Jump to content

Freddie

Üyeliği Sonlandırılmış Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    2.440
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Freddie kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Bu konuyu tekrar güncelliyorum.

    Çünkü Alevilerin islam anlayışı ile geri kalan bir milyarın üzerinde müslümanın islam anlayışı çok farklı.

    Ve bu iki anlayışın uyuşmasına ya da tek başlık altında toplanmasına olanak yok.

    Müslümanlardaki bağnazlık aklın özgürce kullanılmasına sık sık engel olduğu için, onlar islam tanımını bırakamazlar.

    Fakat Aleviler nisbeten daha akıllı, daha anlayışlı. Önemli olanın isimlendirme değil içerik olduğunu biliyorlar.

    O halde inançlarının içeriğini koruduktan sonra ona islam adını vermemelerinin sorun teşkil etmeyeceğini de biliyor olmalıdırlar.

    Aleviler artık kendi inançlarını islam olarak adlandırmayı ve kendilerine de müslüman demeyi bırakmalıdır.

    Çünkü en fazla 25 milyon olan Aleviler ile sayısı bir milyarı geçen diğer müslümanların islam kavrayışı uyuşamayacak denli farklı.

    İkisini birden islam saymak mümkün değil. Allah ve ahiret anlayışları bile çok farklı.

    O halde sayısı az olan ve önemli olanın isim değil içerik olduğunu bilen taraf islam adını terk etmeli.

    Sözünü ettiğim bu taraf, Alevilerdir. Aleviler islam ve müslüman adını kullanmayı artık bırakmalıdır.

    Zaten tarih göstermiştir ki, bu adı kullanmak kendilerine hiçbir fayda da getirmemiştir.

    Ne sünnileri Alevileştirebilmişler ne de sünni şiddetinden korunabilmişlerdir.

    Aleviliğin aslında batınilik(ezoterizm) olarak adlandırılması daha doğru olur.

    Ezoterizm her dinde aynı sonuçlara ulaşır. İslam ezoterizminin diğer dinlerin ezoterizminden fazla farkı yoktur.

    Bu yüzden dinler üstü bir öğretidir bu. Bir yandan tüm dinlere dahildir bir yandan da hiçbirine dahil değildir.

    İki ihtimalde de ezoteristlerin -örneğimizde Alevilerin- kendilerini tek bir dinle adlandırmaları hatadır.

    Zaten Aleviliğin teolojisi musevilik, katoliklik, protestanlık, ortodokslukla da uyuşmuyor.

    Semavi dinlerin dışında bir teoloji bu. Daha ziyade Hinduizmle, Budizmle, Pisagorculukla, Gnostisizmle akraba.

    Bu açıdan da Alevilik islam dışıdır.

    Hatta pek çok ''aşık-ı sadık''ın da nefeslerinden bildiğimiz üzere, kastettikleri Ali de tarihsel bir kişilik olarak Ali değil, kendi tanrı anlayışlarının adı olarak Ali'dir. Buna Ali adını vermelerinin, islam hakimiyeti altında kendilerini güvene almak için takiye yapmaları olduğu rahatça görülüyor. O halde artık Ali ve Alevi isimlerini de bırakmalılar bence. Batınilik veya ezoterizm adı ya da Bektaşilik adını kullanmayı denemeliler bence.

    Son olarak, Aleviliğin bir din olmadığı, dinler ''üstü'' ve dolayısıyla dinlerin dışında bir felsefe olduğu kabul edilmeli. Çünkü son kapının son basamağında ''En el Hak(Ben Allah'ım)'' diyen bir adamın dini olur mu? Din kullar içindir, alt kapılardakiler içindir; oysa asıl Alevilik Hakikat Kapısındadır ve o kapıya gelen ''Ben Allah'ım'' diyerek açık biçimde dinden çıkmaktadır. Dolayısıyla Alevilik aslında dinsiz bir felsefedir. Fakat ''erkana girmemiş'', ''ikrar vermemiş'', Hakikat Kapısına gelmemiş Alevi kitlenin çoğunluğu Alevilik hakkında yanlış bilgilere sahiptir. Bu kişileri aydınlatarak islam illetinden kurtarmak gerekir.

  2. Bizim de psikolojik sorunumuz var mı diye sormuşsun...

    Hımmm...

    Bende uzun süredir garip bir durum var ama psikolojik bir sorun kapsamına girer mi bilmiyorum.

    Zaten ne beni rahatsız ediyor ne de çevremdekileri.

    Tabi bunda fazla çaktırmıyor oluşumun da payı var.

    İnsan bir başkasına karşı duygusal ve/veya cinsel bir ilgi, hoşlantı v.s. duyunca o kişiyle birlikte olmak ister ya hani...

    Örneğin, o kişiyle sohbet etmek, sinemaya gitmek, birlikte dolaşmak, birlikte eğlenmek, sevişmek v.s. istersin...

    İşte bende bu yönde bir istekten ziyade, o kişi olma isteği baskın geliyor.

    Birini beğenirsem veya birinden hoşlanırsam, o kişiyle olmak yerine o kişi olmak türünden bir garip arzuyla dolup taşıyorum.

    Bu bir psikolojik sorun sayılır mı bilmiyorum ve bir hayli merak ediyorum.

    Fakat bu durum, empati kurabilme yeteneğimi fazlaca geliştirdi diyebilirim.

    ''AyFiyılGuud'' ile küs olmasaydık belki ona sorardım ama artık bir başka psikiyatristten öğrenmek lazım.

    Bu iletimi okuyan ve fikri olan bir arkadaş çıkarsa bana ÖM'den ulaşırsa sevinirim.

    Bu arada Ares, borderline nasıl bir hastalıktır bilmiyorum ama en kısa zamanda internetten öğreneceğim.

    Geçmiş olsun.

  3. Sevgili Bergü,

    Yazını okuyan da reformist müslümanları gaz odalarına tıkıp yok etmeyi önerdiğimi falan sanacak. Yapma bunu.

    Sadece fikirsel bazda bir öneri getiriyor ve düşündüğümü söylüyorum.

    Aranızdan birçoğunun islamla hiç uyuşmayan bir felsefesi olduğunu ve bunun adını koymanız gerektiğini belirtiyorum.

    Yapıp yapmamak elbette sizin bileceğiniz iştir.

    Sizi zorlamak veya fiziksel yaptırımda bulunmak türünden birşeyi hiçbir zaman savunmadım.

    Yani tavrımın bir çeşit faşizm olduğunu söylemen veya size karşı sanki nefret doluymuşum gibi bir tablo çizmen haksızlık.

    Ötenaziyi ben de savunuyorum ve karşı çıkanları sertçe eleştiririm; benzer biçimde, ''light müslümanların'' aslında müslüman olmadıklarını savunuyorum ve aksi görüşleri sertçe eleştiriyorum. Ortada çelişki yok. Eleştirilerimiz sert olabilir. Neticede sadece eleştiridir, fikirdir. Yoksa sizi ''ötelediğim'' veya ''yaşam alanınızı tanımadığım'' falan yok. Bilakis, sizin kavrayışınızı yobazlarınkine tercih ettiğimi yazımda da belirtmiştim. Sadece fikir tartışması yapıyoruz, hepsi bu. Tanrınız ile kendi kavrayışınızca mutlu ve huzurlu olarak yaşamanıza da bir laf ettiğim yok. Sadece bunu yaşarken hala kendinizi mslüman olarak tanımlamanızı samimi bulmadığımı belirtiyorum. Çünkü bana göre sizin felsefeniz islam dışı ve kendinizi inatla müslüman olarak tanımlanız da yanlış. Ama böyle tanımlamaya devam edecekseniz edersiniz elbette, ben sadece eleştiririm. Sizin yaşam alanınızı kısıtlamak gibi bir niyetim yok, hiçbir zaman da olmadı. Olayı dramatize etme lütfen.

