Jump to content

CharlesDarwin

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    2.965
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne CharlesDarwin kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Bir ara aklımdan geçmişti. Hoş bir düşünce değil ama yazamadan da edemeyeceğim.

    Kuran müslümanlara göre Allah tarafında korunan bir kitap. Bir harfi dahi değiştirilemez. Bunun imkanı yoktur.

    Peki biri piyasaya değiştirilmiş sahte Kuranlar sürmüş olsa; bu sahtelerin içindeki ayetlerde oynamalar yapılmış olsa ve bunlar piyasada bulunan Kuranlara dış görünüş bakımından çok benziyor olsa acaba ne olurdu? Her sahte Kuranda bulunan değişiklikler farklı bölümlerde olacak ve bu şekilde sahte olanların daha sonra tespit edilmesi zorlaşacak.

    Elmalının birebir sahtesi yapılacak; bu sahtenin içinde de ilaveler yada eksiltmeler olacak. Vatandaş elmalı tefsiri alıyorum diye sahte bir Kuran alacak.

    Nasıl fikir? Kafam çalışıyor değul mü?

  2. İnsan türünün ya da türlerinin aniden çıktığını savunmak çok abartılı olur bence.

    Bulunan homo iskeletleri ile australopithecus iskeletleri arasında bazen tür kategorisine sokmada sıkıntı yaşanıyor. Bulunan bir fosilin hangi türe ait olduğu veya yepyeni bir tür olup olamayacağı tartışılıp duruyor. Bu bize australopithecus ve erken homoların birbirlerine benzediğini gösterir. Evrim eğer sıçramalı şekilde olsaydı bir fosil için tür belirlemede bu denli karışıklık yaşanmazdı sanırım.

    Sıçramalı evrim teorisini destekleyenlerin gözardı ettikleri birşey var: Yeteri kadar fosilin bulunamaması. Bir canlının fosilleşmesi o kadar zor ki fazla sayıda fosil tedarik etmek mümkün olamıyor. Fosilleşme şansı düşük olduğu için fosilleşen türler evrim sürecini izleyebileceğimiz şekilde bir seri halde bulunamıyor. İnsan fosillerinin de yavaş yavaş evrimleşmesini izleyebileceğimiz kadar elimizde fosil yok. Ama her bulunan fosil arada kalan boşlukları dolduruyor yada yeni bir tür olarak arkasında boşluklar bırakarak ortaya çıkarılıyor.

    İnsan evriminde en önemli basamaklardan biri taş alet yapmayı homoların öğrenmesidir. Yüz yıl içinde bilimin ilerleyişine bir bakın. Bir yüz yıl içinde elde ettiği bilgi birikimi ile Ay'a bile ulaşmıştır Homo Sapiens. Ama homo atalarımız tam 1 milyon yıl boyunca taştan aletlerden başka birşey yapamamışlardır. Zekamızın eski homolardan nasıl üstün olduğunu ortaya çıkarabilecek en güzel kriterlerden biridir bu.

  3. Tanrı olsaydı zaten bizi kendi halimizde bırakırdı. Ne kadar ilkel canlılar bunlar böyle diye kale dahi almazdı. Tıpkı bizlerin karıncaların hayatlarına karışmamamız gibi tanrı da bizim hayatımıza karışmazdı.

    Bizleri basit birer canlı olarak görürdü. Hayvanat bahçesinde izlediğimiz hayvanlar gii o da bizi izler dururdu.

  4. Tanrı olsaydı zaten bizi kendi halimizde bırakırdı. Ne kadar ilkel canlılar bunlar böyle diye kale dahi almazdı. Tıpkı bizlerin karıncaların hayatlarına karışmamamız gibi tanrı da bizim hayatımıza karışmazdı.

    Bizleri basit birer canlı olarak görürdü. Hayvanat bahçesinde izlediğimiz hayvanlar gii o da bizi izler dururdu.

  5. http://www.paylastr.biz/hayvanlar-alemi/11...ornitorenk.html dan alıntıdır:

    Ornitorenk

    --------------------------------------------------------------------------------

    1. Subclassis (Alt sınıf): Prototheria = Monotremata

    (Tek delikliler = İlkel memeliler)

    Aşağı omurgalılarda bulunan "kloak", bu canlılarda mevcuttur. Üreme, boşaltım ve sindirim ürünleri bu tek açıklıktan atıldığı için, Monotremata olarak isimlendirilmişlerdir. "Yumurtlayan memeliler" olarak da bilinirler. Üreme tipleri ovipardır. Ortakulaktaki örs ve çekiç kemikleri ayrı değildir. Genç evrede bulunan dişler, ergin evrede kaybedilir. Çeneler, kuşlardaki gibi gaga görüntüsündedir. Ses telleri oluşmamıştır. Mideleri bezsizdir. Kuyrukları pulludur. Parmakları arasında yüzme perdeleri vardır.

