Jump to content

Getaf

Üyeliğini Sildirmiş Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    430
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Getaf kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. 2 dakika önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Üyeliğini sonlandırmak mı istiyorsun?

    Açıkça söyle sonlandırayım.

     

    Seni forumdan atmak gerektiğini düşünsem kendim atardım. Senin kural hatırlatmana hiç ihtiyaç yok.

    Geç bu ucuz kahramanlıkları... Sorumluluk al biraz.

     

    Üyeliğimin sonlandırılmasını istiyorum.

  2. 4 dakika önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Senden gerçekten sıkıldım. Tanımları, kavramları senin keyfine göre eğip bükecek değilim, ne yazdığım belli. 

    Diyorum ki günlük dilde ben de dahil hepimiz teknik hata içindeyiz. Neye göre? Bu başlıkta ele alındığı bağlama göre.

    Bunu anlamıyorsan sorun sende. 

     

    Terbiyeli ol, haddini bil. O peygamberliği de çok pis yediririm sana. 

    Şuraya gelmişsin ne anlatıldığını zerre kadar anlamadan alakasız yerlere dalıyor, resmen onay bekliyorsun. Onaylanmadan bir şeyi savunamıyor musun sen? Benden neyin onayını bekliyor, neyin hesabını soruyorsun sen?

     

    Terbiyeli olmadığımı düşünüyorsan, lütfen forum kurallarını uygular misin? Çok ciddiyim. 

  3. 9 dakika önce, sağduyu yazdı:

    Sırf geyik olsun, laf olsun diye yazıp sohbet ediyorsan kelimelerin anlamlarını, kavramları birbirine karıştırıp gelişigüzel yazabilirsin ama bilimsel ve düzgün bir tartışmada kelimeler ve kavramlar tam ve doğru anlamları, asıl anlamları ile kullanılmalıdır yoksa kimin ne demek istediği anlaşılmaz, kakafoni olur.

     

    Sağduyu, zaten senin mantıksız bir ileti paylaştığına daha denk gelmedim. Tüm iletilerin gibi bu iletinin de altına imzamı atıyorum.

     

    Fakat Türk Ateist'le zaman zaman ters düşüyoruz. Olabilir. Ama bazen suçlayıcı dili ağır basıyor ona çok kızıyorum. Hoş bu defa ben de mi aynı dili kullandım diye iletimi tekrar tekrar okudum. Galiba eski iletilerinin havasına kaptırmışım kendimi. Ama burda bir şey anlatıyorum. Yani ben zaten muhabbet dilini bilirim. Benim dediğim bilim dışına çıkmak değil. Türk Ateist öyle keskin bir bilim vurgusu yapıyor ki, yemin ederim bir şey söylemeye korkuyorsun. İşin garip tarafı, bilimi savunan biri olarak beni ruhçulukla itham etmesi. Hani ruhçu olsam gam yemeyeceğim de! Neymiş felsefe yapıyormuşuz, felsefe gereksizmiş falan filan. Neyse amacım gereksiz polemikleri hatırlatmak değildi. Ama senin de bu konuda katkıda bulunmanı çok isterim. Özellikle kavramlar üzerinde anlaşamadığımızda. Geçmişte gerçek, somut, canlı, cansız kavramlarının gelişigüzel kullanılmasından ben çok dert yandım.

  4. 21 saat önce, Türk Ateist yazdı:

    Bilinç, bizim günlük dilde kullandığımız "akıllıca, doğru" anlamına gelmez. Cahil, kötü ya da aptal olduğunu düşündüğümüz insanlara "bilinçsiz işte" deriz ancak ben de dahil hepimiz teknik olarak hata içinde oluruz.

    Madem bilinci sorguluyoruz, doğru anlamıyla kullanalım. Bilimsel hani... Felsefi tanımlar ve yorumlar bizi, en azından beni hiç ilgilendirmiyor.

     

    Bir saat önce, Türk Ateist yazdı:

     

    Biz, ben bu başlıkta bilinci "bilimsel" olarak ele alıyoruz. Başlıktaki yorum bunu gerektiriyor çünkü. Dolayısıyla bilincin araştırılması da bilimin işi, nitekim beyni, genleri vs vs tarayarak yapıyorlar bunu. 

    O yüzden burada ele almamız gereken tanım bilimsel tanım oluyor, ben de onu yapmay açalışıyor ve bilincin biyolojik-tıbbi tanımını ele alıyorum. Felsefi tanımı bu noktada beni, bizi ilgilendirmiyor diye belirtiyorum. Bu noktada elbette günlük dildeki kullanımımız yanlış oluyor.

    Yazının bütününde hepsini tek tek belirtmiştim, o yüzden bu açıklaman gereksiz olmuş.

     

    Yahu bilimsel dediğin şey Satürn de bizim normalde kullandığımız Uranüs mü?!

