Normal Forum Görünümü: IŞIKLA İLGİLİ İLGİNÇ GÖZLEMLER
Ateistforum > BİLİM > BİLİM FORUMU
haci
İlginç bulacağınıza emin olduğum bir konu....
Konuyu bir soru ile açmak istiyorum.

Bir fotoğraf makinesi düşünün. Objektifi var. Merceği var.. Diyaframı var. Görüntü fotoğraf makinesinin arkasındaki filme ters olarak düşüyor. Alt üst olurken, sağ da sol oluyor.
Neden?
Bu durum ışığın hangi niteliği ile açıklanabilir...

Selamlar

HACI
AgainCommander
ışığın değil mercekle beraber ışığn hangi özelliği.
haci
Againcommander:
Uyarı için teşekkürler..

Evet ben soruyu sorarken insan gözü ile fotoğraf makinesini karıştırdım.
İnsan gözünde hem diyafram var (iris), hem objektif var hem de lens, yani mercek. Çünkü kornea objektif olarak davranıyor. Lens de ışığı kırıyor.
Fotoğraf makinesinde ise yalnız objektif var ve bir de diyafram.

Soruyu şu şekilde tekrar sorayım:

Bir fotoğraf makinesi düşünün. Diyaframı var. Yani ışığın makineye girdiği dar bir aralık var. Objektifi yok kabul edin. Var ama, olmasın..

Görüntü fotoğraf makinesinin arkasındaki filme ters olarak düşüyor. Alt üst olurken, sağ da sol oluyor.
Neden?
Bu durum ışığın hangi niteliği ile açıklanabilir...


Selamlar

HACI
haci
Siz soruyu düşünmeye devam edin. Ben ışığın ilginç öyküsünü anlatmaya başlıyorum.

İlk filozoflar ışığın gözden kaynak aldığı kuramını ortaya atmışlardı. Onlara göre ışık projektör, ya da fener gibi gözden çıkıp, etrafa yayılıyordu. Bu ışık sayesinde insan çevresini görebiliyordu.

MÖ beşinci yüzyılda yaşayan Empedocles'e göre herşey dört elemandan oluşmuştu. Toprak, hava, ateş ve su.....Bu filozofa göre Aphrodite (Afrodit) insan gözünü bu dört elementi aşkla bir araya getirerek yapmıştı. Afrodit gözdeki ateşi evrenin ortasındaki ateşten tutuşturmuştu. Böylece göz bir fener gibi davranarak içindeki ateşle etrafı aydınlatıyordu.

Çeşitli eski Yunan filozoflarına göre ki aralarında Epicurus, Plato ve Euclid de vardır, ışık gözden kaynak alıyordu. Bu inanç Avrupa'da 1500'lü yıllara kadar sürmüştür. İlginç olarak ışığın gerçek doğasını ilk bulan bir Avruplı bilim adamı değildir. Avrupalılardan 500 yıl önce bir İslam bilgini bulmuştur.

Ondan ve ışık hakkında neler bulduğundan gelecek yazımda bahsetmek istiyorum.

HACI
Mesih
Aha bu benim konum işte.. Ama cevaplamaya vaktim yok : (
Işıkla ilgili diğer güzel bir soru CD'lerin üstünde oluşan renklerin ardındaki mekanizmanın ne olduğu..

sevgiyle..
Mesih..
Caner
QUOTE(Mesih @ Sep 12 2005, 02:21 PM)
Aha bu benim konum işte.. Ama cevaplamaya vaktim yok : (
Işıkla ilgili diğer güzel bir soru CD'lerin üstünde oluşan renklerin ardındaki mekanizmanın ne olduğu..

sevgiyle..
Mesih..
*



Işığı derinlemesine incelememiş biri değilim ve genel kültürümle cevaplıyacağım için, teknik terimlerden yoksun yanıtlar olacak sad.gif

Işığın kırılması, ışık farklı yoğunluktaki ortamlardan geçerken kırılır. Bu kırılmada her renk(frekans falan olayı ya, tam bilmiyorum) farklı oranda olur. -sanırım- Bu yüzden teleskoplarda falan prizma kullanılıyor diye okumuştum.
Caner
Bi' anektodda benden. Bir popüler bilim kitabında okumuştum, sanırım "Galileo'nun buyruğu" idi.
Galileo ile bir -sanırım-ingiliz fizikçi(isimler konusunda çok kötüyümdür, hiç hatırlamam sad.gif ), ışığın dalga mı, yok parçacıkmı olduğu konusunda hakaret derecesine varan sertlikte tartışmışlar, sonra ışığın her iki karakteristiğide sahip olduğu ortaya çıkmış.
Caner
Soruda sorayım bari biggrin.gif
Gölgeler ışığın dalga karakteristiği izlediğini kanıtlar, ancak gölgelerin sınırları fludur, neden?

Not: Aslında cevap yukarıdaki iletidedir ya, çaktırmayın biggrin.gif
drekinci
Işık hızı boşlukta 300,000 km/sn olarak ölçülmüş.
Bu hızın nasıl ölçüldüğü bir yana,
Işık hızı, kaynağından bağımsız hareket etmektedir. Deniliyor.
Yani ışık hızına yakın hızla giden bir fenerden yayılan ışık fenerin hızından bağımsız olarak yine 300,000 km/sn ilerliyor. Bu durumda bir üçüncü referans noktasından bakıldığında, gerek mantık olarak gerek matematiksel olarak toplam hızdan bahsetmek gerekmez mi? (ışık hızı + fenerin hızı ) neden toplam hızdan bahsedemiyoruz?
Bir başka yön. (Üstteki özellikle ilgisi olabilir)
Herhangi bir hızla giden bir şey başlangıçta sıfırdan başlayarak o hıza ulaşıncaya kadar ivmeli bir dönemi olur. Işığın Kaynağından çıktıktan sonra son hızına varıncaya kadar geçen ivmeli bir süreci varmıdır. Kaynağından çıkmasıyla düzgün ve eylemsiz bir hareket içinde midir? bir saniye sonra 300,000 kilometreye ivmesiz bir dönemden geçmeden mi ulaşmaktadır?
Işığın kaynağından bağımsız hareketi ne anlama gelmektedir. Böyle bir hız ve hareket, ortam özelliğinden kaynaklanıyor denebilir mi?

Sevgiler.
Caner
Yanılmıyorsam, kaynaktan bağımsız hız olayı, Einstein'ın izafiyet teorisi ile ilintili. Maddenin kütle çekimi olduğu ve ışığında kütle çekimden etkilendiği(sanırım büzüşme diyorlardı) için, ışık maddeye göre herzaman aynı hızdadır.
haci
Sevgili Drekinci:
Işığın neden kaynağından bağımsız hareket ettiğini bir başka forumda uzun uzun anlatmıştım. Buraya yamıyorum.. Biraz uzun bir yazı ama, sorunuzun yanıtını orada bulacağınıza eminim. Bu konuyu hem basite indirmek, hem de kısa bir yazı ile açıklamak olanaksız... Selamlar..


IŞIK HIZI NEDEN GÖZLEMCİDEN BAĞIMSIZ OLARAK SABİTTİR?


EİNSTEİN’IN ÖZEL GÖRELİK KURAMI

Einstein özel görelik kuramını 1905 yılında yayınladı. Buna göre:

1.Fizik yasaları her türlü referans noktasından bağımsızdır.
2.Işık hızı uzayda sabittir ve gözlemi yapanların hızından bağımsızdır.

İlkine göre evrenin her yerinde fizik yasaları aynıdır.
İkincisine göre hızınız ne olursa olsun ışık hızını hep aynı ölçersiniz. Bu yazımda ben ışık hızının uzayda hareket eden her referans noktasına göre neden sabit olduğunu açıklamaya çalışacağım. Önce insan sağduyusu ile bağdaşan bir kaç örnek vermek istiyorum.

Size göre saatte 100 km hızla yaklaşmakta olan bir otobüse doğru siz saatte 50 km hızla ilerleyen bir otomobildesiniz. Bu durumda otobüsün size yaklaşma hızını saatte 150 km olarak ölçersiniz.

Aynı şekilde aynı hızla rüzgara karşı koştuğunuzu düşünün. Hızınız rüzgarın hızı oranında yavaşlayacaktır. Rüzgarı arkanıza aldığınız zaman ise hızınız aynı oranda artacaktır.

