Jump to content

freand

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    4.292
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne freand kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Stalin'i ölesiye savunan ne kadar komünist, sosyalist falan varsa bunları bilmeli. Lenin'in Stalin hakkında yazdıklarını okuyunca şok geçireceksiniz. İşte karanlık tarihiniz.

    Bakalım Lenin, Stalin hakkında neler düşünüyormuş?

    Stalin çok kaba; biz komünistler arasında bu kötü özellik katlanılabilir olsa da Genel Sekreterlik makamı için tahammül edilemezdir. Bu yüzden yoldaşların Stalin’i o konumdan almanın bir yolunu bulması ve Yoldaş Stalin’den bu açıdan farklı bir yoldaşı aynı göreve getirmenin bir yolunu bulmaları gerektiğini düşünüyorum; daha anlayışlı, daha sadık, daha saygılı ve yoldaşlarına karşı daha düşünceli, daha az kaprisli vb. Bu durum ayrıntı olarak değerlendirilebilir. Ancak partide olası bir bölünmenin engellenmesi açısında Stalin ile Troçki’nin ilişkisiyle ilgili yazdıklarım önemsiz değildir, belirleyici olabilecek bir ayrıntıdır. Yoldaş Stalin, Genel Sekreter olur olmaz elinde büyük bir güç biriktirmeye başladı. Bu yetki ve gücü gerekli özenle kullanacağına dair emin olamıyorum. Diğer yandan yoldaş Troçki ise İletişim Halk Komiserliği başlığında da görüldüğü gibi Merkez Komite iradesine karşı yürüttüğü mücadele sırasında önderlik kabiliyetlerini göstermiştir.

    Görüldüğü gibi Lenin aslında Troçki'nin başa geçmesini istiyordu. Stalin'in diktatör olma tehlikesini ölmeden önce fark etmişti. Yıllar sonra Stalin Troçki'yi öldürttü.

  2. Komunizm başta insanlara İş aş veriyordu.Ama Hürriyet veremiyordu. Zamanla İş aşta veremeyeceğini anlayınca kendi kendini tasfiye etmek akıllığını yapmıştır.

    Bugünün Rus Zenginleri Eski Komunist parti üyeleri ve KGB dir.Çin dahada akıllı davrandı.Komunist parti iktidarında kapitalizme geçiş. :))

    Haha doğru. :)

  3. Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir sistem, bütün dünyada komünizm çöktü gitti, herifler aç kaldılar. Öyle iş mi olur, üretim mi olur? İnsanlar düşünce üretemezler, bir yazar kitabını basamaz, bilim olmaz saçmalık bence

    Stalin denen herif, komünizm adına binlerce bilimadamını kurşuna dizdirdi. Basın ve yayın özgürlüğü yoktu. Haberleşme özgürlüğü yoktu. Devlet sansürcüydü.

  4. Bakın komünist Nazım bile Stalin'in baskılarını şiirinde açıkça itiraf etmiş. Stalin'in ölmesinden duyduğu rahatlamayı dile getirmiş.

    taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâattandı iki santimden yedi metreye kadar.

    taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında.

    parklarda ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gölgesi,

    taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın

    odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.

    yok oldu bir sabah!

    yok oldu çizmesi meydanlardan,

    gölgesi ağaçlarımızın üstünden,

    çorbamızdan bıyığı,

    odalarımızdan gözleri,

    ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâadın”

    -nazım hikmet

  5. Akıllı ve mantıklı alıntılarda bulun. Hitler emperyalizme karşı savaştı ve yenildi öyle mi ? Böyle iğrenç ve mantık dışı cümleyi yazan bir insanı gelip muhatap almamı istiyorsun. Yazarının kim olduğunu bilmiyorum. Bilemde gerekmiyor gerçi...

    Ben de tanımıyorum ama marksist bir siteden buldum. George Orwell okumalısın. Her şeyi özetlemiş kitaplarında. Hayvan Çiftliği ve 1984 romanlarını okumadan konuşma bence.

  6. Apsimoron bunu oku. Artık komünistler bile Stalinizmin hatalı olduğunu düşünüyor.

    Militarist Bir Sosyalizm Olur mu?

    14 Ağustos 1953 günü, ajanslar, SSCB'nin hidrojen bombası yaptığına dair açıklamasını dünyaya duyurdu. "Kontrolsüz termonükleer enerji sağlayabilen yıkıcı nükleer silah" olarak tanımlanan bu şeyin sosyalizmle ne gibi bir ilgisi vardı?

    SSCB'nin "yanılmaz" lideri Stalin, 1946'da tek ülkede komünizme geçilebileceğini söylemişti. Nükleer silahların, tankların, topların, tüfeklerin gölgesindeki, dünyanın en büyük askeri güçlerinden birine sahip olan bir rejim, eşitliğe, özgürlüğe ve adalete dayalı olan yeni bir toplum olarak nasıl sunulabilir?

