Jump to content

mantik

Root Admin
  • İçerik sayısı

    3.633
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne mantik kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Şöyle bir iyimser bakış açısı da mümkün:

    Belki de demeliyiz ki, islamın ve şeriatın mayası artık bu toplumda tutmaz. Cumhuriyetten önce bile demokrasi denemelerine başlamış bu toplum son 100 yıldır yarı laik, yarı demokratik de olsa, Batı'lı tarza yakın bir şekilde yönetiliyor. Nesillerin beyinlerine işlendi pek çok kavram. Çok uğraşsalar bile, kendilerine destek veren kesime bile koyu bir dinci sistemi kabul ettiremezler gibi geliyor bana. Bu ülkenin kaldırabileceği dincilik, ancak AKP'nin şu anda empoze ettiği kadardır diyorum. Onun ötesini, ancak çok küçük bir azınlık kaldırır, o da AKP'nin gücünün devamına yetmez belki de.

    Yani belki de çok karamsar olmaya gerek yok gelecek için.

    Ama asıl sorun şu günler tabi şu anda. Olan bitenler inanılır gibi değil. Korkunç bir cadı avı devam ediyor. İnsanların kariyerleriyle, hayatlarıyla oynanıyor. Bu malesef trajik bir durum. Tek çaresi ise darbe. Ama o da yapılmamalı artık bu devirde denilirse, ya da yapılamazsa, o zaman bu dönemi de ileride tarih demokrasi sancılarımız arasında sayacak demektir.

    Bu ülkenin İran'a dönmesi mümkün değil derdik hep. Şu anda döndü, ya da dönüyor gibi. Ama İran'a bakarsanız, istedikleri maya İran'da bile tam tutmuyor aslında. Orada da büyük bir hoşnutsuzluk var. İslam dönemi orada da geçici bence. İran bile İran'a dönemiyor yani uzun vadede.

    Olaylara sosyolojik açıdan ve uzun vadeli olarak bakarsak, bu işlerin toplumun alt yapısı ile alakalarını dikkate alırsak, belki de aslında Türkiye'de Suudi Arabistan tarzı bir şeriat riskinden boşuna korkuyoruz demektir. Yukarıda da dediğim gibi, bu ülkenin kaldırabilecek islam düzeyi bu kadardır bence. Bunun üstünü AKP'liler bile kaldırmaz bu devirde.

  2. Rahatlık değil, çaresizlik.

    Herkes büyük bir öfke ve endişeyle izliyor olan biteni. Ama elden birşey gelmiyor.

    Tek tek kimse birşey yapamaz.

    Sokaklara dökülerek de olmaz bu iş. AKP'nin deli yandaşları ile o platformda mücadele edilemez.

    Kala kala orduya kalıyor iş, pek çok kişinin zihninde. Ama orduyu da sakatladılar. Öyle bir güç bırakmadılar orduda.

    Darbe olsa, Fethullahçılar mı yapıyor, kemalistler mi, onu da bilemezsin.

    Ülkede kemalist bir darbe olsa, laik kesimin destekleyeceğine inanıyorum. Bir anda bir ferahlık hissedecekler darbe olsa. Oh be, nihayet diyecekler. Ona alışmışız çünkü. İşler bozulunca ordu gelir, her şeyi düzeltir, çeki düzen verir.

    Bu bizim de demokrasiyi benimsememiş olduğumuzun bir göstergesi.

    Ama İslamın ve cehaletin hakim olduğu böyle bir ülkede demokrasi Batı'daki şekliyle işlemiyor. Bunun örneğini defalarca gördük, hala görüyoruz.

    Ortada iki seçenek var. Ya yine bir darbe olacak, ama bu sefer başarılı olacak.

    Ya da darbeler dönemi bitti diyeceğiz. Demokrasiyi akışına bırakacağız. Acaba islam ülkesinde demokrasi nasıl oluyor diye bakacağız, bir nevi deney yapacağız.
     

     

  3. 5 saat önce, reloaded1789 yazdı:

    Ben diyorum Sultan Vahdettin, sen diyorsun II. Abdülhamid han döneminde, meclisi kapattığını söylüyorsun..

    Arkadaş, Sultan II.Abdülhamid ile M.Kemal Paşa arasında kaç tane Osmanlı padişahı var?

    Ya da bu anlattığın şeyler I.Meşrutiyet döneminde mi oluyor yoksa, değişişiklik yapılan II.Meşrutiyet döneminde mi?

    Yukarıda anlattığın olaya gelirsek Sultan II.Abdülhamid Han, meclisi canı istediği için değil, 93 Harbinden dolayı kapatmıştır...

    Bu savaşta hem içeride hem de dışarıdaki hainlere karşı beraber mücadele etmek zor olduğu için...

    Meclisi kapatmıştır...

    Sana göre keyfi olan, bana göre gerekli olan meclisi kapatması...

    II.Meşrutiyet ile padişahın ellerinde alınmamış mıdır?

    Yani Sultan II.Abdülhamid döneminden direkt dediğin gibi M.Kemal Paşa dönemine geçilseydi karşılaştırma yapabilirdik...

    Fakat arada değişik padişahlar ve kanunlarda yönetimde değişiklik olduğu için karşılaştırma yapmamız yanlış olur...

     

    Sen Vahdettin diyorsun tabi, farkındayım. Vahdettin'i yukarıda anlatmışlar. Yetkileri yoktu, çünkü ülke işgal altındaydı zaten.

    Ben Abdülhamit'i örnek veriyorum, çünkü normal durumda, o dönemde bir padişahın davranacağı şekil o. Ya da diyelim ki, canı isterse, o şekilde davranabilir en azından. Atatürk, canı istese de öyle davranamaz.

    Ben ikinci Meşrutiyet döneminde yaşanan seçim ve demokrasi denemelerini de anlatıyorum yukarıdaki yazdımda. Herşey açık. Ortada Atatürk'ün ve İsmet İnönü'nün alıp bozduğu doğru dürüst bir demokrasi yok.

    Denemeler var sadece. Ki onların döneminde de var denemeler.

    Yani anlayacağın, Atatürk'ü falan karalayarak bir yere varamazsınız. Hele de Tayyip'i kesinlikle masum çıkaramazsınız. Bunların yaptıkları belli. Savunulur, elle tutulur hiçbir tarafı yok. Bunları savunmak için kör olmak, at gözlüğüyle bakmak gerek. Ya da cahil ve islamcı olmak.

    Bir dahaki sefere cevap da vermeyi düşünmüyorum sana, eğer hala bu konuda yazıp AKP'yi ve Tayyip'i savunursan.

