Jump to content

kaanuni

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    75
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne kaanuni kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Bu yazıda beni en çok rahatsız eden şey, kare top denmesi. Ya hiç kare top olur mu? Kare dediğin iki boyutlu bir cisim, küp ise top değil. Şunu kırmızı ve beyaz toplar diye anlatmak varken... Başka problemler de var yazılanda tabi, en somurtanı 1/10^50'ye 0 denilmesi, ancak kurulan mantık tamamen yanlış değil. Ben bunu kısaca şöyle açıklıyorum: Sayısalda 6 kolonlu bir biletin kazanma ihtimali 14 milyonda birdir. Ancak her hafta değilse bile, iki üç haftada bir birileri sayısalı kazanır. Hatta sayısal iki hafta üst üste sadece 5 milyon farklı bilet satılmasına rağmen devretmeyebilir. Tekrar tekrar tekrarlamak lazım, birşeyin ihtimali düşük diye imkansız değildir.

  2. Sigara içipte bırakmak isteyenler lütfen izlesin . Tamam 1 saat kadar sürüyor biraz sıkıcı ama katlanacaksınız . Ben 10 dakikaya kadar dayanabildim ama etkili bir videoya benziyor . Sonuçta sigarayı bırakacak olan sizlersiniz hepsini izleyiniz :)

    http://video.google.com/videoplay?docid=-7032825356513183711&hl=en#

    Alan Carr'ın kitabı işe yaradığına göre bu video da iyi olabilir. Birazını izledim, kitapla neredeyse bire bir gidiyor. Ancak kitap 200 sayfa. Film daha kısa yani. Kitap ile iki kere bıraktım ben sigarayı. En son 16 gün önce bıraktım, hala iyi gidiyor. Zor kısmı geçti bitti. O yüzden kitabı kesin tavsiye ederim herkeze. Tekrar başlarsam video'yu da değerlendiririm.

  3. Eğer doğru cevabı gerçekten biliyor ise, çok gereksiz bir şey yapmış adam. Politik en iyi karar doğru cevabı vermek olurdu. Aklı salim hiç bir Musevi'nin sorunun cevabının doğru verilmesine alınmaması lazımdı. Sonuçta Voltaire'in lafı. Ayrıca Museviler (en azından fundementalist olmayanları ve ateist olanlar) oldukça soğukkanlıdır, devamlı kendileriyle dalga geçerler.

    Eğer adam gerçekten de söylediği gibi Museviler'in bizden daha alıngan olduğunu düşünüyorsa, aslında bu bize bir iltifattır. Ama ırkçılardan oy toplamak için söylemiş ve şimdi kıvırtıyor da olabilir.

    Bir de tabi, soruyu aslında yanlış bilmiş olup, cahil gözükmemek için şimdi yalan söylüyor olma ihtimali de var (sonuçta adam'ın yalancı olduğu belli). Doğrusu ben de Voltaire'in böyle bir lafı olduğunu bilmiyordum ve tahmin et deseler ben de Türk dediğini tahmin ederdim. Gerçi bu durumda da aslında bildiğini söylemek biraz saçma bir haraket. Ben olsam bilmediğimi ve tahmin yürüttüğümü itiraf ederdim. Bundan çıkacak politik zararın ırkçı gözükmenin politik zararından daha az olacağını düşünüyorum. Tabii avrupa değişiyor, sağa kayıyor, son cümle yanlış olabilir.

  4. Ben yaratıcı(lar) ve diğer tanrı(lar) hakkında agnostiğim. Yanlız varlığından haberim olan bütün dinlerin yalanlar üstüne kurulmuş sömürü sistemleri olduğunu biliyorum. Ölümden sonrasını hiç kasmıyorum, bu dünya için yaşıyorum, gerçeği doğada arıyorum, ahlaki değerlerimi rasyonel değerlendirmeler sonucunda geliştiriyorum.

    Muhammed'in yaşayıp yaşamadığı konusunda сiddi bir yorum yapacak kadar bir bilgim yok (ancak tahminim yaşamış olduğu). Zaten İslam'a inanmadığım için, Muhammed'in yaşayıp yaşamadığı umrumda da değil. Erken İslam tarihi ilgimi çekmediği için, vaktimi de bunu araştırarak heba etmiyorum.

  5. 2009'da Londradaki G20 toplantısında İsviçre, Monaco, Cayman Adaları gibi vergi cennetlerinde (ve tabiki de diğer ülkelerde de) numaralı (sahibi gizli) hesapların elimine edilmesi için antlaşmalar imzalandı.

    Özellikle Obama vergi cennetlerinin kollarını büküp kıstırmaya başladı. Ancak Credit Suisse'te çalışan bir arkadaşım Türkiye hükümetinin yakın bir zamanda İsviçredeki hesapların üzerine gitmesini pek muhtemel görmüyordu. Neden olduğu şimdi çok aşikar oldu.

