Jump to content

Kieslowskii

Üyeliğini Sildirmiş Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    2.017
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Kieslowskii kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Arka çıktığın adam resmen kendisi gibi düşünmeyenlere onursuz diyor, kaldı ki buna Bekir Çoşkun da dahil .

    Niçin siliyorsun ?

    Sırf kendini haklı çıkarmak uğruna benim yorumumu silmekten utanmıyorsun değil mi ?

    Bu kadar saçmalamak olmaz ama yahu. 'Benim gibi düşünmeyenlere onursuz diyormuşum, Bekir Coşkun buna dahil'miş.

    Alıntıladığın yerde Bekir Coşkun'a ahlaksız demişim, sorgulamadan arkasından gidenlere de 'onurlu' olun demişim, kimseye onursuz da dememişim.

    Benim gibi düşünmeyenlere şerefsiz deme tavrım olsaydı, bugün sosyalist geçinen Balaban bana diğer başlıkta 'hep liberallerle kol kolasın' demezdi.

    Ifeelgood ablamın da senden çok farklı görüşleri yok, ona ne zaman onursuz demişim? Ona ne zaman kötü tek sıfat serdetmişim ben? Doğum günüyle ilgili duvarına girdiğim mesajı gördün mü? Kendisine sosyalist diyen 10,000 kişiye değişmem ben onu.

    O bile seni eleştirmedi mi ilgili bir başlıkta, hala ne konuşuyorsun anlamak mümkün değil...

    Uykum var, uyuyamıyorum da yav :)

  2. ''Kimse kızmasın kendimi yazdım'' kitabının yazarı Hasan Cemallerin geçmişini de biliriz biz .

    Ne bu adam, ne diğerleri umurumda değil, tüm bunların hesabını bana niye kesiyorsun? Bana ne senin kızgınlığın nedense? Çoğul kullanınca ne oluyor, onu da anlamadım.

    Getirdin, belirli veriler koydun da bu adamları ben ne zaman eleştirmedim ki? Hasan Cemal'i özellikle alıntılıyorum, günahım kadar sevmem; Mehmet Altan'ı da sevmem, Ahmet Altan'ı severim ama ne iyi romancı, ne iyi siyaset analistidir bence. Zeki biri ve doğru yerde duruyor sadece...

  3. Benim mesajım neden silindi anlamadım, beni alıntılayan Yakup, ben cevabını veremeyecek miyim yahu? İlla siliniyorsa onun beni alıntıladığı kısım da silinsin.

  4. Yarası olan gocunur .

    Hayrola; yarana mı dokunuldu ?

    Tam benim 'onur' dediğim başlıkta onur dersen, ingilizce bilmeyen arkadaşa yüz yıllık kuyruk acınla İngilizce dersen kim anlaşılır, ileri düzey gerizekalı?

    Tüh tüh; oysaki ben senin delik deşik edilmiş yarana dokunmayı hiç istemezdim, ki amacım da bu değildi zaten .

    Acayip delik deşik, bir sen dokunmamıştın :)

    Kendin gibi düşünmeyenlere pervasızca şerefsiz, onursuz deme hakkı yoksa sadece senin tekelinde mi ?

    Mod arkadaşlar yetişiiiiiin ...

    Öyle mi ?

    Yok hayır, 'şerefsiz' demek ayrı, insanların dötleriyle ilgili yorum yapacak kadar aşağılaşmak ayrı. Hem 'şerefsiz' demedim forumdan kimseye, 'onurlu' insan 9 Martçıları demokrat ilan eden 'şerefsiz'in yanında olamaz dedim. Şimdi İlhan Selçuk cuntacı mıydı? Öyle. Peki onun bir asırdır demokrat olduğunu söyleyen şerefsiz midir, değil midir?

    Utanmaz arsız, aciz yaratık seni ; daha önce de yaptığın gibi bazı moderatör arkadaşları bana karşı kışkırtmaya hiç utanmıyorsun değil mi ?

    Yani sen istediğin gibi at koşturacaksın burada, birisi sana çüş deyince de çocuklar gibi ''Yakup bana çüş dedi, ühüüü ühüü '' diye ağlayacak, ortalığı da velveleye vereceksin öyle mi ?

    Ağladığımı nereden çıkardın yahu? Moderatörleri sana karşı neden 'kışkırtayım', raporladım seni, bu mudur kışkırtmak? Bu galiz küfre karşı önlem alın dedim, bu mudur kışkırtmak, tekrar soruyorum?

    Ardından da gitmekle tehdit edeceksin, ona buna da ''felanca aplam filanca abbim'' diye yaltakçılık yapacaksın ...

