Jump to content

IFeelGood

Üyeliğini Sildirmiş Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    10.628
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne IFeelGood kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Bu başlıkta yönetici yetkilerimi bıraktığımı açıklamış, daha sonra moderasyon kadromuzdaki boşluk nedeniyle tekrar aldığımı belirtmiştim.

    Şimdi ise yetkilerimi tekrar bırakıyor ve forumdaki üyeliğimi de sonlandırıyorum.

    Uzun süredir düşündüğüm, yapmam gereken bir işti bu ama bir türlü olmadı.

    O kadar yoğunum, özel yaşamımla ilgili sorumluluklarım o kadar fazla ki, en doğrusu bu olacak.

    Herkese her şey için tekrar teşekkür ediyorum.

  2. yanit yazmakda bu kadar geciktigim icin özür dileyerek basliyorum. yoruldugum yerde birakip, dinlendikten sonra devam etmek sarti ile :D

    sevgli IFeelGood,

    "dinle mücadelenin ciddi olarak mevcut durumda ancak ve sadece politik arenada yapılabileceği." düsüncesinde ayrisiyoruz.

    dinsizlik 80 yil kadar bir süre Rusyanin devlet politikasiydi. sonuc, 80 yil sonra rusya kapilarini dünyaya actiktan sonra ortaya cikti ki,

    Rusların yüzde 75'i Rus Ortodoks inancında. geri kalanida rusya sinirlari icinde yasayan müslüman kesim. bunu ben söylemiyorum. ruslar söylüyor. istatistik veriler böyle.

    gorbatschow`un glasnost ve perestroika polikasinin ardindan, demir perde kalkinca, rusyadan bati ülkelerine yogun bir insan akini basladi.

    gelen insanlarin hemen hepsi öküzümtrak derecede dindardi. aralarindan ateist cikmasi zor gibiydi. ki, ben henüz rus bir ateiste rastlamadim.

    o sistemden kacarak geldikleri bati ülkelerinin siyasi rejimleri ateist degil ama avrupanin %60 i ateist ya da deist.

    bence halk aydinlanmasi yukardan asagi emrivaki olmaz. aydinlanmanin baslica ve en etkin tetikleyicisi düsünce ve ifade özgürlügüdür. avrupadaki aydinlanmanin nedenide budur. Rusya siyasi rejimi 80 yil süreyle dinsizligi dikte etti. ortadan kaldiracak etkeni yok saydi.

    düsünce ve ifade özgürlügü yoktu. bunun sonucunun aydinlanma olmasida beklenemez.

    tabii ki, ülke yönetimleri rasyonel, bireysel özgürlükcü, dürüst ve adil olursa, aydinlanma cok hizlanir. ama dünya polikasi ve politikacilari aptallardan gecindikleri icin, bunu onlardan bekleyemeyiz.

    aydinlanma yukardan asagi dogru gerceklesebilseydi, avrupadaki kadinlardan bile 15 yil önce secme secilme hakkini ve "insandan sayilma" hak ve özgürlügünü hic bir emek vermeden "hediye" olarak almis olan türk kadini, bu en büyük degerini, en kisa zamanda din tacirlerlerine geri verip, arap caputlarina bürünmezdi.

    cumhuriyet devrimleri onlar yine basladiklari yere geri dönsünler diye yapilmadi. din tacirleri cumhuriyetin verdigi özgürlükleri yine cumhuriyete karsi kullanip, altan alltan din zehiri ile halkin beynini kirletmeye devam edip bu günlere getirdiler.

    cumhuiriyet okullarinda ne kadar bilim ögretildi ise de, halka alttan alttan arapcilik empose edildi.

    yani, bu dingillesme yukardan asagi dogru degil, asagidan (halktan) yukari dogru yapildi.

    ben böyle düsünüyorum. iyiki hepimiz ayni düsünmüyoruz. yoksa din-gil sürülerden bir farkimiz kalmazdi.

    bu konuda simdilik bu kadar. bu gün cok yol aldik. belimiz basimiz tutmuyor. ben en iyisi dinlenmeye gideyim :D

    devami belki yarin, belki yarindanda yakin.

    dinlendikten sonra "ateist oldugunu alenen söyleme" konusundaki düsüncelerimi yazacagim. o konuda ortak düsüncelerimiz var tabii. ama ben onmaz ve asla uslanmaz bir anarsist oldugum icin, biraz anarsistlik yapacagim.

    bekle beni. dönüsüm muhtesem olacak :D

    Sevgili Kitapsız,

    Öncelikle ifade etmeliyim ki tamamen farklı şeylerden bahsetmişiz.

    Ben dinle mücadelenin mevcut durumda ancak ve sadece politik arenada yapılabileceğini düşündüğümü söylemişim. Ama ne bu cümlemde ne de yazının bütünde dinsiz/ateist bir toplum yaratmak arzusu yok, benim öncelikle öyle bir anlayışım veya hedefim yok. Sen buradan başlayarak yanlış anlamış, toplumu dinsizleştirme politikası güden sistemlerden bahsetmiş ve Sovyetler Birliği örneğiyle devam etmişsin. Bu yöntemler benim inanmadığım ve onaylamadığım yöntemler zaten.

    Mevcut durumda dinle mücadele etmek demek, AKP ile mücadele etmek anlamı taşır. İkisi birbirine eşittir çünkü. Yani ateist bir yapılanma, mevcut ortamda hareket alanı bulamaz zaten. Hatta zarar verip zarar görür çünkü ülke dinciyle tamamen kuşatılmış durumda. Bu nedenle mücadele politik alanda, önce laiklik güvence altına alınmak yoluyla yapılmalı.

    Öte yandan, şu tepeden inmecilikle ilgili düşüncelerine zinhar katılmıyorum. Devrimler tepeden indirilir Kitapsız. Bırak aydınlanmacı Türk devrimlerini, %60'ı ateist ya da deist dediğin Avrupa'yı ileriye taşıyan ve mevcut özgürlüklerin var olup yerleşmesine neden olan şey devrimdir. Tepeden inmiştir ve akıl almayacak kadar kanlıdır Fransız İhtilali.

    Türk devrimleri de tepeden inmiştir. Toplumlar başka türlü ilerlemezler. Onlara bir temel hazırlayıp sunar birileri, sonra onu korumak için epeyce bir haşin davranıp gerektiğinde kafa keser ama korur. Avrupa da Amerika da sahip olduğu özgürlükleri korumak için çok sert önlemler almış ve yüzlerce yıl boyu öyle devam etmiştir. İşte şimdi oturmuştur o yapı, insanlar da özgürdür.

    Farkında mısın bilmem ama, sen Atatürk'ün yaptığı o devrimleri bir şekilde onaylamıyorsun. Hatalı buluyorsun ve ülkenin içinde bulunduğu şu durumu, o devrimlerin tepeden inme olmasıyla açıklıyorsun.

    Ben de yanlış düşündüğünü söylemek istiyorum. Devrimle, mümkün olabilecek, hatta eşine az rastlanacak biçimde kansız ve nispeten yumuşak bir biçimde yapılmıştır. O devrimler halkça benimsenmiştir de. Bizdeki sorun halkın yeniden dindar bir yaşama geçmek istemesi ve bu nedenle dincilerin hükmetmesini tercih etmesi değil. Bu büyük bir yanılgı.