    Militarist bir sosyalizm olabilir mi?

    Kuracağımız yeni toplumda güçlü bir devlet ve askeri bürokrasi mi olacak?

    Devrim ve ordu

    Lenin'e göre, devlet, tüm şatafatına rağmen asıl olarak bürokrasi ve eli silahlı adamlardan oluşuyordu. Bir sınıfın diğerine karşı egemenlik aracı olan devletin sopası asker, polis, gizli istihbarat örgütleriydi. Modern toplumda, sermaye sınıfının çıkarlarını korumak için kapitalist devlet baştan aşağı silahlanmış ve emekçi sınıflara karşı bir savaş örgütü olarak kurgulanmıştı.

    Lenin, tam da devrimin ortasında, 1917 Ağustos'unda yazdığı Devlet ve Devrim'de, işçi sınıfının iktidarı alır almaz düzenli orduları lağvetmesinden ve tüm halkın silahlanmasından bahseder. 1905 ve Şubat 1917 Rus Devrimleri'nin deneyini tartışır.

    Her düzenli ordu gibi, Rus ordusunun da çoğunluğunu emekçi sınıflardan gelenler (genellikle köylüler) oluşturur. 1905 ve 1917 Devrimleri'nde Rus Ordusu bölünmüştür. Çoğunluk, kendi kardeşlerine kurşun atmayı reddedip karşı tarafa geçmiş, işçilerle birlikte silah depolarını ele geçirmiş ve devrimi savunmak için tüm halk silahlanmıştı. Subaylar ise Çarlık'ın çıkarları için savaşmaya çalıştılar. Ama onlar küçücük bir azınlıktı.

    İşçiler Sovyet adlı doğrudan demokrasi örgütlenmelerini kurarken, askerler de subaylara isyan etmiş ve kendi sovyetlerini kurmuştu. I. Dünya Savaşı'nın kanlı cepheleri, birbirlerini öldürmeyi reddeden askerlerin kardeşleşmelerine tanık oluyordu. 1917 Ekim Devrimi ile Sovyetler iktidara geldi. Kansız bir devrimdi. Devrimin kalbi Petersburg'a hiç kimsenin burnu kanamadan hâkim olunmuştu. Moskova'da küçük çatışmalar olmuşsa da sadece birkaç kişi ölmüştü.

    İç Savaş

    Devrimin ilk kararları arasında Çarlık Ordusu'nun dağıtılması, rütbelerin ve hiyerarşinin yasaklanması vardı. Lenin ve Bolşevikler, dünya devrimini bekliyorlardı. Eğer gelişmiş bir kapitalist ülkede (beklenen: Almanya) devrim olursa, bunun Rusya'daki geçişi kolaylaştıracağını düşünüyorlardı. Ancak Alman Devrimi yenildi. Devrimden sadece bir yıl sonra ilk tokadın sersemliğini üzerinden atan Rus egemen sınıfı toparlanmış, dünyadaki 13 emperyalist ülkenin desteğini alarak devrimi boğmak için Beyaz Ordu'yu ileri sürmüş, iç savaş başlamıştı.

    Tüm halkın silahlandırıldığı, özel silahlı güç ortadan kaldırılarak bu görevin herkese dağıtılıp anlamsızlaştırıldığı politika, yerini savaşın gerçekliğine bıraktı. Beyaz Ordu'ya karşı Kızıl Ordu kuruldu. 1919-1921 arasındaki iç savaş döneminden Sovyet iktidarı zaferle çıktı. Bu, yenenin mağlup olduğu bir zaferdi. 1917 Ekim Devrimi'ne katılan işçi, köylü ve askerlerin yüzde 95'i iç savaşta yaşamını yitirmişti. Tüm ekonomi savaş için örgütlenmişti, şehirlerde ise açlık kol geziyordu. Devrimi yapan sınıf yok olurken, yeni bir sınıfın iktidarı doğuyordu.

    Eski rejimin bürokratları, devrimi selamlayarak partiye üye oluyordu. Çünkü Bolşevik Partisi artık değişmiş, kocaman bir ülkeyi elindeki silahlı güçle yönetmeye çalışan ve kendini devlet olarak örgütleyen bir aygıta dönüşmüştü. Kızıl Ordu devasa bir güçtü. Çarlık Ordusu'nun bazı subayları saf değiştirerek Kızıl Ordu'ya katılmış ve komuta kademesinde yer almıştı.

    Stalin, 1926'da tek bir ülkede sosyalizmin mümkün olduğunu yazdı. 1929 yılında "I. Beş Yıllık Ekonomik Plan" yürürlüğe girdi. Stalin bir hedef koymuştu. Sovyet Rusya, Batı'nın 200 yılda yaptığını 20 yılda yapmalı ve sanayileşmeliydi. 20 yıl demişti. 1917 Ekim Devrimi 1. Dünya Savaşı'na son vermişti. Ancak emperyalist güçlerin arasındaki dünyanın yeniden paylaşımı meselesi sonuçlanmamıştı. 1929'daki Büyük Bunalım'la birlikte tüm devletler yeniden savaş için tepeden tırnağa silahlanmaya başlamıştı.

    Ordu içinde rütbeler hızla geri geldi. Ast-üst ayrımı yürürlüğe sokuldu. Devrim, sıradan bir askerle subayın aynı ücreti almasını şart koşmuştu. Stalinizmin hâkimiyeti ile birlikte bu ortadan kaldırıldı. Ordunun komuta kademesi aynı zamanda egemen sınıfın ta kendisiydi. Rus ekonomisinin temel güdüsü, toplumun tüketimi için üretim değil, daha fazla silahla için üretim oldu. Rus ekonomisi bir sürekli savaş ekonomisine dönüşmüştü.*

    1939 yılında Rusya ile Japonya sınır anlaşmazlıkları yaşayıp çatıştı. Stalin, dünyayı paylaşmak için Hitler'le zaten anlaşmıştı. 23 Ağustos 1939'da Nazi Almanya'sı ve SSCB arasında imzalanan Molotov-Ribentrop Anlaşması doğrultusunda Avrupa'yı ikiye bölmek için harekete geçti. Polonya ve Besarabya'yı işgal etti. 1 Eylül 1939 günü ise milyonlarca insanın ölümüne neden olan 2. Dünya Savaşı başlamıştı.

    Bu, emperyalist bir savaştı ve temel neden Batı gibi SSCB'nin de emperyal bir güce dönüşme isteğiydi. Savaşta kazanan taraf Stalin'in SSCB'si ve ABD olmuştu. Stalinist Rusya, Doğu Avrupa'yı işgal ederek dünyanın üçte birini siyasi egemenliği altına almıştı. Dünya, 70 milyondan fazla insanın ölümü pahasına paylaşmıştı. SSCB, Soğuk Savaş boyunca dünyada nükleer gerilimi artıran ve bölgesel çatışmaları kışkırtan bir politika izledi.

    Yıkılan sosyalizm değil

    Bütün bu hikâyenin sosyalizmle bir ilgisi yok. Ordulu, generalli, nükleer silahlı, gizli polisli bir rejim sosyalist olamaz. Militarizmin olduğu yerde yeni bir toplumun ya da bu topluma dönük bir girişimin varlığından söz edilemez. SSCB'yi sosyalist, 'reel sosyalist' ya da kapitalizmden daha ileri bir toplum olarak görenler ise tam tersini düşünüyor. Eğer sosyalizmde güçlü ordular ve askeri hiyerarşi olacaksa, neden darbe yapmak isteyen kendi ordunu desteklemeyesin ki?

    1989-1991'de Doğu Bloku'nda yıkılanın ne olduğu tartışmasından bu yüzden kaçınılamaz. Eğer yıkılanın sosyalizm değil bürokratik devlet kapitalizmi olduğunu, işçi sınıfının sömürüldüğünü ve eskisi gibi baskı altında tutulduğunu teslim etmezseniz, aynı yere düşersiniz. Bu yerin de artık emekçi sınıfların gözünde herhangi bir değeri yok.

    Yeni bir toplum militarizm, baskı, yayılmacılık üzerine kurulamaz. Kim bunu yapmak istiyorsa, sosyalistler onların daima karşısında olacaktır.

    Volkan Akyıldırım

  7. Protelerya diktatörlüğü ve Faşizm, ikisinin de son derece devletçi, son derece baskıcı, son derece otoriter yine son derece totaliter tek adam mentalitesinde sistemler olduğu bir gerçektir.

    Faşist Partiler ve Komünist Partilerin Ortak Özellikleri:

    Fanatik kömünistler dev miting meydanlarında Stalin'i diniiyorlar:

    stalin.jpg

    Fanatik faşist Nazi'ler dev miting meydanlarında Hitler'i dinliyorlar:

    HitlerSurveysDM_468x326.jpg

    Fanatik komünistler lider kültünü uyguluyorlar. Ulu ve üstün insan Stalin:

    great-stalin1.jpg

    Fanatik Faşist Nazi'ler lider kültünü uyguluyorlar. Hitler üstün bir varlık gibi yansıtılmış:

    163042_hitler_poster.jpg

    Fanatik Komünist Parti Yanlısı askerler gösteri yapıyor:

    North_Koreas_military_personnel_parade.jpg

    Fanatik faşist birlikler gösteri yapıyor.

    nazi_parade.jpg

  8. + gerçekten öyle..komunizm gerçekten kitabındaki gibi uygulanabilse çok güzel olur ancak insan doğası gereği eşit olmayıda istemez kesinlikle..DOĞA anahtar kelime neden timsah bana saldırdı diyemiyorsan neden arı beni soktu demiyorsan insanada neden böyle vb demeden öyle kabul etmek en doğrusu pastadan pay alma derdinde herkes..ve SAVAŞLAR üzerine kurulu dünya orman gibi vede savaşlar asla bitmeyecek..

