Jump to content

EGE

Üyeliğini Sildirmiş Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    428
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne EGE kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Bunlar avrupada cok rahata manavra yapiyorlar ve muattap aldigi kitle ilk once o ulkenin emekli-cevresinde itibari olan yasli kimselerdir.

    Sonrada bunlarin KADROlari vardir,bir kac gruplari var kendi aralarin'da mesela; Cok yakisikli gencleri kostum,kiravat giydirirler ve yanlarinda genelikle Afrika-gibi 3 dunya halklarindan cocuklar bulundururlar ve cevreye iyi bir imaj verirler ,Kibardirlar-temiz kiyafetli,saclari duzgun, sigara icmeyen alkol kulanmayan, bir gorunumleri vardir ki Amaclarida gorsel hitabet sanatini kulanmaktir!

    Masela birde bayan proto-tipleri vardir onlarda ,guzel,hanim hanimcik,konusmasi duzgun egitim seviyesi bulundugu ulke neresi ise (yuksek derecesinden) etkileyici vs 'dir.

    Dikatimi ceken bi nokta asla somurtmazlar, hep olumlu olarak konusurlar,hic bir zaman karsisindakini direk ikna etmeyi amaclamazlar (ki bu sonraki etaptir :),

    Mesela brosurlerini aldiginizda toplantiya cagrirlar sizi ve gittiginizde korkunc bir alaka ve ilgi ile karsilasirsiniz size insan oldugunuzu Tekrar hatirlatirlar :lol: , TURKseniz sizinle turkce konusacak biri mutlaka vardir.

    Ilginiz giderek arttigin'da hemen activiteye alirlar sizi ve toplanti yapmaniz rica olunur eviniz'de (ki ptarik olarak misyon alirsaniz motive olur insan ve giderek artik fark etmeden isin icine girmis oluyorsunuz !

    Bir sorununuz varsa toplantida ki bu baya insanin cok classe bir salonda toplandigi bir yerdir ve kursuye cikip konusmaniz istenir :) Terapi gibi olur aslinda bu konustukca acik verirsiniz falan yaninizda o TARIKATIN kesin bir AGIR TOPU vardir ve siz Sacmalamaya basladiginiz'da hemen araya girerek olayi kurtarir :lol:

    Yani kendisine guveni olmayan-aile ici siddete maruz kalmis kadinlar ki bu hedef kitlesidir KADIN ,cunku kadin beraberinde birkackisiyide getirebilen bir orgutleme metodudur, erkege nazaran toplumda daha cok Guven ve ilgi duyulur.

    Buyuk gocten alintilar yaparlar vs, Darwine karsidirlar ve ciddi bir orgutlenmeleri vardir, heryerde iliskileri olan Golge tarikat gibidir.

    Turkiyede istanbul SISLIDE merkezleri varmis vs,,,

  2. Yazilarini okudugum ve artik abi diye hitap ettigim bir Yazarin kose yazisidir!

    ********************************************************************************

    ***************************************

    Yalçın Küçük’ü tanıyorsunuz. Bu adamı ben de biraz tanırım. Beş-on yıl kadar önce Türkiye devrimini örgütlemek üzere Paris’e gelmişti. PKK, Kürdistan’ı; kendisi Türkiye’yi kurtaracaktı. Ondan sonra da Türk-Kürt federasyonu kuracaktı. Tabii kendisi de Türk Federasyonunun başına geçecekti.

    Onu devrim düşlerini kaldırıma çarpmış bir halde Paris Kürt derneğinde gördüm son kez. Ev kirasını ve günlük gazete paralarını Kürtler ödediği halde Kürtlere öfkeliydi:

    “Bu Kürtler acayip insanlar Hasan,” dedi.

    “Niye?” diye sordum.

    “Ev değiştirirken eşyalarımı taşımaya hiçbir Kürt gelmedi.”

    Anladım ki, Paris derneğinde artık kimse onu ciddiye almıyordu.

    Aslında Yalçın Küçük’ü ilkin Ankara’da görmüştüm. Yayın sorumluluğunu yaptığım Özgür Gündem Gazetesinin Ankara bürosuna uğradım bir gün. Değerli insan Haluk Gerger de oradaydı. İçeride biriyle sesli konuşuyordu. Haluk Gerger, yanlarına gitmemi rica etti. Gittim. Baktım Yalçın Küçük de orada. Haluk Gerger şöyle dedi:

    “Hasan, ben Yalçın Küçük’e sen bir alçaksın diyorum, ama o hala gülüyor.”

    Yalçın Küçük’e baktım gerçekten gülüyordu. Haluk Gerger ona yine, “sen bir alçaksın,” dedi.

    Adam yine gülüyor.

    Orada Yalçın Küçük’ü böyle tanıdım.

    Yalçın Küçük bugünlerde gazete ve televizyonlara demeç veriyor. Genelkurmay benim görüşüme geldi diyor: Görüşü dediği şey şu:

    "Musul'u almazsak Diyarbakır'ı veririz.

    Asıl hedef Barzani olmalıdır.

    Tarihimiz yanlış öğretildi.

    Haritada Musul vardır, Hatay yoktur.

    Düzenli ordu değil, örtülü savaş gerekli.”

    Bir zamanların Kürt dostu geçinen Yalçın Küçük’ün vardığı nokta... Aslında o hep bu noktadaydı. Ama çakal kişiliği onu kılıktan kılığa soktu. Ona çakal demekle hakaret mi etmiş oluyorum? O zaman çakal özelliğini açmam lazım.

    Çakallar av yetenekleri düşük hayvanlardır. Çeneleri güçlü, fakat hareketleri aslan veya kaplana göre daha yavaştır. Çakallar da aslan, kaplan gibi güçlü hayvanların avlarından arta kalanlarla beslenirler. Aslanlar ve kaplanlar karınlarını doyururken, çakallar av etrafında gezinir. Bazen bir diş atar ama aslan homurtusundan kaçarlar... Aslan veya kaplan çekip gittikten sonra Avın en işe yaramaz yerleri orada kalmıştır. Örneğin derileri, iç artıkları, kıkırdak kemikleri... Çakallar çiğnenmesi zor artıklara üşüşür... Bunun için çene kemikleri çok gelişkindir.