    Velhasıl bu halkın devrimlerle bir alıp vermediği yoktur, AKP'nin sistemle bir sorunu olmadığına ikna olmuştur. Yanılmıştır, orası başka bir boyut.

  3. Ve elbet din oldukça ateizm de olacaktır. Yani bir çok şeye inanan birilerinin olması gibi inanmayanların da olacağını kestirmemiz güç değil. Ben cennetten parsel kapmak için iyilik meleğini oynuyor olsaydım bile, bu durumumda kimseye zarar vermediğim sürece bir ateistle iyilik konusunda yarışabilirdim. Bir ateist için karşısındaki müslüman iyi birisi ise bunun neden kaynaklandığının ne anlamı var? Adam iyi işte, buradaki kötülük nedir? Ben sadece doğru bir insan olmaya çalışıyorum.. düşündüm, taşındım ve bir müslüman olarak yaşamak istediğimden emin oldum ve böyle devam ediyorum. Ama malesef size göre;

    kötü müslüman müslümanlığın kötü olduğunu ispatlıyor

    iyi müslüman ise müslümanlığı tanımadığı için iyi, yoksa kötü olması gerekirdi..

    Ben matematikçiyim ama böyle ispat olmaz, böyle bir gerçeğe ulaşılmaz. İnanmıyorsanız, mantığım almıyor, içimden gelmiyor, yeterince delil var gibi görünmüyor bana diyebilirsiniz. 'Dindarlar mutlaka kötüdür, bir yaratıcıya inandıklarına göre aptaldırlar' gibi bir savla yola çıkılır mı? Farkında değilsiniz bence, ama buradaki birçok ateist de birerir olarak bu ateizm fikrini bir başka din gibi görüyor. Benim de aklıma kuru kuruya sorgulamadan dindeki hurafeleri yaşayan dindarlar geliyor birden..

    Sevgili Dostum,

    İslam şiddet dolu bir din. Kötü. Bütün dinler öyle ama İslam daha dominan. Ateistler İslam'ı olduğu gibi görür ve yorumlar, siz de bir inanır olarak daha farklı yorumlarsınız. Elbette size göre sizin yorumunuz doğrudur.

    Ateistler "Saçmalama, kimi kandırıyorsun, aç kitabı bak şu ayetlere, hepsi öldürmeyi emrediyor. Örneğin İslam'a göre dinden çıkmanın cezası ölümdür, dolayısıyla sen beni bile öldürmek zorundasın" derler. Doğrudur da. Ancak mantık kabul etmeyeceği için inanır kişi bu durumu olduğu gibi kabullenmez, özellikle de gerçekten iyi niyetli bir insansa.

    Yani bu sorun, ateist platformlarda sürekli yaşanan bir sorundur.

    Ben şahsen sizler gibi insanların varlığıyla sorun yaşamıyorum, kimsenin yaşayacağını da sanmıyorum. İstediğiniz gibi inanın, ibadetinizi istediğiniz gibi yerine getirin. Bana dokunmadığınız, düşünce ve inançlarınızı empoze etmekte ısrarlı olmadığınız sürece en küçük bir sorun yok. Sizler gibi insanlarla din de tartışılır, sohbet de edilir, çok derin olmasa da (ilginç olarak neden derin dostluk kurulamadığını çok güzel ifade etmişsiniz) arkadaşlık komşuluk edilir vs vs..

    Biz bunları zaten yaşıyoruz. Etrafımızdaki herkes ateist değil ki. Bilakis, ateist az ama dindar olmayan, ibadetlerini sizin kadar bile yerine getirmeyen milyonlarca insan var bu ülkede. Hatta çoğunluk öyle. İbadetleri genel olarak ramazanda oruç tutmaktan ibarettir...

    Burası biraz sert bir platformdur, o yüzden üstünüze alınmayın yazılanları. İslam hakkındaki yorumlar sizi büyük ihtimalle rahatsız edecektir. Aşırı bulabilirsiniz.

    Düşüncelerinizin değişmesini beklemiyoruz, gerek de yok zaten ama bir de diğer göz nasıl görüyor, onu daha iyi anlarsınız.

  4. Hapishaneler suçlular için var. Esirlerse suçlu insanlar değil. Masumlar.

    Toplama kampları ne alaka?

    Köleliği savunan ilkellere de bak. Aklınızdan zorunuz var herhalde..

    "Evet, kölelik kötü bir şeydir, insanları böyle gaspetmek ve parayla alıp satmak suçtur ve suç olmalıdır, 1400 sene önce dünya başkaydı ne yazık ki ama şimdi savunulamaz" demenin nesi zor?

    Tabii o zaman hani bu din her devre hitabediyordu derler, hani evrenseldi derler, niye Allah bugünleri görememiş de bu işi merulaştırmış derler..

    Cevap yok tabii.

    Gördünüz mi kendinizi ne duruma düşürdüğünüzü?

  5. ya bırakın bu işleri canlıların soy ağacı gibi gözlemsel ve deneysel verilere dayanmayan şemalar çiziyorlar sonra objektif bir iş yapmışlar gibi bunun üzerinden de sözümona bilimsel çıkarımlar yapıyorlar.

    Her zamanki yaptığınız iş.yakın zamanda kadar, bulunan neandertallerin resimlerini maymunumsu yapıp millete yutturuyorlardı son zamanlardaki neandertal resimlerini ise giderek insana benzetiyorlar.

    Bütün o seçkin bilimadamları yanılıyor ve dünyayı kandırıyor (niyeyse?), bir siz zekiler yemiyorsunuz..

    Yahu sen hangi bilgiyle, hangi donanınmla bütün bu bilimcilerin kesin olarak doğruladığı gerçeği böyle iki satırla "yalan"lıyorsun?

    Aklınızdan zorunuz var, ya da imanınız. İkisi de bu durumda aynı kapıya çıkıyor zaten.

    Gören de bilimi yalayıp yutmuşsunuz, evrimi bilimsel delillere çürütenler varmış da onları savunuyorsunuz falan zannedecek.

    Tek bir bilimsel makale bulamazsın evrimi yanlışlayan. Tek bir tane bile.

    Şöyle onaylanmış tarafından hani...

  6. Çıkarsama...

    Bu kelimeyi çok beğendim. Haci çok bilgili ama bilgisi onu kibirli yapmış ve Allah'ı bulmada perde teşkil etmiş. Sen de kibir yok, sen çok doğalsın. Neysen osun. Senin kalbin yumuşak, adaletlisin vs.

    Senden ümitliyim..

    Güzel sözlerin için sağol cübbeli ama benden hiç ümit yok.

    Biz bu işlere hiç içli dışlı olmadık, tanışmadık filan.. Senin anladığın anlamda, tam olarak umutsuz biriyim ben.

    Gerçi hiçbir ateist kafayı yemedikçe Tanrı'ya inanmaz.. İnanmaya başlamışsa bil ki sıkıntı var..