    Ordo (Takım): Monotremata

    1. Familya (Aile): Ornithorhynchidae

    (Ördek Gagalar)

    Gagaları uzun ve yassıdır.2. Familya (Aile): Tachyglossidae

    (Dikenli Karıncayiyenler)

    Gaga uzun ve silindiriktir.

    Ornithorhynchus anatinus

    (Ornitorenk, Gagalı memeli, platipus)

    Tachyglossus aculeatus

    (Ekidna, Gagalıkirpi)

    ornitorenk memeli bir familyaya ait olmasina ragmen, yumutlayarak üreyen bu tuhaf hayvan, avustralya'nin dogusu ile tazmanya arasinda yaşar. toplam uzunlugu 60 cm.'dir. vücudu geniş, bacaklari kisa, ayaklari perdelidir. sık tüylü postu vardir. erkeklerin arka ayaklarinda zehirli bir mahmuz bulunur. duyarli burnu ile yiyecegini dip camurlarinda arar. kabuklular,yumuşakçalar ve solucanlar başlica besinidir. su kiyisinda actiklari oyuklarda yaşarlar. dişilerin kulucka dönemleri 10-20 gün sürer. dişi, kazdigi tünele yapişkan 1 veya 3 yumurta birakir. süt kanallarinin acildigi bir meme başi olmadigi icin, yavrular annelerinin postuna bulaşan sütü yalayarak beslenirler.

    aborijincede "broo par" olarak adlandırılır.

    İlk bakışta ornitorenk gagasının ördek gagasıyla aynı olduğu kanısına kolayca varılabilir. Ancak, ördek gagası sert ve nasırlaşmışken, ornitorenkinki yumuşak ve elastiktir. Ayrıca ornitorenk gagasında bir çok sinir bulunur. Ornitorenk, gagasını çamurda yiyecek bulmak için kullanır. Bir ornitorenk ayda 12500 solucan yiyebilir.

    dunyada gozlem yapilmasi en zor canlidir. hem suda hem karada yasamasi, uzun tuneller acmasi ve cok atik olmasi, bu surati ordege benzeyen 600 gr lik sevimli yaratiklarin hayatlarini inceleme olasiligini cok zorlastirir. arka ayaginda kuyrugunun hemen altinda sakli bulunan sivri tirnak kendini korumasi icindir, oldurucu zehiri olmasa da salgisi cok acitir. bu tirnak genelde ciftlesme zamanlarinda cok daha tehlikeli bir hal alir.

    fertlerin meme ucu bulunmaması hasebiyle, anne birey yavrularını sırtüstü yatıp kendini kasarak, karın kısmında bulunan çukurluklara doldurduğu sütle besler; yavrular bu çukurlara dolan sütü yalamak suretiyle beslenir.

  6. Öncelikle ateşbey biyologlar evrimin olduğunu kanıtlamaya çalışmıyor. Zaten kabul ediyorlar. O yüzden evrimciler neden bunu kullanmıyor gibi bir öneri biyologlar için yanlış. Onlar canlıların evrimlerinin nasıl olduğunu bulmaya çalışıyorlar. Bulunanlar "aha işte evrimin kanıtı" diye sunulmuyor.

    Ornitorenk yumurtlayan memelilere güzel bir örnek. Bu canlının avusturalya da yaşıyor olması tesadüf değil. Orada eteneli memeli bulunmuyor zaten.

    Ornitorenk sıradan memeli değildir. Gerçek memeleri yoktur. Zehir taşıyan tek memelidir. Yumurtlar. Memeli evrimine iyi bir örnektir.

  7. Yav HACI, herşeyi bırakalım bir kenara...

    Bana bir filumun başka bir filuma dönüşme aşamalarını mantıklı bir şekilde izah edebilir misin?