    Aranızdan bazıları teizmi değil panteizmi savunuyor, en temel islami dogma olan kelime-i şehadeti bile gerekli bulmuyor, ''iyi insan'' olmayı yeterli görüyor, cennet ve cehennem kavrayışları bile çok farklı, tüm dinlerin ortak bir mesaj verdiğini düşünüyor v.s. ama kendini hala müslüman diye tanımlıyor! Tüm dinlerin özü aynı ise ve siz bu özü benimsiyorsanız, bu durumda kendinizi ya tüm dinlerden saymanız ya da dinler üstü görüp hiçbirinden saymamanız gerekmez mi, neden islamı kılıf etmeye devam ediyorsunuz diye tartışmak istiyorum ben de. Olay bundan ibaret. Üstelik hala net bir cevap gelmedi. Kehf-105 orta yerde duruyorken sizin islam hakkındaki görüşlerinizin tümünün islam dışı olduğu çok açık bence. Zaten bu panteistik görüşlerin Hinduizm, Budizm, Gnostisizm, neo-Platonizm ve Pisargoculuk gibi tümü islam dışı olan inançlarda da paylaşıldığını daha önce de belirtmiştik. Bu arkadaşlar kendilerini bunlardan biriyle tanımlasalar fazla ses etmeyeceğim ama inatla müslüman tanımını kullanmaları beni rahatsız ediyor. Çünkü yanlış, çünkü iki yüzlüce, çünkü takiyeci, çünkü kendini açık etmekten korkan bir tavır bu. Yoksa sizin yaşam alanınıza saygı duymamamla ilgisi yok.

  4. KEHF 105- İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.

    Evet, aktardığın bu ayet gayet açık ve net. Bu ayet ortada duruyorken bizim insansever panteistlerin kendilerini daha fazla müslüman olarak tanımlayamamaları gerekir. O halde benimsedikleri felsefenin islam dışı olduğunu itiraf edip kendilerini müslüman olarak tanımlamayı bırakmalıdırlar. Onlar da bir çeşit dinsizdir. Bu ayetle birlikte elimiz iyice güçlendi, teşekkürler xislam.

    Artık konuyu, ''Kehf 105 ortada duruyorken, 'reformist' arkadaşlar nasıl oluyor da hala islam içi bir tutum alabiliyorlar?'' diye de genişletebiliriz. Bu arada, Kehf 105'de sadece kelime-i şehadet değil Kuran'ın tüm ayetlerinin kabul edilmesi gerektiği de belirtiliyor dikkat ettiyseniz. Yani, ''Şu ayet o zaman içinmiş, artık geçerli değil'' denemez. Dört kadınla evlilikten tutun da din Allah'ın oluncaya dek savaşmaya kadar her türlü vicdan dışı ayeti ve güneşin kara balçıklı su gözesinde batmasından tutun da dünyanın düz olduğuna dek her bilim dışı ayeti kabul edeceksiniz.

    Bunu kaçtır yazıyorum bilmiyorum ama yineleyeecğim. Bizim ateist arkadaşlar yobaz diye, radikal diye nitelendirdikleri insanları birlikte yaşanılabilir bir düşünce yapısına / din savunuculuğuna çekmek yerine "light" diye adlandırdıkları insanları radikalleştirmeyi tercih ediyorlar nedense...

    Sevgili Hallac, benim hedeflediğim şey bu arkadaşları radikalleştirmek değil, kendileriyle yüzleşmelerini sağlayıp islamı bırakmalarını, daha doğrusu zaten bırakmış olduklarını fark etmelerini sağlamak.

  5. Sadece listedeki ateistler arasından sevdiklerimizi mi sayabiliyoruz?

    Sayalım o zaman; Rochader, Dehri, Mantık, drekinci, Hallac, Andromeda, xislam, Jadı, Faramir, Hacı (evet, bazen sinir ediyor ama gene de seviyorum ihtiyarı), gerçi bana en son ''beş para etmez bir kişiliğin varmış'' demişti ama hadi bir de Mürteddin olsun...

    Gerisinin bir kısmına karşı 'nötrüm', bir kısmına da gıcık oluyorum(Astur)

    Listeye keşke Roq, Oğuz, Redfinity ve Deicide'yi de koysaydınız.

  6. Forumda kendimce ''light müslüman'' olarak adlandırdığım bir müslüman tipi peyda oldu ve artık onlardan fazlaca sıkıldım. Bu tipler kendi kafalarına göre bir müslümanlık tanımı yapıp herkesi bu tanımın içine tıkıştırıyor. İslamın en temel dogması olan kelime-i şehadeti bile reddeden bir müslümanlık! Müslüman olmayı, sadece iyi insan olmaya indirgiyorlar. ''İyi'' tanımının zaman içinde ve toplumdan topluma değiştiğini bile gözardı ediyorlar. ''İyi insan'' olmak neden hıristiyanlık veya budistlik diye tanımlanmıyor da adı müslümanlık konuyor diye sorunca hiçbir cevap gelmiyor. Bir hıristiyan çıkıp hıristiyanlığı iyi insan olmak olarak tanımlasa ne olacak peki? Muhtemelen bu tür sıkıştırmalar yaptığımızda, ''Sen iyi insan olduktan sonra adlandırmanın önemi yok'' diyecekler ve zaten ellerinde iğreti duran müslüman kimliğini de bir kenara atacaklar.

    Yanlış anlaşılmak istemem, onların bu kavrayışını yobazlara bin kere tercih ederim fakat bu dürüst bir yöntem değil. Bu insanların islamla veya müslümanlıkla hiç ilgileri yok ama inatla islamı bir kılıf olarak iki yüzlüce kullanıyorlar. Sürekli olarak tüm dinlerin özünün bir olduğu, hepsinin mesajının aynı olduğu türünden argümanlar da duyuyoruz. Tüm dinlerin temel mesajı aynı ise ve sen de bu mesajla ilgileniyorsan o halde kendini ya tüm dinlerden sayman gerekir ya da hiçbirinden saymaman gerekir, ama bu arkadaşlarımız inatla bu durumu ''müslümanlık'' olarak adlandırıyorlar ve islamın adını öne çıkarıyorlar.

    Öyle anlaşılıyor ki ateist forumda yapılan din eleştirileri, aklını ve vicdanını kullanamayacak denli yobazlaşmış olanlar dışında pek çok müslümanı etkiledi ve birşeyleri sorgulamaya itti. Fakat çocukluklarından gelen bir kültürel etki nedeniyle islam, müslümanlık, Muhammed, Allah, Ali v.b. adlandırmalardan kopamayıp islamla ilgisi olmayan bir garip 'islamı' Kuran'dan cımbızladıkları cümlelerle icat ediyorlar. Biraz cesaret arkadaşlar! Tanrıya inanmak için ille de bir din sahibi olmak gerekmiyor. ''İyi insan'' olmayı temel almak ve kendisine inanılıp inanılmadığının fazla önemli olmadığı bir tanrı görüşünde olmak için kendinizi müslüman diye tariflemenize ve yobazlarla laf yarışına girmenize gerek yok. Sizin inanç esaslarınız islam dışı pek çok felsefede var zaten. Hatta bazı arkadaşlarımız panteizmi savunuyor. Fakat benim bildiğim, panteizm temelli bir din olamaz, felsefe olabilir sadece. Panteizmden hareketle bir takım dogmalar da icat ediyorsanız ancak o zaman dinleştirirsiniz bu felsefeyi, fakat bu da bu felsefe açısından açık bir yozlaşma göstergesidir. Bu forumda kendine ''reformcu'' diyen veya böyle tanımlanan pek çok arkadaşın görüşleri aslında Neo-Platonizmden, Pisagorculuktan, gnostisizmden farksız. Eğer dinlerin özünde ortak bir felsefe varsa ve yobazlık denen şey bu özden değil bu özü çevreleyen biçimden kaynaklanıyorsa, kendini inatla hala biçimsel olarak tanımlamanın(müslümanlık veya islam tanımı gibi) ne gereği var? Çünkü yobazlığın yanı sıra din farklılıkları ve aslında din dediğimiz şey de işin biçimsel kısmından doğuyor. O halde biçimleri aşın artık. Bin sene evvel kendine peygamber diyen adamlar bu tür bir biçime gerek duymuş ama günümüz dünyasında ne gerek var? Hepsinin özü bir ise ve siz o özle ilgileniyorsanız o zaman artık siz din seviyesini aşmışsınız, felsefeye dalmışsınız demektir. Dininiz yok. Tanrıyı ve insanı merkezine alan bir felsefeniz var. Bırakın bu islam takıntısını artık.

