaki telefon, faks, e-mail dahil elektronik haberleşmeyi ve elektronik arşiv belgelerini -hem de gizli belgelerin şifrelerini çözerek- izleyen ve bu doğrultuda sürekli kendini geliştiren "Echelon ağı"nı kullanan Ulusal Güvenlik Ajansı'na (NSA) muadil olarak inşa edilmiştir. İngiltere'nin AB ülkesi olmasına rağmen NSA'ya lojistik destek vermesinden rahatsız olan Almanya, benzeri bir istasyonun Fransa'da da kurulması için bu ülkeye telkinin yanı sıra, teknik yardımda da bulunmaktadır. Yine Schleswig-Holstein'deki Husom'da bir bilgi toplama merkezi ve arşivi yer almaktadır. Aynı şekilde, Alman diplomatların yanı sıra, Federal Hükûmet’ten maaş alarak yurt dışında görevlendirilen görevlilerin tümü, BND "hizmet içi akademisinde" gidecekleri ülke ile ilgili eğitime tabi tutulmaktadır. Ayrıca, Almanya'nın yurt dışındaki sefaretlerinde görev yapan genellikle 2., 3. ve 4. sekreterlerin; ataşelerin ve müsteşarların tamamının, hedef ülkelerde ise Büyükelçilerin de BND'nin kadrolu-bağlantılı elemanları arasından atanmasına dikkat edilmektedir. 1970'li yıllardan bu yana Türkiye'de görev yapan Alman Büyükelçileri’nin tamamının bağlantılı BND elemanı oldukları; Türkiye'de görev yapan Alman gazetecilerin ise doğrudan sözleşmeli BND elemanı oldukları kaydedilmektedir. BND, kuruluşu ve tüm kadrosu itibariyle ırkçı eski-yeni Nazilerden oluşmaktadır. Zamanın Almanya Başbakanı Konrad Adenauer’in, BND’nin başına, Hitler’in Doğu Cephesi İstihbarat Şefi General Reinhard Gehlen’i getirmesi ile başlayan ırkçı gelenek, bugün de ödünsüz sürdürülmektedir. Örneğin, en son atanan Almanya Büyükelçisi Dr. Rudolf Schmidt, daha Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem'i ziyaret bile etmeden, -tabiri caizse- ayağının tozu ile, 21 Mart 2000'de, sözde Kürdistan Devleti'nin lideri Barzani'nin temsilcisi tarafından Ankara'da verilen skandal resepsiyona katılmıştır. Aynı diplomatik nezaketsizlik, hiç şüphesiz Rusya Federasyonu, A.B.D, İngiltere, İsveç dahil pek çok ülke için de söz konusudur. İstihbaratçı diplomatlara en tipik bir örnek olarak, görev süresi içinde HADEP yöneticileri ile sıkı ilişkileriyle dikkat çeken ve Şubat 2000'in son haftasında Türkiye'deki görevi sona eren Fransa'nın Ankara'daki Büyükelçisi Jean Claude Cosserand, doğrudan Fransa İstihbarat Örgütü Başkanlığı'na getirilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Dr. Necip Hablemitoglu, “Türkiye (M.İ.T) ve Almanya (B.N.D/BfV) Arasındaki Yüzyıllık Güç Kavgası”, http://www.hablemitoglu.cjb.net
Bu vakıflar arasında Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı özellikle dikkat çekenleridir. Ayrıca, Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü de mutlaka izlenmesi gereken Alman merkezleri arasındadır. Alman “derin devletini” en iyi tanıyan Türk akademisyenlerinden Dr. Yavuz Dedegil, BND ve Alman vakıfları arasındaki organik ilişkiyi şu cümlelerle değerlendirmektedir: “Eyaletler ve özellikle federal düzeyde ise, kamuoyunu yönlendirme daha büyük boyutlardadır. Prof.Dr. Schmith-Eenboom, Undercover isimli kitabında, bütün Alman medyası ile devlet istihbarat teşkilâtı arasındaki geniş ilişkileri sıralamıştır. Alman İstihbarat Teşkilâtı (BND), medya içinde doğrudan elemanlara sahip olduğu gibi, ‘Dpa’ veya ‘Reuter’ gibi enternasyonal çalışan haber ajansları ile organik bağlar içindedir. İstihbarat teşkilâtı kendi içinde ‘haber fabrikaları’ kurmuştur ve istediği haberleri değiştirmekte veya kendisi üretmektedir. Bu meyanda Alman siyasi partilerinin ‘kendi vakıflarının’ da, birinci derecede federal yönetim tarafından finanse edildiği ve devletin ‘sivil toplum örgütlerini’ oluşturdukları da bilinmelidir”. (Dr. Dedegil’in Ankara’da 16-17 Aralık 2000’de gerçekleştirilen “AB ve Türkiye Sempozyumu”na sunduğu “Almanya’da Kamuoyu Oluşumu ve Yabancılaşma” başlıklı tebliğden.)