    Mesela, Sürüngen den Memeliye doğru bir git... İskeleter yapısını, solunum sistemini, enerji dönüşümünü, dolaşım ve sindirim sistemini ve hatta sinir sisteminin değişimi aşama aşama anlat bana... Biliyorsun bunların hespi aynı anda değişmeli... Hem memeli olup hemde soğukkanlı olan bir canlı yoktur, Ya da hem memeli olup hemde ayaksız olan bir canlı da yoktur... Demekki sürüngenden (mesela yılandan) memeliye (mesela kediye) geçiştie tüm sistemler aynı anda evrimleşmelidir.

    Bakalım ne kadar iyi çözmüşsün evrimi...

    Fikri olanlar varsa buyursun, sırf HACI ya özel olmasın soru...

    Hem memeli olup hem tavuk gibi yumurtlayan var mıdır ateşbey?

    Hem memeli olan hem de zırhlı olan var mıdır?

    Hem kuş olup dişleri ve kertenkele gibi kuyruğu olan var mıdır?

    Hem solungaçlı ama sonra akciğerli olan var mıdır?

    Sen gerçeği arayan değil yalanlayanlardansın. Aslında gerçek beynini kemiriyor. Ama kendine bile itiraf edemiyorsun. 10 yıl önce ben gerçeği kendime itiraf ettim. Ve 5 vakit namazını bırakmayan bir müslümanlıktan gerçekliğe geçtim.

    Görmek istediğin değil dışsarıda olan gerçektir.

  8. Başlığı görünce, evrim mekanizmalarının beylik tartışmasıdır diye konuya dahil olmamıştım.

    Sevgili Charles Darwin son cümlesi ile lamark'ın görüşünü darwin'e mal etmiş, 6 sayfa tartışmış olmanıza rağmen bunu farketmemişsiniz.

    Lamark ile Darwin arasındaki farka biraz değinilmiş. Ama netleştirilmemiş

    Lamark canlılar ihtiyaçları doğrultusunda bedenlerini geliştirir der.

    Darwin ise tesadüfi değişikliklerden yararlanarak ayakta kalmayı esas tutar.

    Yani bir yanda istek ve ihtiyaca göre bedensel dönüşümler, diğer yanda tesadüfi değişikliklerin kullanılması vardır.

    Yani zürafanın uzamasının nedeni yüksek dallara ulaşmak için değildir. Tesadüfi bir mütasyon ile boynu ve bacakları uzamıştır. Bu uzama ona ağaçların dallarına kolayca yetişme avantajı sağladığı için yaşamını sürdürmüştür. Ayrıca uzun boyun gerek su içmede, gerekse koşmada başarısızlık da sağlamıştır. Bu nedenlerle yavru zürafalar daha fazla yem olmuşlardır, ama bu dezavantaj nesillerinin yok olmasına da neden olmamıştır.

    Ben bir dönemler Lamark'ın görüşlerini daha doğru buluyor idim. Ama bunun doğruluğu ispatlanamamıştır.

    Yani canlı yetersizliğini fark ediyor olacak. bu yetersizliğine ilişkin bir vücut formu tasarlayacak ve bu tasarımını genetiğine yansıtacak, ve yeni tasarıma uygun, yeni bir nesil ortaya çıkaracak.

    Bu türden bir evrim ispatlanamamıştır. Yani boynuzsuz geyikler kurtlara yem olmamak için boynuz tasarlayıp, boynuz üretmemiştir. Veya yerdeki otlar yetmediği için ağaç yapraklarına ulaşayım diye uzun boyun tasarlanmamıştır.Tesadüfi bir mütasyon ile boynuz veya uzun boyunu avantaj haline getirip koruyarak yaşamda kalmayı başarabilmiştir.

    Sevgiler.

    Lamark ın ve Darwinin görüşlerini iyi bilirim. Ama yazıları yazarken uzun uzun açıklamalardan kaçtığım ve kestirme yollardan anlatmaya çalıştığım için öyle bir anlam çıkmış. Dikkatiniz takdire değer.

  9. Malesef gerçek dünyada çocukken hayal ettiğimiz ve olmak istediğimiz insan olamıyoruz çoğumuz. Ben de fizik bilimine karşı meraklıydım. Einstein gibi bir fizikçi olmak isterdim hep. Ancak mümkün olmadı ve sanırım da olmayacak.