    Yalçın Küçük ile benzerliğini mi soruyorsunuz?

    Yalçın Küçük’ün davranışlarına ve çenesine bakın yeter...

  3. YUSUF HAYALOĞLU KENDİ AGZINDAN BİYOGRAFİSİ

    Ömrümün özeti ve beni vareden sebepler

    Babam, annem Tunceli-Ovacık kökenli ve çok ünlü Demanan aşiretinin mensupları. Babamın askerliği sonrası hayati nedenlerle, kucaklarında 6 aylık bir bebekle 3 gün boyunca yürüyerek Erzincan'ın Kemaliye (Eğin) ilçesine kaçmak zorunda kalıyorlar.

    Başlangıçta çok zorluklarla karşılaşıyorlar. Annem, kullanılmayan eski bir ahırdan bozma, tek gözlü bir evde beni tek başına doğuruyor ve göbeğimi de kendi kesiyor. Geçinebilmek için babam bağlarda, bahçelerde bahçevanlık yaparken annem, evlere temizliğe gidiyor ve 5 çocuklarını okutmaya çalışıyorlar.

    Kemaliye, çok göç veren bir ilçe olduğu için birçok konak ve bahçe kendi kaderine terkedilmiş durumdadır. Babamla annem, işlerini çok iyi yapan, yüksek ahlaklı kişiler olarak kendilerini göstermeye başlayınca bu konak ve bahçelerden biri, yarıcı olarak kendilerine verilir. Çok odalı konağın bakımını yaparak oturacaklar ve bahçelerden elde ettikleri dut, ceviz, erik, elma gibi ürünlerin yarısı kendilerinin olacaktır.

    Bu yüzden benim çocukluğum, üç katlı eski bir konağın boş odalarında gizemli öyküler düşleyerek, ağaç dallarına kurduğum tüneklerde kitaplar okuyarak; binbir çeşit otu, çiçeği, börtü-böceği inceleyerek geçmiştir. Doğayı tapınırcasına sevişimin, ressam ve şair oluşumun kaynağı da o yıllardan beslenmiştir belki..

    Kemaliye'liler tümüyle Türk ve sünni olmalarına rağmen, bizim Zaza ve alevi kökenli oluşumuzu hiç yadırgamayıp sevgiyle, hoşgörüyle bağırlarına basmış; birlikte barış içinde yaşamanın güzelliklerini öğretmiştir. Yaşamım boyunca bütün şoven anlayışlara uzak durup ayrım gözetmeksizin herkesi kucaklayan engin bir hümanizmaya ve tasavvufi bir düşünceye sahip oluşumun kaynağı da buradadır.

    Buna rağmen mahalledeki ve okuldaki akranlarımın bana, başka dünyadan gelmiş biri gibi davranıp "Kürdoğlu" diye alay etmeleri karşısında sinmeden, boyun eğmeden onlarla kavga edişimin izleri de, yara-bere olarak kafamda, burukluk olarak kalbimde hep kalmıştır. Haksızlığa karşı mücadele eden, kendi doğrularını savunarak savaşan yanım da o yıllarda şekillenmiş olmalı..

    6 yaşımdayken böyle bir kavga esnasında 4 katlı bir binadan düşüp yere çakılarak bacağımın kırılması sonucu aylarca yatağa mahkum olmam; abimin kitaplarından, neredeyse su gibi okuyup yazmama ve ilkokul 1nci sınıfı atlayarak, direkt 2nci sınıftan okulu sürdürmeme sebep olmuştu. Okul birinciliğimin yanısıra, kasabada parasız yatılı sınavını, üstelik Türkiye ikincisi olarak kazanan ilk kişi olmam, yaşamımın aynı zamanda İLK dönüm noktasını oluşturmuştur.

    Başarımdan gurur duyup beni ilk ve son defa kucaklayan babamla; o sekiz köşe şapkalı, pala bıyıklı, iri kehribar tespihli, kahır ve umut yüzlü aşiret adamıyla; bir posta treninden, kartpostalını bile görmediğim koca şehir İstanbul'a indiğimde henüz 11 yaşımda bir çocuktum. Gazetenin, sinemanın, radyonun, televizyonun yer almadığı çocuk beynimle, Haydarpaşa garı kapısında, ilk defa karşılaştığım kocaman bir denizin, vapurların, martıların, muhteşem Sultanahmet, Ayasofya silüetlerinin karşısında adeta şok geçiriyordum..

    Yaklaşık 2500 kişinin okuduğu o kocaman Haydarpaşa Lisesi'nin pencerelerinden bu muhteşem silüeti izlerken kaç defa ağladım, hatırlamıyorum. Yalnızlıkla ilk tanışmam ve zaman içinde onu en yakın arkadaşım olarak benimsemem de böyle başladı. Ve binlerce kitaplık kütüphaneyi bir sığınak bilip kitaplara gömülerek hayal ufkumu alabildiğine genişletmem de öyle...

    Buna rağmen, bizden 7, 10 yaş büyük kıdemli öğrencilerin itip kaktığı, zevk için dövdüğü akranlarımdan farklı olarak, boyun eğmeyen, kavgadan korkmayan, kendini ezdirmeyen yapımla o koşullarda ayakta kalmaya çalıştım.

    Fakat savaşarak direnmenin tek başına bir anlam taşımayacağını anlamam ve yaşamda varolmak için başkalarından daha başarılı olmak gerektiği bilincine ulaşmam da aynı koşulların ürünüdür şüphesiz.. Bu yüzden derslerde, oyunlarda, sporda, sosyal ve sanatsal faaliyetlerde hep liderlik savaşı vermiş, geride olmayı asla kabul etmemişimdir. Yine yaşamım boyunca hiç kimseden emir almadan, hiç kimseye de emir vermeden; tek başına ve herşeyden bağımsız; sadece kendi emeği ve ürünleriyle geçinen bir insan olarak hep emeğin, alın terinin yanında yer alışımı da o yıllara borçluyum.

    Okul futbol takımının ve Fenerbahçe genç takımının kaleciliğini yaparken bir maçta burnumun kırılmasıyla sporu bırakıp sanata yönelmem ise yaşamımın İKİNCİ dönüm noktasını oluşturmuştur. Okul orkestrasında, tiyatrosunda, duvar gazetesinde; resim, şiir ve münazara yarışmalarında hep en önde olmakla beraber derslere olan ilgimin azalmasıyla sınıfta kalışım ve parasız yatılı hakkımı kaybedişim yaşamımdaki ilk yenilgim olarak hala içimi acıtır. Bir süre annemlerin yanında Elazığ Lisesi'nde okurken bile bu gidişata engel olamadım ve biraz da şoven-faşizan anlayışlı hocalar yüzünden okulu terketmek zorunda kaldım. Ki Deniz Gezmiş'lerin asıldığı, devrimci kıvılcımların her yere sıçradığı yıllardı..

    Artık siyasetle ve sanatla uğraşmanın dışında hiçbir şey beni tatmin etmiyordu. Tekrar İstanbul'a dönerek dışardan liseyi bitirip Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimine başladım. Bir yandan da Cağaloğlu matbalarına grafik işleri ve bijuteri atelyelerine takı-aksesuvar modelleri yapıyordum.

    Ne kadar karşı olsam da, o dönemde gençlik arasında hızla yaygınlaşan sağ-sol çatışmasından uzak durmak mümkün olmuyordu. Polisle ve copla ilk defa tanışmanın ruhumda yarattığı fırtınalar sonucu; bütün yaşamım boyunca ezenlerden nefret edip hep ezilenlerden yana saf tutmaya yemin edişim de aynı güne rastlar. Eğer devletine ve ülkesine düşman bir anarşist olmaktan son anda vazgeçtiysem bunu, aynı dönemde yaptığım evliliğe borçluyum. Bu, yaşamımın ÜÇÜNCÜ dönüm noktasını oluşturdu.

    Bir işçi ailesinin tek çocuğuydu ve kendisi de hem okuyup hem çalışan, henüz 17 yaşında bir kızdı; bense 19umdaydım. İkimiz de okulu bırakıp iki odalı küçük bir evde, taksitle aldığımız eşyaların borcuyla yaşam mücadelesine başladık. Askerlik zamanım gelince Elazığ'a, annemlerin yanına taşınmak zorunda kaldık ve orada bir süre Hürriyet gazetesi muhabirliği yaptıktan ve ilk çocuğum doğduktan sonra askere gittim.

    Bornova, Burdur ve Konya 2.Ordu Karargahı'nda ressam olarak, orduya büyük hizmetlerde bulundum. Çok önemli tatbikat planları, haritaları ve stratejik yer maketleri ellerimde şekillendi, birçok mükafaat kazandım ve bunlardan dolayı hep onur duydum. Daha sonraları birçok mahkemede ve kovuşturmada bu mükafaatların faydasını gördüm. Ve en güzeli; polis copunun yarattığı fırtınaları, güleryüzlü generallerin ılıman takdirleriyle atlatmış olmamdı. Ülkemi ve ülkemin değerlerini, bazı ideolojik tuzaklara düşmeden, artık daha bilinçli ve daha candan seviyordum.

    Askerlik sonrası bir süre daha gazetecilik yaptım, bir çocuğum daha oldu fakat mutsuzdum alabildiğine.. Elazığ bana dar geliyordu; mecburiyet caddesinde o dostça selamlaşmalar, yerini kuşkulu ve düşmanca bakışmalara bırakmıştı. Tunceli kökenli aleviler baskı ve horlanmalar sonucu kentin dış mahallelerine çekilmek zorunda kalmıştı. Ben Kemaliye'nin kucaklayan kollarında doğmuştum; bu reddeden ve geri iten tutuculuk beni yeniden savunma mevzilerine sokabilir ve savaş baltamı yeniden çıkartabilirdi. Oysa ben, tek silahı sanat olan bir iyilik savaşçısıydım. Üstelik Elazığ'da deniz de yoktu ve ben denizi görmeden asla yaşayamazdım.

    Yeniden İstanbul, yeniden yaşam mücadelesi ve nefretle sevgiyi içiçe barındıran, her şeye rağmen vazgeçilmeyen bu kentte, düşe kalka bugüne kadar süren bir acılı serüven..

    Ailemi kimseye muhtaç olmadan ve hiçbir şeyden mahrum etmeden geçindirebilmek ve bir yandan da onurunu yitirmeden, namuslu ve dimdik yaşamayı, İstanbul'a rağmen başarabilmek o kadar kolay olamazdı elbette.

    Çok savaştım kötülerle, çok vuruştum zalimlerle, çok cebelleştim hayatla, çok dansettim ölümle.. İster devrimci mücadele deyin, ister anarşi-terör; ister vatanın kurtarılması deyin, ister karşı terör.. Memleketin sokaklarında oluk oluk kan akıyordu, kardeş kardeşi vuruyor, birileri kına yakıyordu. Ateş, düştüğü yeri yakıyordu. Yangının ulaşmadığı hiçbir kimse kalmamıştı, alevler en çok beni yakıyordu...

