Jump to content

teogoni

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    162
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne teogoni kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. 23 saat önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Psikolojinin amaç ve işlevlerinin başında "Tanımlama, ne olduğunu ortaya koyma" vardır. Bunu evrimsel köken, geçmiş ve süreci bilmeden yapabilmemiz çok zor. Bugüne dek o yüzden saçma sapan Freudyen görüşler etrafında döndü durdu psikoloji. Hastalıklar boşlukta, kendiliğinden ortaya çıkıyormuş, bilinç dediğimiz şey ne olduğu bilinmeyen sihirli bir şeymiş gibi anlatıldı. 

     

    İnsan davranışlarının belirleyicileri belli.

    Birinci biyolojik. Sonra evrimsel, davranışsal, bilişsel, psikodinamik ve sosyokültürel etkenler. Bu etkenleri kullanarak bir tanımlama, açıklama hatta tahmin yapar, sonra da durumu kontrol altına alırız. 

    Çağdaş psikoloji akımlarına bakarsanız bu faktörlerin tümünü bir arada görürsünüz. 

     

    Türk Ateist imzan muhteşem. İlk gördüğümde incelemeden dindar bir imza sandım. :D

  2. 7 saat önce, bayşapka yazdı:

     

     

     

     

    Sevdiğin birşey bulup öğrenmeye başla. Vücut çalışmak da iyi gelir. Birşeylerin seni değiştirmesine izin ver. Bıkkınlık ve sıkıntı hissi, odaklanma sorunu vs. yaşlandıkça geçer, fakat ne kadar süreceği biraz da sana bağlı. 

     

     

    33 yaşındayım. Bu hisler neden yaşlandıkça geçiyor? 

  3. 19 saat önce, anibal yazdı:

    Eğer biraz toparlayacak olursak..

     

    Doğada öyle basit, siyah beyaz, bu bunu yapar falan gibi şeyler yok. Doğa bir metabolizma, bir eoksistem, bu her ölçekte geçerli. Sonuçta bu mevzu, özgüven denen şey bu ekosistemde bir bileşenden ibaret.

     

    Bu ekosistemi kabaca yontar ve özetleyecek olursak, özgüven ortada bir yerde kalıyor. Basitçe şöyle diyebiliriz.

     

    Bir şeyler yolunda -> Özgüven -> Bir şeyler yap artık, ortam uygun

     

    Sonuç olarak, çok sık sorulup duran şu özgüvenimi nasıl artırabilirim sorusu aptalca bir soru oluyor. Zira, özgüven giriş ve çıkışları kendi içinizde, dahili olarak bağlı bir mekanizma. Dışarıdan alacağınız hiç bir şey, bu özgüvene doğrudan hiç bir katkı yapmayacaktır. Çünkü, alacağınız şey, özgüven deponuza değil, başka yerlere gidecektir. Ve özgüvenin olması da, sizi mutlak başarılı falan yapmayacaktır, çünkü gene onun çıktısı, doğrudan dış ortama etki etmemektedir. 

     

    Burada özgüven bir ölçü olarak ele alınabilir sadece. Özgüveni yükseltmeye çalışmak, nafile olacaktır. Olması gereken, girenleri düzenlemek, bir şeylerin yolunda olduğunu hissetmek ve yaşamaktır. Bunun özgüveni artırması, dorğu yolda olduğunuzu gösteren iyi bir ölçek olacaktır. Özgüven size bir şey katmaz, sizin doğru yolda olduğunuz gösterir sadece. 

     

    Bu nedenle, doğru şeyler yapın. Spor, kitap okuma, kültürel eylemler, konsere gitme, dans etme, karga sesiyle şarkı söyleme falan falan, sizi doğru yola sokacak şeylerdir. Hatta, bir köpek yada kedi sahibi olmak bile size çok faydalı olur. Bunların sonuçlarını da, özgüveninizde yükselme olarak alırsınız. Bu liste her kafaya göre farklı olacaktır ama ancak şöyle niteleyebiliriz.

     

    Size bir sorumluluk yüklemeli ve size bir şekilde bir başarı kriteri getirmelidir. İlla atla deve olmasını düşünmeyin. Kitap okursanız, bir şey öğrenmiş olursunuz, kitap devirmiş olursunuz, bir başarıdır. Ama kitabı alıp, amaaan, denk geldikçe okurum derseniz, kitap okuma size bu açıdan bir şey katamaz. Bu kitabı bulacam, şu şu zamanda okuycam demeli ve bu plana uymalısınız. Evde bulduğunuz kitabı değil, gidip kitapçıdan alıp, bilhassa şu kitabı alıcam, bulucam vs. diyerek davranmalısınız. Bunu kendinize karşı bir sorumluluk olarak görmelisiniz. Diğer olgular içinde bu yaklaşımı gütmelisiniz. 

    Çok mantıklı. Mesela kitap okuyunca ben şu kitabı bitirdim demek. Bir merhale, yol almak. Başka şeylerde de bunu yapmak. Bir de yapmamak. Yapmayınca beyin oksijensiz kalıyor. Çirpiniyor. 

     

    Ama benim şu şekilde problemim var. Kütüphaneye kitap almaya gittim 1984 u bulup okuycaktim. Yoktu. Bütün hevesim kaçtı. Basım öyle bi halde ki okumak bile boğuyor. O faaliyeti bile yapamıyor. Telefondan birşeyi araştırirken bile telefonu kapatasim offf deyip itesim geliyor. 

     

    Ruh halim aşırı kendimi ve etraftakileri yaptığım yapacağım şeyleri aşırı değersizlestiriyor. Sarilamiyorum yapmaya. Bilirsiniz anlık insanın canı sıkılınca hicbirseyi yapmaya motive olamaz ya. Onun yaygın uzun süreli halini düşünün. 

     

    Herhalde benim önce bir ilaç tedavisi ile beynimdeki kimyayı önce bir düzeltmem daha sonra bunlara yonelmemn lazim. 