    Benim çok merak ettiğim, bizim vatandaşın "çalıyor ama iş yapıyor," mantığının hala devam edip etmediği.

  6. Ben akraba ve arkadaşlarımdan asla saklamadım. Ancak yeni tanıştığım insanlar genelde herhalde müslüman olduğumu tahmin ediyorsa da düzeltmiyorum. İnsanlarla, "merhaba, ben allaha inanmıyorum," diye tanışmıyorum, ama biri sorarsa da müslümanmış numarası yapmıyorum. Tabi benim için kolay böyle olmak, ailemde, çevremde bir baskı yok. Herkezin benim kadar rahat olmadığını biliyorum.

    Dawkins geçenlerde, bir televizyon programında, yine ateistler ortaya çıksın çağrısında bulunmuştu. Türkiye için geçerli midir söyledikleri bilmiyorum. Nerede gördüğümü hatırlamıyorum (galiba bill maher'ın programı) ama az çok aşağıdaki ile aynı şeyi söylüyordu

  7. Dinler tarafindan yasak edilmesinin bir onemi yok icki hos birsey degildir. Aile yikimlarinin

    cok buyuk kismindan sorumludur. Yasaklanmasi gerektigine inaniyorum ben.

    Malum atiestforum demissiniz ama tum ateistler ickiye sicak baktiklarini sanmiyorum..

    Alkol aşırı tüketildiğinde sağlığa zararı olabilir, bağımlılık riski olabilir ancak alkol yasaklanınca:

    1- İnsanlar yine de alkol içmeye devam ediyor

    2- Yasak olmasına rağmen üretilen alkol yasak birşey denetlenmediği için sağlığa çok daha fazla zararlı olabiliyor

    3- Aşırı alkol içen insanlar olmaya devam ettiği gibi bunların sağlık sistemine getirdiği ek yük, alkol üzerindeki vergiler ile değil içen içmeyen herkezin cebinden çıkıyor.

    4- Alkol ve uyuşturucu kullanmanın yasal riskleri eşitlendiği için bazı insanlar alkol içeceğine eroin, hap ve kokain kullanıyor. (bkz İran)

    5- Organize suç örgütleri zengin oluyor, vahşet suçlarında artış gözleniyor (bkz. prohibition zamanı ABD)

    Ayrıca ben içiyorum, sana ne zararı var? Ben senin özel şeylerine karışıyor muyum?

    Gelelim tavsiyelerime:

    Vodka: Absolut, Ruski Standard

    Whisky (Single Malt, Islay): Lagavulin, Laphoraig

    Whisky (Blended): Johny Walker Green Label

    Bourbon (Kentucky): Woodford Reserve, Maker's Mark

    Bira (pils): Budvar, Becks, Heineken (yanlız bunu hollanda da fıçıdan içmeniz lazım)

    Bira (weiss): Paulanner, Franziskaner

    Şarap konusunda pek bir tavsiyem yok. Tek söyleyebileceğim şey, Almanyadayken aldığım şarapların 2-5 euro arasında olanlarının 10-20 euro arasındakiler kadar iyi olabildiği. Fiyat ancak 100 doların üstüne çıkınca şarabın kalitesinde ciddi bir artış oluyor. Şahsen ben zaten fazla anlamadığım için kıyamıyorum okadar paraya, ancak amcam'ın aldıklarından tadıyorum, gerçekten çok farklı pahalı şaraplar var. Mesela bir chile chardonnay'si almıştı, içiyorsun, yutkunduktan sonra sanki ağzında 20 çeşit meyve patlamış gibi oluyor, hiç alkolle alakası yok sırf tadı insanı mest ediyor, gülümsemeden edemiyorsunuz. Ama isim sorarsan söyleyemem.

  8. ya benim bi kuzen vardı, nisanlandi felan ama o is olmadi sora 26 yasinda sigaraya basladi adam, olabiliyo yani xD

    İstisnalar elbette olabilir ama kuralı bozmaz. Türkiye için bir sayı bulamadım, ama ABD'de sigara içenlerin yaklaşık %90'ı 18 yaşından küçükken başıyor, ortalama başlangıç yaşı da 13. Kuzenine yazık olmuş, inşallah bırakır.

  9. Geçmişte bi aralar bi tadına bakayım diye aldım . Bir nefes çekmem le akciğerlerim sanki İçe doğru kapanmışta dumanı almaz olmuştu . Ama çok şiddetli bir öksürük takip etti onu . Vücudum mu kabul etmedi nedir anlamadım . Sonrasında da hiç içmedim zaten . Zararlıymış cart mış curt muş o umrumda değilde herhangi bir şeye bağımlı olmak hiç sevmediğim şey .

