QUOTE(atedeipan @ Sep 28 2007, 09:59 PM)

İslam'da huzur ve mutluluk olduğu büyük bir yanılgıdır.
Her alanda, her konuda günah-haram engellemesinin ve korkusunun olduğu bir yaşamın nasıl huzurundan bahsedilebilir?
Kendi içlerinde birbirini kafirlikle suçlayan, birbirini müslüman saymayan bir mezhep-cemaat-tarikat cehenneminde nasıl mutluluk olabilir?
Örneğin ülkemizde sade müslüman olmak demek kimliksiz, güvensiz olmak gibidir.
Müslümanlığını kanıtlamanın yolu bir cemaate katılmaktır. Aksi durumda ne idüğü belirsiz muamelesi görür, sadece teslim olmuşlardan sayılırsın.
Dincilerin olduğu bir ortamda öne çıkamazsın, kariyer edinemezsin. Çünkü bir cemaatin oluru-desteği yoktur arkanda.
Bir cemaate katılmış olsan diğer cemaatler için bir hasımsındır. Yeri gelir kafir olarak dahi nitelendirilebilirsin. Tekfirin ne kadar yaygın olduğunu biliyorsundur sanırım.
Bayansan eğer, başörtüsü yetmez, sıkmabaş olacak, türbanın altına da bone giymiş olacaksın.
Türban giymekle bittiğini sanma, bu defa pantolon giymemen, bol giyinmen, pardesü giymen, makyaj yapmaman, koku sürünmemen beklenir.
Bu da yetmez, daha iyi müslüman olman için çarşaf giymen beklenir. Eğer mavi, lacivert vs. giydin mi yine olmadı. Kara çarşaf istenir bu defa.
Huzur dediğin ölümden sonrasını düşünüp de ölümsüz-sonsuz bir yaşamı hayal ederek huzur duymak ise, o senin kuruntun. İnsanın yapısında vardır, ölümlere üzülür de kendisine ölümü yakıştırmaz. İyice yaşlandığında başlar ölümü düşünmeye. Bu aşama ise yaşamın sonbaharı da bitmiş kışa girilmiştir. Hiç son demlerine yaklaşmış bir müslümanın ölümü kabullendiğini, Allaha kavuşmanın huzuru içinde olduğunu gördün mü? Hayır. Lafa bakma yalnız. Yakınen duygularını hissettiklerinden söz ediyorum. Ben görmedim. Sımsıkı sarılmışlardır dünyaya. Ömrü boyunca organ nakline karşı çıkanın dahi kendisi için gerekince kabullendiğini duymuşumdur.
Huzur imanda değil, yaşamının hakkını verebilmededir.
Farzet ki bir cansız varlıkken, yaşam hakkı kazandın ve dünyaya geldin. Ömrünü tüketip döndüğünde neler götürüyorsun, geride ne izler bırakıyorsun? Doğaya, insanlara, çevrene ne yararın oldu? Yaşamı ne ölçüde değerlendirebildin. % kaç?
İşte yaşlılıkta geriye dönüp baktığında huzurun kıstasları bunlardır. Kılmadığın namazlar, tutmadığın oruçlar, şüpheler ya da retler değil.
Arkadaşım, yanıldığını anlaman için şu gelen hikayeciği okuman lazım:
Bir vakit iki asker, uzak bir şehire gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler; tâ, yol ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der: «Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan, ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaatı olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi, kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki, intizâmsız, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider.Zahirî bir hafiflik, yalancı bir rahatlık görür. Askerî intizam altındaki sağ yolun yolcusu ise, gıdalı yemeklerden dolu beş kiloluk bir çanta ve her düşmanı alt ve mağlûb edecek iki kiloluk bir mükemmel silâhı taşımaya mecburdur..»
O iki asker, o adamın sözünü dinledikten sonra şu bahtiyar nefer, sağa gider. 5-6 kiloluk ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binlerce kilo minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise, askerliği bırakır. Nizâma tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi ağırlıktan ağırlıktan kurtulur, fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem her şeyden, her hâdiseden titrer bir Sûrette gider. Tâ, istenilen yere yetişir. Orada, âsi ve kaçak cezasını görür.
Askerlik nizâmını seven, çanta ve silâhını muhafaza eden ve sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden korkmayarak tam bir kalp ve ve vicdan rahatlığı ile gider. Tâ o istenen şehire yetişir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasib bir mükâfat görür.
İşte ey arkadaşım, Bil ki: O iki yolcu, biri Allah'ın emirlerine ve kanunlarına itaat eden, birisi de; âsi ve hevâya tâbi insanlardır. O yol ise, hayat yoludur ki: Ruhlar aleminden gelip kabirden geçer; âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibâdet ve takvâdır.. İbadetin belki zâhirî bir ağırlığı var. Fakat, mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, târif edilmez. Çünki:Kul, namazında der:Eşhedü en la ilahe illallah. Yâni: "Hâlık ve Rezzak, ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, onun elindedir. O hem Hakîm'dir; abes iş yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsanı, merhameti çoktur" diye itikat ettiğinden her şeyde bir rahmet hazinesinin kapısını bulur. Dua ile çalar. Hem her şey'i kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı ona sığınır. Îmanı, ona bir tam bir emniyet verir......