     

    Çünkü dışarı çıkıp aktivite yapıyorum kafam dağılıyor. Az biraz iyi hissediyorum. Eve geliyorum tak gene eskiye dönüyorum. 

     

    Sanki bunyem bu aktiviteleri uçağın yakıtı içmesi gibi hızlı tüketip bitiriyor. Bunyem birşey anlamıyor yani. Kağıt gibi ezip buruşturup atıyor. 

  4. 19 saat önce, anibal yazdı:

     

    Aslında kızların kendisi, olup olabilecek en iyi antidepresandır. Aynısı, kızlar içinde geçerli, onlara da erkekler. Genel olarak, aşk ve seks hayatı düzgün olan kişiler, mutsuzluk ve özgüven problemi çekmezler. 

     

    Özgüven konusunda, serotonin tamam, mutluluk tamam, ama iş bunlarda bitmiyor. İşin en ilginç yanı bu. Serotonin, ilaçlara düzenlenebiliyor, bu da özgüveni zamanla iyileştiriyor. Bu somut bir sonuç. Böylece, doğal yoldan serotonini düzenleyip özgüveni de sağlayabiliyorsunuz. Fakat, aslında özgüvene de, başkalarına da güvene yarayan hormon, oksitosin. Ve oksitosin, eskiden aşk hormonu olarak bilinecek kadar, seks, aşk vs. olaylarına bağlı. Genel olarak, düzgün serotonin, bir sürü şey yapıyor, ama aynı zamanda oksitosin seviyesini yükseltiyor. Bu da özgüveni artırıyor.

     

    Antidepresn yerine, kaliteli bir şarap daha faydalı olabilir aslında. Gözden kaçan bu. Antidepresanlar, hiç sağlıklı tercihler değil. Evet, bazı durumlarda faydası zararından çok daha iyi. 

     

    Teknik olarak ailelerin tavsiyesiyle evlenmek, kişiye ne mutluluk, ne de özgüven getirir. Böyle evlenen mutlu olmaz, özgüvenli olmaz diyemeyiz, bunlar başka şekillerde de oluşur, ama genel olarak görücü usulü, ızdırap kaynağı olmuştur hep. 

     

    Olayı kız - erkek meselesi olarak görmemek lazım doğrudan. Olay, bir ekosistem mevzusu. Basitçe, sorumluluk alın, mutlu olmaya çalışın. Kızlar falanda arkasından kendisi gelecektir. 

     

     

    Bir ara akşam 1 bardak şarap içmiştim. Bir iki gün peşpeşe. Ve kaygı düzeyinde iyileşme hissettim. Sabah kalktığımda içimde kaygı yoktu. Gözlerimde ağrı yoktu sanki. Şarap gerçekten bunu yapmış olabilir mi? Serotonini artirmis olabilir mi? Şarap bizde serotonini artırdığı için mi mutlu ozguvenli oluyoruz benimize dönüyoruz. Bunu nasıl yapıyor? Mekanizması nedir? 

  5. 2 saat önce, anibal yazdı:

     

    Öncelikle, bu mevzuya dokunmak gerekiyor.

     

    Özgüven patladı, şu oldu, bu oldu, depresyon, şu bu... Sonuç, antidepresan denen şeyler. Bu minik hapların içinde özgüven mi saklı?

     

    Aslında daha basit şeyler de var. Kıza iki kadeh şarap içirirsiniz, kız, normalde razı olmayacağı şeyler yapar, çıkar piste öyle bir döktürür ki, öyle böyle değil. O güne kadar hep yan çizdiği şeyi terkedip, yatağa gitmeye falan da razı olur, kendine o kadar güvenir. Bu gözden kaçar, sarhoş dediğimiz adam çok kez, kendine daha falan güvenen adam olacaktır. Normalde sokağa çıkarken saklanan adam, sevdiği kzının kapısının önünde naralar atmaktan hiç çekinmez. Bu piskoloji, ruh falan gibi zırvalıkları kenara koyup, onların at gözlüğünden kurtulup bakınca, alkolün, baya baya özgüveni artırdığı, tavan yaptırdığını görmek hiç zor değildir. 

     

    Dönelim antidepresanlara. Ne iştir bunlar? Şöyle bir bakarsanız, eninde sonunda, olayın serotonin mekanizmasına, bu hormonun üretilmesi yada tüketilmesine yönelik bir işlevi olduğunu görürüz. Garip, ama alkol de benzer bir mekanizmaya sahip, hayret verici mi?

     

    Şimdi nedir bu serotonin? Uzatmadan, düz yazalım: Mutluluk hormonu. Tamam, başka bir sürü şeyi de var, mutluluk safi buna bağlı değil, ama genel olarak, bu meredin olayı bu.

     

    Gene basitçe anlatırsak, ele alırsak, serotonin demek, mutlu olmak demek. Bu ilaçlar, alkol falan, hepsi temel olarak, bu hormonun varlığını artırıyor. Yani içeni daha mutlu hale getiriyor. Temel olarak, olup biten bundan ibaret.

     

    Olayı, anlamak üzere, çok kaba bir yontma ile özetlersek, özgüvenin kaynağı, mutluluktur. Mutlu olursanız, özgüven gibi falan bir derdiniz olmaz. Zira, vücut kendi serotonin olayını kendi halletmiştir. Tamam da, şöyle bir şey var. Sorun sizi mutlu edecek dış faktörler olabileceği gibi, sizin serotonin işleme mekanizmanızdan da kaynaklanabilir. Yani, sorun, yaşantınız değil, bilfiil vücudunuzun kendisi olabilir. Daha açık söylersek, vücudunuz zaten mutsuz olmak ve depresif olup gitmek için varolmuşta olabilir. Ha, eğer gözünüzü açar gene doğru bakarsanız, bazı insanların tastamam böyle olduklarını görürsünüz. 

