<< Previous Topic | Next Topic >>indekse geri don  

Pakistan’da bir Türkiye sevdalısı

January 17 2004 at 2:34 AM
Demis Roussos  (no login)




Onu, Üstad Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat adlı kitabında M. Sabir imzasıyla yayınlanan mektuplarından tanıyoruz. Genç bir öğrenci iken Üstad’ı Emirdağ’da ziyaret eden M.İhsan Sabir, Karaçi’deki evinde Aksiyon’u kabul etti.

“... Said Nursî Hazretlerine burada çok hürmet vardır. Onu severiz, onun sıhhat ve uzun hayatı için dua ederiz. İslâm dünyasında Said Nursî’nin eşi yoktur. Üstad, İslâm dünyasının cevheridir.”

“... Nur dostlarımızdan rica ederim ki, Türk— Pakistan dostluğunun bağlarını müstahkem eylesinler; Urdu lisanı da okusunlar. Bu yarımadada yüz otuz milyon Müslümanın millî lisanı yalnız Urduca’dır. Bizler, burada Türkçe için çalışırız. Türkçe bilen, Sibirya’dan Arnavutluk’a kadar altmış milyon Müslüman ve Türkiye’deki yirmi beş milyon Türk’tür.”

Yukarıdaki satırlar, Risale—i Nur külliyatına aşina okurlar için hiç de yabancı değil. Bu samimi ifadeler, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin Tarihçe—i Hayat adlı kitabının son bölümünde M. Sabir imzasıyla yayınlanan mektuplardan alınma. Risale—i Nur’ları okuyan milyonlarca insan, Muhammed İhsan Sabir’in varlığından haberdârdı elbette... Bediüzzaman’a gönderdiği mektuplarla sürekli hafızalarda kalan Muhammed Sabir, şimdilerde emekli bir öğretim görevlisi olarak Pakistan’ın Karaçi kentinde sakin bir hayat sürdürüyor, eşi ve çocuklarıyla birlikte...

Türkiye’ye gelmeden Türkçe’yi öğrendi

Hindistan’ın meşhûr şehri Allahabad’da, İshanullah Sıddıki ve Selma Bibi Seyyida çiftinin oğulları olarak 1935 yılında dünyaya gözlerini açar Muhammed İhsan Sabir. Üniversite eğitimini aynı kentte tamamlar. 1954 yılında Kayser Cihan Begüm hanımefendi ile evlenir. Bir yıl sonra da Hindistan’dan Pakistan’a hicret eder. Cihan Begüm hanımefendi ile olan evliliğinden 6 erkek, 2 kız evlad sahibi olur.

Muhammed Sabir’in 3 yıllık Türkiye macerası ise 1958 yılında başlar. Kendisi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bursu ile Türkiye’de okuyacak iki Pakistanlı talebeden birii olmaya hak kazanmıştır çünkü... Ancak, Türkçe ile tanışıklığı biraz daha eskiye dayanır. Türkçe’yi, henüz Pakistan’a göç etmeden önce tanıştığı bir Uygur Türkü öğretir kendisine. Öğretmeni, Çin’den kaçarak Hindistan’a gelen Haşim Beg Dursunoğlu adındaki bir Uygur Türküdür. Henüz daha Türkiye’ye gelmeden Türklerle ilgili çalışmalar yapan genç Sabir, bir ara Pakistan—Türk Kültür Cemiyeti’nin azalığını da üstlenir. Türkiye dönüşü, bu derneğin genel sekreterliğini de yürütecektir zaten. Doktorasını, İstanbul Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı üzerine yapar. Dönemin en meşhur hocalarından ders alır. Prof. Abdulkadir Karahan, Prof. Ali Nihat Tarlan, Prof. Mahir İz, Prof. Ahmet Caferoğlu, Prof. Tahsin Banguoğlu, Zeki Velidi Togan sadece birkaçıdır bu hocalardan. 23 yaşında Türkiye’ye gelen genç Pakistanlıyı hareketli ve renkli bir öğrencilik dönemi beklemektedir. Doktorasını yaptığı 1958—1961 yılları, Türk siyasi hayatının en çalkantılı dönemidir aynı zamanda. Muhammed Sabir’in Bediüzzaman ile tanışması işte böylesi şartlar altında gerçekleşir.

Emirdağ’daki evde ziyaret

“Ben Üstad’ı daha Pakistan’da iken biliyor ve düşüncelerinden etkileniyordum” diye anlatmaya başlıyor Muhammed Sabir. Üstad ile gıyaben tanışmasına vesile olan kişinin adını da söylüyor bu arada: “Salih Özcan, Türkçe’yi bildiğimi öğrenince bana Said Nursî’nin yazılarını gönderdi. Üstad’ın yazılarını okuduktan sonra kendim Said Nursi’ye mektup yazarak malûmat istedim. Daha sonra Türkiye’ye gelince Salih Özcan’a Üstad ile görüşmek istediğimi söyledim.”

O dönemde Bediüzzaman Said Nursi zorunlu olarak Emirdağ’da ikâmet etmektedir. Salih Özcan aracı olur ve genç Muhammed Sabir, kaldığı evde kendisini ziyaret eder.

“Sabahtan akşama kadar kendisi ile konuşup görüşme imkanım oldu” diyerek hatıralarını anlatmaya devam ediyor Muhammed Sabir, sanki o günleri yeniden yaşıyormuş gibi: “Kaldığı ev oldukça küçük, basit ve sade bir evdi. Kendisini ilk gördüğümde bana çok heybetli geldi; halbuki oldukça zayıf bir bedene sahipti. Görünüşü, özellikle de bakışları zayıf bünyesine nazaran bir hayli heybetliydi.”

Üstad, siyasete girmemesini tavsiye etti

Ziyaretten memnun kalan Üstad Bediüzzaman, o tarihte öğrenci olan misafirine çeşitli nasihatlerde de bulunur: “Sizin burada evvel işiniz tahsilinize teveccüh edip diplomanızı almaktır. Madem siz Türk Edebiyatı ile uğraşmaktasınız; o halde iki memleket arasında çok yakın bir irtibat kurmak için çalışmalısınız.” Muhammed Sabir, Bediüzzaman’ın kendisine ayrıca siyasete girmemesini tavsiye ettiği söylüyor ve ekliyor. “Hayatım boyunca bu tavsiyeye uydum ve şu yaşıma kadar asla hiçbir siyasi partiye katılmadım.” Hatta bu tavsiyeye uyma konusunda o kadar titiz davranır ki, üniversite arkadaşları tarafından dönemin başbakanı Menderes aleyhtarı gösterilere katılmaya zorlandığında, tercihini katılmama yönünde kullanır. O günlere ait hatıralarındanbirisi de şöyle: “Bir gün üniversite çıkışı Menderes aleyhtarı gösteri yapan öğrencilere denk geldim. Beyazıt Meydanı’nda polis öğrencileri topluyor ve bir çember içine alıyordu. Bir yandan polis öğrencileri topluyordu; diğer yandan askerler salıveriyordu. Bir ilginç olay da, ihtilalin ünlü komutanlarından Muzaffer Özdağ’ın kaldığımız yurda gelip öğrencilere ateşli bir konuşma yapmasıydı.”

Hasta haliyle beni yolcu etti

Ziyaret sırasında genç Pakistanlıyı etkileyen hususlardan biri de Üstad’ın gördüğü onca eza ve cefaya karşı muhalifleri aleyhine tek kelime kötü söz söylememesi olmuş. Üstad’ın, kendisine yapılan zulümleri anlatırken bile kırıcı olmadığının altını çiziyor Muhammed Sabir ve Bediüzzaman’ın şunları kendisine anlattığını söylüyor: “Bana çok şey yaptılar; ama ben bir şey demiyor, onları Allah’a bırakıyorum. Benim Kürtçülük ile uzaktan yakından alakam olmamasına rağmen bana Kürtçülük izafe etmeye kalktılar. Halbuki talebelerimin ekserisi Türk’tür. II. Abdülhamit devrinde hüviyetlerde aşiret isimleri yazıyordu. Bazı evraklarda ismim Said—i Kürdi diye geçer. Said—i Kürdi olmak başka, Kürtçülük yaparak Türkiye’yi yıkmak başkadır. Bende bir parça Kürtçülük olsaydı Türk gençliği beni kabul etmezdi. Ben Kürtçülüğe muhalifim. Şeyh Said’e mektup yazıp isyan çıkarmaktan vazgeçmesini telkin eyledim. Bunu bilmelerine rağmen beni itham etmekten geri durmadılar.”

Muhammed Sabir’in unutamadığı Emirdağ hatıralarından bir diğeri de Üstad’ın misafirine gösterdiği ihtiram... Ev sahibi misafiri için yemek hazırlatmış; fakat kendisi yememiş. Üstad, ayrıca, görüşme sırasında bir hayli hasta olmasına rağmen misafirini uğurlamak için dışarı bile çıkmış: “Üstad, ‘Sana bende ikram edecek ve verecek bir şey yok; ama ikram olarak sadece seni yolcu edebilirim’ diyerek yanındaki talebesi Zübeyr Gündüzalp’e seslenir: ‘Zübeyr, Sabir’i yolcu edelim.’ Zübeyr Gündüzalp, şoförlüğümüzü yaptı. Halk, Üstad’ın dışarı çıkması ile evin önünde toplandı. Bizi izliyorlardı. O hasta haliyle yolcu etmesi beni çok duygulandırdı.”