Her gün sağduyumuzla bağdaşan bunlara benzer gözlemler yapmaktayız. Bu durumda diyebiliriz ki ışığın hızının bizim hızımızdan etkilenmemesi insan sağduyusu ile bağdaşmamaktadır. Böyle şey olmaz. Bu bir yanılsamadır.

Işık hızının uzayda sabit olması gerektiğini ilk ortaya atan Einstein değildir. Bu gözlem Maxwell tarafından yapılmıştır. Newton’un hareketle ilgili yasaları ile, Maxwell’in denklemleri çelişki halindedirler. Newton’a göre hareketler birbirlerine eklenirler. Newton’a göre ışığa doğru hareket eden birisi ışığın hızını, hareket etmeden duran birisinden daha fazla olarak ölçmelidir. Işık için bu örneği veriyoruz ama, Newton ışığın da bir hızı olduğunu bilmiyordu. Ona göre her olgu evrenin her tarafında aynı anda vuku buluyordu....

Size doğru saatte 100 km hızla gelmekte olan bir otobüsün hızını siz otobüse doğru saatte 50 km hızla hareket ediyorsanız, saatte 150 km olarak saptamanız gerekir.. Maxwell’e göre ise, sizin hızınız ne olursa olsun, ışığın hızı aynıdır. Newton’un doğru, Maxwell’in yanlış olabilmesi için ışığın hızının çeşitli referans noktalarına göre farklı olarak ölçülmesi gerekmektedir.

Albert Michelson önce kendi laboratuvarında, daha sonra Edward Morley ile birlikte başka bir laboratuvarda, dünyaya çeşitli yönlerden ulaşan ışığın hızını karşılaştırmış ve hep aynı olduğunu bulmuştur. Bu gözlem Michelson-Morley deneyi olarak bilinir.

Bu gözlemin anlamı nedir? Sizin hızınız ne olursa olsun, size yaklaşmakta olan otobüsün hızını saatte 100 km olarak ölçmek demektir. Otobüs hangi istikametten size yaklaşırsa yaklaşsın, hızı saatte 100 km’yi geçmeyecektir, demektir.

Bu durum insan sağduyusu ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu durumu açıklamak da kolay olacağa benzememektedir.

Bütün bu gözlemlerin kökeninde esir (ether) teorisi yatmaktadır. Bu kurama göre dünya ve diğer gezegenler, esir denen sihirli bir maddenin içinde hareket etmektedirler. Işık bir dalga olduğundan, yayılacağı ortamın bu dalga hareketini iletme özelliği olmalıdır. O zamanın inanışına göre bunu esir sağlamaktadır. Esirin içinde dalgalar daha hızlı yayıldıklarından sağlam bir dokusu olması gerekmektedir. Bu doku hem çok sağlam olmalıdır, hem de dünya, ay, gezegenler gibi yapıların içinden geçmesine direnç göstermemelidir. Ayrıca ışık Maxwell’in gösterdiği gibi bir dalga hareketinden ibaret olduğundan böyle bir ortama gereksinim vardır. Aksi takdirde ışık evrende yayılamaz. Dünya esirin içinde hareket ederken bir esir rüzgarı oluşturduğuna inanılmaktadır. Bu rüzgara doğru hareket ederken veya onu arkaya alınca dünyada ölçülen ışığın hızı farklı olmalıdır. Michelson- Morley deneyleri bu inanışın doğru olmadığını kanıtlamıştır. Işık hızının neden sabit olduğu ve bunun önemi bilinmemektedir.

Esirin varlığını son bir kere kanıtlamak için Hollandalı fizikçi Hendrik Lorentz ile, İrlandalı fizikçi George FitzGerald bu gözleme kendilerine göre ilginç bir açıklama getirmişlerdir. Bu açıklamaya göre dünya esir içinde ilerlerken, esir rüzgarlarına maruz kalmakta ve fizik olarak sıkıştırılmaktadır. Bu yüzden Michelson-Morley deneyindeki bütün ölçüler sıkıştırılmışlar, kısalmışlardır. Bu iddiaya göre esir içinden geçmekte olan cisimlerin atomları sıkışmaktadır. Bu yüzden dünya sıkışarak küçülmekte ve ışık hızı farklı olarak ölçülmemektedir. Bu Lorentz-FitzGerald kontraksiyonu olarak bilinir. Çok az fizikçi bu düşünceyi kabul etmiştir. Einsten bu yaklaşımın yapay ve zorlama olduğunu ileri sürmüş ve onaylamamıştır. Einstein’a göre ışık hızının değişmemesinin başka nedenleri olmalıdır. Onları Einstein 1905 yılında açıklamıştır. Asıl bu açıklamanın inanılmaz olması gerekmektedir. Ama yapılan deneylerin hepsinde doğruluğu kanıtlanmıştır. Esir yoktur. Çünkü esire gereksinim yoktur.

Einstein’ın Lorentz-FitzGerald kontraksiyonunu alarak kendi kuramına adapte ettiğini ileri sürmek yanlıştır. Einstein da sıkışmadan bahsetmektedir ama, bu sıkışma çok daha farklı bir kavramdır. Lorentz ve FitzGerald sıkışma kavramını Faraday’ın kuramına dayandırmaktadırlar. Faraday’ın bu kuramına göre elektrik yüklü parçacıklar, yani atomlar, hareket ettikleri zaman birbirlerine yaklaşırlar ve sıkışırlar. Bu teoriye dayanan Lorentz ve FiztGerald, kendi sıkıştırılma kuramlarını geliştirmişlerdir. Daha sonra Faraday’ın bu kuramının doğru olmadığı anlaşılmıştır. Yani hareket halinde olan elektrik yüklü parçacıklar sıkışmamaktadırlar. Öyleyse Lorentz-FitzGerald kuramı yanlıştır. Dünyanın fiziksel bir sıkışması söz konusu olamaz.

İlginç olarak Einstein da durum muhakemesi yapmış ve Maxwell denklemlerinin ilk ilkesi olan ışık hızının değişmemesinden hareket ederek, matematiksel olarak aynı sonuca varmıştır. Ama cisim değil, uzay sıkışmaktadır. Hızla hareket eden bir cismin içinde bulunduğu uzay, hareket yönünde, gözlemi yapana göre sıkışmaktadır. Einstein’ın matematik hesaplarına göre ayrıca zaman da genişlemektedir. Yani duran bir gözlemciye göre ölçülünce hareket halinde olan saat yavaşlamaktadır. Uzayın çekilmesi (kontraksiyonu) ve zamanın genişlemesi(yavaşlaması) birlikte Lorentz transformasyonu olarak bilinir)

Tabii bu arada hareket eden objelerin hızları ile birlikte ağırlıkları da artmaktadır. Saatte 5 km hızla hareket etmekte olan otomobillerin çarpışması ile, 50 km hızla birbirleriyle çarpışan otomobillerin neden olacakları zarar çok farklıdır. Hareket eden objelerde kinetik enerji artmakta ve bu enerji pratik olarak kütleye dönüşmektedir. 1905 yılında Einstein kütle, enerji ve hızla ilgili bu formülü şöyle ifade etmiştir.

M=E/C2

Yani bir cismin enerjisi E kadar artarsa, kütlesi de bu enerjinin ışık hızının karesine olan oranı kadar artar. Kinetik enerji cisme eklenince kütlesi artar ve simetri olayından dolayı bu artma her türlü enerji için geçerlidir. Einstein bu formül üzerinde iki yıl düşünmüş ve şu sonuca varmıştır.... Eğer her enerjinin kütle olarak karşışığı varsa, her kütlenin de bir enerji olarak karşılığı olmalıdır.

O zaman bu formulü şöyle ifade etmek mümkündür.

E=MC2....

Şimdi gelelim asıl konumuza..

Işık hızının gözlemcinin hızından bağımsız olduğu kuramını örneklerle açıklamaya çalışalım......

Çok ileri teknolojiye sahip bir uygarlıkta yaşadığımızı ve saniyede 250 bin km hızla hareket eden bir uzay gemisi satın aldığımızı düşleyelim. Bu uzay gemisi ile saniyede 300 bin km hızla hareket eden bir ışık huzmesini izlemeye karar veriyoruz. Ayrıca uzay gemisinin hızını kesin olarak bilmiyoruz. Saniyede 250 bin km’den daha hızlı hareket etmesi olasalığı var. Bu vesile ile onun maksimum hızını da ölçeceğiz. Çok güvendiğimiz bir arkadaşımızdan bize start vermesini istiyoruz. Arkadaşımızın elinde bir lazer silahı var. Üçe kadar sayacak ve bu silahı boşluğa doğru ateşleyecek. Biz de aynı anda uzay gemisinin warp motorunu ateşleyeceğiz.