  4. Atatürk'ün yetkileri padişahtan daha fazlaydı denemez. Belki yakındı denebilir. Ama yukarıda da anlattım, Padişah canı istiyor, 30 yıl boyunca meclisi kapatıyor. Atatürk bunu yapamaz. Kuruluşuna kendisinin önayak olduğu meclisi kaldırsa, her türlü meşruiyetini kaybeder çünkü. Kendisine olan direnç artar. Padişah için öyle değil. Onun doğuştan o hakkı var çünkü halkın gözünde. Aynı zamanda da halife zaten. Meclisi falan takmıyorum deyip kapatsa, kimsenin gıkı çıkmaz. Nitekim Abdülhamit yaptı da bunu zaten.

    Yukarıdaki uzun yazımı oku. Orada anlatıyorum Osmanlı'nın son dönemindeki "demokrasi"nin nasıl bir demokrasi olduğunu.

    Atatürk ve arkadaşları demokratik birşeyi alıp antidemokratik hale getirmediler. Aynı tür bir ortamı alıp devam ettirdiler, hatta daha iyileştirmeye, ve demokratik hale getirmeye çalıştılar.

    Tayyip ve AKP ise yürüyen demokrasiyi bozdu. Bunun savunulabilecek bir tarafı yok. Cevap bile vermemem gerek aslında.

  5. Ben de öyle düşündüm bir ara eskiden.

    İnsan gençken, elinde hiçbirşey yokken, kendi yeteneklerine ve birikimine rağmen hakettiği yerde olmadığını görünce, daha doğrusu, kendileri aşağıdayken başkalarının haketmedikleri kadar yüksek yerlerde olduğunu görünce, karamsarlığa kapılıyor. Dünya adil değil çünkü gerçekten.

    Ama bu adaletsizliğe rağmen, bu koşullar altında ne yapabilirim sorusunu sormadan zaten ilk adım bile atılamıyor.

    Zekası, bilgisi, becerisi ve yeteneği olan insan, eğer bunları kullanmaya karar verir ve kollarını sıvarsa bir yerlere geliyor.

    Bu iş zaman alıyor, çünkü pek çok kişi var, çok daha ileriden başlıyor. Haksız avantajlara sahip bir şekilde hayat mücadelesine giriyorlar.

    Bunlara ve bu haksızlıklara odaklanmayıp, kendi durumumu nasıl ilerletirim düşüncesine odaklanmak gerekiyor.

    Akıllı ve becerikli insan, seçtiği konu ne olursa olsun, o konuda mesafe katediyor. Bu iş zaman alıyor, ama belli amaçlar tespit edip o uğurda uğraşmak bu işin tek yolu.

    Çünkü o adaletsizliklerin üstesinden gelmek mümkün olmadığı gibi, bir yerlere gelmenin de kısa bir yolu yok.

    Suç, kısa yol gibi gözükebilir pek çok kişiye. Ama suç en riskli yol.

    İşin daha da kötüsü, geri dönüşsüz bir yol. Bir kez o yola girildi mi, devamını getiriyor insanlar, kurtulamıyor. Ne kadar çok o yolda kalınırsa, yakalanma riski de o kadar artıyor. Dolayısıyla, o yol ya hapishanede bitiyor, ya da erken girilen mezarda.

    Onun yerine, kısa yol aramayıp, beceriyi ve birikimi somut bazı amaçlara yönlendirmek en mantıklısı. Kendin için çok önemli olan, uğraşmaktan keyif aldığın alanlara yönelmek lazım. Dünyadaki çeşitli problemleri çözmeye yönelik düşünceler üretmek, patentler almak, ürünler geliştirmeye çalışmak gibi şeyler mesela.

    Ya da kitap yazmak, ilgilendiğin bir alanda web sayfası hazırlayıp, onu geliştirmeye ve popülerleştirmeye çalışmak, vs.

    Kendimizi ancak kendimizle kıyaslamalıyız. Dün olduğumuz yer ile bugün geldiğimiz yere bakmalıyız. Dünyanın adaletsizliğini ortadan kaldırmaya hiçbirimizin gücü yetmez. Bu yüzden buna yönelmek, ve bu sebeple içimizin içimizi yemesine izin vermek, olsa olsa hayatı çekilmez yapar. Bunun bizi edilgen yapmasına izin verirsek, bir baltaya da sap olamayız o zaman.

     

     

     

  6. reloaded1789,

    Evet, Atatürk ve İsmet İnönü'ye eski dönemin izinin devamı, ama 2000'li yıllara AKP ve Tayyip diktası deme hakkım var.

    Çünkü Atatürk ve İsmet İnönü olan birşeyi daha kötü hale getirmediler. Tam tersi, ilerletmeye çalıştılar.

    Ama AKP ve Tayyip Erdoğan, tam biz artık memleket demokrasiyi öğrendi, demokrasimiz yerleşti ve oturdu derken, bizi alıp bir dikta yönetimine taşıdılar.

    Varolanı bozdular, geriye götürdüler yani.

    Kuvvetler ayrılığı prensibini çiğnediler.

    Basın özgürlüğünü 20 yıl önceki durumundan daha beter hale getirdiler.

    Azınlıkların ve kendilerine oy vermeyenlerin haklarını umursamadılar.

    Önce Balyoz, Ergenekon, şimdi de FETÖ, vs diyerek, kendi adamları olmayan herkesi cadı avıyla tasfiye ettiler.

    Aynen Hitler'in, Mussolini'nin yaptığı şeyler bunlar.

    Atatürk ise o dönemde bile iki kere çok partili sisteme geçişi deniyor. Demokrasiyi getirmeye, ülkeyi daha ilerletmeye çalışıyor.

    Utanmadan Atatürk'e diktatör, ama Tayyip'e demokrat diyorsunuz. Ayıptır. İnsan dediğinden utanır.

     

  7. Evet, Osmanlının son dönemi Meşrutiyet idi. Milletvekili seçimleri bile yapılıyordu. Yani seçimler Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı döneminde başlamıştır.

    Ama nasıl olduğuna bir bakalım.

    1876'da ilk anayasa Kanun-i Esasi ilan edilmiş ve bu anayasa bir seçim sistemi tanımlamıştı. İki dereceli olması gereken, ve bazı kuralları olan bu seçimler, bu anayasada bahsedilen şekilde yapılmamış, 1877'de yapılan ilk seçimler zaman yetersizliği bahane edilerek, henüz anayasanın şart koştuğu seçim kanunu ortaya çıkarılmadan, birinci derecesi es geçilerek yapılmış, ve belediye meclisi üyelerini seçenler birinci seçmenler sayılmış, böylece ikinci seçmenlerin seçilmesi için zaman kaybedilmemiştir. Böylece ilk milletvekili seçiminde, belediye meclisi üyeleri ikinci seçmen sıfatıyla milletvekili seçilmişler.

    Bu seçimde anayasaya aykırı olan birbaşka uygulama da milletvekili sayısının nüfusa göre belirlenmesi şartının es geçilmesiydi.

    Yani anlayacağınız, uyduruk bir seçim yapılmış, seçilen meclis ise daha sonra iş bile yapamadan kapatılmış.

    1877-78 Osmanlı-Rus savaşını bahane eden  Sultan II. Abdülhamit, Meclis-i Mebusan'ı 30 yıl boyunca tatil etmiş, ve meclis tekrar 1908 yılında açılmıştır.

    Abdülhamit bu tatil için birbaşka gerekçe olarak da halkın cahilliğini göstermiş. (Aynen benim de bu başlıkta dediğim türde şeyler yani).

    1908 seçimi, anayasaya ve 1877 tarihinde hazırlanmış fakat kanunlaşmamış geçici seçim kanununa göre yapılmış, ve tarihimizin ilk çok partili seçimi sayılır. Çünkü İttihat ve Terakki'nin yanısıra Ahrar Fırkası da katılmış bu seçime. Ama Ahrar Fırkası bu seçimde henüz doğru dürüst teşkilatlanmamış bir durumda olduğundan başarılı olamamış, ve 1 milletvekili hariç, tüm milletvekillerini İttihat ve Terakki çıkarmıştır.

    Bu meclis, "hakimiyet-i milliye", yani millet egemenliği için anayasal düzenlemeler yapmış, ve Padişah'ın egemenliği yerine halkın egemenliğini getirmeye çalışmıştır. Ancak, 1910'dan sonra yaşananlar, millet egemenliğinin, parti egemenliğine dönüştüğünü gösteriyor.

    Türk demokrasi tarihi açısından 1912 seçimlerine gerçek anlamda çok partili ilk seçim denilebilir. Çünkü 1908 seçimlerine katılan Ahrar, henüz tam olarak teşkilatlanamamış, her yerde seçime katılamamıştır. İttihat ve Terakki karşısında yer alan Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise, büyük bir muhalefeti temsil etmekte, 1910 yılından itibaren kurulan partilerin neredeyse tamamını tek çatı altında toplamakta idi. İttihat ve Terakki karşısında güçlü bir konuma gelen Hürriyet ve İtilaf’ın daha fazla güçlenmemesi için 1908 meclisi normal süresinden önce fesih yoluyla kapatılmıştır. Aslında 1911 yılı içinde Meclis-i Mebusan’da “millet egemenliği” adı altında yaşanan iktidar kavgasının incelenmesi bize parti mi-millet mi konusunda çok önemli ipuçları vermektedir. Millet bu olayların farkında bile değildir. Zaten Balkan Savaşı’nın kaybedilmesindeki önemli etkenlerin başında parti kavgaları gelmektedir.

    Çok partili ilk seçim olma özelliğinin yanı sıra, ilk erken genel seçim olma özelliğine de sahip olan 1912 seçimleri, tarihte “sopalı seçimler” adıyla da anılır. Seçimlerde sopadan ziyade bazı ince taktikler kullanan iktidar partisi İttihat ve Terakki, muhalefetin meclise girmesine izin vermemiştir.

    İttihat ve Terakki Fırkası, her ne kadar tek başına iktidar olsa da, ve meclise muhalefetin girmemesi için büyük çaba sarf etmiş olsa da, bu defa muhalefet meclis dışından özellikle subaylardan gelmiştir. Kendilerine “kurtarıcı subaylar” adını veren Halaskar Zabitan Grubu’nun da etkisiyle 4 yıl için seçildiklerini iddia eden milletvekilleri, meclisin açılışının henüz 3. ayında pes etmişlerdir. 18 Nisan’da açılan Meclis-i Mebusan’daki milletvekilleri, 5 Ağustos tarihinde daha önceki düşüncelerinden vazgeçerek 1908 meclisinin devamı olduklarını iddia ederek sürelerinin sona erdiğini söylemişlerdir. 1912 dönemi siyasi çekişmelerin doruğa çıktığı yıl olmuş, Meclis-i Mebusan’ın kapatılması ve 23 Ocak 1913 hükümet darbesi gibi şeyler yaşanmıştır.

    1912 Meclisinin kapatılması üzerine yeni seçimler araya Balkan Savaşlarının girmesi nedeniyle ancak 1914 yılında yapılabilmiştir. Ocak-Nisan 1914 tarihleri arasında yapılan bu seçimlere tek parti İttihat ve Terakki katılmıştır. 23 Ocak hükümet darbesi sonrası iktidarını kuvvetlendiren İttihat ve Terakki, karşısında hiçbir muhalefet bırakmamış, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı tasfiye etmiştir. Böylece 1914 seçimleri ile demokrasi tarihimizde uzun yıllar sürecek olan “tek partili seçimler” devri başlamıştır. Bu durum 1946 seçimlerine kadar devam edecek, 1946 seçimleri ile yeniden çok partili hayata geçilecektir.

    Tabi ondan önce, Atatürk döneminde de var çok partili hayata geçiş denemeleri. Ama fazla sürmemişler. Yine de, onlara da değineyim.

    Örneğin, 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu (1924-1925). TBMM’de Müdafaa-i Hukuk grubunun karşısında yer alan II.Grup önde gelenleri tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası’nın uygulamalarına ve yapılan devrimlere karşı oluşturulan bu partinin kurucuları arasında Kurtuluş Savaşı komutanlarından Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Adnan Adıvar gibi önemli isimler yer alıyordu. Bu partinin programında yer alan “Partimiz dini inançlara saygılıdır” ilkesi, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın dini inançlara saygılı olmadığı anlayışını körüklemiş ve devrimlerden zarar görenlerin ve eski teokratik yapının devam etmesini isteyenlerin bir araya gelerek örgütlendikleri bir partiye dönüşmüştür.

    Bunun sonucunda 1925'te Şeyh Sait isyanı çıkmış, ve isyanın bastırılmasının ardından, bu isyana sebep olduğu gerekçesiyle bu parti kapatılmıştır.

    Atatürk döneminde daha sonra bir de 1930 yılında çok partili rejime geçiş için bir deneme daha yapılmış, ve Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Atatürk bu partinin kurulması için doğrudan harekete geçerek bu sırada Paris Büyükelçisi olarak görev yapan Fethi Okyar’ı serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurmakla görevlendirdi. Rejim karşıtları bu sefer bu parti bünyesinde toplandılar. Önceleri aktivitelerini gizli sürdüren bu kesim, bir süre sonra parti içinde etkin olmaya başladı.  Fethi Okyar'ın yurt gezileri rejim karşıtları tarafından kısa bir süre içinde cumhuriyete ve devrimlere karşı bir gövde gösterisi haline getirilmeye başlandı. Bunun üzerine Fethi Bey, Parti’yi kontrol edemeyince, 18 Aralık 1930’da Partinin kapatıldığını ilan etti.

    Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından sonra iyice denetimden çıkan rejim karşıtları Nakşibendi şeyhlerinden Derviş Mehmet ve arkadaşları tarafından Menemen’de bir isyan çıkardı. (1930, Menemen Olayı). Kubilay'ın şeriatçılar tarafından başının kesildiği olay.

    Bu isyan da bastırıldı, ve sorumlular cezalandırıldı. Daha sonra da memleket 1946'ya kadar tekrar çok partili rejime geçmeyi denemedi bile.

    Yani anlayacağınız, demokrasi denemeleri gerçekten de Osmanlı döneminde başlamış olsa da, bunun doğru dürüst bir demokrasi olduğu söylenemez. O dönemde başlayan bu eğilim, ve tek partili dönem, Atatürk döneminde, ve sonra İsmet İnönü dönemide de devam etmiş, ve ancak ikinci dünya savaşının bitişinden sonra doğru dürüst çok partili döneme geçilmiş.

    Tabi o da bilindiği gibi askeri darbelerle, vs sürekli kesintiye uğradı her 10 yılda bir. Yani bizim millet demokrasiyi doğru dürüst hiç öğrenemedi, hiç hakkıyla ugulayamadı. 1990'lı yıllarda, artık bu işi öğrendik derken, 2000'li yıllarda bu sefer AKP ve Tayyip diktası başa geçti, ve bu yıl yine bir darbe girişimi oldu. Yani anlayacağınız, bu ülkede bu işler hala aynı tas, aynı hamam. Aradan 100 küsur yıl geçmiş, ancak bir arpa boyu yol katetmişiz.

    Gerçi haksızlık etmemek lazım, en azından halk artık seçim nedir biliyor. Osmanlı dönemindeki seçimleri halk bir eğlence olarak görürmüş çünkü. Ne anlama geldiğinin de farkında değiller, o seçimlerin kendilerine verdiği gücün de.

    Hiç olmazsa işin bu kısmını öğrendi bizim millet artık diyebiliriz. Ama demokrasimiz hala oturmuş durumda değil. Bu milletle ancak bu kadar oluyor. İslamın olduğu yerde demokrasi olmuyor.

  8. Tekrar başlığın asıl konusuna dönersek, özetle benim dediğim şu:

    Demokrasiden geri dönüş yok artık. Hiçbir ülke kalkıp padişahlığa dönmez bu devirde. Günümüzün tehlikesi diktatörlükler ve faşizm. Çünkü bu eğilim hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmadı dünyada aslında. Dünyanın geneline bakıp konuşursak yani. Batı ülkelerinde terkedilebildi sadece diktatörlükler. Başka bazı ülkeler ise onlara yaklaşmaya, onlara benzemeye çalıştı sadece. Bunu değişik düzeylerde becerebildiler. Batılılarınki bile ideal bir sistem değil, ve amaçlananı, yani halkın seçim sistemi ile kendi kendini yönetmesi idealini %100 gerçekleştiremedi. Orada da insanların çoğunun hissettiği, tepedeki yönetici kesiminin kendilerinden kopuk olduğu, ve zengileri, ya da belli çıkar gruplarını koruduğu şeklinde. Yani Batı'daki bile işlemiyor, ama dünyanın geri kalanına göre amacına daha fazla yaklaşıyor. Daha ileri yani. Ortada bir düzey farkı sorunu var sadece.

    Demokrasinin amacı güzel. Bulduğu yöntem de fena değil. (Seçim sistemi ve temsili demokrasi). Ama bunun istendiği gibi işlemesinin önünde engeller var. Bunların düzeltilmesi lazım. Sistemin bu yönlerde geliştirilmesi lazım.

    Bahsedilen tüm unsurların (basın özgürlüğü, azınlığın haklarının korunması, vs) hakkıyla yerine getirilmesinin tek yolu karar verenlerin eğitim düzeyi. Herkese karar verme hakkı veriyorsanız, herkesin bu konularla ilgili en az belli bir asgari eğitim düzeyine ve anlayış düzeyine ulaşmış olması gerekir önce. Platon'un bile dediği gibi, cahil halkla demokrasi olmaz çünkü. Eğer bunu yapamıyorsanız, bu pratik değilse, o zaman tek çıkar yol, bu yapılana kadar karar verme hakkını kısıtlamak, ve sadece bu konudaki ehliyetini kanıtlayanlara vermektir bana göre. Onun için seçmenlik sınav sistemi deyip duruyorum.

    Fakat bunun ayrıcalıklı bir seçmen sınıfı oluşturmaması için, ve halkın her kesiminin temsilini tamamen engelleyecek bir durum ortaya çıkarmaması için, çok dikkatli uygulanması gerekir. Her kesimden yeteri eğitimi alıp, gerekli serifikayı kazanabilecek kişilerin çıkacağından emin olmak lazım. Bunu sağlamak lazım. Yani kırsal kesimde yaşayanların, çiftçilerin, vs bile içinden kendilerini seçimlerde temsil edecek kişilerin çıkmasını sağlamak lazım mesela. Orada doğup büyümüş kişi, sırf zihinsel olarak kendini biraz daha fazla geliştirdi diye çıktığı ortamın ihtiyaçlarını, sorunlarını unutacak değil. Sadece, bunlara daha bir eğitimli perspektiften bakacak, bu sorunlara nasıl yaklaşılması gerektiğini ve ne tür çözümlerin uygun olduğunu daha iyi muhakeme edebilecek. Din yoluyla manipüle edilmeye daha dirençli olacak mesela, çıktığı ortamdakilerin çoğuna göre. Ya da kuvvetler ayrılığı prensibini terketmeye niyetli politikacıları daha kolay tespit edebilecek. Daha doğru kararlar verebilecek.

    En ideali, buna gerek kalmaması, ve herkesin bu konularda karar vermeye ehliyetlerinin olması elbette. Ama dünya ideal değil. Bu istenen durum kısa vadede mümkün değil. Nüfus kontrol altına alınıp, tüm toplum istenilen düzeyde eğitime sahip olduğunda ancak demokrasi istenen şekilde işleyecek. Bu duruma ulaşılana kadar ise, tek çözüm oy verme hakkını kısıtlamak ve seçmenlik hakkını süzgeçten geçirerek vermek olur bence.

  9. 100 yıl öncesinin yönetimini, liderlerini bugünün standartları ile yargılamak yanlış olur.

    Bugünün standartlarıyla bakarsanız, Atatürk belki diktatör gibi görünür, ama o zamanın en ileri demokrasileri de günümüzün Tayyip demokrasisi gibi olur zaten. Daha bile beter hatta.

    Monarşiden yeni çıkış yapmış bir ülkede ne bekliyordunuz? O zamanın ortamında demokrasiyi bugününkine benzer şekilde uygulamaya kalkarsanız, bu zayıflık gibi görünür, kendi kuyunuzu kazarsınız. Bu ipleri gevşetmek olur, ve daha demokrasinin d'si uygulanamadan biri isyan çıkarır, Padişahlığını ilan eder, vs, daha başlamadan eskiye dönersiniz.

    Yapılanların ne maksatla yapıldığına ve neyin amaçlandığına bakmak lazım. Atatürk başından beri Batılı tarzda bir demokrasi kurmak istiyordu ve uğurda uğraştı. Fakat içinde bulunduğu ortam, ve çalışmak zorunda olduğu koşullar malum. O durumdaki birine bugünün merceğinden bakıp diktatör demek sadece yanlış olmaz, haksızlık olur.

    Yani haci da, leonardo18 de haklı aslında. Ama odaklandıkları konular farklı.

  10. Yazılım sadece bazı resim dosyası formatlarını kabul ediyor. Hepsini etmiyor. Ya ondan olabilir, ya da belki kullanıcı başına bir yükleme kotası falan vardır. Eğer çok yüklendiyse, belki o yüzden ondan sonra kabul etmiyor olabilir.

    Administrator yazılımda kota ayarı olup olmadığına bakmalı. Varsa kaldırılabiliyor mu, ya da arttırılabiliyor mu, ona bakmalı.

    Ama hata mesajı yüklenen dosyanın işlenmesi sırasında hata oluştu diyor. Dosya yüklenemedi demiyor. Kota olsa dosya yüklenemezdi. Muhtemelen resmin formatı ile ilgili. jpg veya pgn yükleyin. Başka şey yüklemeyin.

  11. Faizlerin artmasının finans piyasalarını ve iş dünyasını nasıl etkileyeceği konusunda fikir üretemeyecek, herhangi bir akıllıca şey söyleyemeyecek birinin oy verememesi gerekir bence.

    Ya da güçler ayrılığı prensibini (yasama, yürütme ve yargının ayrılığı) anlamayan, neden varolduğunu bilmeyen, bunu açıklayamayacak birinin oy vermemesi gerekir diyorum.

    Jeopolitik dengelerle, komşu ülkelerin her biri ile olan durumumuzu anlamayan, ticari anlaşmalarda yapılacak ne türlü değişikliğin ülkeye ne tür bir etkisi olacağı konusunda hiçbir fikir üretemeyecek, hatta soruyu bile anlamayacakların eline oy pusulası vermenin, 3 yaşında çocuğun eline dolu tabanca vermek gibi olduğunu söylüyorum.

    Önerdiğim sınav, öyle basit bir sınav da olmamalı hatta. Yani ehliyet sınavı gibi isteyen herkesin eninde sonunda geçtiği bir sınav da olmamalı. Kazık bir sınav olmalı. Aynen üniversite sınavı gibi, girenlerin ancak %10'u, %20'si geçebilmeli.

    Şu anki ortamda aslında oy verme yetisi olduğuna inanacağım pek çok kişi bile geçememeli bu sınavı. Benim bile çalışmadan geçmem zor olmalı bu sınavı.

    Önceden daha basit sınav düşünüyordum. Ama şimdi fikrimi değiştirdim. Seçilme gibi, seçme de bir meslek haline getirilmeli belki de. Ya da ek para kazanmanın bir yolu en azından. Yani devlet, o sınavları geçip seçmen olma hakkı edinenlere katıldığı seçim başına para ödemeli mesela. O zorluğa rağmen bu işe kalkışacak insanlar olsun diye.

    Yani seçmenlik bir meslek gibi birşey olmalı. Seçmenlerin toplumdaki işlevlerinden ve temel rollerinden biri, basını, ekonomiyi, politikayı takip edip, seçimler için gerekli kararları vermek olmalı. Ama, sadece kalburüstü olup, maddi ve diğer tür gücü olanlara değil, herkese açık olmalı seçmenlik. Nasıl çalışan ve yeterli beceriyi gösteren herkes üniversiteyi kazanabiliyor, benzer şekilde isteyen herkes seçmen sertifikası sınavını geçmek için gerekli imkanlara sahip olmalı.

  12. reloaded1789,

    Son darbeyi yapanların aydınlar olduğunu nereden çıkartıyorsun?

    Fethullahçı taifesi değil mi bunlar? Yani en azından herkes öyle diyor. Aralarına kemalistler karışmış da olsa, her kemalist aydın olacak diye bir kural da yok. Askerler arasında aydın adam genel olarak az zaten.

    Hem karşı çıkanların sadece cahil halk olduğunu söylemek de yanlış. Pek çok aydın da karşı çıktı darbeye.

    Demokraside sorun olmayacaktı da, benim istemediğim partiler oy alınca sorun oldu da demiyorum ben.

    Ben, demokraside prensip olarak zaten sorun var diyorum. Yani bugün anladığımız ve uyguladığımız şekliyle. Benim istediğim parti seçilse de, kazara seçilmiştir diyorum. Çünkü seçenler kör topal seçiyor. Ne yaptığını bilmiyor.

  13. haci,

    Çok doğru bir noktaya parmak basmışsın. Çoğunluğun doğru olduğu durumlar da olabilir, yani sorduğun soruya cevap olacak örnekler bulunabilir belki, ama bu şans eseri bir durum olur. Çoğunluğun doğru olmasını gerektirecek nedensel bir sebep yok çünkü ortada.

    Doğruya kim ulaşır? O konuda birikimi olan, o konuda vakit harcamış, uzmanlaşmış, çalışmış kişiler. İşte her konuda sadece o kişilerin söz hakkı olmasını garantileyecek birşey öneriyorum ben de.

    Normalde, bu sistem pek çok konuda var zaten. Hemşirelik eğitimi alıp, sonra da lisans sınavını geçmeden hemşire olmazsın Amerika'da. Elektrikçi, öğretmen, vs de olamazsın. Onları bırak, basit de olsa bir sınav geçmeden ehliyet bile alamazsın.

    Peki niye yeterliliğini kanıtlamadan oy kullanabiliyorsun? Bence benim önerimde demokrasinin ulaşmaya çalıştığı amaca aykırı bir nokta yok, ama tamamen "unregulated" bir sistem olan günümüz demokrasisini daha bir "regulated" hale getirmeyi öneriyorum sadece.

  14. Bilmeyen Adam,

    Benim demokrasi konusunda uzun süredir eleştirilerim var, endişelerim var, kaygılarım var elbette, ama açıkça demokrasiye karşı yazı ve düşünce üretmem çok yenidir. Hatta bu yazı bir ilk denebilir belki. Bunun karşılığında faşist, vs damgası da yiyeceğiz belki, ama tüm dediklerimi hesaba katan, ve maksadımın demokrasinin yararlarını koruyarak, daha ilerisini ortaya çıkarmak olduğunu gören kişiler hak verecektir diyorum.

    Çünkü ben demiyorum ki demokrasi öncesine dönelim, demokrasinin bütün avantajlarından vazgeçelim. Demokrasi bir sebep yüzünden geldi çünkü. Bazı sorunlara karşılık olarak yaşama geçirildi.

    İşte demokrasinin bu faydasını hala koruyabilmemiz gerek. Ama günümüzde gördüğümüz zararlarının da üstesinden gelmemiz gerek.

    Demokrasi neden eski yunandan sonra kaybolmuşken yakın dönemde tekrar hortladı? Çünkü, baskıcı yönetimler altında yaşayan halka bir çıkış yolu kalmıyordu o yönetimlerde. Tepedekinin yönetim becerisi şansa kalmış. Yanlış kişi tepedeyse, değiştirmek de zor olduğundan, ya da mümkün olmadığından, bu durum büyük acıya yol açıyordu. Yani alt tabakaların yönetimde bir sözünün olmasını sağlamaya çalışmak lazım. Bu engellendiğinde, bir yerden patlak veriyor eninde sonunda. Fransız ihtilali, vs öyle çıkıyor ortaya. Bunun sonucunda, dendi ki, o zaman en aşağıdaki adam bile yönetimde söz sahibi olmalı, herkesin oyu bir olmalı, yönetenler seçimle yönetime gelmeli, vs. Ama işte hata da orada yapıldı. Onun da sonucu günümüzde yaşadığımız durum oluyor çünkü.

    Bu yüzden, alt tabakaya hala söz hakkı veren, ama bunu bir süzgeçten geçiren, benimki tarzında bir çözüm daha uygun. Yani benim çözümümde mesela, alt tabakadaki adama senin yönetimde kesinlikle hiçbir zaman söz hakkın yok ve olamaz demiyoruz mesela. Diyoruz ki, eğer hakkın olsun istiyorsan, al, buyur, bunun yolları var. Kendini geliştir, eğitimini al, sınavını geç. Ondan sonra ister seç, ister seçil. O eğitimin imkanını da veriyoruz hangi tabakadan olursa olsun herkese. Dolayısıyla, ne günümüz demokrasisi kadar dikkatsiz ve kontrolsüz birşey oluyor benim önerdiğim, ne de demokrasiden hiç nasibini almamış bir diktatörlük ya da monarşi oluyor.

    Monarşi dönemleri aşıldı artık. Onlara geri dönemeyiz. Ama demokrasi de bu haliyle işlemiyor. Ona da devam edemeyiz. Dolayısıyla, demokrasiyi upgrade etmek gerekiyor. Benim de önerim bu çizgide bir öneri.

     

  15. Temagü,

    Demek ki, iyi yönetim için demokrasi şart değil. Krallık bile olsa yönetim iyi olabiliyor. Ama yönecinin, o tepedeki tek adamın niteliklerine bağlı oluyor her şey. Şansa bağlı yani. Piyango çeker gibi. Şansına ne çıkarsa onu alıyorsun. Bu yüzden, işi kontrol altında tutmaya da çalışmak lazım. Yani demokrasinin ortaya çıkmasına sebep olan gerekçeler de geçerli. Sadece, daha iyi işlemesini sağlayacak düzeltmeler gerekiyor.

  16. Tremor,

    Avrupadaki demokrasinin bize göre biraz daha iyi işlemesinin tek sebebi, onların eski yüzyıllardaki sömürgecilikleri sayesinde sahip oldukları sermaye birikiminin yardımıyla toplumlarını daha önce ve daha hızlı kalkındırabilmiş olmaları, ve bunun sonucunda da ortalama cehalet düzeylerinin bizimki gibi toplumların üzerine çıkmış olmasıdır diye düşünüyorum. Yoksa, sağlıklı olan onların demokrasisi değil. Demokrasi, aynı demokrasi. Sadece, onları halkı bizimkine göre biraz daha gelişmiş. Çok da değil bak, sadece biraz daha gelişmiş.

  17.  

    Alıntı

    Günümüz ve coğrafyamız için demokrasi yetersizdir ama ileri zamanlarda işgörür bir sistem olacaktır. Ne ki biz göremeden öleceğiz.

    Engse Hohol,

    Ben demokrasinin bu haliyle kaldığı sürece ileride de işleyeceğini zannetmiyorum. Bunun tek yolu, ya nüfus artışının kontrol altına alınması, ve akabinde de kitlesel zorunlu eğtimin doğru dürüst uygulanabilmesi olur, ya da benim önerdiğim gibi seçme ve seçilme hakkını kısıtlamakla olur.

  18. cezayakın2, Hiçkimse, charm, zırvacı, yeniçeri53, delibekir,
    O kadar karamsar olmaya gerek yok. Şu salak yöneticilerin biri bari benim aklıma gelen türde önerileri uygulamaya soksa, bunun olumlu etkisi kısa zamanda görülecek ve diğerleri de takip edecektir diye düşünüyorum.

  19. 20 saat önce, leonardo18 yazdı:

    Havalar da yapıyor. Bu sıralar bol bol gezmek, fazla düşünmemek en iyisi. Genel bir negatif enerji var gerçekten.

    - Sorun demokrasi değil.

    leonardo18,
    Bence sorun tam anlamıyla demokrasi. Batı'da da işlemiyor aslında bu demokrasi denen meret, ama onlarda bize göre biraz daha iyi işliyor, çünkü halk bizimki kadar cahil değil. Yani ortalaması alındığında diyorum. Bizim ortalama cehalet düzeyimiz, onların ortalama cehalet düzeyinden daha düşük. En azından Avrupa için öyle diyelim. ABD için öyle değil bence aslında. Amerikan halkı da ortalamada Türk halki kadar cahil bence.

    Batı her şeyi doğru yapacak diye birşey yok. Onlar da birşeyleri deniyorlar, sonra değiştiriyorlar, vs. Her konuda böyle bu. Demokraside de böyle. Tarihlerinde birşeyler yaşanmış, krallıklardan, tek adam yönetimlerinden illallah demişler, Fransız ihtilali, vs olmuş, başka birşeyler denemek zorunda hissetmişler kendilerini. Ardından da demokrasinin doğuşu. Ya da yeniden doğuşu demek daha doğru olur, çünkü daha eski yunan zamanında bilinen ve uygulanan birşey demokrasi. Sonra untulmuş, terkedilmiş, krallıklar, imparatorluklar dönemi gelip geçmiş. Son birkaç yüzyılda tekrar hortladı demokrasi. Yani aslında krallıklara, tek adam yönetimlerine göre insanlık tarihinde çok daha yeni, ve çok daha az test edilmiş birşey bu demokrasi. Yanlışlarını, eksiklerini, hatalarını ise net olarak görmeye ancak başlıyoruz belki de.

