Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerine konuştular.Birden Allah ile ilgili konu açıldı.
Berber: “Bak adamım, ben senin söylediğin gibi
Allah’ın varlığına inanmıyorum.”
Adam: “Peki neden böyle diyorsun?”
Berber: “Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek icin dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimse acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydı bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum.
Adam bir an durdu ve duşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi.Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı, sakallı bir adam gördü.
Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş
olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü.
Adam: “Biliyor musun ne var, bence berber diye bir şey yok.”
Berber: “Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim.”
Adam: “Hayır, yok. Çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı.”
Berber: “Hımmm... Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?”
Adam: “ Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar cok acı ve keder olmasının nedeni!”
Sayin yecgga sorunuzun cevabi berberrrrrr.Bunu cogaltabilirizde tamirci,elektrikci,doktor,dis doktoru anlat babam anlat bitmez bu tür hikayeler hepsi Allahin varligina isaret.Saat,Sandelye hikayeleride var bu Gayb cilerin.Böyle hikayelerin bitmesi icin tek care inorganikler-organikler farkini cok iyi bilmek lazim.Yoksa böyle tuhaflasirsiniz.
SAYGILAR
İnanmak bilmek değildir.Dinlerde bilmek istemek değildir...E,Blanck
Ben saçım sakalım uzayınca berbere gidiyorum, traş oluyorum. İstersem alırım bir saç kesme makinesi, berbere de gitmem.
Tanrı da aynı şey.
Bir zamanlar insanların bilgisi kıt olduğundan doğayı, yaşamı açıklayabilmek için Tanrı kavramına ihtiyaç duymuşlar.
Bugün bilim Big Bang hariç her şeyi açıklıyabiliyor. Big Bang'ın da açıklanmasına az kaldı.
Tanrı kavramına artık gerek yok.
Kaldı ki berber var, görülüyor, tutuluyor. Ya Tanrı ???
Berber var ama Tanrı yok.
Berber'in olması için bir Tanrı gerekli diyecek bazıları.
Peki Tanrının olması için başka bir Tanrı gerekmiyor mu?
Big Bang'ı açıklamak için bir Tanrı gerekli diyecek bazıları.
Big Bang'ı Tanrıyla açıklamak bir açıklama değil. Bir bilinmeyenin yerine başka bir bilinmeyen getirmek. Kaldı ki bazı bilim adamları Big Bang'ın da olmadığını söylüyor.... Sonunda bir açıklama gelecek, merak etmeyin.
This message has been edited by gezgin95 on Jul 1, 2006 4:01 PM
Size göre Allah'ın varlık nedeni, yarattıklarından dolayıdır.
Bu Allah'ın ilk ve en ilkel varlık nedenidir. Bilinçli ilk insandan başlar.
Bu inanç insan aklına göre Allah'ın var olması ilkesine dayanır. Bir insan bir diğerini yarattığına göre, bütün canlılar kendi gibi canlılardan çıktığına göre, dünyayı da bir yaratıcı yaratmış olmalıdır. Herşeyi yarattığı için üzerindeki her olgudan O sorumludur.
Bu ilk insan için son derece mantıklı bir çıkarsamadır.
Ama günümüz insanları için yeterli bir argüman değildir. Çünkü dinlere göre Allah, bir yaratıcıdan çok daha fazla bir şeydir. Bu dünyayı ve üzerindekleri yalnız yaratmakla kalmamıştır, aynı zamanda onların yaşamını yakından düzenlemektedir. Ayrıca kendisine inanmayanları cezalandırmakta, emirlerini yerine getirenleri ödüllendirmektedir. İşte bütün bunların delili yoktur. Onlar çağdaş insan aklı için mantıklı çıkarsamalar değildir. Çünkü doğal olguların nedenleri artık bilinmektedir. Onların vuku bulması için bir Allah'a gereksinim yoktur...
Allah'ı kanıtlamak için yeni ve çok daha sofistike argümanlara baş vurmanız gerekmektedir.
Nitekim Allah'ın varlığı veya yokluğu konusunda birçok değerli tartışmalar vardır.
Ayrıca Allah'ın varlığını savunan argümanların hiç birisi neden tek bir Tanrı'nın var olması gerektiği sorusunu yanıtlayamaz. Neden tek bir Tanrı vardır da, iki ya da daha çok, iki, beş, on Tanrı yoktur? Çok Tanrılı bir düzen bence tek Tanrılı düzenden daha olasıdır. Hem Tanrı'ların sürekliği vardır, hem de işbirliği yaparak bazı konularda özelleşmeleri mümkündür. Eski Yunan'da Tanrı kavramı böyledir ve çok daha mantıklı ve akıllı bir yaklaşımdır.
HACI,
"...çünkü dinlere göre Allah, bir yaratıcıdan çok daha fazla bir şeydir. Bu dünyayı ve üzerindekleri yalnız yaratmakla kalmamıştır, aynı zamanda onların yaşamını yakından düzenlemektedir.Ayrıca kendisine inanmayanları cezalandırmakta, emirlerini yerine getirenleri ödüllendirmektedir. İşte bütün bunların delili yoktur. Onlar çağdaş insan aklı için mantıklı çıkarsamalar değildir." demişsin.
O halde bu dünyayı ve herşeyi yaratan ama onların yaşamlarını düzenlemeyen, emir, ceza gibi kavramları olmayan bir Allaha inanabilrmiyiz sence?
Bence inanabiliriz..
Argem
O Tanrı bilinçsiz fizik yasalarıdır.
Tanrı demek zorunda mıyız?
Çünkü bizim tanımladığımız o Tanrı yaratıcı değildir! Kazık gibi hep aynıdır..
Hangi koşullarda nasıl davranacağı bellidir. Ayrım yapamz. Seçemez. İstediğini cezalandıramaz, mükafatlandıramaz. İradesi yoktur. O sadece vardır...
Maddeden önce de vardı. Maddeden sonra da var olmaya devam edecektir.
Bütün herşeyi yaratan ama dinlerdeki gibi olmayan bir tanrı neden olamaz sence? (burdaki tanrıdan kastım evren, fizik yasaları değil bilinçli bir tanrı)..
Burdaki yaratma yoktan var etme değil ama kendisinden yaratılma olarak düşünülebilir.HACI bir yazısında "hepimiz tanrıyız, herşey tanrı" gibi bişey söylemişti, bu söz bence çok doğru hepimiz tanırının bir parçasıyız.
Dinlerdeki gibi bir tanrı pek olası gözükmüyor bana ama tanrıyı tümden reddetmekte anlamsız.Tekrar söyliyim benim kullandığım tanrı kelimesi dinlerdeki anlamda değil, herşeyi kapsayan, herşeyi kendisinden kendisinin bir parçası olarak yaratan, varolan sonsuz bir güç, enerji anlamında..
Bilinçli bir Tanrı anlamsız bir kavram. Yapılan gözlemler yaratıcının yaratıcılığı olmadığını gösteriyor. Kaldı ki evrenin fizik yasalarına uyarak nasıl ortaya çıktığını az çok biliyoruz. Bilim forumuna bakınız...
Ayrıca canlılar arasındaki diyalektik de, bilinçli bir Tanrı'nın olmaması gerektiğine işaret ediyor. O Tanrı'nın aynı zamanda insansal terimlerle, sapık olması da gerekiyor.
zeus koy hikayede... ne fark eder
sonuçta allah'ın anlamını zeus'a yükleyeceksin,
hadi iman et...
kelimelerden öte anlama...
hacı sende de pananteizm'e doğru bir meyil seziyorum
diyalektik tasavvuf'un önderlerinden olacaksın bu gidişle(keh keh keh)
evet allah'a ihtiyacımız yok diyorsun,
sen hiç ihtiyaçsız bir insan mısın,
su olmadan yaşayabiliyor musun?
o su nasıl oluştu? rahman indirdi..
o zaman allah'a ihtiyacın var:)
bilinçsiz tanrı vs. bilinçli tanrı....
bilincin tanrısı vs. salt fizik kanunlarının tanrısı
hepsinden öte
içinde oynadığımız mükemmel oyunun yönetmeni tanrı...
varlığın ding an sich'ine bakalım... ama hiç bir gözlükle onu göremiyoruz...
o zaman gözlükleri atalım!
karl marx işçilere hitaben demiş... biz de aklı olana hitaben ortaya diyelim...: dünyanın tüm akıl sahipleri, birleşin!
güzel günler göre-ceğiz... güneşli günler!
kahkahalar, hepsi boşa!
bu vahalar bir yokuşa,
benzeyecektir...
üzülmeler, hepsi boşa!
hayat adil bir temâşâ,
gitmese de sence hoşa,
sen gidecektir!
savaşlar bir barışa,
özlenen nihai varışa,
iyi kötü karışa karışa...
bir gün gelecektir...
evet allah'a ihtiyacımız yok diyorsun,
sen hiç ihtiyaçsız bir insan mısın,
su olmadan yaşayabiliyor musun?
o su nasıl oluştu? rahman indirdi..
o zaman allah'a ihtiyacın var:)
Döngüsel uslamlama.. Suyun Allah tarafından indirildiği senin savın. Kanıtı nerede?
biliyordum bunu diyeceğini
kanıt sunacak vaktim yok yalnız,
1.su bir şekilde oluştu ilkel dünyamızda ve su döngüsü şekillendi. hala da su iniyor gökten.