     

    Bilinç "akıllıca, doğru" anlamına bal gibi gelir! Bir kere burda felsefi bir tanım-yorum yok! Bir kelimenin birden fazla anlamı birbirini tamamlar niteliktedir. Aman da bilimsel olacağım deyip o yanlış bu yanlış diye ha babam tasnif yapılmaz! Bilince şuur da diyebilirsiniz, akıllıca da diyebilirsiniz... Önemli olan bağlamıdır. Yani kurduğun cümleden mecaz mi başka bir gönderme mi olduğunu anlarım zaten. Günlük dilde yanlış kullanıyormuşuz! Bundan sonra cahillere bilinçsiz demeyelim! Benim iletime gereksiz diyorsun, senin iletinde çok önemli bir sırrı açıklıyormus gibi bunu anlatman gereksiz! Tekrar söylüyorum, sen yanlış olduğunu söylüyorsun. Oysa tanımlardan biri doğru, diğerleri yanlış değildir! Bilim diliyle konuşuyorum deyip somutu, soyutu, canlıyı, cansızı çorba yapamazsın! Ohh keyfime bak, canım istediği zaman kavramları olur olmaz kullanayım, biz düzeltince de hemen bilim satıcısı kesil! Bütüüün kavramların içini kafana göre doldur, neymiş bilimsel bakıyormuş! Sanki ben fal bakıyorum! Hayır yani halk tabii ki biyoloji-tıp terimleriyle konuşacak değil. Cahile bilinçsiz der. Doğru da söyler. Çok saçma bir anlamda kullansalar diyeceğim ki evet o kavram gerçekten tam tersi anlamda kullanılıyor. Ne TDK sözlüğü dinliyorsun ne bir şey.. Bilimi iyice din ettin! Peygamberi de sensin!

  5. Havanda su dövüyorsunuz derken bunu kastetmiştim. Ama forumlarda dünyanın kurtarıldığı görülmediği için bir şekilde sohbet etmek de güzel tabii. Fakat gönül ister ki ortak bir dili yakalayıverin ve bir yerde makul bir sonuca bağlayın. Bunun mümkün olmadığını üzülerek görüyorum. Çünkü insana ve hayata kutsal amaçlar yuklenince, gerçeği olduğundan farklı okumak da kaçınılmaz olur. Nasıl ki bir ineğin kutsal bir amacı yoksa bir insanın da kutsal bir amacı yoktur. Organizma temelde varolma savaşı verir. İnsan gelişmiş zekası dolayısıyla ahlak kurallarını belirlemiş, bunu hukuk adı altında kayda geçirmiş ve sosyal hayatı kurallarla çerçevelemiştir. Ahlak da hukuk da insan yaratımı bir şeydir. Kişinin ve toplumun menfaatleri göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Aklını kullanan ve bilimi referans alan toplumlar en ileri, en uygar hukuk kurallarını yaratmış, biz de hem medeni hem ceza hem de ticaret hukukunu bu yüzden gelişmiş ülkelerden ithal etmişizdir. İyi ki de ithal etmişiz. Maalesef kendimiz yaratmayı beceremediğimiz için Avrupa'dan almak zorunda kalmışızdır. İleri teknolojiyi de ithal ettiğimiz gibi yasalarımızı da onlardan alıyoruz! Eğer hayatı ve insanı yanlış okumaya devam edersek bu ithalat nesiller boyu devam eder! 

     

    İnsan kutsal bir varlık değildir. Olmazsa da olur. Yola çıkarım ve bir araba bana çarpar ölürüm. O kadar sıradan o kadar olağan ki.. Veya ani bir kalp kriziyle can verebilirim. Bir ağacın kuruması, bir kedinin sessiz sedasız ölmesi gibi.. Oysa biz derin anlamlar yükleriz. Aslında annen ölmedi ve o şu an seni izliyor deriz!!. Bu sözleri öyle aklı başında insanlar söyler ki kendimizi kaptırınca bu yalana biz de inanırız! 

     

    Organizmanın bir tek amacı vardır; hayatta kalmak! İnsan o kadar bencildir ki bu dünyada her şeyin merkezine kendisini koyduğu, gelişmiş zekasıyla tüm canlıları istediği gibi sömürdüğü yetmezmiş gibi bir de kendisine cennetler hayal eder! Sonsuza kadar var olacağı bir cennet!

     