  7. Düşüncelerden bana ne? Farklı düşünce de ne demekmiş?

    Bilimsel gerçekler farklı düşüncelerle değil, bilimsel farklı teorilerle vb. eleştirilir ya da çürütülür.

    Senin farklı düşünce dediğin yaratılış safsatası.

    Ayrıca sana yeni gözlem falan sunacak değilim, babanın hizmetçisi yok. Git kendin araştır, oku, gör, ondan sonra gelip konuş.

    İnsan utanır dedik, değil mi?

    Hiçbir yere gidemiyorsan aç bu forumdaki yazıları oku. Bilim forumu kaynak.

  8. ayrıca bilimin en önemli 2 unsuru olan gözlem ve deneye dair kanıt yoktur. Deney diye yapıp yutturmaya çalıştıkları bir iki çalışma var onda da çuvalladılar.

    Nereden biliyorsun? Kaç tane akademik çalışma izledin, hangi deneyi ayrıntısıyla inceledin, kaç makale okudun, kaç kitap bitirdin de evrimle ilgili, bunları böyle rahat rahat yazabiliyorsun?

    İnsan biraz utanır. Gören de hakikaten bilimsel kaynak okumuşlar da böyle bol keseden yazabiliyorsunuz sanacak.

    Hoş, azıcık okusan zaten bunları söylemezdin.

  9. ıfeel ben sana bilimi getirip önüne koyarım. Benden bu kadar. Fazlasını bekleme... Bu bilgiler ışığında sen kararını vereceksin.

    Cübbeli, bilim senin alıntı yaptığın paragraflardan ibaret değil, üstelik sen onları anlıyor musun acaba? Alakasız şeyleri toplayıp toplayıp getiriyorsun. Her yerlerde Hacı'nın iletilerini görüyoruz, herkese onlarla yanıt vermeye çalışıyorsun.

    birincisi, o yazılar seni hiç ilgilendirmiyor çünkü sen bilimin değil Allah'ın ne dediğiyle ilgileniyorsun.

    İkincisi, Hacı'nın yorumları Hacı'yı ilgilendirir. Genel bir konudan kopuk tek bir paragrafa indirgeyemeyiz bilimi. O yazıyı didikleyecek donanımım yok bile benim, fizikçi değilim, amatörce bile ilgili değilim. Sendeki hakikaten cesaret.. Cahil cesareti.

    Üçüncüsü, Hacı durmadan" Allah yok, Tanrı yok" da diyor. Onları niye taşımıyor, neden inanmıyorsun?

    Bu getirdiğin bilgiler de Hacı'ya ait, değil mi? Demek ki hata sende. Çıkarsamaların yanlış.

    Çelişkini göstereyim de adamın iletilerini kullanmaktan vazgeç diye dedim..

  10. Yani, madem bu idamhaneye geldik ve sevdiklerimiz gözümüzün önünde teker teker idam ediliyor..Sıra bize de gelecek..Öyle ise, idam sehpasının süsleriyle ve oraya konulmuş yemeklerle vakit geçirip zillet içinde yaşayalım ha..Sonra da bundan lezzet almamı istiyorsun..

    Kusura bakma ama ben bu kadar zelil bir hayat yaşayamam...Bu dinsizlerin karanlıklı dünyası..Biz ise müslümanız..Bu dünya bizim için bir idamhane değil, bir misafirhane ve ticaretgahtır..Ölüm, bizim için terhistir..

    Evet, bu dünyaya bir defa geliyoruz..Bir daha gelemeyeceğiz..Öyle ise hayatın sırrını anlayıp, hayatımızı su-i istimal etmeyerek iman ile kabre girmeye çalışmamız lazım...Çünkü, cehenneme gidersek, "bizi bir daha dünyaya gönder de bu hayatın sırrını anlayalım" dediğimiz zaman kabul edilmeyecek..

    Elhasıl, bu dünyaya bir defa geliyoruz..Bu sebeple ömür sermayesini iyi değerlendirmek lazımdır.

    Ne idamhanesi, ne idamı, ne sehpası yahu? Gayet tabii herkes gibi biz de öleceğiz. E Allah sana inşallah gecinden versin, acayip korkuyorsun.. Sen nasıl gün geçir.yorsun bu halinle bilmiyorum.

    Korkma bu kadar. Ölünce öldüğünü bile bilmeyeceksin. Bu kadar düşünüp de hayatını zehretme. Ölmeden olmaz. Canlılık başka türlü devam etmez. Ölüm evrimin en önemli enstrümanı. Doğuyoruz, büyüyoruz ve bir gün bir nedenle ölüyoruz.

    Ben daha dünyaya kazık çakanı görmedim, duymadım. Senin inandığın masalları doğrulayanına da hiç rastlamadım. Gidip de dönen yok, o yüzden sen de bu masallara temkinli yaklaş da şimdiden hayatın bu kadar zehir olmasın.

    Çok korkuyorsun çünkü.

  11. O vakit İslam biterdi. Düşünsene ehli kitapla savaşıyorsun, kazanınca esirleri geri veriyorsun sonra onlar bir daha saldırıyor. Bu kadar da akılsızlık olmaz ki di mi?

    İslam varlılığını köle edinmesine borçlu yani?

    İyiymiş.. Hani isteye isteye, seve seve müslüman oluyordu insanlar?

    Savaşta anlaşmalar yapılır. Madem ülkeyi aldın, o ülkenin yerlisine kendi alanında yaşama hakkı tanırsın ama kazandığına göre güç de kontrol de sana geçmiş olacağı için onlar sana geri saldıramaz. Sizin din nefes aldırmıyor zaten, nerde kaldı yeniden güçlenip de saldıracaklar..

    Cizyeniz, haracınız falan var..

    Laf... Kölelik meselesi Kur'an'a girerek legalleşti, meşrulaştı. Bu kadar basit.

    Nasıl evrensel oluyorsa, nasıl her çağa hitabediyorsa artık.. Sene olmuş 2012, biz kölelikten, cariyelikten, efendilerin cariyeleri başkalarına sek siçin satıp fahişelik yaptırmasından, mütabekelerden falan sözediyoruz.

    Niye?

    Kur'an'da var. Hak.

  12. Sevdiğin birisinin tırnağına zarar gelmesini istemeyen ve cebindeki 100 lirayı kaybedince üzülüp kahrolan sen, bütün sevdiklerinin akrep ve çıyanlara yem olacağını ve sıra sana da geleceğini ve bütün gençliğini, malını ve sevdiklerini kaybedeceğini bildiğin halde "bunlar çok basit şeyler" diyebiliyorsun ha..

    Bence, bunları düşünmemen için ya kalbinin çıkarıp vicdanının iptal edip, insanlıktan çıkman lazım veya aklını çıkarıp hayvan olmak lazım..Çünkü, normal bir insan sevdiklerine gelen en küçük bir sıkıntı ve beladan dolayı yemek iştihası kaçar..

    Üçüncü bir şık daha var ki, senin dediğin gibi sarhoşluk ve eğlencelerle bu vahşet ve karanlıkları düşünmemeye çalışmak..Yani, kafanı kuma gömmek..Fakat, bu da çare değil..Çünkü, koca gövde dışarıda ve avcının hedefinde..