    Çok doğru dedin hocam. Devrim mutlaka yozlaşmak zorunda. Komünizm peşinde koşmak boş umuttur. Devrimden sonra gelen rejimler, öncekilerden bile kötü oluyor genelde. İnsan doğası bu.

  9. Yasak felan, ya geçin bu edebiyatı. Daha dün 1,5 milyon insan ırakda serbest serbest öldürüldü. Bugün ülkede serbest serbest hapisaneler dolduruluyor. Hemde hiç bir suç aranmadan. Hakim gir diyor giriyorsun. Sanki abd de öyle değil mi? Guantanamoda hakim bile yok. Serbest serbest işkence edebilirsin.

    Amerika, kapitalizm sütten çıkmış ak kaşık değildir. Ama Stalinist rejimler iki yüzlüdür. Stalin'in kollektivizasyon polikası yüzünden açlıktan ölen milyonlarca köylüden haberin var mı senin?

  10. Çeşitli memelilerin fotoğraflarını bir bilgisayara veya cahil bir insana versen bunları benzerlik sırasına diz desen, fenotip benzerlik ile genotip benzerlik yüzde yüz uyuşmasa da memelilerin evrim ağacını oluştururdu. Ara türler gözümüzün önünde zaten.

    Zaten bu işlemler yapılıyor. Mesela primatların filogenetik durumu:

    110317172047-large.jpg

    Bu da primatların memeliler sınıfı içindeki konumu:

    Figure_2.jpg

  11. En yakın akrabası ise şempanzelerdir.

    Daha önemlisi şempanzenin en yakın akrabası insanlardır. Bak gen sekansını koyuyorum, isteyen saysın.

    Şempanze DNA'sı, başka bir maymun türü olan orangutandan çok insan DNA'sına benzer.

    GULOP.jpg

    Şempanze-insan farkı: 4

    Şempanze-orangutan farkı: 9

    İnsan-sıçan farkı: 27

    Yani şempanze orangutandan çok insana yakın.

  12. Sevgili freand,

    Naçizane cahil başımnan bir kaç atıp tutmak istiyorum.

    Komünizm'in emekçilerin hakkını korumak gibi bir zorunluluğu hiç olmadı. Komünizm'in temel olan amaçlarından biri şudur; sınıfsız toplum. Dolayısıyla sınıfsız toplumun doğal sonuçlarına amaç olarak bakmamız mümkün değil. Üstelik yaptığın tüm eleştiriler Komünizm evresi için geçerliliği olmayan maddeleri içeriyor. Zira Komünizm'de devlet sönümleneceği için baskı kuracak bir unsur da kalmayacaktır. Devletin sönümlenebilmesi için Kapitalizm'in temel etiklerinden kurtulmak gerektiğini söylememe gerek yoktur. Tüm eleştirilerin gördüğüm kadarı ile Proleterya Diktatörlüğü üzerinden geliyor. O yüzdendir ki can alıcı olarak gördüğün bu soruyu soruyorsun.

    Tam bir örnek teşkil etmese de biraz irdelemek gerek.

    Benim yok ama senin inkilizçen vardı sanıyorum. Bakınız: http://en.wikipedia.org/wiki/Kibbutz

    Peki Kapitalizm'in etkilerini de yok edebilirsek nereye varabiliriz?

    Sevgiler.

