Jump to content

Freddie

Üyeliği Sonlandırılmış Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    2.440
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Freddie kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Öfff, zaten uykum var.

    Seni öldüreceğimi falan nereden çıkarıyorsun ruh hastası?!

    Mülkünü alınca ölmüşten beter olursun zaten, o da sana yeter.

    Ben bunu kastetmiştim. Ama için pis olduğu için yanlış anlamışsın.

    Ayrıca sensin sapık! Benim savunduğum sosyalizm türünde ters birşey yok.

    Zaten bir yandan benim ''çakma liberal''(!) olduğumu, diğer taraftan da Stalinci olduğumu yazmışsın.

    Alkol aldın sanırım.

    Ya da sol düşmanlığın aklını uçurmuş.

    Ne kullanıyorsan buraya da gönder.

    Silahlı yöntemlere gelince...

    Burada açık açık savunmamı ve bunun üzerinden beni karalamayı çok isterdin değil mi?

    Ama havucunu yalarsın.

  2. Aslında Ludwig şuursuzunun ''birey olmak'' derken ne kastettiğini açıklayıp ondan sonra tartışmayı başlatması gerekirdi. Nedir 'birey olmak'? İnsanın kendini gerçekleştirmesidir. O ne demektir? Kendi varoluş ve eyleyiş gücünün artırılması, bunun diğer bireylerin varoluş ve eyleyiş gücüyle birbirini tamamlaması, böylece arzuları ortaklaşmış bir çokluk haline gelmek.

    Görüldüğü gibi sağlıklı bir bireyselliği toplumsallıktan ayrı düşünemeyiz. Bu yüzden bireyi topluma karşıt gibi konumlandıran her anlayış hastalıklı ve sakattır. İnsan kendi varoluş ve eyleyiş gücünü(kısaca ''arzu''sunu) artırmak için, her tür yabancılaşmayı aşmalıdır. Yabancılaşmayı aşmanın temelinde ise gerek kafada gerekse yaşamda bireyi sınırlayan veya bastıran her tür otoritenin terk edilmesi vardır. Devletin, dinin, ahlakın, geleneklerin, patronun, bürokrasinin v.s. üzerimizdeki yönetim ve denetimini kırmak ve bireysel özgürlüğe yelken açmak. Zira bu otoriteler çoğu zaman bizi bastırır, bizim dışımızda kavramlar oluşturup onlar üzerinden bizi teslim alır. Bize kendimizi ''suçlu'' veya ''hasta'' hissettirerek bireyselliğimizi törpüler. Ne için peki? İşte bu noktada çıkar ilişkileri ve çelişkileri devreye girer. Çıkarları ortaklaştırmadan sözünü ettiğim otoritelerin yabancılaştırıcı etkisinden, tahakkümünden kurtulabilmek, hayatın hapishaneleştirilmesini aşıp özgürleşebilmek mümkün değildir.

  3. Çıkar mı? Sosyalizmin uygulamalarına baktığımızda çıkarlarımız hiç de onu gerektirmiyormuş. Tabi hemen yeni tezler hazırlandı değil mi, Stalinizm bitti bir de Troçkizmi deneyelim. Bir faciadan daha bir şey çıkmaz, maksat teoriyi uygulamak.

    Maksat daha iyi bir yaşam kurmak. Biz teoriyi pratikten çıkarırız. Pratikte bir olumsuzluk görünce elbette teoride gerekli düzenlemeleri yaparız. Daha iyisini arama mücadelesini dışlayıp eldeki düzene tüm eksikleriyle sarılmak, onu değişmez ilan etmek gericiliktir. Teorisini mutlaklaştıran asıl sizsiniz. Sen zavallı bir muhafazakarsın, dogmatiksin. Ben kendi çıkarımı sosyalizmde görüyor ve onu savunuyorum. Sana ne? Sen kendi çıkarını başka birşeyde görüyorsan git onu savun. Biz zaten sosyalizmi toplumun her kesiminden insan için istiyor değiliz. Seni umursayan yok yani. Senin gibiler için felaket olacak sosyalizm, ona şüphe yok.

  4. Evren mükemmele yakın olabilir ama gelişkin yapılar daha az gelişkin yapılardan evrimleşebilir. Böylece evren de daha az gelişkin bir halden, bugün bize mükemmel görünen hale evrimleşmiş olabilir. Bu durumda onun bir yaratıcısı olduğu iddia edilemez.

    Yok eğer gelişkin bir yapı daha basit bir yapıdan değil, ancak daha da gelişkin bir yapıdan çıkabilir diyorsanız, o zaman evet evrenin tanrıdan çıktığını veya onun tarafından yaratıldığını kabul edebilirsiniz. Çünkü tanrı daha gelişkin, daha kompleks, daha mükemmeldir. Fakat bu durumda da onu bir tasarlayan olmalıdır. Evrenden daha mükemmel yapıda olan bir tanrı da kendi kendine ortaya çıkmış olmasa gerek.

    İki ihtimalde de teistlerin işine yarar birşey yok.

    Bu mesajım bir önceki sayfada alt kısımda kaldığı için güme gitmesini istemedim de. :)

  5. güzellikleri neden görmüyorsun senin mantığın doğru olsaydı çiçekler olmazdı kuşlar olmazdı dünyada kötülükler ile mücadele eden güzel insanlar olmazdı senin bu yazıyı yazman bile bu konuya örnek demekki bu dünyada kötülükleri çirkinlikleri istemayenler de var yani şeytan rahat değil streste :)

    Dünyada iyilikler de var kötülükler de.

    Bu durumda dünya Şeytan ve Allah tarafından ortak olarak yaratılmış olsa gerek.

    Kötülük olmasaydı iyilik de olmazdı. Şeytan olmasaydı Allah da olamazdı.

    O halde Allah varolabilmek için Şeytan'a gereksinim duyuyor demektir.

    Zaten iki yaratıcı olduğuna göre ikisine birden tapmak lazım.

    Ama birine tapınca öbürü kızıyor.

    Ne halt edeceğiz şimdi?

    Fikri olan var mı?

  6. Evren mükemmele yakın olabilir ama gelişkin yapılar daha az gelişkin yapılardan evrimleşebilir. Böylece evren de daha az gelişkin bir halden, bugün bize mükemmel görünen hale evrimleşmiş olabilir. Bu durumda onun bir yaratıcısı olduğu iddia edilemez.

