-
İçerik sayısı
286 -
Katılım
-
Son ziyaret
İçerik Türü
Profiller
Forumlar
Takvim
İletiler bölümüne Zecalufinon kullanıcısının eklediği dosyalar
-
-
-
Canım Rexino'm benim, ben bunları defalarca dile getirdim ama forum yöneticileri değil dediklerimi yapmak, okumadılar dahi.. Bu foruma girip göz gezdirmek isteyen insanların vay haline! Bir dakika dayanamadan çıkarlar..
Forum, sıkı bir yönetime girmeli ve yöneticiler senin bahsettiğin şeyleri büyük dikkatle okumalı..
İyi çalışmalar.. :-)
-
.....
bir de ilginizi çekebilecek bir şeyi söyleyim, senegaldeki ''Fongoli'' şempanzeleri bugun zıpkın gibi aletler yaparak avlanıyorlar. neredeyse ilkel insanlar gibi..
-
Hımm... Cevap gelmemiş yöneticilerden..
Ben, Ateistforum'un eskiden olduğu gibi kaliteli düzeye geleseğe kadar ara veriyorum.
Benden bu kadar...
Kendinize iyi bakın..
Zecal.
-
.....
Bu haberin doğru olması için
Allah'ın var olması ve Piri Reis'in kulağına bir şeyler fısıldamış olması gerekmektedir.HACI
Astral Seyehat ?
-
Dünyanın yuvarlaklığını Magellan ispatlamıştır.
Ondan önce dünyanın yuvarlak olması gerektiği bir kaç kişi tarafıdan ileri sürülmüş ancak kanıtlanamamıştır.
En azından kanıtlandığına dair bir belge yok elimizde...
Şöyle bir kronoloji var; [link]
-
ilayyyda nickli üye, durmadan saçmasapan konular açıyor. Bu duruma bir son verirseniz memnun olurum.
Ayrıca son günler forumun kalitesi iyice düşmekte. Umarım çözümleriniz çabuk olur.
Bu durumdan çok rahatsızım.
-
vay be koçum.iyi adamdın. . Allah selamet versin.
O adam sendin be salak.
-
1) Beynimin kaydettiği bilgi. Özünde idealist, dışavurum materyalist; sıkı bir ateist..
2) Hayatta kalma dürtüsü.
3) Gerçekleştirdiğim en büyük idealim "varolmak".
4) Kendi düşüncemi kendim yaratmayı severim. Örneğin bir kitabı okurken, "yahu bu adam benim düşüncemi anlatıyor" derim. Karşılaştığım fikirlerin bir çoğunu ben çoktan bulmuştum bile.
5) En büyük değerim, "diğer insanların hor gördüğü hayvanlar". Hayvan sevgisi büyük bir önemdir benim için.
Ben bu tarz anketleri pek sevmiyorum. Sorular üzerine sohbet pek güzel olmuyor.
Bir gece buluşup Türk kahvesi & sigara içerken konuşmaya ne dersin? :-)
-
1-Kainat
2-Hayat
Konunun ilk iletisindeki açıklamadan ne farkı var şimdi bunun?
Delil bolluguyla ispat- Etrafimizda gordugumuz hersey Allahin varligina delildir
- O halde, Allah vardir
Delil yokluguyla ispat
- Allah verligina dair kesin deliller gosterseydi sinavin bi anlami kalmazdi
- O halde Allah vardir
-
16/103- Muhakkak biliyoruz ki kâfirler: "Kur'ân'ı Muhammed'e bir insan öğretiyor" diyorlar. Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'ân ise apaçık bir Arapçadır.
16:103 bence daha önemlidir...Muhammed'e birinin Kuran'ı öğrettiği söylemiş kafirler..Muhammed böyle bir iletişim kurmuş ki onunla hiç tanışmadı veya konuşmadı yerine onun dili Arapça değil denmiş..İyi de Muhammed verilen bilgiyi Arapça'ya çeviremez mi..Garip bir savunma..
Evvet arkadaşlar...
Bilin bakalım, 16/103'de bahsedilen Muhammed'in yanındaki yabancı kişilik kim?
-
Allah CC Bize Neden Akıl Verdi Diyorsun Aklının Olmadığını Düşün Hayvandan Bir Farkın Olurmuydu......Allah Sana Sen Düşün ki Beni Bul Diye Sana Akıl Vermiş Sana Açık Delil Getiriyoruz Genede İnanmıyorsun Hani Akıl
Senin hayvandan farkın yok mesela.. Şimdi seni Allah yaratmadı mı?
Keh keh keh...
-
Muhammed kendisi ne söylediğini unutmuş.
Dünyada en zor şeylerden bir nedir, bilir misiniz?
Yalan söylemek.