Türkiye, Vakıflar mevzuatının kesinlikle izin vermemesine rağmen, gelmiş geçmiş hükûmetlerin siyasal irade ve kararlılık gösterememeleri nedeniyle, Alman vakıflarının espiyonaj ve ajitasyon faaliyetlerine göz yummak konumundadır. Aynı şekilde, Alman ya da ABD vakıf ya da resmi kurumları ile birebir parasal ilişki ve işbirliği içinde olan Türk dernek ve vakıflarının da yerine getirmeleri gereken zorunlu prosedürlere uymadıkları bilinmektedir. Siyasal irade ve kararlılık yokluğu, yabancı istihbaratçıları ve yerli işbirlikçilerini giderek pervasızlaştırmaktadır: Tam bağımsızlık kavramının içi boşaltılırken, ulusal egemenlik ilkesi ise, giderek Berlin’e veya Washington’a ya da Brüksel’e koşulsuz teslimiyet ilkesine dönüştürülmektedir. Yabancı vakıfların ve yerli işbirlikçileri küreselleşmeci NGO’ların yarattığı bu rahatsızlık, 8. Beş Yıllık Plan’da da ifadesini bulmuştur; ancak nedense gereği bir türlü yapılmamaktadır. Sorumlulardan eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, sadece bir tek girişimde bulunmuştur; o da yabancı istihbarat servisi elemanlarına ya da sahte NGO’larına değil, şahsıma. Konuyla ilgili bir makalemden dolayı 25.000.000.000 TL manevi tazminat davası açarken, Basın Savcılığı vasıtasıyla da İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmamı sağlamıştır. (Dava konusu makale için bkz. Dr. Necip Hablemitoğlu, “Etki Ajanları-Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar Raporu”, Yeni Hayat, 6:70, Ağustos 2000, s. 13-29. Ayrıca internet üzerinden bkz. http://www.hablemitoglu.cjb.net)
1990’lı yılların başında, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin oluşumu için faaliyet gösteren sözde “insani yardım” amaçlı NGO’ların sayısı 100’ü geçmekteydi (Zaho, Duhok, Erbil, Süleymaniye vd.). Birleşmiş Milletlerin ve AB’nin insani yardımları, Kızılhaç üzerinden değil de, söz konusu NGO’lar üzerinden ulaştırılmaktaydı. Çatışmaların şiddetlenmesiyle, bütün bu NGO’lar sessizce bölgeden çekilirken, bölgede en güçlü kadroya sahip olan CIA de, söz konusu elemanlarının dışında, yaklaşık 7.500 yerli ajanını Türkiye üzerinden bir operasyon gerçekleştirerek Guam adasına nakletmiştir. Halen Batılı istihbarat servislerinin sevk ve yönetimindeki bu NGO’ların büyük bölümü tekrar geri dönerek “insani yardım” faaliyetlerini sürdürmeye başlamışlardır. Konunun en acı olan tarafı, bu NGO’ların iç yüzlerinin bilinmesine rağmen, bir tek istihbaratçıya yönelik bir tek saldırı bile söz konusu olmazken; Türk Kızılay’ının görevlileri, peşmergelerin vahşi saldırısına uğramıştır. Türk Kızılay’ının bu bölgede “insani yardım” faaliyeti göstermesini istemeyen söz konusu NGO’lar, işkence ile vahşice öldürülen Türk Kızılay’ının mensupları için en küçük tepki göstermemişlerdir.
Örnek oluşturacak tipik bir haber: “Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau, dün insan hakları örgütleri ile bir toplantı yaptı. Toplantıya, Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, TİHV Genel Başkanı Yavuz Önen, ÇHD Gn. Başkanı Ali Ersin Gür, TİHAK Başkanı Nevzat Helvacı, Avukat Yusuf Alataş ve İnsan Hakları Eğitimi Ulusal Komitesi Başkanı Prof.Dr. İonna Kuçuradi katıldı. Türkiye’deki insan hakları, düşünce özgürlüğü, idam cezasının kaldırılması, demokratikleşme, yargı reformu ve işkence konularının gündeme geldiği toplantıda Alman Cumhurbaşkanı Rau, insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı M. Ali İrtemçelik’in geçtiğimiz yıl Kasım ayında NGO’larla yaptığı toplantının devamının gelip gelmediğini sordu. Türkiye’de NGO’larla siyasi irade arasında bir kopukluk olduğu ve NGO’ların düşüncelerinin kaale alınmadığı tespitini yapan Rau’nun, ‘siyasi iradenin NGO’ların düşüncelerini dikkate alması gerekir’ dediği belirtildi. Türkiye’deki insan hakları sorunlarının çözümlenmesinde asıl görevin Türkiye’nin iç kamuoyuna düştüğünü belirten Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, bu bağlamda DIŞ DİNAMİKLERİN de önemli olduğunu kaydetti. Ensaroğlu, AB üyesi ülkelerin, Türkiye’nin insan hakları ihlallerine ilkeli ve KUŞATICI yaklaşmalarını, seçici davranmamalarını, insan haklarının uluslararası çıkarlara feda edilmemesini istedi. İnsan hakları alanındaki adımlarda ulusal ve uluslararası demokratik kamuoyuna güvendiklerini belirten İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül ise, bu faktörün insan hakları standardının gelişmesinin önünü açacağını ifade etti”

 
    
abcd
(no login)

Sayın Oktay ,verdiğin bilgilere teşekkürler...

December 19 2002, 12:15 PM 

www.hablemitoglu.cjb.net te bilgiler silinmiş,yalnız ırk'çı yazılara rastladım.Verdiğin bilgiler için tekrar teşekkürler...
 
    

(no login)

saldırıları kınayalım

December 19 2002, 7:54 PM 

bu forumda yazan ateist,inançlı ya da her kim olursa olsun saldırıyı kınayan yazıları görmek isterdim...
 
    

(Login materyalist_manyak)

Şiddet yanlısı olmak...

December 19 2002, 8:10 PM 

Şiddet çözseydi olayları hepimiz kesseydik birbirimizi vursaydık azını açanı. Yakışmıyor homosapiens'e ...

Böylemi savunacaklar yaratıcılarını. Yazık . Başımız sağolsun.

 
    
abcd
(no login)

Amerika ve Almanya,fransa, İslami Devlet olmamıza karar kılmışlar...

December 19 2002, 8:41 PM 

Amerika ve batı dünyası; 11 Eylül saldırısından hiç ders çıkartmadı,İslami teşkilatlara maddi desteğini kesmedi.Fettullah gülenin Dünya'nın çeşitli ülkelerinde,gençleri radikal islamlaştırma planı devam ediyor.Amerikan dolarlarıyla Öğretim üyeleri aylık alıyor.Giderler karşılanıyor...Laik'liğe sahip çıkması gereken partinin Başkanı Deniz Baykal ,seçmenlerinden az Laik'liğe sahip çıkıyor.Nasıl zamanla Laik'liğin kaldırılacağı planlarını Tayyip'e anlatıyor,acele etmeyin beraber Laik'liği kaldırırız,yollu çalışmalar yapıyor.Laikliğine sahip çıkanlar öldürülüyor.İkinci Cumhuriyetciler ,Dinciler sevinç çığlığı atıyorlar.Sabun yüzü görmemiş Mehmet Altan'lar .Bu ölümlere en fazla sevinenler.Timsah gözyaşlarını döker ek dahi daha kınadığını görmedik.Nasıl bu kadar Türkiye Cumhuriyetine düşman oldular.Türkiue'nin aleyhine olan her hareketi destekliyorlar...
 
    
ali oktay
(no login)

Re: Hablemitoğlu kimdir?

December 19 2002, 8:55 PM 

sn Hablemitoğlu Uğur Mumcunun boşluğunu dolduran bir bilim adamı bir yurtseverdi.Karanlık güler bu yurtseverleri tek tek vurarak tüketebileceklerini sanıyorlar.ama tümden başarısız olduklarını da söyleyemeyiz.Bu tür yurtseverler oldukça güç yetişmektedir.parayı pulu bir yana itip bedenlerini de siper ederek çalışmaktadırlar.Uğur Mumcu gibi sn Hablemitoğlu da koruma istememiş göğsünü vatanı için siper etmiştir.Yunanlılarla ve Rumlarla gizli pazarlıklar yapanların iktidarda olduğu bir dönemde Hablemitoğlunun duruşmalara sayılı günler kalmışken vurulması çok anlamlıdır.ATaner Kışlalı gibi Hablemitoğluda kalleşçe vurulmuştur.Vatanın altını oymak isteyenler kendilerine doğru hedef seçmektedirler.bu vatanın tek bekçilerinin kimler olduğu böylece açığa çıkmıştır.bu yurtseverler karşısında korkuya kapılan böcekler onları yoketme hayalleri kurarak AB nin kapısında jurnalcilik yapmaktadırlar.


 
    

(no login)

koruma istediğini söylüyor?

December 19 2002, 9:07 PM 

Değerli Ali Oktay
Hablemitoğlu ile ilgili olarak Hulki Cevizoğlu bugün CNN Türk kanalında birtakım acıklamalarda bulundu.Belki rastalmışsınızdır;birkaç ay önce Alman vakıfları ile ilgili Cevizoğlunun konuğu hablemitoğlu idi.
Hulki cevizoğlu koruma ile ilgili kendisine soru yöneltmiş ve sorunun yanıtı ilginç.."resmi makamlardan koruma istedim"..ancak gelen yanıt çok ilginç; "ee kardeşim sen de yazdıklarına biraz dikkat et!"..Devlet tarafından koruma konusundaki yaklaşım bu...yorum sizin ...

 
    
ali oktay
(no login)

sevgili agnostik

December 20 2002, 4:55 PM 

emniyet güçleri canınızı emanet edebileceğiniz denli güvenli bir kurum değil.hala tarikatların egemenliği altında,hatta tarikatlara bile rahmat okutacak karanlık ilişkileri olan çağımızın "yeniçeri ocağı"dır.bu kurumdaki pislikler temizlenmeden onların korumasına falan da güven olmaz.Kaldıki Mumcu ,Kışlalı,Hablemitroğlu gibi önemli kişilerin kendileri istemeselerde korunmaları gerekir.oysa bizler milletvekili seçilen dünkü taşra müteahhidini otomatik olarak koruma altına alıyoruz.
Malesef tv seyretmiyorum.bu yüzden sözünü ettiğiniz yayınları izlemedim.


 
    
ali oktay
(no login)

Hablemitoğlunu kim neden öldürdü?

December 22 2002, 12:27 AM 

Bu cinayet Uğur Mumcu,A.T Kışlalı cinayetlerinde olduğu gibi bu cinayet de Hizbullah mizbullah işi değil.