    Ve Toptaşı Cezaevi'nde bir akşam, ünlü sinema oyuncusu, yönetmen, cinayet hükümlüsü, devrimci, güzel adam Yılmaz Güney'le tanıştım ve bu benim yaşamımın DÖRDÜNCÜ dönüm noktası oldu. O hiç farkında olmadan, ben ondan "Arkadaş" olmayı, "Umut" etmeyi, "Düşman"la başetmeyi, "Sürü" olmamayı, doğru bildiğim "Yol"da tek başına yürüyüp "Birgün mutlaka" başarmayı öğrendim. Sonra 3 yıl boyunca Güney Filmcilik'te çalıştım. Güney dergisine, senaryolarına, öykü ve romanlarına, afiş, poster, ve bütün kartpostallarına; matbaalarda sabahlayarak ilk ben dokundum. O muhteşem anları hala yüreğimin en derin yerlerinde saklıyorum. Mudanya'ya giden bir mahkum olarak iki omuzumdan tutup gözlerimin içine doğru "Yılmaz'ı yıkamazlar Yusuf'um. Sen de Yılmaz'ın arkadaşı olduğunu unutma. Hiçbir zaman yılma ve yıkılma!" deyişini ise beynime çaktım o gün. Mezarımda bile çürümeyecek...

    Ve 12 Eylül... Güzel yurdumuzu ve güzel halkımızı; kimlerin kurtarmak, kimlerin batırmak istediğine dair, bugüne kadar cevabı tartışılan o dehşetengiz soru işareti! Binlerce çelişkiyi içinde barındıran, eğriyle doğruyu şaşırtan, sapla samanı, yaşla kuruyu karıştıran, sağcıyı-solcuyu aynı telörgülerin ardında buluşturan, anaları-bacıları aynı nizamiyelerle tanıştıran o tartışmasız kesin ve acımasız keskin içtima düdüğü!

    Herkes bir bedel ödemek zorundaydı. Ben de ödedim bedelimi. Geride kanlı fanilalar, yakılmış kitaplar, yıkılmış umutlar ve ölümle sınanmış şarkılar bırakarak. Geride bir ömrün bütün inanç ve aldanışlarını bir bir parçalayıp yargılayarak... Ben de ödedim bedelimi; yaralansam bile eksilen yanlarımı onararak, yılmayıp yıkılmayarak...

    İçerden çıktığımda bambaşka bir dünya, bambaşka bir memleket, bambaşka insanlar, bambaşka bir yaşam bekliyordu nizamiye kapısında. Sokaklarda kan, insanlarda heyecan durmuştu, adeta zaman durmuştu.. Toplumun hafızasına birşeyler olmuştu.. Eski dostlar ve tanıdıklar, yollarını değiştirmiş; herkes bir ucundan düzenin eteklerine tutunmuştu..

    Basının merkezi Cağaloğlu'nda bir atölye açarak Güney Yayınlarını çıkarırken tanıdığım matbaa ve yayınevlerine resim-grafik işleri yapmak suretiyle hayata tutunmaya çalıştım. Yüzlerce afiş, poster, kitap kapağı yaptım ama insan ilişkilerindeki çürüme ve yozlaşmanın etkisiyle sık sık küsüp aylarca kendimi uzak kasabalara, kimsesiz koylara atıyor, olaylarla ve hayatla yüzleşerek bu zor süreci en az hasarla atlatmaya çalışıyordum. Terkedilmiş bir teknede yaşayıp "Bir Acayip Adam"ı yazışım da, Marmaris'te, Bodrum'da sokak ressamlığı yapışım da bu döneme raslar.

    Bir gün kızkardeşimin arkadaşı Ahmet Kaya ile tanıştım. Bu benim yaşamımın BEŞİNCİ dönüm noktasıydı. Çok geçmeden kızkardeşimle evlendiler ve Ahmet evimden, atelyemden ayrılmaz oldu. Çok neşeli, hareketli, insanı her an meşgul eden, deli-dolu bir halk çocuğuydu; tam bir muhabbet adamıydı. En yılgın zamanımda bana yeni bir enerji yüklemiş ve yeniden hayata bağlamıştı. Dördüncü kasetini çıkarıyordu, bir sürü insana ihtiyacı vardı, kızkardeşimle birlikte tam bir kurmay karargahı gibi hareket ederek bütün işleri hallediyorduk. Kaset repertuarları, stüdyo altyapı çalışmaları, kapaklar, afişler, fotoğraf ve klip çekimleri, promosyonlar, röportajlar, radyo-televizyon programları, imza günleri, konserler ve daha onlarca uğraş alanı, bütün zamanımı alıyordu ve artık atelyemi kapatmak zorunda kalmıştım. Bu arada bir kızım daha olmuştu, ailemizin maskotuydu ve bir süre sonra Ahmet'le kızkardeşim de ona heveslenerek bir çocuk yaptılar.

    Şarkılarda yaşadığımız süreci anlatmak istiyorduk ama çok iyi bir şiir okuru olan Ahmet, hiçbir şairden tatmin olmuyordu ve benim müsvette şiir denemelerime bayılıyordu. Yoğun ısrarları sonucu şarkılarını da yazmaya başladım. Müziği, edebiyatı iyi bildiğim ve halkı çok iyi tanıdığım için her yazdığım şey, hem biçim hem de içerik açısından, dönemin duyarlılığı ile çok iyi örtüşüyordu. Artık geniş kitleler tarafından tanınıyor ve çok seviliyorduk. Kasetler birbirini takip ediyor, şarkılarımız ortalığı kasıp kavuruyordu. 13 yıl boyunca Yorgun Demokrat'tan, Adı Bahtiyar'a; Ayrılık Hediyesi'nden, Kafama Sıkar Giderim'e kadar onlarca şarkıya imza atmıştım ama bunun yaşamsal karşılığından çok uzaktım. Başımı sokacak bir evim, hurda bir arabam bile yoktu; kiramı ucu ucuna veriyor, geçim zorluğu içinde bunalıyordum. Birlikte yola çıktığımız, bir kaderi paylaştığımız Ahmet ise ev ve araba sayısına her yıl birer ilave daha yapıyordu.. Artık bütün zamanımı ona harcayarak yaşayamazdım.. Başka denizlere açılmalıydım..