    Bunlar senin huzursuzlukların, senin korkuların. Ölüm basit bir gerçek. İnsan bir canlıdır, doğar büyür ve ölür. Sen ağlasan da zırlasan da, yakıştıramasan da, korkudan hayatını rezil sefil etsen de durum bu. Kimse dünyaya kazık çakmıyor, ölüyor ve ya toprağa gömülüyor ya da yakılıyor. Çoğunluk gömülüyor.

    Bu kadar basit. Sen rahatsız oluyorsun diye böcekler seni yemekten vazgeçmeyecek. Canlınız bir işe yaramıyor, cesediniz yarar bari..

    Sarhoş olan sensin ki bu basit mekanizmayı görüp kabullenemiyor, ağlayıp zırlıyor, öldükten sonra da yaşadığına inanmak için bir yığın abuk masal üretiyorsun.

    Ölünce göreceksiniz dünya kaç bucakmış diyeceğim ama, o andan itibaren inandıklarınızın aptalca masallardan ibaret olduğunu anlama şansınız da olmayacak. Öleceksiniz çünkü. Herkes gibi.

    Onun için dolu dolu yaşamak lazım. Her dakika ölüm korkusuyla azap çekmeniz size zarar. Hayata bir kere geliyoruz ve bu şahane şansı iyi değerlendirmek, dolu dolu, mutlu ve yararlı olmaya çalışarak yaşamak lazım.

    Aman dikkat, bu sarhoşluk yaşamı olduğu gibi görüp öyle devam etmenize de engel oluyor. Bir an önce ayılmanız, temiz ve açık beyinlerle hayata devam etmeniz dileğiyle...

  13. """40 sene cezaevinde kalmış adamı cezaevinden çıkar.

    Adam depresyona girer.

    Çünkü adamın hayatının manasını elinden alıyorsunuz.."""

    İşte bu sebbeple KÖLELİK birden kaldırılmadı...

    Saçmalama. Kölelikle ağır cezaya mahkum bir suçlu bir mi?

    Sen ülkelerini, topraklarını, evini barkını gaspettiğin insanları alıp kendine köle cariye yap, ondan sonra özgür bırakmayı lütuf say..

    Köleliği kaldırmak tek bir ayete bakardı. Hatta kölelik İslam'la meşrulaştırılmıştır zaten.

    Kitaba girmeseydi kısa sürede kendiliğinden yok olurdu.

  14. Kafirler "musibette beraber olup, teselli bulmak" psikolojisine sahip...Yani, "nasıl olsa herkes asılacak" deyip idam sehpasının süslemesinden ve sehpaya bırakılmış yemeklerden lezzet almaya çalışıyorlar..Fakat, bilmiyorlar ki bu bir zillettir..Kalpleri ve ruhları cesedlerinden önce bu zillet dolayısıyla ölüyor...Yani, " nasıl olsa herkes ecel celladının satırıyla kesilip, hiçliğe ve yokluğa atılacak ve nasıl olsa herkesin sevdiği kabir ejderhasının ağzına atılıp, yılanlara, akreplere ve çıyanlara yem olacak" diye teselli buluyorlar..Yani, çare bulamadıkları bir şeyde "herkes benim gibi" deyip, bu dehşetli karanlıklara ve vahşetlere karşı geçici olarak akılları uyuşturarak mukabele ediyorlar..Fakat, kabre yakın oldukları zaman bu dehşetli elemi tam hissederler.

    Ne sayıklıyorsun yahu?

    Bunlar senin korkuların. Bu gerçekler sana karanlık ve korkunç geliyor.

    Ateistlerin bu meseleyi böyle algılamadıkları, düşünmedikleri, korkmadıkları ve basit bir gerçek olarak kabul ettiklerini anlamak bu kadar mı zor?

    Hislerini, korkularını, karanlık dünyanı kendine sakla. Ya da kendi adına konuş. Deli misiniz nesiniz..

    Bu yaptığına psikolojide "projeksiyon" diyorlar.

  15. İktidardaki ‘İslamcılar’ bu kadar gaddar nasıl olabilir sorusuna ülkemizin medyası ve akademisinden gelecek bir cevabı uzun yıllar daha göremeyeceğiz.

    Hukuksuz ahlaksız dinsiz merhametsiz bir yargı süreciyle ülkemiz alt-üst oldu. Ve her ihtilal döneminde olduğu gibi bu hukuksuzluk felaketinin sıradan bir yargı sürecine bağlayıp normalleştirmeye çalışan Taha Akyol üslubundaki yüzlerce kalem gerçekte olup bitenleri hem bizleri hem insanlığı hem ülkeyi hem hukuku ‘boğuntuya’ getirmekte köylü karakterleri gereği kurnazlıklarıyla çok ısrarlılar.

    Aslında olup biten yani hukuk’u iptal eden ülkemizde uzun sürmüş bir köylü isyanı ve sözde kurumlarıyla istilasıdır, camii, parti, gazetesi ve yazarları uzun sürmüş bir illegal örgütlenmeyle Türkiye Tarihi’nin casuslarla el ele en kalleş sayfasını açmıştır.

    Müslüman kültür ve medeniyetinin bu denli dehşet saçan hukuk’u yok sayan bir inançları ve Tanrıları olduğunu hiçbirimiz söyleyemeyiz, ancak 1960’lı yıllardan beri İslamcılık diye başka tür bir inanç başka bir Tanrı kol geziyor orta-doğu topraklarında.

    Bizler ezberledik ancak yeni yetişen gençlere bu ‘köylü şiddetinin’ kökenlerini tane tane anlatabilmeliyiz. Bu köylü şiddetinin benzerini ortaçağ Avrupası’nın yüzyıllar sürmüş mezhep savaşlarında ya da çok uzağa gitmeden Taliban da pekala tıpkısını bulabilirsiniz.

    Özellikle ‘sömürge ülkelerinde’ yeşermiş, ezik, köle, bir üçüncü dünya İslamcılığı. Dini kitaplarda anlatılanların geleneğin kültürün dışında bambaşka bir Tanrı bu.

    Plastik üretilmiş bir tanrı. Diyebiliriz ki Allah yerine ikame edilmiş batı karşısındaki korkulardan devşirilmiş modern bir put’ttan kaç zamandır saflıkla ‘inanç’ diye söz ediyoruz.

    Batıya karşı yenilginin çürümenin köleliğin geri kalmışlığın cinnetiyle inşa edilmiş bir put, yepyeni bir Tanrı İslamcılık.

    Bu merhametsiz kan davasının tarihle gelenekle dinle hiçbir ilişkisi yok, sözümona simülasyon derme çatma demokrasi dışı kurumların ‘gasp’ıyla demokratik kurumları ele geçirmenin hikayesidir bu.

    Son elli yılda batılı kurumlar karşısında kinle intikamla sadece iktidar hevesiyle yakınla akrabayla hemşeriyle oluşturulmuş bir kurgu Tanrı.

