Freddie
-
İçerik sayısı
2.440 -
Katılım
-
Son ziyaret
İçerik Türü
Profiller
Forumlar
Takvim
İletiler bölümüne Freddie kullanıcısının eklediği dosyalar
-
-
Eskiden apolitik, orta yolcu, pasifist, teslimiyetçi, kendini kurtarmacı tipler en azından yedikleri bu haltın bir halt olduğunu bilerek fazla ses etmez ve kendi yanlışlarını savunup yaymak istemezlerdi. Günümüzde ise böyle tipler kendi döneklik ve teslimiyetçiliklerine ''teorik'' kılıf uydurmaya çalışıyor! Bu durum, aslında şikayet edip kendi kaçışlarına bahane olarak kullandıkları toplumsal yozlaşmanın onları da esir ettiğinin en güzel göstergesidir.
''Artık sadece kendimi düşüneceğim çünkü toplum değer verilmeyi hak etmiyor'' demek, ''Artık ben de tecavüz edeceğim çünkü kadınlar değer verilmeyi hak etmiyor'' demek ile aynı mantığın ürünüdür. Kendinizi o değersiz topluma katmış, sövdüklerinizden biri olmuş, kendinize saygınızı yitirmiş, içten içe yediğiniz haltın da farkında olduğunuz için taraftar bulup çoğalarak dönekliğinizin yüzünüze vurulmasını engellemeye çalışan bir ruh haline kapılmış, küçük gördüğünüz insanlara yenilmiş vaziyettesinizdir halbuki. Bu arkadaşlar ikinci aşamada azılı sosyalizm düşmanı olacaklar muhtemelen. Çünkü onlardan önce dönenlerin istikameti böyle oldu. Mücadeleye devam eden sosyalistleri gördükçe kendi kaçışlarını hatırlayıp utanıyor fakat bunu sosyalistlere söverek, onların yaptıklarının ne kadar ''ütopik'' olduğunu v.s. söylerek bastırmaya çalışıyorlar. Sosyalistler üzerinden kendilerine küfrediyorlar. Kendi kaçış ve dönekliklerini bastırmaya çalışıyorlar. Ha bu arada, onlardan önce dönenler liberalizmi dinle de harmanladı, tarikata girdiler. Sizden önce dönenlere bakın, geleceğinizi görürsünüz.
Sosyalist olmak, toplum halinde hareket etmek, başkalarını da düşünmek, bedel ödemeyi göze alıp hak alma mücadelesi vermek, halki bilinçlendirmek, ilericiliğin arkasında durmak kolay iş değildir. Karakteri yeterince gelişmemiş, kafası yeterince çalışmayan ödleklerin yapabileceği birşey değildir. Ben bir açıdan döneklere hiç kızmam. Çünkü zaten başlangıçta bir özentilikle bu işe girmişlerdir. Gazları tükenince bırakıverirler. Böylelerinin aramızdan ayıklanması sosyalist hareketin kalitesini artırır.
-
İyi ve kötü ikilisi ile iyilik ve kötülük ikilisi arasında yapmaya çalıştığın ayrım ise anlamsız. Buna da katılmıyorum. İyilik zaten iyi olma durumudur. Kötülük de kötü olma durumudur. İyi ve kötü kavramlarının öznel olduğu da ahlâki teorilerden birine ait bir görüştür, ahlâk konusunda genel bir durum değildir.
İyilikten kastım iyi olarak tanımlanan şeylere tarih-üstü ve evrensel bir anlam verildiğini vurgulamaktı, aynı şey kötü ve kötülük için de geçerli. Bu yüzden iyi ve kötü ile iyilik ve kötülük ayrımından bahsettim. Bu ayrımı Spinoza yapıyor, Deleuze de ona katılıyor. Ben de katılıyorum.
Bir de eğer ahlakı tarih-üstü ve evrensel birşey olarak tanımlamıyorsan o zaman benimle tam olarak neyi tartışmak istiyorsun? Sanki benzer görüşlerdeymişiz izlenimine kapıldım. Ahlakı tarihsel olarak değerlendiriyorsan(ki bu noktadan sonra ben ona ahlak demem) o zaman aynı görüşteyiz demektir. Tarih değiştikçe ahlak da değişir demektir. Eee ayrım noktamız neresi o halde? Neyime karşı çıkıyorsun? Sen belli bir tarih kesitinde ortaya çıkan ahlakın o kesitteki herkesi bağlaması gerektiğini savunuyor ve aksi yöndeki fikirlere mi karşı çıkıyorsun? Çünkü söz konusu ahlakın tarih karşısındaki geçiciliğinden hareketle onun bağlayıcılığını sorgulamak ve reddetmek mümkün. Eğer bunu savunuyorsan aynı şeyi savunuyoruz demektir, boşuna vakit öldürmeyelim. Ben ahlakın bağlayıcılığına karşı çıkıyorum.
-
bir toplumda herkes eşcinsel olsa ne olur ...
o toplum helak olur...
Eşcinsellik normal kabul edilmeye başlanırsa toplumdaki herkesin akın akın eşcinselliğe yöneleceğini mi sanıyorsun da bunları yazıyorsun Kireç? Sence bir toplumun tümü eşcinsel olabilir mi? Eşcinselliği, her isteyenin olabileceği birşey mi sanıyorsun? Örneğin sen hemcinsinle istesen ilişkiye girebilir misin? Miden bulanmaz veya rahatsız olmaz mısın? Etrafında birkaç eşcinsel olsa ve duygularını bastırmasalar hemen onlardan etkilenip taklit etmeye mi kalkarsın? Diyelim ki etkilenip taklit ettin, bu durumda kimin ''suçudur''? Onların değil herhalde?
Eşcinsellik, eşcinseller örnek alınarak yayılabilen birşey olsaydı, şimdiye dek hep heteroseküellik normal ve örnek olarak sunulduğu için ortada hiç eşcinsel olmaması gerekirdi. Eşcinselliğe karşı çıkarken veya çekinceli yaklaşırken, başkalarının buna özeneceği ve toplumda böylece yayılacağı argümanından hareket etmek çok sakat bir yaklaşım bence.
-
Sol Birlik içerisindeki Sosyalist Parti elbette adının hakkını verebilen bir parti değil. Gerçekte sosyal demokrat bir parti ama harbiden sosyal demokrat olan ve komünistlerle ittifak kurabilen bir parti. Sol Birlik oyların yarısından çoğunu alabilmiş. Halkın sağcı kesimlerinin önemli bölümü bile iktidardaki sağ bloğun hatalı politikaları sonucu sola yönelebilmiş.
Fransa halkı bu siyasal tercihleri yapabiliyor da peki Türkiye halkı neden yapamıyor?
Çünkü Fransa'da sol, yüzünü daha da sola dönen ve onlarla ittifak yapan sosyal demokratlardan, çevrecilerden ve komünistlerden oluşuyor. Türkiye'de ise sol deyince akla ülkücülerle koalisyon yapma hayallari kuran ve ufku türban düşmanlığının ötesine geçmeyen ordu yalaması ''Atatürkçüler'' ile komünistlerden nefret eden ''sosyal demokratlar'' geliyor! Fransız işçi sınıfının önemli bölümü komünist; bizdekiler ise sağcı! Fransa'daki sağ seçmen krizin faturasının kendilerine çıkarılmasına, işsizliğe, fabrikaların kapanmasına ve emeklilik yaşının yükselmesine tepki verip sola yönelebiliyor, bu kadar açık görüşlü ve fanatizmden uzak. Fakat bırakın sağı bizdeki ''sol'' seçmenler bile tüm bunları yapmaktan aciz! Hepsi fanatik, hepsi partizan, hepsi kendi çıkarlarının bilincine varamayacak denli şuursuz. Fransa halkı kendi menfaatlerine olan politikalara bakarak siyasal tercihte bulunurken, Türkiye halkı kendi çıkarlarının hiçe sayılmasını içselleştrip tepki vermeyen, alternatif çözüm sunanlara ütopyacı muamelesi yapan, sürekli bir şeriat ve darbe paranoyası altında ''kötünün iyisi'' siyasetlerin peşine herkesi takmaya uğraşan, gözü din ya da biçimsel bir laiklik dışında hiçbir şeyi görmeyen bir kitle.
Elbette Fransa ile Türkiye arasında dağlar kadar fark olacak. Çünkü insanı farklı.
Oranın sağcısı aklını dine ya da tarikatlara esir etmedi, oranın liberali cemaatleşmeye demokratlık atfedecek kadar kafayı yemedi, oranın solcusu emek savunusu yapmayıp sadece şeriat goygoyculuğuyla iş yapmaya çalışıp kıytırık bir laikliğe iki yüzlüce tutunmadı. Orada insanlar ne eskinin teokratik düzenlerinden ne de Amerikancı darbelerden beklenti içinde.
Sağcısıyla ''solcusuyla'' bizim şuursuzlar Fransız seçmenine bakıp da biraz olsun utanıyorlar mı acaba?
-
''Fransa'da Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin öncülük ettiği sağ politikalar, iktidara bir seçim yenilgisine mal oldu. Bölge genel meclisi seçimlerini Sosyalist Parti'nin merkezinde durduğu “Sol Birlik” kazandı.
Fransa'da bölge genel meclislerini yenilemek için yapılan seçimler ana muhalefetteki Sosyalist Parti, çevreci Avrupa-Ekoloji Hareketi ve Komünist Parti'nin başını çektiği “Sol Birlik” tarafından kazanıldı.
Sol Birlik, henüz resmi olmayan sonuçlara göre, seçimlerin dün yapılan ikinci turunda oyların yaklaşık 54,3'ünü aldı. İktidar partisi Halk Hareketi Birliği'nin başını çektiği sağ partiler koalisyonu yüzde 36,1, aşırı sağcı lider Jean-Marie Le Pen'in partisi Milli Cephe ise yüzde 8,7 oy elde etti.
Bu sonuçlarla birlikte, Fransa ve Fransa'nın denizaşırı topraklarındaki 26 bölgeden 23'ünde yönetim sol ve çevreci partilerin oldu.
İktidar partisinin bölge seçimlerinde uğradığı hezimet gözleri Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'e çevirdi. Seçim sonuçlarını Sarkozy yönetiminin sağcı politikalarından duyulan rahatsızlığa bağlayanlar, iktidarın bundan sonra atacağı adımları bekliyor. Hükümette bir revizyona gidilebileceği şimdiden konuşulmaya başlandı.
Sağcı iktidarın krizde uyguladığı reform politikalarının halkın tepkisine yol açtığı belirtiliyor. Krizle birlikte Fransa'da çok sayıda fabrika kapandı, kitlesel işten çıkarmalar yaşandı. İktidarın krizin emekçiler üzerindeki olumsuz etkisini giderecek önlemleri almaması, emeklilik yaşını 65'in üzerine çıkarmayı öngören bir reform tasarısı hazırlaması seçim yenilgisinin başlıca nedenleri arasında sayılıyor.''
Kaynak: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/fransa-sola-dondu-haberi-25680
-
Hadi gali, devam edeceksen et.
Ama önce bir ahlak tanımı yapmamız lazım.
Çünkü sonradan ikimizin ahlak tanımının farklı olduğu ortaya çıkarsa, haybeden yazışmış oluruz.
Ben ahlakı tanımlarken, ''iyi'' ve ''kötü'' algısını ahlaka dahil etmem, çünkü bu değerlendirme kişiden kişiye değişebilir.
Ahlak, iyi ve kötüye sabit, evrensel, tarih-üstü bir anlam katan düşünce sistemidir.
Yani iyi ve kötüden ziyade iyilik ve kötülükten bahseder ahlak.
Herhangi bir değerler kümesi ahlak değildir.
Eğer kişi bu değerlere herkesin benimsemesi gerektiğini düşündüğü evrensel ve tarih-üstü bir doğruluk atfediyorsa işte o zaman ahlaktan bahsedebiliriz.
Ben hiçbir değerin tarih-üstü ve evrensel olmadığını savunuyorum.
Bu yüzden, bireyin kendi değerler kümesine sahip olmasını değil fakat bunları bir ahlak olarak yüceltmesine karşıyım.
Değerlere veya maneviyata değil ama bunların tarih-üstüleştirilmesine karşıyım.
Ahlaklaştırılmadan tarihsel olarak ele alındığında değer yargılarını gerekli ve işe yarar buluyorum.
Tarihsel olarak ele alınan değerlere ''etik'' adını veriyorum.
Adlandırma sorun değil, başka bir ad da verebilirdim ama Spinoza da bu adı veriyor.
Ahlak ile etik arasına böyle bir ayrım koyuyor. Ona dayanarak ben de koyuyorum.
Ama tartışma sırasında eğer böyle bir ayrım koymamamı, bunun kafa karıştırıcı olabileceğini, ahlakın ve etiğin aynı şey olduğunu söylersen buna da uyabilirim.
Senin ahlak tanımın nedir peki? Ahlak derken ne anlıyorsun?
Onun özellikleri arasında tarih-üstü(aşkınsal/metafizik) olmak, evrensel geçerliliği olmak v.b. olduğunu kabul ediyor musun?
Ona göre tartışalım...
-
Başın sağolsun.
-
Bak şimdi insanlarda ölümcül çekinik genler vardır ve akrabalar çocuk yapınca bunun yavruya geçme olasılığı çok yüksektir ayrıca kardeşler birbirlerinin kokularından hoşlanmazlar mesela, bu doğal bir şeydir.
Doğa bile teorisini üreme üzerine kurmuşken sana ne oluyor?
Dolayısıyla ensest bir sapıklıktır, az önceki lafımı da geri alıyorum eşcinsellik bir sapkınlık değil sapıklıktır
Kardeşler birbirinin kokularından hoşlanmazlar diyorsun da -burnun tıkalıysa ne olacak? - aynı durum eşcinsllerde yok belli ki. Ben de kadın kokularından çok hoşlanıyorum. Ayrıca eşcinselliğin üremeye mani olmadığını ve cinselliğin tek belirleyeninin üreme ihtiyacı olmadığını yeterince anlatabilmiş olduğumu umuyorum.
Tüm bunlar bir yana eşcinsellerin toplumu kötü yönde etkilediğini de kabul etmek lazım.Kendinle çelişen sensin bak gördün mü? Eşcinseller toplumu olumsuz yönde etkiliyormuş! Eşcinselliği biyolojiye dayanarak yanlış buluyorsan onun toplumsal bir belirlenimi olduğu fikrinden uzak olman gerekiyordu. Bir taraftan heteroluğu biyolojiyle temellendirerek normalleştir, sonra da eşcinsellerin varlığından bile tehlikeye düş! Baştan sona çelişki!
Tanga giymiş pos bıyıklı, kıllı aynı zamanda ruj sürmüş bi herifi görmekten hemen hemen herkes rahatsız oluyor.Sizin için ölüm fetvası çıkaramayız ama en azından kapalı kapılar ardında durun
Birini fiziksel olarak itici bulman onu yargılaman ya da ''kapalı kapılar ardına'' iteklemen için mazeret olamaz.
Ben de Recep İvedik kılıklı şişman ve her yanından kıl fışkırmış tek kaşlı hetero herifleri çirkin buluyorum, ama hiçbirine senin eşcinsel erkeklere yaptığın gibi ''Gidin gözüm görmesin sizi!'' demiyorum. Eğer rahatsız oluyorsan bakma. Kimse senin beğenilerin için kendi yaşamını değiştirmek zorunda değil. Ayrıca pek çok hetero erkeğin lezbiyenlerden rahatsız olmadığını biliyoruz. Bu durumda sen sadece geylerden mi rahatsız oluyorsun diye düşünmeden edemedim.
Ayrıca onları estetik bulanlar da var. Örneğin, ben Marilyn Manson'un hoş bir estetik yakaladığını düşünüyorum. İvedik gibi görüneceğinize öyle görünün bin kat daha iyi. Kaldı ki, her gey o tür bir imaja sahip değil.
-
Bundan sonra kimse rüyasında boşalamaz. Freddie efendiye göre bu üreme için bir durum teşkil etmiyor, öyleyse eşcinsellik normaldir
Bunu benim sana söylemem gerekiyordu. Cinsel yönelimleri değerlendirirken üreme güdüsünü bir kriter olarak ele alan ben değilim ki. Bu yüzden üreme amacı gütmeyen ilişki biçimlerini yargılamam. Eşcinsellik de normaldir, mastürbasyon da, uykuda orgazm olmak da.
Enseste gelince... Evet yakın arkadaşlarımızla da bir süre sonra cinsellik düşünebiliyoruz ama bu durum arkadaşımızı kırabilir, bu yüzden bence bu da güzel birşey değil. Ama bunu ahlaki açıdan yargılamam. Ensesti de hoş görmem ama sadece bana göre hoş değildir, akraba olan iki kişi anlaşmışsa, ikisi de istiyorsa o zaman ilişkiye girerler. Birşey diyemem, kendilerini yargılamam veya ayıplamam. Sadece ben kendi yaşamımda ensesti tercih etmiyorum.
-
Sen iyice saçmalamaya, zıvanadan çıkmaya başladın.
Sen de sıkıştıkça asabileşip ağzını bozmaya başladın.
Dikkat et, benimki de bozulacak sonra.
Masturbasyon yaparken heteroseksüeller psikolojik olarak heteroseksüel ilişkide bulunuyorlar zaten. Eşcinseller ne halt yer, onu bilmiyorum. Gerek hayal ederek gerekse organı kayganlaştırman bile direkt olarak heteroseksüel ilişki isteminin bir parçasıdır.Sadece kendi durumundan hareketle genel üzerine yargıya varamazsın. Mastürbasyon yaparken insan hiç istemediği, gerçekte olsa midesi bulanacak veya canı yanacak şeyleri de düşünebilir. Tehlikeli ortam da düşleyebilirsin, grup da, eşcinsel ilişki de, hatta tecavüze uğramayı bile düşleyebilirsin. Hayallere sınır konulamaz. Hetero birisi, mastürbasyon yaparken ara sıra eşcinsel ilişki de düşünebilir. Tersi de geçerli. Kaldı ki, ben bu mastürbasyon örneğini cinselliğin ve cinsel aşkın üreme güdüsüyle temellendirilmesinin yanlışlığını vurgulamak için vermiştim. Mastürbasyon yaparken kimi düşünürsen düşün, üreyemezsin. Üstelik hayal ettiğin hetero ilişkide de üreme değil sadece zevk almayı düşünürsün. Mesele zevk olduktan sonra da eşcinsel ilişkinin bir sapkın tarafı kalmıyor.