    Şahsen islamın içinde -Aleviliğin de iddia ettiği gibi- bir vahdeti vücutçu panteist felsefe olduğu kanaatinde değilim. Ama olsa bile, islam dediğimiz şey bu batıni(içsel) öğretinin zahiri(dışsal) kısmıdır ve zahirin insanlığa faydadan çok zarar getirdiğini, dinsel ayrılık, savaşlar ve yobazlık getirdiğini, hatta batıni anlamı da gölgeleyip bunun savunucularına da zulmettiğini tarih bize öğretiyor. O zaman zahiri kısmı atın gitsin be kardeşim! Zarar verdiği açıkça görülen birşeyi inatla sürdürmeye çalışmak niye? Kuran'ın bir içsel anlamı varsa, oturun bunu açık açık anlatan bir kitap yazın, sonra da artık o kitabı kendinize kılavuz edinin, Kuran'ı da atın gitsin. Siz de kurtulun biz de kurtulalım yeter yahu. Ben müslüman olsaydım ve islamın içsel bir anlamı olduğunu düşünseydim, örneğin bir Alevi veya Mevlevi olsaydım, aynı öğretinin kendine dinlerin yobazlığını kılıf edinmemiş ve mesajını daha açık biçimde sunan çeşitlerini arardım ve gidip -örneğin- Pisagorcu olurdum. Fakat ''light müslüm'' arkadaşlar neden bu tür şeyleri hiç düşünmezler anlayabilmiş değilim.

    Müslümanlığı iyi insan olmakla eşitleyen veya panteist bir islam anlayışı olan arkadaşlarla bu konuyu tartışmamız lazım. Sizin nispeten hoş görülebilir bir felsefeniz var anladığım kadarıyla fakat bunu islam içi birşey olarak savunmanız, bataklığa düşmüş bir elması etrafındaki çamurla muhafaza etmekte ısrarcı olmak gibi birşey. Şunu bi yıkayın yahu. Çamuru atın, elmas kalsın sadece. Gördüğüm kadarıyla bu arkadaşların müslümanlarla olan uyuşmazlıkları ateistlerle olan uyuşmazlıklarından çok daha fazla. Fakat ısrarla kendilerini müslüman olarak tarifliyorlar! Anlaşılır gibi değil. Yüz milyonlarca insanın inandığı türden bir islamdan çok daha farklı bir felsefe sahibi olmak, bu felsefenin tüm dinlerin özünde varolduğunu iddia etmek, teizmi değil panteizmi savunmak, bu felsefenin kendini din kalıbına sokmadan çıpğlak olarak sunabildiği örnekleri de bilmek ama ısrarla kendini müslüman olarak ve dindar olarak tariflemek bir çelişki ve saçmalık değil midir? Bu başlıkta bunu tartışmak istiyorum.

  7. müslüman olmak için la ilahe illallah demekte şart değildir...

    muhammed resulullah demekte...

    dürüst ve iyi biri olmak yeterlidir...

    hatta kötü ve zararlı biri olmamak daha önce gelir...

    Demek müslüman olmak için ne ''Allah'tan başka ilah yoktur'' demek gerekiyor ne de ''Muhammed O'nun kulu ve elçisidir'' demek ha? Sadece iyi insan olsak yeter. Burada söz konusu edilen ''iyilik''ten ne kastedildiği pek muğlak olsa da...

    Kireç, ben ne Allah'a inanıyorum ne de Muhammed'in elçi olduğuna. Fakat -övünmek gibi olmasın- çok iyi bir insanımdır. Henüz kimseyi öldürmedim, tecavüz etmedim, ciddi zarar vermedim v.s... Dinlerin insanlığa faydadan çok zarar getirdiğini düşünüyor ve kendi görüşüme göre ''iyilik için'' dinlere karşı mücadele ediyorum.

    Sana göre ben de müslüman sayılır mıyım?

  8. Freddie,

    bu mesajını Hodri Meydan bölümüne alıp bu tartışmaya orada devam etmeye ne dersin?

    Bu konuda tutucu değilim, aksi yönde argümanların geçerliliğine ikna olursam fikrimi değiştirebilirim. Sosyalizmi de her türlü savunurum, ille de ahlaki görececi olmam gerekmiyor yani. Ahlak konusunda açık fikirli olduğum için bana nedense bir çeşit ''fikir güreşi'' izlenimi veren Hodri Meydan forumu itici geliyor. Sen de hırs yapmış gibisin zaten. Ahlaki göreceliğe neden bu kadar karşı olduğunu anlayamıyorum. Ama tamam, yine de kabul ediyorum teklifini. Eğer istiyorsan hodri meydanda da tartışırız. Ama görüşlerime referans bulmak için uğraşmam, ahlak konusunda kendi tutumumu ve argümanlarımı tartışırım. Baştan uyarayım. Yavaş yavaş tartışırım, birkaç gün cevap yazmazsam tartışmayı bıraktığımı düşünme. Ha bir de unutmadan, İngilizce sözcük kullanırsan küfrü yersin ona göre. :)

  9. Benim ahlak konusundaki görüşlerim forumda az-çok bilinir. Astur dahil olmak üzere pek çok arkadaş benim ahlaki göreceliği savunduğumu iddia etmişlerdi. Ben ise herhangi bir tanım koymadan kendi görüşümü aktarmıştım. Şimdi bu başlıkta da ahlaki göreceliğe dair çeşitli tanımlar var ve bu tanımların sınırları var. Astur önce konuya ilişkin sınırları belirleyip tartışmacılara dayatmış, sonra da kendi kurduğu alanda rahatça hüküm sürmek için yazmaya başlamış. Tanımları ve onların kalıplarını umursamadan yazmak daha iyi öyleyse...

    Ahlak soyut olarak ele alınamaz, diğer herşeyle az veya çok ilişkilidir. Devletle, üretim tarzıyla, dinle v.s. iç içedir. Ahlak sabit ve mutlak değildir, herhangi bir ilke tüm zamanlar ve tüm koşullar için geçerli olamaz. İnsanların kendilerine has değer yargıları olabilir, bu değer yargıları, içinde yaşadıkları toplumun kültüründen yoğun izler de taşır ama bu yargılar neticede özneldir. Bireyin kendine has değerleri veya ilkeleri olması bir ahlakilik göstergesi değildir. Eğer bu değerleri mutlak bir doğru gibi, tarih üstü biçimde herkese dayatıyorsa ve ''ahlaksallığı'' bir ikna yöntemi olarak kullanıyorsa, karşıtlarına ''ahlaksızlık'' suçlaması yöneltiyorsa işte o zaman ahlaktan ve ahlakçılıktan bahsetmek gerekir. ''İyi'' ve ''kötü'' tanımlarımız olması ahlak değildir; ''iyilik'' ve ''kötülük'' tanımlarımız olması ahlaktır.

    Kendi adıma, kültürün üretim tarzı ve insan etkinliğinin karşılıklı etkileşimi sonucu şekillendiğini, ahlakın ise tıpkı devlet gibi sınıflı toplumların ürünü olduğunu ve sınıfsız topluma geçişle birlikte varlık zeminini yitireceğini düşünüyorum. Çünkü ahlak da -yine tıpkı devlet gibi- çıkarları zıtlaşan iki ya da daha fazla kesimin birbirleri üzerinde düşünsel ve vicdani hegemonya kurma mücadelesinin ürünüdür. İnsanların kendilerini gerçekleştirme mücadeleleri birbiriyle çeliştiği sürece, karşındakini kendi çıkarının ''iyiliğine'' ikna etmek için ahlakı yaratır ya da hazır bulduğunu kullanırsın; ama insanların kendi varoluşlarını gerçekleştirmeleri birbiriyle çelişmek yerine birbini tamamlarsa, işte o zaman ahlaksal soyutlamalara da gerek kalmaz. Unutulmamalı ki ahlak bir soyutlamadır, aşkınsaldır, yabancılaşmadır.

    Örneğin, Ezel diye bir dizi var. Son bölümünü izlemeyi daha yeni bitirdim ve severek de izliyorum. Oradaki Ali ve Cengiz, arkadaşları olan Ömer'i kendi saadetleri için satarken, bu yaptıkları ahlaksızca mıdır? Evet, bunu ''ahlaksızlık'' olarak niteleyen bir toplumsal yargı o kültürde şekillenmiştir ama bence bunun adı ahlaksızlık değildir. Çünkü ahlak denen şey bir ölçü değildir. Ali ve Cengiz, bir yanda mutsuz olmak ama ahlaklı kalmak ve bir yanda da mutluluğa doğru harekete geçmek ama çoğunluğun gözünde ahlaksızlıkla damgalanmak arasında seçim yaptılar. Bu noktada -gerçi dizide henüz böyle birşey olmadı ama- kendi yaptıkları şeyi doğru bulabilirlerdi bence. Çünkü herkes için aslolan kendi mutluluğunu sağlamak olmalıdır. Ahlaki duvarlar ise -bu örnekte- Ali ve Cengiz'in mutluluğuna engel olmuştur. Onlar da kendi mutluluklarını temel alarak ahlak denen kağıttan kaplanı yıkıp geçmişlerdir. Soyut, aşkınsal ve başkaları için bir ahlaka ne gerek var? Buna uymak aptallık değil midir? Ali ve Cengiz kendileri için doğru olanı yapmıştır ve kendileri hakkında neyin doğru olduğuna da zaten yine sadece kendileri karar verebilirdi.

    Peki ihanete uğrayan Ömer ne olacak? Olaya biraz da onun açısından bakalım. Ömer elbette kendisini satan arkadaşlarına sinirlenecek ve onlardan intikam almak isteyecek. O da kendince -sadece kendince- haklıdır. Fakat intikamını soyut ahlaki söylemlerle değil benzer bir acıyı onlara tattırarak almalıydı ve zaten dizide de öyle yapıyor. Ama bu adamları, onların yaptığı ''yanlışı''(ki bu sadece Ömer açısından yanlıştır) tüm topluma teşhir edip Ali ve Cengiz'in ahlaksal bir lince uğramalarını da sağlayabilirdi. O zaman ne olurdu? Duyan herkes onları kınardı, üç gün sonra unutulurdu. Ahlak dediğimiz şey, aslında toplumun bu olayı duyunca kendini Ömer'in yerine koyup o şekilde düşünmesi ve tepki vermesi sonucu ortaya çıkıyor en temelde. Fakat aynı toplum neden kendini Ali ve Cengiz'in yerine koyup onlar açısından düşünmüyor? Belki Ali ve Cengiz de kendi ihanetlerini yapmadan evvel benzer bir olay karşısında ''ahlak'' nutukları atıyorlardı, kim bilir? Toplumun kendini sadece Ömer'in yerine koyması, toplum dediğimiz bu üçüncü kişilerin kendilerini birbirlerine dürüst insanlar olarak gösterme kaygısından kaynaklanıyor. Bu tür bir arkadaş satma hikayesini duyunca benim gibi tepki verip satanların açısından da olaya baktıklarını belirtirlerse diğer herkes tarafından güvenilmez olarak mimleneceklerdir çünkü. Bu olayı kınayan herkes, bu kınama sırasında etrafındakilere kendisinin bu tür bir satmayı asla yapmayacağı, dürüst bir insan olduğu şeklinde izlenim bırakma amacı güdüyor. Peki böyle yapmalarının sebebi ne? Hakikaten de arkadaş satmamak ve dürüst olmanın bir ahlak yasası olarak benimsenmesi mi? Elbette değil. Etraflarına güvenilir biri olarak görünmek herkesin çıkarına gelir. Güvenilir bir izlenim verip ahlak nutukları atan koroya katılacaksın ki ileride sıra sana gelince sen de sana güvenen bir Ömer'i kazıklayıp Ali ve Cengiz gibi kendi mutluluğuna koşabilesin. Ama o gün gelene kadar etrafındakileri de düşünmek zorundasın. Bir arada yaşıyorsak, bir arada yaşadıklarımız üzerinde bıraktığımız izlenimler önemli. Ahlak denen soyutlama işte buradan kaynak buluyor. Bir arada yaşadığımız insanları düşündüğümüzü onlara göstermek, kendi çıkarımız için önemli. Ama elbette kimse bunu belli etmez, sanki hakikaten başkalarını düşünmek bir erdemmiş gibi davranır ve o şekilde kodlarlar. BNöylece ahlak dediğimiz şey ortaya çıkar. Fakat özünde çıkar ilişkileri yatmaktadır. Ahlak denen örtüye sahiden inanırsan sadece aptal olursun, önemli olan şey zihnini ona esir etmeden mutluluğu kovalamaktır. Kapiş?

    Görüldüğü gibi ahlak dediğimiz şey, çıkar ilişkilerinin üzerine örtülmüş yalancı bir kılıftır. Tam da bu özelliği nedeniyle kendisi ''ahlaksızca''dır, yani kendini geçersizleştirir. :)

  10. ya zaten tasavvufta son mertebe de "enel hak"diyebilen bir insanın herşeyi inkar seviyesine gelip Allaha karışması benim idrak edebildiğim bişey değil şu anda..Ateizmle aynı söyleme geliyor gibi çünkü.

    Aynı söyleme gelmiyor.

    Nedir biliyor musun o pek büyük ''sır''? Alevilik sırrını şimdiden öğrenmek ister misin?

    Kulağını açıp iyi dinle o zaman, işin özü şu;

    Allah ne duygusu ne düşüncesi olan, benlik sahibi bile olmayan bir farkındalık, pasif bir tanıktır.

    Kainat ortada yokken Allah da yok idi, zaten bu durum Alevilerin nefeslerinde de anlatılır.

    Çünkü farkındalık, ancak farkında olunacak şey ortaya çıktığında söz konusu olur.

    Evren yokken, Allah da 'bilinçsiz bir bilinç' halindeydi. Derin uyku durumundaydı.

    Hiçbir şeyi farketmekle meşgul olduğu için kendisi de bir hiçti. Sadece bir potansiyeldi.

    Sonra kendi iradesi dışında bir rüya gördü. Tıpkı geceleri bizim de rüya görmemiz gibi.

    Rüyamızı biz planlıyor muyuz? Elbette hayır. Aynı bunun gibi Allah da bunu planlamıyordu.

    O rüyasının yaratıcısı değildi. Evreni Allah yaratmadı. İşte ''kapılarda'' yükseldikçe öğreneceklerinden biri bu.

    Rüya nasıl ki bilincin içindedir, evren rüyası da Allah'ın içindedir. İşin panteizm kısmı burası.

    Gnostisizm öğretir ki, tüm yaşam, uykudaki Allah'ın gördüğü bir rüyadır. Ve senin bedenin, nefsin de bu rüyanın bir parçası.

    Fakat sen, en temelde, örneğin her gece yatıp derin bir uykuya daldığında aynı Allah gibi oluyorsun.

    Uyumak sandığın şey aslında gerçeğe uyanmak oluyor. Sabah uyandığında ise aslında gerçekte uykuya dalıyorsun.

    Alevi sırrı, insanın özündeki tanrısal bilincin keşfedilmesi ve tüm yaşamının senin gördüğün bir rüya olmasının farkedilişidir.

    Çünkü sen Allah'sın. Ama Allah senden ibaret değil. Sen onun(ve aslında kendinin) gördüğü bir rüyadasın.

    Kendini bu rüyaya kaptırırsan, yani uyumaya devam edersen, bu rüyadan çıkamazsın.

    Yok eğer uyanır ve rüyayı gören Allah'ın ta kendisi olduğunu anlarsan, işte o zaman rüyadaki maceran bitince ''Hakk'a yürürsün''.

    Bunu farkedemeyip kendini rüyadaki karaktere(nefsine, bedenine) kaptırırsan, beden ölümlü olduğu için, bu rüyadan çıkamaz ve tekrar bedenlenirsin.

    ''En el hak'' diyenler ise, kendinlerinin Allah'la bir olduğunu bilir, Allah'la aynı rüyayı gördüklerini, tüm yaşamlarının, nefslerinin ve bedenlerinin bir rüya olduğunu bilir. Ve onlar kendilerini rüyada unutmak yerine, benliklerini/nefslerini öldürüp(aynen İsa'nın çarmıhta kendini öldürmesi gibi) Allah'ta yeniden doğarlar. Bu durum bir farkındalık artışını anlatır. Gönül gözünün açılması denen de budur. ''En el hak'' diyenler, sizler gibi rüyadaki bir karakter değildirler, ''ben'' duygularını bırakmışlardır; onlar kendilerinin rüyayı gören Allah olduklarının farkındadırlar artık. Kişinin kendinin tanrı olduğuna ve tüm yaşamının aslında onun zihnindeki bir rüya olduğuna yönelik bu farkındalığı, onu yaşamın tüm korkusundan sıyırır. Çünkü kıyamet kopup tüm kainat ortadan kalksa bile, o, kendisinin kainatı ortadan kaldıracak olan ve tüm bu rüyayı gören bilinç/Allah olduğunu bilmektedir artık. Zaten bu farkındalık, gerçek sandığı yaşamın kendi gördüğü bir düş olduğunu öğrenmesini sağlayıp tüm evreni onun bilincinde dürüp katlamıştır bile. Söz konusu uyanış zaten aklın kıyametidir. Kendisinin rüyaya yatmış Allah olduğunu ve tüm yaşamın kendi gördüğü bir rüya olduğunu bilmesi onu her tür korkudan uzaklaştırdığı gibi, söz konusu rüyanın her anının keyfini çıkarmasını, herşeyi sevmesini de sağlar. En acı şeyleri bile sever, çünkü gerçek olmadığını bilir. Biz de bazen korkunç rüyalar görürüz geceleri. O sırada kendimizi kabusumuza kaptırdığımız, onu gerçek gibi yaşadığımız için kan ter içinde uyanırız. Ama kabus içerisindeyken kendimizi gördüğümüz bir karakterle özdeşleştirmeyi bırakıp bunun sadece bir düş olduğunun ve bizim bu düşü gören esas zihin olduğumuzun farkında olduğumuzda, yani kabusumuzdaki kurban değil o kabusun biricik tanrısı olduğumuzu anladığımızda işte o zaman artık hiçbir şey bizi ürkütemez ve tanık olduğumuz herşeyi tıpkı bir sinema filmi izliyormuşuz gibi huzurla izleriz. Yaşamımız kabus gibi olsa bile, bizim bunun içinde basit bir figür değil tüm kabusu gören biricik bilinç olduğumuzu biliriz. Rüyalar ve kabuslar sadece kendini gören bilinçte vardır ve ne olursa olsun o bilince zarar veremezler. Ancak söz konusu bilinç kendini o kabus içinde gördüğü bir karakterle özdeşleştiriyorsa, yani kendini bilmiyorsa, o karakterin kabus içerisinde başına gelen herşeyin acısını yaşar. Tüm rüyayı(yaşamı, evreni) gören bilinç(Allah) olduğunu farkettiğinde ''En el hak'' dersin ve her baktığın yerde Allah'ı görür, onun dışındaki tüm varlığı inkar edersin, çünkü her varlık Allah'ın bilincinin içindedir, onun gördüğü bir düştür, varolan sadece bu düşü gören bilinçtir.