    Yok eğer gelişkin bir yapı daha basit bir yapıdan değil, ancak daha da gelişkin bir yapıdan çıkabilir diyorsanız, o zaman evet evrenin tanrıdan çıktığını veya onun tarafından yaratıldığını kabul edebilirsiniz. Çünkü tanrı daha gelişkin, daha kompleks, daha mükemmeldir. Fakat bu durumda da onu bir tasarlayan olmalıdır. Evrenden daha mükemmel yapıda olan bir tanrı da kendi kendine ortaya çıkmış olmasa gerek.

    İki ihtimalde de teistlerin işine yarar birşey yok.

    Not: Bir önceki iletimde yazdıklarımın şaka olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde. :)

  7. Evet evrenin tesadüf eseri olamayacağı çok açık.

    Evreni yüce Şeytan hazretleri yaratmıştır.

    Yaratırken cinler de kendisine yardım etmiştir.

    Fakat Allah adlı sahtekar herkese evrenin yaratıcısının kendisi olduğu yalanını atmıştır.

    Oysa dünyamızda pek çok kötülük vardır.

    Bu kötülükler, dünyayı yaratanın Şeytan olduğunun kanıtıdır.

    Zaten aksi halde bu kötülükleri açıklamak mümkün olmaz.

    Tekrar edeyim, tüm kainatı Şeytan yaratmıştır.

    Aksini ispatlayacak olan varsa buyursun, yoksa sonsuza dek sussun.

    Şeytan'a iman edin, edin ki cehennemde sizi iyi karşılasın.

  8. Yaşam hakkı var, barınma hakkı var, eğitim hakkı var vs. diyen, bunların eksikliğine ise şiddetle karşı çıkan Freddie konu mülkiyet hakkı oldu mu haklar konusundaki tutumunu değiştiriveriyor. Aslında bu tarz iddiaları çürütmek çok basit. Mülkiyet hakkı olmadan sömürü de olamaz, zira sömürü dediğinde işçinin emeğinin ve emeğinin ürünlerinn sahibi olduğu varsayımını da yapmış oluyorsun. Hangisi Freddie? Mülkiyet toplumsallaşsın dediğinde de bir çeşit mülkiyet hakkından bahsetmiyor musun veya? Düşüncelerin iç tutarlılıktan yoksun Freddie, her başlıkta ayrı ve bir öncekiyle çelişen bir şeyler yumurtluyorsun. Bir iletinde ahlâk yoktur diyorsun, bencilliğin kılıfıdır diyorsun; bir diğerinde ise şu doğrudur, bu yanlıştır diye ahkâm kesmekte sakınca görmüyorsun.

    Çelişki falan yok, ben kapitalizme hiçbir zaman tarih-üstüleştirilmiş bir haklar nosyonuna dayanarak karşı çıkmadımki.

    Ayrıca mülkiyet hakkı olmadan niye sömürü olmasın ki? Mülkiyet hakkının olmaması, benim mülke el koymamın yolunu açar.

    Ben sosyalizme ''mülkiyet herkesin hakkıdır'' türünden bir fikir üzerinden değil, çıkarlarımız bunu gerektirir türü bir fikir üzerinden gitme taraftarıyım.

  9. Freddie sen bir sapıksın..

    Seni karşıma almayacağım. Sapıklarla işim yok benim.

    Adam gibi yazıncaya kadar sana hitabetmeyeceğim.

    ''Adam gibi yazmak''?

    Sana ne küfür ettim, ne hakaret.

    Buna karşın ''adam gibi yazamayan'' sadece sensin.

    Cevap veremiyorsan sus otur, niye çirkeflik yapıyorsun?

    İçeriksiz de olsa son sözü söyleyince üste çıktığını sananlardansın.

    Ben konu hakkında anlatacağımı anlattım. Senin takıntılarınla uğraşacak değilim.

    Uykum var zaten...

  10. İnsan doğasını reddedenler sözde materyalist, aslında idealist Freddie gibi bazı sosyalistler aslında. Fedakarlığın da, bencilliğin de sadece kültürel değil, biyolojik temelleri var. Dawkins'in "Gen Bencildir"i bu konularda epeyce aydınlatıcıdır mesela. Neden akrabalarımıza diğer insanlara göre daha fazla önem varma eğilimimiz var? Bu sadece kültürel bir olgu mu? Yoksa bizlerle önemli miktarda ortak gene sahip insanlara genlerimizin devamı açısından duyduğumuz bir bağ da var mı? Sosyo-biyoloji özellikle son birkaç onyılda bu soruların cevaplarını araştırıyor ve oldukça ilgi çekici bulgulara ulaşıyor. Okuyun, öğrenin de böyle çakma materyalist olup dolaşmayın.

    Sen daha en basit bir idealizm, materyalizm v.s. tanımı yapabilir misin de ötüp duruyorsun şuursuz!?

    Elbette herşeyin biyolojik bir kökeni de var. Fakat bu köken tarihsel-toplumsal olarak şekillenip dışa vurur.

    Yoksa sizin sandığınız gibi değişmeden ve hiçbir şeyden etkilenmeden direkt biçimde dışarı yansımaz.

    Örneğin, ''Yemek kültürü değişkendir, tarihsel-toplumsal olarak belirlenir, birileri sağlıksız besleniyorsa bu o kişinin biyolojisinde değil yemek kültüründe aranmalıdır'' demiş olsaydım, yemek yemenin biyolojik bir ihtiyaç olduğunu reddettiğim sonucuna mı varacaktın?

    Ne şuursuz insanlarsınız ya! Önce lafı arkanızdan anlayıp sonra yargıya varıyorsunuz.

    Düşünmeyi bile beceremiyorsunuz.

  11. Uyan biraz.. Cinayetler, katliamlar, ırza geçmeler ve benzeri suçlar yalnız kapitalistler tarafından işlemiyorlar.

    Yalnız kapitalistler rüşvet alıp vermiyorlar, adamlarını korumuyorlar.

    Sen insanları tanımıyorsun. Eskiden tanımak istemiyorsun sanıyordum ama sen resmen insanların tümünün iyi ve güzel olduklarına inanan bir meczupsun. Buna başkalarının da inanacağını düşünecek kadar da bönsün. Zavallısın.

    O yüzden sana daha fazla yüklenemiyorum. Kötü insanların varlığını öğrenince birden yıkılıp mahvolabilirsin diye korkuyorum.

    Ne güzel saçmalamışsın Hacı. Hala olaylara maddeci biçimde bakamıyorsun. Suçu da materyalizme göre değerlendir bakalım. Biraz düşün. Üstte suç kavramını bir dinci gibi ele almışsın. Utanmasan suç işleme eğilimini insanın ''fıtratına'' bağlayacaksın. Zira ancak insan doğasına küfrederek, insanı suçlu ve kötü göstererek kendi rezil düzeninizi savunabiliyorsunuz.