     

    Ama, bir insan evladı olarak, anamızdan nasıl doğduğumuz bizim kaderimiz değil. Biz, çevreyi vs. maniple edip, doğuştan olan özelliklerimizi değiştirme kabiliyetine sahip canlılarız. Yani, çok çok ciddi bir durum olmadıkça, mutlu olmak gayet mümkün.

     

    Eğer genetik özellik+fizyoloji çan eğrisinin dip uçlarında kalan bazılarını gözardı edersek, ortalama bir insan için, mutlu olacak bir şeyler muhakkak olacaktır. Önemli olan da o şeyi arayıp bulmaktır. Tabi, amanda dinimize ters denerek mesela, sizi mutlu edecek şeyden ırak kalmanız da çok çok mümkündür. Yani, bizim toplum örgümüz, daha sonra bahsedeceğimiz şekilde, sürü güdülerimize yönelik şekillenmiştir. Bu da, biz değil önce sürü noktasını getirmiş, bireylerin mutluluğu yerine, sürü, daha acısı sürünün başındaki bir kaçının mutluluğu adına, hem sürünün genel toplamının, hem bireylerin mutluluğu iğdiş edilmiştir. Bunun en bariz, en somut örneği dindir. Hatta, dünyada mutsuzluğu garantilediği için, cennet gibi bir martavalla insanları uyuşturmanın da yolunu bulmuştur. 

     

    Yani, cevap basit. Gidin sizi mutlu edecek şeyi bulun, onu yapın. Eğer cidden sorun olacak bir fizyolojiniz varsa, bunun ilec, tedavi falan da önemli ölçüde var olacaktır. Gereken desteği alın. 

     

    Peki neden mutlu veya mutsuz oluyoruz, bizi mutlu eden zımbırtıyı nasıl bulacağız? Piskoloji bir bilim ve baya baya iyi iş çıkarıyor. Ona zırvalık demek elbette haksızlık. Fakat, sorun şu ki, psikoloji bireyi çevresinden soyutlayarak incelemeyi ve çalışmayı tercih edip, pek çok sorunu baştan ıskalıyor. Aslen, olması gereken, psikoloğun koltuğuna, hastanın tüm çevresiyle birden oturması gerekmesi. Yani, bu meseleleri çözebilmek için, birey ve ötekilerle ilişkisi değil, yani, bire - çok ilişki modeli değil, bireylerin tümü ve çevre ile ilişkileri birlikte incelenmesi gerekiyor. Tabi ki bu da klinik olarak mümkün değil, suni olarak serotonini basıp geçiyorlar haliyle. 

     

    Bu soruların cevabını, evrimsel psikoloji içinde bulabilirsiniz. ama o da basit bir mevzu değil, o başka mesele.

     

    Çok güzel. Enfes bir açıklama. Dizinde problemi olan adama "sen yürürken sağ ayağına yüklenmessen acı çekmez biraz daha hızlı rahat yürürsün" diyerek onun o anki bedensel özelliklerini en doğru nasıl kullanması gerektiğine yönelik bir çalışma mi tedavidir? Yoksa "Gel kardeşim ben senin dizini tedavi edeyim." Adam ceraaha gider. Dizi tedavi edilir. Bu mu tedavidir?

     

    Ben küçüklüğünden beridir. İç enerjisi zayıf, özgüveni eksik bir canlıyım. Bu biyolojideki bir canlıya siz yapay sosyal becerileri birşekilde kazanabilmesini özümsemesini kendi başarı hikayesine kazanmasını nasıl sağlayacaksınız? Canlı sürekli olarak bir ödeve calisir gibi "ne yapmam lazım" şeklinde düşünecek. Mesela diyecek ki canım sıkkın içim daraliyor. E bir dışarı çıkıp gezeyim. Çıkıp gezecek Rahatliyacak. Eve gelecek gene daralacak. Peki diğer canlı ne yapıyor. Adam evinde daralmadan zevkle film izliyor. Arkadaşı ile dışarı çıkmak istiyor. Çıkıyor zevk aliyor. Öbürü "ya kim uğraşmak şimdi kim sohbet edecek kim muhabbet edecek" diyor. Arkadaşı ile dışarı çıksa hep "Himm himm tamam" deyip taklit yapıyor. O an iletişimde olmaktan haz almıyor. 

     

    Bu 2 örnekteki canlılardan biri sağ dizinde problem olan adam. Agagini basarken acı cekiyor. Öbürü ise sağlıklı koşarken zevk alan adam. 

     

    Bu durumda siz hangisine inanirdiniz. Antidepresanların serotonin üzerinden tedavisine mi yoksa çeşitli kişisel gelişim türü gölü çay kaşığıyla bosaltabilirsinize inandırmaya çalışanlara mi? 

     

    Sağlıklı olan adam beynindeki serotonin dengesi sağlıklı olan canlı, gölü çay kasiyi ile bosaltabilecegine bile kendine güveni var ve bunu hayal eder. İçinde bı hayal kurar. Saldırır. Yaparken "aa bu böyle olmayacak" der. Başka plan yapar. Motivedir. Saldırır. 

     

    Öbürü ne yapar. Kanepede kalkıp en basit bir evsel problemi çözebileceği ne dair inancı yoktur. Güveni yoktur.

     

    Burada olay sizin dediginiz. Mutlu olma olmama olayına geliyor. Cok sevdim bunu. Aslında güven falan yok. Canlı mutlu. Ve enerjisi var. Mutluluk aslında beynin aktif enerji dolu calismasi. Miyelin kilifsiz nöronlar nasilki yavaş miyelin kılıflı hicreler nasıl ki hızlı. Serotonin dengesi sağlıklı beyin çok güçlü diğeri ise tekleyen araba gibi çalışıyor. Enerji varsa mutlu. Beyin düzgün calsiyorsa mutlu. Beyni boş boş durmuyor. Hayal kuruyor. Plan yapıyor. Yaptığı planı hayata geciriyor. Deniyor. Olmuyor tekrar deniyor. Pes etmiyor. Öbürünün kolunu kaldiracak mecali yok. 