    Oysa yukarıda da söylediğim gibi bizi diğer canlılardan üstün kılan gelişmiş beynimizdir. Ve bu üstünlük evrimsel bir üstünlüktür. İnsanın zekasıyla canlıları istediği gibi tüketiyor olması bir hak değil, besin zincirinin en tepesine kurulmasıyla ilgilidir. Yani ortada eşrefi mahlukat diye bir şey yok. Temelde hiçbir canlının hiçbir canlıya üstünlüğü yoktur. Herkes yaşama hakkına sahiptir. Ama güçlü olan güçsüz olan üzerinde hak iddia etmiş ve sömürü düzeni başından beri tıkır tıkır işlemiştir. Bunu tetikleyen de organizmadaki beslenme ve saldırganlık güdüsüdür. Uygarlık, insanın insanı yediği yamyam kültürleri ortadan kaldirsa da, insandaki vahşi güdülerin birer zulüm silahına dönüşmesinin önüne geçilememiştir. Savaşların, kavgaların, doğayı pervasızca kirletmenin ve tüketmenin sebebi de budur. Çünkü insan ne kadar gelişmiş bir zekaya sahip olursa olsun vahşi bir hayvandan daha tehlikeli olduğunu sürekli ispatlamaktadır. İnsan doğası gereği ne bir melek ne de bir şeytandır. Genlerinden aldığı mirasla daha agresif, daha açgözlü, daha toleranslı, daha adaletli bir mizaca sahip olabilir. Kanunlar hazırlanırken insanın bu gerçekleri göz önünde bulundurularak suç ve cezalar belirlenir. Ama çağdaş ülkelerde cezalar insan onuruna ve varlığına zıt bir nitelikte düzenlenmez. Yani idam uygulanmaz, eli ayağı kesilmez! İdam meselesi çok detaylı bir konu olduğu için uzatmak istemiyorum. Fakat şu kadarını söyleyelim ki, cinayet gibi suçların sağlıklı bir psikolojiyle işlenmesi mümkün görülmediği için bu ülkeler saldırganın değil saldırganlığın nedenleri üzerinde durmayı ve bunun önlemlerini almayı öncelemişlerdir. Cezaları artırarak sorunları kolayca çözme, yasakları artırarak kısa yoldan sağlıklı bir toplum inşa etme anlayışları ne insanidir ne de bilimin bulgularıyla örtüşür. Medeniyet sabırla, eğitimle, bilimle, kültürle inşa edilir. Temelinde kutsal amaçlar güden değil, doğrudan insanın ihtiyaçlarını baz alan ve doğayı da en az tahrip yoluyla bunu mümkün kılan bir anlayışla tesis edilir. Amaç sıfır sorun olamaz. İnsanın olduğu yerde daima zulüm olacak, cinayet olacaktır. Amaç bu tür sapmaları besleyen nedenlere kafa yormak suretiyle hasarı minimize etmektir..

  6. 12 saat önce, mantik yazdı:

    Okyanusa uzak İtalya gibi, ya da sıcak denizlere kıyısı olmayan Rusya gibi ülkeler ise ekonomi açısından geriden takip etmek zorunda kalmışlar

     

    Dostum masa başı mantık yürütüyorsun. Hoş, burada ameliyat yapmıyoruz. Kafamıza yatan olasılığı doğru gibi görebilir ya da bilgilerimiz doğrultusunda çıkarım yaparak bir sonuca bağlayabiliriz. Ama meseleyi filanca ülke okyanusa uzaktı, falanca da şöyleydi derken bir dolu tarihi gerçeği göz ardı ediyorsun. Ben tarihçi değilim. Ama örneğin İtalya ve Almanya'nın sömürgecilikte geri kalması, coğrafyayla ilgili değil. Bu devletler ne zaman tarih sahnesine çıkmışlar. Sonra bir dönem neden adları sanları anılmamış, sonra da bütün dünyayı tehdit eden bir güç haline nasıl gelmiş.. Bunlar çok detaylı konular, bir yerde tarihi şartlar o olaylara neden olurken başka bir yerde liderler belirleyici olmuştur. Kimi, tırnak içinde söylüyorum, şanssızdır vs. Osmanlı'nın yükselmesinde de bunları görürüz. Bir dönem çok zeki çok kudretli padişahlar tahta otururken bir dönem delisi manyağı eksik olmamış. Bütün bunlar tek tek dogrulardir, sorunun cevabı ise bu doğruların toplamıdır. Evet sömürgecilikle Avrupa'ya boyuna altın, elmas gibi değerli madenler akarken Osmanlı'da geleneksel üretim sisteminden cikilamamis, hem Avrupa'nın seri ürettiği ürünler hem de değerli madenler karşısında enflasyon fırlamış, işsizlik artmış, siyasi destek arayışları nedeniyle kapitülasyonlar ha bire artırılarak Osmanlı tam bir açık pazar haline gelmiştir. Şimdi bugün kalkıp da, kardeşim ama niye kapitülasyonlari artırmışlar ki demenin hiçbir anlamı yoktur. Kimse bu kapitülasyonlari keyfinden artirmamistir. Rusya bizi s.kince İngiltere'ye imtiyazlar verilmiş. İngiltere bizi s.kince bu defa başkasına imtiyazlar verilmiştir. Ha bu arada İtalya ve Almanya da siyasi birliğini geç sağladığı için meselelere sonradan dahil olmuşlardır. Zaten iki dünya savaşı da bu yüzden çıkmıştır. Sömürge rekabeti yüzünden. Sömürgecilik yapanlar zenginleşmişler, tabi bunu yaparken de sömürdükleri halkların analarını da s.kmişlerdir. Soykırımsa soykırım, işkenceyse işkence. İliklerine kadar sömürmüşlerdir. Bu vahşi yöntemler zenginlik sağlamış mıdır, tabii ki evet. Ama şimdi sömürge yapmadan da gelişmiş bir ülke örneği verip, sömürgecilik faktörünü yok sayamayiz. Tek tek nedenler kendi şartları içinde doğru ve geçerlidir. Din Osmanlıyı geri bırakmış mıdır, tabii ki evet. Tek neden bu mudur, tabii ki hayır. İşin içinde rüşvet var, iltimas var, yolsuzluk var, cehalet var, basiretsiz yöneticiler var, var oğlu var!..

     

    Şimdi ben sana basit bir soru sorayım. Enflasyon bugün neden yüzde 20 ?