2.müslümanın allah kabulü kuran'dan gelir
3.kuran'da gökten yağmuru rahman yağdırır der.
4.o halde adını nasıl alırsan al, yağmuru rahman yağdırır.
birlikten güç doğar
var mı başka lafa hacet
ne diye “bir” i bilmezler
neden görülmez vahdet?
sonsuz bir güç varsa
sonsuz bir birlik de var,
aklın yolu bir; evet,
ya hû mevlam medet!
Güzel bir hikaye olmuş. Ancak buradan anladığım şey kötülüklerin aslında Allah'a inanmayanların başının altından çıktığı iddiasıdır. Bu iddia çok çabuk yanlışlanabilir. Ama iyi olanlar inananlar, kötü olanlar inançsızlar diyorsan; o halde ben de inançlıyım.
Bu arada hikaye maalesef Allah'ın varlığını ortaya koymuyor.
Tanrı var mıdır diye bana sorsanız size cevabım olduğudur. Kanıt isterseniz de kendimi gösteririm en önce. Eğer sen varsan o da vardır. Bunu anlamak için geriye doğru bir canlandırmak yeter olanları derler. İnsanın organlarını oluşturan hücreleri, onları oluşturan atomları, atomlarımızın evrensel kökenini, atomu oluşturanları, parçacığı oluşturan ışınımı… diyerek her şeyin başı ve sonu olmayan bir düşünceye vardığımızı fark ederiz yine düşünerek. Tabii ki bu işin geleneksel bilgi dışı fizik boyutudur ve herkes bu kaçış açıklamasına yönelir ve apaçık gerçeği göremez.
Kimileri Tanrının varlığına, kimileri yokluğuna, kimileri de bilinemeyeceğine deliller getirdi. Fakat gözlerinin önündeki perde asıl gerçeği görmelerini engelledi, gölgelerde kayboldular. Gerçeği arayan gördü.
Şüphesiz ki Allah’ın varlığına delil yoktur. Delil, sonsuz gölge varlığın okyanusunda analiz ve sentez yoluyla bir düzen yasası veya başka bir gölge varlığa ulaşma yolundaki kırıntılardır. Delil, alamettir.
Halbuki Allah’ın varlığına delil yoktur çünkü olmasına gerek yoktur. Var olmak var ise ve bunu algılayabilecek bir algı, düşünce var ise Allah yoktur denilemez. Delil de aranmaz çünkü görülen veya görülmeyen, algılanan veya algılanamayan her şey ona delildir, onu işaret eder. Böylece gölge varlık yok olur, perde kalkar ve gerçekle yüzleşilir.
Evet, Allah’ın varlığına delil yoktur, delil aramak ta onu sen, ben gibi bir “nesne” yapar. Artık bilim Allah’ın varlığı veya yokluğunu ispatlamaktan ziyade bütünlüğü idrak etmeli, düşünce ve seziler ışığında perdeyi göz önünden indirmelidir. Bilim de esas amacına dönmeli, sadece iyilik ve doğruluk yolunda artık insanların arasındaki ihtilafları, ayrılıkları yok etmelidir.
Allah’ı çölde su misali arayan bedevi zihniyetinden sıyrılmalı, Allah’ı her an gören, her şeyin, varımızın kaynağı olarak bilenlerden olmalı, şüphelerimizden sıyrılmalıyız. Böylece onun bilinciyle farkındalıkla yaşayan, onun ışığıyla aydınlanan, gerçekten yaşayanlardan olmalıyız. Bu dünyadaki ölümün ve yaşamın ötesinde başı ve sonu olmayan bir sonsuzluğu, sınırsızlığı yaşayanlardan... Bilenle bilmeyenin, ölüyle dirinin farkı buradadır.
Allah’ın varlığını bir nesne varlığı gibi çıkarımlarla ispat yoluna gidilmesi gerçekten boştur ki bu Kuran’da bile apaçık ortadadır.
Her yerde dile getirilendir ki, gökten yağmur yağması Rahman’dandır, gemilerimizin yüzmesi onun iledir, gökyüzünü o elleriyle inşa etmiştir, hepsi onun ayetlerindendir. Rahman Suresi’ni okuyan, düşünen ve akıl eden herkes gözü önündeki perdeyi farkedecektir. Bütün bu işaretler Allah’ın ayetleri olarak nitelendirilmiştir Kuran’da.
Sizi topraktan yaratmış bulunması, O’nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.
Göğün ve yerin O’nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.
(Kuran 30/20,25)
Ayet ise bildiğimiz delil anlamından uzaktır. Ayet, Arapça bir kelimedir. Çoğulu “Âyât”tır. Açık alâmeti manasındadır. Türkçe’de “bellik”, Farsça’da “nişâne” kelimeleriyle ifade edilir. Alâmet; zahir ve açık demek olunca, ayet onun daha zahiri demek olur. Apaçık görülenin açığıdır ayet... Öyleyse şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
Zamanla agnostik, ateist ve teist kanıt avcılarının çağının geride kaldığını, ahir zamanın kötü günlerine kendimizle olan son savaşımızdan sonra elveda diyeceğimizi gösterecek günleri göreceğiz.
Ancak hala söylenilenleri anlamak istemeyenlerdenseniz, bir şeyin olmadığını söylemek de o an dâhilinde onu zihinlerde var kılacağından yine kendinizle çelişirsiniz. Varlıkla yokluğun çelişkisidir bu, olmamanın olmak üzerindeki olmazlığı, olanın da olmamazlığının imkansızlığı... Her an daima sizinle olan bir Tanrıdan söz ediyorsak, sizi hiç bırakmayan, yalnız bırakmayanların ne olduğunu “düşünün.” Düşünceniz ne kadar düşünseniz de sizi bırakamayacaktır. Tanrı işte buradadır. Şah damarımızdan da yakındır bize.
Yok:
Olamaz… Zorlama!
Var:
Yok olamaz… Hiç deneme…
Yine idrak edemediyseniz, Allah’ı görmek yolunda “Gördüğünüz her hangi bir şey varsa o Allah değildir.” veya Kuran’dan “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur”(42/11) deyişini hatırlatırım eskilerin öncelikle. Çünkü o gördüklerinin içinde “bir şey” değildir seçebileceğin. Tanrının herhangi bir sıradan görülebilir, algılanabilir varlık olmadığını, böyle olduğunu söyleyip Tanrıya değil bir puta taptığımızı anladığımızda kafamızdaki birçok soruya daha cevap bulmuş olacağız.
Nereye gidebilirim senin Ruhundan,
Nereye kaçabilirim huzurundan?
Göklere çıksam, oradasın,
Seherin kanatlarını alıp uçsam,
Denizin ötesine konsam,
Orada bile elin yol gösterir bana;
Öncülük et bana sonsuz yaşam yolunda!
(Zebur : 139)
Onun varlığının delili diye gösterilenler onun delili değil, alamet değil hayret unsurudur ancak, mükemmelliğin sezilmesine yardımcı olan perde kaldırıcılarıdır gözümüzün.
Onun her varlıkta olduğunu, sevgide olduğunu ve işte bu yüzden onun her yerde olduğunu, her şeyi bildiğini, her şeyin sahibinin o oluşunu daha iyi anlamaya başladığımızda aklımıza takılacak bir başka soru zaman’dır. “Allah için zaman nasıldır ki altı günde evreni yaratmıştır? Neden beş günde değil de altı?” gibi sorular kemirir beyninizi.
Peki, Tanrının tüm zaman, mekân ve boyutlarda “an”ı yaşadığını ve zaman çarkını başından sonuna dek “bir” olarak bir açıdan baktığını söylesem? Onun sonsuzluğun perspektifinden bakmak olduğunu söylesem de her şey aynı mı olacak yine sizin için?
“Tanrı Sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar. Tanrı da onda yaşar.”
(İncil –Y- 4.16)
Ağaçtan düşen elmanın bir doğa kanunu oluşu, bunun akla dayalı mutlak bir gerçek oluşu, bunu gerçeğin kanunu, Tanrının yasası kılar. İşte bu da evreni ilk yaratıcı gücü veren, devindirici ama evreni bağımsız bırakan bir Tanrı fikrinden, her an her şeye müdahil bir Tanrıyı anlamamızı sağlar. Kendi elleriyle göğü kurduğunu ve genişlettiğini söyleyen bir Tanrı zaten bundan başka ne olabilirdi ki…
Onun altı günde yaratımı da bizim gözümüzden altı evreli bir yaratımı anlatır sadece. Zaman göreceli, bağıl bir kavramdır. Sonsuzluğun gözünden zaman “an”dadır. O an’ı yaşar ve her şey an’da olur. “Ol !”demenin anlamı ve sonucu budur.