    Suç da tarihsel olarak kurulur. Suçun temelleri toplumsaldır. İnsanın sabit bir fıtratı yoktur. Böylesini iddia etmek metafizik düşünme yanlışıdır. Suçu insanlar işler ve insan toplum içerisinde şekillenir. Toplumsal yapı değiştikçe insan da değişir. Evrim kültürel olarak gerçekleşir. Toplumu sağlıklılaştırırsanız, insan da sağlıklılaşır. İnsanların yıkıcı bir rekabete sürüklendiği, birilerinin kazanması için başka birilerinin kaybetmesinin normalleştiği, tüketmenin ve ne olursa olsun ihtiyacı karşılamanın yüceltildiği, insanın bile metalaştığı, bencilliğin bir karakter yapısı olarak öne çıktığı bir toplumsal ilişkilenme biçimi içerisinde bilinci şekillenmiş bireyler elbette suça daha meyilli olurlar. Bunun çözümü nedir? Dayanışmanın ve yardımlaşmanın yüceltildiği, tüketim ideolojisinin terkedildiği, empati kurabilmenin önünün açıldığı bir toplumsal düzen oluşturmaktır. Canlılar, yaşadıkları çevre nasıl davranmalarını gerektiriyorsa öyle davranırlar. Bu davranış onu suça eğilimli yapıyorsa, sorunu o canlıda değil, yaşatıldığı çevrede araman gerekir. Materyalizm bunu böyle öğretir. Ama sen hala idealar dünyasında geziniyorsun anlaşılan.

  12. Bir insanın kendini düşünmesi, ve ümmete, ülkeye, topluma değil de önce kendi hayatına, kendi ailesine eşine dostuna önem vermesi kötü birşey midir?

    Topluma faydalı olmaya çalışmak da bencilce bir davranıştır ve bencilliğin bir gereğidir. Çünkü topluluk halinde yaşıyoruz ve bireysel çıkarımız toplum desteğini, toplumun da mutlu olmasını, toplumla karşılıklı ilişkilerimizin olumlu olmasını gerektirir. Örneğin, sen büyüyebilmek için işçilerini asgari ücretin altında sigortasız olarak çalıştırıyorsan, bu insanlar sana pek de iyi gözle bakmazlar elbette. Bunun karşısında sen kişisel güvenliğini sağlayabilmek için ya onların da insanca koşullarda yaşamasını sağlamak zorundasın ya da kolluk güçlerini hakimiyetin altına alacak ve kullanacaksın. Başka çaren yok. Bireyi toplumla çatışma halinde sunan zihniyet hastalıklı ve yanlış bir zihniyettir. Bu zihniyet, diğer herkese tiranlık eden elitlerin zihniyetidir. Evrim sürecinde dayanışma ve topluluk halinde davranma, bireyci ve rekabetçi davranıştan daha çok avantaj sağlar. Senin zihniyetin evrime de aykırı.

    Bencilliği herkes kötüler. Ama başkasının hakkına tecavüz etmedikçe bir insanın bencil olması niye kötü birşey olarak görülmeli?

    Hak kavramı, içi Tanrı tarafından doldurulup bize sunulmuş birşey değildir. Hak, tarih üstü ve evrensel değildir. Tarihsel olarak değişir, tarihsel süreç içerisinde insanlarca tanımlanır. Hatta kişilere göre de değişir. Sana göre hak olan bana göre olmayabilir. Bencilliğin sınırı yoktur. Fakat bencil insanlar, bencillik yaparak birbirlerine girmenin de çıkarlarına aykırı olduğunu bilirler. Bu yüzden herkesin bencil olduğu bir topluluk aslında uzlaşma aranan bir topluluktur. Bencil insanlar da bir başkasının altında olmayı kabullenemez. Benciller ancak eşitlik ve özgürlüğün adil dağıtıldığı bir toplumsal yapıda uzlaşabilirler. Yani bencillik argümanı da seni kurtarmaz Ludwig. Günümüzün bencilleri mülk sahipleridir. Bunlar, diğerlerinin de bencil davranmasının kendi mülklerini tehlikeye atacağını bilirler. Bu yüzden, emekçi kitleleri fedakarlığa itmek için -senin güya şikayet ettiğin- dinci ve milliyetçi akımları bizzat desteklerler.

    Din bizden bencil olmamamızı, insanlara iyilik etmemizi emreder. Milliyetçi devlet bizden varlığımızı Türk varlığına armağan etmemizi ister. Sosyalizm bizden toplumcu olmamızı, toplum üyelerinin ortak refahı için çalışmayı kabul etmemizi ister. Niye bütün bu düşünce sistemleri bizden kendimizi geri plana atmamızı istiyor ve bencilliği kötü birşey olarak gösteriyor?

    Sosyalizm, bireyi toplum içerisinde eritme amacı gütmez. Bunu yapan sadece erekselci zihniyettir ve bunun tek örneği de eski ''sosyalist'' deneyler değildir. Erekselci olduğunuzda, o ereğe ulaşmak için fedakarlık yapmanız istenir. Bu bazen cennet, bazen kalkınma ve sanayileşme, bazen toplumun aydınlanması, bazen devrim sonrası, bazen komünizm aşaması, bazen ari ırkın yaratılması, bazen piyasada öne çıkma amacı, bazen gelişmiş ülke olma seviyesine ulaşma amacı v.s. olabilir. O sona ulaşınca kurtuluşun mümkün olduğu, o sona ulaşana kadar ise bireyselliğimizden fedakarlık etmemiz istenir. Burada eleştirilmesi gereken şey erekselciliktir. Fakat bu eleştiri de beni bağlamaz. Zira ben, devrim yapmaktan önce devrim olmayı isteyen, ertelemeci zihniyetle hesaplaşmış biriyim. Peki sen hesaplaştın mı Ludwig? Türkiye gelişmiş bir ülke değil örneğin ve Türk kapitalizmi nüfusun önemli bir bölümünün hayatını olumlu yönde etkilemiyor. Onlara dönüp, ''Piyasada ısrar edelim, gelişelim, o sona ulaşınca siz de Batı ülkelerinin yurttaşları gibi mutlu olacaksınız, bu ereğe ulaşana kadar fedakarlık edin.'' demedin mi hiç? Aman dikkat et, eleştirdiğin şeyi kendin yapıyor olma.