    Şimdi bu soruya cevap ararken, ya ama niçin enflasyonun arttığını görmüyorlar diye sormamız nasıl abes ise, ya ama Osmanlı niçin geri kaldığını görmemiş dememiz de abestir. Bu soruyu sormak değil, bunu üstelememiz abestir..

  7. 16 saat önce, Türk Ateist yazdı:

    Bilinç, bizim günlük dilde kullandığımız "akıllıca, doğru" anlamına gelmez. Cahil, kötü ya da aptal olduğunu düşündüğümüz insanlara "bilinçsiz işte" deriz ancak ben de dahil hepimiz teknik olarak hata içinde oluruz.

     

    Günlük dilde bir hata yaptığımız filan yok. Bilinç kelimesi isimdir. Bu kelimeye ek getirerek sıfat yaparız. Bilinç-siz insan, bilinç-li karar vs. Türkçe sözlüğe baktığımız zaman zaten kelimelerin teknik olarak hangi anlamlara geldiği, yanında alanı da belirtilerek verilir. Felsefi bir kavramsa felsefedeki sınırları çizilerek tanımlanır, edebiyat, ilahiyat, biyoloji, tıp, fizik vs her ne alandaysa bu teknik farka dikkat edilir. O yüzden bir kelimenin genelde üç beş anlamı verilir sözlüklerde. Varsa mecaz anlam, argosu vesairesine kadar yazar. Yani tanımlardan biri doğru, diğeri yanlış değildir.

  8. Gözlerimle görmesem inanmazdim. Askerdeyken hayvanlarla ilgili beni şoke eden gözlemlerim oldu. Askeriye malum yeşil bir alan ve kedisi köpeği de çok fazlaydı.. Özellikle yemek saatinde nerdeyse askerler kadar kedi köpek toplanırdı yemekhane önünde. Bir gün öğle yemeği sonrası bir ağaç dibine çöktüm ve bir sigara yaktım. Dalgın dalgın ağaçlara bakarken bir köpeğin bir kedinin yanindan ayrılmadığını gördüm. Sonuçta hayvanlar, birbirleriyle oynarlar çok çok biraz koklasirlar dedim. Fakat baktım ki köpek boyuna kedinin kıçını yalıyor! Bir süre böyle izledim, şaşırdım, hiçbir anlam veremedim. Bir köpeğin bir kediyle ilgilendiğini ben daha önce ne görmüş ne de duymuştum. Hatta o kadar şaşırdım ki, galiba yanlış gördüm dedim kendi kendime! Ancak başka bir gün aynı köpeği aynı kedinin peşinde görünce daha bir dikkat kesildim. Yine köpek uzun uzun kedinin kıçını yaladı. Ve ardından hamleler yaptı!.. Kedi de nazlaniyor gibi miydi yoksa korkusundan çaresiz rıza mi gösteriyordu artık onu çözemedim. 

  9. Yukarıda kısmen değindim, keşiflere ortam saglayan şey genellikle mecburiyettir. "Aydınlığa en yakın olduğunuz vakit, gecenin en karanlik olduğu andır" klişe sözünün doğruluğu da bundandır. En önemli ticaret yolları Osmanlı topraklarından geçiyordu. Ama ilginçtir, Kolomb, 1484’te Portekiz Kralı’na başvurarak Batı’dan denizyoluyla Doğu’ya ulaşabilmesi için gemi istiyor, reddediliyor. Çıkmayı tasarladığı deniz yolculuğu için geniş bir araştırma yapsa da finansör bulamaz. Bir süre bu hayalinden çaresiz vazgeçmek zorunda kalır. Sonra Avrupa’da çıkacağı seferi finanse edecek hükümdar bulamayınca, İkinci Bayezid’e müracaat eder. Onun adına yeni ülkeler keşfedebilmek için emrine gemiler verilmesini rica eder ama İkinci Bayezid de karşısına çıkan denizcinin hayalperest olduğunu düşünerek onu geri çevirir. Hoş, Kolomb öldüğünde bile keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu bilmez! Örneğin Küba'yi Japonya zanneder falan. Yani bugün bakınca padişaha salak muamelesi yapabiliriz ama Kolomb'u geri çeviren sadece Osmanlı değildir yalvar yakar en sonunda İspanya kralından destek bulmuştur.

     

    Tabi mesele geniş bir çerçeveden bakmayı gerektirir. Yani 'Osmanlı neden yıkıldı' sorusu malum çok uzun bir mevzudur. @haci'nin söylediği gibi biz sonuçları üzerinden değerlendiririz. Oysa mevzu çok daha derin ve çok sebeplidir. Her şeyi kendi koşullarında ele almak lazım. Ne yaptı da 600 yüzyıl yaşayabildi sorusu ile ne yaptı da yıkıldı sorusu birlikte düşünülmelidir.. 