    Şimdi biraz daha netleşti mi?

    Yoksa Ali ve Muhammed'in çıktığı farkındalığa ulaşmak yerine, onları övüp peşlerinde kulluk etmeye devam mı edeceksin?

    Gerçi şu an'a kadar hep tüm kainatı bir rüya olarak gören bilinci ''Allah'' diye niteledik. Ama aslında bu da doğru değildir. Zira söz konusu Yüce Varlık sadece görür, rüyalar ise onun iradesi dışında ortaya çıkar. Yani evreni o yaratmamıştır. Evreni yaratan -evren kusurlu olduğu için- kötücül bir ikincil varlıktır. Buna literatürde ''Demiurg'' denir. Yapısı gereği egoisttir, tutku ve ihtirasları vardır, kendini beğenmiştir. Evreni o yaratmıştır. Bizi, kendi yarattığında kaybetmiştir. Yaratanlık ve egoist karakter yapısı sana kimi hatırlattı? Tevrat'ın Yehova'sı ile Kuran'ın Allah'ıdır bu. Üstte -anlamanız kolay olsun diye- Allah olarak adlandırdığımız Yüce Varlık ise sizin sapık dinlerinizde Şeytan olarak karalanan Lucifer'in ta kendisidir aslında. Biricik gerçek ve iyi tanrı(daha doğrusu tanrıça) O'dur. ''İyiyi ve kötüyü bilme ağacı''ndan meyve verip kendisine ulaşmamızı isteyen O'dur. Sonrasında ise Yaşam Ağacı ile O'na ulaşacaktır insan. Ama sizin sapık tanrınız insanı bundan men etmiş ve dünyaya(''kozmosun mağarasına'') atmıştır. Aslında bu süreç, insanın dinlerin tanrısı önünde kul kalması ile bunu aşıp kendi tanrısallığını keşfetmesi mücadelesinin sembollerini içeren alegorik bir hikayedir. Sence İsa neden bir mağarada doğar? Yeniden dirilttiği Lazarus neden bir mağaradan çıkar? İsa'nın ve Lazarus'un ''ölümden dirilmesi''nin hakiki manası nedir? Zira bir mağara ya da hapishane kılıklı bu alemin egoist hükümdarı Allah/Yahve'dir. Onlar öğretilerine onun sultasında başlar ama kendi benlikleri şahsında evreni(rüyayı) reddedip uyanırlar ve mağaradan çıkarlar. Buradaki tekrar diriliş, ölmeden ölmeyi ve hakikatte uyanmayı anlatır. Rüyadaki sahte benliklerini/nefslerini öldürüp rüyayı gören bilinçte dirilmişlerdir. İsa, Musa ve Muhammed'in aksine Lucifer'in mürididir. Aslında hıristiyanlık hikayesinde gnosisin öğretisi mükemmel biçimde verilir. Aleviler bunun için Kuran'da ayet ayıklamakla ve cımbızlamakla uğraşıyorlar, oysa hıristiyanlık hikayesi bir bütün olarak bu sırrı çok güzel açıklıyor. Boş vaktim olduğu bir gün Hıristiyanlığı da masaya yatırmayı düşünüyorum zaten. Ama şu sıralar çok işim var.

    Kendine iyi bak...

  11. Fuzuli,

    Konu hakkındaki cevabı bir önceki sayfada yazmıştım, Alevilik hakkında da bazı sorular sordum.

    Fakat sen kaçmayı tercih ediyorsun. Sen bilirsin.

    Bu arada, bana neden ''demonik'' dediğini anlayabilmiş değilim.

    Ayrıca benle diyalogu neden çok önceden bıraktığını yazdın? Küs müyüz yoksa?

  12. Fuzuli,

    Görmeyeli sen iyicene dellenmişsin.

    Şiirler falan sokuyorsun araya, histerik bir halin var.

    Bence cem evinden ziyade bir psikiyatriste takıl, daha çok faydasını görürsün.

    Kızdırdım mı böyle diyerek? Ama senin tüm varlığı kucaklayan bir sevgiyle kendinden geçmiş olman gerekmiyor muydu?

    :)

    Sana kısa ve net sorular soracağım, mümkünse anlaşılır biçimde, nöbet geçirmeden cevap yazmaya çalış. :)

    Alevilikte yaratan-yaratılan ayrımı var mı?

    İslam, hıristiyanlık ve musevilikte böyle bir ayrım var.

    Budizm, Hinduizm, Gnostisizm, Platonizm v.s. de ise böyle bir ayrım yok.

    Alevilikte de olmadığına göre sence bu inancı hangi gruba yakın koymak gerekir?

    Peki Alevilikte cennet-cehennem inancı var mı? Yok. ''Devriye çemberi'' inancı var mı? Var.

    O halde nasıl oluyor da Alevilik semavi dinler arasında sayılıyor sorması ayıp?

    Sürekli bir tekamül sürecinde insanın olgunlaşması ve olgunlaştığında da tanrının sinesine geri dönmesi düşüncesi Budizm, Platonizm, Gnostisizmde de var.

    Sence Alevilik hangi grupla akraba görünüyor?

    Belki dediğin doğrudur ve islam en baştan beri Aleviliğin felsefesindedir.

    Fakat o zaman da yüz milyonlarca sünni ve şiinin islam dışı olduğunu iddia etmek gerekecek.

    Çünkü sünni ve şiilerin teolojisi ile Alevi teolojisinin bir araya gelemeyecek denli farklı olduğunu kabul edersin herhalde?

    Zira biri yaratan ile yaratanın farkına inanıyor, diğeri ise aynılığına. İnandıkları Allah birbirinden farklı.

    Farklı Allah'a inanlar aynı dinden olabilir mi?

    Ayrıca senin bu islam vurgun zahir(dışsal kısma) olan saplantını henüz aşamadığını gösteriyor.

    Demek ki Hakikat Kapısının bir hayli uzağındasın.

    Eğer batın(içsel anlam) pek çok dinde aynı ise senin bu islam vurgunun bir anlamı yok.

    Biraz Platonizm ve Pisagorculuğu veya hıristiyan gnostisizmini de araştır.

    Alevilikle benzerliğini görünce dudağın uçuklayacak.

    Aleviliğin islamla ilgisi yok. Zaten islamı şeriattan ayrı düşünemeyiz.

    Şeriat Kapısı ise Alevilikte ilk kapıdır ve ikinci kapıya geçince şeriattan çıkılır.

    En üst kapının en üst makamında ''En el hak'' diyen adamın dini olur mu?

    Düşün Fuzuli düşün... Düşün ama şiir okuma bana.