    Türkiye'de genç nüfusun fazla olmasından dolayı da iş hayatı büyük bir sıkıntı. Ve yapılan ağır işlerin maddi bir getirisi de pek bulunmuyor. Ben de kendime fazla vakit ayıramıyorum. Ancak öğrenme arzum hiç bitmedi ve vakit yaratıp yeni birşeyler öğrenmeye çalışıyorum.

    Ben insanın birşeyler öğrenebilmesi için illa bir okulda ders görmesi gerektiğine inanmıyorum. Bilgisayar programcılığını merak ettiğim bir dönemde internetten indirdiğim visual basic kaynakları benim visual basic öğrenemm için yeterli oldu. Şimdi program yazabilir bir seviyeye geldim. Ağabeyimin eczanesi için bir veresiye takip programı dahi yazdım.

    Bir fizikçi olmak için fizik bölümünden mezun olmak mı gerekir? Ya da bir matematikçi olmak için. Ya da biyolojiyi iyi bilmek için? Dışarıdaki fen öğretmenlerinden daha çok şey bildiğini söyleyebilirim. Hatta doçentlik yapan araştırma görevlilerinden bile. Hatırlıyorum üniversitede fizik dersimize giren doçent, uzay mekiklerinde kütleçekimin olmamasının nedenini uzayda çekimin neredeyse 0 olmasına bağlamıştı. Koskoca doçent merkezkaç kuvveti ile çekim kuvvetinin dengede olduğunu, bu nedenle de mekiklerde yerçekiminin hissedilmediğini bilmiyordu.

    Bir matematikçinin anıları adlı tübitakın bir kitabı var. Bir matematikçi olmak için Oxford a gitmek geerkli değil. Dünyanın unuttuğu bir adada matematikle ilgili olmak ve buna eğilmek yeterli bu kitapta yazan hikayeye göre.

    Bilimle uğraşmak mutlaka bir buluş yapmak anlamına gelmez. Öğrenmek yeterlidir. Ölmeden önce herşeyin teorisi çözülür, evren anlaşılabilir ve sonra da ben onu öğrenebilirsem benim için yeterli olacaktır.

  10. Sadece ateistler değil tüm insanlar ölümden ölesiye korkar. Beş vakit namazında olan birçok kişi tanırım. İmanları çok kuvvetli olduğunu düşündüğüm; ama iş ölüme gelince ölmemek için doktor peşinde koşan insanları bilirim. Ancak ateistleri bu durum daha da üzer. Gerçeğin ne olduğunu ya da olacağını bildikleri için. Ölüm gerçek bir yokoluş demektir. Sanki hiç var olmamışcasına. Tüm yaşadıklarımız sanki hiç yaşanmamış gibi olacak. Bu sinir bozucu bir durum.

    Ben olaya daha farklı bakıyorum. Kabul edilen bir görüş vardır: "Var olan birşey yokolmaz olmayan birşey de var olamaz." Eğer yokolacak isek gerçekte var değiliz. Var olduğumuzu (ya da yekpare varolduğumuzu) düşündüren zihnimiz ve yaşama içgüdümüzdür. Bu içgüdü sayesinde kendimizi bir bütün olarak tutmaya, ölmekten kaçmaya çalışıyoruz.

    Var olmak adına yaptığımız sadece canlılığın kanunu olan daha çok üreyebilmek için zihnimizi olasılıklara karşı açık tutmaktır. Hastalanınca doktora gidiyoruz. Trafik kazalarına karşı emniyet kemerimizi takıyoruz. Bu şekilde var olma ve ürememiz için şansımızı artırmaya çalışıyoruz.

    Gerçekten var değiliz ve gerçekleri de tam olarak algılayamıyoruz bence. Sadece bizi diğer canlılardan üstün tutacak kadar çevremizdeki aletleri kullanma yeteneğimiz var. Gerçeği algılayamamak ne demektir? Örneğin çevrenizde değişik renkler görürüz. Kırmızı, yeşil , mavi, mor. Bunlardan biri de beyazdır. Aslında doğada beyaz renk yoktur. Ama algılanması gereken bu durum beyinde bir renk olarak algılanır. Ve beynimiz doğada var olmayan bir durumu yaratır.