Arkadaş 1, 2, 3 start komutunu veriyor ve lazer silahının ateşliyor. Biz de aynı anda warp motorunu ateşliyoruz. Yarış başlıyor.

Newton’a göre zaman ve uzay absolüdür. Arkadaşımız bizi uzaktan izliyor ve lazer ışık huzmesinin saniyede 300 bin km hızla, bizim ise uzay gemisi ile, ancak saniyede 250 bin km hızla gittiğimizi gözlemliyor. Newton’a göre, arkadaşın ışık huzmesinin bizden saniyede 50 bin km hızla uzaklaştığını görmesi gerekiyor. Ayrıca uzay gemisi ile ışık huzmesini izlemekte olan bizim de aynı şeyi görmemiz, ve ışığın hızını saniyede 50 bin km olarak ölçmemiz gerekir.

Bir süre sonra yarış bitiyor ve arkadaşımızla bir araya geliyoruz. Uzay gemisi ile lazer ışığını izlerken ışığın hızını saniyede kaç km olarak ölçtüğümüzü soruyor arkadaş. Uzay gemisi ile ışığı izlerken bütün çabalarımıza ve warp motorunu zorlayarak hızımızı bir ara saniyede 275 bin km’ye çıkarmamıza rağmen, lazer ışık huzmesinin bizden saniyede 300 bin km hızla uzaklaştığını söylüyoruz. Biz ne kadar hızlı gidersek gidelim, bize göre ölçtüğümüz ışığın hızı hiç değişmiyor. Görünüşe göre biz ışık hızıyla bile gitsek, ışığın hızını saniyede 300 bin km olarak ölçeceğiz. Bu durumda diyebiliriz ki bizim zaman ve mesafe ölçümüz, arkadaşımızın zaman ve mesafe ölçüsünden farklı. Bu nasıl olabilir? Biz kendi saatimize güveniyoruz ve arkadaşın hesaplarına inanmıyoruz. İlk defa çok güvendiğimiz bir arkadaşımızla aramızda uyuşmazlık çıkıyor.

Bu durumu Einstein şöyle açıklıyor:

Newton’un absolü zaman ve uzay kavramları yanlış.. Yanlış olması lazım.. Çünkü geçen yüzyıl içinde yapılan yüzlerce deney ışık hızını kensini ölçenin hızından bağımsız olduğu kanıtlanmış durumda. Burası kesin.. Bilinmeyen bunun neden böyle olduğu..
Einstein’a göre zaman ve uzay relatif.....
Işık hızı sabit ama uzay ve zaman onları ölçenlere göre değişiyor.

Herbirimizde kendimize ait güvenilir bir saat olsun. Onunla aradan geçen zamanı ölçelim. Newton’a göre, diğerlerine göre hareket ettiğimiz zaman bu saatlerin uyuşması lazım ama, nedense bu saatler uyuşmuyor. Hepsi de iki olay arasında geçen zamanı farlı olarak gösteriyor.

Mesafe için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Hareket ederken elimizde güvendiğimiz bir ölçü olduğunu düşünelim. Birbirimize göre hareket etmeye başladığımız an ölçülerin de değiştiğini gözlemliyoruz. Aynı mesafe için farklı ölçüler ortaya çıkıyor. Belli olaylar arasındaki mesafeyi her biri farklı olarak ölçüyor. Uzay ve zaman bu şekilde davrandıkları için ışık hızı değişmiyor. Hep sabit kalıyor. Işık hızını sabit yapmak için uzay ve zaman bu şekilde davranıyor... Einstein’ın iddiası bu......

Bu iddia günlük yaşamımızda karşılaştığımız olgular ve sağduyumuzla çelişiyor.

Einstein’ın bu akıl almaz iddiası nasıl açıklanabilir?

Gelecekte yaşadığımızı düşlediğimiz ileri teknolojiden günümüze dönelim ve kendimize ucuz bir motorsiklet alalım. En fazla saatte 100 km hızla gidebilsin. Onunla kuzeye doğru giden bir yolda, saatte 100 km hızla ilerliyoruz. Bu yol ilerde kuzey-doğuya doğru yönelen başka bir yolla birleşiyor ve bu keresinde kuzey-doğu’ya doğru aynı hızla ilerliyoruz. Bu durumda kuzeye olan hareketimiz artık saatte 100 km değil. Çünkü hızın bir kısmı ile doğu’ya doğru hareket etmeye başladık. Kuzey yönünden hız çaldık. Daha az bir hızla kuzey’e doğru ilerliyoruz. Bu basit gözleme dayanarak Einstein’ın bu ilginç kuramına şöyle açıklayabiliriz:

Objeler uzay içinde ilerlerler.. Bunu çok iyi biliyoruz.. Ama objeler aynı zamanda zaman içinde de ilerlerler. Hiç bir şekilde hareket etmeseniz bile, içinde bulunduğunuz ortamda mevcut objelerle birlikte, zaman içinde hareket halindesiniz. Uzay içinde hareket etmeyebilirsiniz ama, her zaman zaman içinde hareket etmek zorundasınız. Newton zaman içinde hareketin, uzay içindeki hareketten çok farklı olduğuna inanıyordu. Ama Einstein öyle düşünmüyor.. Einstein’a göre uzay ve zaman içinde yapılan hareketler birbirleri ile yakından ilgili.

Sokakta hareketsiz durmakta olan bir otomobile bakın... Uzay içinde hareket etmiyor. Hareketsiz durmasına rağmen otomobil, zaman içinde hareket ediyor. Zaman geçiyor. Otomobil, şöförü, içindeki yolcular, ona bakan siz ve diğerleri hep birlikte zaman içinde senkronize bir hareket halindesiniz. Uzay içinde hareket etmiyorsunuz. Yalnız zaman içinde hareket ediyorsunuz. Yani zaman hepinize göre aynı hızla geçiyor. Her biriniz için aynı saniyeler söz konusu..

Şimdi her şeyin durarken yalnız otobobilin hareket ettiğini düşünün.. Bu durumda diyebiliriz ki otomobil yalnız zaman içinde değil, aynı zamanda uzay içinde de hareket ediyor. Otomobilin zaman içinde yaptığı hareket ne ise (ki bu durumda hareketsiz durmak) o, bu keresinde, uzay içinde yapılan bir harekete de katılıyor. Uzay içinde yapılan hareket, zaman içindeki hareketten çalıyor. Kuzey istikametine giderken, doğuya dönmenin, kuzeye gitmeden çalması gibi, uzay içinde yapılan hareket, zaman içinde yapılan hareketten çalıyor. Hareketsiz durmak da bir tür harekettir. Sıfır harekettir. Yani matematik olarak böyle ifade edilebilir. Hareketin yavaş olduğu ve sonra hızlandığı da düşünülebilir. Kuzeyden doğuya doğru dönünce nasıl kuzeye doğru olan hızınız azalıyorsa, zaman içinde hareket ederken, uzay içinde de hareket etmeye başlayınca, zaman içindeki hareketimiz yavaşlıyor.. Otomobil hareket etmeye başlayınca zaman içinde yapılan hareketin bir kısmı uzay içinde de yapılmaya başlıyor. Bu demektir ki, otomobilin zaman içindeki hızı, uzay içinde hareket ettiği zaman yavaşlıyor. Otomobil içinde olan için, dışarda hareketsiz duran size ve diğerlerine oranla zaman, daha yavaş geçmeye başlıyor. Aynı olguyu otomobilin içinde ve dışında olanlar farklı hızlarla algılıyorlar.

Motorsikletle kuzeye doğru giderken doğu yönüne dönmeniz örneğine geri dönelim. Saatte 100 km’den daha hızlı gidemiyorsunuz. Eğer gidebilseydiniz, doğuya doğru dönünce hızınızı biraz artırabilir ve kuzeye doğru olan hızınızdan fedakarlık yapmazdınız. Ama hızınızı artıramadığınıza göre, kuzeyden ne kadar çok saparsanız, kuzeye doğru olan hızınızdan o kadar çok kaybedeceksiniz.. Kuzeye ve doğuya olan hızlarınızın toplamı saatte 100 km’yi geçemez. Bu sizin motorsikletin hız limiti.. Hepsi o kadar. Dolayısıyla doğuya doğru olacak her sapma, kuzeye olan hızdan çalacaktır. Buna mecburdur.