Her şeye gücü yeten, kaldıramayacağı bir taşı yaratır mı diye soran zihniyet de düşünce tarihinde kuyuya taş atan deli rolünü layıkıyla oynamış, akıllıların haberi olmamıştır. İşte şimdi sıra sizde, düşünün : “Her şeyin bir sebebi ve amacı olduğu varlık bütününde hiçbir şey başıboş değildir. Tanrı da bizim gibi düşünen birisi değil, hatta herhangi birisi olmadığı için soruda kastedilen bir yaratıcılık anlayışı geçerli değildir.”
Her şeyin bir düzen içinde olagelişi de bize en mükemmel yaratımın içinde olduğumuzu ve bu durumda da kaldırılamayan taşın olamayacağını, çünkü evrende çelişkili bir durumun olmadığı ve zaten Tanrının da eli ve koluyla bütünden ayrı düşünüp bir taşı kaldırmakla uğraşan bir cisimleştirilmiş ilah olmadığını, zaten bütünün ve birliğin Tanrı olduğunu anladığımızda bu büyük sorunu da çözeriz.
Kaldırılamayacak taş yoktur Tanrısal perspektiften, sonsuzluğun açısından bakınca.
Birliğe Gel
Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek,
ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikiside,
peki, kutlu ne, kutsuz ne?
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek.
başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız
iki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?
Sen habire gevele dur bakalım,
habire ‘usul boylu birlik çam ağacı’ de,
sonu nereye varır bunun, nereye?
Şu beş duyudan, altı yönden
varını yoğunu birliğe çek, birliğe.
Kendine gel, benlikten çık, uzak dur,
insanlara karıl, insanlara,
insanlarla bir ol.
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz.
Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.
Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini.
Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini.
Tertemiz can canlığını işler, canlığını.
Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini.
Ama sen canı da bir bil, bedeni de,
yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine,
hani bademler gibi, bademler gibi.
Ama hepsindeki yağ bir.
Dünyada nice diller var, nice diller,
ama hepsinde anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
can nasıl koşar, bunu canlara iletir.
(Mevlana)
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:12 PM This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:11 PM This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 6:48 PM
Ancak hala söylenilenleri anlamak istemeyenlerdenseniz, bir şeyin olmadığını söylemek de o an dâhilinde onu zihinlerde var kılacağından yine kendinizle çelişirsiniz. Varlıkla yokluğun çelişkisidir bu, olmamanın olmak üzerindeki olmazlığı, olanın da olmamazlığının imkansızlığı...
Onun altı günde yaratımı da bizim gözümüzden altı evreli bir yaratımı anlatır sadece. Zaman göreceli, bağıl bir kavramdır. Sonsuzluğun gözünden zaman “an”dadır. O an’ı yaşar ve her şey an’da olur. “Ol !”demenin anlamı ve sonucu budur.
..................
iyide tevratta 7 gündür
yoksa tahrif mi oldu?
hem neden 6 evre diyecegiz
?
ayrıca hadi evre dedik neden dünyaya 4 göge 2 evre ayırıcaz?
Allah'ın varlığını kanıtlama gereği olmamasını O'nun kanıtı olarak gösteriyorsunuz.
Bunu kabul etmek mümkün değil.
Allah'la ilgili ne gibi bir sırrı işfa ediyor, O'nun var olması gerektiği dışında? Siz kendi mantığınıza göre Allah'ın olması gerektiğine inanıyorsunuz.
Allah'la ilgili diğer nitelikleri nasıl açıklayacaksınız?
Kur'an ve diğer din kitapları Allah'a inananlar tarafından yazılmış olamaz mı?
Bize göre onlar Allah'ın sözleri olamaz. Çünkü onların hiç birinde Allah kendi varlığının kanıtını ifşa etmemektedir. Bizden sadece kendisine inammamızı istemektedir.
Din kitaplarının saçma ve yalan olduğunu, yalnız ateistler değil, dine inananlar ileri sürmektedirler..
Hristiyan'lara göre İslam yalandır. Kitabı ve peygamberi sahtedir.
İslam'a göre Hristiyanlık saçmadır.
Yahudiliğe göre her ikisi de yalan ve saçmadır.
Görüldüğü üzere dinler ve Tanrı kavramı konusunda inananlar arasında bir konsensus yoktur. Hepsi yalancıdır. Hiç birisinin inanandığı Tanrı kavramı doğru değildir.
Siz yalnız İslam'ın doğru olduğunu ve Allah'ın olup, Tanrı'nın olmadığını iddia ediyorsunuz. Sayınız kaç? 1,5 milyar.
Karşınızda 2 milyar insan Tanrı var, Allah yok diyor..
Geride kalan 4 milyar insan ise farklı Tanrı'ya inanıyor veya Tanrı inancı bile yok. Yalnız din inancı var.
Görüldüğü üzere Allah inancı bir inançtır.. Hepsi o kadar.. Bu inancın bilimsel gözlemlere dayanmadığı için, kanıta gereksinimi yoktur. Bilimsel olarak kanıtlanamaz. Bir olgu kanıtlanamadığı için reddedilemez. Yalnız bir tür varlığı gösterilen olgular reddedilebilir. Allah kavramının reddedilememesi, o kavramın bir gerçek olmamasındandır.
Allah'ın olması gerektiğini varlığın var olması ile açıklayınca ve ben varlığın var olma nedenini başka bir nedenle açıklayabilirsem, Allah kaybolur. Yok olur..
Yar.1: 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
Yar.1: 3 Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu.
Yar.1: 4 Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
Yar.1: 5 Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Yar.1: 6 Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu.
Yar.1: 7 Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
Yar.1: 8 Kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Yar.1: 9 Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu.
Yar.1: 10 Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Yar.1: 11 Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu.
Yar.1: 12 Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Yar.1: 13 Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
Yar.1: 14-15 Tanrı şöyle buyurdu: "Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu.
Yar.1: 16 Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.
Yar.1: 17-18 Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Yar.1: 19 Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Yar.1: 20 Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu.
Yar.1: 21 Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
Yar.1: 22 Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı.
Yar.1: 23 Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
Yar.1: 24 Tanrı, "Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen*fa* türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu.
D. Not-1:24 "Sürüngen": İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki
kara hayvanlarını da kapsıyor.
Yar.1: 25 Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
sağol kendin kopyalamışsın...
altı günde yaratılmış...
yedinci gün dinlenme(?)
var burda da... diğeriyle çelişki yok?
hatta yahudiler de o bir günün anısına tatil yaparlar..
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 7:09 PM
Ancak hala söylenilenleri anlamak istemeyenlerdenseniz, bir şeyin olmadığını söylemek de o an dâhilinde onu zihinlerde var kılacağından yine kendinizle çelişirsiniz. Varlıkla yokluğun çelişkisidir bu, olmamanın olmak üzerindeki olmazlığı, olanın da olmamazlığının imkansızlığı... Her an daima sizinle olan bir Tanrıdan söz ediyorsak, sizi hiç bırakmayan, yalnız bırakmayanların ne olduğunu “düşünün.” Düşünceniz ne kadar düşünseniz de sizi bırakamayacaktır. Tanrı işte buradadır. Şah damarımızdan da yakındır bize.
.................
pekala gökteki bir tanrıda size sah damarınızdan daha yakınım diyip gökte olabilir(mülk 17 18)
sağol kendin kopyalamışsın...
altı günde yaratılmış...
yedinci gün dinlenme(?)
var burda da... diğeriyle çelişki yok?
hatta yahudiler de o bir günü tatil yaparlar..
Düşüncelerin hoşuma gitti. Allah zaten vardır ya da Allah'ı sonuçta hiçbir zaman düşünememezlik edemeyiz. Elbette Allah diye adlandırdığımız bir şey vardır. Ama bu şey nedir? Bu şey insanların kafalarında kurguladıkları bir şeydir. Tıpkı zaman gibi. Zamanın var olduğuna inanırız. Ama onun kanıtı yoktur elimizde! Zamanın varlığına ilişkin bulgularımız yoktur. O sadece bir kavramdır. Öyle bir kavram ki onsuz yapamıyoruz. Aslında zaman diye bir şey yoktur demem ne kadar anlamsızsa, tanrı diye bir şey yoktur demem de o kadar anlamsızdır. O, sadece zihinlerimizde vardır. Varlık nedenimizi ya da koşullarımızı anlamaya muktedir olmadığımız anlarda (ki bu anlar bizi hiçbir zaman bırakmaz) zihnimizi kaplayan bir varlıktır tanrı. Bunun ötesinde tanrıyı tanımlamaya çalışmak O'nu putlaştırmak olur ki, zaten dinlerin yaptığı da budur. Örneğin Muhammed'in tanrının sözlerini ilettiğine inanılır. Buna inanmak demek müslüman olmak demektir zaten. İyi ama tanrının sözü nedir ki? Benim de vardığım birtakım ahlaki argümanlar var, varlığa ilişkin fikirlerim var. O halde ben de mi vahiy alıyorum? Şunu açıkça söylemeliyim ki, dinlerdeki evren anlayışı, ahlak anlayışı evren hakkında, varoluşumuz hakkında birçok görüşten yalnızca birisidir. O yüzden birçok din var ya zaten. Kısacası tanrı vardır ya da tanrı yoktur tartışmasının bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Tıpkı zamanın varlığı yokluğu konusunda olduğu gibi. Biz ateistler aslında bu tartışmayı anlamsız bulan kişileriz (aynı görüşte olmayan ateist arkadaşlar olabilir). Tanrı'nın varlığını problem edenler ise inananlardır. Biz bunu bir problem olarak görmediğimiz için ateistiz.