     

    Benim cok çok merak ettiğim bir soru: Örnek verelim. Canlı alıngan depresif iç enerjisi az. Bir kızla tanisti. Serotonin artti. Mutlu. Sex hayatı var evlendi. Falan filan. Bana burada yorumlarıyla destek olabilecek arkadaşlar var mı? Mesela Anibal sen. Ya da başka arkadaşlar.

     

    1) Bu canlı antidepresan siz hiç kız ile ilişki baslatamaz mi? Bu durumda antidepresan kullanması şart.

     

    2) Kendi mizacinda bir kız ile tanışıp mesela ailelerin tavsiyesi ile evlenip mutlu olup bu şekilde gidebilir mi? 

     

    3) Ne olursa olsun kız ile tanışma evlilik aşamalarını kendi kendine atlatabilse bile sonraki hayatında mutlu olabilmek için gene antidepresan ihtiyaç duyar mi?

     

    Teşekkürler. 

  6. Mese

    3 saat önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Anibal bir biyolog ve biyologların insanı sadece biyolojiye indirgemek gibi bir yaklaşımları da olduğu doğru. Bundan ben de bazen yakınırım. 

     

    Ama adam burada tastamam doğru bir şey söylemiş. İnsan biyoloji, genetik ve geçirdiği evrimden ibaret...İyi ve kötü bütün özelliklerimiz, alt yapımız, eğilimlerimiz vb her şey birbiriyle direkt ilintili. İnsanın formülü belli: Fenotip=Genotip+çevre. Evrimse bunların hepsini direkt içerir. Yani ruhsal hastalıkları genetik veya biyolojiden koparsak da çevreye (aile, yakın-uzak çevre, mahalle, okul, sosyal alanlarımız, iş alanımız, toplumumuz vs) geldiğimizde yine onlara ve elbette evrime yakalanırız. 

    Böyle bakmazsak asosyalliği de tartışamayız diğer sorunları da. Depresyona bile böyle bakmak lazım. Böyle bakmaz ve derğelendirmezsek felsefik fantezilerin etrafında döner dururuz ki yüzlerce yıldır zaten dönüyoruz. İnsanın beyni genetik alt yapısından, yüz binlerce, milyonlarca yıllık evriminden, biyolojisinden yalıtık değil ki. 

    Evrimsel psikoloji zaten var ama evrimsel psikiyatri diye bir şey de var artık. Yayılacak, bu psikiyatrist milleti de hastalıkları daha geniş bakarak değerlendirecek ve daha başarılı tedaviler uygulayacak. 

     

    Mesela yakınlık kurduğum arkadaşım var diyelim. Onunla konuşurken otobüste olsak rahatım. Ona odaklanıp otobüsü unutabiliyorum. Ama neden otobüste hiç tanımadığım biri bana birşey sorduğunda sadece ona odaklanıp otobüsü unutup onunla konuşamıyorum. Kafam neden dumura uğruyor. Sanki bütün otobüs bizi izliyor gibi oluyor. Halbuki samimi olduğum arkadaşımla konuşurken de bütün otobüs izliyor. Acaba ben samimi olduğum arkadaş üzerinden kendimi güvende mi hissediyorum. Yani ona bağımlı mı hareket ediyorum. Kendimden güven rahatlık alamıyorum. Alabilsem tanımadığım kişi ile de tanımadığım insanlar arasında da rahat konuşabilirdim değil mİ? Buradaki kendini güvensiz hissetme durumu taa çocukluktaki anne ile çocuğun arasındaki güvenli bağlanmaya kadar gidiyor mu? 

  7. 4 saat önce, Khan yazdı:

    Paragrafın ilk ve orta kısmı zorla uydurma. Nasıl bağlasam diye kırk takla attım.

    Tek başına iken motivasyonsuz hissetmen, lakin insanlarla birlikte iken enerjik ve üretken olman benim durumuma benzerlik gösteriyor.

    Sadece insanlardan onay ve takdir alarak motive oluyorsan durum bir miktar kötü.

     

    Kendine bariyerler koymuşsundur. Çekingenlik kendini bir koruma mekanizması.

    "beynim zayıf" diye bir tabir duymadım. Anlamsız kavramlar icat etmemeni tavsiye ediyorum. "Güçlü beyin" ne, "Zayıf beyin" ne?

     

    Geçmişte yaşadığın bu olayları ben aklına getirdim diye düşünüyorum.

    Eğer ben aklına getirmedim, sen iç dünyanda bunlara takılı kaldıysan sorunlar var.

    Öğrenilmiş çaresizlik yaşamadığını umuyorum.

     

    Haklısın çok dağınık yazmışım. 

  8. 23 saat önce, Khan yazdı:

    Ne şekilde sosyalleşiyorlar?

    Gerçek kimlikleri biliniyor hâlde mi, yoksa bir takma ad altında hayallerindeki kişi olarak çekinmeden-utanmadan yazdığı hâlde mi?

    Göz teması ve fiziksel olarak topluluk hâlinde bulunduğunda hissettiği sosyal fobi veya bastıran sıkıntı ile mi?

     

    Kendilerini saklama ihtiyacında olan asosyaller ile biraz içe dönük, kendine zaman ayırmak isteyen kişileri karıştırmadığını umuyorum.

     

    Üstteki girdide yazdıklarım ise insanı çok yüzeysel, hayvanî olarak ele almak oldu ve uçlara yakın noktalarda olanlardan bahsettim.

    Asosyallikten içe dönüklüğe bir aralık vardır.

    Kimisi normale yakındır ayırt edilmez, kimisi ise net bellidir.