Işık hızı sabit olmasaydı, Einstein’ın bu kuramı doğru olmayacaktı. Ama ışık hızı sabit olduğundan uzay ve zaman içinde yapılan hareketlerin toplamı ışık hızını aşamaz. Veya bunu şöyle de ifade edebiliriz. Uzay ve zaman içinde yapılan hareketlerin toplamı ışık hızı ile sınırlıdır. Işık hızını geçemez.

Bu durumda biz bir objenin zaman ve uzay içinde yaptığı hareketten bahsediyoruz. Bu hareketler birbirlerini tamamlıyorlar. Duran otomobil harekete geçince onun zaman içinde yaptığı ışık hızı ile ilgili hareketinin bir kısmı, uzay içindeki hareketine dönüşeceği ve bu iki değerin toplamı ışık hızını geçemeyeceği için, otomobilin zaman içinde yapacağı hareketin hızı yavaşlamak zorundadır...

Umarım bu ilginç konu anlaşılmıştır..

Selamlar

HACI
haci
BİG BANG SIRASINDA IŞIK HIZI GEÇİLDİ Mİ?

İçinde yaşadığımz evrende ışık hızı geçilemez! Bu kadarını tahmin edebiliyoruz. Peki ilerde ışık hızının geçileceği koşullar oluşacak mıdır? Orasını bilemeyiz ama, muhtemelen oluşmayacaktır. Peki geçmişte ışık hııznın geçildiği bir zaman olmuş mudur? Orasını biliyoruz. Olmuştur!

Joao Magueijo ışık hızının geçmişte geçildiğini ileri sürerken bunu, ışığın yaptığını ileri sürmektedir. Bu kuramsal fizikçiye göre evrenin başlangıç zamanında ışığın kendisi şimdiki hızından daha hızlı hareket etmekte idi.. Yazar daha sonra VSL kuramini ortaya atmıştır. "Variable Speed of Light" Işık Hızının Değişkenliği kuramı...

Alan Guth ise evrenin başlangıcının 10^-37 ile 10^-34 saniyeleri arasında vuku bulan inflation (genişleme) döneminde ışık hızının geçildiğini ileri sürmüştür.

Genişleme vuku bulmuş ise ışık hızından hızlı hareket eden nedir?

Magueijo’ya göre ışığın kendisi, Guth’a göre madde ve Calder’e göre ise uzay genişlemiştir.

Trinh Xuan Thuan’a göre senaryo şöyle olmuştur.

Big Bang’in 10^-37 ile 10^-34 saniyeleri arasında evren genişlemiştir. Bu süreçin genişleme faktörü 10^50 dir.. Bu süre sırasında evren bir santimetre çapına ulaşmıştır. Bu arada kozmolojik ufuk da aynı oranla büyümüştür. Kozmolojik ufuk, ışık aracılığı ile temasın yapılacağı uzay yöresi olarak tanımlanır. Bu kozmolojik ufuk 10^-34 saniyede 10^26 santimetreye ulaşmıştır. Bu genişlik şu anda gözlemlenen evrenin 1000 katıdır. Çeşitli kaynaklar ilk bir saniye içinde evrenin, şimdiki evrenin binde biri ile, yüzde 70’i arasında genişlediğini ileri sürmektedirler. Benim özel mülakat yaptığım bir fizikçi bu oranın daha da yüksek olabileceğinden bahsetmişti...
Bu genişleme evrenin küçük bir köşesini değil, her tarafını sarmıştır.

Calder’in ışıktan daha hızlı genişleme kuramı oldukca ilginçtir. Calder madde oluşurken uzayın genişlediğini ileri sürmektedir. Yani madde değil ama, Big Bang sırasında açığa çıkan uzay ışıktan hızlı olarak genişlemekte ve maddeyi de taşımaktadır..

Bunlar derin görüşler, düşünceler, kuramlar ve çıkarsamalardır.. Herkesin böylesine derin gözlemleri anlaması, değerlendirmesi ve hazmetmesi mümkün değildir. Onların arasında kendimin de olduğunu itiraf ediyorum.

Bu konuyu tartışmayı ve yapılan gözlemlerin ayrıntılarını yakından incelemeyi isteyenler için aşağıdaki literatürleri yazıma ekliyorum.. Bu konuda daha yüzlerce referana verilebilir.. Bütün yapacağınız google'a "faster than light" veya " Big bang" yazarak aramanızdır.

Selamlar

HACI

QUOTE
Referanslar:

Alan Guth, The İnflationary Universe, 1998
Joao Magueijo, Faster Than The Speef of Light , Perseus publishing, 2003
Nigel Calder, Magic Universe, Oxford publishing
2003
Weinberg, S., The First Three Minutes, Basic Books, New York 1977
Trinh Xuan Thuan, The Sevret Melody, Oxford University Press, 1995
met_1969
Ben basit matematik ilkeleriyle olayı anlatmaya çalışayım.

Bir trende oturuyoruz.
Tren sabit hızla gidiyor.
Hesaplarda basitlik olsun diye 1 m/s kabul edelim.

Elime bir top alıp havaya atıyorum. Top saniyede 1 m/s hızla, 1 metre gidip elime düşüyor. Toplam süre iki saniye. ( şekil -a )
Aldıgı toplam yol şudur:
yol = 1m + 1m = 2m

Dışarıda sabit duran bir gözlemci bizimle aynı fikirdemidir? Kesinlikle hayır.

Ona göre top atılınca 1 metre yukseklige çıkmıştır, ama hareketi üçgen şeklinde şekil-b deki gibi görecektir. Havaya çıkınca atıldıgı yerden hem yatay hem de dikey 1 m ileride olacaktır ve tekrar 1 metre aşagıya düştügünde ise yatay olarak 2 m ileride olacaktır. Oysa hareketsiz bir gözlemci yatayda hareketin 0 oldugunu söyleyecektir. O da trenle hareket ettiginden bu sonuca varacaktır.

Basitçe pisagor teormine göre sabit duran kişinin topun ne kadar yol aldıgını söyleyebiliriz.

1 metre yatay, 1 metre dikey ve hipotenus alınan yol diye düşünelim. Bu şekilde tepeye vardıgı yolu hesaplayıp, 2 ile çarparsak toplam yolu buluruz. Hareket ışık hızının çok altında oldugundan zaman faktörü göz ardı edilir. Her iki tarafta atılma ve düşme süresinin toplamında hemfikirdir. Topun ne kadar yol aldıgı konusunda anlaşamamaktadırlar.

yol^2= yatay^2+ dikey^2
yol^2 = 1+1
yol = karekok(2)

Düştügü yol için de aynı süre geçecektir.
yol = 2 karekok(2) olarak hesaplanır.


CODE

 *
 I
 I
 I
 I
 I
 I
-----
Şekil a - sistemle aynı hızda hareket eden kişinin gördügü hareket.



     *
    /  \
   /    \
  /      \
 /        \
/          \
*-----------*
Şekil -b Sabit gözlemcinin gördükleri


      *
     /I
cT  / I
   /  I ct
  /   I
 /    I
*-----+
vT
şekil-c Gemideki ışıgın aldıgı yollar.
cT: bize göre alınan yol,    ct: gemideki kişiye göre alınan yol,  vT: geminin aldıgı yol

Biz dışarıda gözlemciyiz.


Şimdi top degil hareketin bir ışık hüzmesiyle yapıldıgını düşünelim. Işık hızına çok yakın hızda hareket edilirse, sonuç yatay hareket nedeniyle şekil-b deki görüntü sabit gözlemci tarafından görülecektir. Geminin içindeki kişi ise şekil-a yı görecektir. Işık dikey harekette bulunmuştur.

Gemideki kişi şekil-a yı, gemi dışındaki gözlemci ise şekil-b yi görmektedir. Aynen top deneyinde oldugu gibi durum sözkonusudur. Işıgın hızı konusunda iki tarafta hem fikirdir, ama geçen zaman konusunda hem fikir degillerdir. Zaman farklı oldugu için ışıgın aldıgı yolu da farklı ölçeceklerdir.