    Burayla Ifeelgood ablam ilgilensin :)

    Ki kendisi, bu forumda en sert tartışmaları yapmış olduğum kişidir; ne ben, ne o yardakçılık/yardakçılar sevdalısı değiliz :)

    Pisliğinde boğulmak demişsin .

    Ben terörün en civcivli zamanında Güneydoğu'da şerefimle yedek subaylık yaptım . Ama bu senin gibi sanal entel dantel hedonistler için değildi asla . Biliyordum ki bu ülkede rahat ve güvenlik içinde yaşamak isteyen insanlar vardı, onlar içindi sadece .

    Sen anlamazsın, gecenin bir yarısı eline tutuşturulan bir kağıtla pusuya yatan askeri, subayı ...

    Ama oturur burada, evet açıkça söylüyorum godoş godoş, entel dantel ukala ağızlarla konuşursun sadece .

    Ben askeri anladığım için böyle konuşuyorum tam olarak, savaş psikotiği olan tipler gelip burada 'sen anlamazsın, o anlamaz' şeklinde Osman Pamukoğlu vari açıklamalarla, bi bok anlamadıklarını ortaya koyuyorlar sadece. 'Godoş, götü geniş' gibi ibarelerle konuşacaksın, saygı diyeceksin, benim 'şerefsiz' lafıma takacaksın.

    Varsa yoksa, kendi hedonist ihtiyaçların .

    Hımm, 'hedonist' ihtiyaçlarım :)

    Ama dedim ya, çok affedersiniz ben erkek eşeklere uçkur çözmüyorum, lütfen başka kapıya .

    Verstanden ?

    Ha, cinsel aşağılama da var diyorsun yani, onurlu arkadaşım :)

    Senin uçkurundan hoşlanan bir atlar var diye biliyorum ben :)

    Amerikan çembiriş üniversitesindeki makaleler bana vız gelir tırıs gider .

    Sana o makalelerden bir tanesini bile sunmadım şimdiye kadar, neden acaba? :)

    Sapık sapıktır, o kadar .

    Buna da ben karar veriyorum, var mı itirazın ?

    İtirazım elbette var ama insan olana, düşünmeyi bilene. İnsan olmayan, düşünmeyi bilmeyen de istediği gibi hırlar, ne zaman karışmışım ki? :)

  5. Anlamadığım bir diğer şey ise; ''ben askerlik yapmam, ben vicdani red hakkımı kullanırım'' diyen birtakım godoş hedonist şerefsizlerin nasıl olup da burada şereften onurdan bahsedibilme hakkını kendinde bulabildiği .

    Bölücülüğün adı demokrasi olmuş .

    Bölücülüğün adı entellik olmuş .

    Şerefsizliğin adı münevverlik olmuş .

    Bunun Türkçe karşılığı aslında yavşaklıktır Hacı, entellik değil .

    Lütfen, ulurorta İngilizce parçalamak yerine az biraz da Türkçe öğrenelim .

    :)

    Azıcık onur olsun diyen adama bak, küfürler tam gaz devam bana karşı...

    Mod olan arkadaş da, bu mesajın arkasına başka mesaj yazacağına, önce bu mesajı görse iyi olacaktı, her neyse.

    Valla tam da forumla uğraşmaktan kurtulmayı istediğim döneme geldi, haydi pisliğinde boğul sen :)

  6. Ek olarak, lamira -bildiğim kadarıyla- kendine Marksist filan demez, kendini sosyal bilimler ve felsefede yetkin gören, 'entel' olduğu iddialarını dillendiren bir arkadaşımız da değil. O bu konularda konuşmaz, tıpkı benim bilim forumunda konuşmadığım gibi.

    Ha, akılcı ve aydınlanmacı ludwig bey, isterse lamira'nın Haci'yla tartıştığı başlığa kendi katkılarını sunabilir, lamira'yla da tartışabilir, sıkıyorsa...

  7. Hiç sorma. Genç entelcikler arasında bu tarz davranış çok moda. Marxism'in karizması varken, bütün Avrupalı postmodern enteller filozoflar Marxçılık yaparken...

    ludwig, allasen eleştirdiklerini bir kere olsun oku, olur mu? Hangi postmodern entelmiş bu Marksist olanı? Foucault mu, Barthes mı, Baudrillard mı?

    Hiç değilse aç ekşisözlük'ü de, Terry Eagleton maddesini oku azizim :)

    Ben şahsen, postyapısalcılara ilişkin sosyolojik tartışmada ön saflarda hep Marksistleri görüyorum; