Jump to content

Magnesia

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    373
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Magnesia kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. 54 dakika önce, marechal1 yazdı:

    Dediklerimi okumuyorsun..Tezime cevap veremeyince ''değişmiştir, sonra eklenmiştir. vs.vs.'' yani bu sureye verebileceğiniz mantıklı bir karşı tez yok :)

     

    Başlık yazısını "bu adam ne demek istemiş" diye okudum, bir çuval masal anlatmışsın, çocuğum ne dedin de biz dediğini okumadık?

     

    Şöyle kendi ifadelerinle, adam gibi, anlaşılır cümlelerle ne demek istediğini yaz, okumazsak namerdim.. Bak aha da yemin ediyom, cevap bile vercem...

  2. Bir kaç ay önce İstanbul Florya'daydım. Küçükçekmece'de bir adrese gitmem lazımdı ama yolu bilmiyordum. Telefonumda adresi yazıp yolu sorduğumda gayet kısa güzel bir güzargah çizdi. Baktım olur gibi, tamam hadi gidelim dedim. Yan koltuğa sesi açıp bıraktım. Abartmasız söylüyorum, 15 dakikalık yolu tam 1 saatte götürdü. İstanbul trafiğinde 1 saat sağa dön, sola dön komutlarıyla perişan bir vaziyette tamamladım. Tamam, gideceğim yere vardım, ama o kalabalık bölgede per-perişan oldum... Bundan sonra çok gerekmedikçe kullanmam..

  3. 3 saat önce, bilgivehis yazdı:

    kendisi oldukça genç olmasına rağmen şimdiye kadar işi yeterince olgunlukla yürüttü.

     

    Katılıyorum. Geçmişte forum için yaptığı çalışmalar, gelecekte yapacaklarını aynası olacaktır. Ayrıca ben bir buçuk'un şucu ya da bucu değil de, kafasının karışık olduğunu düşünüyorum...

  4. Ne forumlar geldi geçti. Onlarca... İsimlerini bile unuttuk.. Sexy Huri bile forum açmıştı. Ateistforum'dan başka hiç biri kalmadı.. Zaten tamamına yakını Ateistforum'dan kopanlar tarafından açılmıştı. Dinci bir gurup Ateistforum'a kızdı, toptan forumdan ayrılıp kendilerine paralı bir forum açtılar. Fakat teknik admin olarak bir Ateist'i seçtiler, bir ay sonra foruma kendileri de giremediler. Hatırladığım en komik mevzuların başında gelir. Fikirsel'i de hatırlıyorum, CultureClub ha babam kendi yazar dururdu. Kemalistforum, cumhuriyet forum da Ateistforum küskünlerinin açtığı, bir süre sonra kapanan forumlardandı. Daha aklıma gelmeyen pek çok forum açıldı, yaşayamadı kapandı... Ama kapanmalarına da hak vermek lazım, çünkü forum işi ciddi özveri isteyen, yorucu ve oldukça kapsamlı bir iş. Herkesin yapabileceği bir iş değil...

  5. 4.Murat 1639'da Amsterdam'a bir adamını gönderip matbaa'ları inceleyip bir tanesini almasını ve İstanbul'a getirmesini emreder. Gönderilen eleman o dönem en iyisi kabul edilen ahşap bir matbaa'yı beğenir ve bin altın vererek satın alır. Gemiye yüklenen matbaa deniz yoluyla İstanbul'a getirilir. Fakat 4.Murat, matbaa İstanbul'a geldiğinde genç yaşta ölmüş, yerine kardeşi Deli İbrahim geçmiştir. Matbaa'ya karşı olanlar ve matbaa karşıtı guruplar hemen kulis yapmaya başlarlar ve İbrahim'i etkileyerek matbaa'yı imha etmeye ikna ederler. Baskılar sonunda İbrahim "tiz bu ucube eritile" diye emir verir. Matbaa'nın ahşap olduğunu bilmediklerinden matbaa demirciye gönderilir, ama ahşaptan yapıldığından demirci matbaayı eritemez. 3 altına bir Yahudi'ye satar. Osmanlı coğrafyasına adım atma cüreti gösteren matbaa'nın başına gelenler, Yahudi'ye satılma olayından sonra da devam ederek uzun bir makaleye konu olur. Makale bir İstanbul gazetesinde 1920'de yayınlanmıştır. Bu hikayenin doğruluğunu bilemeyiz, ama matbaa karşıtı gurupların var olduğunu gayet iyi biliyoruz. Çünkü matbaa icat edildikten tam 200 yıl sonra Osmanlı coğrafyasına girmiştir.

     

    Düşünün bir kere; matbaa'nın ancak 200 yılda (1720'ler) girebildiği bir ülkeyi konuşuyoruz. Kitap yok, yazar yok okuma yazma bilen yok, bunu değiştirmek için çaba gösteren yok. Matbaa Osmanlı coğrafyasına girmesin diye kulis yapanlar, matbaa karşıtı guruplar var. Devamlı engelliyorlar matbaa'nın ülkeye girmesini. Oysa ki matbaa'nın hayati önemi var; matbaa gelecek kitaplar çoğaltılacak, çoğalan kitapları daha çok insan okuyacak, insanlar okudukça aydınlanacak. Ama olmuyor, insanların aydınlanması 200 yıl öteleniyor.

     

    Bizim atalarımız matbaa'ya set koyarken batılı ülkelerde aydınlanma çağı çoktan başlamış durumda. Dünyanın çehresini değiştirecek kitaplar peş peşe patlıyor. Büyük düşünürler düşüncelerini insanlarla paylaşıyor. Bu nedenle kısa zamanda teknoloji ve sanayinin alt yapısını kuracaklar, 1800'lerin başından itibaren sanayi devrimini gerçekleştirmeye başlayacaklar. Almanya'da Daimler isimli şahıs otomobil yapmaya kafa patlatırken, Osmanlı hala Şeyhülislam fetvalarıyla yönetilmeye devam ediyor olacak. Zaten bu kafayla kısa zamanda yarı sömürge haline gelip, Avrupa'lı ülkelerin oyuncağı olacak.