    Merhabalar sevgili Ulaş. SSBC'nin, Kuzey Kore ve Çin gibi ''devletlerin'' komünist olarak adlandırılamayacağını biliyorum. Bu yüzden ''komünist devletler'' yerine ''komünist partilerin başta olduğu devletler'' demeyi tercih ettim. Dediğin gibi komünizmin kendi teorisine göre ideal komünizme ulaşınca devlet gereksiz kalarak kendisini fes edecektir. Ama bugün çevremizdeki komünist yayınlara bakarsak çoğunun Stalin dönemini ucundan bile eleştiremediğini görüyoruz. Hatta aslında konu sadece komünizm-kapitalizm ekseninden ibaret de değil. İnsanlar ideolojisi kendisine yakın olanların bütün kusurlarını görmezden geliyor. Şimdi mesela TKP'nin yayınlarını okursan orada süslü kelimelerle bezenmiş sayfalarca uzun teorik yazı görürsün. Ama o yazılardan hiçbirisi gerçekleri yansıtmaz. Stalin'i fanatikçe savunan komünistler bile gördüm ben. Stalin denen herif bütün devrim arkadaşlarını kurşuna dizdiren, gulag denen çalışma kamplarında süründüren veya ülkesinden sürdüren birisi değil mi? Kendisine parti kongresinde oy vermeyen komünist parti asli üyelerini katleden adam değil mi? Gazetelerde, radyolarda sabah akşam üstün bir ulu lidermişçesine propogandasını yaptıran adam değil mi? Kendisine bağlı polis teşkilatıyla bütün ülkede korku saçan diktatör değil mi? Hatta Stalin özünde bilime de düşmandır. Stalinizme göre bilim sadece bir araçtır. Stalin döneminde Ulusal Bilimler Akademisindeki akademisyenlerin yarısı ya öldürülmüş yada sürülmüştür. Akademik özgürlük sıfırlanmıştır. Gerçek tarih feshedilerek, yerine taraflı tarihçilerin sahte tezleri konmamış mıdır? Komünizmin ideallerinden olan ''enternasyonelizmin'' yerini ucube bir fikir olan ''tek ülkede sosyalizm'' almamış mıdır? Sözde halkın içinden çıkan devrimci kızıl ordu Stalin tarafından diktatörlüğünü pekiştirmek için kullanılmamış mıdır? Ülkede derin bir sansür uygulanmamış mıdır? Bilgiler devlet tarafından çarpıtılmamış mıdır? Halkın istekleri yok sayılmamış mıdır? Bunların hepsi gerçekleşmiştir.

  13. Evet ama evrimsel sürece baktığımız zaman basitten karmaşığa doğru dümdüz bir grafiği zaten göremiyoruz ki? Eğer öyle olsaydı milyonlarca yıl önce nesli tükenen canlılar dinozorlar değil tek hücreli canlılar olurdu.

    O anlamda değil. Çok hücreli kompleks canlıların ortaya çıkması için uzun zaman gerekir anlamında yazmış. Bu arada bizler evrime göre bugünkü tek hücrelilerden türemedik zaten.

  14. Süper bir yazı buldum. Mutlaka okuyun, okutun. http://probablynogod...lim-celisir-mi/

    DİN VE BİLİM ÇELİŞİR Mİ?

    Artık biraz din ile ilgili bilgi verdiğimize göre, herkesin çok daha yakından tanıdığı “bilim” konusuna çok kısa bir bakış yapalım ve din ile bilim çelişir mi, bunu inceleyelim.

    Yüzyıllardır, insanlar çoğunlukla dini hislerini bilimsel bilgilerin önüne koymuşlardır. Bunun en sert örneği Orta Çağ olmakla birlikte, günümüzde de halen genetik çalışmalara yağan şiddetli dini tepkiler, en net örnekleridir. Eğer ki halkın arasına inip, din ile bilim konusunda ufak ufak karşılaştırma yapmalarını sağlarsanız da, dinin daha önemli olduğunu söylediklerini duyacaksınız. Çünkü dini hikayelerin anlattıklarına göre Dünya hayatı geçici bir hayattır ve insanların bundan yaptığı çıkarım da bilimin de bu geçici hayatın bir parçası olduğudur.

    Bu, elbette ki, kabul edilemez bir saçmalık olması bir yana, gücü elinde tutanların da tam olarak istediği bir şeydir. Bilimi kimse -ya da yeterince az kişi- hayatında birinci plana koymazsa, hem bilim adamlarını kontrol etmesi kolay olacaktır, hem de kontrolsüz bir şekilde bilimsel gelişme yaşanmayacaktır.

    Halbuki, az sonra da karşılıklı olarak değineceğimiz üzere, bilim insanlara gerçekleri gösteren hem de bunu “Bakın bu böyledir, gerisini takma, bilimsel yasalar falan…” demek yerine, enine boyuna anlatan ya da kısa bir araştırmayla öğrenebileceğiniz somut kavramlarla önünüze sunar. İşte bu sebeple de, güç sahibi insanlar insanların gerçeklere ulaşmasına engel olmak adına, sürekli olarak dini beslemektedirler ve bilime engel olmasını sağlamaktadırlar.