    Ben meselsa saklanma eğilmindeyim. Diyalog kurmak istemiyorum. Ama bu zaman zaman azalıyor bazen hatta geçiyor gibi oluyor. Sonra bazen aşırı oluyor kara bulut gibi tepeme çöküyor. Ama antidepresan alınca 1 ayda hepsi geçiyor. Demir gibi oluyorum. Kimmiş gelsin diyorum. İlaçsız nasıl olacak bu işler bilemiyorum.

  9. 3 saat önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Akşam yazacaktım aslında ama zamanım yoktu. 

     

    Senin sorunun asosyallik değil. Sosyal fobinin ağır olmayan hali var sende. Ama esas ve önemli sorunun anksiyete. Geçmişte bir ara panik atağım da vardı demişsin mesela bir yerde.

    Bunlar yanında depresyonu da getirir ki arada bir ağır depresyona giriyorsun.

     

    Anksiyetenin çeşitli türleri vardır, bilirsin belki. Sendekiler aşağı yukarı belli. Örneğin sosyal fobi bunlardan biri. Herhangi bir ortamda başkaları hakkımda ne der, ne düşünür diye ciddi biçimde kaygılanmak, kendini güvende hissetmemek, aşağılanacağını, reddedileceğini düşünmek, yargılanacağına inanmak vb kaygıların var. Bunları asosyallikle değil

    sosyal kaygı bozukluğuyla, genel adıyla sosyal fobiyle açıklarız daha çok. Şunu da ekleyeyim, sosyal fobi olmaksızın ansiyete bozukluğu da sana bunları düşündürür ve hissettirir. Sosyal fobin olması şart değil. Doktor ayırıcı tanıları bilir ve değerlendirir. Ben bilgi olsun diye yazıyorum.

    Ama sendeki tek sorun bu değil, örneğin depresyon eşlik ediyor, anksiyeten dönem dönem çok atıyor, belli ki arada bir panik bozukluk eşlik ediyor. Belki travmatik stres bozukluğun da vardır, bilemiyorum. İyi bir doktorun incelemesi lazım. 

     

    Çözümleri var. Yalnızca ilaçla halledemezsin ama. İlaçla birlikte terapi de almak durumundasın. 

    Lütfen iyi bir doktor ve bir terapist bul kendine. Doktorun var sanıyorum ama bir terapist de bulmalısın. Doktorun kendisi terapi yapmıyorsa sana iyi birini önerebilir. 

    Öyle birşey var ki bende.  Bir kişiyle karşılıklı konuşurken güzel konuşuyorum. Bir 3. kişi geldi mi ya da ortam kalabalıksa. Ben direk felç oluyorum. Bir yerde 3 lü 5 li zor oturuyorum. Aşırı huzursuz hisediyorum. Otobüslerde toplu yerlerde diyalog kurmadan müthiş zorlanıyorum. Mesela birine yardım etmek gerekecek toplu taşımadaysa yapamıyorum. Tahtada sunum gibi şeylerde yok oluyorum. Varlık gösteremiyorum.

  10. 2 saat önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Akşam yazacaktım aslında ama zamanım yoktu. 

     

    Senin sorunun asosyallik değil. Sosyal fobinin ağır olmayan hali var sende. Ama esas ve önemli sorunun anksiyete. Geçmişte bir ara panik atağım da vardı demişsin mesela bir yerde.

    Bunlar yanında depresyonu da getirir ki arada bir ağır depresyona giriyorsun.

     

    Anksiyetenin çeşitli türleri vardır, bilirsin belki. Sendekiler aşağı yukarı belli. Örneğin sosyal fobi bunlardan biri. Herhangi bir ortamda başkaları hakkımda ne der, ne düşünür diye ciddi biçimde kaygılanmak, kendini güvende hissetmemek, aşağılanacağını, reddedileceğini düşünmek, yargılanacağına inanmak vb kaygıların var. Bunları asosyallikle değil

    sosyal kaygı bozukluğuyla, genel adıyla sosyal fobiyle açıklarız daha çok. Şunu da ekleyeyim, sosyal fobi olmaksızın ansiyete bozukluğu da sana bunları düşündürür ve hissettirir. Sosyal fobin olması şart değil. Doktor ayırıcı tanıları bilir ve değerlendirir. Ben bilgi olsun diye yazıyorum.

    Ama sendeki tek sorun bu değil, örneğin depresyon eşlik ediyor, anksiyeten dönem dönem çok atıyor, belli ki arada bir panik bozukluk eşlik ediyor. Belki travmatik stres bozukluğun da vardır, bilemiyorum. İyi bir doktorun incelemesi lazım. 

     

    Çözümleri var. Yalnızca ilaçla halledemezsin ama. İlaçla birlikte terapi de almak durumundasın. 

    Lütfen iyi bir doktor ve bir terapist bul kendine. Doktorun var sanıyorum ama bir terapist de bulmalısın. Doktorun kendisi terapi yapmıyorsa sana iyi birini önerebilir. 

    Müthiş bir tespitti çok teşekkürler. Bu cevap için çok teşekkürler. Tekrar tekrar okudum. 

  11. Ben küçükken akranlarımla kavga ettiğimde hep dayak yermişim. Annem de komşu çocuklarına kızamaz, komşuya laf edemez beni içeri alır ağlarmış. Kendisi de aşırı derecede özgüvensiz. Pazara çıktığımızda hep "Şunu alalım mı? Bunu alsak mı?" diye sorar. Karar veremez. Yemek yaparken hep başkalarına danışır. 

     

    Merak ettiğim.

     

    1) Ben küçükken genetik olarak anneden aldığım genler yüzünden zaten pasif, özgüven siz korkak tım da ondan mı hep dayak yiyordum. Ve ileride de bu genlerin kontrolünde ozguvensiz mi olacaktım?

     

    2) Ben bu şekilde kararsız ozguvensiz çekinik olmayi anneden görerek mi öğrendim. 