     

    Hiç tartışmasız bunun temel sebebi dindir. Bu konular üzerine yaklaşık yirmi yıldır yazdığımdan, yeniden yorum getirmeye çalışmayacağım. Ama aynı temel sebebin ülkenin başına hala bela olmaya devam ediyor olması insanın canını acıtıyor...

     

  6. 2 saat önce, haci yazdı:

    Magnesıa'nın iletilerini zevkle ve heyecanla okudum. Akla hitabediyor. Ayrıca bilimsel ve bazı tarihsel gözlemlerle de bağdaşıyor.  Ama Osmanlı'nın geri kalmasında neden olabilirler mi? Pek emin değilim. Yine de dikkate alınmaları gerekiyor. Magnesia'ya göre Osmanlı'nın geri kalmasından İslam direkt olarak sorumlu değil. İslam az çok sorumlu olabilir belki ama  Padişahların ve yönetimin ahlaksız, beceriksiz, çocuk ve cahil olması daha önemli. Saray entrikaları ülkenin yönetimini önemli ölçüde aksatıyor.

    Bu gözlemlerin Osmanlı'nın geri kalmasında ne gibi bir önemi olabillir? Yeterli bir neden midir? Emin değilim. Nedenlerden biri olabilir.

    Çünkü çöken ve geri kalan yalnız Osmanlı değil. Bütün İslam  ülkeleri ve İslam imparatorlukları....

     

     

    Sevgili Haci,

     

    Ben bu başlık altındaki yazılarımı Piri Reis ve Osmanlı'nın neden uzak denizlere açılamadığı konusuna odaklanarak yazdım. Osmanlı'nın geri kalması, geri kalmasının İslamla ilişkeleri başka bir başlık konusu olduğundan, o noktalara değinmedim. Ama çok tarih okuyan, tarihe çok meraklı biri olarak, tarih bağlamında o konulara da değiniriz... Seninle beraber...

  7. 15 saat önce, mantik yazdı:

    Magnesia'nın dedikleri okuduklarım arasında bence hedefe en çok yaklaşan açıklama. Osmanlı geç kalmıştır, doğru. Ama dönemin diğer büyük güçlerini düşünelim. Bunlar arasında keşifler konusunda en erken davrananlar İspanyol ve Portekizliler iken, sonraki yüzyıllarda ekonomik ve askeri açıdan en fazla gelişen onlar değil, İngiliz, Fransız ve Almanlar olmuştur. Yani keşifler tek faktör değil belli ki. Dolayısıyla, geç de olsa Osmanlı'nın da başlamasını ve bu konuda birşeyler yapmasını beklerdim. Fransızlar mesela, ilk başlayanlardan olmamışlar, ama sonradan onlar da okyanuslara açılmış. Kanada'nın Quebec kısmını, bugünkü Amerika'nın Louisiana bölgesini ele geçirmişler. Okyanuslarda çeşitli küçük adaları egemenlikleri altına almışlar. Hatta uzak doğuya kadar gidip sömürge kurmuşlar. İskandinav ülkeleri o kadar değil. Onlar muhtemelen Almanya gibi keşiflerin Avrupaya getirdiği zenginlikten dolaylı etkilenmiş olmalılar. Okyanusa uzak İtalya gibi, ya da sıcak denizlere kıyısı olmayan Rusya gibi ülkeler ise ekonomi açısından geriden takip etmek zorunda kalmışlar diğerlerini.


    Yani önce davranmak veya önce davrananlardan biri olabilmek belli ki önemli bir faktör. Ama dengeler değişebiliyor. Mesela en önce davranan İspanyollar iken, tüm dünyayı en fazla kolonize edip güneşin batmadığı bir imparatorluk kuranlar İngilizler olmuş. Neden olmuş bu? Çünkü o ilk dönemlerde büyük bir deniz savaşında İspanyolları mağlup etmişler de ondan.


    Yani dengeler değişebiliyor. Ayrıca, sonradan davrananlar da pastadan payını alabiliyor. Hatta doğrudan bu kafilede yeri olmayan Almanya ve İskandinav ülkeleri gibi ülkeler bile keşifler çağının sonuçlarından faydalanabiliyor.


    Peki Osmanlı niye faydalanamıyor?


    Geç kalmayı bırakalım, hiç başlamıyor bile. Veya başlayamıyor.


    Bunu sadece Hint okyanusunda Portekiz direncini kıramamalarına bağlayamayız.


     

     

    Tamam doğru diyorsun, ama Fransa ve İngiltere yükselişe geçerken, Osmanlı da düşüşe geçiyor. Kanuni'den itibaren Osmanlı artık o güçlü Osmanlı olmaktan çıkmaya başlamıştır. Kanuni ile başlayan bu düşüş 350 yıl sonra Dünya savaşıyla noktalanmış. (Unutulmamalı ki Piri Reis'in kellesini isteyen de Kanuni'dir. Ona muhteşem derler, ama o kadar da muhteşem bir padişah değil, tam tersi çöküşün başlamasını tetikleyen padişahtır. Nedenleri başka bir tartışma konusudur.)

     

    Bu 350 yıllık süreç içinde Osmanlı tamamen çürümüş, her türlü ahlaksızlığın, soygunun, talanın yaşandığı bir periyoda girilmiş. Neredeyse senede bir ya da iki kere yaşanan isyanlar, saraydaki kepazelikler ve güç kavgaları, durmaksızın gerileyen ve artık savaşları birer birer kaybeden Osmanlı'nın kafasını kadırıp etrafına bakmasına engel olmuştur.