    Bu kurgu Tanrı öncelikle biçimsel bir Tanrı’dır, mış gibi bir Tanrı. Modern kurumların özüyle alakalı değil modern kurumların tabelasını taşıyıp benzeterek anıştırarak dümenine uydurmanın Tanrısı.

    Başka da türlü dinin ve dindarın bu cüretkar ‘dehşetini’ anlamak mümkün değil.

    Ya da Müslümanlığın Allah’ını bu denli canavarlaştıran nedir sorusuna bir cevabımız mutlaka olmalı.

    Ülkemizi ahlak-dışı bir kayıtsızlık içine sürükleyerek çaresizleştiren bu ‘ikame’ ‘kullanışlı’ ‘zahmetsiz’ ‘plastik’ İslamcı Tanrıyı iyi tanımalıyız.

    Şerefsizliğin dahi değil insansızlığın bu denli dipsiz mezarlarını kazanları bugünlerde cehaletinden rahatlığından pervasızlığından daha iyi tanıyoruz. Öyle bir yere geldik ki kendi ordusuna kalleşlik ve casuslukla tuzak kuran yüzde elli oy almış bir İslamcı iktidar bu ülkeye nasıl musallat oldu sorusunu dahi soracak adam yazar kalmadı.

    Ülkemizi kapkara bir boşluğa, çok uzun sürecek kanlı bir boğuşmaya, bitmeyen kabus gecelere taşıyan bu plastik ikame

    Tanrı’yı tanıyalım, unutmayın bu Tanrı’yı köylüler inşa etmiştir, uyuşuk tembel ve beceriksiz insanların marifetidir.

    Yaşadığımız hukuksuzlukların gelip geçici bir zulüm dönemi ya da bir dizi siyasi yanlışlık ve boşlukların işi olmadığı, çok derin yapısal kökleri olduğu gerçeğini bilgilerimizi tekrarlayarak yeni yetişen nesle anlatmalıyız.

    Sömürge altında yaşayan ezik köle uyuşuk tembel köylülerin inşa ettiği İslamcılık put’unun en büyük özelliği modern demokratik kurumları aldatan bir dizi ‘taktikler’le bugüne gelmiş olmaları.

    En başta cemaat denilen tarikat yapılanmasına bakın, tarihi bir kültürümüz olan tarikatla dahi hiçbir ilişkisi yok, sadece biçimsel olarak ‘tarikat’, yani başında biri ve kapısında müritleri, bu kadar. Bir ahlak terbiye insan geliştirme sistemi olarak kültürümüzde yer almış tarikatlarla hiçbir ilişkisi yok, üstelik gerçek bir tarikat olduğunu iddia eden de yok. Saflıkla, ihtiyaçtan hasıl oldu, ihtiyaç’tan uyruldu, diyelim, ikame edildi, diyelim.

    1980 öncesi büyük şehir merkezlerinde başlayan yer altı camilerini hatırlayarak başlayın düşünmeye, nedir bu yer altı camileri, çok haklı gerekçeleri vardı, ‘ihtiyaç’tan denildi. Peki bu camilerin geleneğimizde kültürümüzde bir örneği var mıydı, hayır, tarihimizde ilk defa camii gibi kutsal saygınlığı en başta dini kurumlar, planlayanlar tarafından ‘bodrumlar’ın içine sokulmaktan hiç utanılmadı. Bir kat yukarısı karşılıklı iki daire satın alınarak daha tertipli daha temiz daha insani pekala yapılabilirdi?

    Yer altı camisi meşhur cemaatin tarikata benzemesi gibi camiyi anıştırıyordu o kadar, ancak asıl hedefi başkaydı, yasa dışı ya da yasa açıkları kullanılarak para toplamak, tarikat ve cemaatlere sempatizen genç mürid ve halk ayağını oluşturmak, yani camii’den çok bir illegal örgüt merkezi gibi. Bir Müslüman şu soruyu hiç sormadı, pratik ve ideolojik faydaları çok fazla diye camii denen Allah’ın evi bodruma tıkıştırılması ayıp günah saygısızlık değil mi?

    Gerçek kültürümüzdeki camiyi aşağılayan değersizleştiren, mimarimize ve zekamıza hakaret kabul edeceğimiz bu bodrum camileri ‘saflıkla’ birileri hepimize kabullendirdi. Üzerinde farklı yönleriyle yüzlerce sayfa konuşabiliriz, ancak bu camiiler şehirde ‘köylülerin’ icadıydı ve köylülerin pratik ihtiyaçları için düşünülmüştü, bu vasatın da altında camilerden köylülerin utanması sıkılması beklenemezdi.

    Yer altı camileri, camilere sadece benziyordu, bir ‘simülasyon’ anıştırma, İslamcılık’ın din adına kullandığı bütün nesne ve mekanların hepsi bu bodrum camii örneğinde olduğu gibi aslının en kötü en iğrenç kopyaları şeklinde çeşitlendi. Sebebi basit, aslını hakikisini yapacak bilgi beceri ve zekaları yoktu.

    İslamcı denilen site ve TV’lerde söylenen arabesk ilahileri dinleyin aynısını göreceksiniz, muhteşem dini müzik kültürümüzle hiçbir alakası yok, içinde inleyen sızlayan arabesk nağmelerle dolu Allah Muhammed lafı geçiyor, bu kadar. Vasat dahi değil, utanılacak çürük ve kokan ve tarihimizde bir benzeri asla olmayan zavallı ilahiler, hayvanlar dahi bu kadar kötü müzik yapamaz.

    Ancak hiç kimse saygın geleneksel kültürün kıskanç titizliğiyle üstünde düşünmedi. Bu kuyruk yağı kokan sözümona ilahiler şehre yeni inmiş köylülerin zevkine hizmet ediyordu. Debdebesi vaveylası inceliği zerafeti onlarca çağın yüreklerini hoplatmış dini müziğimizin ne bestesi ne güftesiyle hiç alakası yoktu.

    Saflıkla buna da ihtiyaçtan deyip, geçelim. Dikkat edin şehre yeni inmiş köylüler kendi uyuşuk tembel beceriksizlikleriyle geleneksel ve modern her kurumu kendine benzeterek çoğalıyordu, hakikisini öz’ünü çürüterek yok ederek büyüyen bir istilaydı bu. 80’li yıllardan beri çıkartılan dergi ve gazetelere bakalım, hatırlıyorum 80 sonrası yüzbin basılan İslamcı dergileri. Okuyanı yok, bayiden alanı yok, sadece bir posta abone marifetiyle yüzbinlere gönderiliyor. Dergiler astroloji kitaplarından kesilmiş huzmeli ışıklarla süslenip altına yine vasatın altında döşenmiş şiirlerle çıkıyordu. Ne şiir şiire benzer ne yazıları ne mizanpajı? Üstelik okuyanı da yok, herkes mecburen abone. Yani illegal bir para toplama, illegal bir toplanma. Bir mensubiyet oluşturma, ihtiyaç’tan diyelim.

    Kesip yapıştırılmış yazı ve resimlerle oluşturulmuş bu dergiler dergiye sadece benziyor, anıştırıyordu, bu kadar, İslamcılık’ın tarihi işte bu benzetilmenin adi kopya üretim tarihidir.