Onun varlığının delili diye gösterilenler onun delili değil, alamet değil hayret unsurudur ancak, mükemmelliğin sezilmesine yardımcı olan perde kaldırıcılarıdır gözümüzün.
Onun her varlıkta olduğunu, sevgide olduğunu ve işte bu yüzden onun her yerde olduğunu, her şeyi bildiğini, her şeyin sahibinin o oluşunu daha iyi anlamaya başladığımızda aklımıza takılacak bir başka soru zaman’dır. “Allah için zaman nasıldır ki altı günde evreni yaratmıştır? Neden beş günde değil de altı?” gibi sorular kemirir beyninizi.
Peki, Tanrının tüm zaman, mekân ve boyutlarda “an”ı yaşadığını ve zaman çarkını başından sonuna dek “bir” olarak bir açıdan baktığını söylesem? Onun sonsuzluğun perspektifinden bakmak olduğunu söylesem de her şey aynı mı olacak yine sizin için
.............................
yazdırdıgı kitapta benim zamanım su kadar derse palavra olur bunların hepsi mesela sizin 50 bin yılınız benim bin yılım gibidir vs..
yabancı degil hani...
kavram kargasına yol acmaya gerek yok
ortada bir nesne yok obje yok bütünlükten bahsediyorsunuz ama farkında olmadan dogal sonuc bir bütünlük bir kavram yaratma endişesi güttügü için hepsi birbirine giriyor..
"dogal sonuc bir bütünlük bir kavram yaratma endişesi güttügü için"
dedin liberty....
bunu bana açıkla... yoksa allah'ı mı seziyorum....
teşekkürler bu arada
unver, sana ve senin gibi sağa sola çamur atmayan
heyecanlı ama bunu bu heyecanını aklına, fikrine teslim etmiş...
sonsuz selamlar olsun hepinize...
kırılmamak için bükül
düz olmak için eğril
dolmak için boşal
parçalan ki yenilen
az ile yaşayanın kazanacağı çoktur
çok şeyi olanların zihni ters yüz olur
bilge her şeyi kucaklamayı kucaklar;
kendinden geçmiştir, bu yüzden ki parlar;
kendinin derdinden uzaktır, ışığı burada saklar;
üstünlük taslamaz, onun için yüceltilir;
yanlışı konuşmaz ki bundandır,
tereddütten uzaktır;
kavga etmeyenlerdendir ki,
kimse onunla kavga edemez.
bu yüzdendir ki eskilerin bilgeleri demiştir;
“boyun eğ ve bütünlüğü koru;
yekpare ol, her şey sana gelecektir.” (Tao Te Ching / 22)
sanırım anlamıyorsun... ilkokul'da türkçe derslerine girenin bile anlayacağı bir nüans...
Başlangıçta gökler ve yer yaratıldı. Ve yedinci gün Allah yapmakta olduğu tüm işini bitirdi. Yedinci gün tüm bu işlere bir son verdi. Allah yedinci günü kutsadı çünkü o gün yapmış olduğu tüm yaratma işine son verdi. ( Bereşit 2:1-3)
tanrı kavramı zihinlerde kendine özgüdür diyip ardından ''dinlerdeki obje tanrıyı işin içine katıp)fikir ucusmasına sebep oldugunu unutup ardından bir bütün gibi hareket ediyorsun.
tanri fikri zihinde belkide sadece musanın kinde oldugu gibi nesne bile olabilir.
kavramlastırırken genel bir tasarım ortaya koymak gerek tanrı adına mümkün müdür bu?
geçen nasa araştırmalarını inceliyorduk kendi kendine toz bulutları arasında yeni oluşan genç bir evrene rastlandı ama bunu tanrının yaptıgı görülmüyordu .tanrı 7 günde yaptı ve şimdi yeni bir evren yaparak eksiklerinimi tamamlıyor...
verdiğim site de yahudilerin
bizzat ibranicesinden okuyanların adresidir...
gerçi ibraniceye de gerek yok
türkçesinden anlam anlaşılıyor
sen çarptıyorsun...
Şabat gününü hatırla ve onu kutsal kıl. Çünkü altı gün Allah gökleri, yeri, denizi ve buralarda yaşayanları yarattıktan sonra yedinci gün dinlendi. Bu yüzden Allah Şabat’ı kutsal kıldı. ( Şemot 20:8-11)
altı üstü bir lanet
üzerimizde gezen
boş bulunduğumuzda
her vakit bizi ezen…
boş olma! dol be ibrik
suyun taşsın kendinden
nerde kaldı sende birlik?
geç bu vakit bedenden
geç bu gün herkesten,
her şeyden ötelerdesin
haykırsan emin ol
yankılanır kutsal sesin
sen sahibi değilsin artık hiçbir şeyin,
her şeyin senin sahibin olduğu kadar,
yen lanetini insan,
şah damarın bundan atar!
ya zaten allah olsaydı bizim gibi ateist olurdu düşünsene kendi çıkardıgı yarattıgı kitaban inansa putperest damgası yer (kendi yarattıgı bir düşünce) ikincisi onu yaratan bişi olmadıgı ve taptıgı köle olmadıgı onu yaratan bir ilah olmadıgı içinde ateist olurdu... ( anlicanız tanrıda bizden ) bu müslolar ne diyorlar hala anlamadım gitti ...
Tekrar etmem gereken satırlar var yine de dostlar, aynı satırların şairi değilim fakat ayrı satırlara da ihtiyaç yok çok kez...
Hani insan ne olursa odur derler ya... Bir yere kadar doğrudur aslında. Evet, sen “x” sıfatını koydun kendine. X’i görüyorsun her yerde, x’in etkileriyle yaşıyor, kendini bir x çekicisi yapmış ve mıknatısa üşüşen demir tozları gibi kendine çekiyorsun adeta düşüncenin sonucu düşünceyi isteme istemeye...
İnananlar ile inanmayanlar arasında bu yönden bir fark yoktur; inanan inancını yaşadıkça büyür inancı, inanmayan da inançsızlığını büyütür sancılı...
İnancınla eşdeğer buluyor seni mucizeler, kerametler... Ama amaç ulaşmaktır gerçeğe... Gerçeğe varmak için bu üstün olay sandığımız, sihircesine şaştığımız şeylere itibar etmemektir işin aslı, çünkü gerçeğe bakan bin bir merceğe duyulan histen öte geçmemeli arzularımız. Yoksa yine özgürlüğe giderken tutsak kalırız yolda bile bile...
Tabii ki gerçeğe varmış olan binbir merceğe hükmeder, mucizeler, kerametler; oyuncak olur çıkar sadece, ama gerçeği bunlar sanmamak gerek.
Sizin dalga geçtiğiniz, ne zamandır adını andığım sevgiye hala gülün siz... Kim olursanız olun biliyorsunuz onun gücünü... Ancak alaya aldığınız yalnız kendinizsiniz! İyi düşünce, saf niyet ve sevgi... Başka hiç bir şeye ihtiyacınız yok, ve ihtiyacınız olup olmadığını düşünmeye de...
Yargıç olmaktan vazgeçin... Şimdilik kanıtsınız, kanıt adınızı, kendinizi ters yüz edin ve tanık olun öncelikle... Sonra da kelimeleri ters yüz edeceksiniz zaten! Var olmanız adına var edene bağlı olun... Sevin, sevmeyi bilin, sıradanda bile mucizeyi görün!
This message has been edited by Tuhaf on Jul 4, 2006 9:12 PM
Gördün mü o yalanlayanı dini?
Hor görür işte o yetimi,
Engeller o yoksulu doyurmaya teşviki…
O namaz kılanların vay haline ki,
Onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Gösterişten ibaret hepsi,
Ufacık bir yardımı bile engeller onlar…
(Maun suresi)
hazreti muhammedin dediği gibi din güzel ahlaktır...
işte dini yalanlayan ve yanılgıda olanlar da iyilikten uzak olanlardır...
o halde?
Tuhaf iyice saçmaladığının farkındasındır umarım. Tartışmanın ortasında "yeter amaa" diye hıçkırıklara boğulan çocuk gibisin. İyi peki biz de tartışmanın ortasında savuralım duygusal söylemler. Sen daha bir konu tartışırken bir anda mantığı bir kenara koyup başa dönüp abuk alakasız duygusal söylemlerde bulunuyorsun.
Sen o iyiliği ahiret hesapları için, cennet için huriye için yapıyorsan kusura bakma ama al başına çal o iyliğini bizden uzak olsun.
cevap bekliyorum... yeni sualler ortaya atıyorum bu arada...
dini yalanlayanın maun suresini okumasını,
ve allah var mı yok mu bir daha düşünmesini öneriyorum...