    Niye bir insan kendi hayatının sahibi olamasın? Ve kendi kararlarını kendisi için veremesin? Bunda ayıp ve kınanacak birşey olarak görülmesi gereken nedir?

    Kendi hayatının sahibi olmanın yolu üretim araçlarında özel mülkiyet sahibi olmak olarak konulursa, herkes mülk sahibi(patron) olamayacağı için, geniş kitleler yine ''kendi hayatının sahibi olamamış'' olarak kalacaktır. Eee ne anladım ben bu işten? Neden feodalizmden kapitalizme geçildi o zaman? Ağaların yerini burjuvalar alsın, geniş kitleler de kendi hayatlarının sahibi olamamaya devam etsinler diye mi? ''Metropol feodalizmi'' dediğim kapitalizmin miadı çoktan doldu. Özgürlük, demokrasi, bireysellik, insan hakları, barış gibi değerleri taşıyamıyor, en azından toplumsallaştıramıyor, herkesin faydalanmasını sağlayamıyor. Kaymağı hep elit bir kesim yiyor. Eskiden de feodal elitler yerdi. Bu açıdan bakıldığında hiç değişim yok aslında.

  13. Mülkiyet hakkı diye bir hak yoktur. Astur kendi kafasından bu hakkın verimliliği ve gelişimi sağladığını iddia ederek meşruiyetini sağlamaya çalışmış. Ben de tam aksine, mülkiyetin toplumsallaşmasının daha mutlu bir toplum yaratacağını düşünüyorum. Ne olacak şimdi? Toprak, üzerinde yaşayan herkesindir. Onun üzerinde herkes emek verebilir. Mülkiyet ise insanı belli bir alana çakılı bırakır. Ne olacak yani? Rekabet ede ede en sonunda tüm toprakları mülküne geçirip kral mı olacaksın? Verimlilik diye diye tiranlığın önünü mü açacağız? Zaten küçük bir toprağın olsa bile, orada çalıştırdıklarının karşısında kral değil misin? Nerede özgürlük? Kaldı ki, mülkiyetin ortaklaşmasının verimsizlik doğuracağı önkabulü baştan sona temelsizdir. Geçmiş sosyalizm deneyimlerinde verimliliğin düşük olmasının sebebi, üretenlerin yönetmesine izin verilmemesi, planlamanın üretici ve tüketicileri kapsamaması, planlama ve yönetimin bir avuç bürokrata bırakılmasıydı. İnsanlar kağıt üzerinde mülk sahibiydiler ama mülklerini yönetemiyor ve onun hakkındaki kararlara varamıyorlardı. Kapitalizm ise bu kararlara sadece kapitalistin(mülk sahibinin) katılımını güvenceye alıyor. Diğer herkes ise dışta bırakılıyor. Yapılması gereken, mülkiyeti toplumsallaştırmak ve özyönetim uygulamak, herkesin karar süreçlerine en geniş katılımını örgütlemektir. Bu, kapitalizmden daha ileri bir tarihsel adımdır.

    Bana yönelik bir önceki iletinde ise tek tema işlemişsin: ''Şimdiye kadarki en demokratik uygulama kapitalist ülkelerde oldu'' teması. Öyle oldu çünkü şimdiye dek gerçek bir sosyalizm uygulanma şansı bulamadı. Bürokratik yönetimler uygulandı, pek çok kazanımları da oldu ama sonunda yozlaşıp çökerek çoluk-çocuğa maskara oldular. Henüz ortada hiçbir cumhuriyet deneyimi yokken bunun taraftarları imparatorluklardan daha iyi bir düzen olacağını iddia ediyor ama ütopyacı muamelesi görüyorlardı. O zaman onlar ilericiydi, onlara karşı çıkanlar ise muhafazakar. Günümüzde ise biz daha ileri bir düzen öneriyoruz ama siz karşı çıkıyorsunuz. Günümüzün ilericileri biziz, siz ise muhafazakar.

    Kaldı ki, darbeler veya derin devlet cinayetleri tüm kapitalist ülkelerde yapılmasa bile milliyetçi-muhafazakar iktidarlar, dönemsel de olsa baskı politikaları her kapitalist devlette oldu. Belki İzlanda gibi yerler istisna olabilir. Bizim gibi ülkelerdeki pratik göstermiştir ki, kapitalistler kendi çıkarlarının ciddi tehlikeye düştüğü ve sosyalist akımların kuvvetlendiği dönemlerde terör estirmektedir. Batı devletlerinde işin bu raddeye varmamış olması, oralardaki toplumsal muhalafetin tehlikeli boyuta yükselmemiş olmasından kaynaklanır. Dikkat edilmesi gereken temel nokta şurası: Biz, mevcut düzenden çok daha demokratik ve özgürlükçü bir alternatif önererek toplumsal muhalefeti güçlendirsek bile kapitalistler yine darbeden 'derin' teröre, vesayet rejiminden faşizme dek her yolu deneyecektir. Çünkü onların umursadığı şey demokrasi, insan hakları, barış, özgürlük falan değil, burjuvazinin çıkarlarıdır yalnızca. Az önce saydığım değerler ise ancak burjuva çıkarların güvenliği sağlannmışsa belli bir noktaya dek söz konusu olabilir. Zaten ortalık piyasa için dikensiz gül bahçesi olsa bile yine de bu değerlerin uygulanma alanı sınırlıdır. Çünkü ekonomi/piyasa siyasi demokrasinin dışında bırakılır en azından. Ona özerklik verilerek toplumsal denetimin dışında bırakılır. Bu yüzden en geniş burjuva demokrasisi bile bir siyasal alan-toplumsal alan ayrımı yaratıp toplumsal alanda kölelik ilişkilerini üretirken, siyasal demokrasiyi dar bırakır.

    Bu arada, kapitalizmin soyut bir sistem olduğu, öznesinin olmadığı yönündeki iddiaların ise sadece cehalet göstergesidir. Burjuvasız bir kapitalizm mümkün mü? Peki çıkarının tehlikeye girdiği noktada burjuvazinin bir özne olarak devreye girdiği gerçeği yadsınabilir mi? Eee o zaman? Burjuvazinin liberal demokrat değerleri taşıyamaması ve kendi çıkarının gereğini yapması, ki bu durum despotluğu, faşizmi, darbeyi gerektirdiği durumlarda bunu da yapması, bunun böyle olduğunu tarihin açıkça göstermesi karşısında liberallerin demokrasi ve özgürlük gibi değerleri hala kapitalizme(yani burjuvaziye) yüklemesinin ütopik ve safça olduğu yönündeki eleştirime de tek laf etmemişsin bu arada. Yanıt yerine konabilecek tek cümlen devleti sınıflar üstü bir konumda göstermeye ilişkin bir cümlendi, ki bu da açıkça metafiziktir. Devlet gökten inmiyor, belli bir sınıfın çıkarlarının devletidir son tahlilde. Git biraz materyalizm öğren.