    Hepimiz böyle başladık Everest. Vücut insan ilk sigara içtiğinde bunu (haklı olarak) zehir olarak algılıyor; zehrin zararını azaltmak için nefesin kesiliyor ve öksürüyorsun. Ancak insan ergenlik çağında başlarsa, dahil olma, kool olma isteği daha kuvvetli olduğu için vücudun tepkisine rağmen içmeye devam ediyor ve vücut bir süre sonra dumana alışıyor, hatta dopamine bağlantısı kurulduğu için tadı güzel gelmeye başlıyor. Ergenlik çağından sonra sigaraya başlayan pek kimse yoktur sanırım.

  10. Kısa Cevap: Olmaz.

    Uzun Cevap:

    3-10 milyon dünya vatandaşı gölde bir damla su. Ancak konuyu sırf Türkiye için inceleyelim isterseniz. Eğer bir şekilde 3-10 milyon Türk vatandaşı organize edilecekse; bankaların da bu organizasyondan illa ki haberleri olur. Eylem'in yapılacağı gün tatil yaparlar. Tatil'den sonra da bir süre ortalık sakinleşene kadar nakit işlemleri yavaşlatılır ve limit düşürülür; havaleler, kredi kartları normal işlemeye devam eder. Bir süre sonra eylemcilerin hevesi kaçar. Kısacası tasvir edilen tarzda bir eylem yapılamaz.

    Ancak varsayalım ki 3-10 milyon insanın bütün para işlerini nakit yapmaya ikna ettiniz, yavaş yavaş bütün paralarını bankalardan çektiler. Sonuçlar ne olabilir?

    1.Enflasyon düşer, aşırı koşullarda deflasyon başlar: Bankalar parayı zamana bölüp para stoğunu çoğaltırlar. Dolayısıyla nakit çektiğinizde para stoğu azalır. Japonlara sorun deflasyon en kötü orta sınıf gayrumenkul sahiplerini vurur.

    2.Yatırımlar yavaşlar, büyüme azalır veya durur (resesyon), aşırı koşullarda ekonomi küçülmeye başlar (depresyon). Bu da tabi işsizlik yaratır.

    Kısacası şiddeti belirsiz bir kriz başlar ama zenginlere, sisteme pek birşey olmaz. Bankaların çoğu da devletten yardım alarak ve birbirlerine para borç vererek idare ederler, belki en kötü durumda olan bir kaç tanesi batar (daha doğrusu bir devlet fonuna devreder).

    1929'de başlayan Great Depression süresince bankalar devamlı bu olayları yaşamışlar. Tabi Depresyon'u tetikleyen ideolojik sebepler değil, Amerika ve Avrupa arasındaki ticaret açığıydı. Kısaca: Amerikanın ekonomisi Avrupaya ihracat yapma üzerine kuruluydu; Avrupanın altını bitti. Yukarıda bahsettiğim işsizlik, deflasyon ve küçülme dışında Depresyon sayesinde:

    1.Altın standardından fiat para birimlerine geçildi.

    2.F.D. Roosevelt New Deal programını uygulamaya geçirdi (emeklilik, işsizlik sigortaları, büyük kamu projeleri ve kitler)

    New Deal kuşkusuz sosyal bir reform süreciydi. Ancak FDR seçilmiş bir politikacıydı, ve 1929 Bunalımı da kasitli değildi. Kısacası gözetlenen devrim değil demokrasinin işlemesi. Ancak bir ülke kasitli olarak çok büyük bir ekonomik krize sürüklenebilirse belki bu kanlı bir devrimle sonuçlanabilir.

  11. Görmek istiyoruz da göremiyoruz? yoksa başta inkar ettiğimiz için zaten görmemiz mi mümkün olamıyor? Bakıyoruz fakat göremiyor muyuz? Bakmak ile görmek arasında çok fark vardır. Yoksa neyi görmek istersek sadece onunla mı yetiniyoruz.

    Üzerinde çok durduğum düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

    İnsan Allah ı neden göremiyor veya Allah neden bizlere görünmüyor?

    Bir insan öncelikle kendisini bilmek ve tanımaktan acizdir. Bir astroloji uzmanı gezegenleri ve yıldızları bilir onların özelliklerini bilir fakat kendisini ne kadar bilmektedir meçhul.

    Bir inançsız kişiyi birde inançlı kişiyi 5 dakikada bakarak yada konuşmalarını dinleyerek onun kendisini bile bilmekten aciz olduğunu anlayabiliriz. Bilim henüz bir insanın nasıl olurda ben diyebildiğini çözememiştir. Düşünün bir robot yapıyoruz çok gelişmiş fakat benim diyemiyor.

    Dinimizde ise bu olgu şöyle gerçekleşmektedir anlayabileceğimiz şekilde. İnsan yaratıcısını aklına getirip onu andığı zaman Allah ta onu anar işte bu anda insan kendisini bilir ve benim der. Ben iki şekilde görünebilir ve bizi yanıltabilir. Ben diyebiliriz fakat benliğimizin derinliğini vurgulayamayız ve bilemeyiz işte bu noktada ben diyen sadece nefsimizdir. Nefsimiz çok sinsi olup bize dost olarak görünerek yanıltabilir. Ben kavramı insanın aslında özünü temsil eder gerçek manada. Bu öze ulaştığımızda ise onun benlik olmadığını bir var oluş olduğunun yüce bir bilgisini ediniriz. Mevlana kısaca şöyle anlatmıştır; Bir ben var benden içeri..

    İnsana ben demesini sağlayan ve onu yanıltan aslında nefsinden kaynaklanmaktadır. İnsan olmadığı bir şey sanmaktadır kendisini. Ben bunu şöyle vurguluyorum; insanlar saf bir enerjiye veya bir bardak suya benzerler. Bir suyun akıp gitmemesi için varlığını anlayabilmesi için bir kalıba girmeleri gerekmektedir. Elimizde birkaç çeşit farklı bardaklar vardır, cola bardağı, çay bardağı, bira vardağı, su bardağı gibi. Nefis ise görünüşte bu bardakların fiziksel görünüşüdür. Bunların içerisinde su vardır. Su aynı sudur fakat bulundukları kap ise farklı olduğundan kendisini bu sıfat ile özdeşleştirmiş ve öyle olduğunu sanmıştır. Ancak bardağı parçalayarak nefis duvarlarını cam gibi kırabilen bir su gerçek güzelliğini görebilir. İnsanlarda bu şekildedir. Biz kendimizi olmadığımız birer beden birer kalıp olarak görmeye devam ettiğimiz sürece bunun farkına varamayız. Bilirsiniz uzman bir kişi öğrenimini almış bir kişi , sizin yüzünüze boyunuza , kulağınıza burnunuza bakarak nasıl bir kişiliğe nasıl bir yapıya sahip olduğunuzu anlayabilir ve buna göre sizi yönlendirebilir. Gerçekten bu böyledir. Örneğin kulağı kepçe olan birisi saftır ve yönlendirilmeye açıktır. Tabii istisnalar hariç.

    Bir insan yüzü ile görünüşü ile tamamen kötülüğe açık ise meyilli ise eğer bu kişi bu olguyu başından atamaz ve kendisini aynaya her baktığında bilinçsizce yönlendirirse kaçınılmaz olarak kendisini nefsinin karanlık kuyusuna çeker. Bazılarımızda göründüğümüz yada bizi öyle görüp sen kötü birisin veya sen şöyle birisine benziyorsun dediklerinde işte o zaman aslında olduğumuz gibi görünmeye çalışarak içimizde ki mükemmel olguyu harekete geçiririz. Anlatmak istediğim bizler her gün aynaya baktığımızda gördüğümüzü sandığımız bir deri ve bir kemikten öte varlıklarız. Öncelikle bunu düşünerek anlayabilmemiz idrak edebilmemiz gerekiyor.

    Hz.Musa yaratıcısına seslenerek, Kendini bana göster der. Allah sana görünemem Ya Musa diye cevap verir. Çünkü Allah bizden ayrı gayri değildir, biz onu şu maddi evrende karşımıza çıkarak bizlere görüneceğini sandığımız bir şekil bir yüz bir sıfat olarak arayıp düşünmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. İnsan baktığı nesnelerde bile bir insan yüzü ortaya çıkartabilir ve düşünebilir.

    Allah bizlere kalbimizden ve şah damarımızdan daha yakındır. Allah bizlerle bir bütünlük halindedir bu yüzden biz onu bizden ayrı olarak ve olmadığı bir şekillerde aramaya görmeye çalıştığımız sürece kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmayız.

    Bunu anlamak insanın bilgi derecesine ve farkındalık derecesine göre zorlaşmaktadır bu yüzden örnek vereceğim.

    Karagöz ile Hacivat oyununu çocukluğumuz da eğlenerek izlemişizdir. Çok hikaye vardır aslında manaları derindir fakat aklımız yetmediği için sadece güler geçeriz, anlayana ise hep ibretlik olaylar vardır.

    Karagöz ile Hacivat amca sohbet ederler tartışırlar ve dövüşürler ama biliriz ki bir perde vardır. Kaldır o perdeyi diyor , sanma ki o perde kumaştandır. O perdeyi kaldırdığımızda görürüz ki bir el oradan uzanmış ve onları yönlendiriyor. Karagöz'de kendisi Hacivat'ta kendisi. Bu perde kumaştan değildir bu perde nefis perdesidir, benlik perdesidir. Sizin aslında olmadığınız bir şey haline gelmenizi sağlayan bir olgudur. Şu halde anlıyoruz ki Allah ı görmek için bir çift göz mümkün değildir , bir çift aciz göz ile akıl gözümüz sadece bir rehber bir vesiledir. Eğer gözümüzü kapatarak akıl gözümüzü ve gönül gözümüzü içeride yoğunlaştırırsak karanlık sandığımız yerde çok derinlerde kendimizi ve Allah ı görmeye ve anlamaya başlarız.

    Bir örnek verelim ,

    Nasrettin Hoca kendi yüzüğünü bodrumda kayıp etmiş, hoca dışarı çıkmış yüzüğünü arıyor, komşuları da hocanın dışarıda bir şeyler aradığını görüyor, komşuları hocanın yanına geliyor hocam burada neyi ararsın, ya benim yüzüğüm kayıp olmuş demiş. Peki demişler burada kayıp ettiğinden emin misin, yok demiş, ben yüzüğümü bodrumda kayıp ettim demiş. Peki o zaman burada niye yüzüğünü ararsın, hoca de demiş ya bodrum karanlıktır ondan, dışarı aydınlık olduğu için burada ararım demiş.

    Bu hikayeyi dinleyen veya okuyan bizler hemen gülerek eğleniriz. Fakat hakikatı açıktır anlayabilirsek güzel olur. Yüzük daire şeklinde olup bir taşı vardır. Daire 360 derece dir. Üzerinde ki taş ile birlikte 361 rakamını simgeler. 19 un karesidir 361. Besmele de 19 harften oluşmaktadır. Besmele Allah'ı simgeler ve vurgular. 360 derece birlik anlamını yani bizleri temsil eder. Bu yüzden Kabenin etrafında döner dururuz. Hoca yüzüğünü bodrumda kaybediyor fakat orası karanlık olduğu için bulamayacağını sanıyor ve dışarıda aydınlıkta arıyor. Hoca bizlere bir şey anlatmak istiyor.

    İnsan kendisini ve yaratıcısını kaybetmiş veya unutmuş ve her an onu aramakta , fakat ya ne aradığının farkında değil yada yanlış yerde aradığı için yolunu kaybetmiş ve onu kendisinde aramak yerine evrende arıyor. İnsan her gün kalkar ve her gün farklı şeyler peşinde umut ederek isteyerek koşar. Fakat bunda başarılı olamaz umudu bazen söner. Hep bir şeylerin peşinde koşarız, bir emelimiz olur ve onu elde etmek için savaşırız fakat bir bakarız ki, dönüp dolaşıp aynı yere gelmişiz elde avuçta bir şey yoktur. Onu dışarıda boş madde aleminde değilde kendi içinizde derinlerde aramaya koyulmamız gerekir. Çok yapmak isteyip te başardığımız bir iş olunca veya bir şeyi elde edince seviniriz ve mutlu oluruz, fakat yaptığımız işlerin veya elde ettiğimiz maddi şeylerin gerçek mana da insana hiç bir getirisi yoktur. Ama onu kendisine hedef eden insan aradığını sandığı şeyi elde edince bir anlık kendisini görür ve güneşi bulduğunu anlayarak sevinir. Fakat bu bilinci, ne aradığımızın farkında olmadığımız için sürdüremeyiz ve elden kaçırırız. Güneş hiç sönmüyor fakat kendimize bir perde oluşturarak O' nun ışığından kaçıyoruz. Bu yüzden bu ışığa perde oluşturarak sonra da güneşim nerede diye hayıflanan insana hayretler içinde şaşırmamak elde değildir.

    Kendisinde Hakkı görerek ben Hakkım diyen Hallac-ı Mansur'u gerçeği göremeyenler onun şirk koştuğunu sanarak dar ağacına çekmişlerdi. Fakat Hallac-ı Mansur benliğini aradan çıkarttığı için aslında Allah tan ayrı gayri olmadığını anlamış ve bu yüzden ben O'yum diyebilmişti. Buradaki ben kelimesi aslında kendisini veya nefsini vurgulamıyor , Mevlanın kastettiği şeyi anlatmak istiyor; Bir ben var benden içeri. O'nu ayrı olarak görmeye çalıştığımız sürece ondan ve dolayısı ile gerçek benliğimizden yoksun ve biçare olarak habersizce gitmek bir cehennemdir bana.

    Bunları ne kadar anlıyorsunuz bilmiyorum fakat kaçınılmaz birer gerçektir. Bir kitap önereceğim , bu kitabın yazarı bütün dinleri araştırmış ve bunların sadece birer araç olduğunu fakat onları okuyanların bunları birer amaç olarak gördüğü için yollarının uzadığını görmüş. Aydınlanmanın çok basitçe görünebileceğini kendi içinde keşfederek bizlere de bu kitabı ile yol göstermeye çalışmış. Fakat bu kitap eğer gerçekten O nu arıyorsanız size yardımcı olacaktır , insan sadece görmek istediği şeyi değilde var olanı görmeye çalışırsa başarabilir. Musa da Allah ı sadece bir ateş olarak görebildi çünkü ayrı bir şey olarak görmeye çalışıyordu. İnsan bir güneşe bile bakmaktan aciz iken her şeyi yaratan yaratıcısını o mükemmel nurunu nasıl görebilir. Sadece gönül gözü ile görebilir, ve akıl gözü ile idrak etmeye çalışır.

    Kitabın ismi: Rüyadan Uyanmak Yazarı: Michael Langford.

    Divanı Kebirden alıntıdır:

    Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk'tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O'ndan sayılamayacak kadar lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar, kusurlar, cefalar görünmede...

    O'nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız aykın işler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar...

    Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler.

    Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan Allah dediğin zaman, seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O'dur.

    İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zaman düşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O'nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

    O, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa'yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.

    Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.

    Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.

    Uydurup uydurup söylüyorsunuz. Halbuki birşey bildiğiniz yok. Size en uygun cevabı ateist bakış vermiş:

    Yaratıcı sadece görülemediği için yok diye tanımlanmıyor. Tüm ölçme ve algılama araç ve gereçlerinden hiçbirisiyle herhangi bir tanrı varlığına ilişkin minicik bir kanıt olmadığı, kanıt teşkil edilecek herhangi bir şey yakalanamadığı için yok diye sınıflandırılıyor.

    Bak sana temel mantık dersi vereyim.

    Eğer bir şey tüm duyu organları ve dışarıdan kullanılan araç ve gereçlerle algılanamıyor veya tespit edilemiyorsa, o şeyin ortaya çıkacağı tek yer kalıyor: HAYAL GÜCÜ.

    Dışarıdan algılanmadıysa (ki bu keisn ve net bir şekilde ortada) o zaman içeriden algılandı.

    :)

    Bu dersi de hiç unutma, çünkü bu senin normal bir gerçeklik algın olmasını sağlayacaktır.

    Eğer unutursan (ki muhtemelen bir kulağındna girip diğerinden çıkacaktır) gerçeklik algın bozulacak ve algıladığın herşey çarpık çurpuk olarak beynindeki işleme merkezine ulaşacaktır.

    Burada da malum o saçma düşüncelerin ve beklentilerin üretilmesine geçilecektir.

    Silkin ve kendine gel!

    Tanrı vardı da biz mi yok dedik?

  12. 14 yaşımda başladım, 29 yaşımda, 5 gün evvel bıraktım. Yanlız üçüncü bırakışım. İlk iki seferinde 5-6 ay sonra alkollü bir ortamda tekrar başladım. 1. ile 2.nin arasında 2 sene, 2. ve 3.ün arasında 5 ay var. Umuyorum yine aynı hatayı yapmam.

    Suicide da AKP'ye takmış. Halbuki AKP'de Avrupadaki standart'ı kopyalamış. Bir tek sanırım Romanyada farklı uyarı yazısı, ki orada çok daha beter, kanserli ciğer resmi, boğazına nefes deliği açılmış insanlar falan birsürü resim koymuşlar. Bulgaristan da olabilir. Hatırlamıyorum hangisi. Ama kimsenin özgürlüğüne birşey yok. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde cahil kalma özgürlüğü, pembe camlı gözlük hakkı yok. Sigara rezalet birşey.

  13. Anladığım kadarıyla PPP hesaplama şeklinde değişiklik yapılmış. Ben bu yeni rakkama çok güvenmiyorum henüz.

    Ancak nominal kişi başı GSMH'ya bakıldığında, aşağıdaki linkteki grafikte de görüldüğü gibi, AKP döneminde yaklaşık üç kat artış var.

    http://www.google.com/publicdata?ds=wb-wdi&met=ny_gdp_pcap_cd&idim=country:TUR&dl=en&hl=en&q=gdp+per+capita+of+turkey

    Aynı dönemde Türkiyenin Gini katsayısı (gelir dağılımının adeletini ölçer):

    2007 41 (CIA)

    2006 41.2 (World Bank)

    2005 43.2 (World Bank)

    2003 43.6 (CIA)

    http://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.GINI

    https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/tu.html

    Gini'de düşük değerler daha makuldür. Norveçte 25, Almanya 27, İngiltere 34, ABD 45. Neyse sonuçta gelir dağılımında gerileme değil ilerleme var. Ama tabiki de çoğunluk ortalamanın altında kazanıyor. Basit bir hesap yaparsak benim gibi 30,000 dolar kazanan her insanı dengelemek içi 5 kişinin senede 3800 veya 10 kişinin 6000 dolar kazanması lazım. Ortalama Türkiyede 8200. Ama her yerde böyle bu, Türkiyeye özgü değil.