Peki muhammed peygamber olduğunu iddia ettiğinde ona da bu tepkiler gelmemişmiydi? Çıkıp biri "ben son peygamberim" dese ne diyebilirsin ona? Onadamı inanacaksın? İnanmazssan Muhammede neden inanıyorsun? Özellikle muhammede inanmanın nedeni nedir? O devirde yaşasaydın inanmayacakmıydın muhammedin peygamber olduğuna?
This message has been edited by yecgga on Jul 1, 2006 8:57 PM
e bugünkü benim de o günde doğma ihtimalimin "SIFIR" olduğunu göz ardı ediyorsun ya?
ihtimaller üzerinden yaşayacaksan....
ben binde bir olsa... onların içinde olurdum diyorum ben de o halde...
okuma yazma bilmesem de okuyanın sözünü dinlerdim hatta, yalan mı söylediğini düşünüyorum? ondan okuma öğrenirdim...
Bakara 255.(Ayetül Kürsi)
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.
**************************************
İnsanın üstün göreceği, değer vereceği tek olan demektir Allah. O’nun için diğer tüm var dediklerimiz gibi bir ölüm, dirilme yoktur, ölmeyen diridir o, kendisinde yaşayan, varlıkla var olandır. Yok olmak diye bir şey olmadığından, onun olmaması da bu halde imkansızdır. Ne diye inkâr ederler ki neyi inkâr ettiklerini bilmeden... O sınırlı bakış açımızla da görebileceğimiz varlığın birliğinin tecellisi iradedir, birlik bilincidir. Hiçbir gevşeklik yoktur onun düzeninde ki, tembellik denilen düşüncesizlikten uzaktır düşünce, birliğin düşüncesidir bu, her an onu hareket halinde görürsün ta ki hareketi kavrayana kadar, tekin seyrini idrak edene kadar sen de seyrin içinde kapılıp gidersin bu dalgalara karışıp, en sonunda denizin durulur, kaybolmayı tadarsın elbet… Ancak denizi bilmen lazım gelir önce, deniz inatçı gelir sana, dayanamazsın o dalgalara, denizi bilmek için kendini bilmelisin önce ki onun iznine mazhar olasın. İşte bu denizin dalgalarındaysan hala, bil ki deniz seni nereye vuracağını bilir, nerden geldiğini de, tüm zamanlar onun önünde yayılmıştır, açıktır, gelmişi geçmişi yoktur denizin. Deniz her zaman aynı denizdir. Dalgalar bir çıkar ortaya, bir vurur kıyılara… Eğer hala sınırsızlığını kavrayamadıysan bil ki denize karışmadan denizden bir zerre ilim kapamazsın. Kendini yenmen lazım gelir her şeyden önce. Her yer, her şey, ona tabidir, deniz kuşatmıştır sizi. Senin gibi yorulan, duraklayan bir aciz parça değil ki o kendini bir şey sanan! Onu parçaların toplamından bile büyük gelen bir her şey olarak kavrayabilirsin ancak, işte ona bir zorluk yoktur, olası her şey olmuştur zaten, bunun dışında potansiyel de yoktur ki gerçek olsun, en mükemmelinde yaşarsın zamanın, mekânın ve yaratımın. Daha kararlısını, iyisini düşünmeye aklın ermediğinde bunu kabul edeceksin. O çok yücedir, büyüktür.
Yukarıdaki satırlar sadece aynı ayetin farklı kelimelerle yeni baştan yazımıydı, yorumdan uzak bu satırların yanında, bu yüce ayetin, ayet-ül kürsi’nin tefsirini yapmak için ise sonsuz kelime gerekir. Bu gerçeği kavrayabilmek, sonsuz kelimeye varmak için de şu hadise kulak vermeli:
“Dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahireti isteyen ilme sarılsın. Hem dünyayı hem de ahireti isteyen yine ilme sarılsın!”
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:12 PM
bu ayetül kürsiyi yazmamın bir sebebi de belirttiğim tanrı "anlayış"ının dinlere(?) uymaması iddiasına cevaptı... hak din islam'dır... adem'den beridir peygamberlerin anlattığı allah bu allahtır...
ama asıl sebebi... nasıl allahın yokluğu(?) adına ayetler örnek veriliyorsa, ben de varlığı adına veriyorum, buyurun...
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 9:52 PM
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz…
(Nazım Hikmet Ran, Pitsuna 1954)
Var olan tek şey akıldır. Sınırsız bir düşünce denizinin içinde kimimiz bir çakıl taşı, kimimiz bir balığı canlandırırız. Tek bağlılığımız suyadır. Çünkü aldığımız nefesi bile onu borçluyuzdur. Bunu bilerek yaşarsak denizdeki her şey ile bir uyumda geçiririz günlerimizi. Denizin dalgalarını tanırsak, onlara karşı yüzmenin verdiği rahatsızlığı da biliriz. Ölen bir balık deniz için ölmemiştir, denizde yine can bulur çünkü… İnsan ise bu denizdeki diğerlerine nazaran bir başka canlıdır.
Biraz çakılından, biraz masmavi tuzundan alır denizin. Denizin durmadan anlattığı denizliğin kaderini tanır, sonsuzluğu, unuttuğu sonsuzluğu hatırlar yerinden bir heyecan ve sevgiyle…
Sanal algılarımız ikili bir düzene bağlıdır. Karşıtlıkların bir arada olduğu bir evrende Tanrı’nın gücü işte bu karşıtlıkları belirleyendir. Sebep ve sonuç değil, onların yuvasıdır Tanrı katı. Sebepler ve sonuçlar bütünün parçalarını anlamamıza giden yolda önümüze çıkarlar. İnsan Tanrıyı görür gibi yaşar, kendinde ve her şeyde onu hissederek her adımını atarsa perde göz önünden kalkacaktır.
Her şeye şüphecilik sahibi bir akıl ve saf niyetle yaklaşabilen insan tek gerçeği kavrayacak, ona bulduğu doğruları onaylatan tek dostu içindeki vicdanı sayesinde gerçek huzura adım adım yaklaştığına bizzat tanık olacaktır.
Ancak kesin uyanışı gerçekleştirmek için çevresindekileri de uyarma ihtiyacı hissedecek, böylece kendisinin kurtarıcısı olacaktır. Ancak bu kıldan ince, kılıçtan keskin yolda yürürken en büyük düşmanı yine kendisi olacaktır.
Tanrısal bilinci kendi parçacıl varlığıyla düşünen insan kendini ilahlaştırıp yaptı bütüne aykırı her davranışı meşru görebilecek ve doğru sayacaktır. İşte bu dinlerin nefsin hâkimiyeti dediği, egonun üstün gelmesi durumudur.
Eninde sonunda bir gün sadece insan olmadığımızı anlayacağız hep birlikte. Nerden gelip nereye gittiğimizi öğreneceğiz. Bugün bu cümleleri duymanız da her şey gibi bir tesadüf değil, daha önceden kendi çizdiğimiz, isteğimizle gözlerimizi açtığımız bu hayatta doğruyu bulma anahtarımızdır.
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:10 PM This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:10 PM
Tanrı insanlara kötülük için bir cehennem yaratmamıştır...
İnsanla Tanrının arasındaki sonsuz aşkı anlamak için;
"Aşkın zıttı nefret değil kayıtsızlıktır." çıkarımını anlamak gerekir..
İnsan da Tanrı ile hiç bir zaman ilişkisini koparamadığındandır bitmez bu aşk...
Ayrıca sözde ayrı dinlerin “Tek Tanrı”sının kötü niyetli olması ne mümkündür? İncil’de: “Tanrı Sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar.” diyorken ve asıl iddiaların hedefindeki Kuran’ın ilk inen iki ayeti çok büyük bir gerçeğe işaret ederken:
“Oku, yaratan rabbinin adıyla ki,
yarattı insanı alekadan.”
(Kuran 96/1,2)
Burada insana doğrudan Tanrının adıyla “oku” deniliyor, kendini bırakıp, o sahiplendiği hayali benliğinden kurtulup, Tanrı adına Tanrının yoluna, sevgi fiiline davet ediyor. Bunu devamından da anlayabiliyoruz ki, insanı alekadan yarattı diyor.
Alak, aleka; aşılanmış yumurta demektir, yani insanın doğumundaki rahimde tutunan zigot, embriyo evrelerine karşılık gelebilir alak. Böylece insanın doğumunda saklı “yaradılış” ifade edilir.
Bir de, ilgi, alaka ile aynı kökten gelen karşılıklı ilgi, sevgi ve aşk manasına gelir ki, bu insan ile yaratıcının birbirinden asla bağımsız olmadığını ve sonsuz bir ilişki içinde bulunduklarını; ve bu ilişkinin de, bizim özümüzün de sevgiye dayandığını, yani ne zamandır söylediğim “sevginin düzeni” üzerine kurulduğunu her şeyin ifade eder. İşte bu apaçık ayetler büyük hayretler uyandırmakla kalmaz, insanın tüm hayata bakışını da değiştirebilir yeter ki “oku!”...