    Bu demokrasi denen teranenin işlediğine batılıların da pek çoğunun inandığını zannetmiyorum. Ama bilinen alternatifler daha da kötü olduğu için, sineye çekiyorlar.

    Ama ben demokrasinin ana fikrini terketmeden, çözmeye çalıştığı sorunu hala çözmeye devam edecek, ama bunu yaparken getirdiği zararları ve dezavantajları da en aza indirecek bir çözüm öneriyorum demokrasi konusunda. (Sınav sistemi, vs). Demokrasiyi tamir ediyorum bir bakıma. Ya da upgrade ediyorum. Eski yunandakine Demokrasi 1.0 dersek, son birkaç yüzyıldır uygulanana da Demokrasi 2.0 dersek, benimki Demokrasi 3.0 oluyor.

     

  20. jumanji35,
    Halk seçiminden memnun olsa hak vereceğim. Ama onlar da memnun değil. Kendi iyiliğini bilmeyen bir çocuğun annesinin uyarılarına rağmen kendisi için zararlı birşeyi yapmasına benziyor halkın yaptığı. Onun için, tercih deyip geçemiyoruz. Biz azınlığız, çoğunluk bunu istiyorsa ne yapalım deyip sineye çekemiyoruz.

     

  21. Ben artık demokrasiye inanmıyorum.

    İnsanlar ilkel, cahil ve bağnaz. Böyle insanlara seçme ve seçilme hakkı verdiğinde hakkıyla kullanamıyorlar. Hem kendilerini, hem de tüm toplumu tehlikeye sokacak kararlar veriyorlar.

    Ayrıca da demogog politacıların etkisine kolay giriyor, ve çok kolay güdülüyorlar.

    Sadece geri ülkeler için geçerli değil bu. ABD'de Trump'ın yükselişine baksanıza.

    Avrupa'da da hristiyan demokratlar, ya da ırkçı partiler falan iyi oy alıyor.

    Ya da onlar oy almasa, büyük şirketlerin ve para babalarının kontrolündeki kişiler başa geçiyor. Oradaki halk bile kendi işine gelenleri değil, zengin azınlığın işine gelenleri seçiyor.

    Hele de Avrupa ve Amerika harici ülkelere baktığınızda, çoğunda görünürde bile bir demokrasi yok. Dünya diktatörlüklerle kaynıyor. Nereye baksanız diktatör görüyorsunuz.

    Demek ki bu işte bir terslik var. Demokrasi anlayışında, ve bu konuda yapılmak istenende bazı hatalar var.

    Ne olduğunu ise aslında anlamak kolay. Eski yunandan Platon bile demiş zamanında, eğer halk cahilse, demokrasi işlemez diye.

    İnsanlar ise hep cahil. Bu durum değişmiyor. Geniş çaplı zorunlu eğitim uygulamaları bile bu sorunu çözmüyor. İnsanlar okullardan girdikleri kadar cahil çıkıyorlar. 11-12 yıl eğitim alıyor sözde insanların çoğu. Ama kalıcı bilgi olarak sadece okuma ve dört işlemi öğreniyorlar. Dünyanın işleyişine dair hiçbir derin bilgi ya kafalarına bile yerleşmiyor, ya da bir kere girse bile orada kalmıyor.

    Ayrıca da, hayvanlar gibi üremeye devam ediyorlar. (Bkz, Nüfus artışı ve dolaylı etkileri)

    Eskiden bir yazımda seçme ve seçilme hakkını sınava bağlamayı önermiştim. Ehliyet almak için bile insanlar sınavdan geçirilirken, sertifikası olmadan elektrikçi, hemşire, vs bile olunamazken, ülkeyi yönetecek kişileri seçme hakkının herkese verilmesini yanlış bulduğumu söylemiştim. Seçilenlerin geçmesi gereken sınavlar daha da zor olmalı, ama seçenlerin bile oy verme sertifikasına sahip olmadan önce en azından temel bir sınavdan geçmesi gerekir demiştim. Hala bu fikri savunuyorum, ama bunun da yeterli olacağına inanmıyorum şu anda. Bu, sadece şu anki durumu biraz daha iyileştirmeye yarayacaktır. Sorunun uzun vadeli çözümü değil bu.

    Uzun vadeli çözüm ise ne olur emin değilim. Belki de ülke yönetimi ile ilgili bir üniversiye programı geliştirilmeli, ve hem seçenler, hem de seçilenler bu programdan mezun olmak zorunda bırakılmalı. Başka konulardan mezun olup, seçme ehliyeti olan kişiler bile, bu programı da okuyup bitirmedikleri sürece oy verememeli belki de. Hele de seçilenler, bu programı bitirip, bir de onun yüksek lisansını ya da doktorasını yapanlar arasından çıkmalı belki de.

    Ne bileyim, bir fikir işte.

    Canım sıkkın sadece.

  22. Dünyanın nüfusu sürekli artıyor. İnsanoğlu kanserli doku gibi, dünyanın gittikçe daha büyük bölümünü istila ediyor, diğer canlıların türünün sona ermesine sebep oluyor, dünyanın ise çehresini değiştiriyor.

    Uygarlıktan önce olay daha basitti. Canlılar dünyasının çoğunda da hala öyle. Nüfus geometrik bir seri şeklinde artıyor (2,4,8,16... gibi), ama besin kaynakları ya artmıyor, ya da aritmetik bir seri gibi artıyor (1, 2, 3, 4, ...). Sonuç olarak, her zaman çevre koşullarının besleyebileceğinden daha fazla canlı dünyaya geliyor, ve aralarında ortama en iyi uyanlar, veya diğerlerine göre avantajı olanlar sağ kalıyor, diğerleri ölüyor. Hatta doğal seçilimin sebebi bu biliyorsunuz.

    Yani canlılar dünyası yine de bir denge sağlamayı başarıyor. Fazlalıkların ölümüyle sağlıyor bunu.

    Daha ilkel dönemlerinde insanlar için de geçerliydi bu durum. O da hayvanlar dünyasının bir parçası olarak aynı kurallara tabiydi. Hatta, insanoğlu uygarlık geliştirmeye başladıktan sonra bile savaş, açlık, yoksulluk gibi etkenlerle kitlesel ölümler yaşadığı için, nüfusu yine de uzun süre hizada kalmıştı. Ya da az bir hızla artmıştı.