    Din ve bilim söz konusu olduğunda, pek çok farklı görüş mevcuttur. Kimi din ile bilimin taban tabana zıt olduğunu söyler, kimi din ve bilimin birbirini tamamladığını, kimi bu iki kavramın tamamen aynı olduğunu… Kimi dini kendine öncü edinir, kimi bilimi, kimi biraz ondan biraz ondan katar. :) Ancak herkesin, öyle ya da böyle, din ve bilim hakkında bir fikri ve görüşü vardır. Bildiğimiz gibi dini görüşler yüz binlerce alt kategoriye ayrılır, ateizmden köktendinciliğe kadar. Bilimsel bakış açıları ise genellikle tektir çünkü bilimin tüm dalları birbirini tamamlar. Birbirine düşman değildirler ya da birinin söylediğini diğer çürütmez.

    Kimi arkadaşlarım, ılımlı bir şekilde, dinin söylediklerini (buradan kasıt Türkiye’de yaşadığımız için çoğunluğun dini olan İslmiyet’tir) bilim ile bağdaştırmaya çalışır. Kuran-ı Kerim’de yer alan ve bilimle çelişen pek çok noktanın, aslında tarafımızdan anlaşılmadığını ve özünde bilimin söylediği (bulduğu, gösterdiği) şeylerle aynı şeyi ifade ettiğini iddia ederler. Bunlardan en büyük çelişki, hayatın başlangıcıdır şüphesiz. Kuran’a göre insanoğlu, Adem ve Havva olarak, tamamen kompleks canlılar olarak yaratılmışlar ve yer yüzüne gönderilmişlerdir. Hatta Müslümanların büyük bir kısmı, Adem’in yeryüzündeki bütün ilimlerin bilgisine sahip olduğunu iddia ederler. Hepsi, beynine İslamiyet Tanrı’sı olan Allah tarafından yerleştirilmiştir. Marangozluktan tutun da, mekanik bilgilerine kadar, botaniğe, fiziğe, kimyaya kadar hepsi… Elbette ki bu, din masallarından bir diğeridir, söylemeye gerek yok. Bunları zaten bir diğer yazıda inceleyeceğiz. Öte yandan bilimin Biyoloji dalında çalışmalar yapan bilim adamlarının bulgularına göre, insanlık, bütün diğer canlıların da atası olan ve son derece basit canlılar olan koaservatlardan başlamış ve evrim sayesinde bugünlerine gelmiştir. Yani ilk canlının kompleks yapıda olması mümkün değildir. Bu, apaçık bir şekilde din ile çelişmektedir. Hele ki “elma yeme”, “cennetten kovulma” gibi diğer masalları buna katarsak, çelişkiler çok daha kritik boyutlara ulaşmaktadır. Yani bu açıdan din ve bilim, apaçık çelişmektedir.

    Fakat bu yadsınamaz çelişkiler ve esasen bu çelişkilerin Kuran’ın yanlışlıklarını ve İslamiyet dininin yazıldığı o zamanların bilimiyle kısıtlı olması ve evrensel bir nitelik taşımaması, pek çok inananın gücüne gitmiştir. Uzunca bir süre inananlar Evrim Teorisi’ne karşı çıkmışlar, bilim adamlarını Tanrı’nın işine karışmakla suçlamışlar ve hatta daha çirkin boyutlarda davranışlar sergilemişlerdir. Fakat bilim, somut, açık ve nettir. Bulgular ardı ardına gelince, günümüzde, artık inananlar ve özellikle düşünsel yetiye sahip olup, sorgulayan inananlar, Evrim Teorisi’ne laf atmak yerine daha ilginç bir yolla dinlerini korumaya çalışmaktadırlar. İddilarına göre, Adem ve Havva denilen canlılar, insanlar değildirler ve bilimsel bulguların işaret ettiği koaservatları simgelemektedirler. Yani Kuran’da geçen hikayelerin hepsi metafordur ve bilimin gösterdiği şeyleri anlatır.

    Bu gülünç olmakla beraber, dinin bilim karşısında ne kadar çaresiz olduğunu apaçık gözlerimiz önüne sermektedir. Bunu kesinlikle küçümsemek yada dini kötülemek adına söylemiyorum ama bu bir gerçektir. Günümüzde inananlar, boşa heves etmektedirler ve her geçen gün dinin kaleleri, bilim tarafından bir bir düşürülmektedir. Elbette ki, bu bir “düşmanlık” ibaresi değildir. Bilim işini yapar, dinin bilimsel bir değeri yoktur. Ancak bilimin ilerlemesi, dini masalların bilimsel temelleri olmadığını her geçen gün daha net açığa çıkarmakta ve inananları köşeye sıkıştırmaktadır. Umuyorum ki bunun sonu, gözü dönmüş ve bağlı olan inananların cihada kalkmasıyla falan sona ermez. Özellikle günümüz cahil Türkiye’sinde inananların söylemleri, her geçen gün akıl almaz bir hale bürünmektedir. Buna burada değinmeyeceğim.