Hem insanın doğumuyla olan “yaradılış”, hem bir aşılanmış yumurtadan, kan pıhtısı gibi bir damla sudan gelen “ilk insan yaradılışı”, hem de “özünü”, varlığının sebebini açıklayan bir ayettir. Böylece kötülük sorununa dinsel açmaz arayanlar da payını alır.
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:34 PM
Simdi su topigi gorunce aklima bu resim geldi nedense...
Bu resimde Allah nerede gosterin bakalim hadi!
Sevgili HACI zamaninda bu resmi alip bir topic acmis ve soyle demisti; "Olmasi gereken hicbir yerde yok o, ama olmamasi gereken her yerde var!"
Tanrı olmasaydı, tut ki bir şekilde bugün burada yaşıyor olsaydık bu resim çok sıradan ve normal olurdu...
Ama bir güç var... ve sen o olduğu halde bugün bilgisayarının karşısında rahat rahat oturuyor ve bir insanın o halde oluşunu izliyorsan sadece, işte bu senin şeytanlığındır.
Allah var ya da yok tartışmalarımızın daha bu şekil süreceği çok aşikar...
Ama bu resimdeki gerçek olmadığını iddia edebildiğiniz o ufak çocuğun hissettiği duygular gerçek!
O Afrikadaki açların çektikleri gerçek....
Dindarı, ateisti, panteist, agnostiği bir araya gelip bir lokma ekmek bulup göndermemiz sizce de "farz" değil mi?
This message has been edited by Tuhaf on Jul 1, 2006 10:51 PM
iyilik karşılığı hesaplamadan yapılandır,
iyiliğe, doğruluğa adanır sadece, öze bağlılıktır bu,
allah gözetilir sadece.
ahlak burada çözülür. kuran da bunu gösteriyor zaten
"oku!" manı öneririm.
leyl suresi:
19. O hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz
20. Ancak rabbinin rızası için yapar.
müddessir suresi:
6.İyiliği karşılık bekleyerek yapma
7.Rabbinin rızasına ermek için “Sabret”!
Arkadaslar bu iyilik kotuluk, sevap gunah konuları yuzlerce kez tartısıldı ve dinciler hiçbizaman işin içinden cıkamadılar.Bunları tekrar ısıtıp ısıtıp gundeme getirmenin ne anlamı var?
yaw hiç müslümanlar yapılan her işi cennet için hüriler için yapmıyor allahın rızası için yapıyor bee.sizin bu alah varmı yok mu tartışmasıda saçma birşey.
sizler allah yok diyenler çıkın gece tam 3:00 te mezarlıgın tam ortasına gidin bakalım orada baya bi durun ne ler olacak bir bakın.korkunuzdan neler yapacaksınız.tabi ki korkudan oraya girebilirmisiniz ki durabilesiniz :D
Kendimize şu soruyu soralım: Ateizmin Allah inancına bakışı mantık açısından geçerli midir yoksa geçersiz midir? Eğer mantık kurallarına göre geçersizse, o zaman düşünen kişiler için ateizmin iddiaları mantık dışı ve kabul edilemez durumdadır.
Ateizmin inanç açıklaması mantık kurallarını açık bir şekilde ihlal ettiğinden, ateizmin özünde mantıksızlık mevcuttur.
1-Mantık kurallarına göre, evrensel bir olumsuzluğu(negatifi) kanıtlamak imkansızdır. Bir ateist, “Hiçbir yerde hiçbir zaman Allah yoktur,” iddiasında bulunduğunda kanıtlanması olanaksız olan evrensel bir olumsuzluk(evrensel negatif) iddiasında bulunur. Bu iddiayı kanıtlayamayacağından veya gözler önüne seremeyeceğinden mantıksız davranmış olur.
2-İkinci mantıksal sorun; Bir kişinin “Allah yoktur” iddiasının doğruluğunu kanıtlayabilmesi için bu kişinin ( haşa ) Allah olması gerekir.
A.Bu iddiada bulunan kişinin aynı zamanda evrenin her yerinde olabilmesi gerekirdi. Örn: bu iddiada bulunan kişinin aynı zamanda her yerde ve sonsuz olması gerekirdi.
B.Bu iddiada bulunan kişinin aynı zamanda geçmişe, şimdiki zamana ve geleceğe seyahat edebilme yeteneğine sahip olması gerekir. Örn: Bu kişinin yaşamının sonsuz olması ve zaman ve mekanla sınırlı olmaması gerekir.
C.Bu iddiada bulunan kişi her şeyi bilen bir kişi olurdu. Örn: Bu kişi dünya tarihindeki gelmiş geçmiş her şeyi bilirdi.
D.Bu iddialarda bulunan kişinin sonsuz olabilmesi için ve aynı anda her yerde ve her şeyi bilen bir kişi olabilmek için her şeye gücü yeten bir kişi olması gerekirdi
3.Üçüncü olarak da, mantık yasaları çerçevesinde “sonsuz bir Allah yoktur” iddiasını sadece ve yalnızca sonsuz bir Allah ileri sürebileceğinden, “Sonsuz bir Allah yoktur” iddiasını ortaya atan ateist kendi sözlerine zıt düşmüş olur… Bu da mantıksızlıktır!!!
Kendimize şu soruyu soralım: Ateizmin Allah inancına bakışı mantık açısından geçerli midir yoksa geçersiz midir? Eğer mantık kurallarına göre geçersizse, o zaman düşünen kişiler için ateizmin iddiaları mantık dışı ve kabul edilemez durumdadır.
Ateizmin inanç açıklaması mantık kurallarını açık bir şekilde ihlal ettiğinden, ateizmin özünde mantıksızlık mevcuttur.
1-Mantık kurallarına göre, evrensel bir olumsuzluğu(negatifi) kanıtlamak imkansızdır. Bir ateist, “Hiçbir yerde hiçbir zaman Allah yoktur,” iddiasında bulunduğunda kanıtlanması olanaksız olan evrensel bir olumsuzluk(evrensel negatif) iddiasında bulunur. Bu iddiayı kanıtlayamayacağından veya gözler önüne seremeyeceğinden mantıksız davranmış olur.
2-İkinci mantıksal sorun; Bir kişinin “Allah yoktur” iddiasının doğruluğunu kanıtlayabilmesi için bu kişinin ( haşa ) Allah olması gerekir.
A.Bu iddiada bulunan kişinin aynı zamanda evrenin her yerinde olabilmesi gerekirdi. Örn: bu iddiada bulunan kişinin aynı zamanda her yerde ve sonsuz olması gerekirdi.
B.Bu iddiada bulunan kişinin aynı zamanda geçmişe, şimdiki zamana ve geleceğe seyahat edebilme yeteneğine sahip olması gerekir. Örn: Bu kişinin yaşamının sonsuz olması ve zaman ve mekanla sınırlı olmaması gerekir.
C.Bu iddiada bulunan kişi her şeyi bilen bir kişi olurdu. Örn: Bu kişi dünya tarihindeki gelmiş geçmiş her şeyi bilirdi.
D.Bu iddialarda bulunan kişinin sonsuz olabilmesi için ve aynı anda her yerde ve her şeyi bilen bir kişi olabilmek için her şeye gücü yeten bir kişi olması gerekirdi
3.Üçüncü olarak da, mantık yasaları çerçevesinde “sonsuz bir Allah yoktur” iddiasını sadece ve yalnızca sonsuz bir Allah ileri sürebileceğinden, “Sonsuz bir Allah yoktur” iddiasını ortaya atan ateist kendi sözlerine zıt düşmüş olur… Bu da mantıksızlıktır!!!
--------------------------------------------------------------
yaw hiç müslümanlar yapılan her işi cennet için hüriler için yapmıyor allahın rızası için yapıyor bee.sizin bu alah varmı yok mu tartışmasıda saçma birşey.
sizler allah yok diyenler çıkın gece tam 3:00 te mezarlıgın tam ortasına gidin bakalım orada baya bi durun ne ler olacak bir bakın.korkunuzdan neler yapacaksınız.tabi ki korkudan oraya girebilirmisiniz ki durabilesiniz :D
-----------------------------------------------------------------------------
hihihihiih gece bir dostumuzun mezarı başında sabaha kadar içki içtik
mezarlık en güvenli yerdir... canlı bir insan olmadıgı için tehlike oluşurucak bir aktivite görülmez:)
naklov kardeş bu yazıyı saygıdeğer adnan hocadan mı aldın yoksa risalei nur külliyatından mı çıkarttın. Lütfen bir sefer olsun kendi hür iradenizle bir şeyler yazın düşünün yaaaa
Kendi hayalinde bir ateizm karikatürü yaratmışsın, o karikatürü eleştirerek ateizmi eleştirdiğini zannediyorsun.
Ateizm Tanrı'nın yokluğunu kanıtladığını iddia etmez. İnanmaz sadece. Senin Tanrı iddialarına, Kuranına, peygamberine, meleklerine, kadere inanmaz. Bu kadar..