    Zihnimizin bu yaratma eylemini derinleştirirsek çevremizdekilerin maddeden yapıldığını ve bize etki ettiklerini farkediyoruz. Maddeyi kullanmak ve yararlanabilmek için beynimiz maddeyi, içi dolu, uzay zamanda yer kaplayan bir düzleme sokuyor. Bu şekilde çevremizdeki maddeyi de kontrol edebiliyoruz. Ancak maddenin derinliklerine inmeye başlayınca gerçeği anlayamadığımızı farkediyoruz. Quantum sistemlerini algılayamıyoruz. Beynimizin var olmamız için bize yol gösterdiği anlayışlar atom seviyesinde (ki tüm maddenin atomlardan yapıldığını, aslında topyekün bir madde olmadığını düşünürsek) anlamını yitirmeye başlıyor. Atomaltı yapıları anlayamıyoruz.

    İşte bu noktada gerçek nedir sorusu tekrar karşımıza çıkıyor. Algıladıklarımız gerçek mi? Yoksa bir bitkinin ışığı algılaması ve ona doğru hareketi gibi sadece bir refleks mi gerçeklik anlayışımız?

    Konunun ölüm ile ne alakası var? Aslında konunun yaşamımız ile alakası var. Bizler de rüzgarın esmesi, dağların yükselmesi gibi doğanın birer fenomenleriyiz. Hayatımız ve ölümümüz her olay gibi doğanın elinde. Zihnimiz ile kendimizi ve çevremizi kontrol ediyor sanıyor olsak bile gerçekte evrenin kanunları gereği hareket eden canlılardan başka birşey değiliz.

  11. Gene başa döndük.

    Sayın yazar,

    Bu soruların cevaplarını anlayabilmeniz için temel bazı biyoloji bilginizin olması gerekir. Ama kısaca şunu söyleyeyim. İsnanın maymundan geldiğini bilim kesinlikle kabul ediyor.

    Eğer biyoloji biliminde bazı altyapıları edinebilirseniz bu konuyu tartışabiliriz daha sonra. aksi halde size genetiği vs anlatmak zuun sürecektir.

  12. Gezgin95 evet bu olmalıydı. ÇAmur aslında maymun demektir.

    Arapçada çamur, çam kökünden gelir. Yani çamurda debelenen maymun demektir. Bu da evrim teorisi ile bağdaşır. Maymunların çamurlu araziden geçerken iki ayak üstünde yürüdüklerini ve böylece ilk insana doğru evrimin başladığını anlatır.

    İşte Kuranın bir mucizesi daha.

  13. Tarık Suresi (Arapça: سورة الطارق) Kur'an-ı Kerim'in 86. suresi. Mekke'de Beled Suresi'nden sonra nazil olmuştur. 17 ayetten oluşur. Sure, ismini 1. ayette geçen ve gece gelen, şiddetle vuran, kapı çalan anlamına gelen tarık kelimesinden alır. Tarık kelimesi surede sabah yıldızı anlamında kullanılmıştır.

  14. Bu arada bence ayette pulsardan falan değil kutup yıldızından yani sürekli kuzeyi gösteren yıldızdan bahsediyor. O kadar parlak ki gece tüm karanlığı deler geçer diyor.

    Pulsar uydurmasını siz yapıyorsunuz. Tarık yıldızı belli ki arapların Kurandan önce bildiği yıldızlardan biri.

  15. Tarık: Arapça 'tarq' kökünden gelmektedir. Osmanlıca'ya 'terk' olarak geçen kelimenin ism-i fa'il idir. Yani 'yapan kişisi'dir. O halde 'tarıq'= 'terk eden kişi' anlamındadır.

    Hiçte vurucu falan anlamına gelmiyor sanırım. İşiniz gücünüz yalan.

  16. Vuruşlu yıldızı uyduran sizsiniz. Ortada açık bir tanım yok. Nereye çekersen gelebilecek sözler var. Siz oraya çekiyorsunuz ayetin anlamı o tarafa çekiliyor.

    Senin Kuran o kadar bilimsel olsaydı, toprakta karbon atomu bulunmadığı halde anayapısı karbon olan insanın topraktan yaratıldığını söylemezdi.

  17. Akıllı tasarımda tanrının rolü yok mu? Neden bağlamıyormuş?

    Akıllı tasarlayan Tanrı burada bir aptallık yapmış sanırım. Kendisinde herşeyi değiştirebilen bir güç varken nedense körelmiş bir organ bırakmış. Ben bunu evrim ile açıklarım ama sen ne teistik düşüncen ile ne de Akıllı tasarım ile bunu açıklayamazsın.