  14. Toprak ağası örneğinde bile asıl sermaye sahibi olduğu "toprak". Toprağın değerini hangi emek yaratmıştır?

    Toprağı emek yaratmaz, ama toprağı girişimci de yaratmaz. Toprak, üzerinde yaşayan herkesindir. Onu birinin sahiplenip kullanmasının mazereti yoktur. Fakat üretim faktörleri zaten klasik olarak; emek, sermaye, toprak/doğa ve girişimci diye sıralanır. Yani toprağı sermaye yerine koyan yok zaten.

  15. Türkiye'deki barajın kapitalizmle alakası yok, asıl dert Kürt partileri meclise giremesin vs. tarzı şeyler. Seçim barajı olmayan çok partili rejime sahip, kapitalist modeli benimsemiş ülkelere kendin de örnek vermişsin, bunlardan zaten bir dolu var. Senin kapitalizme içkin bir sorun olarak göstermeye çalıştığın şeylerin kapitalist ülkelerde iddia ettiğin kadar yaygın olmadıkları gayet açık. Argümanın elinde patladı işte.

    Sana -bırak seçim barajını- piyasanın çıkarları uğruna teritplediğiniz darbelerden, kurdurduğunuz kontrgerilla örgütlerinden, hukuku askıya almanızdan, milliyetçi-muhafazakar gericiliği dünyanın başına bela etmenizden, sola karşı vesayet rejimleri kurmanızdan söz ederek kapitalizmin demokrasi ve özgürlükleri taşıyamadığını anlatıyorum, sen ise hala salak taklidi yapıyorsun. Türkiye, Yunanistan, İtalya ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde ''derin'' örgütler kurup sola karşı hukuk ve insan hakları dışı bir savaş veren, sonunda da darbeler tertipleten, tüm bunları yapmaktaki amacının kapitalistlerin mülkünü işçi hareketlerinden korumak olan bir tarihsel realiteden bahsediyorum. Biraz tarih bilgin olsa bu konularda kanıt sormazdın. Darbelerin varlığını mı inkar ediyorsun? Git Amerikan askeri yetkililerin emeklilik anılarını falan oku, kapitalizm ile her türlü hukuk dışı despotik icraatin bağını görürsün. O emeklilik anıları başlı başına itirafnamedir. Türkiye'de, Yunanistan'da, Şili'de v.s. darbeleri sosyalistler değil kapitalistler yaptı. Bir daha sakın özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi kavramları ağzına alma. İki yüzlü soytarı seni.

    Gelişmiş ülkelerdeki kapitalizmler elbette çeşitli faktörler tarafından şekillendirildiler. Sınıf mücadelesi dediğin şeylerin de bunlarda payı vardır, başka faktörlerin de vardır. Ama neticede bu sistemler zamana direndiler ve kendilerini kanıtladılar. Ekonomik özgürlük ve siyasi-sosyal özgürlüğün birbirinden bağımsız olmadığını da tarih ispat etti. Bana kapitalist olmayan gelişmiş bir tane ülke örneği getir yanıldım diyeceğim.

    Ben kapitalist ülkeler gelişmiş değildir demedim. Gelişimleri, özellikle de demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi kazanımları salt kapitalizme indirgenemez, bunda o ülkelerdeki sınıf mücadelelerinin de payı büyüktür dedim. Eşcinsel hareketler, feminist hareket, işçi hareketi, ırkçılık karşıtı hareket, savaş karşıtı hareket v.s. bu gelişimin taşıyıcısıdır, yoksa göbekli patronlar değil. Öte yandan, bizim amacımızın kapitalist memleketlerin olumlu yönlerini daha da geliştirmek olduğunu da belirttim. Sizde salak bir düşünme şekli var; bizim kapitalizmde hiçbir olumlu taraf olmadığını düşündüğümüzü sanıyor ve kendiniz de reel sosyalizm deneyimlerinin hiçbir olumlu yanı olmadığını düşünüyorsunuz. Aksi halde bana, tüm gelişmiş ülkelerin kapitalist olduğunu söyleyemezdin. SSCB'nin gelişmiş bir ülke olduğunu kim inkar edebilir örneğin? Fakat siz, iki yüzlü ve utanmaz biçimde bu ülkeden sanki hiçbir olumlu yanı olmayan bir Afrika ülkesiymiş gibi bahsediyorsunuz. Çünkü amacınız bir şeyleri irdeleyip daha iyiye ulaşmak değil, ne olursa olsun piyasayı savunup her türlü alternatife kafadan bok atmak. Bu yönünüzle piyasayı tıpkı şeriatı savunan bir müslüman gibi savunuyorsunuz. Tüm düşünceleriniz birbirinden yalıtık, tarihten pratikten kopuk, baştan sona metafizikçisiniz. Ben sizdeki gibi bir uyduruk birey analizini başka kimsede görmedim örneğin.

    Demokrasi ve özgürlük seviyesi yüksek ülkelerin tamamında ekonomik özgürlük, yani "piyasanın özgürlüğü" bizden daha üst seviyede. "Bizde özgürlükler piyasa aşırı serbest diye gelişmedi" şeklinde ifade ettiğin iddia oldukça komik.

    Vesayet rejimini de liberaller mi kurmuş? Vay be.

    Tarihsel süreç, ''ekonomik özgürlüğün'' pek çok ülkeye darbeler, derin devlet cinayetleri ve vesayet rejimleri getirdiğini gösterirken hala hangi yüzle özgürlüğü sermaye serbestisine indirgeyebiliyorsunuz hayret! Asıl iddialarına ampirik kanıt bulamayanlar sizlersiniz. Üstelik sermaye serbestisi ekonomik özgürlük değildir. Bunu da daha önce defalarca söyledik. Mülkiyeti özgürlükle ilişkilendirirsen, mülksüz kitlelerin özgürlüksüz olduğunu kabul etmek zorunda kalırsın. Hal böyle olunca, özgürlüksüz kitlelerin özgürlüğü(mülkiyeti) toplumsallaştırmak için mücadeleye girişmelerinden daha normal birşey kalmaz.