Ayrıca, Mantık kurallarına göre, evrensel bir olumsuzluğu(negatifi) kanıtlamak imkansızdır. yanlış bir önerme. Karekökü tam sayı olan bir asal sayı yoktur. Bu evrensel bir olumsuzluktur ve kanıtlanabilir.
iyi kötü ve tanrı adlı topic'e cevap niteliğinde;
ama aslen bu konuyla ilintilidir..
Tanrının varlığını iyiliğe veya kötülüğe bağlayıp kesinleştirmek ne kadar doğrudur? Şu kadar doğrudur ki; iyilik te kötülük te Tanrıdan gelir. İyi akılla bulunabilen, sevgiye dayalı genel mutluluk vesilesi, kötülük ise çıkarcı ve kişisel düşünme sonucu ortaya çıkan çatışma eseridir.
Ancak iyilik nedir, kötülük nedir? İyilik ona yaklaşma vesilesi, kötülük te uzaklaşma belirtisidir. Tanrının adının geçtiği yer sürekli kötülüğü gören korkutucu gözü hatırlatarak korku verebilir, kime korku verir; o gözden sakınacak şekilde iyilikten kaçana, kötülüğü tutana. Peki aynı Allah, Tanrı isminin anılışı kendisinin yolunda olana neyi sunacaktır? Tarifi mümkün olmayan huzuru ilhamı ve mutluluğu, sevgiyi...
Kişinin kendi entellektüelite veya toplumsal durumu değildir ki Tanrıyı O yapan, yine yanlışın onu kişilik, zat olarak düşünmekte... Sınıflı bir toplumda kişinin kendi toplumsal yeri ve konumu ancak ona daha değişik sınıftan insanlarla muhattap olma imkanı verir ki bu da şöyledir. Mesela köyde bahçe işleriyle meşgul biri kendi gibi birçoğuyla uzun zaman geçirip, sohbetlere katılabilir. Bu onun bilgisizliği demek değildir, aksine imkanları daha çoktur kendilerini dinlemeye.
“Biri beni izliyor” psikozu değildir bu sakınma, doğru budur; yanlış budur, ben doğrunun yolunda olmalıyım çekincesidir. Kendi karakteristik yapısını es geçmek için “kendi” karekteristiğinin bir “yapı” üzerinde olması gerekir.
Bu sahte karakteristiklerin, yapının arkasındaki olan gerçekliktir Tanrı diyorum ki göreceli bu alemde her şey vardır ve bunun arkasında da görecesiz bir şey vardır diye sözümü bitiriyorum.
argem,
Allah'a gitmek için sakatlık, körlük size mani değildir.. ona ayağınla elinle gidemezsin, hatta çoğu zaman ayağın elin sana engel olur o yolda...
Hz. İsa a.s demiştir ki; iki gözle cehenneme gitmektense, kör olarak göklerin melekutuna gitmeyi yeğleyin.
16>17 Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu verecek. Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır.
26 Ama Baba'nın benim adımla göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek, bütün söylediklerimi size hatırlatacak.
bab 16.
13 Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.
14 O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alacak ve size bildirecek.
Ayrıca,
Barnabas incilini de okuman lazım.
Gerçek İseviler, Hz. Muhammede de inanırlar,
Çünkü onlar Müslümandırlar...
İsa’nın bu ifadesinin altındaki dipnotta ise benzer cümlelerin Yuhanna İncili’nde de geçtiği belirtiliyordu: “Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem Tesellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman günah için, salah için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir…” (16:7-14) Ve Türkçe metinde Tesellici diye geçen kelimenin aslının Faraklit veya Baraklit olduğu belirtilerek, ‘Hak ile batılı ayıran’ anlamına geldiği yazıyordu.
Sonra? Hak ile batıl’ı ayırana ‘Evrensel Avukat’ olarak hitap edildiğini öğrendim. Faraklit’in ise Parakleitos olduğunu keşfettim. Nerede? Rene Girard’ın ‘Günah Keçisi’ adlı kitabında. Yuhanna İncili’nden aynı alıntıları o da yapmıştı ve 14 ve 15’inci bap’ları da ekleyerek Parakleitos’un ne olabileceğini açıklamaya çalışıyordu: “Parakleitos üzerine elbette sayısız inceleme vardır ama hiçbiri tatmin edici bir sonuç getirmez. Çünkü hepsi de sorunu dar anlamda teolojik terimlerle tarif etmektedir” diyor ve ‘Evrensel Avukat’ın anlamından bahsediyordu: “Tüm masum kurbanların savunmasıyla görevlidir, her türlü kıyımcı temsilin yıkımcısıdır. Demek ki Hakikatin Ruhu’dur, tüm mitolojinin sislerini ortadan kaldırandır.”
Bunu dedikten sonra Girard, şu alıntıyı da yapıyordu Yuhanna’dan: “Ben de Baba’dan dileyeceğim. O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı (Avukat), Hakikat’in Ruhu’nu verecek. Dünya O’nu kabul edemez, çünkü O’nu ne görür, ne de tanır.” Girard, bu ifadenin yorumunu ise şöyle yapmıştı: “İsa bir kez gittiğinde ikinci Parakleitos olan Hakikat Ruhu, zaten dünyada olan ama insanların görmemek için her şeyi yaptıkları ışığı tüm insanlar için parıldatacaktır.” Bunu da Yuhanna’nın şu sözleriyle destekliyordu: “Parakleitos geldiği zaman bana tanıklık edecek. Siz de tanıklık edeceksiniz…”
Ahmed ve Parakleitos
Gelgelelim beni Saff Sûresi’ne gönderecek sözler başkaydı: “Artık sizinle çok şeyler konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın reisi geliyor ve bende onun hiçbir şeyi yoktur.” (Yh. 14:30) Ve: “Size söyleyecek daha çok şeylerim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat O, Hakikat Ruhu gelince sizi tüm hakikate yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak. Yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. O beni taziz edecektir.” (Yh.16:12-14)
Yüzyıllar sonra her ne duyduysa söyleyen Vahiy sürecindeki Peygamberimiz (sas)’in ağzından şunlar dökülmeyecek miydi nitekim: “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o kendilerine apaçık deliller getirince, bu apaçık büyüdür dediler.” (61:6) Meryem oğlu İsa, hem ayetimize hem de bazı İncillere göre, Peygamberimiz’in (sas) geleceğini önceden bildirmişti demek ki.
Vaktiyle İsa’nın Peygamberimizi Ahmed olarak telaffuz etmiş olduğunu bilmiyordum. İbn Arabi’nin, yirmi yedi peygamberin adlarında gizlenmiş hikmetlerden bazılarını açıkladığı ‘Füsus’ül Hikem’ adlı ünlü kitabına araştırmalarım doğrultusunda sık sık başvurmuştum, Hakikati Muhammedî üzerine pek çok yazı ve yorum da okumuştum. Ama kim bilebilirdi ki, A. Avni Konuk’un ‘Füsus’ şerhini okurken bir çığlık atacağımı: Konuk, Saff Sûresi’ndeki ayeti kerimeye atıfta bulunarak, Parakleitos’un Yunancada “kendisinden niyaz olunmuş” manasını taşıdığını ve bunun Ahmed anlamına geldiğini belirtiyordu çünkü:
“Halbuki şimdiye dek hiçbir millette bu manayı hâvî bir insan ismine tesadüf olunmamıştır. Bunun Periklitus kelimesinden muharref olduğu zâhirdir. Zira Periklitus lafzı Yunancada tamamı tamamına Ahmed mânâsınadır. Ve Peygamberimiz (sas) İsa’nın buyurduğu vech ile Hakikatin Ruhudur.”
Halbuki şimdiye dek hiçbir millette bu manayı hâvî bir insan ismine tesadüf olunmamıştır. Bunun Periklitus kelimesinden muharref olduğu zâhirdir. Zira Periklitus lafzı Yunancada tamamı tamamına Ahmed mânâsınadır. Ve Peygamberimiz (sas) İsa’nın buyurduğu vech ile Hakikatin Ruhudur.”
Konuk’un bu açıklamalarıyla halka tamamlanmıştı. “Allah’ın ilk yarattığı ruhumdur. Ben Allah’tanım ve müminler benim nurumdandır” buyurmamış mıydı Adem’den beri tüm peygamberlerin hakikatini kendinde mühürleyen Peygamberimiz (sas) İsa’dan Tesellici’ye, Hak ile batılı ayıran Avukat’a, oradan da Hakikat Ruhu ve Parakleitos’a. Derken Ahmed’e. “Adem henüz su ile toprak arasındayken ben nebi idim” mealindeki Kudsî Hadis artık biraz olsun Hakikati Muhammedî’nin anlamını açmaya başlamıştı zihnimde. Kelimelerin bana fısıldadıkları daha yeni başlıyordu.
Barnabas incili nin icerigi ile ilgili 15. yuzyila ait bir eser oldugu kanitlanmistir.
ayrıca barnabas incili bazi konularda kuran ile celismektedir barnabas incili isa yi mesih kabul etmez,muhammedi eder.
fakat kuran da isa bircok yerde mesih olarak gecer ve kabul edilir
Bu kitap 15. yuzyilda italyada yazilmistirr ve yazarinin islamiyete gecmis birisi olduğu bilinmektedir.