Işık hızı sabit ise nasıl olurda ışık bu kadar uzun bir yolu alabilir. Zaman yavaşlaması sözkonusu olmalıdır. Yine pisagora göre üçgenin kenarlarını hesaplayarak, sonuca gidelim.

c: ışık hızı
v: geminin hızı
T: bizim için geçen zaman
t: gemide geçen zaman

Hareketlerde alınan yollar (şekil-c):
--------------------------------------------------------
Işıgın dikey hareketi (gemideki kişinin gördügü) : c*t ( ışık hızı * gemideki zaman)
Geminin yatay hareketi : v*T ( ışık hızı * bizim zaman)
Işıgın bize göre hareketi: c*T

(cT)^2 = (vT)^2+(ct)^2
formulu sadeleştirirsek:
T= t / karekok( 1 - (v/c)^2) olarak buluruz.

Işık gözlemcinin hareketinden bagımsız olarak sabit gitmesinin sonucu nedeniyle iki tane zaman sözkonudur. Işıktan yavaş gidildigi durumlarda zamanlar birbirine yakın kabul edilir. Ama ışık hızına çok çok yakın durumlarda gemide geçen 1 gün dışarıdaki gözlemciye göre 1460 gün gibi görünebilir. Bu şekilde en yakın yıldıza bize göre 4 yılda giden biri, aslında kendi zamanına göre 1 günde gitmiş olacaktır. Görelilikte zaman yavaşlamasının hesabı basittir, kabullenilmesi çok zordur. Günlük yaşamda böylesi durumlar pek olmadıgı için (parçacık düzeyinde vardır) bize mantıkdışı görünmektedir.
Deicide
QUOTE
Işık hızı, kaynağından bağımsız hareket etmektedir. Deniliyor.
Yani ışık hızına yakın hızla giden bir fenerden yayılan ışık fenerin hızından bağımsız olarak yine 300,000 km/sn ilerliyor. Bu durumda bir üçüncü referans noktasından bakıldığında, gerek mantık olarak gerek matematiksel olarak toplam hızdan bahsetmek gerekmez mi? (ışık hızı + fenerin hızı ) neden toplam hızdan bahsedemiyoruz?


Sevgili Drekinci,

Bu söylediğin yalnızca ışığa değil, tüm dalga hareketine özgü bir durum.. Dalganın hızı, kaynağının hızından bağımsızdır. Örneğin saniyede 1000 m hızla hareket eden bir uçağın sesi, uçağın arkasında kalır. Durumu gözünde canlandırmak için, su dalgalarını düşünebilirsin. Giden bir geminin arkasında suya inip çıkan bir düzenek olsun. Bu düzeneğin oluşturduğu su dalgaları, geminin hareket edip etmemesinden ya da hareket ediyorsa hızından bağımsızdır. Bunun nedeni, dalganın içinde hareket ettiği ortamın sabit kalmasıdır.

Öte yandan, kapalı bir uçağın içindeki ses, uçakla birlikte hareket eder. Sesten hızlı giden bir uçağın dışındaki ses uçağa yetişmez ama uçağın içinde arka tarafta konuşan birinin sesi ön taraftan rahatlıkla duyulur. Çünkü uçağın içindeki hava, uçakla birlikte hareket eder. Burada hızlar toplanabilir. Uçağın içindeki sesin hızı dışarıdaki bir gözlemciye göre, uçağın hızı + sesin hızı kadardır (uçağın hızı da sesin hızı da ışık hızından çok küçük olduğundan, görelilik etkisi ihmal edilebilir -normalde hiç bir iki hız, ışığın hızı olsun olmasın doğrudan toplanmaz, ama burada doğrudan toplama ile görelilik kuramının öngördüğü gerçek hız arasında çok çok küçük bir fark vardır).

Buna karşılık, ışık -bir yönüyle- bir dalga hareketi yapmasına karşın, yayılmak için bir ortam gerektirmez. Ayrıca, hızlar büyüdükçe yukarıda ihmal ettiğimiz görelilik etkisi kendini gösterir. Verdiğin örnekteki gündelik sağduyuya aykırı şey budur: ışığın hızı kaynağının hızından bağımsız olmakla kalmaz, her gözlemciye göre aynı değeri verecek şekilde ölçülür. Yani ışık hızına yakın bi hızla giden bir uzay gemisindeki bir gözlemci, gemiden yayılan ışığın kendine göre hızını, ister geminin önünden ister arkasından yayılsın, saniyede -yaklaşık- 300,000 km olarak ölçecektir. Geminin durması ile hareket etmesi arasında ışığın kendinden uzaklaşma hızı arasında hiçbir fark göremeyecekti. (Oysa denizdeki gemiden yayılan dalganın hızını ölçen gemi üzerindeki gözlemci, eğer su dalgasıyla aynı hızda gidiyorsa, dalganın kendine göre hızını sıfır olarak ölçecekti.)

Dışarıdaki bir gözlemci ise, ışığın hızını kendine göre yine saatte 300,000 km olarak ölçecektir. Peki olmaz ya uzay gemisi ışık hızına çok çok yakın bir hızda hareket ediyorsa geminin içindeki ve dışındaki gözlemci durumu nasıl betimleyecekti? Gündelik ağduyumuza aykırı ama gemideki gözlemci yine tüm yönlerdeki ışığın saate 300,000 km hızla uzaklaştığını, dışarıdaki gözlemci ise, geminin önünden yayılan ışığın gemi ile çok yakın bir hızda gitiğini, gemiden yavaşça uzaklaştığını ölçecekti.

Yukarıdaki durumu anlamak zordur. Ama sorun, ışığın hızında değil, zamanın göreliliğindedir. İçerideki gözlemci ile dışarıdaki gözlemcinin saatleri bir saniyeyi eş###### aralıklarda ölçmez. Dışarıdaki gözlemci, içerideki saate bir şekilde uzaktan baktığında, saatin çok çok yavaşladığını görecektir. Örneğin içerideki gözlemciye göre bir saniye geçerken, dışarıdaki gözlemciye göre bir yıl gibi bir süre geçebilecektir.

Özel görelilik kuramının başlangıç noktası, ışığın hızının bütün gözlemcilere göre aynı olduğudur. Özel görelilik kuramı bunun neden böyle olduğunu açıklamaz, bunu bütün gözlemlerle uyumlu bir olgu olarak ele alır, daha sonraki sonuçları -hareket yönünde uzunluğun kısalmasını, zamanın yavaşlamasını, kütlenin artmasını- bunun üzerine kurar.

QUOTE
Herhangi bir hızla giden bir şey başlangıçta sıfırdan başlayarak o hıza ulaşıncaya kadar ivmeli bir dönemi olur. Işığın Kaynağından çıktıktan sonra son hızına varıncaya kadar geçen ivmeli bir süreci varmıdır. Kaynağından çıkmasıyla düzgün ve eylemsiz bir hareket içinde midir? bir saniye sonra 300,000 kilometreye ivmesiz bir dönemden geçmeden mi ulaşmaktadır?


Işık ivmeli bir süreçten geçerek son hızına ulaşmaz. Kaynağından çıktığı andaki hızı neyse, son hızı da odur. Yalnız bu da yalnızca ışığa değil, tüm dalgalara özgüdür. Su dalgaları da ivmelenmez, ses de. Aslına bakılacak olursa, su dalgası da, ses de, bağımsız bir nesne anlamında bir şey değildir. Su ve ses dalgası, titreşen moleküllerin yakınlarındaki molekülleri titreştirmesi ve bu -nesnenin değil-
hareketin kendisinin yayılmasıdır. Maçlardaki tribün dalgası da aynı şeydir. Ayağa kalkıp oturan insanlardan oluşan bir Meksika dalgasında, soldan sağa giden hiç kimse ya da nesne anlamında bir şey yoktur: bir hareket vardır. Bunda da ivmelenme olmaz. Olmasına gerek olmaz.

Ancak, su, ses, Meksika dalgalarından farklı olarak, ışık bir dalga olması yanısıra, aynı zamanda nesnel bir şeydir de. İkili karakteri dolayısıyla ışık aynı zamanda parçacık olan fotonlardan oluşur. Işığın birçok etkisi -fotoelektrik gibi- teker teker parçacık olan fotonlarla açıklanabilir.

Peki ışığın gerçek doğası nedir? Işık bazı durumlarda neredeyse küçücük birer top gibi parçacıklardan oluşuyormuş gibi davranır, bazı durumlarda da su, ses ve Meksika dalgası gibi ama onlardan farklı olarak yayılmak için bir ortam gerektirmeyen dalgalanma imiş gibi davranır. Aslında aynı durum, elektron gibi tüm parçacıklar için de geçerlidir. Hem dalgalanma, hem de parçacık olmak ne demektir? Bilmiyoruz. Büyük olasılıkla her ikisi de değil, gündelik dünyamızda örneği olmayan bunun için de gözümüzde canlandıramadığımız başka bir şey.