Üstelik Hablemitoğlu diğer aydınlardan çok daha ılımlı,siyasal bir keskin çizgisi olmayan ve her kesimle diyaloğu olan bir aydın.
Müslümanların(laiklik karşıtı da olsalar)bu cinayetten bir çıkarları olamaz.hele henüz umutların tükenmediği son siyasal atmosferde.


Hablemitoğlu kamuoyunda çok iyi tanınmayan bir akademisyen,üstelik bu yurtseverin en önemli araştırmalarından birisi Sovyet rusyadaki Müslüman Türk azınlıkların durumunu ilk kez bilimsel olarak inceleyen ve bu yapıtı Müslüman camiada çok önemli bir kaynak kabul edilen araştırmacı bir bilim adamı.

Terörizmin amacı toplumda kaos yaratmak halkı umutsuzluğa düşürmek böylece ülkenin atmosferini bozmak,kirletmek ve bu ortamdan yararlanmaktır.

Hablemitoğlunun öldürülmesi,son yirmi yıldanberi siyasal çalkantılar ve ekonomik iflastan sonra halkın moralini çok ta etkileyecek bir cinayet değildir.evet Hablemitoğlu çok çok değerli bir bilim adamı ve yurtseverdir ama ekonomik cendere altında iyice ezilen halkın yıllardır kendi acıları için döktükleri göz yaşı tükenmiştir.cenazenin gömüldüğü gün unutulacaktır.

Peki neden işlenmiştir bu cinayet?

Bu cinayet daha önceki yurtseverlerin öldürülmeleri ile aynı nedene dayanmaktadır.

Uğur Mumcu öldürüldüğünde emniyet hemen dikkatleri şeriatçılara çevirmiş ve doğrusu hepimizi de bu konuda yönlendirmişti.oysa doğru değildi.Uğur Mumcunun yada başka bir atatürkçünün öldürülmesi şeriatın gelmesini ne hızlandırır nede Atatürkçüleri pes ettirirdi.Hizbullah yada iran bunu bilemeyecek kadar salak değildir.bilakis saflar daha da sıklaştırılarak kendi eylem alanlarını daraltır ve şeriatın gelmesini daha da zorlaştırırdı.

Siyasal cinayetlerde Atatürkçülükleri ile tanınan aydınların seçilmeleri aslında herşeyi açıklayan bir durumdur.amaç kurukuruya terörizm olsaydı bu toplumun her kesimini üzecek hedefler seçilirdi.

anlaşılan o dur ki mesaj verilen yer bellidir.

ulusal güçler.

Kimlerdir ulusal güçler?

Ordu ve Atatürkçüler.

peki Ordu ve Atatürkçüler üzerinden hedeflenen nedir?

Atatürk ve onun eseri olan Ulusal Devlet.Atatürk yaşamadığı için Atatürkçüler,Ulusal Devletin biricik gücü olan Ordu.

peki bu periodik cinayetlerle ne elde edilmek isteniyor?

Biraz geriye dönelim.ABD Irak a savaş ilan ettiği dönem,Irağı bıçak gibi ikiye bölmüş ve kuzey ırağı Kürtlerin rahatca at oynatacakları bir alan haline getirmişti.ve bu operasyondan sonra PKK saldırıları daha da yoğunlaşmıştı bu durumdan rahatsız olan JGK Eşref Bitlis ABD ye karşı tavır almış ve anında iç düşmanların yardımı ile yok edilmişti.Koskoca Türkiye bu olaylara uzun süre uyanamamıştı.ABD bize bir dayatmayı kabul ettirmek istediği zaman önemli bir cinayete imza atıyor ve şeriat umacısı ile bizi oyalarken kendisi istediği gibi planlarını işletiyordu.28 şubat kararları her ne kadar iç politik bir manevra gibi görünsede aslında ABD ye verilmiş bir mesajdır.ve o kararlar içinde olan "Türkiye artık bölgede etkin rol oynayacaktır" maddesi çok önemlidir.Düpe düz ABD ye kafa tutan bir maddedir.

Şu günlerde Türkiyenin önünde üç önemli sorun bulunmaktadır.
1-Kıbrıs sorunu
2-AB üyeliği
3-Irak savaşı

bu üç madde içinde sadece üçüncü madde ABD için çok ama çok önemlidir.ama Türkiye eskiden olduğu gibi ABD ye emret komutanım dememektedir.bir sürü koşul öne sürmekte,milyarlarca dolar talep etmekte,hatta kuzey ırağa girmek istemektedir.yani ABD nin canını sıkmak için elinden geleni yapmaktadır.
işte bu noktada ABD bu tür cinayetleri yürürlüğe sokarak Türkiyeye mesaj vermekte ve seninde sonun böyle olur demektedir.
Hablemitoğlunun zenle seçilmiş bir hedef olması çok önemlidir.
hem mesajı doğru adrese iletmektedir.
hem çok yönlü hedefleri olan bir aydındır.böylece hedef saptırmak kolay olacaktır.
cinayeti aBD nin emniyet içindeki uzantıları işlemiştir.Tıpkı diğer cinayetlerde olduğu gibi.

Alman vakıfları falan filan cinayetten yararlanacak durumda değildirler.çünki Hablemitoğlu bu güne kadarki duruşmalarda söyleyeceğini söylemiş tüm kanıtları sunmuştur.onun yokluğu durumu çok değiştirmeyecektir.

A.T.Kışlalının bu tür ilşkileri olmamasına rağmen öldürülmüştür.o da mesajı iyi iletecek bir hedeftir bu yüzden seçilmiştir.
yakında devlet bu oyunun karşı hamlesini Irak sorununda oynayacaktır.
hep birlikte izleyeceğiz.

Türkiye bizlerin sandığı gibi sıradan bir ülke değildir.

Dünyanın enbüyük 20 ekonomisinden birisidir.
Dünyanın 6. büyük ordusuna sahiptir.

ve Türkiye artık çok etkili Roketler üreten vurucu bir ülkedir.Toros roketleri elektronik devrelerine varıncaya kadar %100 TM dır.



 
    
ali ktay
(no login)

ipler geriliyor.

December 22 2002, 11:53 AM 

Hükümet daha işe başlamadan "acil eylem planı"ndan söz ediyordu ne oldu ? neden rafa kaldırıldı?hani dokunulmazlık sorunu neden ertelendi? teklif bile vermediler.
İMF ye aynen devam...
eski ekonomik kararlar aynen devam..
yeni yeni zamlar aynen devam..
ücretlere zamlar İMF nin izin verdiği ölçüde..

peki ne değişecek?

biz seçimi neden yaptık?

seçim sonrası zil takıp oynayan palyaçolar yanıtlamalıdır.

ama hükümete haksızlık etmeyelim,"acil" olarak verdikleri bir önergede "el Ezher" adlı mahalle mektebinin denkliğini tanımak için ve buradan diploma alanların yerli üniversitelerde görevalabilmeleri için bastırıyorlar.şimdi anladınız mı Türkiyenin "acil"sorunları nelermiş?Dünyada bırakın üniversiteleri hiçbir yüksek okulun denk görmediği bir "mektep"i denkleştirmeye çalışıyorlar.üstelik bu mektep bir "şeriat"mektebi.

Başta yök olmak üzere öğretim üyeleri derneklerinin yayınladıkları bildirilerde Türkiyenin asla Vahabilere teslim edilmeyeceği kararlı bir şekilde deklere edildi.

ertsi gün sayın Gül acilen yanıt vererek Türkiyede köklü değişimler yapılacağını ve üniversitelerinde bundan nasibi alacağını söyledi.

Yapabilirler mi?

asla !

Bir kaç yıldan beri,anarşiden ve toplumsal gerilimden uzak yaşayan Türkiyenin sinirleri yeniden gerilecek.yine bir takım insanlar örgütlenerek sokaklara dökülecekler.yeni canlar alınacak.

Hükümet kaşınıyor.

Hükümeti kaşıyacak araçlar başkalarının elinde.Bunlar isterlerse kaşırlar isterlerse kaşıdıktan sonra masaj bile geçerler.

Bir anda açlıklar feryatlar unutuldu.ne oldu bu halka? açlığını neden unuttu? esnaf neden başbakanlık önünde yazarkasa eylemi yapmıyor? esnafa kredi mi dağıtıldı?bizim mi haberimiz yok? memurlara zam mı yapıldı?ihracat mıpatladı?

Bir ay boyunca halk yararına alınmış en ufak br karar yokken,ve en önemli vaad olan acil eylem planı rafa kaldırılmışken bu millet kuzu kuzu beklemekte.

neyi?

el Ezherin denkliğini.

oysa kerhen başbakan İrecebin s..i, t..ğına denk kıçıyla trampet çalmakta.umurunda mı Dünya..


 
    
Babilli
(no login)

Hablemitoglu

December 23 2002, 6:53 PM 


Evet,

Türkcü Hablemitoglunun ve düşüncelerinin %95 arkasındayız.

Eşref bitlisin helikopterine saldıran F 16 savaş uçaklarının sahibi ülke ,hem Eşref Bitlisi,hem Ugur mumcuyu ,hemde Hablemitoglunu öldürtmüştür.Veya aynı çukura işeyen diyer ülkelerden biri .

Ümmetcilerin bu haltı yıyeceklerine pek inanamıyorum.

Öyle olsaydı,katiller beklenmeden açıklanırdı.

Turkiye hainlerin eline geçeli çok oluyor.Hükümetler bile bu hainlerle baş edememektedirler.

Amerikalılar tarafından düşürülen helikoptere,motoru dondogundan düşmüştür diyenler yetkililer vardır ve etkililer vardır.

Peki Eşref Bitlisin helikopterine iki F 16 iki kere dalış yapıp helikopterin motorunu ekzos gazlarıyla neden durdurmak istediler.
Bu uçaklar Amerikan uçaklarıydı.
Bu bilgi Türkiye gazatası köşe yazarının yazısından alınmıştır.

Gerçek deyilse, bu şüphelere bizi gark edenler utansın.

Hükümetler devletmi yoksa kabilemi idare ediyorlar?

Babilli Türkmenoglu

 
    
ali oktay
(no login)

Hablemitoğlunun katilleri ve iki anı.

December 23 2002, 9:52 PM 

Hablemitoğlunun ölüm emrini verenler ister ABD olsun ister Alman gizli örgütü olsun,katilleri malesef Türk.
tıpkı diğer aydınların katledilmelerinde olduğu gibi.
Uğur Mumcunu katillerinin araştırıldığında öne sürülen yabancılar tamamen olayı saptırmaya ve karmaşıklaştırmaya yönelik manuplasyonlardı.vurulduğu yerden on onbeş metre ötedeki polis kulübesindeki polis olayı nasıl olduysa görmemişti.ve olay mahalli anında çöpçüler ve polislerle doldurulup tüm kanıtlar yok edilmişti.

Hablemitoğlu suikastinde de aynı senaryoyu işlettiler.güpegündüz elleri telsizli katiller evin etrafını tavaf ediyor ama hassas bölge olan bu semtte hiçbir ekibin dikkatini çekmiyor.üstelik telsiz iletişimi de nasılsa duyulmuyor.Yabancı suikastçiler bu kadar rahat hareket edemezler göze batarlar.Emniyetin içinde katil bir gurup var.bunlar belki para karşılığı belki de zorunlu olarak işliyorlar bu cinayetleri.Mehmet Ağar, İbrahim Şahin,Korkut Eken,Mehmet Eymür gibi isimler bu seri katilleri biliyorlardır eminim.

Ben Ankaradayken rastlantı olrak böyle bir operasyona tanık olmuştum.illegal sayılan bir siyasal partinin genel merkezine çok güçlü patlayıcı yerleştirilmiş ve genel merkez yok edilmşti.evim buraya çok yakındı,eve giderken bu merkezin önünden geçmek zorundaydım.yine böyle bir gün giderken genel merkezin karşı kaldırımında bir adamın kuşkulu hareketleri dikkatimi çekmişti.çaktırmadan karşı kaldırıma geçip bir vitrinin camından izlemiştim.orta yalı pardesülü biri elinde kıvrılmış gazetenin içine gizlediği telsizle çaktırmadan konuşuyor ileri geri volta atıyor ve göz ucuyla genel merkezi gözaltında tutuyordu.bir süre izledikten sonra çekip gittim.eve vardığımda üç dakika geçmemişti ki ayaklarımı yerden kesen bir patlama oldu.anında jeton düştü.hemen geri döndüğümde Ankaranın en kalabalık caddelerinden birinde büyük bir apartmanın üçüncü katındaki parti genel merkezinden dumanlar yükseliyordu.Asansör boşluğuna bomba yerleştirilmiş ve patlatılmıştı.amaç asansöre binecek hedefleri yok etmekti anlaşılan. ertesi gün basından öğrendiğime göre partiye girip çıkan sıradan insanlar yaralanmışlardı.ama genel merkez tabi kapandı.başka yerde açıldı.Benim dikkatimi çeken adamın rahat ve umursamaz tavırlarıydı.demekki içerideki arkadaşlarıyla talimatlaşıyordu.Bu olay bende çok iz bıraktı.ve daha dikkatli olmayı öğrendim.O zamanlar evim bu olayın geçtiği yerin az ötesinde (100-120 mt)tam kavşakta yüksek bir binanın teras katıydı.Bir yaz günü çok erken kalktım sanırım sabahın dördü yada beşiydi.tam karşı kaldırımdaki gece kulübü dağılıyordu gece kulübünün önünde çok kısa aralıklarla sivil polis minibusleri gelip gidince haraç aldıklarını anladım ve eşşekce bir merakla içeriden kameramı (V8) getirip dürbün niyetine zoom yaptım.gerçekten de para alışverişi oluyordu. o araba gidince bir mini bus daha geldi ben de kameramı elime alıp birazda geriye kaçarak parmaklıkların arasından plakasına zoom yaptım ama o da ne parayı alan sivil plosle bir anda göz göze geldik.adam bir anda dondu kaldı ve içeridekilere birşeyler söyledi.o anda dizlerimin bağı çözüldü ne yapacağımı bilemedim.yalnız yaşadığım için korkmuştum doğrusu.yukarıya çıkıp iki el sıkıp gidebilirlerdi.saniyeler içinde kendimi toparladım ve sindiğim pozisyonu değiştirp dimdik bir pozisyon aldım ve parmaklıklara iyice yaslanarak açıktan kayıt yapmaya başladım. ve arada bir kamerayı indirip çatık kaşlarımla kafamı tehditkar bir şekilde sallıyordum.hani insan korkunca itleşir ya.işte öyle.adamlar bu tavrım karşısında apartopar uzaklaştılar ama siz gelin bana sorun.ne o gün nede onu takip eden bir kaç gün korkumdan hiç eve gitmek istemedi canım.bu kayıtların aceleden bir kopyasını çıkarıp postayla yeğenime gönderdim.yeğenim önemli bir tv kanalında spiker.bana bir kaç ay içinde bir şey olursa bu filmleri çoğalt ve şu şu adreslere ulaştır dedim.ama zaman geçince korkumun yersiz olduğunu anladım.çünki alenen kayıt yapmakla adamları çok korkutmuştum.hatta uzun süredir izlendiklerini bile düşünmüşlerdir.belkide emniyetçe izlendiklerini bile düşünmüşlerdir.ondan sonra ki günlerde bu kulüplere hiçbir araç yanaçmadı.haraçtan kurtulmuşlardı.(belki)ama doğrusu bu işe bulaşmak istemezdim.yani sazan gibi yakalanmak değilde gizli bir şekilde birkaç gün kayıt yapmayı planlayabilirdim.olmadı.Bu filmler hala duruyor.yeğenim Uğur Dündara sözetmiş Dündar keşke bir kaçgün üst üste kayıt yaptıktan sonra bize haber verseydiniz demiş ama doğrusu inanmadım emniyetle takışacağını hiç sanmam.