Kime ,, ne söylediğini aklında tutmak zorundasın.
Biraz gülümsemeye ne dersin gezgin.. Verdiğin ayet hakkında konu açmıştım. [link]
Yorumlara bak nasıl kıvırıyorlar....
-
.....
Sen o zaman yaşasan ve gökyüzünde bu hareketleri görsen olayı nasıl tasvir ederdin?
.....
Tabiyiki doğudan batıya yol izler şekilde.. Ama bu arkadaşlar kıvırma konusunda çok başarılılar. 7 gök kavramını görür görmez atmosfer tabakası dediler.. Fakat ayetler onu anlatmıyordu ve değiştirip "başka birşey anlatıyor, allah bilir" dediler. Göğün ve yerin yaratılışını "gün" kavramlarıyla anlattı Muhammed, bunun mantıksız olduğunu anlayanlar hemen kıvırıp, "devre" olarak değiştirdiler.
İlhan Arsel'in, "Kuran Eleştirisi 2" adlı kitabından, gök konusu hakkında bazı tespitlerini sunmak istiyorum. Dinsiz e-kitap sitesinde İlhan Arsel'in bütün kitaplarını bulabilirsiniz: [Dinsiz E-Kitap]
Prof. Dr. İlhan Arsel - Kuran’ın Eleştirisi I. Cilt
Prof. Dr. İlhan Arsel - Kuran’ın Eleştirisi II. Cilt
Prof. Dr. İlhan Arsel - Kuran’ın Eleştirisi III. Cilt
"O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan, yaptı. Gökten su indirerek onunla,size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın"
(Bakara Suresi, ayet 22).
Görüldüğü gibi, bu ayetlerde "gök"ten, "yerküresi"nden, ''ürünler''den ve "su"dan söz edilmekte; ama
bunların nasıl, ne zaman ve ne gibi bir sıraya göre yaratıldıklarına dair bir şey söylenmemekte! Oysa
ki, Tanrı, göklerin ve yerin yaratılması olayının insanların yaratılmasından daha büyük bir olay
olduğunu, başka bir surede, yani Kur'an'da kırkıncı sırada yer alan Mü'min Suresi'nde bildirmekte
(Mü'min Suresi, ayet 57).7
Denecektir ki, Mü'min Suresi'nin "nüzul" (iniş) sırası 60'tır, yani Bakara Suresi'nden daha önce
inmiştir (zira Bakara Suresi'nin nüzul sırası 87'dir). Yani belirtilmek istenecektir ki, yer, gök vs... konusunda
Bakara Suresi'nde yer alan hususlar, daha önce inmiş olan Mü'min Suresi'nde açıklanmıştır.
Böyle bir itiraza karşı verilecek yanıt, biraz yukarıda belirttiğimiz gibi surelerin nüzul sırasına göre
değil, Kur'an'daki sıra esasına göre okunmakta olduğudur. Fakat, her ne olursa olsun söylemek
istediğimiz şudur ki, Bakara Suresi'nde "gök"ün, "yerküresi"nın, "ürünler"in, "su"yun vs... oluşumuna
ya da evrenin (kainatın) yaratılışına değinilmemiştir. Gerçekten de surenin yukarıdaki 22. ayetinden
hemen sonra, gök ve yer konusuyla ilgili olmayan ayetlere geçiliyor; örneğin, Kur'an'a ve Tanrı'ya
inanmak gerektiği, inanmayanların kafir olarak azaba çekilecekleri vs... tekrar ediliyor (Bakara Suresi,
ayet 23-28). Böyle bir atlamadan sonra, 29. ayetle "gök" konusuna dönülüyor ve Tanrı'nın semaya
yöneldiği ve onu "yedi kat" olarak yaratıp düzenlediği bildiriliyor:
"O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp
düzenledi. O her şeyi hakkıyla bilendir" (Bakara Suresi, ayet 29).
Bu ayet, Tanrı'nın gökleri yedi kat olarak yarattığı konusunda karşımıza çıkan ilk ayet oluyor. Fakat,
dikkat edileceği gibi, ayetin bu iki tümcesi dahi, kronolojik sıraya ters düşecek şekilde dizilmiş. Önce
göklerin ne şekilde düzenlendiği belirtilip, sonra bu gök içerisine yerleştirilen yerden söz edilmesi
gerekirken, tersi yapılmış.