    Yine küsmeler, incinmeler ve çekip uzaklara gitmeler dönemi başlamıştı hayatımda. Bu arada babamı yitirdim ve eşimden boşanıp, çocuklarımdan da ayrılarak tek başıma, küçücük, eşyasız bir kiralık evde, yepyeni bir hayata adım attım. Geçinmek daha da zorlaşmıştı. Dağlarda Kar Olsaydım, Nankör Kedi, Sen Ağlama Yar gibi şarkılar yapıp Ferhat Tunç'tan Fatih Kısaparmak'a, İbrahim Tatlıses'ten Müslüm Gürses'e, onlarca başka sanatçıya vererek nihayet küçücük, rutubetli bir bodrum katına sahip olabildim. En azından kafam rahattı, yeni şarkılar ve şiirler üretmek için sadece kendime ait bir ortamım vardı hiç olmazsa..

    Bu arada Ahmet Kaya ile müzikal yolculuğumuz da küsüp barışmalarla devam ediyordu. Ona yazdığım son şarkı olan Kafama Sıkar Giderim yılın şarkısı olmuştu ve ödül gecesinde, benden başka herkese teşekkür etmişti. Aynı gecede, Kürtçe şarkı konusunda söylediği sözler nedeniyle hiç de hoş olmayan tepkilerle karşılaşmıştı. Ertesi gün bazı gazeteler linç kampanyası başlatmakta gecikmemişlerdi. Herşey tersine dönmüştü birden. Memleketin en yetenekli sanatçısı, memleketi bir tek kendilerinin sanan insanlar yüzünden, çok sevdiği memleketinden uzaklara savrulmak zorunda kalmıştı.

    Artık onun bıraktığı mikrofonu ben almalı ve şiirlerimi, duygularımı halka kendi sesimle ulaştırmalıydım, meydan boş kalmamalıydı.. Bu karar benim yaşamımın ALTINCI dönüm noktasını oluşturdu.

    "Ah Ulan Rıza" isimli ilk kasetimi ve "Gözleri İntihar Mavi" isimli ilk şiir kitabımı çıkardım. Elde ettiğim telifle Cihangir'de bahçeli bir eve ve 0 km bir arabaya sahip olmuştum ve kendime çalışmanın semeresini görmüştüm yeniden.. Ahmet ise zorunlu bir sürgünü yaşadığı Paris'ten, gün aşırı arayıp yeni kasetinde çalışmamız için ısrarla yanına çağırıyordu.. Paris'e gitmeye hazırlandığım bir sırada çok sevdiğim ağabeyimin ölümüyle sarsıldım. Çok geçmeden Ahmet'in de ölüm haberi gelince yorgun ve acılı yüreğim iflas etti, üç ana damarımdan biri iptal oldu, bel fıtığıyla yataklara çivilendim, el ve ayak parmaklarımda kangren oluştu. Bir süre sonra annemin ölümü ise tam anlamıyla son darbe oldu. Üstüste gelen bu acılar, hayatla olan bütün bağlarımı koparıp atmıştı sanki. Ölmeye bir adım kaldığını hissettiğim o günlerde bir tek Eylül arkadaşımın desteği ve çabasıyla tutundum hayata yeniden. Zaman her şeyin ilacıydı ve her şeye rağmen devam etmeliydim kavgama, kaldığı yerden.. Bir iyilik savaşçısı asla vedalaşmazdı!..

    İkinci kasetim "Bir Acayip Adam"ın da ilki gibi satış rekorları kırmasıyla bu kez Flash Tv'de, Radyo Barış'ta, Kral Tv'de ve Su Tv'de programlar yapmaya başladım. Bir yandan da yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konser ve dinletilerle; 48nci baskıya ulaşarak bütün zamanların rekorunu kıran kitabımla, şiirlerimi halka ulaştırmanın ve yaşamımı onlarla paylaşmanın heyecanı; bütün yaralarımı onarmasa da yeni bir üretme gücü kazandırdı bana. Üreterek varolmanın hazzına yeniden ulaştım.. Ve marjinallerin istilasına uğrayan Cihangir'den, Bakırköy sahiline taşınarak yeniden halkın içine karıştım..

    Ne var ki yoğun çalışma temposu, savruk yaşam koşulları, ayrılıklar, acılar, stres ve sigara gibi sebeplerin tetiklemesiyle ayağımda yeniden oluşan kangren, şimdilik bir parmağımı aldı, daha da alacağa benzer. Budana budana yaşıyorum sonbaharımı..

    Şimdilerde, martılara, gemilere, engin bir denize, yemyeşil bir parka dönük çalışma odamın penceresinde, tek başına yaşamanın huzuruyla soluklanarak, üçüncü kasetimle ikinci kitabımın üzerinde çalışıyorum ve kötülerle daha iyi savaşmak için kelimelerimle notalarımı bileyliyorum. Bu da benim yaşamımın YEDİNCİ dönüm noktasını oluşturacak, bunu hissediyorum.

    Baharı görmek istiyorum.. Vedalaşmak için henüz çok ERKEN.. NE DİYELİM ÖLÜM ADIN KALLEŞ OLSUN.

  4. Gitmek-ayni zamanda olume goz kirpmak demekmis,

    Gitmek aglamak,sarap-sigaraya fena dadanmak imis,

    Gitmek fotograflari ceketi nin sag tarafini katlayip koymak,

    Sevda turkuleri soylemek imis,

    Gitmek kendi icerisinde Gelmegi bagrinda barindiran bir Eylem imis,

    Gitmek yanlizgin koluna girip, islik calarak seher vakitleri gunesi beklemek imis,

    Gitmek Baba,

    Gitmek kardes,

    Gitmek ANNE,

    Gitmek ULKE imis..