     

    Aslında hacı'nın belirttiği, Avrupa'yı gelişmeye zorlayan müslümanlardir tezinde eksik kalan noktayı da tamamlayalim. Müslümanlar sadece zorlamamıştır, örnek de olmuştur. İbni Sina, Farabi vs Avrupa'da okunmuş, dahası Avrupa'nın uyanışını sağlayan Antik Yunan eserleri, Abbasilerin çevirilerinden öğrenilmiştir. Yani aydınlanmanın yolu bu şekilde açılmıştır. Tabii Batı gelişme kaydederken Doğu yani müslümanlar da tam tersi kan kaybetmişlerdir... Avrupa'da bir yandan keşifler, rönesans, reform, sömürgecilik, sanayileşme, demokrasi hareketleri vs hepsi birbirini bir şekilde besleyen hareketler olmuştur. Osmanlı uzun süre kendine duyduğu ozguvenle oralı bile olmamıştır. Savaşlarda yenilmeye başlayınca sorunu ordunun modernizasyonunda görmüş, bu yönde ıslahatlara girişmiştir. Bir yandan da maliye çökmüş, bu defa onun çarelerini aramıştır.. Nasıl ki kalkınma topyekünse, çöküş de topyekündür. Yani mesele sadece askerî değil malî, sosyal, siyasi, kültürel, eğitim vs her alanda çağının gerisinde kalmış olmaktan kaynaklıdır. Yapılan ıslahatlar da birer reform niteliğinde değil adeta yama yapmaktan öteye gidemediği için sonuç alınamamış; Osmanlı'nın ömrünü uzatan da İngiltere ile Rusya arasındaki rekabet olmuştur. Nihayet İngiltere Kıbrıs'a çıkarma yaparak Rusya'ya karşı "hasta Osmanlı"yı hayatta tutma politikasından vazgeçmiştir. 

     

    Tabii mevzu uzun.. Ama sonuçta teşhis de tedavi de yanlış olduğu için Osmanlı tarihe karışmıştır... Aslında ömrünü tamamlamış bir şeyi hayatta tutmak da olanaksızdır. Ama buradaki mesele, daha az sancılı bir geçiş yaşanması ya da bugünkü sınırlarımıza ek olarak birkaç bölge daha korunabilirdi... Yoksa devletler de tıpkı canlılar gibi doğar, yaşar ve ölürler!

  10. 2 saat önce, Keyhole yazdı:

    Tüm bu islam adı altında sizlerin sunduğu örnek saçmalıkları bir kenara bırakın. Benim size sunduğum islam anlayışını ortaya koyalım.

     

    Arkadaşım çocukları şekerle kandırır gibi ne kadar boş boş konuşuyorsun! Hayır yani seni ciddiye alacak bir tek ateist bulma ihtimalini sana düşündürten nedir? Senin vaaz verdiğin kişiler senden daha iyi biliyor mevzuları. Bu forumda sıra dışı olduğunu düşünen tek müslüman sen misin sanıyorsun? Söylediklerinde hiçbir yenilik yok. Burada müslüman skalasının her noktasında müslimler vardır. Arşive bak bakalım kimler gelmiş kimler geçmiş?.. Kendini özel hissettiren nedir yani! Seçilmiş kişi gibi heyecanla yazıyorsun da iletilerinde kayda değer bir şey yok. Sana verilen cevapları da anlamayacak kadar dar görüşlüsün. Onun için şekerini başka yerde dağıt! Ya yeni bir şey söyle ya da git mahallendeki çocukları sevindir... Yeni bir şey söyle dediysem bol keseden de sallama!

  11. Ülkelerin gelişmişlik seviyelerine göre demokrasileri de kalite kalitedir. Mesele, halkın bu değerleri ne kadar sahiplendiğidir. Halk bi yandan lider sultasından şikayet eder bi yandan da fikirlerin/değerlerin değil liderlerin arkasindan gider. Liderlerin önemi göz ardı edilemez. Ancak ileri demokrasilerde kişiler değil fikirler/kurumlar önemlidir. O yüzden bir lider gittiği zaman o parti tarihin çöplüğüne atılmaz. Bizim siyasi tarihimiz ise adeta parti çöplüğü gibidir. Bizdeki parti sayısı en gelişmiş demokrasilerde bile yoktur. Sanılanın aksine çokluk kalite getirmiyor. Çünkü bizde sloganların peşinden gidilir. İçerik değil şekil, nitelik değil nicelik öncelenir. İngiltere'nin monarşik bir devlet olduğunu, dahası yazılı bir anayasasının bulunmadığını öğrendiğimizde çok şaşırıyoruz. Çünkü biz "ileri demokrasi" sloganları ve sürekli anayasa değişiklikleriyle uğraşırız. Hep daha yeni bir anayasa yapma özlemini hissederiz. Oysa önemli olan, temel hak ve hürriyetlerin ha bire yazılması değil, yöneticilerin ve halkın bu değerleri benimsemesidir. Bu değerler tüm kesimlerce benimsenmedikce, hep çoğunluğun azınlığa tahakkümü kaçınılmazdır. Demokrasiyi üstün kılan da çoğunluğun tahakkümü değil azınlığın fikir ve haklarının da güvence altına alınmasıdır. Farklılıklara gösterilen hoşgörüdür. Bunu kanun düzeyinde garantiye de alsanız halkın bu olgunluğa erismedigi toplumlarda çağdaş ve ilerici fikirler yeşermez...

  12. 4 saat önce, Türk Ateist yazdı:

    Biz genelde şizofrenlere "deli deriz. Yani halk öyle der.

    Ve evet, şizofrenlerde de bilinç vardır.

     

    2 dakika önce, haci yazdı:

    Deli avam bir deyim. Bir tür küfür ve hakaret. Bu başlık altında yapılan tartışmalarda kullanılmaması gerekir.

     

    İleri derecede zeka özürlüleri diye netleştirelim o zaman. Yoksa haklısın deli deyince bin çeşidi var. Belki de ben de bir sınıfa giriyorumdur:) Ve bir halk deyimi. Yani ozbakimini yapmaktan aciz olanları kastediyorum. Ya da hukuki dille fiil ehliyeti, ceza ehliyeti olmayan mi demeliyiz. O sınıf işte. Yani bir nevi hayvan statüsünde. Hayvandan kastım insani melekelerini kullanamayan. 

     

    @haci

    En ileri derecede zeka özürlü bir insanı bir hayvanla eş tutabilir miyiz? Yanlış anlaşılmasın, fonksiyonlar itibariyle diyorum. Hayvanın da mı gerisindedir, eşit mi saymaliyiz? Yani bilmiyorum belki bu kıyaslamayı saçma da bulabilirsin ama sonuçta bilinci anlamaya çalışıyorum. Aslına bakarsan en geniş anlamda doğada da var bu bilinç. (Verdiğin makaleyi yarısına kadar okudum. Su örneğinden çok etkilendim. Aklıma gelmişken şunun tamamını okuyayım) Soru soruyu doğuruyor. Doğada da var deyince bu defa panteizme kaymış olmuyor muyuz? Umarım konuyu dağıtmamışımdır. 

     

  13. Osmanlı tek parça bir tarihi dönem değildir. Bilim ve bilimcilere kıymet verildiği de olmuştur, tam tersi yapıldığı da. Osmanlıyı güçlü kılan Türklerdeki askerlik anlayışının köklü ve gelişmiş olması. Beraberinde savaş teknolojisi de gelişme göstermiş, birçok savaşta bazı silahlar/bombalar ilk kez kullanılmıştır. Ayrıca sosyal kurumlar da çağına göre çok güçlüdür. Ahi teşkilatı, vakıf kültürü vs.. Medreselerde pozitif bilimler de bir süre okutulmuş, sonraları bundan vazgeçilmiştir. Bu yüzden Osmanlı tek parça bir dönem değil diyorum. Keşiflere ortam saglayan şey genellikle mecburiyettir. Ticaret yolları Osmanlı'nın elindeydi. Koca Akdeniz Türk gölü olmuş, Avrupalı kendine yeni yollar aramak zorunda kalmıştı. Gücünün zirvesinde olan ve kendine çok güvenen Osmanlı bu keşifleri önce önemsememiş sonra da geç kalmıştır. Piri Reis'in de olduğu seferler yapılmıştır. Hint deniz seferleri diye geçer. Başarısız olunca idam edilir. İlgili kaynaklarda bu seferlerin sebep ve sonuçları uzun uzun anlatılır. Sonuçta bizim gemilerimizin okyanuslara dayanıklı olmadığı, dünya coğrafyası konusunda yetersiz olduğumuz ortaya çıkmıştır. Başka stratejik yanlışlar da yapılmıştır. Neticede atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Orta çağ karanlığından çıkan Avrupa uyanmış, Osmanlı'nın çöküşü başlamıştır...

  14. 14 saat önce, Keyhole yazdı:

    Üstelik pirinç içinde ki taş kadarsınız... 

     

    Keramet çoklukta değil! Nitelik önemli. Bu nitelikler de evrenseldir. İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü... Bugün de değerli olan, yarına kalacak da olan bunlardır. Eğer ülkemizde ve dünyada haksızlıklar devam ediyorsa yukarıda saydığım ilke ve değerlerin büyük kalabalıklar tarafından benimsenmemesinden ileri geliyor. Bu değerlerin ancak içselleştirildiği bir dünyada zulüm minimize edilir, insan gerçek değerini bulur. Dışlayan, suçlayan, ötekilestiren, kendini üstün sayan ilkel tüm inanış ve düşünceler her zaman kolaylıkla kendilerine müşteri bulabilmişlerdir. İdeolojiler uyuşturucu gibidir. İnsanı kolaylıkla etkisi altına alır. Uyutur, uyuşturur. Onlar düşmansız yapamaz. Sürünün dışına çıktığında, hain ilan edilirsin. Demokrasi de çoğunluğun tahakkümü değil, elime fırsat geçti istediğimi yaparım değil, çoğunluğun dışında kalanlara hayat hakkı tanıyan bir sistem olduğu için değerlidir. İnsan icadı bir sistem olduğu için kıymetlidir. Bulunan en insancıl yönetim anlayışı olduğu için. Eğer bugün ülkemizde her farklı düşünce, kendini özgürce ifade edebiliyor ise yarınlara güvenle bakabiliriz. Yok özgürlükler lafta kalıyor, ancak sloganları süslüyorsa; benim de senin de yarının/yarınımız güvence altında değildir. Her zaman darbe yapmak isteyecek, otoriter bir rejim özlemi içinde olanlar fırsat kollayacaktir. Yani keramet çoklukta değil, evrensel değerlere yaslanıp yaslanmamaktadır. Bana göre, sana göre, ona göre anlaşılan/yorumlanan değil bunlar açık ve net değerlerdir ki yalnız ve yalnız insanı el üstünde tutar. Saf insanı, çıplak insanı, özgür insanı. Bunlar soyut da değildir mecaz da. İnsanın binlerce yıllık birikimine dayanır, her an tazelenir, dogmatik değil akılcıdır, sınırlayan değil sınırları açandır. Paylaşımcıdır. Sevgiyi esas alır. Mutlak eşitlikçi ve sıfır problem hayaliyle gerçeküstü bir cennet vadetmez. Sorunlara hazırlıklı ve çözüm odaklıdır. Yapıcıdır, yaratıcıdır. Gücünü göklerden değil yalnız ve yalnız insan aklından alır...

     

    İşte ben bunlara inanıyor, bunları savunuyorum.

    Malesef sayımız az.

  15. MASAL

     

    ♦ Genellikle halkın ortak yaratısı olan; kahramanları arasında olağanüstü kişilerin de yer aldığı ve olağanüstü olayların öykülendiği eserlere masal denir.
    ♦ Tamamen düş ürünü ve uydurma oluşları masalların temel niteliğidir.
     

    Konu:
    ♦ Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk-haksızlık, adalet-zulüm, alçak gönüllülük-kibir gibi karşıt durumları simgeleyen kişilerin mücadeleri; ulaşılması zor hedeflere varma isteğinden doğan hayaller işlenir.

    Olay:
    ♦ Masal gerçek dışı ve olağanüstü olaylar üzerine kurulur. Gerçek ya da gerçeğe yakın öğeler masalın belkemiği olan olağanüstü atmosfer içinde eritilmiştir.

    Kişi:
    ♦ Masalın kahramanları padişahlar, vezirler, zengin tüccarlar, sıradan ve yoksul insanlar, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek dünyadan alınan kişilerin yanı sıra peri, cin, dev, ejderha, cadı, gulyabani, şahmeran, Zümrüdüanka kuşu gibi hayvanlar da masal kahramanları arasında yer alır. 

    Yer
    ♦Masallarda olayların geçtiği çevre, belirsizleştirilen bir yer ya da Kafdağı gibi haritada bulunmayan ülkeler; “yedi kat yerin altı”, “bulutların üstü” gibi hayalde tasarlanan yerlerdir.

    Zaman
    Masallarda “zaman”ın tarihî zamanla ilgisi yoktur. “Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” gibi tekerlemeler de zamandaki bu belirsizliği güçlendirir.

     

  16. 2 saat önce, Keyhole yazdı:

    Üstelik pirinç içinde ki taş kadarsınız... 

     

    Ateist, pirinç içindeki taş kadar olabilir. Ama serttir, diş kırar. Kolay yutulmaz. İnanırlar gibi kolay sindirilmez...

     

    Bu arada bir ateist olarak, bütün inanırların inanç özgürlüğünü sonuna kadar savunuyorum. Buna başörtüsü de dahil. Aklına gelebilecek hatta gelmeyecek ne varsa bütün özgürlükleri savunuyorum. Başkasını taciz etmeyen, başkasının özgürlüğüne kastetmeyen her istek değerlidir. Amasız, fakatsız özgürlük taraftarıyım. Türkiye'de bir ateistin ne kadar özgür olduğunu ise sen söyle...

  17. On 07.01.2019 at 23:52, deadanddark yazdı:

    Önce kör oldugumu sonra saĝir oldugumu ve ardindan dokunma duyumu yitirdigimi varsayiyorum. Nefes alip verdigimi hissetmiyorum.canimin yandigindan haberim yok. Tüm bu duyular gittiginde beynim düsünmeye devam eder mi. Bence bir bütünlük vardi sonra yok oldu ve beyin düsünmeyi de birakir. Bilinc bence duyu organlari ile beynin birlikteligi.

     

    Bütün sistemler girdi-surec-cikti üzerine kuruludur. Sisteme bir şey girmezse sistem çalışmaz. Bir şey girerse de çıkar. Zaten çıkan şeyden sistemi ölceriz. Ve sistem bu döngüyle çalışır. Bilinç de bu çıktıya bakılarak ölçülür. Ancak bilimin ilerlemesiyle süreç de izlenebilir oldu. Fakat Bir Buçuk'a katıldığım nokta, henüz yolun başında olduğumuzu düşünmem..

     

    On 07.01.2019 at 17:07, Bir Buçuk yazdı:

    Evrendeki en büyük sır, bana kalırsa bilinçtir.

    İnsanı insan yapan bu şey henüz çözülememişken, nasıl ateist olunabiliyor?

    Bilinç bir muammadır. Bilinç bir sırdır. Bilinç materyalistin rahatsız olduğu konudur. Rahatsız olmuyorsa olması gerekir. 