    O dönem en uzun yaşayan padişah 30-40 sene yaşamış, ölüm yaş ortalaması 20-25'lerdedir. Padişahlar gencecik ölüyor, çünkü sarayda güç kavgası var, zehirleyip duruyorlar padişahları. Mesela Fatih'in çocuklarının tümü genç yaşta ölüveriyor (2.Beyazıt hariç). Hatta Fatih bir sefere çıkmışken çadırında aniden fenalaşıp ölüyor. Neden öldüğü hala sır, bilinmiyor. Başa geçen padişah tüm erkek kardeşleri katlediyor, bazen erkek varis bile kalmıyor. Çocuk padişahlar başa geçiyor, onların vasileri canının istediği gibi ülkeyi yönetiyor. Bu şekilde on yıllar süren karanlık dönemler var... Bazı padişahlar uçkurunun peşinde, haremden dışarı çıkmıyor; bazısı oğlancı küçük erkek çocukların peşinde, halkın erkek çocuklarını zorla toplatıyor; bazıları pedofili, küçük kız çocuklarının peşinde; bazıları ise kadehlerin peşinde, ayık gezmiyor. Yeniçeriler isyan etmek için hazır kuvvet bekliyor. Her isyan ülkeyi daha da batırıyor, çünkü isyanlar padişahların değişmesiyle son buluyor ve tekrar toparlanmak zaman alıyor. Padişah değişince tüm yeniçerilere cülus bahşişi adı altında para dağıtmak zorunlu. Zaten isyanlar da çoğunlukla bunun için yapılıyor. Hazine tamtakır, parayı nereden bulup verecekler? Ya borç alınıyor, ya da eldeki değerli madenler eritilip (hatta saraydaki şamdan falan gibi değerli süs eşyaları bile) para basılıyor. Dağıtmaya yetsin diye basılan paraların gramajından, basılmış mevcut paraların köşelerinden kırparak paralar eksiltiliyor. (Sırf bu gramaj kırpılmasına bağlı olarak yapılmış bir isyan bile var) Ülkede düzenli bir yönetim yok. 30 yıl oda hapsinde kalmış, gök yüzünün rengini bile unutmuş yarı deli bir şehzade birden bire tahta oturtuluyor, bu herif ne halt yesin? Hatta bazen direk deli, kendi adını bile bilmeyen, altın sikkeleri balıklara yem diye atan zır deliler tahta oturtuluyor. Kendi keyfinde, boş vermiş padişahlar yönetimde. Mesela deli İbrahim'in oğlu Avcı Mehmet (4.Mehmet) 7 yaşında padişah olmuş, yetişkinliğe geçtiğinde avcılığa merak sarmış. Bu herif devlet işlerini bırakır, aylarca sürek avlarına çıkarmış. Memlekette isyanlar almış gitmiş. Tahttan indirmişler. Oğlu 2.Mustafa, babasından 8 yıl sonra tahta geçiriliyor, bu da avcılıkta meşhur, babası gibi sürek avlarına çıkıyor. Avcılık yapmamaya yemin ettirilerek tahtta kalmasına izin veriliyor. Bu şartlar altındaki Osmanlı'nın uzak denizlere açılıp yeni koloniler kurması, bırak koloni kurmasını, bunu düşünmesi mümkün mü?

  8. Piri Reis dünya haritasını çizerken yukarıdan bir vahiy almadı. Mevcut bilgilerden faydalanarak haritayı çizdi. Bazı kesimlerin haritayı mucizevi bir çizimmiş gibi gösterme çabaları bilindik Müslüman yalanlarındandır. Bazı kaynaklarda Kristof Kolomb ile doğrudan görüştüğü aktarılmaktadır. Bu konu ile ilgili bir kaç sene önce uzunca bir makale okumuştum, yanlış hatırlamıyorsam makale "Atlas" dergisinde yayınlanmıştı. 

     

    Piri Reis denince her nedense ha babam dünya haritasını gündeme getirirler. Oysa ki Piri Reis'in en önemli eseri Kitab-ı Bahriye isimli kitaptır. Neyse ki bu kitabın orjinali elde mevcuttur ve hatta günümüz Türkçe'sine çevrilerek basımı yapılmıştır. Kitapta çok önemli coğrafi bilgiler ve bu bilgilere ek olarak mükemmel haritalar mevcuttur. Şöyle bir göz attığımda internette pek çok yerde bu kitabın satışı yapılmaktadır. Ayrıca Piri Reis ile ilgili pek çok kaynak kitap da mevcuttur.

     

    Osmanlı kıtalararası mesafelere donanma göndermiş, Hindistan'a kadar uzanmıştır, ama daha önceden tüm okyanuslarda yayılmaya başlayan İspanyol ve daha çok Portekiz hegemonyasını kıramadığından, uzak mesafelere açılamamıştır. Piri Reis'in kellesini götüren de Hürmüz boğazında kıramadığı Portekiz direncidir. Buna rağmen Kızıldeniz'de ciddi bir Osmanlı donanma gücü bulunuyordu. Ama bu deniz gücü Osmanlı'nın kontrolündeki Arap ticaret limanlarını özellikle Portekiz yağmacıların saldırılarından korumak amacıyla orada bulunuyordu.. Osmanlı donanması bir kaç denemenin dışında Hindistan üzerinden uzak doğuya uzanamamış, Amerikaya gitmeyi ise hiç denememiştir... Osmanlı'nın okyanuslara ve uzak topraklara açılamamasının en büyük nedeni, bu işi Osmanlı denemeden çok önceleri başarmış, uzak doğuda koloniler kurmuş ve geçiş yollarını kesip tahkimat yapmış olan Portekiz ve İspanyol (özellikle Portekiz) deniz güçleri nedeniyledir. Kısacası Osmanlı okyanuslara açılmakta geç kalmıştır...

  9. On 07.01.2019 at 17:18, Bir Buçuk yazdı:

    İnsan demek, özne demektir, bilinç demektir.

    Bilinci açıklayamayan insan nasıl ateist olabilir ki?

    Henüz kendi varlığını açıklayamayan biri nasıl ateist olabiliyor?

     

    Aynı dincilerin mantığı.. Onlar da sanki mal bulmuş mağribi gibi "allah yok, olsa görürdük diyon ama aklımız da görünmüyor, peki aklımız yok mu" şeklinde yaklaşımda bulunurlar. Bu da aynı yöntemle geliştirilmiş bir mantık... Zayıf Ateizm (negatif Ateizm) yaklaşımı bile değil bu yaklaşım, olsa olsa Deistik bir yaklaşım olur... Diğer deyişle tanrıcı bir yaklaşım... Belki kafası karışmış bir gencin görüşü...  

  10. On 04.01.2019 at 02:02, adalet123 yazdı:

    Merhaba,bir yakınım daha 16 yaşında iken adam yaralamıstı.Karşı taraf şikayetçi olmamıştı .Hagb kararı verilmis.Bu hagb kararı kaç yıl sürüyor 3 mü yoksa 5 yıl mı? Olay 2014 te olmuş.

     

    HAGB kararı (Hükmün açıklanmasını geri bırakmak) yetişkinler için 5 yıl,  18 yaşından küçükler için 3 yıldır.

  11. Muhammed mi uydurmuş, sonrakiler mi bilmem, ama tümden, akıllara zarar bir hikaye. Ayrıntıları çok daha uzun. Mesela Burak tarifi neredeyse bir sayfa sürer. Belli ki kısa bir hikaye asırlar boyu lastik gibi uzatılmış, çeşitli ilavelerle komik bir hale getirilmiş.

     

    Hadis kaynaklı bir aktarıma göre Muhammed gece yaşadığı bu olayı sabah Sahabe'ye anlatır. Sahabe Muhammed'e inanmaz ve gülüşmeler olur. O sırada Ebubekir gelir ve mevzunun ne olduğunu sorar, Muhammed bir kere de Ebubekir'e anlatır. Ebubekir "dinledim ben inandım, siz de inanacaksınız" der.  

  12. On 23.12.2018 at 20:36, acizlerdenbiri yazdı:

    Efendim bu platformda çeşitli fikirler okuma fırsatım oldu, üzülmemek elimde değil, siz vicdan sahiplerine sesleniyorum. Kendi vücudundaki hiç bir organın tasarımında , yaratılışında en ufak bir pay sahibi olamayan hatta dalağın, böbreğin, ciğerlerin, sindirim , solunum sistemlerinin ne olduğunu dünyaya geldikten seneler seneler sonra öğrenen bir insanın, " yav senin ilahın da ne vasat ilahmış, göz yaratıyor belli yaştan sonra bozuluyor, kulak yaratıyor duymaz oluyor, diş yaratıyor ama çürüyor, dökülüyor" şeklinde söylemlerine ne denilebilir? 

    Yapmayınız , etmeyiniz.. ALLAH 'ın  yarattığı azaları organları kullanıp bir de üzerine böyle sözler sarfetmek ne ayıptır ne densizliktir,onun verdiği gözü kullanıp o gözler ile görüp nasıl böyle konuşulur, o laflar nasıl söylenir. O dişler ile yemeğini ısırıp çiğniyorsun bir de üzerine laf söylüyorsun.

    _"EFENDİM BENİM DİŞLER DÖKÜLDÜ İMPLANT YAPTIRDIM ,BEN ALLAH IN YARATTIĞI DİŞLERİ KULLANMIYORUM, BEN BİLİMİN ÜRÜNÜ OLAN ÜRÜNÜ KULLANIYORUM "mu diyorsun?

    e akılsız adam bilimde kullandığın kafayı da o yarattı, beynini kim yarattı ? kendin mi yarattın beynini? onunla oturup kalkıyor onunla iş görüyorsun. Tıp bilimi implant tedavisini akılla bulmadı mı? İmplant ta kullanılan madenler, materyalleri dünya üzerinde kim var etti, demiri, elması, altını, azotu , karbonu kim var etti, insan kendi mi var etti onları yoksa hazır var olanı mı buldu ve zamanla keşfetti? neyle keşfetti, beyni olmasa yapabilir miydi implantı, uçağı, roketi.

    İnsanlık günümüz teknolojisine gelmeden önce atalarımız öküzü , atı, koyunu kullanarak bugünlere gelmedi mi? kim yarattı öküzü? öküzü tarlada kullanma fikrini ne ile buldu insan, beynini kullanarak bulmadı mı? Çıkar o beyni bakalım ne yapabiliyorsun, olur mu? olmaz, o zaman beyin zorunluluk insan için,  Kim koydu onu kafatasının içine, insan kendi mi koydu anasının karnında?

    Yapmayın kardeşim, çıkarın nefsinizi aradan, kitapta her yerde " hiç düşünmezler mi, akıl etmezler mi, akıllarını kullanmazlar mı " yazıyor  inkarcılar için, onun yarattığını kullanıp, onun yarattığını yiyip nankörlük etmeyelim , o kişilerden olmayalım yahuuu.

     

    Ossuruktan tayyare, selam söyle o yare...

     

     

  13. 3 saat önce, copyPaste yazdı:

     

    20 yaşında hangi ülkeye yerleşirsen yerleş aksanlı konuşursun. Sadece Türkçe için değil her dil için geçerli o dediğin.

     

     

    Hocam yüklemin sonuna özne ve zaman kipi eklemek (conjugation) zilyon tane dilde olan bir özellik. Sen sadece İngilizceyi baz almışsın. Almanca'da özneye göre çekim vardır örneğin.

     

     

    Türkçe genel kanaatle öğrenmesi zor olmayan diller arasında geçer. Senin dediğin tamamen farklı bir dil ailesine geçerken afallama.

    Sert ünsüzlerin yumuşaması consonant mutation adı altında birsürü dilde mevcuttur. Örn: confess - confession, son ünsüz değişti.

    Suffix kullanmama anadilini konuşurken sahip olduğu alışkanlıkları devam ettirme meyili sadece. Ayrıca batı dili derken Fince mesela Türkçe gibi agglutinative bir dildir.