Semanın yedi kat üzerine yaratıldığına dair Bakara Suresi'nin 29. ayetinde yer alan yukarıdaki sözler,
Talak Suresi'nin 12., Nebe' Suresi'nin 12. ve 13., Mülk Suresi'nin 3. ve 4., Mü'minûn Suresi'nin 17.
ayetleriyle birlikte tekrarlanacaktır. Oysa Talak Suresi, Kur'an'ın 65. sırasında, Nebe' Suresi 78.
sırasında, Mülk Suresi 67. sırasında, Mü'minûn Suresi 40. sırasında yer almışlardır. Ve işte çeşitli
zamanlarda inmiş ve Kur'an'ın pek çeşitli yerlerine serpiştirilmiş sureler ve ayetlerle göklerin
yaratıldığından söz edilmekte. Evet, ama bu nasıl bir göktür? Ne kadar zamanda yaratılmıştır?
Kapılan, bacaları, burçları, merdivenleri, direkleri, kandilleri, süsleri vs... var mıdır? Bunlar Bakara
Suresi'nde değil, zaman ve sıra esasına, yani kronolojik ilkelere bağlı olmayarak, Kur'an'ın daha
sonraki çeşitli surelerinin çeşitli ayetleriyle belirtilecektir. Bir kere Kur'an'da yedinci sırada bulunan
A'raf Suresi'nde, göğün yedi kat olduğu ve yerküreyle birlikte 6 günde yaratıldıkları yazılıdır:
"Sizin Tanrınız O Tanrı'dır ki, gökleri ve yeri, altı günde yaratmıştır" (A'raf Suresi, ayet 54).
Aynı sözler, aşağı yukarı aynı nitelikte olmak üzere diğer surelerde de belirtilmekte (örneğin bkz.
Yunus Suresi, ayet 3; Hûd Suresi, ayet 7; Hadid Suresi, ayet 4). Ancak, 41. sure olan Fussilet
Suresi'nde, yedi kat gök ile yerin iki günde yaratıldığı bildirilmekte. Daha doğrusu, surenin 9. ve 11.
ayetlerinde, Tanrı'nın, yerküreyi iki günde yaratıp, üzerine dağlar oturttuğu ve dört günde bereketler
yağdırdığı, duman halindeki göğe yöneldiği, göğü ve yeri huzuruna çağırdığı belirtildikten sonra, 12.
ayette şöyle dediği yazılıdır:
"Böylece onları iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti..." (Fussilet Suresi,
ayet 9-12).
Burada geçen "onları" sözcüğü, yedi kat gök ile yerküre! Çünkü, daha önceki 11. ayette Tanrı'nın her
ikisini huzuruna çağırdığı yazılıydı. Şimdi 12. ayette ise, "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak
yarattı..." diye konuşmakta! Görüldüğü gibi işin içinden çıkmak kolay değil!
Fakat, yukarıdaki ayetleri okurken, aklımızı çelen bir husus daha var ki, o da şu: göklerin ve
yerkürenin altı günde yaratıldığını söyleyen Tanrı, "gün" deyiminden ne anladığını belirtmiyor.
Belirtmediğine göre, yerkürenin yaratılmasından önce "gün" diye bir şey olmadığını düşünmemiş
görünüyor! Zira, bilindiği gibi, "gün" denen şey, yerkürenin kendi mihferi (ekseni) etrafında bir kez
dönmesinden oluşan zamandan ibarettir ki, Tanrı'nın söylemesine göre, "gece" ile "gündüz"ün toplamı
olan zamanı kapsar (örneğin bkz. Meryem Suresi'nin 26. ayetinde geçen "el yevm" deyimi bunun
karşılığıdır).( Meryem Suresi'nde Tanrı'nın Meryem'e şöyle seslendiği yazılı: "Ye, iç, güzün aydın
olsun! Herhangi bir insan görecek olursan. 'Ben rahmana oruç adadım! Bugün (el yevm) kesinlikle,
hiçbir insanla konuşmayacağım" (Meryem Suresi, ayet 26). Bu konuda ayrıca bkz. Turan Dursun, age,
c.5. s. 177.)Böyle olunca, yerkürenin yaratılmasından önce "gün" diye bir şey olmadığını kabul etmek
gerekir. Olmadığına göre, Tanrı'nın, "Ben gökleri ve yeri altı günde yarattım" şeklinde konuşmasının
bir anlamı kalmıyor demektir. Bu anlamsızlığı gidermek gayretkeşliğiyle çözüm bulmaya çalışan
yorumcular, "gün" kavramının Tanrı'ya göre değişik anlamlar taşıdığını öne sürerler ve örneğin, Hac
ve Secde süreleriyle Tanrı katınca bir günün, bin yıl karşılığı olduğunun yazılı bulunduğunu söylerler
(bkz. Hac Suresi, ayet 47; Secde Suresi, ayet 5). Şu durumda Tanrı'nın, "gün" kavramından ne