    Darma Dumanim Bu gece , tek tekrar ettigim kelime ( Diz coktururum bir SARJORE alayinizi)

  5. Cekip gitmek adina silmissin hepimizi,halbuki ne severdik sesinizi.

    Demistinya (ASKSA bitti, GULU ise HIC dermedik diye ,galiba biz ne sevdik-nede sevilebildik!

    Kaldik iste ortada bir yerde ASKIN ortasinda,kavganin,sevdanin itlerin,cakkalarin diyarinda.

    Simdi ADIN KAHPE OLSUN OLUM demek vardiya, neyse simdi yanar daglar gibi birden bire PATLARIM.

    ben ayrılıkların dumanlı, tozlu, çamurlu yoluyum

    allah'ın bir yetim, bir mazlum kuluyum

    hüzünle, kederle, kahırla doluyum...

    istemezdim böyle olsun, affet beni ne olursun

    ben yolumu böyle çizdim, uyma bana kaybolursun

    ben hayatın yorgunuyum, gözlerinin vurgunuyum

    istemezdim böyle olsun, affet beni ne olursun, DERSIN ARTIK NALAN ABLAYA.

    bU SOZLERI YAZIP, siire dokebilcek ne acilar cektigini merak ettigim MAVI gozlu -Dertli adam.

    bu yüzden sevdaları mahzundur,

    yürekleri kallavi,

    alınları ihanet vurgunudur,

    gözleri intihar mavi!

    Siirlerini dinlerken Sigaranin ve Sarapin elimize bulasmasindaki Yakamoz Saiir.

    Sende dayanamam demissin, BENI TUTMAYIN ULAN diyip CEKETINI alip gitmissin ve Yagmurlu havalarda ceketini ruzgarlara savurup, Tehlikeli siir okuyacagina ant icmissin.

    Simdi SIKILMAZ canin GOZUM, zaar dolasirsiniz AHMET ile PARISTE,

    Gazabiniza titrer artik tum PARIS,

    Simdi YUSUF abi ,sen bi tukurursun PARISIN yuzune ,asagiya alirsin PARISIN havasini-korksunlar artik donekler,saticilar,darbe kackinlari simdi diz cokturur YUSUF abi bir sarjore alayinizi..

    Kar olsaydim demistin bir siirin'de, sen bu ulkenin bugdayi,tuncu,suyu gibiydin doruklarda KARI, steplerinde daglarin ruzgariydin YUSUF ABI!

    Simdi YETIM KALDI DERSIM, kafasi bozmus gitmis mavi gozlusu!

    Siirlerin bize AYRILIGIN HEDIYESI OLSUN.

    TOPRAGIN BOL OLSUN,

    Yusuf Abi ..

  6. Ey kir içinde yüzenler, herkesin atına binenler

    Ey sürünenler, ey bölenler, bölünenler,

    Herkesi birbirine düşürüp, sinsice sevinenler

    Ey gençliğimi harcayanlar, ey kağıttan kaplanlar, zavallı sıçanlar.

    Ey ciğeri beş para etmezler, ey sıkıyı gördü mü fellik fellik kaçanlar

    Ey darbe kaçkınları, orta yolcular, dönekler, sümüklü böcekler

    Ey ispiyoncular, bozguncular, medya çömezleri yüzü yırtılmış köçekler,

    Beni tutmayın ulan burama geldi dayandı.

    Beni tutmayın bozarım bu kirli numaranızı

    Yıllardır öyle çok sömürdünüz, öyle çok kan kusturdunuz ki

    Ulan bir şarjöre diz çöktürürüm ALAYINIZI!.......

    Yusuf Hayaloğlu

    __________________

  7. Neden hala gelmedi?

    Saati mi şaşırdı bu hıyar?

    Gerçi hiç saati olmadı ama..

    En azından birine sorar.

    Cebimde bir lira desen yok!

    Madara olduk meyhaneye

    Ahh eşek kafam benim.

    Nasıl da güvendik bu hergeleye?

    Gelse balığa çıkacaktık

    Ne çekersek kızartıp rakıyla yutacaktık.

    Kafamız tam olunca şarkılar döktürüp,

    Enterasan hayellere dalacaktık.

    Bu sandalı geçen hafta çalıntıdan düşürdük

    Arkadaşlar ısrar etti,

    Biz de iyi olur, bize uyar diye düşündük.

    Saat sekizde gelecekti.

    Bana beş milyon borç verecekti..

    Yoksa O nemrut karısıkaçtı da,

    Onun peşinden mi gitti?

    Eğer öyleyse yandık!

    Gudubet gene yaptı yapacağını!

    Geçen sene merdivenden itip

    Kırmıştı Rıza’nın bacağını

    Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,

    Ya da horlarken Rıza’yı boğacak.

    Bak şimdi acıdım, aşkolsun adama...

    Ben olsam vallahi başedemem!

    Hele beş tane velet var ki boy boy,

    Allah’tan düşmanıma dilemem

    Aslında iyi çocuktur Rıza , efendi huyludur.

    Herkesin suyuna gider.

    Yoksa, kalıba vursan hani,

    Tek başına on tane adam eder.

    Bir keresinde hiç unutmam,

    Üç beş zibidi haraca dadandı.

    Rıza sandalyeyi kaptığı gibi

    Herifleri hastaneye kadar kovaladı!

    Aynı mahallede büyüdük,

    Aynı kızları sevdik,

    Aynı kafadaydık.

    Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu.

    Biz başka havadaydık.

    Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,

    Aynı takımı tutardık.

    Fener’in maçına iddiaya girer,

    Millete az mı yemek ısmarlattık.

    Bir tek askerde ayrı düştük.

    Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.

    Döner dönmez evlendirdiler,

    En büyük salaklığı da bu oldu.

    Ben se hiç düşünmedim, zaten param yoktu.

    Hep tek tabanca gedim...

    Benim beğendiğimi anam istemedi,

    Onun gösterdiğini ben sevmedim.

    Neyse bunlar derin mevzu..

    Anlaşıldı bu herif gelmeyecek

    Ufaktan yol alayım.