     

    3) Eğer ben orada kavgalarda döven olsaydım bu durumda ben cesur kendine güvenli biri olup bu yonum kendi kendine gelişecek ve ilerde sosyal olmama olanak mi saglayacakti?

     

    4) Antidepresan kullandığında beynimin bu ezik büzuk kafasi karışmış kararsız korkak çekinik odaklanamayan isteksiz halı gidiyor. Kendine güvende artış sosyal yönde istek. Rekabet. Heves. Hayatta zevk alma gibi duygular yerine geliyor. Bunların hepsi şu temele oturuyor: "Ben de varım. Ben de yaparım" diye hani bir duygu vardır ya insanı harekete geçiren. O duygu oluşuyor.

     

    *Özgüven aslında çok basit ilkel bir temele mi dayaniyor. Organizma ilk hayat mücadelesinde güç yarışında kaybederse ezilmeyi dövülmeyi korkmayi mi öğreniyor? Ve çocukken ilk sosyal ilişkilerinde bastırılan kendini akranlarının içinde kanitlayamayan cocuk artık ozguvenini kayıp mi ediyor? 

     

    Bunlardan hangisi doğru. Bana ne olmuş ve ne olacak? Ne yapmam lazım. Kolay gelsin. 

     

    Yazarın "Özgüven Aslında Nedir" başlığıyla "Özgüven Nerede Kaybediliyor" başlığı birleştirilmiştir.

  12. On 13.08.2019 at 12:09, Khan yazdı:

    Sosyallik veya topluluk halinde yaşam canlı grupları arasında emniyeti ve çalışma gücünü arttıran bir durumdur.

    Özellikle insanlarda tarım toplumu ve sonrasında mesleklerin oluşup, kişiler tarafından bunların hayat boyu icra edilmesinin insanlığı nerelere getirdiğini görebiliyoruz.

    Diğer hayvanlara göre kendimizi karşılaştırdığımızda emniyet konusundan bahsetmeye gerek yok diye düşünüyorum.

     

    Tabii bu birlikteliğin getirdiği bazı dezavantajlar bulunuyor.

    Sosyal gruplarda en büyük sorunlardan biri kıtlık.

    En küçük topluluk aileden millet veya imparatorluklara ya da Afrika'da toplu halde yaşayan sürülere kadar hepsi için geçerli.

    Kıtlık orta ve uzun vadede ölüm getirir. Bireyi, dolayısıyla yine topluluğu tehdit eder.

    Kıtlığı gidermek, ya yeni kaynaklara ulaşmak ya da topluluğun küçülmesi ile mümkündür.

    Topluluğu oluşturan bireylerdir. Yani topluluk birbirlerinin ortak ihtiyaçlarını gidermek için biraraya gelmiş kişiler tarafından oluşur.

    Topluluğa en fazla katkı yapan bireyler topluluk içinde değerlenir daha fazla kaynaktan yararlanır; en az katkıyı yapanlar ise sönük kalır, dışlanır veya kaynaklardan az miktarda yararlanır.

    Kıtlıkta topluluk içinde bireyler arasında mücadele başlamaktadır.

    Topluluk içi mücadeleler topluluğun devamını sağlasa da zaman içinde değişim toplulukta bireylerin birbirini yok etmesinin tersine doğru değişmiş, kurallar oluşmuş ve benimsenmiştir.

    Kurallarda az katkı yapan bireylerden kaynaklara az ulaşabilecekleri durumunu kabullenmeleri istenir ve hor görülürler. Tam tersi fazla katkı yapanlar takdir alır, saygı görürler, diğer kaynaklara ulaşımları kolay olur.

    Az katkı yapan bireylerin hayatlarını rahat sürdüremeyeceklerini, ihtiyaçlarını rahat gideremeyeceklerini hissetmeleriyle bu bireylerde negatif duygular oluşur (üzüntü, anksiyete, öfke, suçluluk, utanma) (Duyguların nasıl ortaya çıktığına girmeyeceğim, konuyu uzattıkça uzatır).

    Kimileri bu durumu kabullenemeyip topluluk tarafından veya topluluk içindeki rakipleri tarafından yok edilme-cezalandırılma pahasına kuralları yok sayarak rakiplerini yok etmeye-rakiplerine zarar vermeye çalışıp ihtiyaçlarını gidermeyi seçerken -biraz daha açmak gerekirse çocukluktan itibaren ihtiyaçlarını gidermeyi bu şekilde öğrenirken (antisosyal grup, psikopat-sosyopatlar)-; bazıları ise topluluk tarafından veya içindeki rakipleri tarafından yok edilmeyi veya zarar görmeyi göze alamayıp (ödlek olma), geri çekilip az etkileşime girmekte, az kaynaklarla yaşamayı seçmektedir -küçüklükten güvenli yaşamayı bu şekilde öğrenenler (asosyal grup)-.

     

    Günlük yaşamında karşılaştığın bu kadar fazla etkileşimin; yukarıda zaman içinde okuduklarım, kendi iç ve dış gözlemlerimle harmanlayarak en basite indirgeyip gördüğüm bu.

     

    Asosyallerin temel ihtiyaçlarını az miktarda karşılayabilip Maslow piramidindeki üst ihtiyaçlarını kendi hayal dünyalarında gidermesi ise başka bir forum konusu olabilir.

    Benim ilgilendiğim kısım asosyalliğin dinamikleri. Son paragraflar ilgimi çekti o yüzden. Asosyalken sanki hayata canlı baglanamiyorsun. Pilin voltajı düşüyor. Acı cekiyorsun. Sosyalken sanki kendi kendine enerji üretmeye başlıyorsun. Şuan mesela yaptığım şey. Konuşmaya ulaşmak. Forum aracılığı ile. 