anladığını açıklamak için farklı olayların çıkmasını beklediğini kabul etmek gerekir ki, kronolojik
yanlış bakımından ortada yeni bir örnek var demektir. Aslında böyle bir tutum şu soruyu cevapsız
bırakmaya yeterli görünmekte: "Eğer Tanrı gün kavramından bin yıllık bir zamanı kast ediyor idiyse,
bunu, sadece Hac ve Secde surelerinde değil, Kur'an'da bu surelerden çok daha önceki sırada yer
alan A'raf, Yunus ve Hûd süreleriyle ortaya vurmalı değil miydi?" Kaldı ki, Kur'an'a göre Tanrı bir
tek günü, sadece "bin yıl" olarak değil, bazen "elli bin yıl" olarak hesaplamıştır. Örneğin, Mearic
Suresi'nde, meleklerin ve ruhun "...Ona, elli bin yıl uzunluğunda olan bir günde yükselerek"
ulaşacakları yazılıdır (Mearic Suresi, ayet 4). Daha başka bir deyimle, Tanrı'ya göre "gün", hem "gece
ve gündüzün toplamı" olan zamandır, hem "bin yıl"lık bir zamandır, hem de "elli bin yıl"ın
karşılığıdır! Fakat, bütün bu deyimler, ne bilimsel bir esasa, ne de kronolojik bir sıraya göre
kullanılmıştır. Yine bunun gibi, A'raf Suresi'nin 54. ayetiyle, gökleri ve yerküreyi altı günde yarattığını
söyleyen Tanrı, diğer bazı surelerde, bu sözlere bir eklemede bulunuyor ki, o da gökler ile yer arasında
olanlarla ve arş ile ilgilidir! Örneğin, Furkan Suresi'nde şöyle deniyor:
"Gökleri, yeri ve 'ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden (hükmeden)
rahmandır. Bunu bir bilene sor" (Furkan Suresi, ayet 59; ayrıca bkz. Secde Suresi, ayet 4; Kaf Suresi,
ayet 38 vd...).
Görüldüğü gibi Tanrı, gökleri yarattıktan sonra arşa "istiva" ettiğini (hükmettiğini), geceyi ve
gündüzü, güneşi, ayı ve yıldızları yarattığını söylemekte ve böylece kronolojik sıra esasına değer ve
yer vermediğini
145
bir kez daha ortaya koymakta. Ancak, arşın göklerden önce değil, sonra yaratılmış olduğu başka
surelerde bildirilmekte! Bu konuyu ayrıca ele alacağız. Fakat, şimdilik göklerin ve yerin altı günde
yaratıldığına dair yukarıdaki ayetler üzerinde biraz daha duralım ve değindiğimiz Fussilet Suresi'nin 9.
ve 10. ayetlerine tekrar göz atalım. Bu ayetlerde Tanrı'nın yerküreyi iki günde yarattığı, yeryüzünde
sabit dağlar yerleştirdiği, orada bereketler yarattığı ve tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden
gıdalar takdir ettiği yazılıdır (Fussilet Suresi, ayet 9-10). Daha başka bir deyimle, yeryüzünü yaratmak
için iki gününü harcayan Tanrı, dört gününü de oraya dağlar yerleştirmek ve bereketler yağdırmakla
geçiriyor. Böylece altı gün dolmuş oluyor. Ancak, bundan sonraki iki ayetle işler biraz daha
karışmakta. Çünkü, 11. ayette şu yazılıdır:
"Sonra (Allah) duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye, 'isteyerek veya istemeyerek gelin!'
dedi. İkisi de 'İsteyerek geldik' dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe
görevini vahyetti. Ve biz, yakın göğü kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. Ve bu, aziz ve alim
Allah'ın takdiridir" (Fussilet Suresi, ayet 11-12).
Görülüyor ki, Tanrı, "duman" halinde bulunan göğe yönelerek onu ve yerküreyi huzuruna çağırıyor;
isteseler de istemeseler de gelmelerini emrediyor. Bunun üzerine her ikisi de isteyerek huzura
çıkıyorlar. Oysa daha önce, Bakara Suresi'nde Tanrı'nın yeri ve yerde ne varsa her şeyi yaratıp, sonra
göğe yöneldiği, onu yedi kat olarak yaratıp düzenlediği yazılıydı; göğün duman halinde oluşundan
bahsedilmiyordu; şöyle denmişti:
"(Tanrı) yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp
düzenledi. O her şeyi hakkıyla bilendir!" (Bakara Suresi, ayet 29).