    Anam evde yanlız, şimdi meraktan ölecek.

    Gittim, vurdum kafayı yattım.

    Rüyamda gördüm gülümseyerek geldiğini...

    Ne bilirdim yolda kamyon çarpıp,

    Hastaneye kavuşmadan can verdiğini?!

    Vay be Rıza...........

    Sonunda sen de düştün Azrail’in peşine!

    Dün boşuna günahını almışım.

    Ne olur kızma bu kardeşine...

    Öğlen kahvede söylediler. Rıza ölmüş! dediler.

    Ne kolay söylediler.

    Sanki dev bir taş ocağını,

    Kökünden dinamitleyip, üstüme devirdiler!

    Ahh dostum... O kocaman gövdene

    O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?

    O zalim tabutun tahtalarını,

    Senin üzerine nasıl böyle çivilediler?

    Yani sen şimdi gittin!...

    Yani bir daha olmayacak mısın?

    Yani bir daha borç vermeyecek,

    Rakı ısmarlamayacak mısın?

    Peki, beni kim kızdıracak?

    Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?

    Peki, beni bu köhne dünyada

    Senin anladığın kadar kim anlayacak?

    Ulan Rıza.....

    Ne hayallerimiz vardı oysa...

    Ne acayip şeyler yapacaktık.

    Totoyu bulunca dükkan açıp,

    Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.

    Talih yüzümüze gülecekti be...

    Karıyı boşayıp,

    Sıfır bir Mercedes alacaktık.

    Hafta sonu iki yavruyu kapıp

    Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık.

    Ah ulan Rıza.......

    Bu mahallenin nesini beğanmedin de,

    Öte yana taşındın?

    Arasıra gıcıklaşırdın ama inan...

    Benim en kral arkadaşımdın.

    Ulan Rıza....ben şimdi bu koca deryada tek başıma ne halt

    ederim?

    Senden ayrılacağımı sanma...

    Birkaç güne kalmaz ben de gelirim.

    MAVIS gozlu,Guzel saiir..

  8. Akciğerinde oluşan ödem nedeniyle son 24 saati yoğun bakımda geçiren Yusuf Hayaloğlu bugün sabah saatlerinde solunum yetmezliğinden hayata gözlerini yumdu.

    Başta Ahmet Kaya olmak üzere birçok sanatçının şarkı sözlerini yazan, aynı zamanda Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'nın ağabeyi olan Yusuf Hayaloğlu 3 çocuk babasıydı.

    Arkasında yüzlerce şarkı sözü ve "Gözleri İntihar Mavi" adlı bir de şiir kitabı bırakan Hayaloğlu'nun ,"Hani Benim Gençliğim", “Başım Belada", "Kod Adı Bahtiyar, "Başkaldırıyorum", “Ayrılığın Hediyesi”, “Yüreğim Kanıyor" gibi onlarca şarkı sözü Ahmet Kaya tarafından bestelenmiş ve yorumlanmıştı.

    Yusuf Hayaloğlu 56 yaşındaydı...

    ........................................................................

    Artik SACLARINDAKI BUTUN YILDIZLARI KOPARABILIRSIN ANNE !

  9. Ahmet Kayaya bir cok eser veren kayinbiraderide vefat etti. Ailesine sabirlar dilerim.

    BU UNUTULMAZ TÜRKÜ DE ONUN

    ESERİYDİ...

    Şu dağlarda kar olsaydım olsaydım

    Bir asi rüzgâr olsaydım olsaydım

    Arar bulur muydun beni beni

    Sahipsiz mezar olsaydım olsaydım

    Şu yangında har olsaydım olsaydım

    Ağlayıp bizâr olsaydım olsaydım

    Belki yaslanırdın bana bana

    Mahpusta duvar olsaydım olsaydım

    Şu bozkırda han olsaydım olsaydım

    Yıkık perişan olsaydım olsaydım

    Yine sever miydin beni beni

    Simsiyah duman olsaydım olsaydım

    Şu yarada kan olsaydım olsaydım

    Dökülüp ziyan olsaydım olsaydım

    Bu dünyada yerim yokmuş yokmuş

    Keşke bir yalan olsaydım olsaydım

    Söz: Sair Yusuf Hayaloglu

    Kaynak

    SAYGILAR

    kim oldu YUSUFMU ??????

  10. Yazilanlari ses cikarmadan okurkene aklima bir filimin AFISI geldiydi!

    Filimin adi : GECMISINI ve GELECEGINI Kaybetmis ADAM! ( IHANET).

    Bu filimi biz hep gormustuk aslinda,yabanci degildir konusu ulkemizde yasanmislara ve yasanilanlara ve yasanicaklara.

    Bu filimin SENARYOSU ayni sadece Aktorleri degisik!

    Filimin Afisindeki Dogaclamasini hala unutmuyorum,gercektende guzel bir sozdu:

    GECMISINE KURSUN SIKANA, GELECEGI TOPLA KARSILIK VERIR ..

    Saygilar.

  11. Sevgili TOLONBEY,

    Siz dunyaya iltihak ettiginiz vakitten bir kac yil once 'SOY ADI kanunu cikarilmisti.

    1935 te ise 'tatillerin cuma degil, PAZAR gunu oldugu TBMM kanunen kabul edilmisti ve c.tesi 'de kabul gormustu!

    Bunlar siz dogmadan 2 yil oncesine ayit memleket vukatlaridir :)

    Mesela sizin dogdugunuz YIL, LAIKLIK ilkesini benimsendigini MECLISTE kabul gormustur,Ankara devlet konservotari sizden 1 yas buyuktur sadece :)

    Cok seye tanik olmus ve cok seye mucip olmustur sahsiniz , dilerki gonuller yasayan bir tarih olarak bizi aydinlatmanizi temeni ediyorum.

    Saygilar.