    Gazetelerine bakın, bayiden değil, abone sistemi, kapınıza bırakılır, okuyucusu var mı yok mu bilinmez. Şeklen biçim olarak gazete. Ama boşa sokağa kapılara atılarak bir büyük sayı oluşturuluyor, en çok satan oluyor, sonra mecburen en büyük gazete diyoruz. Baştan sona köylü tembelliği köylü uyuşukluğu köylü beceriksizliklerinin oluşturduğu kısa yoldan kurnazlıklarla ilerleyen illegal bir macera.

    Otuz yıl süresince bir çok aklı başında sandığımız kalem dahi bu cemaat ve tarikatların ‘sivil kurumlar’ olduğunu söyleyegeldi. Hiçbirinde birey yok, seçim yok. Hepsi tek bir cemaat liderinin ağzına emrine bakıyor, bu nasıl ‘sivillik’ deme cesareti dahi kimsecikler gösteremedi. Bunlar ‘demokrasi dışı’ kurumlardı. Seçimi olmayan bireyi olmayan kurumları demokrasinin hazmetmesi kabullenmemesi lazımdı. Değil, büyük büyük akademisyen ve yazarlar inadla otuz yıl bu illegal ve çağdışı sosyal kurumlara ‘sivil’ diye yazıp çizdi ekranlarda üfürdü ve toplumun hazmetmesini sağladılar. Bu cemaat ve tarikatların müşterileri müridleri sempatizanları destekçileri hepsi şehre yeni inmiş köylülerdi. Bu sözde kurumların gerçek demokratik kurumlara yasa dışı bir meydan okuma olduğunu söz birliği etmişcesine görmezden geldiler, belki de paralarını maaşlarını alıp sustular.

    Son kongrelerini afiyetle izlediğimiz demokratik bir kurum bir parti olarak AKP’ye gelelim, lider dışında konuşan yok, lider dışında partide başka güç, kurum, insiyatif yok. Bir parti mi, parti. Biçimsel olarak hukuk’a uygun mu, uygun. Gazetesi camisi ilahisi dergisi gibi partisi de biçimsel olarak evet, bir partiyi anıştırıyor.

    Demokratik kurumlara şeklen benzeyen anıştıran hukuki boşlukları kullanan bu sahte yapılanmalar bugün ülkemizin yargısı, öğrenci seçme merkezi, yüksek seçim kurulu gibi devasa kurumları sonunda eline geçirdi, aynı hukuki boşluklar aynı anıştıran andıran şeklen benzerlikler hileler ve kurnazlıklar her biri dümen marifeti tezgahlar kullanılarak.

    Şimdi yazımıza geçelim.

    Adına halkın yönetimi denilen modern bir yönetim tarzı Demokrasi’den konuşuyoruz. Demokrasi ve kurumlarının tarihi sanayileşmenin ve şehrin tarihidir.

    Hangi kitabı açarsanız ilk otuz sayfası şehrin ve demokratik kurumların tarihsel ve sosyolojik oluşumunu tane tane anlatır, ama hepimiz, batının büyük kurumlarının köylülerin şehirleşmesi işçileşmesini okuyarak başlarız öğrenmeye.

    Şehirde sahipsiz kimsesiz emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan büyük işçi işsiz kitlelerin burjuvaya karşı örgütlenişini emek mücadelesini öğrenmeye başlarız.

    Bu tarih aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmazı vatandaşlık yurttaşlık birey eğitiminin de tarihidir.

    Cins ayrımını din mezhep ayrımını etnik farklılıkları aradan kaldıran örgütlenmiş kurumsallaşmış bir sosyal savaşın tarihini okuyarak bugüne geldik.

    Demokrasinin başta anayasa sonra kurumları sonra bireysel haklarının tüm tarihi işte bu gelişmenin tarihidir, birey, seçim, yasa, güvence ve haklar tarihi.

    Ülkemize dönelim, diyelim 40’lı yıllarda Köy Enstitüleri’nin sayısı üç-beş değil onbinlere yani hiç değilse köylerin üçte birine ulaşabilseydi Türkiye’nin demokrasi haritası çok daha sağlam rayına oturacağını hepimiz söyler dururuz. Öküzü, sapanı, tarlası, ürünüyle köylü hemen her uygarlığın özü, kökü, her şeyidir. Ancak sanayileşme çağında yaşıyoruz. Köylüler şehre kendi bilgi beceri alanlarını bırakıp hiç bilmedikleri bambaşka sosyal yapılar içine geliyor, onbinlerce yıldır atadan dededen gelen o müthiş tarla bitki ürün iklim bilgilerinin hiçbiri şehirde beş para etmiyor.

    Köylüler üstelik dine geleneğe dini örgütlenmeye çok daha yakın iç içe bir hayat içinde büyürler. Ancak sanayi çağı, bir örgütlenme, maddeyi, emeği üretimi projeyi kolektifleşmeyi olmazsa olmaz bir sosyal yasa olarak öngörür. Dini değerler ya da hısım akraba geleneksel köylü değerleriyle şehirde kimlik ve yer bulmak çok zordur. Türkiye aydınıyla şehirlisiyle akademisi ve medyasıyla bu ‘zorluğu’ aşamamış altında kalarak parçalanması an meselesi haline gelmiş bir ülkedir.

    Hani şu meşhur altmış yılın aralıksız sağ iktidarları deriz ya, köyden şehre inen kitlelere, maddeyi kaynağı ürünü emeği örgütü kolektifleşmeyi tanıtmayı değil, bu kitleleri sadece sandık hesabı oy hesabı kullandı, büyük çıkmaz sorun da burada başlamıştır. Köylüleri şehirde oy deposu olarak bekleyen şehirli siyasetçiler de dilleri konuşmaları zevkleriyle tıpkı halasının dayısının oğlu gibi köylülerin burnundan düşmüş gibiydi.

    Yetmiş yılın sağ siyasetçileri, şehre yeni inenleri, dini muhafazakar geleneksel değerlerinin diliyle oynayarak kullandı.

    Şunu da söyleyelim, altmış yıl önce siyasilerin köylülerin dini değerlerini kullanması oldukça naifti, nerdeyse demokrasi şakaları fıkralarının zübük politikacılarının marifeti şeklindeydi. Ama dini değerleri kullanmanın çok kullanışlı çok kolayından siyasi faydaları sağcı partileri iktidarlara taşıdıkça, dini kullanmanın da yepyeni ideolojik tezgahları ‘kurumsallaştı’. Artık bu kullanma uluslarası siyasetin de gündemine ‘ılımlı islam’ olarak çoktan girdi yani artık Demireller’e de artık ihtiyacımız yok, dünyalılar da öğrendi, aracı sağcı siyasetçiler de sonunda aradan çıkarıldı, Oflu’nun direk Allah’a bağlanması gibi, Artık Amerika kullanıyor bu değerleri.