Turan’a hoşgeldiniz

Türkoloji üzerine doktora yaparken, Türk insanını daha yakından tanıma fırsatını bulur genç Sabir. Bunda, araştırmaları sırasında Türkiye’yi adım adım gezmesinin etkisi büyüktür. Türklere olan hayranlığını gizlemeyen Muhammed Sabir’in, daha evine ilk adımımızı attığımızda, ‘Turan’a hoşgeldiniz’ diye karşılaması da bu sevgisinin bir göstergesi aslında. Hatta, bu sevgi öyle ileri bir noktaya ulaşmış ki, çocuklarının isimlerini bile Türk tarihinden seçmiş: Alparslan, Balaban, Tuğrul, Timur, Selçuk, Sebuk Tegin. “Efendim, ben bedenen Pakistanlı, ama ruhen Türk’üm” şeklinde tanımlıyor kendisini.

Türklerin çok müsamahakâr bir millet olduğunu söyleyen Muhammed Sabir, “Batılılar Türkler’in koyun gibi görünüşlerine aldanmış, harp meydanlarında arslanlar gibi savaştıklarına şahit olup şaşırmışlardır” diye konuşuyor.

Türklerin kendi önemlerinin farkında olmamalarından duyduğu rahatsızlığı, “Kendi kudretinin farkında olmayan böyle başka bir millet daha var mıdır, bilmiyorum” sözleriyle izhar ediyor bir ara... Dünyada 300 milyon Türk’ün varlığından bahsediyor ve yetkililere şöyle sesleniyor: “Dünyadaki tüm Türkler’in kullandığı ortak bir ilim ve edebiyat dili oluşturun. Bu olduğu gün Türkler için her şey daha güzel olacak. Zira Orta Asya’da bazı ülkelerin Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçtiklerini gördükçe seviniyorum.”

Rüyaları gerçek oldu

Muhammed Sabir’in bu dileklerine, gençliğinde Bediüzzaman’a yazdığı mektuplarda sıkça rastlamak mümkün. Ki, dosyamızın girişinde bunlardan bazılarını alıntılamıştık. “... Pakistan’da; ne Türkçe okulu, ne kütüphanesi, ne çalışkan adamları; ve sefaretinizde de Urduca bilen adam yoktur. Onlar, Pâkistan’ın gençleriyle temasta değildirler; Urduca neşriyatları da yoktur. Eğer bazıları onları davet etseler iştirak etmiyorlar.” Genç bir Pakistanlının yıllar önce Pakistan—Türkiye dostluğu adına gördüğü bu rüya bugün gerçekleşmiş durumda. Türk müteşebbislerin Pakistan’da açtığı Türk okulları ve bu okullarda çalışan Türkler, Muhammed Sabir’in yıllar önce hayal ettiklerini bir bir gerçekleştiriyor şimdi. Pakistan ve Türkiye arasında var olan kardeşliği kalıcı kılmaya niyetli bu okullar, her geçen gün artan öğrenci sayısıyla Pakistan’ın önemli merkezlerinden İslamabad, Karaçi, Lahor, Peşaver, Quetta ve Hayırpur’da 18 okulla eğitim faaliyetlerini sürdürüyor. Bu okullara kayıtlı öğrenciler Urduca, İngilizce ve Türkçe öğrenim görüyorlar.

Muhammed Sabir, Pakistan’da yaşayan bir Türkiye sevdalısı... Türkiye ile Pakistan arasındaki dostluk köprüsü için zamanında önemli girişimlerde bulunmuş birisi. Şimdi bayrağı ondan devralanlar, iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek için canla başla çalışıyor. Muhammed Sabir de yıllar önce hayallerini kurduğu dostluk köprülerinin genç nesiller tarafından devam ettirilmesinden memnun, Karaçi’de emeklilik günlerinin tadını çıkarıyor.


MUHAMMED SABİR KİMDİR?

Türkiye’de, 3 yıl boyunca Türkoloji üzerine araştırmalar yapan Muhammed İhsan Sabir, çalışmalarını tamamladıktan sonra Pakistan’a döner ve Karaçi Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı ve Tarihi Kürsüsü’nün başkanlığını üstlenir. Uzun yıllar aynı üniversitede Türkçe dersleri verir. Ali Şir Nevai’nin ‘Hayretül Esrar’ adlı eserini günümüz Türkçesine çevirir. İlk Urduca—Türkçe sözlüğü yayınlar. Risale—i Nurlar’ın bir kısmının Urduca’ya çevrilmesine öncülük eder. Orta Asya Türk lehçelerini, Uygurcayı, Azeri Türkçesini, Osmanlıcayı ve İstanbul Türkçesini bilen Muhammed İhsan Sabir, Türkçe’yi Latin, Kiril ve Arap harfleriyle yazıp okuyabilmektedir. Ayrıca İngilizce ve Farsça da bililiyor.


 
    
Current Topic - Pakistan’da bir Türkiye sevdalısı
  << Previous Topic | Next Topic >>indekse geri don