    Bu arada, vesayet rejimleri, sol hareketlerin yükselmemesi için, burjuvazinin çıkarları için yani, burjuva devletçe -emperyalizmin de desteğiyle- kurulmuştur. Ama kafasız liboşlar kendi -sınıflar üstü ve her durumda geçerli olacağını sandıkları- metafizik demokrasilerini burjuvazinin bu despotik yönelimlerine yakıştıramamışlardır. Öyle şeyler savunuyorsunuz ki, savunduklarınızın tarihsel bir taşıyıcısı yok. Sizin özgürlük ve demokrasi anlayışınıza sahip bir burjuvazi yok. Burjuvazi en başta kendinin liberal demokrat olmadığını pek çok tarihsel kesitte kanıtladı. Böylece sizin fikirlerinizin tarihsel/sınıfsal bir taşıyıcıdan, gerçek bir özneden, nesnel bir temelden yoksun kalarak ütopya olduğu açığa çıktı ama hala uyumaya devam ediyorsunuz. Teori nasıl gözünüzü boyamışsa, zıt tarihsel deneyimler gözünü açamıyor. En fazla, bizim de eleştirdiğimiz eski bürokratik ''sosyalizm'' deneyimlerine çamur atmayı bilirsiniz. Sanki onları karalayınca sizin eksikleriniz, yanlışlarınız, ütopyanız, despotizminiz v.s. düzeliyormuş gibi.

    Ben de diyorum ki hayır, yaratmıyor. Despotizm de yaratmıyor.

    Demek ki onca darbeyi, kontrgerilla örgütünü, emperyalist savaşı, dev militarize aygıtları, milliyetçi-muhafazakar iktidarları, vesayet rejimlerini uzaylılar yarattı. Kapitalizm yaratmadığına göre... :lol:

    ABD'de evsiz dediğin adamların çoğu ortalama bir Türk vatandaşından daha iyi şartlarda yaşıyor, çaktırma. İşsizlik, evsizlik, açlık vs. gelişmiş dünyada büyük sorun olan şeyler değiller. Sosyal yardım falan alıyorlar zaten.

    İnternette küçük bir araştırma yapsan, burjuva medyada bile gelişmiş ülkelerde ciddi sosyal sorunların olduğunun kabul edildiğini görürsün. İşsizlik, evsizlik, yemek kuyruklarıyla ve sosyal yardımlarla geçinmek türünden pek çok bozukluk var.

    Ama diyelim ki oralarda böyle sorunlar yok. Niye yok? Bizim gibi memleketlerden kaynak aktardıkları için, bizim pazarlarımızı işgal ettikleri için, bizim enerji kaynaklarımızı sömürdükleri için olabilir mi? Bizim işletmelerimizin onlarınkiyle rekabet edemeyecek denli cılız olduğu için, üretim yerine sıcak para akışından kazanç elde etmeyi seçtikleri için olabilir mi peki? Ya da uluslararası iş bölümünde bizim gibi ülkelere sunulan uzmanlaşmalar beş para etmeyen değerde olduğu için olabilir mi? Biz gelişmiş bir ülke değiliz, senin itirazların bizi ilgilendirmiyor. Git gelişmiş ülkelerin komünistlerine anlat bunları. Ama onlar da kapitalizmi sadece kötü olduğu için değil, daha iyisini kurmak için yıkmak istediklerini söyleyince ağlama.

  16. Sermaye bir ilişkilenme biçimidir. Bir emekçinin çalışıp biriktirdikleri sermaye değildir. Bu birikimiyle üretim araçlarını satın alıp başka emekçileri ücretli işçi konumuna sokar ve mülkiyet hakkına dayanarak onların işgüçlerini kontrolü altına alıp üretim süreci sonunda ele geçen kazançla baştaki birikimini büyütürse sermayecilikten bahsedebiliriz ancak. Bu süreçte kapitalist risk almıştır. Kendi biriktirdiklerini, üretim araçları satın alıp emekçileri orada istihdam etmekte kullanır ve henüz çalışmanın başında onlarla belli bir ücretten anlaşır. Üretim süreci sonunda kapitalist batadabilir, kar da edebilir. Bu süreci başlatan şey, toplumun verili tarihsel kesitte üretim araçlarının alınıp satılmasında sorun görmemesindedir. Fakat biz daha iyi bir toplumsal formasyonun kuruluşu için emekçileri bilinçlendirir ve üretim araçlarının alınıp satılan bir meta olmayacağı, mülkiyetin herkesin olması gerektiği, bunun insanlığı daha ileri götüreceği ve mutluluğu yayacağına ikna edersek, artık işçiler üretim araçlarını sahiplenmek ve kontrolleri altına almak isterler.

    Zaten işçinin belli bir ücretten patronla anlaşması da çoğu kere bir liberal masaldır. Hiçbir işçi kalkıp da patronuyla yüksek bir ücretten anlaşamaz günümüzde. Çoğu kere asgari ücretin bile altına ikna olur çünkü dışarıda bir işsizler ordusu beklemektedir. Kapitalistler, çalışanları düşük ücrete çalıştırabilmek için işsizliği kullanır ve üretirler. Bu sebep bile işçilerin bu düzeni aşmak istemesi için yeter sebeptir.

    Öte yandan mülk sahibinin, bu hakkına dayanarak, onun(işçinin) emeğinin ürününe el koyması ve biriktirmesi, yani işçinin bir başkasının cebini doldurmak için çalışması onu da rahatsız edecektir. Bu süreç(işgücünü satma süreci) çoğu kere gönülsüzdür ama gönüllü olduğu durumlarda dahi işçiler daha iyisinin bilincine vardıkları an(sosyalizm) eskisini yıkmak için harekete geçeceklerdir. Bu tamamen meşrudur, toplumsal ilerlemedir. Burjuvazi de benzer biçimde feodalizmi yıkmıştır. Yani itiraz etmeye hakkı yoktur. Kapitalizmde işçi, belli ücretten anlaşarak emeğini sattığı an patronun tahakkümüne girmiş olur. Meta ilişkilerinin son bulması için işçilerin kendi işletmelerini kurup piyasaya girmesi türünden bir öneri yersizdir, zira bu sosyalizm değil kapitalist grup mülkiyetidir. Sosyalizm bütünsel bir sistemdir. Piyasa içinde işçilerin ortak mülkünde olan bir işletme, çalışanlarını kapitalist yapar. Bu öneri, şu anki kapitalizmden daha ileri görülebilir ama sosyalizmden farklıdır.