     

    Bu söylediklerinin hepsi hatalı... Batılı ülkelerde 20-30 sene yaşarsan o dile hakim olur, ciddi bir konuşucu olursun. Kırıklık kalmaz, seni kendilerinden farklı saymazlar. Türkçe'de bu mümkün değildir.

     

    Ben İngilizceyi değil, tüm batı dillerini, hatta uzak doğu dillerini baz aldım. Dil bilimi okumuş biri olarak bunları görerek konuşuyorum...

     

    Sert ünsüzlerin yumuşaması kuralını bir cahile öğretmek için zarf olarak attım, Türkçe'de çok daha karmaşık ve zor Gramer kuralları var... Sen de aynı tuzağa düşüp konuşma... 

     

    Türkçe'deki suffix olayı, Türkçe öğrenemek isteyen yabancıların içinden çıkamadığı bir karmaşadır. Beceremezler...  

  14. 40 dakika önce, adalet123 yazdı:

     

    Yurt dışına gidecek param yok.Yaş 21.Bir sürü kurs mevcut,hangisi daha iyi nasıl bileceğim peki? İngilizce öğretmenlyim diyen bir sürü sahtekar var.  

     

    Teşekkürler 

     

    Olmaz, İngilizce öğretmenlerine böyle laf konuşmak yanlış... Onların elinde bir kitap var, o kitaba göre öğretiyorlar... Ne öğrendilerse onu aktarıyorlar... Sen tavsiye istedin, ben de tavsiye verdim...

  15. On 18.12.2018 at 11:30, fumes yazdı:

    5000 kelime TOEFL vermek icin yeterlidir. Eger bir kisi bu 800 kelimenin sifat, fiil, isim hallerini bilirse gayet rahat konusur ve anlasir. Bunu bu alanda uzman profesör soyluyor.

     

    "If you learn only 800 of the most frequently-used lemmas in English, you'll be able to understand 75% of the language as it is spoken in normal life."

     

    Metnin tamamina asagidaki adresten ulasabilirsin. Ayrica İngilizce kullanimdaki kelime sayisi 171.146. 

    https://www.google.com/amp/s/www.bbc.com/news/amp/world-44569277

     

    Uzman prof sıçmış... O alıntıladığın link'te de sıçmışlar... 

     

    Bir kere daha tekrarlıyorum; bir dili konuşmak için 4000 kelime+gramer yeterli olabilir. Ama 5000 kelime+gramer kelime daha iyidir... 10000 kelime+gramer ise süper olur. 800 kelimeyle dil konuşma iddiası soytarılıktır... 

  16. On 17.12.2018 at 23:03, adalet123 yazdı:

     

    Magnesia ıngilizce biliyorsun sanırım.Ben öğrenmek istiyorum.Ne tavsiye edersin?

    Çalışacaksın, durmaksızın kelime ezberleyecek, gramer öğrenecek ve azmedeceksin; asla kaytarmayacaksın.. Mümkünse en az iki yıl ciddi kurslara gideceksin... Maddi durumun elveriyorsa, kursları tamamladıktan sonra bir-kaç yıl İngiltere ya da ABD'ye gideceksin. İngilizce kitaplar okuyacak, durmaksızın İngilizce TV'ler seyredeceksin... Paran yoksa, ya da yaşın 30'lardaysa hiç başlama...

  17. On 16.12.2018 at 02:42, fumes yazdı:

    Ingilizce de es anlamli sozcukler genellikle farkli durumlar icin kullanilr veya informal/formal dir. Ingilizcede Turkcenin 10 kati kadar kelime vardir. Yine de Ingilizce konusmalarin cogunu anlamak icin most common 800 kelimeyi bilmek yeterlidir. Dil ogrenmenin baslangici vardir ancak sonu yoktur. 

     

    800 kelimeyle hiç bir dili anlaman mümkün değildir. Özellikle 350 bini aşkın kelimesi olan İngilizce'de 800 sayısı komik kalır...  (Türkçe'de maksimum 35 bin kelime vardır, 800 sayısı Türkçe için bile mümkünü olmayan bir sayıdır)

     

    Senin bu söylediğin belki mümkün olabilir, ama sayı 800 değil, en az 5000'dir... 

  18. On 15.12.2018 at 22:03, jynx yazdı:

     

    Sert ünsüz yumuşaması kuralı çok basit. Sonu ç, k, p, t ile biten bir sözcüğe ek geldiğinde ç c'ye, k ve g ğ'ye, t d'ye, p b'ye dönüşür. Sadece bazı sözcüklerde istisna olarak bu yumuşama görülmüyor o kadar. Ama yumuşamanın olduğu sözcüklerde harf değişiminde, istisnasız tüm kelimelerde yukardaki kural geçerlidir. Yani ç her zaman c'ye dönüşür. İstisnası yoktur. Bence gayet basit bir kural.

     

    Ve ingilizcenin başka bir zorluğu telafuzu birbiriyle aynı ya da çok benzeyen çok fazla kelime var. Ve her bir sözcüğün onlarca eş anlamlısı ve yakın anlamlısı var. Ne kadar kelime ezberlersen ezberle, bir ingilizce yazı okuduğunda hep bilmediğin kelimeler çıkıyor.

     

    Mal, internetten baktın, sen de öğrendin.. Ben ne diyom? Ecnebiye öğret de götü*** çapını gör diyom... Kapiş?

     

    Yahu google'da aratıp bulunca kendini alim sanan bu yeni yetme tenekelere uyuz oluyorum... Küfür etmeyim diye kendimi zor tutuyorum... Şuna bak, google'dan buldu, bulduklarıyla bize sert ünsüz kuralını üğretmeye çalışıyor öküz... Lan mal herif, ben sert ünsüzlerin yumuşama kuralını sana bizzat yem diye attım. Çünkü biliyorum, bu kuralı bilen sayısı çok azdır... Sazan gibi atlayıp kuralın piri gibi yazdın...