    Köylülerin de çok kolayına geldi, şehirde üretmeyi emeği örgütlenmeyi değil, bir yakın akraba cemaat şeyhi dayısı sadakati itikadiyle kendine kimlik ve fırsat edinmeyi. Köylüler de önce dayımın oğlu bizim köylü bizim oralı naifliğinden artık çoktan uzaklaştı, davranışlarından giyimlerine kadar kendilerine tıpatıp benzeyen Demirel gibi ikinci el siyasetçiler değil dini partiler gibi birinci el’den cemaatler vasıtasıyla yepyeni bir siyasi örgütlenme içine girdiler.

    Atlayarak gidelim, kurumların şeklinden çok kullanılan dil’i merak edelim. Mesela bugün şehirli bir insana siyasi bir konuşma yaparken, onun nasıl sömürülüp haklarının elinden alındığını, imtiyazlı ayrıcalıklı sınıfları işaret ederek propaganda yaparsın.

    Ancak şehre gelmiş köylülerimize siyasetçilerimiz başka bir dil kullandı, sonucu bugünkü dehşete gaddarlıklarla sonuçlanan bir ‘aşağılama’ dilini bir elli yıl kullandılar, sonra bu aşağılama dilinin marifetlerini gördükçe bu aşağılama dilini ideolojileştirdiler, İslamcılık denilen şey de işte bu aşağılama diliyle oluşturulmuş siyasi gargaranın tarihidir..

    Altmış yılın sağ iktidarları şehrin bu yeni misafirlerine her vesileyle ‘aşağılandıklarını’ bu yüzden fakir ezilmiş yoksul dışlanmış olduklarının kara propagandasını yaptı.

    Ama bu son yirmi yılda gelişen İslamcılık ideolojisi baştan sona ‘bu halkın değerlerine yapılan’ aşağılamaların bitmeyen uzun manifestosunu da çoktan geçti sonunda başka türlü düşünen herkesin kökünü kazıyan bir imha savaşı ilanına dönüştü.

    Öyle ki son altmış yılın sağ iktidarlarının onlarca lideri her kürsüye çıkışta konuşma süresinin nerdeyse yüzde doksanını işte kendi köylü kitlelerinin diliyle diniyle alay edilip aşağılandığını söyleyip, işleyip, saf beyinlere kazıyıp, hatta Atatürk’ü şeytanlaştırdı, hatta bütün kötülüklerin anası olarak Cumhuriyet’i düşmanlaştırdı durdu.

    Oysa siyasiler aynı kitlelere ezilmişlik ve yoksulluklarını hukuki olarak kabul edilebilecek bir meşru zeminde eleştiri dili olarak kullanabilirdi. Hak arama ve karşı koyma biçimlerinin daha sosyal daha kurumsal daha şehirli daha modern yollarını öğretebilirlerdi. Hayır, ülkeyi tam bir düşmanlık içinde kilitleyecek ülkenin en temel kurumlarını toptan rededen bir ideoloji dilini önce oluşturup sonra devlet haline getirdiler.

    Üstelik bu kitleler örgütlenme becerilerinden kasıtlı şekilde uzaklaştırıldı, en basitinden bayiye gidip gazetesini bir sosyal eylem olarak alması dahi istenmedi, hazır kapısına konuldu, seçimi olan bir örgütün içine asla değil siyasi liderlerine şeyh gibi padişah gibi ölümüne sadakatla bağlanmanın dinen Allah’ın da istediği en büyük ahlak olduğu yazılarla konuşmalarla işlendi.

    Türk demokrasi tarihi aynı zamanda bu yüzden seçim zamanlarında cemaatlerin ağaların tarikatların şeyhlerin en çok konuşulduğu tarihtir.

    Özet, bireye ve seçime açık sosyal örgütlenmelerin hiçbirini beceremeyen bu kitleleri kendi cemaat ya da hemşehri derneklerinde oy deposu olarak tutmanın her türlü ahlaksız biçimlerini dümenlerini denediler.

    Seçim günü olsun olmasın siyaset dedikleri aralıksız bir aşağılama kültürüyle köyden yeni gelmiş kitleleri hukuk’a devlet’e cumhuriyet’e toplumsal değerlere karşı canavarlaştırmanın yolunu açtılar.

    Velhasıl İslamcılık, hakları ve emeğiyle sosyal örgütlenme becerisi olmayan bu kitlelere yepyeni bir ‘örgütlenme’ şansı doğurdu ve yepyeni bir siyaset dili oluşturdu.

    İslamcı dernekler İslamcı tarikat ve cemaatler, seçimsiz kişiliksiz bireysiz yapılardı. Sadece gözü kapalı sadakatla ayakta duruyordu. Kurum yok kişi yok seçim yok. Lider ve şeyhleri işte bunlar sizi aşağılıyor sizinle alay ediyor sizin kıyafetinizle dininizle geleneğinizle dalga geçiyor diyen amansız ve hız kesmeyen büyük bir kara propagandanın içine düştük.

    Şimdi siz biz hepimiz, bu gaddar hukuk’a bu denli dini dehşete nasıl niçin ses çıkartmıyorlar diyorsanız… önce, işte kitleler siyasi örgütlü bir mücadeleye değil kardeşin kardeşi yediği öldürdüğü bir kan davasına daha ilk günden hukuk dışı, demokrasi dışı, illegal kurum ve insanlıkdışı nefret söylemleriyle, beyinler yıkanılarak oluşturulan bir dil’i masaya yatırmamız gerekir.

    Bu vahşi dilin ideolojisi, sadece bize Türkiye’ye değil, insanlık değerleri ve çağımıza ve evrensel hukuk’a karşı girişilmiş bir meydan okumadır.

    Bu yüzden modern toplumların demokrasi tarihi, hakları emeğiyle sosyal bir örgütlenmeyi mutlaka hukuki yasal güvenceleri içine sokarak demokrasi hayatını başlatır.

    Ve bu haklı siyasi mücadelenin hukuki siyasi hudutları ve herkes için güvenceleri olurdu.

    Ama şimdi arkası karanlık şeyhler arkası ajan dolu Amerikalar’a kadar bin tezgahla tam ve katıksız bir kan davasının içine sokulduk.

    İşte gördük, sonuçları ortaya çıktı, bu gaddar hukuksuzluğu yani bu canavarlığı hala başka türlü okumak anlamak isteyen yeni tür frenkeştayn yazarlarımız da çıktı.

    Hepimiz oturup köylünün kan davalarının tarihini inceleyelim.. Bir evi çoluk çocuğuyla topluca yakanlar ya da hasımlarını beşikteki bebeğine kadar ortadan kaldırmanın tarihine, insanlık hatta ülkemiz hiç yabancı değildir.

    Bu yedi sülalesiyle yok etmek bu rahmindeki zürriyetine kadar kazıyıp ortadan kaldırmanın vahşi kültürü, insanlığın da en karanlık utanç sayfalarıdır. Haklar ve emeğiyle ve örgütüyle verilen siyasal mücadelenin ‘kültürü’ bambaşka bir şeydir, en azından hukuki güvencesi olan sınırları çizilmiş daha tımar edilmiş bir şiddet’tir.

    Birer demokratik kurumlar olan sosyal örgütler partiler dergilerin sınırları her şeye rağmen ‘hukuk’ içinde bir yerdedir.