  12. YALCIN KUCUGUN adinin sizdeki yansimasi nedir ??

    Bu adami bi ara okurdum, cevremdeki insanlar baya etkilenmisti YALCIN KUCUKTEN.

    Lakin artik eskisi kadar samimi gormuyorum!

    Neyse, siz YALCIN KUCUGU nasil tanimliyorsunuz ??

    iyi bir sosyalistmi ??

    Fikir adami ??

    Devletin ileri karakolugunu yapan bir prof, ??

    NEDIR sizdeki karsiligi yazarsaniz hepsini okurum !

    Saygilar.

  13. işte türk halkını sindirmek için onyıllardır kullanmadığı araç kalmayan emperyalist abd ve avrupanın son moda kuklaları kürtler. abilerinin bir dediklerini iki etmezler. bizim buradaki saz arkadaşları da hem bize düşmanlık edip emperyalistlerin ekmeğine yağ sürer hem de emperyalizm düşmanı tiyatro oynarlar. yığınlar, dünyanın her yerinde çaresizdir. önemli olan liderlerdir. onlar azdır. siz tüm ab ve avrupa biraraya gelip bir bölgede yoğun politika uygular ve önemli ölçüde maddi desteği bu politikaya harcarsanız, elbette getirileri olacaktır. bu kadar baskıyı bu kadar uzun süre amerikan, ingiliz ya da fransız toplumuna uygulayın bakalım noluyor. millet şu an travma geçiriyor. ülkesinin kurucusuna ulusal yayınlardan her gün hakaret ve küfür ediliyor. teröristler topraklarına sınır ötesi harekat düzenliyor ama emperyalistlerin emrindeki üç beş işbirlikçi yüzünden dünyanın en güçlü ordularından biri ordusu cevap veremiyor. dünya ip kadar ermenistanı dinliyor Türkiye'yi takmıyor. her taraf tarikatların eline geçti, ülkeyi şamaroğlanına çevirdiler. üretimi ve sanayiyi bilinçli olarak bitirip milleti boğazına kadar borca batırdılar. biraz açın gözünüzü de öyle yorum yapın.

    KUKLA senin basbakanin ve silahli kuvetlerin!

    PINOKYODAN beter olmussunuz be!

    icazeti kimin abd den aldigi ortada, SANKI COK BAGIMSIZMISIZ gibi buyuk laflar ediyolarya!

    DUDUK ;)

  14. ALIN ISTE !

    Gerci arkadasimiz NOKTA dergisinden bir alinti yapmis!! iyi'de yapmis dogrusu.

    Eger koskocaman bir mileti ORDU eksenli degistirip-donustururseniz BUDUR SONUC!

    Sanki fikra gibi ne kdar ilginc!

    Insanlar POLISTEN DELI KORKUYOR , KORKUYU IKTIDRA YAPMISLAR , turkiyede hepimiz gorduk POLIS kiyafeti giyenler insanlarin gozu onunde kadinin saclarindan tutup zorbaca tecavuz edebiliyorlar!

    KIMSEDE SES CIKARMIYOR, bu cirkinlige ..

    ATEISTLIK zurnanin sondeligi bu ulkede ,daha once yapilmasi gereken bir cuval is var ..

    Insanlarin gecmisiyle yuzlesmeleri lazim, ciddi temelde elestirmeleri gereklidir mevcut sistemi !

    Hem sistemin BORAZANLIGINI yapacaksiniz, bu CURUMUSLUGE karsi koyana BOLUCU- ANARSIST diyeceksiniz sonrada ATEISTLIKDEN dem vurup MEVCUT istemin dipine SIKISACAKSINIZ ;)

    PALAVRA bunlar !

    Sorun partiler sorunu degildir TURKIYEDE ,sistem sorunudur!

    Hangi parti iktidar olursa olsun ,sistemin bir kuklasi olcaktir..

    Biraz daha ciddi olmasi gereklidir ATEISTLIGINI ortaya koyuyorsa kisi !

  15. Liberal l' economi nin bir bilim degil, kapitalist sistemin bu yuzyila sitmatik olrak uyguladigi bir felsfe oldugunu varsayarsak LAKIN, (virgul)

    Ve bu teori (SBE) 'nin , devlet tarafindan suspantione yapilarak ayakta tuttugunu yani devletin liberal ekonomi nin isleye bimesi icun, onu besledigini bununda KAPITALIST teorisyenlerin hos karsilamadigini ve yeni alternatif ekonomik-sistemler icin arayisa girdigini gostermektedir.

    Nitekim !! nitekim, :)

    Hem LIBERALIM diyeceksin, netekim ! MARKSIST olarak piyasada gezceksin !

    Bu is Bizi Kotu BoZAR , fredo :)

    Netekim , fredo , ne demistik ??

    Bak asagida buyuk puntolar ile yaziyo !

  16. Bir tane fikir yok yazılarının içinde.

    İki satır yazı geçiyorsun, birilerine gönderme yapıyorsun veya hakaret ediyorsun.

    Hem de öyle böyle değil.

    Asılmaktan sözeden kim, nerden çıktı?

    Sen beni salak mı sanıyorsun? Veya çocuk muyum ben..

    Bunu söylemen bile bir başka ayıp.

    Ortada cok ince bir yanlis anlama olmus be ABLACIM.

    Celallenme hemen :)

    KIZMAK degil, gulmek daha guzel yakisiyor sana, LAKIN !

  17. Öyle canımlı cicimli konuşma, zırvalayıp da ortalığı provoke etme.

    İşin gücün pislik.

    Üç gündür fahişelik meslektir diyenlere fahişe diyorsun, kimse anlamadı sanıyor devam ediyorsun.

    Yazacaksan adam gibi, edebinle yaz, kimseye de bulaşma.

    Hacı sana öküz demiş ama az demiş.

    Yapmayin, yapmayin, abiler , ablalar !

    Baharin kokusunu hissedin ve o mevsimden cikan kokulari ICINIZE CEKIN..

×
×
  • Yeni Oluştur...