Buna karşılık, Fussilet Suresi'nde, biraz önce bahsettiğimiz gibi, Tanrı'nın "yer" ile "gök"ü huzuruna
çağırdığı bildiriliyor. Çağırdıktan sonra da, "onları" iki günde yedi kat gök olarak yarattığı ekleniyor
(Fussilet Suresi, ayet 11-12). Evet, ama nasıl iştir bu ki, Tanrı, "onları" huzuruna çağırdıktan sonra
yaratmıştır? Öte yandan dikkat edileceği gibi, burada, yedi kat gök ile yerkürenin iki günde
yaratıldıkları bildiriliyor! Oysa, daha önceki surelerde, göklerin ve yerin yaratılışının altı günde olduğu
yazılıydı (bkz. A'raf Suresi, ayet 54; Yunus Suresi, ayet 3; Hûd Suresi, ayet 7; Hadid Suresi, ayet 4
vd...)
Fakat, yine de Tanrı, yedi kat göklerin ve yerkürenin yaratılış şeklini tam olarak anlatmış değil.
Nitekim, bu göklerin direkli mi, yoksa direksiz mi olduklarının merak edilebileceğini düşünerek, 13.
sure olan Rad Suresi'nde, göklerin direksiz olduğunu bildiriyor:
"Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten... Allah'tır... " (Rad Suresi, ayet 2).
Fakat, anlaşılan, gökleri direksiz yarattığına dair söylediklerini pekiştirmek ihtiyacını duymuş olmalı
ki, aynı sözleri 18 sure sonra, Kur'an'ın 31. suresi olan Lokman Suresi'nin 10. ayetiyle şöyle tekrarlamakta:
"(Allah), gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de dağlar koydu
ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift
bitirdik" (Lokman Suresi, ayet 10).
Oysa, bu iki suredeki ifadeler, sadece Kur'an'daki sıra itibariyle değil, nüzul (iniş) sırası itibariyle de
çelişmeli; çünkü, Rad Suresi'nin iniş sırası 96, Lokman Suresi'nin iniş sırası ise 57'dir.
Ve ilginç olan şu ki, Tanrı, her ne kadar gökleri direksiz yarattığını bildirmekle beraber, neden dolayı
direksiz yarattığını henüz bildirmiş değil. Bundan dolayıdır ki, yorumcular, göklerin görülür bir direği
olmaksızın yaratılmasından, gökleri tutup onların birbirlerine çarpmalarını önleyen görünmez manevi
bir direğin bulunduğu sonucunu çıkarırlar ve bu direğin "çekim kanunu" olduğu kehanetinde
bulunurlar.( Diyanet Vakfı Kur'an yorumu (Fussilet Suresi'nin 10. ayetinin yorumuna bakınız). Evet,
ama Kur'an'ı anlaşılsın diye apaçık gönderdiğini bildiren bir Tanrı, neden dolayı çekim kanununu
insanlara açıklamasın da, yorumcuların bu tür kehanetlerine bıraksın? Esasen Tanrı'nın aklından çekim
kanunu diye bir şey geçmemiş olmalı ki, eşyayı ve denizde yüzen gemileri insanların hizmetine
verdiğini söyleyerek övünürken, kendi izni olmadıkça, göğün yer üzerine düşmeyeceğini ekler:
"Görmedin mi, Allah yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri silin hizmetinize verdi.
Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur..." (Hac Suresi, ayet 65; ayrıca bkz. Fatır
Suresi, ayet 45).
Fakat, bu söylediğini biraz daha pekiştirmek amacıyla, 13 sure atlama yaparak, Fatır Suresi'nde,
göklerin ve yerkürenin kayıp gitmemeleri için göğü ve yeri tutanın kendisi olduğunu bildirir:
"Kuşkusuz Tanrı tutmaktadır gökleri ve yeri. Bu ikisi kayıp gitmesinler diye... Bu ikisi kayıp gitmiş
(yok olmuş) olsalar, Tanrı'dan başka kimse bu ikisini artık tutamaz andolsun. O hilm'li ve bağışlayandır"
(Fatır Suresi, ayet 41.)( Turan Dursun'un çevirisi için bkz. age, c.5, s.155.)
Tanrı, her ne kadar gökleri ve yerküreyi ayrı olarak yarattığını bildirmekle beraber, Enbiya Suresi'nde,
göklerle yerin önce bitişik olduğunu, onları birbirlerinden koparıp ayırdığını söyler ve hemen ardından
gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptığını anlatır (Enbiya Suresi, ayet 30, 32). Bu söylediklerinin
arasına da "Onları sarsmasın diye yeryüzünde birtakım dağlar diktik. Orada geniş yollar açtık; ta ki
maksatlarına ulaşsınlar!" (Enbiya Suresi, ayet 31) diye konuşur. Oysa, yeryüzündeki dağların, zelzele
sarsıntısı sırasında insanları koruduğu görülmediği gibi, yeryüzündeki yollan yapanın da Tanrı değil,
insanlar olduğu ortada!