  14. Ben robot:

    Ben görebiliyorum

    Ben yemek yiyebiliyorum

    Ben resim çizebiliyorum

    Ben uçabiliyorum

    Ben sex yapabiliyorum

    Ben hissedebiliyorum

    Peki, buraya kadar tamam.

    Ama ayrıca Ben

    Ben benim diyemiyorum ben nedir ki?

    İnsan yapabiliyor mu ki gerçekten bunu? Peki ya diğer hayvanlar? Robotların da insanın yapabildiği dercede bir benlik tanımı yapamıyacağını kanıtlayabilir misin? Bence aksini kanıtlamaya çalışmak daha verimli olur. Tiyo: Olay "ben kimim" sorusunu sorabilme ve cevaplayabilme olarak indirgenebilir. Değişik hayvanların zeka ve sinir sistemleri robotlarla kıyaslanıp induksiyon kullanılabilir.

    Ben etrafımdaki engelleri görebiliyor ve yürüyorum ama görmenin muhteşem hazzını alamıyorum bir sanat eserine bakarak muhteşem diyemiyorum.

    Yukardaki ile aynı argüman. Sinek sanattan ne anlar? Sinek ve insan'ın sinir sistemi arasındaki fark kompleksite. Daha komplike robotların sanat'tan anlamıyacağına neden eminsiniz?

    Ben yemek yiyorum fakat yiyecekler benim için bir akü gibi , biyo enerjiden ürettiğim elektrik enerjisinin doyuruculuğuna ve tadına varamıyorum.

    Yiyecekler, insan için de bir akü gibi değil mi? Bu tamamen saçmalık. Nedemek tadına varamıyor. Tadına varmaya programlanırsa bir robot, tadına varır. Sen senin zevk alma dediğin şey elektro ve biokimyasal bir kaç sinyal sadece.

    Ben resim çiziyorum fakat hayallerim olmadığı için sadece raslantısal nesneler çiziyorum. Ben mutluluğun resmini hiç çizemedim.

    Raslantısal karar := Ön koşullardan bağımsız karar

    İnsanın hayal gücü eksik hafızaları raslantısal olarak diğer hafızalar ve tamamen raslantısal değerlerle doldurmaktan çıkıyor. Olay yine kompleksiteye kalıyor. İnsan zekası komplike olduğu için, algoritma salatasının içinde raslantısallığın kaynağını ve etksini seçmek zor ama mümkün.

    Ben uçabiliyorum fakat süpermen gibi uçmanın verdiği heyecanı hissedemiyorum.

    Ben çoğalabiliyorum fakat o arzuyu o güzel duygunun eşsizliğine ibretle bakamıyor ve ibretle bakmanın bile ne olduğunu bilmiyorum.

    Ben yazılarımda hissetme fiilini kullandım fakat hissetmek nedir hiç anlayamadım.

    Ben mutlu olamam , hissedemem, acı çekemem, aşık olamam bırakın benimle uğraşmayı da siz kendinize ne diye benim yerime koymayı düşünür durursunuz bunu da anlayamıyorum.

    Uydur uydur söyle, oh ne güzel. Kanıt nerede?

  15. yoldaşların eline sağlık, az bile yapmışlar. nanalarını b.llemeleri lazımdı aslında :) usa emperyalizminin ve finans kapitalizminin uşağı güney kore hükümeti ya devrimle yıkılacak ya da kuzeyin devrimci saldırıları altında geberecek. başka seçeneği yok.

    zaten usa yeni dünya düzeni b.kunu hayata geçirmek için tüm dünyayı kapitalist entegrasyona sokma derdinde. kore bu süreçte başı çekiyor. bu yüzden iyice izole olmalı ve savaş makinelerini güçlendirmeliler, olası bir usa işgaline karşı.

    kuzey kore hükümeti yoldaş Lenin ve yoldaş Stalin'in izinde yürümektedir. zaten usa emperyalizmi hollywood denilen propaganda aygıtını kullanarak kuzey kore'li yoldaşların aleyhinde bir james bond filmi çevirmişti 2003 yılında. adı Die Another Day'di sanırım. baskılara boyun eğmek yok, ya devrim ya ölüm. kölece yaşamaktansa, emperyalizme boyun eğmektense şereflice savaşıp onurumuzla ölürüz daha iyi. kuzey kore hükümetinin yaptığı da budur.

    elbetteki kore'deki rejim sosyalizm değil, ama emperyalizme karşı bir halk demokrasisi. bu nedenle emperyalist gericiliğin saldırılarına karşı sosyalistler kuzey kore hükümetini destekleyeceklerdir.