    Şimdi bir halk şok içinde, şimdi sormalı hepinize, şehre yeni gelmiş köylülerin ezilmişliği tembelliği uyuşukluğu ve beceriksizliği ve dini değerleri kullanılarak infilak ettirilen bu gaddarlığı tanıyanınız var mı içinizde? İslamcı Tanrılar’a sessiz kalanların İslamcı Tanrıları görmezden gelenlerin İslamcı Tanrılarla düşüp kalkmakta maaş almakta ödül almakta beis görmeyenlerin felaketidir bu.

    Hakları ve emeğiyle, birey olmadan seçim olmadan, vatandaş ve yurttaş olmadan, şehirleşmeden, demokrasi kültürü almadan, demokrasi dışı kurum ve söylemlerle siyasete sokulmalarına izin verilmiş derme çatma illegal sahte ‘ kurumlar’ın marifetidir bu amansız gaddarlık.

    Köylülere emek, ürün, hak, örgüt, çalışma değil, cemaat yapıları içinde bir şeyhe bir tarikata ya da benzer yapılar içine bağlayıp iktidara yürüyenlerin yol açtığı bir dehşettir bu.

    Neymiş, geçti artık demokrasi için demokratik kurumların ‘ruhu’ konusunda hassas olmalıymışız. Siyasi aktörlerin önce hangi hukuki yapılar içinde örgütlendiklerine daha başından çok titiz olmalıymışız, geçti artık, Afganistan Irak kadar dahi direnç gösteremeden bütün hukuk kurumlarınızla üstelik dalga geçilerek işgal edildiniz.

    Sorgulamayı bilmeyen gaddarlıktan zerre rahatsız olmayan şeyhim liderime kurban olurum deyip ölümüne bir sessizlikle yola çıkanların bu vahşi tarihine kimler el ayak oldu. Kimler tezgahladı, artık yeniden okuyun. Demokratik sosyal kurumlar konusunda hassas olmayan görmezden gelen herkesin gafletleriyle ortaklaşa yazdıkları vahşetin tarihidir bu.

    Mendereslerin Demirellerin Tansular’ın Özallar’ın ve Tayyipler’in sıra sıra kullandığı, emeği bireyi yurttaşlığı örgütlenmeyi hakları hiçe sayıp, kolayından oy deposu görüp, onları vahşi bir kan davasının aşağılama diliyle elli yıldır utanmadan kullanan sağ siyasetin tarihidir bu.

    Beslediler büyüttüler yediler sevdiler öptüler pişpişlediler ve sonunda hukuk’u ve devleti ‘canavarların’ bitmeyen gecesinin kabuslarına Amerikan ajanlarının marifetleriyle terk ettiler.

    Modern şehri ve modern sosyal kurumları zerre tanımayan önemsemeyen altmış yılın sağ siyasetçilerinin hediyesidir, bu vahşi son.

    Sonuç olarak, anlatsan romanını yazsan, dünyada hiç kimsenin inanmayacağı kadar vahşi bir hukuk felaketi.

    Dini, ezikliği, geri kalmışlığı, uyuşukluğu, beceriksizliği kullanılarak bir köylü şiddetinin sonsuz merhametsiz imkanlarıyla girişilmiş bir imha savaşıdır bu.

    Bu kısa tarihçe, demokrasiyle devleti hala karıştıran aydınlarımıza armağan olsun.

    Bu kısa tarihçe, sevmedikleri devleti yıkmak için yanlışlıkla modern toplumun her şeyi hepimizin güvencesi demokrasiyi ve hukuk’u yıkanlara armağan olsun.

    Bu kısa tarihçe, demokrasinin en temel kurum ve örgütlerini ciddiye almadan tezgahla dümenle güya özgürlükleri konuşup dalga geçen aydınlarımıza afiyet olsun.

    Nihat Genç

    Odatv.com

  16. Beyannameyi dinlerle ilgisiz biçimde değerlendirmeyeceksin herhalde. Yorumlar da zaten o minvalde.

    Bu durumda başlığının diğer başlıkla birleştirilmesi gayet doğal, hatta olması gereken. Doğru işlem yapmış arkadaşlar.

    Konunun aktif olarak işlendiği bir başlık varken neredeyse aynısını açmak, önceki açılan konuyu sabote etmek demektir hem, hem de fazla yer işgal etmek demek.

    İletileri kafana göre taşımışsın, alt alta dizmişsin ve berbat görünmelerine neden olmuşsun. Okunmuyorlar zaten, anlaşılmıyorlar.

    Ayrıca taşınmışsa/birleştirilmişse öyle uygun görülmüş. Nedenleri belli.

    Buna rağmen ısrarcı olup tekrar açman ve iletileri böyle karman çorman taşıman, kuralları hiç umursamaman anlamı taşır.

    Umarım tekrarlamazsın çünkü tekrarlarsan uzaklaştırılırsın.

    Bu başlık Tavanarası'na gidecek.

  17. Kübra-Büşra ikilisini önermeyi unutmuşlar.

    Dünyada bu ikiliden daha berbat bir isim ikilisi yoktur herhalde. Nasıl gıcık bir şey...

    Duyunca tüylerim diken diken oluyor... Bu nasıl bir şanstır ki kızlarından birine bu isimlerden birini verenlerin, hemen her zaman ikinci bir kız çocukları oluyor ve eküri isim konuveriyor. Mest oluyorlar...

  18. AKP'nin polisi o Tolonbey. Şaşırmamak gerek.

    Gelip şehirlerdeki masum insanları havaya uçuracak, hem kendi halkına hem de diğer halklara eziyet edip öldürecek, uyuşturucu ve silah ticareti yapıp dünyanın anasını ağlatacak, sonra çatışmada öldü diye oturup ağlayacağız... Bak sen şu işe...

    Ben şimdi İstanbul'un merkezinde çöpe koyduları bombayla havaya uçurdukları iki yakınıma bunları yapanlar için nasıl ağlayayım?

    On binlerce masum insanı öldürmek için kurdukları bir terör örgütü zaten bu.

    Diğer yanda devletin doğudaki şartları iyileştirip dağa çıkmaya zorlanan çocukları korumak görevi var. Adam köyde evi basıp bütün yiyeceğe içeceğe el koyuyor, gözüne ilişen genç oğlanı da gasp yoluyla alıp dağa çıkarıyor. Sıkıyorsa gitmesin...

    Var bunlar. Yani pis bir mesele.

    Terörist için ağlamak, teröre maruz kalan için özellikle, mümkün değil. Çok aptalca bir yaklaşım ayrıca.

  19. Güzelim bunu demen için kendi vucuduna hükmetmen lazım. Sen daha ıçıp, ıçmama konusunu halledemedin. Tuvaletini tutamayacak kadar aciz, işkembende dışkıyla dolaşan bir mahluksun.

    İyi de bu zayıf mekanizmayı yücelten, mükemmel sayan, methiyeler düzüp alemlerin efendisi sayan ateistler değil ki?

    Ateist bedenin ne olduğunun farkında ve çıkan arızaları düzeltmekle ömür tüketmekte, değil mi?

×
×
  • Yeni Oluştur...