  18. Yahu sor, sana kimse sor demiyor... Ama tasarımcı: "Canım öyle istedi, öyle yaptım" şeklinde bir cevap verirse ne diyeceksin? "Hayır canın istediğini yapamazsın kardeşim, şöyle yapman gerekirdi." mi diyeceksin?

    Yaratıcı teorisine göre:

    1. Herşeyin hikmeti vardır.

    2. Canlılarda olan herşey bir amaç için yaratılmıştır. Mükemmellikten dem vuran siz değil misiniz?

    Ben de soruyorum:

    Mağalarda yaşayan balıkların kör gözlerindeki hikmet nedir? CAnım öyle istedi diye birşey yok. Bir hikmet olmalı sizin savınıza göre.Eğer bir hikmet varsa nedir bunun hikmeti? Allahın sözcüsü siz olduğunuza göre bu soruma bir cevap vereceksiniz.

  19. Şu anki konumuz bu. yaratıcının aklından geçenler bilinemez diye kestirip atmak esas mantık dışı ve kendi içinde çelişen bir durum.

    Yani diyorsun ki ortada bir hikmet var ama ne idugu belli olmayan bu hikmet nedense kimse tarafından bilinmiyor.

    Tekrar soruyorum:

    "Mağaralarda yaşayan ve mağaralara hiçbir ışığın girmediği yerlerde yaşayan balıkların kör gözlerinin olmasındaki hikmet nedir?

    bu sordulanamadığı için mi yoksa ortada öyle bir hikmet olmadığı için mi cevapsız bırakılıyor. Biz hiç olmazsa bildiğimiz kadarı ile cevap verebiliyoruz. Ama görüyorum ki siz hiçbir cevap veremiyorsunuz.

  20. okuma yazma bilmek ayıp değildir oğuz ağabeyi.ben lise mezunuyum.ve ünv okumadım diyede kendimi cahil hissetmiyorum. ;)

    86-88- Nihayet güneşin battığı yere ulaştı. Yerleşmiş olduğu yerin gün batı tarafından ta sonuna kadar vardı. Tefsir bilginlerinin de yaptıkları açıklamaya göre, Okyanus denilen Atlas Okyanusunun batı kenarına ulaştı. Bu Okyanus denizinde "Halidat" ismi verilen adaların bir zamanlar uzunluk (boylam) başlangıcı olarak kabul edildiklerini kaydediyorlar. Bununla birlikte biz bugün bu Halidat adalarının ne olduğunu tayin edemiyoruz. Özetle uzak batıya vardığı vakit güneşi (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu. Veya "hâmiye" kırâetine göre, kızgın bir pınar içinde batıyor buldu. Tefsir bilginleri buradaki aynı, su pınarı; hamieyi balçıklı; hâmiye'yi de kızgın mânâsına tefsir etmişlerdir ki, güneşi balçıklı veya kızgın bir pınar içinde batıyor buldu demek olur. Bu şekilde bu su pınarından maksat, okyanus ve özellikle denizin ufuktaki batış noktasıdır. Batıya varıncaya kadar geçtiği memleketlerde birtakım saltanatların batışını görerek giden Zülkarneyn, uzak batıda geçtiği yolda önüne çıkan Okyanus kenarında güneşin batışını seyretmek için ufka baktığı zaman Allah mülkünün genişliği ve yüceliği içinde o koca okyanus etrafı gök ile çevrilmiş bir kuyu havzası gibi sınırlı bir su kaynağı manzarasını alıyor. Fakat içilebilecek parlak ve duru bir kaynak gibi değil, kara balçıkla bulanmış, dibi görünmez karanlık bir kuyu gibi görünüyor ve güneş bunun ufkunda batarken zayıflamaya başlayan parıltısı, allı morlu yansımalarıyla puslar içinde çalkalanarak karanlık bir batağa batıyor da, battığı nokta balçıklı bir göz gibi bulanıp kararırken aynı zamanda renk ve buharıyla kaynayan kızgın bir köz halinde bulunuyor. Demek Zülkarneyn'in vicdanında güneş batışının bıraktığı intiba bu olmuştur ki, bu müşahedenin en ibret verici mânâsı, en son bir sınırda duracağı kesin olan dünya ululuğunun sınırlı olduğunu görmek ve geçici olduğunu anlamaktır

    Ne de güzel kıvırıyorsunuz. Hiçbir okyanus balçık gibi görünmez. Hiçkimse de güneşin battığı yere gidemez. Açık açık Kuran güneşin battığı yere gitti diyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...