Sana sapık da demedim, sapkın dedim.''Sana gübre demedim, tezek dedim'' gibi olmuş.
Ne fark var?
-
Tercihin ne? Eşcinsel misin değil misin?
Önemli mi?
Eşcinselsen o zaman çocuk yapmamayı göze almışsın demektir, yok aynı zamanda bir kaç dakika heteroseksüel ilişkiye girebiliyorsan eşcinsel değil biseksüel oluyorsun.Yok böyle birşey. Biseksüeller iki cinsi de arzular. Bir eşcinsel veya heteroseksüel ise tek cinsi arzular ama bu durum diğer cinsle yakınlaşmaya hiç tahammül edememesini gerektirmez. Hetero olduğu halde ''deneyimsever'' olanlar olduğu gibi bunun eşcinsel karşılığının olması da mümkündür. Ayrıca eşcinsel olmak için hetero ilişkiden nefret etmek gerekmez, hemcinsinle kurduğun ilişki kadar arzulamaman yeterlidir.
Spermi neden gaylerden alıyorsun? Bu tutuculuk değil de nedir? Neredeyse bütün eşcinsellerde bu tutuculuk var. Gene saçma sapan aile örneğini vermişsiniz. O cinsel sevgiyle alakasız ayrıca birinci dereceden kalıtımla ilgili.Genelleme yapma. Ayrıca sperm bankasından sperm kulanırken istediğinden kullanırsın, elbette sadece geyler olmalı diye birşey yok. Ben de böyle birşey söylemedim. Fakat sperm bankasına giden kadınlar çoğunlukla çocuğunu tek başına büyütmek isteyen kadınlar oluyor. Fakat lezbiyen kadın çocuğunu tek başına büyütmek istemiyor olabilir. Öte yandan bir gey de sperm bankasına sperm vermesine rağmen onu kullanan kadının çocuğu doğunca çocuğa babalık yapmak istiyor olabilir. İşte bu gibi durumlarda sperm bankasını lezbiyen ve geyler kullanabilir. Bu bankaya böyle bir misyon da yüklenebilir. Söylediğim sadece buydu.
Aile örneğini de sevgiyi üreme isteğiyle ilişkilendirdiğin için verdim. Sevgi başlı başına biyolojik yapıyla ilişkilendirilemez. Buna cinsel sevgi de dahil. Eskinin komünal toplumunda kardeşlerin ilişkiye girmesi normal görülüyordu örneğin. Sevgi kültürden yoğun biçimde etkilenir. Türk kültüründe de biri kendi kuzenlerinden tahrik olabilir, birşeyler düşünebilir; kimi ise bunun düşüncesinden bile rahatsız olur. Sevgiyi kendi hissettiğiniz biçimiyle doğaya/biyolojiye indirgeyip kendi yöneliminiz dışındaki her yönelimi sapık olarak görmeniz tipik bir metafizik yanlışıdır. Bunun, cinselliği insanın fıtratıyla ilişkilendiren dindarların yaptığından farkı yok.
Yarın biri doğada ensest olduğunu ileri sürer ve nadiren de olsa bunun var olduğunu kabullenmek durumunda kalırsın. Yok birine destek verip birine karşı çıkmaya çalısırsan bu noktada senin bireysel ahlakın tüm ahlaksızlığıyla meydana çıkmış olacaktırEşcinsel ilişkiyle ensest aynı şey değil. İnsanın hakkında seks düşünmeden yakınlaştığı birilerinin olması bence iyi ve gerekli birşeydir. Öte yandan, çocukluğumuzdan beri cinsellik dışı ilişki kurduğumuz akrabalarımız hakkında birden cinsellik düşünmeye başlamamız da ''normal'' değil bence. Fakat eşcinsellikte böyle bir durum yok. Bu yüzden ensestle bir tutulamaz. Ayrıca benim ahlakımı kimse sorgulayamaz. Ki zaten ahlaka pek değer vermediğim de forum ahalisince bilinir.
-
Ailene karşı hissettiklerin aşk adı altında verilen 'sevgi' kavramıyla bir değil. Biyolojik akrabalık arttıkça duygusal bağ o oranda güçlenir. Her duygu aşk değildir.
Bunları bana yazmamışsın gerçi ama yine de yanıt vereyim.
Cinselliği yaşamak için ille de aşk mı gerekiyor?
O zaman mastürbasyon da yapmayalım!
Evet bu mastürbasyon konusu eşcinselliğin meşruiyetini bilince çıkarmada kullanılabilir bence.
Tek başına takılmak meşru görülürken hemcinsinle takılmayı hangi mantıkla eleştirebilirsin ki?
Ne tür bir eleştiri bulursan bul, mastürbasyonu da dışlamayı gerektirecektir.
Eşcinselliğe yönelik eleştiriler genelde üreme isteği üzerinden şekillendiriliyor.
Ama mastürbasyon yaparken de üreme amacı gütmüyoruz. O halde mastürbasyon da mı bir sapma?
-
Doğal denmemesinin sebebi durumun hormonal bir etkinin tetiklemesiyle olmaması. Doğada var olan her şeyi doğal diye adlandıracaksak neredeyse her türlü olayı 'doğal' olarak adlandırmak mümkün.
Doğada 'sevgi' diye tabir ettiğin şey doğrudan doğruya sex isteğinden alır kaynağını. Sex de üremenin yegane yolu. Hayvanların derdi üremekten başka bir şey değil ve eşcinsel ilişkiyle bu mümkün değil. Çoğulculuğu da göz önüne alırsan evet eşcinsellik bir sapkınlıktır. Peki eşcinseller suçlanabilir mi, hayır!
Evet canlının amacı üremektir, bunu inkar eden yok zaten. Fakat canlılar sadece üremek amacıyla mı sevişir, yoksa bundan çok daha fazla sayıda ilişkiyi sadece zevk için mi gerçekleştirir? Kuşkusuz ikincisi. O halde zevk amaçlı yakınlaşmalar neden eşcinsel nitelikte olmasın? Bunun neresi sapıklık? Bir lezbiyen tek çocuk istiyorsa, bu demektir ki bunun için sadece bir kere hetero ilişkiye girmesi yeterli. O da birkaç dakika. Bundan sonrasında gene lezbiyen ilişkilerine devam edebilir. Eee sorun nerede o zaman? Üstelik günümüzde sperm bankası yoluyla hiç hetero ilişki yaşamadan çocuk sahibi olmak da mümkün. Bence sperm bankasında ''hesap açtıranlar'' da özellikle geyler olmalıdır. Böylece onları kullanan kadınlar vasıtasıyla onlar da genlerini aktarabilir. Hatta bir lezbiyen sperm bankası aracılığıyla bir geyden çocuk sahibi olabilir ve bu çocuğu daha sonra birlikte büyütebilirler. Kısacası, üreme amacı, eşcinselliği gayrımeşru hale getirmekte kullanılabilecek bir argüman değildir. Hele ki günümüzde... Zaten sevgiyi -senin yaptığın gibi- üreme isteğiyle temellendirip, buradan hareketle de sevgiyi sadece üreyebileceğimiz bireylere sıkıştırmak sağlıklı bir yaklaşım değil. Aile üyelerimizi de sevmeyelim o zaman! Çünkü onlarla birleşip üremek gibi bir düşüncemiz de yok. Demek ki üremek düşüncemiz olmayan başka insanlarla(hemcinslerimizle) de sevgiyi yaşayabiliriz. O halde eşcinsellik gene meşrudur.
-
Bence gereksiz bir tartışma bu eşcinsellik konusu. Herkesin duygu dünyası ve arzuları farklı. Ve herkes elbette kendi arzularını savunup buna ters düşen yönelimlerden rahatsız olacak ve uzak duracaktır. Bundan rahatsız olduğunu belirtme hakkı da vardır. Yeter ki kınamaya ve fiziksel engellemeye ya da engellemeyi savunmaya götürülmesin. Hetero birisi eşcinsel ilişkilerden rahatsız olabildiği gibi, eşcinsel birinin de hetero ilişkilerden rahatsız olabileceği göz önünde bulundurulmalı. Fakat ister hetero ister homoseksüel olsun, neticede bunlar sevginin ifade edilişidir. Heteroluk veya eşcinsellik bunun biçimi, özde olan ise sevgidir. Buna saygı duymak gerekir. Olaya bu açıdan bakmayı başarabilirseniz, bundan rahatsız olmayı da aşarsınız.