    Evet, şimdi gelelim şu kıyaslamaya. Bakalım din ile bilim çelişmekte midir? Daha başka bir sitede, bir yoruma cevap olarak yazdığım yazıyı buraya yapıştırıp, biraz düzenleyeceğim. O zaman başlayalım:

    Din var oluşundan beri sorunlar üretmiştir. Felsefi sorulara verdiği cevapların üstü kapalıdır ve ispatı yoktur. Bilim ise sürekli olarak çözüm üretir. Bilimin felsefi sorulara verdiği cevaplar ispatlı ve somuttur. Cevap veremiyorsa, soruyu üzerinden bir “güce bağlayarak” atmaz.

    Din, pek çok açıklanamazı “ilahileştirir” ve “göğe bağlar”. Bilim ise sürekli dinin göğe çıkardıklarını yere indirir, somutlaştırır, dine mantıklı izahlar getirir.

    Din soyuttur. Bilim somuttur.

    Dinlerin varlığıyla ilgili bilimsel tek bir kanıt yoktur. Gerçekliğine yönelik bir ispat yapılamaz. Din ise bilimin varlığını kitapların söylediğini izah eder. Antik Yunan’dan beri bilinen bilgileri, kimsenin bilmediği bilgilermiş gibi “Din bilimin söylediklerini çok önceden söyledi.” adı altında reklam yapar.

    Din insanların beyinlerini bulandırma amacıyla çok rahat kullanılır ve kullanılmaktadır. Bilim insanların gözlerini açmak için kullanılır ama kullandırılmamaktadır.

    Din insanları köleleştirir ve var olduğuna dair en ufak bir kanıt bulunamayan bir şeyin kölesi yapar, kimin yazdığı dahi belli olmayan yazıtlara bağımlı kılar. Bilim hiçbir köleliği kabul etmez ve umursamaz, işine bakar. Kanıtı olmayan şeyleri hipotez ya da teoride tutar, yanlışlığına dair bir durum olursa anında fikrini değiştirir, reddeder.

    Din dogmatiktir, sorgulanamaz. Bilim sorgulama karşıtlığının yani dogmatizmin savaşçısıdır, sorgusuzluğu kabul etmez.

    Din gelişmez. Olduğu yerde seker ve insanların da sekmesine sebep olur. Bilim birikerek ilerler, yeni ufuklara yelken açmanıza sebep olabilir.

    Din net değildir. Yoruma açıktır. Sağda solda “Bana göre” lafını görebilirsiniz. Aynı ayetin ya da bab’ın yüzbinlerce farklı yorumunu, milyarlarca farklı kaynaktan okuyabilirsiniz ve genelde bu yorumların birbiriyle bir alakası yoktur. Bilimde her şey açık ve nettir. Yasalar ve kanunlar çevresinde çalışır, teoriler sorunlara çözüm önerileridir ve net temellere dayanır. Hangi kaynaktan okursanız okuyun, bir bilgiyle ilgili tek bir cevap alırsınız. Diğer cevaplar ispatsız ise yanlıştır.

    Din edebidir, güzel laflar söyleyerek kafa karıştırır. Bilimde edebiyat olmaz, her şey belirli terminolojiler dahilindedir.

    Din kolaya kaçmaktır. “Tanrı yaratmış.” der geçersin. Bilimde kolaya kaçmak asla yoktur. Bilimsel çalışmalarda tek “kolaya kaçma” olarak algılanabilecek olgu ön kabullerdir. Ön kabullerin de ispatlı ve mantıklı olması gerekir. Kafanıza göre yapamazsınız.

    Dinde mantık aranmaz. Her şey rastgeledir. Bilim mantık dahilinde olmak zorundadır. Ancak din tarafından rastgelelikle suçlanır.

    Dinin sonu yoktur. Hiçbir zaman kanıtlanamadığı için sonsuza dek emin olamayacağın şeylerin peşinden gidebilirsin. Bilimin limitleri vardır. Bir şeyin doğru ya da yanlış olduğundan, eldeki kanıtlar dahilinde emin olabilirsin. Gerekli değişiklikleri yapabilirsin.

    Din bağlayıcıdır. Bilim serbestleştirici.

    Din tekdüzeliğe sevk eder. Monotonlaştırır. Bilim sıradışılıktır. Yenilik ister.

    Daha sonsuza kadar sayabilirim.

    İşte din ve bilim bu ve bunun gibi yüzlerce sebebten ötürü çelişir ve çelişecektir. Bu acı ama gerçektir. Gerçi acı da değildir ya, lafın gelişi öyle dedim. :)

    Günümüzde din, açık bir şekilde işlevliğini yitirmektedir. Günümüzdeki ateist, agnostik ve diğer dinsiz sistemlerin takipçilerinin sayıları şiddetle artmaktayken, her geçen gün dinden kopan insan sayısı da artmaktadır.