 
    
utarid
(no login)

Kimsenin bilmediği Hablemitoğlu

December 24 2002, 1:13 AM 

(Asagıdaki yazi fehmi Koru'nun 23-12-2002 tarihli Yeni Safak Gazetesindeki yazisindan alınmıstir. İlginc bulduğum için sizlere de kopyaladim.)

Her insan değerlidir, ölen/öldürülen her insanın ardından yanarım; ama ölümünün ardından öğrendiklerim yüzünden Necip Hablemitoğlu'nun kaybına daha fazla yanıyorum. Böyle bir insanın hayatına kast edenler bir gün mutlaka utanacaklar...

Şaşırdığınızı biliyorum, o halde siz de şaşırın: Cenazenin hemen arkasında duran ve tabutu ilk yüklenen temiz beyaz sakallı yaşlıca adam var ya, onun adı Adem Hablemitoğlu... O temiz yüzlü kişi uğursuz bir siyasi cinayete kurban giden Necip Hablemitoğlu'nun babası... Adem Hablemitoğlu hâfızmış; Bulgaristan medreselerinde Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna ezbere okuyacak dinî eğitim almış...

Hayatı bu kadar çelişkiler içinde bir insan az bulunur. Yola çıktığında babasını üzmeyecek bir çizgi izlediğine hiç kuşku yok Necip Hablemitoğlu'nun... Ankara Üniversitesi Atatürk İnkılabı Enstitüsü'nde doktora çalışmalarını yürütürken, kendisiyle aynı dersleri alan bazı üniformalı öğrencilerle ters düştüğü biliniyor. Tempo dergisi, o sıralarda, Enstitü'nün hakkı olmayan kişilere 'doktor' pâyesi dağıttığı yayını yapmıştı. O kişiler, meğer, o yayını Hablemitoğlu'ndan bilirlermiş...

Kendisini tanıyan biri, "Ayağına bastığı pek çok kişi oldu o dönemde" dedi bana. Bazı çevrelerin uygun gördüğü "MHP'li" sıfatına ters düşüyor dostumun anlattıkları... Doktora yaptığı Enstitü'nün başkanı ve öğretim üyeleri "MHP'li" bilinen kişilermiş; kendilerini mahkemeye düşüren 'sahte diploma' olayından sorumlu bildikleri Hablemitoğlu hakkında hiç de iyi düşünmezlermiş... Aynı dost, "Adının önüne 'Doç. Dr.' unvanı konulmasını anlayamıyorum; yıllardır 'yardımcı doçent' kadrosundan yukarıya çıkmasına geçit verilmedi çünkü" dedi bana...

Kendisi gibi 'Yrd. Doç. Dr.' unvanında çakılı kalmış biri, gazetelere, "Hablemitoğlu, bana, yakında MİT müsteşarı olacağını anlattı" açıklamasında bulundu. İktidarda Ak Parti'nin bulunduğunu düşünür, Necip Hablemitoğlu adıyla bu söyleneni bağdaştıramazsınız... 'Patlak Ampul' adıyla çıkan Ak Parti aleyhtarı bir kitaba önsöz yazan birini, diğer bütün şartları tutsa bile, Ak Parti neden MİT müsteşarı yapsın ki?.. Pek akla uygun olmayan bir iddia bu.

O halde, size, "Necip Hablemitoğlu, çok uzak olmayan bir süre önce, Başbakan Abdullah Gül'le görüştü" desem ne düşünürsünüz? 'Patlak Ampul' kitabına önsöz yazan birinin, Ak Partili başbakanla görüşmesi ve ardından "MİT müsteşarı olacağım" bilgisini arkadaşlarıyla paylaşması gerçekten ilginç. Başbakan Gül, "Görüştük, ama aramızda kendisini MİT müsteşarlığına getirme yönünde en ufak bir ima bile söz konusu olmadı" diyor.

Belli ki, ruhunda fırtınalar kopan, çok yönlü bir kişiymiş Necip Hablemitoğlu... "Kabı kabına sığmaz" denen tipler vardır ya, işte onlardan... Günün belli bir bölümünde bir öğretim üyesi iken, geri kalan bölümde şifreler çözmeye uğraşan, Türkiye aleyhine faaliyetlerin peşinde, nüfuz ajanlarının foyasını meydana çıkarmaya azimli bir 'dedektif'...

Ara sıra gözümün takıldığı televizyon programlarında, kendisine biçtiği iki rolün birbirine karıştığını fark ettiğim de oldu. Bir öğretim üyesi ağırlığı beklenirken dedektif imiş gibi çözümlemeler yaptığını, dedektif kuşkuculuğuyla bakması gereken konulara nesnel yaklaştığını gördüm. Hiç beklemediği bir açıklamasıyla karşılaşan yanındaki bayanın hayreti gözümün önünden hiç gitmez...