Açıkçası eşcinsel yönelimlerin nereden kaynaklandığına dair veya bunun bir rahatsızlık olup olmadığına dair araştırmalar yapılması da bana başlıbaşına bir homofobik saldırı gibi görünüyor. Ben kadınlardan hoşlanıyorum örneğin, şimdi araştırmanın sonucu ne çıkarsa çıksın benim duygularım değişmiyor ki! Benim duyduğum sevginin 'saflığı' ortada iken insanların bunu değerlendirmek için bir kısım bilim insanının raporlarını okumaya ihtiyaç duyması çok büyük bir haksızlık. Araştırma sonucu pozitif çıkarsa duygularıma saygı duyulup, negatif çıkarsa sapıklık olarak mı görülecek? Böyle şey olur mu hiç?! Aslolan duygulardır, bilim kisvesine bürünmüş ukalalığın benim duygularımı nasıl gördüğü değil. Bir de eşcinselliğin doğal olmadığını iddia edenlere inanamıyorum. Eşcinseller doğa üstü canlılar mı? Veya aslında hetero ilişkileri arzuladıkları halde sırf ''sapıklık'' olsun diye mi kendi cinslerine yöneldikleri düşünülüyor? İnsanlar arasında eşcinsellik varsa, bu tarihin her döneminde varsa, kişinin içinden geliyorsa, o halde bal gibi de doğada var işte bu!
-
İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.
Sevgili Gerard,
Evet Marks'tan alıntıladığın bu pasajdaki düşünce biraz sorunlu. Bu pasajın iddiasını yanlışlayanın bizzat Lenin(Ekim Devrimiyle) olması da ironik. Otonomistleri en çok Lenin'in bu yanlışlamasına teorik bir temel buldukları için seviyorum.
Marks'ın bu pasajına kalsaydı, 1917 Rusya'sında menşeviklerin tutumunu alıp devrim olanağını harcamak gerekirdi.
Keza günümüzde büyük fabrikalardaki üretimin terk edilip üretimin küçük öbekler haline getirilmesi karşısında umutsuzluğa düşmek gerekirdi. Marks'ın bu pasajının mesajı diğer herşeyden(özellikle de sınıf mücadelesinden) bağımsız ele alındığında Altan kardeşler gibi ''marksist liberal'' olmak için malzeme üretmek bile mümkün aslında. ''Görülüyor ki kapitalizmde üretici güçler hala gelişiyor. Hatta öyle gelişiyor ki iş bölümünü ortadan kaldırıp komünizmi getirecek olan neo-liberalizmin ta kendisi olacak'' deyip liboşluk yapmak için malzeme çıkabilir bu pasajdan. Çünkü sınıf mücadelesini de ''içerebildiği bütün üretici güçlerin gelişimine'' bağlayarak kapatıyor. Otonomistlerin sınıf mücadelesi vurgusunu, hatta sınıflaştırılma diyalektiğinin reddini bu yüzden seviyorum. Fakat onların tavrında da sanki bir sınıfa üretici güçlerin gelişiminden bağımsız bir 'kurucu güç' atfetme yönelimi var gibi. Bunu da Spinoza'dan kaynak bularak, bir yabancılaşma düşüncesine, insanın arzusuna(varolma ve eyleme gücünü artırma özlemine) bağlıyorlar gibi.
Marks'ın bu pasajının materyalizm anlayışı ile Marks'ın Feuerbach Üzerine 11 Tez'indeki materyalizm anlayışı arasındaki farkı görüyor musun? Bence ikisi arasında derin bir fark var. Tezler'de, Marks kendi materyalizminin farkını, insan pratiğini de nesnelliğe dahil ederek koymuştu. Yani insan pratiğine kurucu bir güç atfetmeye teorik olarak olanak tanıyordu. Üstte senin alıntından alıntıladığım kısımda insan pratiği, sanki eski maddeciliğe has biçimde bu pratiğin dışında düşünülen bir nesnellik içerisinde eritilmiş, insan pratiğine alan bırakılmamış gibi. Ben, Feuerbach Üzerine Tezler'deki materyalizm anlayışını ''pratik materyalizm'', üstteki alıntıda da görülen materyalizm anlayışını ise ''diyalektik materyalizm'' olarak adlandırmayı tercih ediyor ve kendimi ilkine daha yakın görüyorum. 'Devrimci Marks' ile 'bilim insanı Marks' arasına bir ayrım koymak düşüncesine, iki farklı teori olduğu ya da aynı teorinin iki farklı rengi olduğu düşüncesine hak veriyorum biraz.
-
1.Reklamlar insanları aşırı tüketime ve dolayısıyla bireysel, müzmin bir tatminsizliğe mi yönlendiriyor? Yoksa endustrinin, ekonominin ve teknolojik gelişimin desteklenmesini sağlayan fonu üreterek yaşam standartlarını mı arttıyor? Siz hangi fikiri destekliyorsunz? Evetse neden, hayırsa neden? Sebep olduğu sorunlar-katkılar, etkileri ve çözümleri ne olabilir?
a-) Reklamlar insanı yanıltıyor. Üreticileri iyi ürün üretmek için değil, sadece ürettikleri ürünün reklamını iyi yapmak için harekete geçiriyor. Bu da kalitesiz ürünlerin allanıp-pullanarak insanlara satılmasına, özensizliğin çekicileştirilmesine yol açıyor. Örneğin, pek çok deterjan reklamında sanki o ürün lekeleri anında ve müthiş bir başarıyla çıkarıyormuş gibi sunuluyor ama gerçekte hiç de öyle değil.
b-) Reklamlar, ürünü pazarlamakla, yani ürünün niteliklerini sunmakla kalmıyor, tüketicilerin arzularını da yönlendiriyor. Aslında pek de tüketmek istemediğimiz ürünleri sırf reklamda ünlü ve hayran olduğumuz birini gördük diye tüketebilir bir hale gelebiliyoruz. Reklamlarda insanların duygu dünyalarına yapılan fütursuz bir müdahele de söz konusu. İzleyiciyi ne olursa olsun söz konusu ürünü almak üzere harekete geçirme amacı taşıyor. Sosyal sorumluluğu sembolik düzeyin ve göz boyamanın ötesine götüremiyor. Çoğu zaman sağlıksız ürünleri de tüketmemizi kışkırtıyor. Tüketmenin bu denli öne çıkarılıp yüceltilmesinden hareketle, toplumsal yaşamda ilişkilerin ve arkadaşlıkların da çabucak tüketilmesine, herkesin bir fiyatı olduğu düşüncesine, bencilliğe ve suç oranlarının artışına varmak bile mümkün Jadı.
c) Büyük firmalar reklama sağlam bir bütçe ayırıp artık ürün kalitesine fazla önem vermeden, reklama dayanarak mal satıp büyümeye ve diğerleriyle farkı açmaya başlıyor. Bu durum rekabeti dışlayarak tekelleşmenin önünü açıyor. Bu da piyasa açısından iyi değil kötü birşeydir. Sermaye-güç gün geçtikçe daha az elde toplanıyor. Bu durumun sadece ekeonomik değil toplumsal sonuçları da oluyor. Bunda reklamların payı büyük.
Çözüm ne olabilir?
Reklam bedellerinin düşmesi tüm firmalar için kendi ürününü tanıtmakta eşit rekabet koşulları yaratabilir. Peki reklam bedelleri nasıl düşebilir? Bilişim sektörüyle! İnternet üzerinden kendi siteni kurup reklamını yapabilirsin. Ya da firmaların ürünlerinin basın yoluyla eleştirilmesinin de önü açılabilir. Böylece reklam vasıtasıyla tüketicinin kandırılmasının da önüne geçilebilir. Öte yandan, kar amacıyla üretim yapıldığı sürece rekabet ve bu rekabete öne geçme arzusu olacaktır. Reklam vermeyi güdüleyen zaten budur. Daha çok kar için yarışta önem geçmek isteyen özel firmalar oldukça reklamcılık sektörünün ortadan kalkması çok zor. Üretimin kar esaslı olmaktan çıkarılıp toplumsal fayda esasına göre örgütlenmesi(sosyalizm) sağlanırsa reklama da gerek kalmaz. Sadece üretilen yeni teknolojinin ve yeni ürünlerin -toplumun bunlardan haberdar olmasını sağlamak için- reklamı yapılabilir.
2.Bazı iş yerleri çalışanları teşvik etmek amacıyla ödül niteliğinde primler veriyor. Bu iyi bir uygulamamı? Çalışanların randımanını olumlu veya olumsuz nasıl etkilerÖdül olduğunda insan daha çok çalışma yönünde motive olur. Bu bir gerçektir. Fakat günümüz toplumunun bir gerçeğidir. Prim vermek türü ödüllendirmeler olmadan da insanlar çalışmaya teşvik edilebilir. Saygı gösterilmesi, kişiyi takdir eden bildiriler yayınlanması veya tatil ödülü gibi örneğin. Ama bir de işin şu yönü var, neden daha çok çalışmak gerekiyor? Kimle yarışıyoruz? Kimin için yarışıyoruz? Bunun cevabı ''İnsanlığın gelişimi için'' olamaz. Çünkü insan sürekli bir rekabet içerisinde, sürekli daha fazla çalışarak, sürekli stres içerisinde mutlu olamaz. Bizim hedefimiz insan mutluluğu ise, bu kadar çalışmanın ve dolayısıyla insanları buna teşvik etmek için prim vermenin gereği yoktur. Fakat piyasa ekonomisinde patronun karını maksimize etmek ve onun sermayesini büyütmek için hep daha yoğun bir çalışma yaşamının içerisine çekilerek mutsuzlaştırılıyoruz. Mutsuz olan adamın randımanının uzun vadede düşeceği de söylenebilir prime karşı. Yani prim v.s. eliyle çalışanın limon gibi suyunu sıkıyorsun ve işletme açısından bunun bir getirisi olacaktır ama çalışanının hayatından, mutluluğundan gidiyor hep. Adam işe gelirken canından bezmiş bir şekilde gelmeye başlıyor. Bir an evvel kendi parasını biriktirip kaçmayı düşünüyor. Bu emellerini gerçekleştiremediğinde, yani bir gün bu yoğunluktan kurtulacağı umudunu kaybettiğinde ne olacak? Ben olsam intiharı bile düşünürdüm. Haliyle artık çalışma şevkim de kalmazdı. Kısacası, çalışanını prim v.s. eliyle fazla çalıştırırsan bunun kısa vadede getirisi olur ama uzun vadede negatif bir getirisi olabilir.