  13. Dehri,

    Alevilerin teolojisi ile sünnilerinki arasında büyük fark var gerçekten de. Bence de Aleviliğin islamla ilgisi yok. İslam, Hıristiyanlık ve Musevilik aynı aileden örneğin; Alevilik ise Gnostisizm, Kabala, Orfizm, Platonizm, Pisagorculuk, hatta Hinduizm ve Budizm ile akraba görünüyor. Hıristiyanlıkta da islamdaki gibi cennet-cehennem inancı ve yaratan-yaratılan ayrımı varken Alevilik bunlara yer vermiyor. Fakat hıristiyanlık ile islam ayrı birer din olarak görülürken Alevilik islam içi sayılıyor! Bu çok yanlış bence. Alevilik sadece islamın değil, semavi dinlerin dışında bir inanç. Çünkü ne cennet-cehennem inancına yer veriyor, ne de yaratan-yaratılan ayrımına. ''Devriye çemberi'' denen bir düşünceye dayanıyor, ''kamil insan'' olana kadar tekrar bedenlenip duruyorsun, kamil insan olduğunda ise ''Hakka yürüyor'' ve Allah'a karışıyorsun v.s... Bildiğim kadarıyla böyle. Ve bunlar Pisagorculukta, neo-Platonizmde v.s.de de var. Hatta bana kalsa Aleviliği bir din olarak değil, tıpkı Platonizm ve Pisagorculuk gibi bir felsefe olarak tanımlardım.

  14. İslam neden yok olmadı?

    İslamın tanrısı bir Rab Tanrı, yani Efendi Tanrıdır. Köleci ve sonrasında da feodal dönemde insanların tanrıyı bu şekilde kavramaları gayet normaldi. Çünkü toplumsal ilişkiler bu şekildeydi, insanların doğduklarından beri içinde oldukları ilişkisellik bir efendi-köle ilişkisiydi. Ancak insanlık farklı bir toplumsal ilişkiselliğe girerse, yani efendi ve kölenin olmadığı bir ilişki içine bir nebze de olsa girerse, kitlesel ölçekte bir bilinç yükselmesi yaşayabilir ve eskinin Efendi Tanrı anlayışını kabullenmekte zorlanıp çağ dışı bulur ve eleştirebilir. Kapitalizmin tekelleşmediği ve serbest rekabetin en olanaklı olduğu ilk dönemlerde dünya buna yakın bir aydınlanma yaşadı. Keza bizim ülkemizde de M.Kemal'le girişilen sınırlı bir kamu ekonomisi dahi bu tür bir düşünsel aydınlanmanın az da olsa temeli oldu. Fakat rekabetin kısa sürede tekelleri ve oligopolleri doğurması, eskinin köle sahibi ve ağalarını yeninin kapitalistleri haline getirerek insanlığın tanrıyı bir Rab/Efendi gibi kavrayışının koşullarını tekrar olgunlaştırdı. İnsanların otoriter sosyal ilişkiler arasında ezilmesi, toplumsal bilinci tekrar geriletti ve din eleştirisinin önünü kesti. Çünkü zorba ve emredici bir Rab Tanrı artık yine ''normal'' karşılanmaya başlandı. Kamu egemenliğine dayanan ekonomik alternatiflerin(sosyalizm ve sosyal demokrasinin) de gerileyişi ile birlikte dinlerin ve muhafazakarlığın yükselişi yeni bir trend kazandı.

    Kısacası, islam yok olmadı çünkü islamın tanrı ile insan arasında kurduğu ilişki bir efendi-köle ilişkisidir ve insanların zihninde bu tür bir ilişkinin kabul edilebilirliğini sağlayan toplumsal/ekonomik koşullar hala sürmektedir. Sosyal hayatta efendi-köle ilişkisi sürdükçe halk yığınları dinlerin zorbalığını veya cehennem sahibi bir Rab Tanrı anlayışını sorgulamayacaktır. ''Metropol feodalizmi'' olarak tanımlayabileceğimiz günümüz kapitalizmi aşılmadan Rab Tanrı inancını geriletmek pek mümkün değildir. Kapitalizmin gerçek tanrılarının egemenliğini(tekelleri, oligopolleri ve tüm patronları) eleştirmeden dinlerdeki Efendi Tanrı anlayışını eleştirmek de mümkün değildir. İslam hala yaşıyor çünkü küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap veriyor. Hala yaşıyor çünkü kendi sermayesini yaratıyor. Hala yaşıyor çünkü emekçileri afyonlamakta burjuvaziye müthiş bir olanak sunuyor. Hala yaşıyor çünkü emperyalizmin gerici projelerinin öznesi durumunda. Hala yaşyor çünkü toplumu bölüp birbirine düşürmekte veya birleştirmekte hala çok etkili. Rab Allah düşüncesi hala yaşıyor çünkü kapitalizmin gerçek tanrıları için güzel bir maske.

  15. İbrahim..."kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ"

    İbrahim..."Allah'a hanif olarak samimiyetle yönelerek ummet oldu."

    "Ve lem yeku min'el müşrikiyn"

    "müşriklerden olmadı veya müşriklerden olmaktan kurtuldu."

    Evet! Ummet nedir? Uyanan var mı? Müslümanlara soruyorum.

    Ateler zaten çakmazlar bu işten.

    Ateler çakmaz bu işi demişsin ama çaktım sanırım.

    Allah'ı kendinde/kalbinde bulanlar ümmettir, bunu yapamayanlar ise müşriktir.

    Çünkü insan özünde Allah'tan bir parçadır. Fakat bu parça yerine kendi nefsine yönelirse, ya da başka bir ifadeyle söylersek, herkeste ortak olan tanrısallık yerine dünyevi/bedensel yanılsamaya yönelirse, kendini nefsiyle bir tutarsa, işte o zaman ayrılığı yeniden üretir ve müşriklerden olur.

    İnsanın amacı, tanrısal özünü keşfederek tüm varlıktaki Allah'ı bulmak ve ikilikleri ortadan kaldırarak birliği farketmektir. Çünkü Allah'la ortak olan bilincimiz dışındaki herşey bir rüyadır, yanılsamadır. Müşrikler ise, varlığın birliği söz konusu olmasına karşın, sanki Allah'ın içinde olmadığı birşeyler de varmış gibi bir yanılgıya düşmüşlerdir. Bence müşriklik vahdet-i vücud felsefesini kavramayanlara verilen bir addır. Ümmet ise sadece Allah'ın varolduğunu, herşeyin Allah'ta ve Allah'ın herşeyde olduğunu farkedenlerdir. Elbette öncelikle kendi kalplerinde...

    Nasıl? Bir ateist olarak çakmış mıyım meseleyi?

    Ama hakkını vereyim, sizinki sünni islamın felsefesinden çok daha güçlü ve tutarlı bir felsefe.

    Forumda çoğu zaman dinlerin dışsal(zahir/egzoterik) kısmını eleştiriyor fakat içsel(batın/ezoterik) mananın eleştirisine fazla odaklanmıyoruz.

    Bu yüzden şeriat veya yobazlık eleştirilerimiz sizin gibi islam gnostiklerini(sufi-Alevi) fazla etkilemiyor.

    Bu tür izahatlarla sünnileri kendi felsefene çekebilirsin ama materyalizm karşısında senin gnostik felsefen de etkisizdir Fuzuli'ciğim. :)

    Ha bu arada, dışsal kısım içsel kısmı bile gölgeleyecek ve insanlara acı çektirecek boyutlara gelmişse, dışsal kısmı değiştirmeyi ve yenilemeyi veya herhangi bir dışsal alegoriyi kullanmamayı düşünmez misiniz? Niye hala Muhammed, Ali, Kuran v.s. üzerinden veriyorsunuz mesajınızı? ''Özü'' aynen durduktan sonra ''kabuğu'' değiştirmenin ne zararı var? Bırakın şu islamı artık Fuzuli, kendinize başka bir kabuk bulun. Veya Pisagor ve Platon gibi kabuk kullanmadan anlatın derdinizi.

  16. SadeceAteist, uğraşıp uzunca yanıtlamışsın, teşekkür ederim.

    Mahmud Esad Bozkurt'a gelince, o da devlet sosyalizminin savunucusu. İlginç bir kişilik. Marksizme ilgi duyan, sosyalizan bir kişilik. Mahmud Esad Bozkurt ile ilgili TEORİ dergisinde derin bir araştırma mevcut. link olarak size gönderebilirim.

    Eğer linki bulup bana gönderebilirsen çok sevinirim.

    Mustafa Kemal'in ulusalcılığı savaş esnasında milli birliği sağlama, milliyetçiliği ise ümmeti ulusa çevirmekte kullandığı yönünde kendi beyanı da mevcut.

    Bu beyanat nedir ve nerede geçmiştir, kaynağını hatırlıyorsan yazar mısın?