Işık, bazı durumlarda parçacıkmış gibi, bazı durumlarda da dalgalanmaymış gibi denklemlerimizde, modellerimizde yerini alıyor. Formüllerimizdeki modellerimizdeki şeyler ışığın, elektronun ta kendisi değil, bizim zihnimizdeki yansıması. (Konuyu gerçekten anlamaya yaklaşmak için bu nokta çok önemli: bir nesnenin zihnimizdeki yansıması, modeli, imgesi ile kendisi aynı şey değil, bir çok epistemolojik sorun, bu iki kategoriyi özdeş saymaktan ya da bunların özdeş olmadıklarını gözardı etmekten kaynaklanır). Gözümüz, zihnimiz, sağ duyumuz aslına bakarsanız, ışık gibi elektron gibi şeyler için değil, gündelik hayatımızda rastladığımız taş, toprak, ağaç, pamuk, su, rüzgar gibi şeylerle uğraşmak üzere evrimleşti çünkü. Işık, elektron gibi konularda, bir fili dokunarak anlamaya çalışan körlerden pek bir farkımız yok.. Yine de bu soruna karşın, ışığın kendisinin ne olduğunu elimizdeki kalemi, bilardo toplarını anladığımız gibi anlamasak da ışığın özelliklerini kullanarak güneş pilleri, laserler, foton tabancaları (televizyon tübü) yapıp etkin bir şekilde kullanabiliyoruz. Işığın ve maddenin derin gizlerini çözdükçe, teknolojinin olanakları önümüze açılıyor.
haci
Ben ilk iletiye dönüyor ve sorumu yineliyorum..

Bir fotoğraf makinesi düşünün. Objektifi var. Diyaframı var. Görüntü fotoğraf makinesinin arkasındaki filme ters olarak düşüyor. Alt üst olurken, sağ da sol oluyor.
Neden?
Bu durum ışığın hangi niteliği ile açıklanabilir?...

Selamlar

HACI

Tabii bu gözlemi insan gözüne de uygulayabiliriz. İnsan gözü de bir kameradır ve gözün arkasına düşen imge sağ-sol, alt-üst ters olmalıdır. Ama biz onu doğru görüyoruz. Neden?
matematikçi
Bir zamanlar Nazilerden kaçmış ve Türkiyede bir üniversiteye giren Müller'in kinematik kitabını okumuştum. Bahsettiğim kitabın bende 1962 basımı var. O kitapta yapılmış olan hareket tanımları maddenin özelliklerini olaya katmaz. Almanca bir kelime olan kinematik, almanların harekete önem vermeleri bugün kinematiğin madde katılmış hali olan mekanikte ilerlemelerine büyük olanak sağlamıştır.Işığın kinematik kurallarına uymaması gerçekten akıl almaz bir konu...( çünkü kinematik fiziksel bir kurala dayanmaz madde olmuş veya soyut birşey önemi yoktur.)
Deicide
QUOTE
Bir fotoğraf makinesi düşünün. Objektifi var. Diyaframı var. Görüntü fotoğraf makinesinin arkasındaki filme ters olarak düşüyor. Alt üst olurken, sağ da sol oluyor.
Neden?
Bu durum ışığın hangi niteliği ile açıklanabilir?...


Işığın düz (çizgisel) hareket etmesi özelliği ile açıklanabilir.

Fotoğraf makinesinin objektifinde mercek olması gerekmez. En basit fotoğraf makinesi, bir kutunun önüne çok küçük bir delik açılmasıyla yapılabilir. Deliğin çok küçük de olsa bir çapı olacaktır. Kutunun arka tarafında oluşan görüntü öndeki manzaradan gelen ışık ışınlarının düz hareket edip delikten geçmesi ve arka yüzeyde izdüşüm bırakmasıyla oluşur. Basit bir çizim, görüntünün neden ters olduğunu geometrik olarak gösterecektir.
haci
Deicide'den güzel bir açıklama.. Bir kutu ve küçük bir delik yeterli. Objektifin görevi imajı ve görüş açısını manüple etmek.. Genişletmek, daraltmak, yaklaştırmak, uzaklaştırmak vs.. Işığın hareketinin çizgisel olması bu durumdan sorumlu..
İlginç olarak antik zamanlardan beri bilinen ışığın bu davranışını 1000 yılı civarında Batıda Alhazen olarak bilinen Ebu Ali el-Hassan ibn el-Haytham adlı bir Arap bilim adamı doğru olarak açıklamıştır.

Alhazen'in zamanına ve onun ölümünden 500 yıl sonrasına kadar Batı'da ışığın gözden kaynak alarak etrafa yayıldığına inanılıyordu. Düşünebiliyor musunuz? 1500'lü yıllara kadar ışığın dışardan göze ulaştığına inanılmıyordu. Eski Yunan'dan kalan yanlış bir inanışa göre ışık, projektör gibi, gözden kaynak alıyor ve etrafı aydınlatıyordu. Işıgın güneşden kaynak aldığını ilk ileri sürn Alhazen olmuştur. Bunu da şu basit deneyle bulmuştur. Parlak bir objeye bakınız. Sonra gözlerinizi kapatınız. O objeye ait imgenin hala gözlerinizin önüne varlığını sürdürdüğünü göreceksiniz. Bu imgeyi güzünüzü açtıktan sonra bile görmeye devam edeceksiniz. Alhazen bunu dışardaki bir olayın gözü etkilemesi olarak ve tabii doğru olarak, yorumlamıştır. Bu etki gözünüzü kapatmanıza rağmen devam ettiğine göre oldukça kuvvetli olmalı diye düşünmüştür. Gözünüzü kapattığınız zaman ışık gözünüze ne girebilir, ne de çıkabilir diye mantık yürütmüştür.

Alhazen ayrıca bizim sorumuz olan camera obscura'nın ışıkla olan ilgisini de açıklamakta zorluk çekmemiştir. Camera obscura aslında karanlık oda veya karanlık yer anlamına gelen bir terimdir. Alhazen camera obscura'da görüntünün ters olmasını ışıgın düz çizgi şeklinde yayılması ile açıklayan ilk bilim adamıdır. Kameranın önüden bir ağacın olduğunu düşünün. Ağacın tepesinden gelen ve onu görüntüleyen ışık düz bir çizgi izleyeceği için kamaradaki küçük deliği geçip, arkada alt tarafa düşecektir. Ağacın altından gelen ışık ise üstte görüntülenecektir. Bunun başka bir açıklaması olamaz.

Alhazen ayrıca ışığın küçük zerrelerden oluştuğunu ortaya atan bir bilim adamıdır. Daha da ötesi ışığın bir hızı olması gerektiğini de ileri sürmüştür. Bu hızı ölçememiştir ama, çok büyük olduğu sonucuna varmıştır.

Alhazen'in bu müthiş buluşları Avrupaya ölümünden 500 yıl sonra ulaşmış ve Avrupa'yı aydınlatmıştır.

İnsan gözüne dönelim.. İnsan gözünde, ki camera obscura dan başka bir şey değildir, imgelerin ters görüntülenmesine rağmen onları biz nasıl oluyor da doğru görebiliyoruz?

Selamlar

HACI
haci
İnsan gözüne dönelim.. İnsan gözünde, ki camera obscura dan başka bir şey değildir, imgelerin ters görüntülenmesine rağmen onları biz nasıl oluyor da doğru görebiliyoruz?

Diye sormuştuk... Bunu ilk merak eden ben değilim haliyle.. Hiç ummadığınız birisi bizden yüzlerce yıl önce bu ilginç konu üzerinde kafa patlatmış. Adını çok iyi hatırlayacağınıza eminim. Johannes Kepler..... Dünyanın güneş etrafında dönerken izlediği kanunları bulup çıkaran ünlü bilim adamı. Kepler 1571-1630 yılları arasında yaşamış. Baton'u Alhazen'den alıp, Avrupalı bilim adamına geçiren müthiş bir bilim adamı. Çok da meraklı.

Kepler insan gözünü önünde küçük bir delik olan kameraya veya kutuya benzetiyor. Bu durumda görüntülerin gözün arkasına ters olarak düşmesi gerekiyor. Ama biz imajları doğru görüyoruz. Bunun nedenini insanlar yüzlerce yıldır merak edip duruyor. Tabii görüntülerin insan gözüne doğru olarak düşmesi olanağı da var. Doğada pekçok şey insan mantık ve sağduyusu ile bağdaşmıyor.