3.""Günümüzde bir çok insan üniversite bitirdiği halde iş bulamıyor.Artık eğitimin önemi kalmadı, insanlar derece gerektirmeyen işlerde daha iyi gelir elde eder."" Sizce bu doğru mu? Evetse neden hayırsa neden?''Derece gerektirmeyen işler'' derken tam olarak ne kastedildiğini anlamadım ama fazla kalifiye olmayı gerektirmeyen işler kastediliyor galiba. Evet bence doğru. Çünkü kalifiye eleman sayısı, ihtiyaç duyulandan fazla olduğunda bu elemanların bir kısmı işsiz kalıyor. Daha alt düzey işlerde de -sanıldığının aksine- eğitimli olmak faydadan çok zarar getiriyor. Çünkü örneğin, bir madene işçi alımı yapılıyor diyelim, bir kişi alacağız ama iki kişi başvurdu, biri lise mezunu, diğer doktora yapmış ve üç dil biliyor ama iş bulamamış ve bu işi istiyor. Ben patron olsam ilkini alırdım. Çünkü ilk çocuk bu işin adamıdır, 20 sene de olsa çalışır, şikayet etmez, verdiğim ücrete tamam der. Ama öbürü öyle değil, okumuş etmiş, gözü yükseklerde olacaktır mutlaka, bende çalışmaya başlasa bile hep bir tarafı memnuniyetsiz olacaktır, hep bir yandan başka bir iş arayacak ve bulduğu an beni yarı yolda bırakacaktır. Kısacası, ben o soruya ''Evet'' derdim. Zaten Koç başta olmak üzere pek çok burjuva reklamlarda meslek eğitiminin önemine vurgu yapıyor. Yani bol bol okuyup en yüksekleri hedeflemek değil, kendine bir alan belirleyip, mütevazı olup, liseden itibaren onun eğitimini almak daha akıllıca. Bence meslek lisesinde okuyanlar, üniversite sınavına girip de Siyasalı veya İİBF'yi kazananlardan daha şanslı bir açıdan.
4.Müzik toplum ve birey için önemli mi? Olumlu ve olumsuz etkileri ne olabilir?Müzik elbette önemli, metal dinleyemediğimi hayal dahi edemiyorum. ''Müzik ruhun gıdasıdır'' der bir Türk atasözü. Hatta Amerikalılar arasında, ''Müzik din kadar etkilidir'' lafı da yaygın olarak kullanılıyormuş. Topluma mesaj vermenin en iyi yollarından biridir müzik. Mesaın iyi ise müzik olumlu etki eder, mesajın kötü ise -kime ve neye göre kötü o ayrı konu tabi- o zaman müzik olumsuz etki eder. Mesela benim dinden çıkmamda Marilyn Manson ve Slayer'dan gaza gelmelerimin önemli payı vardır. Ergenlikte karakterin şekillenmesinde de müzik kültürü önemli bir belirleyendir bence.
Umarım faydası olur bu yazdıklarımın.
Zaten seneye ben de yüksek lisansa tekrar başlamayı düşünüyorum.
Ne kadar zorladıklarını bilirim.
-
Kamil insan olmak iyi insan olmak değildir. Kamil insan, ''En el hak'' diyecek seviyeye gelmiş insandır. Diğer insanların üzerine çıkmıştır. İnanışa göre onlar ölünce hakka yürür. Kamil insan düşüncesi, Allah'ı insanda bulan panteist ezoterizminin düşüncesidir. Sünni islamla ilgisi yok. Alevilerde var bu düşünce.
-
5.Görüş: İslam dünyası gelişemiyor çünkü kendini eleştiremiyor. Kendini eleştiremeyenler ileriye gidemezler, yeniliklere açık olamazlar, hatalarını bulup gideremezler, böylece geri kalırlar. İslam, kusursuz bir Allah'ın vahyi olduğunu iddia ettiği için kendini zorunlu olarak kusursuz görmekte ve hiçbir özeleştiri yapmamaktadır. Üstelik islamdaki hükümler sadece öte dünya ya da müminlerin iç yaşamına ilişkin olmayıp devlet yönetimi, ticaret, hukuk, özel yaşam gibi alanları da kapsadığı için müslümanlar bu alanlarda da özeleştiri yapmamakta ve ilkellikte, gerilikte ısrar etmektedirler. İslamın çok kapsamlı olması ve eleştiriye kapalılığı onun yaygın olduğu toplumların gelişmesini engellemiş ve islam dünyası acınacak hale gelmiştir. Bu geriliğin sorumlusu bizzat islamın eleştiriye kapalı dogmatik yapısıdır.
Çözümü: İslamı eleştirmek ve terk etmek, en azından yanlışları olabileceğini kabul edip hizaya sokmaktır. Bu da TC'nin günümüzdeki yarım-yamalak ''Diyanet Laikliği'' ile yapılamaz. Daha kapsamlı bir laiklik ve aydınlanma hamlesine gerek vardır. Bu hamleyi yapabilecek tek kesim de proleter devrimcileridir.
En Popüler Temsilcisi: Lenin.
Taraftarları: Siyasallaşan öğrenci-gençlik, aydın kesim, sınıf bilinçli işçiler.
-
Bir insan hem inançlı hem de çağdaş olabilir mi?
Hem dindar hem de demokrat, özgürlükçü, değişime açık, eleştirel, farklılıklara tahammüllü olunabilir mi?
Hem dindar olmak hem de dinsel bir düzeni hakim kılmaya çalışmamak mümkün müdür?
Evet mümkündür.
Bunun için bir tek koşulu yerine getirmek kafidir.
Birey, kendi iradesine sahip olacak. Kendi iradesini tümden dine teslim etmeyecek.
Eğer bu koşulu yerine getirebilirse, hem inançlı hem de çağdaş olabilir.
Çünkü -örneğin- kendi iradesine sahip olan ve iradesinin kontrolünü dine teslim etmeden inanan biri, dinin kendini devletleştirerek bu iradeyi tümden almasına ve böylece söz konusu kişinin belki ileride dini bırakma ve farklı düşünme olasılığını bertaraf etmesine izin vermez. Kendi iradesinin hakimi olan biri, ne kadar inançlı olsa da, günün birinde fikir değiştirebileceğini de bilir. Bu yüzden farklılıklara saygılıdır, demokrattır, özgürlükçü olabilir. Tüm bu değerleri samimiyetle benimsemenin kökeninde, bireyin gelecekte bir gün fikirlerini değiştirebileceğinin bilincinde olması yatar. Bu yüzden farklı görüşlere saygılıdır. Fikrini değiştirebileceğine olasılık vermesinin temelinde ise, şu an savunduğu fikre iman etmiş olmaması, savunduklarının yanlış olmasına da ihtimal vermesi, bu anlamda bir yanının hep şüphe ve sorgulama içinde olmasıdır. Görüldüğü gibi bireyin kendi iradesinin hakimi olması, kendi görüşlerine dair sürekli bir eleştiri, sorgu ve şüphe içinde olmasını gerektirir. Tüm bunlar iman kavramıyla zıtlık içindedir.
Kısaca özetlersek; tek koşul, bireyin kendi iradesinin sahibi olması, yani iradesini tümden dine teslim etmemesidir.
Peki islam dininde böyle birşey söz konusu olabilir mi? İslam, bireyin iradesinin özerkliğine saygılı mıdır?
Hayır değildir! Hatta islam, tam da buna saygılı olmaması üzerinden karakterize olan bir dindir.
Zaten bireylerin iradesine saygılı olamadığı için islamın yaygın olduğu coğrafyalarda demokrasi ve özgürlükler gelişmiyor, hoşgörü yerine zorbalık egemen oluyor, dinci dikta(şeriat) tehlikesi hiç bitmiyor. Çünkü islamda, mümin kişinin kendi iradesini tümden dine teslim etmesi esastır. Zaten islamın bir anlamı da teslim olmak değil mi? İradeni dine tamamen teslim ediyor ve dinin aykırı gördüğü herkesi susturmakta tereddüt etmiyorsun. Benzer biçimde, dince yüceltilen ''tam imanlı olmak'' ne demek? Yeterli bilgin olmadığı ve farklı ihtimaller de söz konusu olmasına rağmen kişinin dinsel açıklamalara tam bir inançla bağlanması, bunun gereğini -gelecekte farklı düşünebileceğine ihtimal vermeden- katı biçimde yerine getirmesi, kısacası dinsel bir gözü dönmüşlük demek. İslam, müminlerin iradesini tamamen teslim alır. Mümin kişi, tam imanlı biri olarak, gelecekte bir gün farklı yönde düşünebileceğine hiç olasılık vermez ve iman ettiği dinin mutlak doğru olduğuna inanır. Bu noktadan sonra da dini egemen kılmak için yapmayacağı şey yoktur. Farklılıklara tahammülmüş, özgürlükmüş, demokrasiymiş hak getire! En vicdansızca şeyleri bile hiç içi sızlamadan yapar bir hale gelir. Çünkü iradesi tamamen islama teslim olmuştur, gözü din dışında hiçbir şey görmemektedir.