    Günümüzde nasıl ki emeğini satmadan, üretim araçlarının sahibi ve kontrolcüsü olarak yaşamak isteyen işçiler burjuva devletin fiziksel baskısı altında tutuluyorsa, sosyalizmde de mülkiyetini kaybetmiş burjuvalar ve burjuva olma rüyasında olanlar sosyalist iktidarın fiziksel baskısı altında tutulacaktır.

  17. Zaman kaybı olduğunu söyleyip sayfalarca tartışmak neyin nesi oluyor peki? Apolitik olduğunu iddia edip de politikayla bu kadar ilgileneni de ilk defa görüyorum. Ateist forumu sosyalistler istila etmiş demişsin. Ateistler ile sosyalistler farklı insanlar değiller ki. Sosyalistlerin neredeyse tümü ateist. Başka ne olacaktı? Beğenmiyorsan kapı orada, yallah!

    Bu arada, sensin fosil! Verecek yanıt bulamayıp pısınca hakaret edip kaçma yolunu seçmişsin gene. Zavallıcık seni.

    Tüm saçmalıklarına iki iletiyle uzunca yanıt verdim. Biriniz de çıkıp tersini iddia edemediniz.

    Siz anca bulduğunuz boşluklarda atıp tutmayı bilirsiniz.

    Bu başlıkta tek yapabildiğin komünizmle din arasında saçma sapan bir bağlantı kurup çamur atmaktan ibaretti zaten.

    Diğer çapsızlar da ''Evet evet, bir din bu, gençlik hastalığı'' diye kuru sıkı atmak dışında bir tane bile elle tutulur argüman üretemeden başlıktan toz oldular.

    Artık apolitik olduğuna göre yazı yazacak konu da bulamazsın sen. İstersen üyeliğini sonlandır.

  18. Şu an bulunduğum Kütahya anladığım kadarıyla İzmir'in antitezi.

    Bizim buırası da ülkenin batısında olmasına karşın dincilikte bir hayli ileri düzeydedir.

    Yolda başı kapalı kadınlar çoğunluktur, otobüste daha da çoğalıyorlar ilginç bir şekilde.

    Mazlum-Der türü dernekler bir hayli etkin burada.

    CHP komünist muamelesi görüyor ve o bile marjinal bulunuyor.

    İzmir'in merkezinde ise hiç bulunmadım, çocukken Çeşme'ye tatile giderdik sık sık, yol üstünde İzmir'den de geçerdik.

    Acayip yumurta sarısı kokan bir yol vardı, hala öyle mi kokuyor bilmiyorum.

    Ama Çeşme güzeldi, sadece geceler biraz fazla ayaz olurdu.

    Neyse, yakında Kütahya'dan kurtuluyorum Şeytan nasip ederse.

    Antalya'da işe başlayacağım birkaç hafta sonra. :)

  19. Geliştirmiş işte, kızları diri diri gömülmekten kutarmış daha ne yapsın?

    Yaşama hakkı verdiğimize dua etsinler diyorsun yani? Bu da ilginçmiş.

    Abdulkerim'cim senin haberin yok sanırım ama kadın hakları son 1400 yılda pek ilerledi, diri diri gömülmeye karşı çıkmaktan daha öteye gitti. :)

  20. Senden bişey çıkmaz Hacı.

    Bu gidişle pokun çıkacak sadece.

    Keeeh keh kehhhh.

    Şaka bir tarafa, gelmişsin 60 yaşına, sosyal demokrat çıksan ne çıkmasan ne?

    Sen servetini yemeye bak amca, ne edecen bu saatten sonra siyaseti?

    Hala çocuk gibi test çözüyorsun.

    Bu yaşa geldin ama kendinin ne olduğunu hala kıytırık testlerden mi öğrenmeye çalışıyorsun?

    Sen bana biraz para gönder, hatta varisin yoksa mirasını bana bırak; söz bırakacağım komünizmi!

  21. 'Liberter' kelimesi ile, 'Liberal' kelimesi arasında fark olduğunu sanmıyorum.. Ama literatüre 'Liberter' diye geçtiyse, öyle demek lazım tabii.. Ama liberal dediğim zaman da doğrudur.. Bundan gocunuyorsan, o senin sorunun.

    O zaman ben de sana kafama göre ''şeriatçı'' diyeyim mesela, sen itiraz edince de ''Bundan gocunuyorsan, o senin sorunun'' diyeyim. Olur mu?

    Piyasa yok, doğal olarak rekabet yok.. Mülkiyet yok.. Planlama var ama bürokrasi planlamıyor.. Peki kim planlıyor?.. Halkın tümü planlıyor.. Varsayıma göre herkesin ortak bir düşüncesi var.. Halkın arasında farklı düşünceler yok.. O zaman bir baskı aracı olarak, sendikalara ne gerek var?.. Zaten tüm halk aynı fikirde, kollektif bir şekilde 'toplum yararına' çalışıyorlar.. Aynı şirinler gibi.

    Herkesin ortak düşüncesi olduğunu varsaymıyoruz. Elbette neyin ne kadar üretileceği konusunda tercih farklılıkları olabilir. Bu yüzden sendikalar, meslek örgütleri, tüketici örgütleri olacak ve planlama sürecine katılacaklar. Merkezi plan, bunlarla karşılıklı etkileşim içerisinde şekillendirilecek. Zaten yerel yönetimlerin etkinliği fazlaca artırılacak. Planlama süreci sektörel, yerel, bölgesel ve ülkesel çapa doğru aşağıdan yukarı doğru örgütlenecek.

    İç demokrasisi olmayan tek partiyi değil de, çoğulcu yapıyı savunuyorsun.. Peki bunun günümüzdeki çoğulcu seçimler arasında, ne gibi bir fark var?

    Kapsamlı bir yerel özyönetim uygulanacak. Merkezi otorite sadece bölgsel gelişim farklarını dengelemek görevini üstlenecek. Yöneticiler seçimle iş başına gelecekler, ortalama işçi ücretini geçmeyen ücretler alacaklar ve görev süreleri dolmasa bile seçmenlerce geri çağırılabilecekler. Bizim amacımız halkı yönetmek değil, halkın kendi kendini yönetmesini örgütlemektir.

    5 sene Maliye okumuşsun ama boş okumuşsun gördüğüm kadarıyla

    Senin gözün bozuk. Boş okusam mezun olamazdım. Üstelik sen o kadar bile okumamışsın.