Tanrı, her ne kadar göğü direksiz ve yedi kat olarak yarattığını bil-, dirmekle beraber, bunu "bina"
olarak yaptığını söylemekten geri kalmaz: "(Tanrı), o Tanrı'dır ki, yeri size döşek, göğü de size bina
yaptı" (Bakara Suresi, ayet 22) dedikten sonra, "göğü korunmuş bir tavan yaptık..." (Enbiya Suresi,
ayet 32)der. Bu arada "Göğü ellerimizle biz yaptık..." (Zariyat Suresi, ayet 47) ya da "Onlar,
üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişiz, bir bakmazlar mı?" (Kaf Suresi, ayet 6) diyerek
övünmelerine devam eder. Görülüyor ki, Tanrı, "...göğü de size bina yaptı" (Bakara Suresi, ayet 22)
derken ve "Göğü korunmuş bir tavan yaptık..." (Enbiya Suresi, ayet 32) diye eklerken, "gök" denilen
şeyi şimdi tavanı olan bir "bina" olarak tanımlamakta; bina olduğuna göre, elbetteki kapıları da olacak.
Hani sanki Tanrı bunu belirtmeyi unutmuş gibi, bir başka sure olan A'raf Suresi'nin 40. ayetine
sıkıştırdığı bir tümceyle şöyle der:
"Ayetlerimizi yalanlayıp da, onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları
açılmayacak..." (A'raf Suresi, ayet 40).
Bununla beraber, gök kapılarının nereye açıldığını burada belli etmiyor; pek muhtemelen, bu
kapılardan Tanrı katına, cennetlere ve cehennemlere girilmekte. Şu durumda anlaşılan o ki, gök
katlarına ve onun kapılarına erişebilmek için, "merdiven" gerek. Yine çeşitli surelerin çeşitli ayetlerine
göz atmak suretiyle keşfedebiliyoruz ki, göğün merdivenleri vardır ve bunlar Tanrı'dandır. Örneğin,
70. sure olan Mearic Suresi'nde şu yazılıdır:
"Merdivenler sahibi Tanrı'dandır. Ona melekler ve ruh, bir günde yükselip çıkarlar ki, onun uzaklığı
elli bin yıllıktır" (Mearic Suresi, ayet 70).( Surenin başlığı olan "mearic" sözcüğüne, bazı yorumcular
tarafından "dereceler", "yerler-makamlar" anlamının verildiği, oysa bunun doğru olmayıp, bu
sözcüğü "merdivenler" karşılığı olarak kullanmak gerektiği, çünkü bunun "mirac"ın çoğulu olduğu ve
nitekim Zuhruf Suresi'nin 33. ayetinde de "mirac"ın "merdiven" anlamına geldiği hususunda bkz.
Turan Dursun, age, c.5, s. 165.)
Altıncı sure olan En'am Suresi'nde, Tanrı'nın Muhammed'e, "...göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki,
onlara bir mucize getiresin..." (En'am Suresi, ayet 35) diye konuştuğu görülmekte. Anlaşılan,
merdiven aramak, "peygamberlere" özgü bir mucize oluyor ve bu da Tanrı'nın iznine bağlanıyor. 52.
sure olan Tür Suresi'nin 38. ayetinde de, Tanrı, inkarcılara merdiven sahibi olup olmadıklarını
sormakta ve merdivenleri var ise delil getirmelerini istemekte!
Dikkat edileceği gibi, göklerin ve yerin yaratılmasıyla ilgili hususlar, bilimsellik bir yana, pek
karmaşık bir şekilde anlatılmakta. Fakat, bu karmaşıklığı artıran bir husus daha var ki, o da bütün
varlıkları ve yaratıkları kuşatan, göklerin hepsinden de büyük olduğu anlaşılan arş'ın yaratılışıyla
ilgilidir! Şu bakımdan ki, arş'ın ve göklerin yaratılışı hikayesi, birbirleriyle ilgisi bulunmayan
surelerin, yine birbirleriyle ilgisi bulunmayan ayetleriyle, hatta bu ayetlerin birbirleriyle ilgisi
bulunmayan tümceleriyle, fakat her ne olursa olsun, aklı durgunluğa sokacak şekillerde anlatılmıştır.
Örneğin, Kur'an'ın çeşitli surelerinde arş'ın sahibinin ve ona hükmedenin Tanrı olduğu yazılıdır; bu
surelerin sayısı yirmi dördü bulmaktadır.( Bu sureler ve ayetler için bkz. Turan Dursun, age, c.3, s.30.)