     

    Evet, keşfedilecek çok şey var. Bu kesin. Yani bundan şüphem yok. Bu yüzden şüpheciyimdir. Bildiklerimizin bilmediklerimizin çok azı olduğu gerçeği.. Ne mikro ölçekte ne makro ölçekte sırlar çözülmüş, sorular büsbütün cevap bulabilmiş değildir. Yani sır olan sadece bilinç de değildir. Ancak şu da var ki beni ateist yapan da bu supheciligim. Bilimi doğuran da bu supheciliktir. Medeniyeti var eden de. Hep daha fazlasını öğrenme ve daha fazlasını yapma isteği. Konuyu bağlayacak olursak, bildiklerimizden emin olamayız. Ancak bildiklerimizin, mevcut bilgiler arasında en ilerisi olması önemlidir. Geleceği yordarken, en eski değil en yeni bilgiyi işe koşarak isabet kaydedebiliriz. Ateist insan eskiyi reddeden (yani donmuş bilgiyi reddeden) insandır. Zorunlu olarak bugünün verilerine göre kendimizi tarif ederiz. Bugünün verilerine göre ben bir ateistim. Yarının verileri düşüncelerimi değiştirebilir. Supheciligin iki handikapı vardır: Biri, doğruya da şüpheyle bakarsın! İkincisi, yanlışı da seçenekler arasında sayarsın! İşte burda bilimsel şüphecilik devreye girer. Yani kendini de inkâra götürecek sınırsız olasılıklar içinde makul olana/olanlara odaklanırsın.

     

    Sonuç itibariyle ateistim. Ve beni rahatsız eden ateistligim değil, cevabını bilemediğim her bir sorudur. Bu sorulara en doğru, en gerçekçi cevapları bulabilmek de ancak ateist olmakla mümkündür. Ateist özgürce sorar, yargılamaz, şiddeti savunmaz, ilkel düşünmez, dogmaya sığınmaz, alışkanlıklarının esiri olmaz, sormaktan utanmaz, sorgulamaktan korkmaz! Amacım ateiste ateist propagandasi yapmak değil elbet. Tam olarak ne düşündüğümü ortaya koymak ve kendimi sorgulamak adına yapıyorum bunu..

  18. 48 dakika önce, akılsızşuursuzatom yazdı:

    20  lik  dişi  aldirinca  ölüyor  muyuz  demişsiniz buradan  demek  ki  gereksiz  külfet  bir  şey  demişsiniz. Herhangi  bir  dişinizi  çektirsenizde  ölmüyorum  demek  ki  gereksiz  bir  diş  mi  diyorsunuz?

     

    Sen şimdi laf oyununa, kelime yarışına niye giriyorsun? Sol kösedekini de çektirdim sağ kösedekini de. Böylelikle ağzım rahatladı. Yok aslında gerekliymis! Ne anlatıyorsun? Gereksiz olduğu ayan beyan ortada! Git 10 tane dişçiye sor! Bir tanesi gerekli diyor mu? Kaldı ki dişçiye sormaya ne gerek var. Çektirdim kurtuldum. Ayrıca şunu bi düşün, senin anlatımınla bu gereksizlik sanayi devrimiyle olduysa, yani 200 yılda bu değişim oluyorsa yüz binlerce yılda neler olur neler? Oldu da nitekim. Evrim kaç yılın eseri? Neyi tartışıyorsun..

  19. 11 dakika önce, sağduyu yazdı:

     

    Boş ver dövelim, amaç vakit geçirmek zaten, insanlığı falan kurtarmıyoruz. Kendi kendimize gelin güvey oluyoruz burada işte.

     

    10 dakika önce, fatihkara yazdı:

    Sn.Getaf yeminle kendim den utandım. İlkokul çocuklarının münazarasında gibi hissettim kendimi.

     

    Allah aşkına konuya dalında mantıklı bir yere cekelim :).

     

    Ha o zaman tamam. Benim de vaktim var. Hadi ben de dalıyorum tartışmaya! Yalnız Fatih burada sana dalacagim:) Çünkü benim durduğum yer de belli! Senin Allah'a peygambere inandığın da belli bir şey. Ama bunun için dalmayacagim tabi:) Bi kere tartışma açık ve net olur. Kısa soru, kısa cevap. Mugalata yapmak yok! Konuyu saptırmak yok! Kibarlık için sayına sevgiliye de gerek yok. Küfredilmesin yeter:)

  20.  

    1 dakika önce, fatihkara yazdı:

    Bu sorularınızın da yanıtını uygun zamanda alacaksınız sn. Sağduyu.

     

    Sevgili Fatih, hadi ben de sana sataşayım:) Yahu bu nedir uygun zaman uygun zaman! Sana Mars'la ilgili bir şey sormuyor ki! Sen de mi vahiy bekliyorsun! 

     

    Sağduyu'nun durduğu yer ile senin durduğun yer çok farklı. Hal böyle iken farklı düşünmenizin şaşırtıcı bir tarafı yok. Eğer aynı düşünürseniz şaşarım! Yani nezaket evet mutlaka olmalı da senin mantık yürütmelerin çok sorunlu! Ha dersen ki sen de ateistsin. Doğru. Ama aranızdaki tartışmadan bir sonuç çıkması için ortak bir dilde anlaşmanız lazım. Şu ana kadar bunun imkansız olduğu ortada. Çünkü ben de yazdiklarindan pek bir şey anlamıyorum. 

×
×
  • Yeni Oluştur...