     

    Ama not düşüyorum, Üniversite'de dil bilimi okurken biz bu kuralı google'dan öğrenmedik, direk kitaptan öğrendik... Zaten o zamanlar google, moogle yoktu...

  19. Kuran'da çatır çatır çok eşlilik vardır. Eş kah nikahlı (o dönemde nikah ne demekse?), kah er kişinin variyeti (cebinin gücü) ile orantılı olarak cariyelerle belirlenir. Er kişi zengin ise evini satın alınmış cariyelerle (İslami ticarette cariyeler para ile satın alınır, hala da öyledir) doldurur, bir-iki (ya da dörde kadar) nikahlı karı alarak ele güne karşı evliyim ayağı atar... 1400 yıllık köhne Arap kültüründen ibaret İslam'ı bize anlatmayın...  Hasan Akçay; yeter, sen de Şu arap kültürü İslamı kurtarmayı, yağlayıp ballamayı bırak artık... Müslülerden başka kimse yemiyor bunca yalanı...   

  20. Bir saat önce, jynx yazdı:

     

    Türkçe'nin gramer yapısının batı dillerinden farklı olması, onun zor olduğunu göstermez. Sadece o dillerden farklı olduğunu gösterir. O suffix'lerinde hepsinin kuralı var. Ayrıca sanki 30 yıl ingilterede yaşayan türklerin aksanı aynı ingiliz gibi mi oluyor hayır.

     

     

     

    Türkçe'nin gramer yapısı batı dillerinden farklıdır ve daha zordur. Suffix kavramını anlayamamışsın, sana kolay emme ecnebi için bir kabus. Suffix kullanımının çok da net bir kuralı yok. Sert ünsüzlerin yumşaması kuralını bir yabancıya öğret de göreyim... Dediğim gibi bir fiilin arkasına ekler yaparak cümle kurulabilir, batı dillerinde böyle bir şey yok. Bunu öğrenmek ancak ana dil öğrenirken kolaydır.. Sonradan Türkçe öğrenmiş birini bulursan incele , bak bakalım ne kadar suffix kullanıyor...

     

    30 yıl İngiltere'de kalmış eğitimli bir Türk'ün konuştuğu İngilizceyi, İngiliz'den ayırdedemezsin. Ancak dili öğrendiği yöreye göre aksan farklılıkları görürsün. Belli ki yaşın genç ve bunu deneyimlememişsin...

  21. 8 saat önce, jynx yazdı:

    Bence türkçe en kolay dillerden biri. Eril-dişil kavramı yok. Düzensiz fiil diye bir şey yok. %99 yazıldığı gibi okunuyor. Gramer kuralları son derece mantığa uygun. İstisna çok az sözcük var. Ve telafuzu da kolay. 

     

    Ama bazen yanlış anlaşılmalara sebep verebiliyor. Ya da kimden bahsedildiği belli olmayabiliyor. Örneğin "Yalanını ortaya çıkaracağım." dediğimizde, sözü söylediğimiz kişinin yalanı mı yoksa başka bir kişinin yalanından mı bahsettiğimiz belli değil. Çünkü ikinci tekil şahıs iyelik eki + hal ekinin çekimiyle üçüncü tekil şahıs iyelik eki + hal ekinin çekimi aynı.

     

    ikinci tekil şahıs: -ın (iyelik eki) + ı (hal eki)

     

    üçüncü tekil şahıs: ı (iyelik eki) + n (kaynaştırma harfi) + ı (hal eki)

     

    O yüzden bu tür durumlarda yanlış anlaşılmayı engellemek için "senin" "onun" kişi zamirlerini kullanmak gerekiyor.

     

    Yok o kadar da kolay bir dil değil Türkçe.. Örneğin suffix (son ek) zenginidir Türkçe. Bir kelimeye suffix'ler ekleyerek tek kelimelik cümle haline getirebilirsiniz. Bir Avrupalı bu durumda dumura uğruyor, çözemiyor dili... Batı dilleri SVO (özne+fiil+nesne) kalıbındayken, Türkçe SOV (özne+nesne+fiil) kalıbındadır. Yani terstir... Batı dillerine göre onlarca gramer farklılığı içerir. 30 yıl Türkiye'de yaşamış bir yabancının Türkçe'si kırıktır, ana dili Türkçe olanlardan hemen ayrılır. Geçenlerde 90 kusur yaşında bir Yahudi kadını ziyarete gittim. Kendisi İspanya'da yetişmiş, 18-20 yaşlarında Türkiye'ye gelmiş. Yani 70 yıldır Türkiye'de yaşıyor, ama hala Türkçesi kırık, oturmamış... Kısacası, Türkçe öyle kolay öğrenilebilecek bir lisan değil, zor bir lisan...

  22. Konuştuğumuz dile direk Türkçe değil de, Türkiye Türkçe'si demek daha doğru olur kanısındayım. Çünkü Türkiye Türkçesi Yunanca, Rumca, Farsça, Arapça, Avrupa dilleri ve kadim Anadolu dilleri ile karışarak değişik bir gramer ve şekil almış bir dil durumundadır. Öyle ki Türkiye Türkçesi konuşanlar, Türki ülkelerde konuşulan Türkçeyi anlamazlar, anlayabilmeleri için Tercümana ihtiyaçları vardır.

     

    Türkçe güzel bir dil midir sorusu ise görecelidir. Geçmişte bir süre Almanya'da yaşadım, bir vesile ile hastahaneye gitmiştik. Doktorun sorduğu soruları arkadaşım bana tercüme ediyor ben de ona cevap veriyordum. Biz konuşurken doktor dikkatle bizim konuşmamızı dinliyordu. Daha sonra doktor arkadaşıma "Türkçe dinlemeye bayılıyorum, müthiş ahenkli ve şiir gibi bir dil, Türkçe konuşulurken sanki şarkı dinliyor gibi hissediyorum" demişti...