     

    Normalde herkesle sosyal olamıyorum. Normal çalışan beynim zayıf. Çok az tek tük arkadaşla hep bu zamana kadar geldim. İlkokulda sosyaldim. Orta 1 de sosyaldim. Orta 2 de seçilmiş çalışkanlar sınıfı diye bir sınıfa verdiler. Orada ilk defa yalıtılmış hissettim kendimi. Yanımda bir arkadas vardı kendi sinifimdan. Onun dışında kimseyle doğru düzgün arkadaş olamadım. Orta 1de de sadece oturduğum sıradaki 3 arkadaş etkileşim halinde olurduk. Orada da diğer çocukları kendimden üstün gorurdum. Köy den şehir merkezine gelirdim okula. Belki de ondandi. Onlar benim bilmediğim şeylerden bahsederler di. Küçüklüğünden beri bu vardı bende. Dışardan gelen başka çocuklar benden üstün olurdu hep gözümde. Aynı zamanda korkaklık vardi. Başka çocuklar beni dovebilir diye korkardim. Şimdi düşünüyorum acaba küçükken çocuklardan yediğim dayaklar mi bendeki özgüven duygusunu zedelemis. Annem derdi mahalledeki çocuklarla kavga çıkınca dayak yerdin. O da beni koruyamazmis. O da ozguvensiz. Çocuğu için komşuya laf edemeyen bir tip. Evde ağlarmış. 

     

    Bunu uzun uzun yazssam yorumlar yapsa burdaki arkadaslar çok istiyorum.

     

    Yani merak ettiğim. Aslında sosyallik her türlü alandaki özgüven medeni cesaret gibi şeylerin temelinde en ilkel düzeyde organizma hayata geldiğinde akranlarıyla ilk karşılaştığında giriştiği güç mücadelesi mi var? 

     

    Mesela dayak yediği zaman. Eziliyor. Ve artık orada korkaklık başlıyor. Ve bu korkaklık. Kendini her alanda akranlarindan asagida konumlandırma Sina mi neden oluyor? 

     

  13. 1 dakika önce, copyPaste yazdı:

     

    Ben de başlıkta yazanları okuyunca tam olarak öyle düşünecektim ki sen raydan çıkan treni bağırışlar içerisinde kurtarmaya gelen Süpermen gibi çıkageldin.

     

     

    Öyle ama karşındaki tipe göre de değişebilir bu durum.

     

     

    Rica ederim. Benim tavsiyelerim yılların tecrübelerinden süzülmüş tespitler. Bu kafein mevzusunu pek kimse bilmez bak, doktorlar bile! Psikiyatrist bulsun elbette ama bir psikoloğun Rorschach testi yaptırmak dışında bir yararı olmaz.

    Bana kahve içmeye çeksin diye ta çok seneler önce bir kardiyolog demişti. Biliyorlar merak etme.

  14. 11 dakika önce, Türk Ateist yazdı:

     

    İyi ya, ağır depresyondasın, yardım arayışı içindesin ve depresyonun en önemli etkilerinden birini doğal olarak taşıyorsun. Hayatın anlamsız olduğu fikri...

    O yüzden seninle hayatın anlamı, gerçekçilik, gerçekler insanı nasıl etkiler gibi konularda seninle tartışmak şu anda saçma olur. Yani bir semtromla tartışmayacak kadar sağlıklıyım, bir gün depresyona girersem gelirim, karşılıklı "hayat ne anlamsız yaa" yarışı yaparız senle.

    Ama işte ben pek depresyona girmiyorum, depresyonlarım iki üç günlük olup geçiyor. Onlara depresyon denmez de ben öyle diyorum...

    Büyük ihtimal siz psikolog ya da psikiyatristsiniz. Kaygı düzeyini sabahları çok yüksek oluyor bazen. Sabahları üzerimde yük varmış gibi oluyor. Özellikle kalbimde. Kaygı neden kalbin üzerinde etki yapıyor. Kalbime birşey çıkıyor sanki. 

  15. 3 dakika önce, copyPaste yazdı:

     

    Yaşamayı kar zarar hesabı gibi değerlendirme. Mesela yaşlanma, hastalık gibi ölüme yakın olma durumlarını ve ölümün kendisini "zarar" olarak görme. Yaşadığın zamanı hiç yoktan eline geçmiş bir piyango gibi düşün. Onu kâr olarak gör. Bir yerde görmüştüm, bilmem ne dilinde "bir şey kaçınılmaz olduğunda ona karşı duyulan korkunun bitmesi" anlamına gelen bir sözcük vardı. Ölüm mevzusu da böyledir. Yazdıkların karamsarlığa kaymış, negatif taraftan bakmaya saplantılı hale gelmiş birininki gibi duruyor ve depresyon belirtisi gösteriyor. Sen bir psikiyatriste falan git istersen. Ama kafeini de bırak, kıps.

    Ben üstün dokmenin bı yazısında falan görmüştüm depresif gerçekçilik diye birşey. 

  16. 7 dakika önce, Türk Ateist yazdı:

     

    İyi ya, ağır depresyondasın, yardım arayışı içindesin ve depresyonun en önemli etkilerinden birini doğal olarak taşıyorsun. Hayatın anlamsız olduğu fikri...

    O yüzden seninle hayatın anlamı, gerçekçilik, gerçekler insanı nasıl etkiler gibi konularda seninle tartışmak şu anda saçma olur. Yani bir semtromla tartışmayacak kadar sağlıklıyım, bir gün depresyona girersem gelirim, karşılıklı "hayat ne anlamsız yaa" yarışı yaparız senle.

    Ama işte ben pek depresyona girmiyorum, depresyonlarım iki üç günlük olup geçiyor. Onlara depresyon denmez de ben öyle diyorum...

    Mantıklı. Çünkü beyin sağlıklı çalışırken mutlu. Hayat anlamsız gibi düşünmüyor. Sağlıklı çalışmıyorsa da sürekli negatif şeylere odaklanıyor. Bu nasıl bir şey çok ilginç.