Bu ihtimali düşünen ve onu ekarte etmek isteyen René Descates bir deney tasarımlıyor.... Mezbahadan bir öküz gözü borç alıyor ve gözün arka tarafını dikkatli bir şekilde tabaka tabaka kazıyarak şeffaflaştırıyor. Daha sonra gözü bir ışık kaynağına çevirerek, gözün arkasındaki retina tabasına düşen görüntünün doğasını inceliyor. Gerçekten camera obscura da olduğu gibi, gözde de görüntü ters düşüyor. Her ne kadar bu ilginç gözlemin o zaman için mantıklı bir açıklaması yapılamıyorsa da, bugün biliyoruz ki insan beyni bu imgeleri otomatik olarak düzeltiyor. Bu düzeltmeyi öküz gözü de yapıyor, inek gözü de.

Evet.. İnsan gözü bir fotoğraf makinesine benziyor ve arkada oluşan görüntü dışarıyı ters olarak yansıtıyor. Ama beyin, gözle ilgili bu doğal kusuru düzeltiyor. Bunu insan beyni de becerebiliyor, en ilkel hayvanın beyni de.

HACI
nonagam
Düz görme sorusunda referans da unutulmamalı bence .

cismin düzlüğü , tersliği , orjinaliyiyle açısı sabit değerler değildir . Ancak iki farklı verinin karşılaştırılması ile kullanılabilir kavramlardır .

İnsanın elinde ise değişmez alt-üst referansları vardır . Yerçekimi ve her an gördüğümüz organlarımız referans eksenin kesinleşmesini sağlar .

Görüntü duyumsandıktan sonra yapılacak tek şey ekseni ile referans eksenini kesiştirmektir . BU sayede monitore kafamı omzuma eğerek baktığımda dahi yazıları okuyabilemekteyim , ve çoğu hayvanın bunu yapabileceğinden şüpheliyim .

BU konuda tvde de yayınlandığını hatırladığım bir deney var . Deneklere özel gözlükler takılıyor , bu gözlükler görüntüyü ters çevirerek göze sunuyor . Yani gözde görüntü cisime göre düz oluşuyor . Denekler her ne kadar önemli sorunlar yaşasalar da , ve açıları düzeltmekten daha fazla uğraşmak zorunda kalsalar da , uyum sağlayabiliyorlar . Konu ile linkler muhtemelen ingilizcedir , bu sebeble sevgili haci'dan link vermesini rica ederim smile.gif . Özel konularda ingilizce arama yapmakta zorlanıyorum .


Fotoğraf makinesinde ise.... çoğu insan görüntünün çevrilmesinde lenslerin etkili olduğunu sanır . Halbuki dyafram için küçük bir delik yeterlidir . Peki bunun anlaşılması neden zordur ?

Sorun , hadi sanırım diyim , insanın baktığı cisimlerin üç boyutlu olduunu bilmesi ile alakalıdır . Bunda tecrübeler de etkilidir elbette , fakat asıl önemli olan iki gözle yapabildiklerimizdir . Fotoğrafın da aynı cismi karşılaması , fakat üç boyutun iki boyuta indirilmesi doğal bir şaşkınlık yaratmaktadır .

Sadece şu es geçildiği için fotoğraf makinesi konusuna girdim zaten .ışık -ki kastım tek bir ışın değildir- cisim üzerinden her yöne yansır . Bu demektir ki yansıyan ışınların kesiştiği sonsuz nokta vardır . Diyaframın yaptığı sadece istenilen nokta dışındakileri süzmektir .diyafram büyüdüğü sürece daha fazla ışık alacak , daha fazla kesişim noktasından gelen farklı açılı ışınlarla çalışacak ve görüntü bozulacaktır . Son cümleyi biraz daha açarsam , aynı kaynaklı iki farklı yansıma objektife farklı açılarla gelip farklı noktalara düşecektir , bu da görüntüde en azından blurlaşmaya neden olacaktır . Diyaframı çok fazla büyütürsek epeyce renkle yıkanan film her ışığa tepki göstererek kararacak , bir başka deyişle yanacaktır .

Saygılarımla .
haci
Bu yorumlara katılıyorum.. Bir istisnası ile...

QUOTE
Görüntü duyumsandıktan sonra yapılacak tek şey ekseni ile referans eksenini kesiştirmektir . BU sayede monitore kafamı omzuma eğerek baktığımda dahi yazıları okuyabilemekteyim , ve çoğu hayvanın bunu yapabileceğinden şüpheliyim
.

Demişsiniz.. Bunu insan beyni yapar. Ve her hayvanda buna benzer yetiler vardır. Örneğin ispermeçet balinası denizin 2 mil derinliğine daldığı zaman orada yaşayan dev squid leri eko location ile bir tür görür.. Yani kulağını göz olarak da kullanabilir. Kör insanlarda benzer nitelikler kazanabilirler.
Benim küçük bir köpeğim vardı. Sırt üstü yatardı ve kestirirdi. Ama kulağı her zaman anten gibi hareket halinde idi. Bulunduğu yerden benim hareketlerimi göremezdi ama, radar gibi kulakları ile beni sürekli izlerdi.

İnsanda beyin gözün hatalarını bir dereceye kadar kompanze edebilmektedir. Ama beynin bu yetisinin bir sınırı vardır. O sınır çeşitli deneylerle bulunabilir. Örneğin insan beyni miyop, hipermetrop veya astigmatizmi düzeltemez. Diğer refraction hatalarını da düzeltemez. Onların retine üzerine insanın algılayabileceği görüntüler şeklinde düşmesi gerekmektedir. İnsanların bir çoğu ters yazıları okuyabilir ve bazı resimleri anlayabilir. Bu beyinsel bir etkinliktir. Düşünme ile ilgilidir. Yani entellektüel bir etkinliktir. Her ne kadar hayvanlar son derece garip şeyleri algılayabilrlerse de, koşullar değişince bunu yapamazlar. Ama öğretilirlerse onlar da yapabilirler. Bu gözlem de hayvanların öğrenip, düşünebildiğini göstermektedir.

Görme duyusu insanın en ileri duyularından biridir. Hatta en ilerisidir bile diyebiliriz. Beynin en arkasında yer alan occiptal (oksipital) lob görmeye özelleşmiştir. Burada görme ile ilgili çeşitli merkezler vardır. İnsan yüzünü görmenin bile ayrı bir merkezi vardır. Bu merkezin enfarktüsünde hasta insanların yüzünü açıkca ve kesin olarak göremez. Kendi oğlunu bile tanıyamz. Ama başka her şeyi görebilir. Üç boyutlu görmenin nedeni gözün sağ ve sol taraflarından gelen sinyallerin optik kiyazmada çaprazlaşmasıdır. Bu sinirlerle gelen sinyalleri yine beyin birleştirerek üç boyutlu görmeyi sağlar. Bir göz kaybedilirse, üç boyutlu görme de bundan etkilenir. Çünkü beynin sağ ve sol tarafları aynı anda uyarılmamaktadır. Yalnız bir tarafı uyardıldığı için stereoskopik görme mümkün olmaz.

İnsan gözü fotoğraf makinesinden fazla bir şey değildir. Kompleks yapısının temel nedeni görmek değildir. Çok basit bir göz de aynı derecede görebilir. İnsan gözünün karmaşıklığının nedeni, insan vücudunun diğer organ ve dokuları ve onların fonksiyonları ile entegre olması zorunluğudur. Örneğin gözün irisini sempatik ve parasempatik sinirler denetler. Buna ne gerek vardır diyebilirsiniz. Gereği şudur. Bazı durumlarda irisin açılarak, insanın etrafını daha net ve geniş bir açı ile görmesi gerekebilir. Yani insan gözü yalnız görmekle yetinmez. Gördüklerine tepki göstermek gibi bir görevi de vardır. Bunu da ancak diğer organların görevleri ile entegre olarak başarabilir.. Aynı durum diğer hayvanlarda da vardır.

Renkli görme ise apayrı bir olay.. Ve insanda çok gelişimiş bir duyudur. Ancak her hayvan için uygun değildir. Hatta avantaj değil, bir dezavantajdır. Çünkü hayvan yalnız kendi işine gelen şeyleri görmelidir. Onun için renkli görme çoğu kere bir handikap olabilir.

Selamlar

HACI
nonagam
QUOTE(haci @ Sep 20 2005, 03:34 PM)
Bu yorumlara katılıyorum.. Bir istisnası ile...