Çağdaş değerleri benimseyebilme ve farklı düşüncedeki insanlarla barış içinde yaşabilmenin yolu, hangi görüşten olursa olsun insanların iradelerini herhangi birşeye teslim etmemeleridir. Kendi iradesinin biricik hakimi olan birey -ki ancak böyle insanlar birey olabilmiştir- farklılıklara tahammül eder ve kendi görüşlerinin zorbalığını yapmaz. Fakat islam, insanların iradelerini teslim almayı ve onları katıksız bir iman içinde köleleştirmeyi esas alan bir dindir. İslam, kendisine inanan insanların iradelerini kendisine teslim etmemelerini, kendisinin her dediğini yapmamalarını, ileride bir gün kendisini bırakabileceklerini de düşünerek şüphe içinde olmalarını kabul edemez. Bu yüzden islam çağdaş değerlerle hiçbir zaman uyuşamayacaktır. İslam ile demokrasi, özgürlük, eşitlik, farklı olanların kardeşliği, barış, yeniliklere açık olmak, eleştirellik gibi değerler hep bir çatışma içinde olacaktır. Zamanında Katoliklik de bu değerlerle çatışıyordu ama savaşı kaybetti. Günümüzün gerici, ilkel ve zorba dini ise islamdır. Şüphe yok ki insanlık sonunda islam illetini de yenecek ve iradesinin bağımsızlığını güvenceye alacaktır.
İslamın, insan iradesine saygı gösterdiğini, yani gelecekte bir gün kendisini bırakabilecek, her an şüphe ve sorgulama içinde, tam imanlı olmaktan oldukça uzak bireylere saygı gösterebileceğini kanıtlayabilecek bir müslüman var mı? Eğer yoksa, bir daha çağdaş değerleri ağzınıza almayınız!
-
yanlış varsayım üzerinden hareket ederek bir yanlış yargıya varmışsın.bir ayetin yorumunu sadece türkçe metnini okuyarak yapamazsınız
ayetlerin nüzül sebepleri vardır ona bakılır
bu ayetin iniş nedeni bir sahabinin cisel pozisyon ile ilgili sorduğu sorudur
yani cinsel özgürlüğü şık ve edebi bir dille anlatan bir ayetten erkek hegemonyasını çıkarmanız haksızlık
Cinsel ilişkinin şekli sorulmuş ve böyle bir ayet yazılmış. Burada cinselliğe sınırlama getirilmemesi cinsel özgürlük kapsamında değerlendirilebilir belki ama cinselliğe belli bir özgürlük getirilmesi kadının metalaştırılmasını geçersizleştirmiyor. Ayette cinsellikte belli bir özgürlük verildiği ''dilediğiniz gibi varın'' cümlesiyle belirtilmiş fakat bu ''dilediğiniz gibi'' lafı sadece erkeklere söylenmiş. Erkekler sınırsızca tarlaları olan kadınlara varabiliyor, kadının istekli olup olmaması hiç sorun edilmiyor. Bunun adı evlilik içi tecavüzdür. Zaten başka ayetlerde de kadının kocasına itaat etmesi gerektiği söyleniyor Kuran'da. Bu itaat kuşkusuz yatakta da geçerli. Yani yanlış bir sonuca falan vardığım yok, sizin görmek istemediğiniz bir noktayı da işaret ediyorum. Ayette resmen, ''Kadınlar sizindir, istediğiniz gibi kullanın'' deniyor. Bu ifadede, sadece erkek için olan bir 'cinsel özgürlüğün' yanı sıra erkek egemenliği de var. Dolayısıyla kadın açısından bir özgürlük söz konusu değil.
Üstelik, örneğin anal yoldan ilişki için konuşursak, kadının iradesi önemsenmeden gerçekleşen böyle bir ilişki çok kırıcı ve yaralayıcı olacaktır, ki bu durum islamın verdiğini iddia ettiğin cinsel özgürlüğün kadın açısından işkenceye dönmesi anlamını taşır. Kaldı ki erkek açısından da cinsel özgürlük konusunda islam yetersizdir. Sırf evlilik dışı olduğu için en doğal aşk ilişkisini bile zina diyerek bastıran, mahkum eden bir din nasıl oluyor da cinsel özgürlüğü savunuyormuş?
-
Koşulları değiştirdin diyelim. Komunist bir toplum kurdun. Ve orda bir erkek bir kıza aşık diyelim, ama kız da diğer bir erkeği seviyor, hatta bu ikisi birbirini kaşılıklı olarak seviyor diyelim. Birinci adam ne yaparsa yapsın o kızla yatamıyor. Çünkü kızın onda gönlü yok. Şimdi bu adam bu kıza tecavüz edince buna ne diyelim? Bunun ahlaken yanlış olduğu ortada değil mi? Ama sen diyorsun ki "adam kendi çıkarı için hareket etti ve yapması gereken doğru hareket buydu". Adamı kınamazsın bile. Öyle mi? Adam doğru mu yaptı yanlış mı yaptı?
İnsanların birbiriyle ilişkilenme biçiminin bencillikten sıyrıldığı, dayanışmanın ve yardımlaşmanın öne çıktığı, böylece empati kurabilmenin fazlaca yayıldığı bir toplumda bilinci şekillenen birey sağlıksız yönelimlere girmeyecek ve aşkına karşılık vermeyen bir kıza tecavüz etmeyi düşünmeyecektir. Dolayısıyla sorduğun soru geçersizdir. Çünkü böyle bir toplumda bilinci şekillenmiş bireyin söz konusu kızla birlikte olduğunda istediği şey, bir şekilde onun içine girip boşalmak değil, onunla karşılıklı olarak etkileşmek, onun mutlu olduğunu görmek ve kendi mutluluğunu onunkiyle çoğaltmak, onun tarafından sevilmek v.s. olacaktır. Bu yüzden tecavüz aklının ucundan bile geçmez. Aklına gelse bile bu düşünceden en çok kendisi rahatsız olur. Çünkü o sağlıklı bir bireydir; sağlıklıdır çünkü bilincini belirleyen sosyal varoluşu sağlıklıdır. O, komünist toplumda yetişmiş bir komünisttir. Onu, bugünkü çarpık düzenin senin bilincine yaptığı etkiyle düşünerek değerlendiremezsin. Onun hakkında bugünkü aklınla akıl yürütmen doğru değildir. Zira yeni bir düzenin insanları da yeni insanlar olacaktır. Herkesi kendin gibi düşünme. Akıl yürütürken hala kendi özelliklerini tarih üstü biçimde evrenselleştirerek akıl yürütüyor ve metafizik düşünüyorsun. İnsan da değişir, düşünme biçimi, arzuları v.s. herşeyi değişir. Yeterki olumlu biçimde değişeceği koşullar hazırlansın.
-
BAKARA 223-Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!
Bu ayette resmen evlilik içi tecavüz meşrulaştırılmış! Tarlaya benzetilen kadına ''varılırken'' onun iradesini veya isteğini dikkate almak türünden bir şerh düşülmemiş ayette. ''Onlar sizindir, dilediğiniz gibi kullanın'' diyor resmen! Bunun adı evlilik içi tecavüzün meşrulaştırılmasıdır. Cinsel ilişkiyi başlatmakta ve şeklini tayin etmekte sadece erkeği karar mercii kılarak kadını nesneleştiriyor. Zaten Nisa Suresinin bir ayetinde de -hani şu ''dövün'' dendiği ayette- kadınların kocalarına itaat etmeleri gerektiği belirtilmişti. İki ayet birbirini tamamlıyor. İslam yine kadın düşmanı, cinsiyet ayrımcısı, ilkel ve rezil anlayışını ortaya koymuş. Ekonomik gücü yerinde olan okumuş bir kadının böyle bir dini kabul etmesi için ya bambaşka bir öğretiyi islammış gibi sunan bir soytarı, ay pardon ''reformist'', ya onursuz biri, ya gerizekalı, ya da mazoşist olması gerekir.
Kadın ve erkeklerin takvada yarıştıkları, Allah'a itaat etmeleri gerektiği hatırlatılarak sanki kadının erkeğe itaat etmek zorunda bırakılmadığı gibi bir izlenim verilmeye de çalışılmış bu başlıkta bazı arkadaşlar tarafından. Evet, islamda kadın da erkek de Allah'a, yani Allah'ın emirlerine itaat etmek zorunda fakat Allah'ın bu emirleri arasında kadının erkeğe itaati de var! Yani Allah'a itaat etmek veya takvada yarışmak kadının erkeğe itaat etme yükümlülüğünü geçersizleyen birşey değil. Böyle gösterilmesi soytarılıktır. Rezil bir kitabı reddetmek yerine inatla çeşitli hilelerle temize çekmeye çalışmak korkaklık ve ilkesizliktir. Şu unutulmamalıdır ki islam bir erkek dinidir. Tabi eşitlikçi, kibar, dik duruşlu, onurlu erkeklerin değil, azgın, kişiliksiz, kadın üzerinde hakimiyet kurma takıntısı olan bencil erkeklerin dini.