  17. 21 saat önce, ateistik yazdı:

    Etinden sütünden faydalanmak derken anlamadın sen galiba, erkek sevdiği ve arzuladığı zaman kızı düşünür sürekli kızın her hareketinden, kendinden zevk alır, onla olmak ister seks de dahil ama burada her şeyi cinselliğe bağlamak ve buna kaba demek yanlış.

     

    Sende cinselliği ayıp olarak görenlerdensin galiba

     

    Olayın cinsel tarafından bakarsak zaten herhangi bir sıkıntım yok gayet çok şükür ?

     

    Bu mesele seks den ibaret değil bu ayrı bir sevgi gibi erkeğin "arzu" su

     

    Kadında insan evet ama erkeğe göre çok daha fazla içgüdüsüyle hareket eden bir insan

     

    Forumdaki adam dediğinde bu içgüdüleri çözmüş formülüze etmiş bir taksonomi profesörü 

    olayın garantili yolu varken neden risk alayım ki

     

    Evet kendime güvenim gayet yerinde kendine güvenmeyen adam etkilendiği kıza yaklaşamaz bile

    ateistfikir diye bir çocuk vardı hatırlatırım onu

     

    Cinlerigörenadam nickli biri vardı oda sürekli sora sora götürdü kızı duruyor hesabı forumda

     

     

    Dostum en başta açtığın konuya. Asosyallikten canım sıkılıyor diye girmişsin. Asosyallikten canı sıkılan adam asosyaldir. Ben de bunu anlamadım. Bir süre sonra geçti kurtuldim. Şimdi derdim başka. Bunları anlamadim

  18. 54 dakika önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Beyin de diğerleri gibi bir organ. Davranış, düşünce ve duygu durumları direkt burada ortaya çıktığı, bütün bunlar da ilişki-iletişim halinde önem kazandığı için beyin sağlığı diğer organlardan daha fazla önemli oluyor haliyle. Yani beyin de diğer organlar gibi hastalanabilir, arızalanabilir ve biz bu durumlara "kendi ideal davranış tarzını belirliyor" deyip geçmeyiz.

     

    İnsan hakkında zaten çok şey biliyoruz, ama bildiğimiz ilk ve en önemli şey insanın sosyal bir hayvan olduğu.  Değil 10 bin, 90-100 bin yıl önce de insan sosyal bir hayvandı ve gruplar halinde yaşıyordu. Hayatta kalabilmek; yani avlanmak, kendini av olmaktan korumak, üremek ve barınmak gibi temel ihtiyaçlarımız giderirken de birbirimize ihtiyacımız vardı. Bu ne demek? Anlaşabilmek, iletişim kurabilmek vb demek.

    Biz sosyal hayvan olduğumuz, bir dolu insanla bir arada yaşadığımız için ahlaki duyarlıklarımız önem kazandı, sistemler kurduk, kendimizi ve birbirimizi yönettik.

     

    Kabaca, senin deyiminle ahkam kesebilmem için elimde çok çok sağlam temel bilgiler var, insanı biraz tanıyorum.

     

    Ben hiç başarının, mutluluğun vs formülünden bahsetmedim, kimseye böyle formüller vermedim. Kişisel gelişim kitapları insanı tanımayan geri zekalılar içindir ve hiçbir işe yaramazlar. 

    Ancak asosyallik sağlıklı bir durum değildir. Sosyal olmak deyince sabahlara kadar partileyelim, etrafımızdan arkadaş eksik olmasın, her gece ve gündüz gezelim demek değildir, eğer anladığın(ız) şey bu ise sorun zaten daha büyük demektir.

     

    Tamam, seni ciddi biçimde hastasın ve antidepresanlara ihtiyaç duyuyorsun. Sosyal olamıyorsun, korkuların var, çekingensin, diğer insanların duygu ve düşüncelerini çok önemsiyorsun vs vs...

    E bunlardan şikayet ediyor ve değişsin istiyorsun, burada da kalmış asosyalliğe güzelleme çekiyorsun neredeyse...

    Ben bam gün konuşmuyorum da sen bu duygu uçuşmalarıyla doğal olarak kendinle çelişiyorsun. 

    Çok güzel anlatmissiniz. Yani insan çok eskilerden beridir sosyal. Konuşma şekli basit olsa bile sadece ilkel olarak anlassa bile gözlerle resimlerle anlassa bile insanlar gruplar halinde iletisim halinde yasiyordu. Mağarada sadece kendi ailesi ile yaşadığı zamanlar yok muydu? 

  19. 4 dakika önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Bu saydıkların sağlıklı insan için sorun değil. Diğer insanlarla ilgili bu tip kaygılar gütmüyor insanlar.

    Bunlar hastalıktan. Lütfen gidip ciddi ve kompleks bir tedavi al. Burada saçma sapan tavsiyelerle halledemezsin. İyi bir psikiyatrist ve bir psikolog bul ve tedavi ol. Kaygıların sağlıklı insanlarda yok emin ol. 

    Yukarıda da söylemiştim, depresyon bir hastalık sadece. İnsanın beyni de diğer organlar gibi bir organ ve hastalanabiliyor. Çaresine bakmak en doğrusu, hatta elzem olanı.

    Biliyorum 17 yaşlarından sonra 2, 3 kere depresyona girmiş biri olarak. İşte ben o dönemlerde yaşasaydım. Acaba gene depresyona girer miydim? Büyük ihtimal girerdim. Bu zamanda okula gitmeme engel olan depresyon. O zamanda da avlanmama engel olurdu. O zamanda şu sonuca çıkıyoruz. Beyni sağlıklı olan inşan bu dönemde de medeniyetteki her türlü sosyal ilişki zorluk iş gibi seyleri halledebilir. Taş devri zamanında da halledebilir. Bu zamanda halledemeyen taş devrinde de halledemez. 

×
×
  • Yeni Oluştur...