  23. Bir saat önce, Yeni Üye yazdı:

     

    Eski kitaplarda peygamberimiz Hz. Muhammede (a.s.m) işaretler var mıdır?

    Kur'an'ın dışındaki mukaddes kitaplara, zamanla insan elinin karıştığı halde Peygamber Efendimizin (asm.) bu mukaddes kitapların değişik nüshalarında yer alan isim ve sıfatlarında, büyük bir benzerlik mevcuttur.

    Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk'ın zaman zaman tebliğciler veya peygamberler gönderdiğini ve onlara vahiy suretiyle kanunlar, emirler veya kitaplar indirdiğini bildirir. Kur'an, bu ifadeye bağlı olarak Hz. İbrahim (as)' in sahifelerinden, Hz. Musa (as)'a gönderilen Tevrat'tan, Hz. Davut (as)'a indirilen Zebur'dan ve nihayet Hz. İsa (as)a gönderilen İncil'den bahseder. Kur'an'da beyan edilen “zuhurul-evvelin”, yani “eskilerin kitapları” şeklindeki ifade ise, Zerdüştler veya Brahmanların bazı kitaplarına (kesin olmasa bile) işaret eder denilebilir.

    Eski İran mukaddes metinlerindeki işaretler:

    İran dini, Hindu dininden sonra dünyanın en eski diniydi. Mukaddes yazıları, desatir ve zend-avesta adını taşıyan iki kaynakta toplanıyordu. Bunlardan Desatir numara 14'de, İslam dinine ait bazı prensipler dile getiriliyor ve Efendimizin (asm.) geleceğine dair şu ifadeler yer alıyordu:

    “İranlıların ahlak seviyesi düştüğünde, Arabistanda bir nur doğacaktır. Takipçileri onun tahtını, dinini ve her şeyini yükseltecektir. Bir bina inşa edilmişti (Kâbe'ye işaret ediyor) ve onun içinde, ortadan kaldırılacak pek çok putlar bulunmaktaydı. hâlk, yüzünü ona doğru dönüp ibadet edecektir. Takipçileri, İran, Taus ve Belh şehirlerini alacak ve İranın pek çok akıllı adamı, onun takipçilerine katılacaktır.”

    Yukarıdaki satırlardan açıkça anlaşıldığı gibi, asırlar sonra doğacak İslam güneşi ve onun yüce Peygamberi (asv), son derece net bir şekilde tarif edilmiştir. Ve bu Peygamberin ( a.s.m), “ziyadesiyle övülmüş”, “Ahmet” ve “alemlere rahmet” unvanlarıyla, putları kaldıracak birinin olduğu yazılıdır.

    Bu kitabın hâlen mevcut olan kısımlarından Yasht 13 ün 129. bölümünde, aynı hakikatler bir daha dile getirilir ve putları kıracak olan zattan, “herkese ve âlemlere rahmet” ismiyle bahsedilir. Bilindiği gibi efendimizin bir ismi de, rahmeten-lil-alemin (alemlere rahmet olan) şeklindedir.

    Hind mukaddes metinlerindeki işaretler:

    Paru 8, Khand 8, Adhya 8 ve Shalok 5-8 gibi hind mukaddes metinlerinde, Efendimizden (a.s.m) şöyle bahsedilmektedir:

    “Arkadaşlarıyla birlikte bir mellacha (yabancı dil konuşan veya yabancı bir ülkenin mensubu) olan ruhi bir terbiyeci gelecek ve ismi Muhammed olacaktır. Onun gelişinden sonra raja, pencap ve ganj nehirlerinde yıkanır... Ona der ey sen! Beşeriyetin iftiharı, arap ülkesinin sakini, şeytanı öldürmek için büyük bir güç topladın.” (Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Kur'an-ı Kerim Tefsiri)

    Yukarıdaki ifadede Efendimizin (asm.) has isminin aynen belirtilmiş olması, son derece dikkat çekicidir. Aynı satırlarda geçen “beşeriyetin iftiharı” kelimeleri ise, Peygamberimiz (asv)'in "fahr-i âlem" şeklindeki ismiyle aynı manadadır.

    Buda (gautama buddha) kendisinin ölümünden sonra dünyayı şereflendirecek olan bir yüce kişiden bahseder. Palice lisanında adı “matteya”, sanskritçede “maitreya”, burmacada ise “armidia” olarak geçen bu kişi müşfik ve iyi kalpli olup, insanları doğru yola çağıracaktır. Budanın çok önceden vermiş olduğu bu haberde geçen isimlerin manası da, ”rahmet” demektir. Bilindiği gibi peygamberimiz için, Kur'an'da Enbiya Suresi'nin 107. Ayetinde, “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyurulmaktadır.

    Bu yazmalardan birinde, şu ifade geçer:

    “Buda şöyle dedi. Ben dünyaya gelen ilk buda (yol gösterici) değilim, son da olmayacağım. Belli bir zamanda dünyaya bir başka kişi gelecektir. O da kutsi, aydınlanmış ve idarede fevkalade kabiliyetli olan biridir. O benim size öğretmiş olduğum aynı ebedi gerçekleri öğretecektir... Ananda sordu: o nasıl bilinecek? Buda cevapladı: o, maitreya (rahmet) olarak bilinecek.”

    Pali ve sanskrit yazılı metinlerinde, ileride gelecek olan o yüce kişinin isimleri Maho, Maha ve Metta olarak geçer. Bu isimlerden ilk ikisi, “yüce aydınlatıcı” sonuncusu ise “inayetli” manasına gelir ki, bunlardan her ikisi de peygamberimizin sıfatlarıdır. Zaten dikkat edilecek olursa, başka kutsi metinlerde geçen Efendimiz (asv)'in has ismini gösteren Mohamet veya Mahamet adının, Maha ve Moha kelimelerinden teşekkül ettiği açıkça görülecektir.