Ancak, arş'ın, göklerin, yerin ve suyun yaratılış-lanyla ilgili ayetler, yorumcuları birbirlerine katmaya
yeter bir karışıklık içerisinde düzenlenmiş bulunmakta. Örneğin, yedinci sure olan A'raf Suresi'nde,
"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden(dir)..." (A'raf Suresi,
ayet 54) diye yazılıdır. Burada geçen "istiva" sözcüğü, "yaslanma", "dayanma" anlamında olmakla
beraber, yorumcuların elinde "egemen olma" niteliğine bürünmüş ve "Tanrı'nın arşa egemen olması"
şeklini almıştır.( Bu konuda bkz. Turan Dursun, age, c.3, s.31.) Pek güzel, ama Tanrı, gökleri ve yeri
yarattıktan sonra mı arşa egemen olmuş (ya da yaslanmış) oluyor? Öte yandan burada, altı günde
yaratıldığı belirtilen gökler ve yerküresi dışında, başkaca bir şeyden söz edilmemekte. Buna karşılık
11. sure olan Hûd Suresi'nde, "O (Tanrı) odur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Onun arşı su
üzerindeydi. Hanginizin daha güzel iş yaptığım denesin diye (yarattı)..." (Hûd Suresi, ayet 7) deniyor.
Anlaşılan o ki, su, göklerden ve yerden önce yaratılmış bulunmakta. Pek iyi, ama neden daha önceki 7.
ayette sudan söz edilmemişken, bu 11. ayette su ele alınmış oluyor?
Yine bunun gibi, A'raf Suresi'nin 54. ayetinde, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde
yaratan, sonra arşa istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten, güneşi,
ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır..." (A'raf Suresi, ayet 54) deniyor.
Göklerin ve yerin 6 günde yaratıldığı ise, diğer birçok surede belirtilmişti (örneğin, Yunus Suresi, ayet
3; Hûd Suresi, ayet 7; Hadid Suresi, ayet 4 vd..) Dikkat edileceği gibi, Tanrı, gökleri ve yeri 6 günde
yarattığını bildirdikten sonra, gökleri, yeri ve her şeyi kapsadığı anlaşılan arşa egemen olduğunu (ya
da yaşlandığını) belirtiyor, sonra da güneşi, ayı ve yıldızları yarattığım ekliyor! Bu karışıklığı
pekiştiren diğer bir husus da arşın, ilkönceleri su üzerinde olmasıdır. Biraz önce değindiğimiz gibi,
"Odur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Onun arşı su üzerindeydi..." (Hûd Suresi, ayet 7)
şeklindeki sözler bunu anlatmakta. Bu husus, daha önce A'raf Suresi'nin 54. ayetiyle anlatılmıştı.
Fakat, ne orada, ne de burada bunu anlatırken, insanlara evrenin oluşumu hakkında bilimsel bir bilgi
vermek için konuşmuyor Tanrı! Sadece kullarını sınamak ve Muhammed'e boyun eğdirtmek için
bunları yapmış görünmekte. Nitekim, Hûd Suresi'nin ilk ayetlerinde Tanrı, Muhammed'e, "...Ben size,
onun tarafından müjdelenmek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim!.." (Hûd Suresi, ayet 1-4)
şeklinde konuşmasını emrettikten sonra, sırf kullarını sınamak için arşı su üzerinde yarattığını
belirtmek üzere şöyle devam ediyor:
"O (Tanrı), hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için arşı su
üzerindeyken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki (Resulüm!), 'Ölümden sonra
muhakkak dirileceksiniz' desen. Kafir olanlar derhal, 'Bu açık bir büyüden başka bir şey değildir'
derler" (Hûd Suresi, ayet 7).
Anlaşılan o ki, Tanrı, kendi kullarını sınava çekmek amacıyla, arşı yaratmıştır, fakat yaratırken dahi
şundan emindir ki, bu kullar, ölümden sonra dirilme olacağına inanmayacaklar ve "...Bu açık bir
büyüden başka bir şey değildir..." diyeceklerdir. Pek güzel, ama arşı, gökleri, yerleri ve her şeyi
dilediği gibi yaratabilen bir Tanrı, insanları sınava çekmek için bu kadar zahmetlere girişecek yerde,
onları doğru yola soksa, kalplerine "iman" koysa ve ölümden sonra dirilme olacağı inancını koysa
daha iyi olmaz mıydı?
-
Harika!!
Bu bir mucize!!!! Kuran'in mucizesi!!
Aslinda bende bir peygamberim..Iste yukarida Allah sahit. foruma yazidigim iletilerde ayetlerim.
Kitap haline getirmen lazım...