  22. Sosyalistlerin kapitalizm eleştirilerini tarih üstü biçimde ele alırsanız böyle saçma sapan yanıtlar yazarsınız. Türkiye kapitalizmiyle Amerikan kapitalizminin özgüllükleri bir değil. Seçim barajı eleştirim Türkiye ve Türkiye gibi çok partili ülkeler için geçerli. Öte yandan, örneğin Fransa'daki barajsızlığı kapitalizmin demokratlığıyla değil o ülkedeki sol mücadelenin tarihsel kazanımıyla ele almak daha rasyoneldir. Kapitalist ülkelerde de sınıf mücadeleleri sürüyor. Bu yüzden bu ülkelerdeki tüm demokratik, ilerici, aydınlanmacı veya özgürlükçü kazanımları otomatikman kapitalizmin hanesine yazmak sadece soytarılıktır. Sınıf mücadelesi ve solun dümdüz edilerek piyasanın dikensiz gül bahçesine çevrildiği bizim gibi ülkelerin demokrasi ve özgürlük seviyesi ise ortada. Güya şikayet ettiğiniz vesayet rejimlerini, Batı kapitalizminin(emperyalizmin) de yardımıyla kuran bizzat sizsiniz. Bunu unutmayın. Mesele seçim barajından daha derin.

    Komünistlerin ''%4 oy toplayamamasının'' sebepleri arasında Amerikan emperyalizmi destekli darbeler ve vesayet rejimlerinin, burjuva medyanın, solun fiziken yok edilişinin, devasa bir militarize aygıtla halkın sindirilişinin, apolitikliğin yüceltilişinin, Türk-İslamcı eğitim sisteminin ve sola karşı güçlendirilen gericiliğin payı büyüktür. Tüm bu fazlasıyla otoriter nitelikli akım ve icraatlar dünya kapitalizminin sol mücadeleyi boğmak üzere yükselttiği kötülüklerdir. Demokrasi ve özgürlük anlayışınızın ne mal olduğunu herkes gayet iyi biliyor. Tek umursadığınızın piyasanın istikrarının ve patronun karının bekasını sağlamak olduğunu da herkes gayet iyi biliyor. Bu uğurda yapmayacağınız despotluğun, çıkarmayacağınız savaşın olmadığını da tarih kanıtlıyor. Hala empirik veri mi soruyorsun?Kapitalizmin demokrasi ve özgürlüğü taşıyamadığını tarihsel süreç apaçık ortaya koymuştur.

    Fazla üretim krizini kaale alan bir sürü marksist iktisatçı var ama onları adamdan saymıyorsunuz sanırım. Ben de ''sizinkileri'' saymıyorum, ne olacak şimdi? Üstelik Liberte abin de benim bu konudaki sözlerimin ekonomik temeli olduğunu bir önceki sayfadaki iletisinde kabul etmişti. Fazla üretim krizinin ''ciddi iktisatçılarca dikkate alınmadığı'' yönündeki cevabın 'ad hominem' örneğidir. Git biraz mantık çalış.

    Biz kapitalizm zenginlik yaratmıyor demiyoruz, yazılanları gözünle oku; yaratılan zenginliğin yanında geniş kitleler için büyük bir yoksulluk da yaratıyor diyoruz. Üstelik sadece yoksulluk değil despotizm de yaratıyor. Üstelik en zengin kapitalist ülkelerde bile işsiz, evsiz, aç insanlar var. Gelişmiş kapitalist ülkelerin halkları hallerinden çok memnun olsaydı, örneğin Fransa halkı Sol Bloka oylarının yarısından çoğunu vermezdi değil mi Astur'cuk?

    En demokratik olan ülkelere gelince... Bence Meksika'daki Zapatistaları demokrasi ve özgürlük konusunda şu an kimse geçemez ama henüz onların kendi ülkesi yok. Fakat Batı demokrasisi de sınıf mücadelesinin ve örgütlü emekçilerin bir kazanımıdır. Feodalizmin tasfiyesi döneminde burjuvazi kendi devrimlerini yapabilmek için emekçileri arkasına alabilmek ve dolayısıyla onlara da bir kısım haklar vermek zorundaydı. Gelişkin demokrasinin kaynağı buradadır. Üstelik bizim amacımız bunu daha da geliştirmektir. Piyasa toplumsal denetimin dışında tutuluyor, piyasaya siyasi demokrasi karşısında özerklik veriliyor. Bu durum bir siyasal alan-toplumsal alan ayrımı yaratıp toplumsal alanda kölelik ilişkilerini yaratırken siyasal demokrasiyi daraltıyor ve göstermelik hale getiriyor. Bunu aşmanın yolu, piyasanın özerkliğine son vererek onu toplumsal denetime açmak, siyasal demokrasiyi ekonomik/toplumsal alana da genişletmek, işletmelerde işçi kontrolü ve özyönetimi aşağıdan geliştirmektir. Zaten sözünü ettiğimiz eldeki sınırlı demokrasi de sadece emperyalist ülkelere özgüdür, Türkiye gibi emperyalizme göbekten bağlı yarı-sömürge ülkelerde demokrasi her zaman için birilerinin vesayetinde olagelmiş, darbelerle ''pekiştirilmiş''(!), hukuk sık sık rafa kaldırılmıştır. Bence sen bu konularda fazla konuşma.

    Özgürlükçü sosyalizm, marksizmde yapılmış bir değişim değildir. Marks da üretenlerin yönetmesine vurgu yapmıştır. Ülkeyi, üretenler yerine bürokratlara yönetenler marksizmden sapanlardır asıl. Öte yandan, sizin de onyıllar öncesiyle aynı liberalizmi savunmayıp başına bol bol ''neo'' eki getirerek sık sık revizyona gittiğinizi unutmayınız. Marksizm değişimin öğretisi olduğu için değişen zamana ve koşullara göre kendini yenilemesi normaldir.

  23. Onu o zamanki şartlara göre düşünmek lazım. Günümüz için tabi geçerli değil. Bundan 1400 sene önce kadın hakları malumunuz pek gelişmiş değildi.

    Evet gelişmiş değildi. İyi ve adil bir tanrıdan kadın haklarını geliştirmesini beklerdim ama anlaşılan onun da pek niyeti yokmuş buna.

  24. O her zaman değil. Belli şartlarda 4 eş serbest aksi halde tek eş tavsiye edilmiştir. Savaşta falan dul kalan kadınlara bakmak için 4 eş serbest olmuş.

    Dul kalan kadınlara bakmak için pek çok yol bulunabilirdi. Kocalarının ölümünü fırsat bilip onları ikişer, üçer, dörder nikahlamak ve yatağa atmak biraz kötü niyetli bir yöntem değil mi?

×
×
  • Yeni Oluştur...