-
E peki madem materyalist olacaz ve metafizik şeylere inanmıyacaz o zaman senin bu dediğin şeyin manası nedir? Mesela nerden biliyorsun tecavüzün "yanlış" olduğunu ve "haksızlık" olduğunu? Ve bu senin daha önce dediğin "herkes mutluluğunu sınır tanımadan aramalı, aksi aptallıktır" lafınla çelişmiyor mu? Keza bu dediğin laf bir bencillik ilkesi gibi duruyor. Ama bu yazında da "kapitalist düzende bencillik var" diye eleştiri getiriyorsun. Burda çelişki yok mu?
Çelişki yok. Tecavüzün yanlış olması ve bir haksızlık olması benim gözümde öyledir sadece. Öte yandan, insanın varoluş ve eyleyiş gücünü kısıtlayan eylemler pek çok kişinin de tepkisini çeker. Bizim çıkarlarımızı birbiriyle zıtlaşan konuma düşüren toplumsal koşulları değiştirmek gerekir. Bu da devrimci bir mücadeledir. Ahlak üzerinden hareket etmek ise sadece lafazanlık olacaktır. Fakat koşulları değiştiremiyorsak ve kendi mutluluğumuz için bir başkasının canını yakmamız gerekiyorsa, o zaman yakarsın. Böyle derken bunu savunuyor değilim, sadece bize bencilliği dayatan koşullar duruyorken mevcut ahlak yanılsamasına kapılıp çıkarlarımızdan fedakarlık etmenin aptallık olduğunu söylüyorum. Ahlakı tanımamak gerekir diyorum. Böyle derken amacım, bencillik yaparak mutluluğumuzu kovalamak değil, bencillik yapmadan da mutlu olabileceğimiz koşulları yaratmak için harekete geçmeyi sağlamaktır. Ahlakı bu yüzden eleştiriyorum. Bencillik gerektirmeyen bir yaşam kurup kendi çıkarımızı tatmin etmek ve bilincimizi sağlıklılaştırmak yerine, çıkar için bencillik etmek ve bir başkasına zarar vermek gereken koşulları ''ahlaklı olmak'' adı altında benimseyip çıkarımızdan bu ahlak için fedakarlık etmek salaklıktır diyorum. Zaten bir yandan bencilce toplumsal ilişkileri içinde bilinci şekillenen insanlar yetiştirip öte yandan da bu insanları ''ahlak'' nutukları çekerek sindirmeye çalışmak çok iki yüzlüce bir tavırdır. Bu noktada, ahlakın kendini geçersizleştirdiğini de görüyoruz. Ahlakın kendisi, -kendi kıstasları üzerinden konuşursak- ahlaksızcadır.
-
Freddie bana pek cevap yazmıyor nedense ama ona yazayım bu konuda
İyi niyetli olduğundan şüphelendiğim kimselere pek cevap yazmıyorum.
Bir kediye zevk için eziyet edildiğini düşün. Bunun ahlaki değerinin devletle üretim tarzıyla falan ne alakası olabilir?Bu soru bana, fikirsel adlı forumda bizim Roq'un liberal olduğu zamanlarda, ''Madem alt yapı üst yapıyı belirliyor, klasik müzik dinlemenin maddi temelini söyle'' türünden yaptığı akla zarar itirazı hatırlattı. Ahlak bir üst yapı kurumudur ve hem alt yapıyla hem de diğer üst yapı unsurlarıyla etkileşir. Bunlar çok farklı oranlarda etkileşmeleri barındıran, pek çok dolayımdan geçen etkileşimlerdir. Ahlakın devlet gibi bir üst yapı kurumu ve üretim tarzı(yani alt yapı) ile etkileştiğini söylemem, onun diğer herşeyden yalıtık olarak ele alınmasının(ki bu metafizik bir tutumdur) yanlış olduğunun altını çizmek içindi. Sen ahlakın diğer şeylerle ilişkisiz olduğunu mu düşünüyorsun? Peki nereden kaynaklanıyor ahlak? Devletle, üretim tarzıyla v.s. ile ilgisiz ise nereden geliyor ahlak? Allah'tan mı yoksa? Senin Feuerbach'ında cevap yok mu yoksa? Gördüğün gibi Ludwig'çim, materyalist olmak için ''Ben Allah'a inanmıyorum'' demek yeterli değil. Ahlak dahil her haltı maddi temellerine oturtmak için kafa patlatacaksın. Sen istersen Platonizme geri dön.
Sınıfsız bir mağara adamları topluluğunu düşün. Bir tanesi gidip bulduğu malzeme ile kendine bir mızrak yapıyor. Diğeri ise gelip bunun kendisinin olmasını istiyor ve zorla bunu alıyor. Biz biliyoruz ki ikinci adamın yaptığı ahlaksız bir harekettir. O mızrak onun hakkı değildir. Birinci adam buna emek sarfetti ve yaptı. Onun hakkıdır.Hani burda sınıf da yok ama gene ahlak var. Noldu?
Sınıfsız toplumda zaten -senin örneğinden anlaşıldığı kadarıyla- bir üretim aracı olarak kullanılan mızrak herkesin malıdır. Dolayısıyla birinin mızrağı bir başkasından çalması diye birşey olamaz. Sınıflı toplumlarda, veya imtiyazlı toplumlar diyerek daha da genişletelim, imtiyaz sahipleri kendi imtiyazlarına ahlaki bir temel bulmaya çalışır ve imtiyazsızlara bunu benimseterek kendi düzenlerini güvenceye alırlar. Bu noktada ahlak, dıpkı devlet gibi, 'alttakileri' bastırma aracı olarak işlev görür. Maneviyatı ahlak haline getiren de budur zaten. Çıkarına olmadığı halde birşeyleri manevi bir temele dayandığını sanarak savunuyorsan, o noktada ahlak söz konusudur. Herkesin çıkarını ortaklaştırmak için uğraşmak yerine çıkar dengesizliklerini devam ettirmeye yarayan ahlak, işte bu nedenle aşkınsaldır, yabancılaşmadır.
Mesela bir adam düşünelim, bu da genç kızlarla yatmak istiyor, ve onları zorla kaçırıp tecavüz ediyor, hatta öldürüyor. Bu da "ahlak denilen kağıttan kaplanı" yıkıp geçti. Bu da kendi mutluluğunu esas alıp diğer insanların hakkını hukukunu tanımadı. Bu yapılan hareketi sınıfla devletle dinle de açıklayamazsın. İnsanların içinde cinsellik isteyen hormonlar var. Senin fikrine kalsa bu adamın yaptığı doğru. Çünkü istediği şeyi aldı ve bu konuda da hiçbir sınır tanımadı. Ama biz biliyoruz ki yaptığı yanlıştır. Bunun yanlış olduğunu bilirken de sadece "insanlar benim de o tarz eğilimlerim olduğunu bilmesin, kendimi güvenli göstermek için bunu kınamalıyım" diye bunu yanlış bulmuyor. Çünkü diyorsun ki:Ve devam ediyorsun:
Senin zihniyetine göre her erkek o zaman bastırılmış bir tecavüzcüdür. Toplumun onu rahat bırakacağını bilse o da tecavüz eder ve öldürür. Mesela sen bir kediye zevk için eziyet etmekte bir sorun göremiyorsun. Ve düşünüyorsun ki "toplumda bu olayı kınama diye birşey oluşmuş ama aslında kimse içinde buna inanmıyor, herkes eline fırsat geçse ve yanına kar kalacağını bilse bir kediye zevk için işkence eder".
Senin amacın ahlakı tartışmak mı yoksa beni vicdansız biri gibi gösterip karalamak mı anlamadım.
İçinde tecavüz etme isteği varsa ve bunu gerçekleştirmek için harekete geçmeye de karar vermişse, demek ki söz konusu adamın gözünde içinde yetiştiği toplumun ahlakının bir geçerliliği yok. O adam değer yargıları demek ki bu yaptığı işin yanlış olduğunu düşünmemesini sağlıyor. Senin ve daha pek çok insanın tecavüzü yanlış bir şey olarak düşünmesi ve samimiyetle hissetmesi, herkesin böyle düşünüp hissetmesini gerektirmez. ''Tecavüz yanlıştır ve kötüdür'' şeklinde, tüm insanların içine konulmuş bir evrensel ahlak yasası yoktur. Peki bu gibi adamları hoş mu göreceğiz öyleyse? Elbette hoş görmeyeceğiz. Senin bana olan hakaretlerin, muhtemelen benim ahlak konusundaki görüşlerin gereği bu gibi adamları hoş göreceğimi sanıyor olman. Ama yok böyle birşey. Ben de böyle birini kınarım. Fakat bunu senin gibi söz konusu kınamaya evrensel bir karakter atfedip yapmam. Benim değer yargılarıma göre bunun yanlış olduğunu bilirim. Öte yandan, bir insanı onun iradesi dışında cinsel ilişkiye zorlamanın bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Herkesin bu görüşümü paylaşmasını da istiyorum. Ama bu isteğimin, bu görüşüm bunu bir evrensel ahlak yasası olarak insanlara sunmayı düşündürtmüyor bana. Seninle farkımız burada işte. Çünkü bu konudaki kendi doğrumuzu ahlak haline getirmek onu metafizikleştirir. Bunun bir çeşit din kurmaktan farkı yoktur bence. Tecavüzcü düşünceleri olan adamlar, bu düşüncelerinden tecavüz ahlaksızlık olarak görüldüğü için değil, tecavüz ettikleri kişiler veya bu kişilerin sevenleri kendisini fiziksel olarak cezalandıracakları için uzak durmalıdırlar.