    Ayrıca şunu da net olarak söyleyebiliriz ki, günümüzde din, insanların hayatına hiçbir şey katmamaktadır. Din, yüzyıllardır sadece kan getirmiştir. Haçlı Savaşları, Türkiye’de yaşanan binlerce din olayı, Dünya’nın dört bir yanında olmuş ve olan dini savaşlar bunun en net göstergesidir. Ahlak kurallarını da kendi rantına almaya çalışan din ve inananlar yanlış bir yoldadır. Din, ahlak kurallarınıu getirmez. Din, var olan ahlak kurallarını bir arada toplayan kitaplara sahip bir sistemdir. Yeni ahlak kuralları ortaya atmamıştır. Var olanları yazmıştır. Dolayısıyla dinin, insan haytında “içsel ihtiyaçları dindirmek” (inanma ve sığınma ihtiyacı) dışında hiçbir faydası yoktur.

    Elbette bilim de pek çok defa kan dökmüştür. Ancak bilim, “bilim uğruna” dökmemiştir. Hiçbir bilimsel çalışma “kan dökmeyi” hedeflemez. Ancak din, “din uğruna” kan dökmeyi, kimi zaman “helal” bile sayar! Bu insanlık dışıdır. Hiçbir emel, savaşa hizmet edemez. Ederse, o sistemde bir hata vardır.

    Günümüzde din, çok etkin bir şekilde insanları koyunlaştırmak için kullanılmaktadır ve son derece başarılıdır. Gerek vaatleri, gerekse de diğer içeriklerinden dolayı insanları cezbetmektedir. Ancak fark etmemiz gerekir ki, düşünsel bir dünyada yaşıyoruz ve artık, kimin yazdığının belli olmayan ve ispatsız kitaplara bağımlılığa tahammülümüz yok!

    Elbette dinin de insanlara kattığı pek çok şey vardır. Ancak dinin kattığı bu “pek çok şey” için aslında dine en ufak bir ihtiyacımız yok! Yıllardır dine bağımlı yaşadığımız için dışına çıkamıyoruz o kadar. Ve bu da, bizi kullanılmak için potansiyel hedefler yapıyor!

    Bu yüzden artık uyanın ve kendi değerinizi kendiniz keşfedin. Din gibi, Tanrı gibi var olmayan varlıkların size ne kadar kıymetli ve güzel olduğunuzu hatırlatmasına gerek yok. Siz, başlı başınıza bir din, başlı başınıza bir Tanrı’sınız. Başka bir Tanrı’nın kölesi olmayın.

    Artık gözlerinizi açın.

    Rüyanın sonuna geldik.

    Burası gerçek Dünya. Ve bu Dünya, dini de, Tanrı’yı da kabul etmiyor. Bize gerçekleri vaat eden tek olgu bilimdir. Onu arayın ve bulun.

    Uyanış, bu şekilde başlayacaktır.

    İyi günler.

  15. ABD kendi düşmanını da kendi eliyle yaratıyor ki karşısında gerçek bir muhalefet olmasın. Kendilerinin eleştirilmesine bir noktaya kadar tahammül ediliyor diye bu onları demokratik yapmaz.

    İyi de sen şimdi bu ülkede rahatlıkla kapitalizme saydırabilirsin. Bu senin yasal hakkın. K.Kore'de muhtemelen hayatında asla bu siteye ulaşamazdın. Big Brother seni izliyor olurdu.

  16. Komünizm dejenere mi olmak zorunda...

    Değil zaten böyle birşey de yok. Zaten zaten tek bir komünizim anlayışıda yok. Düzen olarak insan ırkına en uydun düzen komünizimdir. Niye mi?

    İnsan sosyal bir varlıktır. Bir birey olarak hiçbir şey ifade etmez de ondan. Yaşamını devam ettirmek için ortaklaşmak ve dayanışmak zorundadır. Nerde vardır ?

    İlkel komünal toplum diyoruz. İlkel insanın doğasında ne varsa medeni insanın doğasında da o vardır. Öne çıkmak zenginleşmek bile ilkel insanda ki sosyalleşme isteğinin bir ürünüdür. İnsanın bulunduğu toplum tarafından sevilmesini istemesi kadar normal birşey olamaz. Dejenerasyon işte bu noktada devreye girer.

    Peki sence neden komünist partilerce yönetilen ülkelerde her şey yasak? En küçük kusurunda gizli servis seni kurşuna diziyor. Herkes baksı altında. Lider kültü ve lidere tapınma var.

×
×
  • Yeni Oluştur...