Barnabas incili, Hristiyanligi kotulemek ve Muslumanligi yuceltmek icin yazilan SAHTE bir eserdir
--------------
All thinking men are atheists
This message has been edited by Cutie_Pie. on Jul 4, 2006 10:34 PM This message has been edited by Cutie_Pie. on Jul 4, 2006 10:27 PM This message has been edited by Cutie_Pie. on Jul 4, 2006 10:25 PM
1.barnabas'tan önce yuhannadan delilleri incelemedin sanırım.
2.barnabas'ın 15. yüzyılda yazıldığı ve kimin yazdığı konusunda delilin var mı? ayrıca 15. yüzyılda kaleme alınsa bile, hz. isanın aktarımının doğru olmadığı ve sözlerin geçersizliği neye göre sabittir? havarilerden aktarılan korunan yazılardan sürülmediği kesin midir?
“isa...ben yeryuzunun tum kabilelerinin bekledigi Mesih
degilim.” (Barnabas 96)
Bir musluman olarak sen tuhaf barnabas incilini kabul ediyorsan o zaman kurani reddetmis olursun
hem incile hem de kurana gore isa mesihtir, barnabas inciline gore degildir
Muslumanlarin elindeki Barnabas incili sahtedir
hristiyanligi kotulemek islami yuceltmek icin yazilmistir
ayrica isa nin barnabas adinda bir havarisi yoktu.
barnabas incili SAHTEDIR.
--------------
All thinking men are atheists
This message has been edited by Cutie_Pie. on Jul 4, 2006 10:52 PM
kuran'ı kabul ediyorum, ötesinde savunuyorum, anlatmaya çalışıyorum; diğerlerinin de kuran'a ve akla uygun olan kısımları kabulümdür.
mesih sanıldığı gibi sadece isa'nın sıfatı değildir. eski israil'de kralları tahta çıkarmadan önce kutsamak için yağlarlardı ve krallar, israiloğulları için tanrının elçisi anlamına gelmekteydi. mesîh, ibrânî dilinde mübârek mânâsındadır.
burada dikkat edersen
"tüm kabilelerin beklediği mesih"
diyor...
tüm dünyanın beklediği, ilahi bilgiyi tamamlayacak olan o;
tüm insanlığın kurtarıcısı Hazreti Muhammed'ti.
ben burada herhangi bir incilin savunucusu değilim tekrar hatırlatayım. ama bir kelam ortaya atarken de onun "anlamını" düşünerek, kelimelere dikkat ederek konuşmanın tarafındayım.
This message has been edited by Tuhaf on Jul 4, 2006 10:53 PM
barnabas incili aziz joseph barnabas'a atfedilir. evet st. barnabas'ın yaşamı da buna uygundur incelendiğinde, barnabas incilinin söylenegelen hikayesi de iskenderiye kilisesinde 325'e kadar durduğu ve
383'te papa damasus tarafından vatikana nüsha alındığı, hala viyana imparatorluk kütüphanesinde bulunan bir metindir.
ben sadece oradaki kurana ve akla uygun yerleri desteklerim.
konunun buraya geliş esası isa muhammedi inkar eder sözündendi.
ben de yuhanna'dan bunları yazdım:
16>17 Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu verecek. Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır.
26 Ama Baba'nın benim adımla göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek, bütün söylediklerimi size hatırlatacak.
bab 16.
13 Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.
14 O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alacak ve size bildirecek.
barnabas'ın yalan olduğunu iddia etmek yuhanna'yı kabul etmemekle aynıdır. bir de incil tahrif edilmiş deyince müslümanları gerçeklerden kaçmakla suçlarlar.
Hristiyanlik ile ilgili Gercek Dışı iddialara Yanit adli kitabinin
“Barnabas incili ve Gercekler” adli bolumunu(Sayfalar 143-167) okumani tavsiye ederim
Tuhaf, ömrüboyunca ekvatorda balta girmemiş ormanların arasında yaşayan kabilenin bir üyesi durduk yere müslüman olabilirmi? Kabile üyeleri dışında hiç insan görmemiş.
Olamaz.
Buraya kadar tamam.
Sen nasıl müslüman oldun? Olurken duyu organlarını hiç kullanmadınmı? Duydun, merak ettin okudun vs... Yani gürdüklerine ve duyduklarına inandın. Sonrada çıkıp "ben kalp gözüyle buldum onu" dedin. E peki bizim kabile üyesinin kalp gözüne ne oldu?
kabile üyesi dediğin adam şu anda bizim yaşadığımız fitneden ve fesattan da bizim köylerimiz kentlerimiz kadar uzakta biridir.
onun yaşayışı doğaldır, doğala daha yakındır.
o da kendi bilebildiği, idrak edebildiği kadar ve atalarından öğrendiğini aklıyla sorgulayarak belirli bir yere varacaktır.
onun hakkında diyebileceğimiz birşey yok, zaten bilmiyorum demek ilmin yarısıdır, alimim diyen aslen cahildir.
en doğrusunu allah bilir.
ancak onun düzeninde, bu kader oyununda elbet o da yaptıklarının karşılığını görecektir, iyiliğinin karşılığını kat be kat iyilik olarak, hayat boyunca kötülüğünü de hakkıyla tadacaktır.
ancak yine de bugün dünyada her yere bilgi ulaştırımı yapılabilmektedir, tebliğ açıktır.
Biliyorsunki geleneklerinde insan yemek olan kabileler de var. Vah zavallı. Biri gitsinde cehennemde yanacaklarından haberdar etsin bunları.Neyse anlatmak istediğim bu değil.
Sen duyu organlarımıza okadar güvenmeyin, bazı şeyler duyu organlarıyla algılanamaz diyorsun. Bende sana kurandan nasıl haberdar oldun, nasıl okudun diyorum.
TUHAF, benim "Dogustan kör, sakat hasta bir insan ne zaman ve nasıl Allaha gitmemiş olabilir?" dememin sebebi en basta verdiğin berber orneğinde bu tur acıların, sıkıntıların, hastalıkların Allaha gitmemiş oldugumuzdan kaynaklandıgının vurgulanmasıydı...
doğuştan kör, sakat olmak bir hastalıktan ziyade engeldir, özürdür;
yine de bir ölçüde tedavi edilebilirleri vardır engellerin,
imanı olan doktorların ve sosyal adaletin sağlandığı toplumdaki hastaların da elbirliği ile yakın gelecekteki huzur toplumunda, asr-ı saadette ölüm dışında başka bir tıbbi meseleden dert aranmayacaktır.
*** yakın gelecekteki huzur toplumunda, asr-ı saadette ölüm dışında başka bir tıbbi meseleden dert aranmayacaktır.
O zaman, zaten, doğal olarak ölüm diye bir dertte olmayacaktır. BU tarif ettiğin, tıbbi meselelerin yok olması, ölümünde yok olması anlamına gelmektedir..
Dogustan kör, sakat olmak hastalıktan ziyade özürse noolmuş? Onlarda bahsettiğimiz dertlerden, acılardan, sıkıntılardan bazıları değilmidir? İsmine hastalık de engel de. Yazdığın berber örneğine gore Allaha gitmiş olsaydık onlar olmayacaktı. Ayrıca berber kendisine gelmeyenleri tutup sonsuza kadar ateslerde yakmayla, işkence etmeyle tehtid mi ediyo? Berber örneği tamamen yanlıs bir analoji...
This message has been edited by argem on Jul 5, 2006 12:48 PM This message has been edited by argem on Jul 5, 2006 12:47 PM
*** Allah tutup cehenneme atmıyor insanı, insan kendisi tutturuyor Allah'a kendini cehenneme giriyor...
Yok yaa! Ufak at biraz.. O kalpleri mühürler, dilediğini doğru yola eriştirir sadece. O bazı insanları cehennem için yaratmıştır. Kader mevzusu, içinden çıkılamadıkça, "Allahın herşeyi bilmesi" gibi yuvarlanmaya çalışılmıştır. Ama kader bu değildir. "Hayır ve şerrin" Allahtan olduğuna imandır, kader.. Yani, sizn başınıza iyi/kötü ne gelirse, allahın bilgisi değil, istemesi dahilindedir. Bu halde, insanı ortaya çıkaran biyolojik ve psikolojik etmenlerin hepsi allhın bizzat dilemesi ile ortadadır ve cehennem denen şey bir garabet olup çıkar. İman denen husuta bu, insanların "Allahtan" diyerek kabuklarına çekilmesini sağlamak için uydurulmuş iyi bir yöntemdir. Ama biraz düşünüp, nedensellik ilkesine uygulayınca, madem başa gelen her şey Allahtan, cehennem ne iştir denmesi ile sonuçlanır.
Cehennem edebiyatı, islamın en zayıf karnıdır. Kader ve cehennem mevzusu, islama gülüp geçmek yeterli bir husustur.