Herşeyden önemlisi de şu; Bir insan tecavüzcü ise, onun bilinci, kendisini bu yönelime iten ya da bu yönelimini dizginlememesini öğreten bir etkileşimde şekillenmiş demektir. Bunun biricik çözümü de, söz konusu etkileşimi ortadan kaldırarak yeni neslin bilincinin bu biçimde sağlıksızlaşmasını önlemek olmalıdır. Yani çözüm, tecavüzcüyü yaratan yaşam koşullarını değiştirmektir. Fakat ahlakçı zihniyet koşullara önem vermez, koşullar ne olursa olsun uyulması gereken ahlak yasaları olduğunu vaazederek ahlakı tarih-üstü/aşkınsal/metafizik hale getirip sağlıksız yönelimleri böyle bastırmaya çalışır. Bunun, bataklığın üzerine parfüm sıkmaktan farkı yok. Nafile bir çabadır. Tecavüzcüleri yaratan koşullara dokunmadan tarih-üstü/aşkınsal bir ahlak nutuğu üzerinden bu gibi tipleri dizginlemeye çalışmak, bu tecavüzcüleri yaratan koşulları el altından devam ettirmeye yarar sadece. Tam da bu yüzden ahlak bir kılıftır, soytarılıktır, gerçek çözümün üzerini sahte bir iyilik perdesiyle örter. Ben ahlaka, tecavüzcülerin önünü açmak için değil, gerçek bir çözümün önünü açıp onların kökünü kurutmak için karşı çıkıyorum.
Şimdi diyebilirsin ki, ''Tecavüzcülerin bilincini sağlıksızlaştıran ve onların tecavüzcü olmasına sebep olan yaşam koşulları nelerdir? Ne kastediyorsun?''
Bir çocuğu hep bencilliğin ödüllendirildiği, hep rekabet edildiği, kazanması için birilerinin kaybetmesine alıştığı, tüm bunlar sebebiyle empati kurabilme yeteneğinin köreldiği, ihtiyaçları karşılamanın ve tüketmenin yüceltildiği, herşeyin bir fiyatının olduğu, insanlarla ancak meta ilişkileri üzerinden ilişki kurabildiği bir çevrede yetiştirirsen, bilinci bu ortamda şekillenmiş bir çocuğun cinsel fantezileri arasında komşu kızını merdiven altında zorla sıkıştırmak, onun acısı üzerinden kendine haz sağlamak, onun 'kaybedişi' üzerinden 'kazanmak' türünden yönelimler de ortaya çıkacaktır. Ve bu çocuk bir gün bir kırılma anında bunu gerçekleştirebilir de. Bunu düzeltmenin yolu, söz konusu çocuğa ahlak nutukları atıp onu aynı koşullarda yaşamaya bırakmak değil, onun yaşam koşullarını değiştirmek, insanlarla empati kurabildiği koşullar yaratıp onu oraya koymaktır. Aksi halde bataklığa dokunmadan sinekle uğraşmış olursun.
Birincisi her insan farklıdır. Herkesin içinden kadınlara çocuklara tecavüz etmek geçmediği gibi, herkesin içinden kedilere eziyet etmek de geçmez. Sen kendinde empati duygusu eksik olduğu için empati duygusu olan insanları anlayamıyorsun ve herkesi kendin gibi sanıyorsun, ve ahlakın aslında bir toplumsal imaj meselesi olduğu sonucuna varıyorsun. Bu bir.Elbette herkesin içinden birilerine tecavüz etmek falan gelmez. Fakat bencilliğin yüceltildiği ortamlarda yetişen herkesin bilincinde bir çarpılma olur. Bunun derecesi elbette herkeste aynı değildir, kişiden kişiye değişir. Fakat bilinci belirleyen şey sosyal varlığımızdır. Bunu inkar edersen olaya metafizik bakmış olursun. Bilinçleri sağlıklı kararlar ve yönelimlere motive edecek olan en öncelikli etken insanların sosyal varlıklarının şeklidir. Buna dokunmadan ahlak nutukları atmak, sadece sosyal varoluştaki çarpıklıkların üzerini örtmeye yarar. Keza insan bilincinin maddi koşullarca şekillendirildiğini reddedip bunu ''fıtrata'' veya biyolojik bir temele indirgemek de benzer bir sahtekarlıktır. Zaten bu anlayış, örneğin insanın tecavüzcü olmamasını onun ''iyi doğasına'' ya da ''iyi fıtratına'' indirgeyen anlayış, tecavüzcü insanların bu yönelimlerinin sebebini açıklayamaz. Biyolojik bir bozukluk ya da kötü ruhlu olmak türünden absürd ve salakça açıklamalara girişmek zorunda kalır. Tek akılcı ve gerçekçi açıklama, bilinci kişinin toplumsal varoluşuyla ilişkilendirmektir. Bu durumda, daha önce de belirttiğim gibi, insanın sağlıksız yönelimlerinin sebebi onun toplumsal varoluşunda aranmalı ve çözümü de bu varoluştaki sorunların çözülmesinde bulunmalıdır. Yoksa toplumsal varoluşun 'üstünde' görülüp öyle ele alınan bir ahlak üzerinden çözüm olamaz.
İkincisi sen iki mevzuyu birbirine karıştırmışsın. Burda mevzu insanların isterse ahlaksızca işler yapabilme kapasiteleri olmaları değil. Konu senin dediğin "mutluluğunu ararken sınır tanımaması" lafındaki "sınır" olayının gerçekliği. Yani her insanın kendine ait olanın, başta kendi hayatı, kendi bedeni ve kendi özgürlüğü olmak üzere, kendi eşyasının ve kişisel güvenliğinin bir diğer insanların davranışında bir sınır teşkil etmesi olayı. Sen gidip kendi emeğiyle mızrak yapmış adamın elinden mızrağını zorla alırsan, kendi halinde takılmakta olan bir kızı ya da çocuğu alıp tecavüz edip öldürürsen, ya da kimseye zararı olmayan bir kediyi (ineklerde olduğu gibi kendi hayatta kalman gibi bir zaruret dışında ve sadece zevk için) eziyet edip kesersen senin yaptığın ahlaksızdır. Belli bazı sınırları aşmış oluyorsun.Olay bu değil. Olay şu: Mevcut toplumsal düzen, senin sözünü ettiğin sınırları herkese vermiyor. Herkesin sahip çıkıp ilişkilenebileceği olanakları yok. Bu durumda bu olanaklara sahip olmayanların sahip olanlara saygı duyması için bir sebep yok. Öte yandan olay olanak-olanaksızlık ekseninin de ötesinde. İnsanların birbiriyle ilişkilenme biçiminin, toplumsal varoluşunun sağlıksız ve çarpık olmasında. Bencilliğin yüceltildiği bir toplumda, geniş olanaklara ve refaha sahip olanlar da son derece ''manyakça'' işler yapabiliyorlar. Kız arkadaşının kafasını zevk için kesen zengin çocuklarının durumunu bu çerçevede değerlendirebiliriz örneğin. Onu buna iten, sandığın gibi ahlak yasalarına uymaması değil, yetiştirilişinin bencilliği ve ne olursa olsun birşeyleri elde etmeyi, kendi ihtiyaçlarını karşılamanın ve tüketmenin en yüce değer olduğu, başkalarının kaybetmesinin onun algısında normalleştiği, paranın en büyük güç sayıldığı bir ilişkilenme içinde büyümesidir. Sen tüm bunları göz ardı edip işi -tıpkı bir dindar gibi- koşullarla ilişkisizleştirerek aşkınsallaştırdığın bir ahlaka uymamaya indirgiyorsun. Bir de materyalist geçinirsin. Çapsız seni!..
Değer mi?
in ATEİSTCAFE
gönderildi
Uydurma vicdansız uydurma, hangi ''klasik sol'' böyle bir mantık sahibi?
Çamur at izi kalsın mantığıyla iftira edip duruyorsun.
Müslümandın değil mi sen?
Bu kadar insafsızca iftira atıp başkalarını karalamak ancak kör bir imanın ve tanrısına yaranma duygusunun işi olabilir.
Ortaya iddia atıyorsan onu kanıtlayacaksın, ki sonra ettiğin lafın altında kalmayasın.
Hangi solcu veya sol akım ''Adam olmayacaklarsa cehenneme gitsinler'' diye düşünmüş?
Böyle düşündüğü an zaten solu ve solculuğu terk etmiş demektir.
Bilakis, bu düşünce dincilerde vardır!
''Ya imanlı olsunlar ya da cehennemin dibine gitsinler'' mantığı dinlerin mantığıdır.
Kendinden olmayan herkesi yakmalık odun gibi görenler sadece dinlerdir.
Sola laf etmeden evvel kendinize bakın.