    Gerçi, bir çok arkadaş buna karşı çıkacaktır, devamlı Cumhuriyet'ten sonra Sovyetlerle olan işbirliği kesilmiştir derler ama galiba 1927'de Ekim Devrimi'nin 10. yıl döneminde, Sovyet Surits'e, Sovyet devrimine uzak olmadığı, daha farklı yollarla Türkiye koşullarında aynı yörüngede gitmek istediğini, kalbinin proleterler için attığını, fakat şu anda milliyetçi görünmek durumunda olduğunu, çünkü milliyetçiliğin dinden daha ileri olduğunu beyan ediyor

    Bu beyanattaki cümleler tam olarak nedir ve nerede geçmiştir, bunu da belirtirsen çok iyi olur.

    Tabi eğer hatırlıyor veya kaynağa erişebiliyorsan.

    Yoksa da canın sağolsun.

    Sevgiler...

  17. ''İyi insan olmak'' türünden bir tanımlama dinsel bir öz düşüncesi için fazlasıyla muğlak ve dünyevi.

    Böyle bir öz olmaz.

    Gnostisizm bu türden bir öz sunar.

    Düşüncelerden ve isteklerden de arındırılmış, sadece benliksiz bir farkındalığa indirgenmiş bilinç olarak tarifler bunu.

    Gnostisizme meyleden arkadaşlar var.

    Özellikle de Aleviliğe meyleden arkadaşlarımız var.

    O halde onlara tekrar sorayım;

    ''Eğer tüm dinlerin mesajı aynı ve ayrıntılarda boğulmamak gerekir diyorsanız, sizce en çok hangi din bu temel mesajı daha yalın biçimde sunuyor?

    Çünkü ayrıntlar çoğu kere asıl içeriği gölgeliyor. O halde asıl mesaja en kolay ulaşabileceğiniz, en zararsız ayrıntısı olan dini tercih etmek gerekmez mi?

    Örneğin, hıristiyanlığın ayrıntıları daha az ise, şeriatı yoksa, İsa'nın öğretisi temel mesajı daha görünür biçimde sunuyorsa, islamda ısrar etmek niye?

    Muhammed'in de bir pegamber olduğunu(kelime-i şahadeti) kabul etmek fakat asıl mesajın İsa'da/İncilde daha sade olarak göründüğünü vurgulayıp kurandan ziyade incile yoğunlaşmanın neresi yanlış? Aynı içeriği almaya çalıştıktan sonra ha Muhammed üzerinden yürümüşsün ha İsa üzerinden ne fark edecek?

    Ya da üstte belirttiğim gibi -örneğin Alevilerdeki gibi- insanın tanrısallığı düşüncesi temel ise, cennet tanrıya kavuşmak ve cehennem de ondan uzak düşmekten ibaret ise, insan sonunda ''En el hak'' diyorsa, sadece Ali veya İsa değil, günümüze daha yakın dönemlerde yaşamış ve ''En el hak'' diyecek düzeye gelmiş insanların yazılarına odaklanmak daha akıllıca değil midir? Örneğin, Ali de Hacı Bektaş da ''En el hak'' diyecek yetkinliğe ulaşmışsa, ikisi de dinin özünü kavradıysa, ikisi de kendi tanrısallıklarını keşfedip ''Hakikat Kapısı''na gelmişse, neden zaman olarak bize çok daha yakın olan Hacı Bektaş'ı Ali'nin, İsa'nın, Muhammed'in önüne koymayasınız ki? Ali'yi Hacı Bektaş'tan ya da Pir Sultan'dan üstün yapan nedir? Muhammed'i Mevlana'dan üstün yapan nedir? Aynı hakikate vardıktan sonra kişilerin ne önemi var? Aynı hakikati sunduktan sonra ismin islam veya hıristiyanlık olmasının ne önemi var?''

  18. Freddie çok ciddiyim sen sadece öleceğin günü bilmiyosun:)

    Aslında onu da biliyorum. Daha doğrusu, ecelimle ölmeyi beklemeyeceğim için biliyor olacağım. :)

    Sadece akılla işin içinden çıkmak mümkün değil..akıl,sezgi,idrak,hissiyat hepsi lazım

    Evet, zaten gnostisizm de bilgi edinme sürecini üçe ayırıyor: Akıl yoluyla, tecrübe yoluyla ve sezgi yoluyla.

    Tanrı bilgisi olan gnosis ancak sezgi ile alınabiliyor onlara göre.

    Zaten gnosisin tam karşılığı, ''Sezgi yoluyla edinilen tanrı bilgisi''.

    Bir de dikkat ettiysen imandan değil bilgden bahsediyorlar.

    Bir çeşit aşk ve özlem duygusu ile farklı bir farkındalık kazandırıyormuş insana bu sezgi.

    Fakat önceki yazılarından okuduğum kadarıyla senin namaz kıldığını hatırlıyorum Zensen.

    Gnostisizmde, veya Alevilikte fark etmez, kişi en sonunda ''En el hak'' diyor. Allah'ı kendinde buluyor.

    O halde namaza artık ne gerek kalıyor? Kendine mi tapıyorsun?

    Neyse, senin bileceği iş tabi.

    Son haftalarda gnostisime fena merak saldım. Harıl harıl okuma yapıyorum.

    Özellikle de bireyin 'en derininde' herşeye pasifçe tanıklık eden ve benlik duygusu bulunmayan bir bilinç olduğu düşüncesinin verdiği ilham muhteşem.

    Bu düşünceyi, insanları, içinde yetiştikleri gerici kültürün kalıplarından çıkarmada kullanmak mümkün ve bu çok heyecan verici birşey.

    Gnosisin materyalist bir yorumu yapılabilir ve bu, kitleleri devrimcileştirmekte kullanılabilir mi diye 'aşka' gelmekteyim şu sıralar.

    Valla yazarken bile ağzımın suyu akıyor. :)

    Tabi Aleviliğe(gnostisizme) de dokundurmadan kapatmayayım iletimi.

    Bu öğretide, tanrıyla ortak olan insandaki bilincin kendi düşüncelerine de bakması söz konusu.

    Yani tanrısal öz, düşünceleri ve arzuları da içermiyor.

    Gnostisizmde evreni yaratanın tanrı değil, ''demiurg'' olduğu kanısı vardır.

    Allah herhangi birşey düşünmüyor, kendiliğinden ortaya çıkan düşüncelere bakıyor ve onlar üzerinden kendinin bilincine varıyor yalnızca.

    Zira bilinç bir farkındalıktır ve farkında olunacak dışsal birşey(düşünce, istek, evren v.s.) olmazsa kendini farkedemez ve karanlığa gömülür.

    Allah tek başına kaldığında -paradoksal biçimde- bilinçsiz bir bilinçtir.

    Aslında kendisi 'derin uyku' durumundadır. İrade dışı gördüğü bir rüya ile tüm kainat onun aklına girmiştir. Zaten işin panteist kısmı da burada.

    ''Herşey birdir'' lafının temeli bu. Tüm evren ve varolan herşeyin Allah'ın(bilincin) gördüğü bir düş olması ve dolayısıyla bilincin içinde olması.

    Bu düş olmasaydı kendisi derin uyku durumunda kalacak ve karanlıklara gömülecekti. Hiçliğin bilincinde olan bir bilinçsizlik hali...

    Şimdi böyle bir Allah'a 'kavuşmak' harbiden de istenilir birşey midir, bunun üzerinde düşünmenizi çok isterdim.

    Eskinin ''dedeleri'' insanın içindeki hiçliği takdire şayan biçimde tespit etmiş ama buna derin manalar vermek türünden bir yanılgıya düşmüşler.

    Alevilik de, insanın 'derinindeki' hiçliğinin yüceltilmesinden başka birşey değil bence.

    Allah'a kavuşup derin uykuya yatacağına, hiçleşeceğine; günah işleyip tekrar bedenlenmek daha tercih edilir bir durum.

    Harbiden mistisizme imanın varsa, Şeytan'a yönelmeni tavsiye ederim. :)

  19. Bu forumdaki müslümanların bir kısmının gnostik olduğunu, bir kısmının da olma yolunda olduğunu uzun süredir düşünüyorum.

    Din eleştirisine direnebilmek ve dini 'akla uygun' kılabilmek için sonunda başlık yazısında belirttiğin fikirleri içeren öğretiyi kabul edecekler.

    Aha şimdiden buraya yazıyorum.

    İleriki bir tarihte, ''Bakın ben demiştim'' demek için şimdiden not düşmek istedim. :)

  20. İman Allah'a secde etmekse;

    Yusuf'a neden secde edildi?

    Melekler niye Adem'e secde ettiler?

    Adem kendisinde Allah'ın varolduğunu biliyordu, Allah ondaydı ve o da Allah'taydı. İşte bu yüzden ona secde ettiler.

    Mutlu oldun mu bu cevabı okuyunca?

    Fakat ona secde eden melekler kimdi? Allah onlarda da yok muydu ki onlar Adem'e secde ettiler?

    Hadi sen de bunu cevapla. :)

    Ha bir de sırf merakımdan soruyorum, sen biliyorsundur, Alevilikte Azrail'in Şeytan olduğu inancı var mı gerçekten de?

  21. Tüm yazılanları uzun uzun okudum. Güzel bilgiler. Anladığımı kısaca özetlersem; M.Kemal ''devlet sosyalizmi''ni samimiyetle savunuyor. Bu sistem muhtemelen karma ekonomiye ve millileştirmelere dayanan, sosyalizmin kuruluşunu ''henüz ülkedeki üretici güçler yeterli gelişkinlik seviyesinde değil'' türü düşüncelerle erteleyen bir sistem. Fakat üretici güçler gelişince sosyalizme geçmek gibi bir programı var mı, işte bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum. M.Kemal'in kurtuluş savaşının olumsuz bir yörüngeye girmesi durumunda bolşevikliği ilan etmek düşüncesini İngiliz sömürgesi olmak düşüncesine yeğlemesi de onun devlet sosyalizminin hedefinin nihai olarak tam bir sosyalizme geçmeyi barındırdığını düşündürtebilir belki. Fakat bolşevikliğin ilanı düşüncesi bir süre sonra bırakılıyor. Çünkü -aktardıklarınızdan anladığım kadarıyla- M.Kemal, henüz kurtuluş savaşı kazanılmamışken bir toplumsal devrim yapılmasını tehlikeli buluyor. Çünkü bu durumun bizi otomatikman 3.Enternasyonal'e ve Sovyetlere bağlayacağını, Sovyetlerin bunu kendi ulusal politikası için kullanacağını, Türkiye'nin kurtuluş savaşına destek vermeyip Türkiye'yi emperyalistlerle olan kendi ilişkisinde bir koz olarak kullanacağını ve belki de feda edeceğini düşünüyor. Öte yandan bu tür bir sosyal inkılabın, toplumda huzursuzluğa yol açarak, kurtuluş savaşı için gerekli olan milli bütünlüğü dinamitleme tehlikesini içerdiğini belirtiyor. M.Suphi ve dönemin TKP'sini de asıl merkezi Rusya'da bulunduğu için eleştiriyor ve kurtuluş savaşı kazanılmamışken bir sosyal inkılap tertiplemek düşüncesinde olduklarından endişe ediyor. Bu endişe sebebiyle M.Suphi'yi tasfiye ettiriyor. Doğru anlamış mıyım?

    Şimdi durum kısaca bu ise, bu durumda M.Kemal'in sosyalizme değil Rusya'nın peyki olma ve Rusya'nın emperyalistlerle olan pazarlığında Türkiye'nin harcanması ihtimaline karşı çıktığı, dönemin ''komünist cereyanlarına'' bu yüzden mesafeli yaklaştığı, keza toplumsal devrim için kurtuluş savaşının kazanılmasını şart koştuğunu görüyoruz. ''Önce vatanın kurtuluşu ve bağımsızlık'' diyor yani. Bu yüzden, henüz savaş sürerken girişilen sosyal inkılapları tehlikeli buluyor. Savaş sürerken elini en güçlü hale getirebilmek için sosyal inkılap girişimlerine karşı çıkıyor ve milli birliği sağlamaya ve hükümetin denetimine almaya çalışıyor. Milli birliği sağlayıp kurtuluş savaşını kazandıktan sonra ise sosyal inkılaplara girişip ''devlet sosyalizmini'' kuracak, gerekli sanayileşme ve kalkınmayı sağladığında ve Rusya'nın peyki olunmayacağından emin olduğunda ise belki de nihai hedef olarak sosyalizme geçecekti. Zaten Lenin'in Aralof'a söylediği sözlerden kendisinin M.Kemal'in bolşevik olmadığını bildiğini ama buna rağmen desteklediğini okuyoruz. Yani M.Kemal'in kendini devlet sosyalisti olarak tanımlarken, 'gerektiğinde' bolşevikliği ilan edeceğini söylerken veya arkadaşlarına ''yoldaş'' diye hitap ederken numara yaptığını varsaymamıza da gerek yok. Böyle diyebilir miyiz? Tabi bu durumda M.Kemal'in milliyetçiliği de kurtuluş savaşında sosyal inkılabı erteleyip düşmana karşı 'milli birliği' sağlamaktan ve savaş sonrasında da eskinin ümmet anlayışına karşı çıkmaktan ibaret oluyor.

    Fakat bu tabloda eksik kalan birşey var. M.Kemal'in M.Suphi ve TKP'ye, Yeşil Orduya v.s. henüz kurtuluş savaşı sürerken bolşevik sistemi kurup ülkeyi Rusya'nın uzantısı durumuna düşürecekleri ve Rusya'nın da kendi çıkarları için, emperyalistlerle olan ilişkisinde belki de Türkiye'yi harcayacağı endişesi yüzünden karşı çıktığı söylendi. Fakat M.Suphi gerçekten bu niyette miydi? Yani kurtuluş savaşı henüz tamamlanmamışken sosyal inkılap yapmak niyetinde miydi? Ya da Rusya'nın peykliğini mi savunuyordu? Bu konuda Suphilere haksızlık edilmiş olabileceğine ciddi bir ihtimal veriyorum.

  22. Kireç, bir de tanrıya kölelik etmekten bahsetmişsin. Burada kullandığın ''kölelik'' tabirini gerçek anlamıyla kullanıp kullanmadığını belirtsen iyi olur.

    Çünkü iyi bir insan olup iyi işler yapmak kölelik olarak tanımlanamaz.

    Zaten Tanrıyı bir efendi gibi düşünüyorsan, o halde bu efendinin farklı emirleri ve istekleri olabilir, bu durumda söz konusu emirlerin ne olduğu hakkında farklı düşünen dinler arasındaki ayrımlar reddedilemez. Hepsinin ortak bir özü olduğu kabul edilemez bir hal alır.

    Bence sen Tanrıyı kendine kölelik bekleyen bir efendi gibi düşünmeyi bırak.

    Asıl olanın ibadet/kölelik değil, Tanrıya yakın olmak, onunla bir olmak, ona kavuşmaya çalışmak v.s. olduğunu savunsan daha iyi edersin.

    Böyle olursa daha tutarlı olur.

    Bu tür bir savunu, Tanrıya kölelik değil, Tanrıya dost olmak savunusudur.

    Zaten Mevlana, Aşık Veysel v.s. de Tanrıya köle olmaktan değil aşık olmaktan bahsediyorlardı diye hatırlıyorum.

  23. Kireç, o halde hepsinde aynı olan o özü kavradıktan sonra kişinin kendini ''müslüman'', ''hıristiyan'', ''musevi'' v.s. diye tanımlamasının bir gereği kalıyor mu? Bu durumda dinler ayrılığa, özün kavranmayışına ilişkindir; özü kavrayanlar dinleri aşar ve daha üst bir yola girerler denebilir mi? Aynı özün sadece semavi dinlerde değil budizmde, Pisagorculukta, Platonizmde vs. de bulunduğunu kabul eder misin?

    Bir de konuda iki farklı özden bahsettim. Birinde Allah'a ve hesap gününe inanmak temel alınıyor, diğerinde ise Allah'la aynı özün paylaşıldığı ve bir gün ona tekrar dönüleceği temel alınıyor. Sen hangisindensin? ''En el hak'' diyenlerden mi, öbürü mü?

  24. Yani sonuç olarak namaza, oruca, kurbana, hacca gitmeye v.s. gerek yok diyorsun.

    Yapsan da olur yapmasan da, önemli olan Allah'a yakın olmaktır diyorsun.

    Doğru mu anlamışım seni Kireç?

    Eğer böyleyse, örneğin namaz üzerinden Allah'a yaklaşacağına, kiliseye gitmek üzerinden yakınlaşabilirmisin?

    Bu dediğime karşı çıkıyorsan, sen de bal gibi biçime/ritüele göre düşünüyorsun demektir.

    Yok eğer bu dediğimi onaylıyorsan, o halde islam ile hıristiyanlık arasındaki farklar silikleşmiş olmuyor mu?

    Sen din ayrımlarını gerekli görüyor musun örneğin?

    Tek gerçeğin islamda bulunduğunu mu düşünüyorsun, yoksa her dinin aynı gerçeği farklı biçimlerde anlattığını mı?

×
×
  • Yeni Oluştur...