.

Demişsiniz.. Bunu insan beyni yapar. Ve her hayvanda buna benzer yetiler vardır. Örneğin ispermeçet balinası denizin 2 mil derinliğine daldığı zaman orada yaşayan dev squid leri eko location ile bir tür görür.. Yani kulağını göz olarak da kullanabilir. Kör insanlarda benzer nitelikler kazanabilirler.
Benim küçük bir köpeğim vardı. Sırt üstü yatardı ve kestirirdi. Ama kulağı her zaman anten gibi hareket halinde idi. Bulunduğu yerden benim hareketlerimi göremezdi ama, radar gibi kulakları ile beni sürekli izlerdi.

İnsanda beyin gözün hatalarını bir dereceye kadar kompanze edebilmektedir. Ama beynin bu yetisinin bir sınırı vardır. O sınır çeşitli deneylerle bulunabilir. Örneğin insan beyni miyop, hipermetrop veya astigmatizmi düzeltemez. Diğer refraction hatalarını da düzeltemez. Onların retine üzerine insanın algılayabileceği görüntüler şeklinde düşmesi gerekmektedir. İnsanların bir çoğu ters yazıları okuyabilir ve bazı resimleri anlayabilir. Bu beyinsel bir etkinliktir. Düşünme ile ilgilidir. Yani entellektüel bir etkinliktir. Her ne kadar hayvanlar son derece  garip şeyleri algılayabilrlerse de, koşullar değişince bunu yapamazlar. Ama öğretilirlerse onlar da yapabilirler. Bu gözlem de hayvanların öğrenip, düşünebildiğini göstermektedir.

Görme duyusu insanın en ileri duyularından biridir. Hatta en ilerisidir bile diyebiliriz. Beynin en arkasında yer alan occiptal (oksipital) lob görmeye özelleşmiştir. Burada görme ile ilgili çeşitli merkezler vardır. İnsan yüzünü görmenin bile ayrı bir merkezi vardır. Bu merkezin enfarktüsünde hasta insanların yüzünü açıkca ve kesin olarak göremez. Kendi oğlunu bile tanıyamz. Ama başka her şeyi görebilir. Üç boyutlu görmenin nedeni gözün sağ ve sol taraflarından gelen sinyallerin optik kiyazmada çaprazlaşmasıdır. Bu sinirlerle gelen sinyalleri yine beyin birleştirerek üç boyutlu görmeyi sağlar. Bir göz kaybedilirse, üç boyutlu görme de bundan etkilenir. Çünkü beynin sağ ve sol tarafları aynı anda uyarılmamaktadır. Yalnız bir tarafı uyardıldığı için stereoskopik görme mümkün olmaz.

İnsan gözü  fotoğraf makinesinden fazla bir şey değildir. Kompleks yapısının temel nedeni görmek değildir. Çok basit bir göz de aynı derecede görebilir. İnsan gözünün karmaşıklığının nedeni, insan vücudunun diğer organ ve dokuları ve onların fonksiyonları ile entegre olması zorunluğudur. Örneğin gözün irisini sempatik ve parasempatik sinirler denetler. Buna ne gerek vardır diyebilirsiniz. Gereği şudur. Bazı durumlarda irisin açılarak, insanın etrafını daha net ve geniş bir açı ile görmesi gerekebilir. Yani insan gözü yalnız görmekle yetinmez. Gördüklerine tepki göstermek gibi bir görevi de vardır. Bunu da ancak diğer organların görevleri ile entegre olarak başarabilir.. Aynı durum diğer hayvanlarda da vardır.

Renkli görme ise apayrı bir olay.. Ve insanda çok gelişimiş bir duyudur. Ancak her hayvan için uygun değildir. Hatta avantaj değil, bir dezavantajdır. Çünkü hayvan yalnız kendi işine gelen şeyleri görmelidir. Onun için renkli görme çoğu kere bir handikap olabilir. 

Selamlar

HACI
*



Sevgili haci ;

İşin aslı . ben de -fazlalıklar hariç- tam olarak bunları söylediğimi düşünmekte idim . Şu halde yetersiz uslubum için özür dilemem gerekir .

"Görüntü duyumsandıktan sonra yapılacak tek şey ekseni ile referans eksenini kesiştirmektir . BU sayede monitore kafamı omzuma eğerek baktığımda dahi yazıları okuyabilemekteyim , ve çoğu hayvanın bunu yapabileceğinden şüpheliyim "

Bu yorum için özel bir özür gerekmekte sanırım . Tekrar özür dilemek zorunda kalmamak için biraz zaman ayırmam gerekir ; beceremezsem silinmesini rica ederim ileride .

"Örneğin insan beyni miyop, hipermetrop veya astigmatizmi düzeltemez. Diğer refraction hatalarını da düzeltemez."

Üstad , her ne kadar uslubunuz açıkca forum ortalamasının üstünde olsa da , benim yazılarınızdan aldığım özel keyf böyle ara notların verdiği ilhamlar . İtiraf etmeliyim pek bilimsel bir yöntem sayılmaz , fakat bilgisayarda düzeletebildiğimiz kusurların zihinde düzeltilememesi epeyce şaşırttı beni , şu ana kadar şaşırtmamaması kadar şaşırtmasa da . Teşekkür ederim .

Saygılarımla .
haci
Sevgili Nonagram.
Aslında insan beyni düzeltemez değil. Düzeltir. Bunu arada oluşan bilinmezleri, yani boşlukları doldurarak yapar. Ama onun da bir sınırı var ve tam bir düzeltme kabul edilmeyebilir. Bazılarının UFO görmesi, hayalet görmesi bu yanılsamalarla açıklanabilir.
Göz aracılığı ile beyne ulaşan sinyaller orada yaygın bir işleme tabi tutulurlar. Öğelerine ayrılırlar ve beynin çeşitli yerlerinde depolanırlar. Daha sonra oralardan toplanırlar ve oksipital lobda mevcut çeşitli merkezlerde işlenirler. İki türlü görme olayı vardır diyebiliriz.

Periferal görme, santral görme.

Normalde bu iki görme birlikte başarılır. Periferik görme bozukluklarında gözler ya da optik sinir zedelenmiştir. Görme sinyalleri beyne gönderilemez. Yani sinyal alınamaz. Bu durumda hastanın kör olduğu söylenir.

Santral görme bozukluklarında gözlerde ve gözlerden sinyalleri beyne ileten sinir yollarında bir bozukluk yoktur. Ama oksipital lobda santral görme merkezleri zedelenmiştir. Gelen sinyaller değerlendirilemez. Dolayısıyla görülemez. Bu durumda da hastanın kör olduğu söylenir.

Tabii ayrıca gözle beyindeki merkezler arasında görme ile ilgili şifreli sinyalleri ileten sinir yolallarının bozuklukları da söz konusudur. Her yol için ayrı bir görme bozukluğu ortaya çıkar.

Santral renk körlüğü olabildiği gibi, periferik renk körlüğü de olabilir. Daha önce de açıkladığım gibi, oksipital lobda insan yüzünü görmenin bile ayrı bir merkezi vardır.

Refraktif hatalarda retinada net bir görüntü oluşamadığından, beyne gönderilen sinyaller düzeltilemezler. İnsan gözü mükemmel bir organ değildir. Kusurludur Beynin kendisine ulaşan sinyallerdeki hataları düzeltme yeteneği sınırlıdır. İşin garibi, eğer refraktif bozukluk bir süre düzeltilmeden devam ederse, bir daha düzeltilemeyecek hale gelebilir. Beyin düzeltmeden hatalı görmeye adapte olur. Ve hastanın gözündeki miyop artık gözlükle de düzeltilemez. Bu nedenden dolayı görme bozuklukları hemen tedavi edilmeli ve gözlük her zaman kullanılmalıdır. Başka bir deyişle görme ile ilgili beyin yöreleri, bozuk sinyallerle aşırı ve uzun bir süre bombardıman edilirlerse, irreversible olarak değişirler. Merceklerle o sinyallerin düzeltimesi, artık görmeyi düzeltmez.

Bu tartışmaları okursa sevgili Glokom'un bir iki yorumu olabilir. Göz onun ilgi alanıdır. Umarım arada bir buraya bakıyordur..

Selam

HACI
Bu basit görünüm sadece metinlerden oluşur. Resim ve Daha Fazla Bilgi Görmek İçin Forumun Normal Haline Geçmeniz GerekmektedirBuraya Tıklayın.