    Ne olduysa uygarlığın ve teknolojinin ilerlemesi ile oldu. Daha gelişmiş tarım ve hayvancılık teknikleri ile besin eskiye göre çok daha yüksek miktarlarda üretilebiliyor,  gelişmiş tıp sayesinde ölümler azaldı, savaşlar ise devam etmelerine rağmen nüfus kontrolündeki eski etkilerini yitirdiler. Çünkü günümüzde silah teknolojisi öyle bir duruma ulaştı ki, nükleer silahları kullanmaya kalksanız, tüm dünyanın yok olması kaçınılmaz. Bu yüzden geniş çaplı savaşlar için aşırı caydırıcı bir durum oluştu, ve insanların bu konuda sürekli dikkatli davranabileceklerini garanti edemesek de, şimdilik görünen o ki, herkesin tamamen yok olması korkusu yüzünden, nüfusu çok azaltacak türde savaşlar pek yaşanmıyor bir süredir. Mevcut savaşların nüfus üzerindeki etkisi ise çok düşük, ihmal edilir düzeyde.

    Güzel tarafı gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı düşüyor, hatta nüfus azalmaya başlayabiliyor, dolayısıyla Malthus ilkesi gelişmiş toplumlarda işlemiyor. Bu gelişmiş toplumlar için hayvanlar dünyasından bir kopuşu temsil ediyor, ve iyi birşey.

    Ama gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde nüfus hala hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Dünya üzerindeki ekonomik ilişkiler, servet birikimi ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, gelişmemiş ülkelerin kalkınmasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla, dünya üzerindeki nüfus yine korkutucu bir şekilde artmaya devam ediyor.

    Tüm bunlar, insanlığın geleceği için endişeler ve soru işaretleri ürettiği gibi, daha küçük çapta düşünüldüğünde, günlük pek çok ekonomik ve siyasi problemin anlaşılmasında da aslında yardımcı oluyor.

    Mesela, iş bulmak neden zor? Gençlerin veya her yaştan çalışanın kendilerine layık gördükleri türde işlerle karşılaşmaları ve istedikleri kariyeri istedikleri hızda elde edebilmeleri neden pek çok kişi için zor?

    Neden zengin olmak, servet birikimi yapmak zor?

    Neden hayatta sürekli mücadele etmek ve zorluklarla savaşlak zorundayız?

    Bunların hepsinin sebebi rekabet, onun da temel sebebi nüfus çokluğu.

    Nüfusun insanlığın geleceğine olan etkisi daha da vahim, ve insanlık olarak tek çaremiz başka gezegenlere yayılmak, koloniler kurmak, belki diğer yıldızlara göç etmek falan olabilir uzak gelecekte. Ama işin bu kısmını şu aşamada geçelim, çünkü hem çok uzak konular bunlar, hem de şu anki dünya için bize bir faydası yok.

    Ama nüfusun günümüz dünyasına ve bu dünyadaki sorunlarımıza önemli etkisi var. Şu anda ne yapabileceğimizi, veya birşey yapıp yapamayacağımızı anlamamız gerekiyor.

    Yoksulluk ve sefaletin daha hızlı nüfus artışına sebep olduğu pek çok çalışma ile gösterilmiş bir fenomen. Sağduyuya aykırı görünüyor ilk bakışta. İmkanı olanın daha fazla üremesini beklersiniz. İmkanı olmayanın değil. Ama durum tam tersi, ve bunun çeşitli açıklamaları var. İşin burası, ve bu fenomenin sebebi bu yazının konusu açısından önemli değil. Biz sadece bu gerçeği alıp, bunu muhakememizin bir parçası olarak kullanacağız.

    Gelişmiş ülkelerde nüfusun kontrol altına girdiğini, hatta ters yönde bir nüfus sorunu yaşandığını (nüfus azalması) biliyoruz. Diğer ülkelerin ise bu gelişmiş ülkelerin arasına girmesindeki engeller arasında, nüfusun da bir payı olduğunu görüyoruz. Yani doğrudan değil, ama dolaylı olarak. Nüfusun fazla olması ve hızlı artması, ülkenin gelişmesini zorlaştırıyor. Ama bir yandan da, ülkenin gelişmemiş olması zaten gördüğümüz kadarıyla nüfus artışının kontrolünde önemli bir etken. Yani ortada bir kısır döngü var. Bundan nasıl çıkılacak? Çıkan ülkeler nasıl çıkmış?

    Çıkan ülkeler, yeni kaynakların bulunması ve onların sömürülmesi sayesinde çıktılarsa bu döngüden, bu diğer ülkelerin işini daha da zorlaştırıyor. Ki, şu andaki gösterge, bu döngüden çıkan ülkelerin, bunu sömürgecilik sayesinde yapmış olmalarının ciddi bir olasılık olduğunu gösteriyor. Yani Batı Avrupa keşifler çağında dünyanın geri kalanını sömürgeleştirip, o sayede sermaye birikimi yaşayıp, artan nüfuslarının gerektirdiği kaynak artışını, hatta onu aşan miktarda kaynağı bu sayede bulduysa, bu şu anki diğer ülkeler için bir seçenek olmadığından, bu dezavantajın aynı yolla üstesinden gelinmesi mümkün değil.

    O zaman ne olacak? Bu bakış açısı, insanlığın geleceği için yoksul, ilkel ve geri ülkelerin nüfuslarının kırılması anlamına gelecek türde politikaları bazıları için bile olsa meşru kılar mı?

    İşin ahlaki yönünü geçelim burada. Ölüm kalım konularında ahlakı kimse umursamaz.

    İleri ülkelerde zaten şimdiden fakir ve geri ülkelere karşı bir antipati var. Hep vardı, ve bu daha da artıyor. Bunun yeni bir faşist dalgaya dönüşmesi, ve insanlığın geleceği için büyük insan kıyımlarının meşru olduğu gibi düşünceye ulaşacak politikacıların, ve onları destekleyecek pek çok kişinin çıkması olasıdır bence ileride.

    Hatta bu eğilim bence başlamış durumda bile. Şu anda sadece yoksul ülkelerden kendi ülkelerine akın eden göçmenlere yönelik bu tavır. Avrupa'da olsun, Amerika'da olsun, göçmenlere karşı öfke ve dışlama politikaları gittikçe artıyor ve popülerleşiyor.

    Bunun ileride kendi ülkelerini aşıp, sorunu kaynağında temizleme türünde politikalara dönüşmesi olasıdır bence.

    İnsanlığı korkunç bir dönemin, ve daha önce eşi benzeri görülmemiş bir faşist dalganın bekliyor olması olasıdır bence.

    Sizler ne diyorsunuz?

  23. 19 dakika önce, Engse Hohol yazdı:

    Şu an ben de bir sıkıntı var. Chrome mavi çember dönüyor ama sayfa yaklaşık 2 dakika açılmıyor.

    Sizin internet bağlantınızdan veya kullandığınız firewall'dan olabilir mi?

    Ben işyerinden bağlanınca yavaş açılıyor mesela, ama evden ya da telefondan bağlanınca çok hızlı.

    İşyerinin firewall'u zorlaştırıyor olmalı diye düşünüyorum.

     

×
×
  • Yeni Oluştur...