    Bir insan nasıl Kuzey Kore'yi savunur. Bakın KK böyle bir yer:

    http://www.vbs.tv/watch/the-vice-guide-to-travel/vice-guide-to-north-korea-1-of-3

    KK'yı savunabilen ideoloji dogmatik olmak zorunda. Komünistlerin hep yaptığı '[ülke ismi] tam sosyalism değil o yüzden işlemedi' argümanınızın aynısını neo liberallerin de laisez faire'in denendiği ülkeler, mesela Chile, ile ilgili yaptıklarını biliyor musunuz?

    Dogma olmuş düşüncelerin klasik bir kendilerini koruma taktiğidir bu. Dindarlar da yapar aynısını; Teröristleri kınarlar, onlar müslüman değil derler mesela. Kendini bu şekilde savunan fikirler iflas etmişlerdir.

  16. tanrılar derken aslında her hücre ayrı ayrı bir kendine özgü bir tanrı mıdır? bunu mu demek istedin. yani bütünü tanrı yapacağına parçalar pekala birleşip mesela bir organı meydana getirmeleri gibi mi

    Hayır, bildiğimiz canlı hücresi bildiğimiz canlı hücresi. Tek hücreli ve çok hücreli tanrılar var diyorum, bunların hücreleri kısmen canlılardan meydana geliyor.

    Bir ağaca hücrelerini görebilecek kadar yakından baktığımızı düşünelim. Bu ağacın yaşadığını, tek bir varlık olduğunu görebilirmiyiz? Hayır bir sürü komşu, kendi ihtiyaçlarını karşılayan sosyal hücreler görürsünüz. Biraz uzaklaştığınızda bütünleşir, tek bir şey olduğunu algılarsınız. Ancak bunun da yaşadığını anlamak için görüntüyü biraz hızlandırmanız lazımdır, çünki ancak ozaman ağacın kendi ihtiyaçları doğrultusunda hareket ettiği, etkiye tepki verdiği görülür.

    En basitinden aynı şey bir şehir için de geçerli. Eğer bir şehire uzaydan hızlandırılmış zamanda bakarsanız kendi ihtiyaçları doğrultusunda hareket ettiği, etkiye tepki verdiğini, düzenini koruduğunu rahatlıkla görürsünüz.

  17. Ankette doğrudan Türkler dendiği için soru pek anlaşılmıyor ancak anlayabildiğim kadarıyla ülkemiz Türklerinden bahsediliyor. Eğer öyleyse Türkler, yarı yarıya civarında Orta Asya'dan gelmiyor; çünkü Türkler geldiğinde bu topraklarda ve hatta geldikleri güzergahta birçok değişik kimlik yaşıyordu ve hem kültürel hem de etnik anlamda, ama legal ama illegal yollardan bu kimliklerle bir etkileşim olmuştur ki, dolayısıyla ve yine bu topraklar gözönüne alındığında "Türkler ne kadar Türk; Kürtler ne kadar Kürt; vb." sorular pek anlamlı olmuyor. Biz bir ulusuz, Anatolian ırkından...

    Haklısın. Değiştirebilsem, şimdi Türkiye Vatandaşı yazardım. Ben anayasadaki tanımdan gider herkez diye düşünmüştüm, ama şimdiki haliyle sonuçları değerlendirmek zor oluyor. Bir de aralık seçimlerimi düzeltirdim. Aralıkların eşit olması daha iyi olurdu.

    En son yaptığım skorlamada soru 1:43.1%, soru 2:41.5%. Ben aralarında daha çok fark olmasını bekliyordum. Anketi bazen her oyda bazen 2 üç oyda bir skorladım. Gördüğüm şu ki az çok herkez ilk soruya ne cevap seçmişse ikinciye de onu geçirmiş. Bütün değerlendirmelerimde böyle bir 1.5%-5% farkla ilk soru öndeydi. Sanırım aradaki farkin kaynağı cevap aralıklarının ölçeklerini farklı (biraz rastgele) seçmiş olmam.

    Adminler isterse bu başlığı siler yeni bir anket yapılır. Ama sonuç zaten hiç bir zaman bilimsel olmayacak, kimsenin doğru söylediğini kontrol edemiyoruz.

    Ancak %50, kürtleri saymadığın zaman bile çok yüksek bir tahmin.

×
×
  • Yeni Oluştur...