    Araştırmamızı, şimdi de Tevrat, İncil ve Zebur üzerinde sürdürelim. Bu konuda yapılan en detaylı inceleme Hüseyin-i Cisri'ye aittir. Hicri 1261-1327 yılları arasında yaşayan ve anne ile babası ehlibeyit'ten olan bu Suriye'li alim, söz konusu mukaddes kitaplardan Efendimizl'e (s.a.v.) alakalı 114 işaret çıkartmış ve bunları Türkçe'ye de çevrilen Risale-i Hamidiyye'sinde neşretmiştir.

    Eski mukaddes metinler arasında en çok tahrif edilmiş olma özelliğini taşıyan Tevrat'ta bile, Peygamberimize (asm.) ait şu işaretler vardır:

    “O, iki binici gördü, biri merkep üzerinde, diğeri deve üzerindeki binicilerdi. O, dikkatle dinledi.” (İşaya xxı, 7)

    Burada peygamber İşaya tarafından bildirilen iki biniciden merkep üzerinde olanı Hz. İsa dır (a.s.). Çünkü İsa peygamber, Kudüs'e bir merkep üzerinde girmiştir. Deve üzerinde olan kişiyle de, Peygamber Efendimize (s.a.v.) İşaret edildiği açıktır. Efendimiz (asv) Medine'ye girişte devesinin üstündeydi.

    Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, İncil tercümelerinde faraklit veya paraklit (perikletos) kelimeleri aynen muhafaza edilirken, yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercümelerinde bu kelime değiştirilerek Arapça tercümelerinde “muazzi”, Türkçe tercümelerinde ise “teselli edici” şeklinde verilmiştir.

    Hazreti Şuayb (asv)'ın suhufunda, Efendimiz (asv)'in ismi Müşeffeh şeklinde geçer ki, kelime olarak tam karşılığı “Muhammed”dir. Tevrat'ta geçen Münhemenna isminin karşılığı da, yine Muhammed'dir. (Bilindiği gibi Muhammed kelimesinin lügat karşılığı da, “tekrar tekrar methedilmiş” şeklindedir.) Bunların dışında, Efendimizin (s.a.v.) İsmi, Tevrat'ta çoklukla “Ahyed”, İncil'de ise, ”Ahmet” olarak geçmektedir.

    Konumuzu, bir hadis-i şerifle noktalıyoruz.

    “Benim ismim Kuranda Muhammed, İncilde Ahmet, Tevratta ise Ahyeddir.” 

    Bilgi için bk. Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed (Zerdüşt, Hindu, Budist), A. H. Vidyarthi; Çeviren: Kemal Karataş, İnsan Yayınları; İstanbul, 1997.

     

    Tümü yalan, tümü sahte, tümü uydurma bilgidir ve tamamı bir takım sahtekarlar tarafından oluşturulup piyasaya sürülmüştür. Müslümanlar 1400 yıldır yalan üretir, birbirlerini kandırırlar. Zaten İslamın tamamını yalanlar üzerine inşa edilmiş bir yalanlar abidesidir.

     

  24. Bir saat önce, Yeni Üye yazdı:

    "Mesih şöyle dedi: Artık ben sizinle çok söyleşmem. Çünkü bu alemin reisi geliyor.Bende asla onun nesnesi yoktur..." Yuhanna İncili bab:14 ayet 30

     

    "Eğer beni seviyorsaniz emirlerimi tutarsınız. Ben Rabbe yalvaracağım ve o size başka bir tesellici, hakikat ruhunu verecektir; ta ki daima sizinle beraber olsun..." Yuhanna bab:14 ayet:15-16:

     

    "Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez..." yuhanna bab:16 ayet:7:

     

    "Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz..." yuhanna bab:15 ayet:26-27

     

    "Faraklit geldiğinde cümle alemin hatalarını kınar" (Yuhanna Bab 16, Ayet ?

     

    ""Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır, çünkü, gitmezsem, Tesellici size gelmez; fakat gidersem, onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman, günah için, salâh için, ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir. Günah için; çünkü bana iman etmezler. Salah için; çünkü Babama gidiyorum, ve artık beni göremezsiniz. Ve hüküm için; çünkü bu dünyanın reisinde hükmedilmiştir. Size söyleyecek daha çok şeylerim var; fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o, hakikat Ruhu, gelince, size her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemeyecektir; fakat her ne işitirse söyleyecek; ve gelecek şeyleri size bildirecektir."(Yuhanna, 16/7-13 )

     

    Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.(O’nun söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.(NECM 3-4)

     

    "Bir vakit Meryem oğlu İsâ şöyle dedi: 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın Resulüyüm, önümdeki Tevratın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed'dir'. Sonra o onlara açık delillerle gelince 'Bu apaçık bir sihir.' dediler."(Saff, 61/6)

     

    Müslüman deyince aklıma sahteciden başka bir şey gelmiyor. nasıl da elalemin dinindeki mevzuları kendilerine göre eğip büküyor, canlarının istediği gibi yorumlıyorlar. Direk sahtekarlık...

     

    Hıristiyan dininde  Teslis (üçlü birlik) inancı vardır. Buna göre tanrı tek olmasına rağmen kendisini insanlara 3 kişide açıklamıştır: Baba-oğul-kutsal ruh... Yani bu inanca göre babanın dışında oğul ve kutsal ruh da tanrısal bir kişiliğe sahiptir. Kısacası ilahi kişilikler çoğuldur. (mevzu uzun, merak eden ayrıntısını araştırabilir) Yuhanna kitabının 14-15 ve16. Bap'larında kutsal ruh açıklamaları yapılmaktadır. Sahtekar müslülerin dediği gibi Muhammed'den falan söz edildiği yoktur.

     

    Kuran'da güya İsa'nın söylediği sözlermiş gibi aktarılanlar (Saff-6) "kendin çal, kendin oyna" mevzusudur, iddia edilen konuya kanıt olarak gösterilmesi laubaliliktir...

×
×
  • Yeni Oluştur...