Kamuoyu, Necip Hablemitoğlu'nu, 'babası hâfız' bir kişi kimliğiyle tanımadı; haberci bir yakınım, "Gagavuz asıllı, Hırıstiyanmış galiba" diyordu... Atatürk İnkılabı Enstitüsü'nde sebep olduğu gürültü de epeydir unutuldu... İki konu onun sırtına kaldı: Biri, Fethullah Gülen ile ilgili DGM dâvâsına katkısı, diğeri de Alman vakıflarını casuslukla suçlaması... Zaman'da Ali Ünal, ölümü üzerine, "Herkes müdahil olduğunu yazıyor, ama Hablemitoğlu dâvâya müdahil olarak katılmadı" diye yazdı. Eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel ile ilişkisi, "Hablemitoğlu yazdı, DGM savcısı iddianamesinde yararlandı" tarzından epey farklı olmalı. Alman vakıfları olayı da Hablemitoğlu'nun sonradan benimsediği bir 'dâvâ' bence... Müessif olayın sıcaklığı geçsin, ne ilginç ayrıntılar öğreneceğiz, göreceksiniz...

Polisin kâtilleri bulmak için olağanüstü bir çaba gösterdiği anlaşılıyor. Kâtil zanlısının robot resminin çizildiği de öğrenildi; bir komşu ve eşi etrafta gördükleri kişiyi tarif etmişler, polis fotoğrafçısı çizmiş. Söylendiğine göre, ikisinin anlattığı eşkâl aynı tipmiş... Polis, gönlü yaralı eşin ricası üzerine, robot resmi medyaya vermiyormuş...

Ankara'da, son birkaç gün içerisinde evine kadar gelip kendisiyle görüşen iki kişiden söz ediliyor. Bana çok dolaylı aktarıldığı için emin değilim; ancak anlatılana göre, Hablemitoğlu'nu uyarmış o iki kişi... Kurduğu yeni ilişkileri sona erdirmesini, verilecek görevi kabul etmemesini istemiş... 'Yrd. Doç. Dr' arkadaşının, "MİT müsteşarı olmayı bekliyordu" demesine rağmen, Başbakan Gül'ün, sorunca, "Hayır, aramızda öyle bir konu görüşülmedi" cevabını vermesi, 'görev' denilenin resmî olmadığını düşündürüyor. Belki, o iki kişi de, arada geçtiği söylenen mükâleme de, Necip Hablemitoğlu'nun dedektif kişiliğinin bir ürünüdür...

Bana inanın: Cinayetten sonra kişiliğiyle ilgili öğrendiklerim yüreğimi sızlattı.

 
    
ali oktay
(no login)

Re: Hablemitoğlu kimdir?

December 24 2002, 7:21 PM 

Fehmi Korunun bu yaklaşımı içimi burktu doğrusu.
Yılların gazetecisi,bu kadar deneyimli biri böyle bir gafı nasıl yapar?yanlış anlamış olma olasılığını gözeterek bu yazıdan anladığım meali aşağıya alıyorum.
-Fehmi Koru diyorki," basından bir arkadaşın dediğine göre Gagauz asıllıve dolayısı ile Hıristiyanmış " dedi.
-oysa cenazede tanıdığım babası Bulgaristan medreselerinde eğitim almış bir hafızmış.vah vah vah.

yani siz siz olun bu memlekette "öldürülen aydınların"arkasından rahmet okuyacaksanız kişiliğine değil kimliğine bakın.Eğer müslümansa hele birde babası hafız falansa rahmat dualarını hak etmiş demektir.Yurtsever murtsever yada ulusalcı olmasının hiç kıymet-i harbiyesi yok.

oooof of.

ne diyebilirim ki...

 
    
utarid
(no login)

Sevgili Ali Oktay!

December 26 2002, 3:04 AM 

Yazıya böyle bir tepki gelecegini biliyordum. Hatta yazının bazı bölümlerini silmeyi bile düşündüm. Ama bunu etik bulmadım.
Bu yazı Yeni Safakta yayinlanmış. Taha Kıvanç bölümünde. Taha Kıvançın Fehmi Koru olduğunu bazılarınız bilmez diye doğrudan Fehmi Koru şeklinde yazdım. Taha Kıvanç Fehmi Koru isimli yazılarının aksine bambaşka bir dil kullanıyor.
Bu yazının Cumhuriyet Gazetesinde bir dincinin öldürülmesinden sonra yazıldığıni düşün. Sanırım uslub bundan farklı olmazdı.
Aslında Fehmi Koru gereksiz bir kuruntuya düşmüş. Ben bile şaşırdım. Korunun üslübuna ben de katılmıyorum.
Benim bu yazıyı asıl paste etmemin nedeni Hablemitoğlunun MIT ilişkisiydi. Birçok kişi Abdullah Gülün HAblemitoğluna MIT müsteşarlığını teklif ettiğini söylüyo. Bu ne derece dogrudur bilmiyorum..
Bence cinayetin çözülmesi suçluyu yanlış yerlerde aramak gerekmediği gibi, hicbir ihtimalin de gözardı edilmemesi gerekir..
Umarım NAsrettin Hocanin samanlikla iğne arama fıkrasının ifade ettiği duruma düşülmez..
Byes..

 
    
Current Topic - Hablemitoğlu kimdir?
  << Previous Topic | Next Topic >>indekse geri don