-
“Sonsuz büyüklükteki evrenin küçük bir gezegeninde, maddenin evrimi ile bir canlı ayağa kalkıp varlığının farkında oluyor, kendini ve çevresini algılayabiliyorsa; Bunda bir sorun var demektir. Çünki Tanrı bizim yapımızda olamaz. Bizim gördüğümüz güzellikleri o göremez. O halde ya bütün bunlar birer yanılsama olmalıdır, ya da Tanrı bize şöyle bir serzenişte bulunmalıdır;
Siz sadece o güzellikleri görebilirsiniz, ama ‘o güzellik’ benim...”
Zecalufinon“Orada olmadıkları bilsemde, yıldızlara bakmayı seviyorum.”Zecalufinon -
Elmalının birebir sahtesi yapılacak; bu sahtenin içinde de ilaveler yada eksiltmeler olacak. Vatandaş elmalı tefsiri alıyorum diye sahte bir Kuran alacak.
Nasıl fikir? Kafam çalışıyor değul mü?
02/79.Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!Muhammed'in yazım tarzını seviyorum...
-
-
Kısa,öz ve sade biçimde; konuyu geyiğe çevirmeden, direkt olarak yazın.
İlerleyen iletilerde bende yazacağım.
-
tamamen mantıklı davranan bir tanrı beni şüpheye götürür...
zira bu tanrının bir insan tarafından üretildiğinden şüphelenirim..
tamamen mantıklı davranan bir tanrı beni şüpheye götürür...bu tanrının bir insan tarafından üretildiğinden şüphelenirim
bu durumda senin deist olduğunu söyleyebilir miyim?öyleyse sen deistsin diyebilir miyim?Eeee yeter ama...
-
peki, tanrının mantıklı davranması gerktiğini nereden biliyorsunuz..
ve muhammedin tanrısını mantıklı davranmamakla suçluyorsunuz.
daha önce mantıklı bir tanrı ile karşılaştınız mı ki???
Bende onu diyorum işte.. İster mantıklı, ister mantıksız...
Biz Tanrı ile karşılaşmadık daha.. Ne elçisi, ne peygamberi...
-
peki Muhammed'in şahitleri kimlerdi?
Evvet Sexy Huri...
Sorunun cevabını aradım ve buldum...
Çok şaşıracaksın...!
Biiirrr...
İkiiii...
Üçççç...
13/43- O kâfirler: "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)."
Beklediğin cevap bu..
Mutlu musun?
-
'' bu durumda mantıklı ve iyi işler yapan bir peygamberle karşılaşırsanız ona inanırmısınız?''
.....
sorum gayet basit ve açıktır..
Cevap veriyorum;
Mantıklı bir peygamberle karşılaşsak bile, O'nun Tanrı'nın elçisi olduğuna dair hiçbir veri ileri süremeyiz.
Çünki daha önce bir Tanrı ile karşılaşmadık, deneyimimiz yok.
Tanrı'dan mesaj getirdiğine dair sonuca varacak referans noktamız yok...!
Bu durumda ne diyoruz? (hep birlikte)
Bu, bi-li-ne-mez...
-
.....
İslam madem bir gerçek, hatta büyük bir gerçek, onu yadsıyarak bir şey elde edemeyiz.
İslam yarın yıkılacak bir din değil..
Biz İslam'ı yıkmak istiyoruz ama, bu pratik bir yaklaşım değil.
Tümüyle ütopik.. Fantazi..
Biz ateistlere hiç yakışmıyor bu şekilde düşünmek, hayal kurmak, gerçekleri görmemek..
.....
"Bükemediğin eli öpeceksin." diyorsun herhalde sevgili Hacı.
Ben buna katılmıyor, sinir oluyor ve klavyeyi parçalıyorum.
Tıpkı muhammed'in mantığını kullanıyor hata yapıyorsunuz;
11/13-Yoksa "onu kendi uydurdu" mu diyorlar? O halde sen de onlara de ki: "Haydi siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. Allah'dan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız" (bunu yaparsınız).11/14-Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur'ân ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka ilâh yoktur.Artık müslüman oluyorsunuz, değil mi?Hayır Muhammed hazretleri, olmuyoruz, çok beklersin.
Ben bugün arapça ezan dinlemekten, (Şuan okuyor hoca lanet sesi ile)
Annemin ne anlama geldiğini bilmeden arapça dua okuyup namaz kılmasından,
Oruç tutmadığım için toplumdan dışlanmamdan,
Rahatsızım...!
Ne yani, buna son veremiyorum diye ben arapların kıçını yalamak zorunda mıyım?
Yada ailemin yalamasını izlemek zorunda mıyım?
Hayır Hacı, hayır.
Bilim, Batıl İnançlar ve Günlük Fenomenler
in BİLİM FORUMU
gönderildi
- Evren genişliyor ise, şuan bulunduğum oda ve ben genişliyor muyum?
- Evren, ben olmadan öncede varmıydı? Yoksa benimle birliktemi varoldu?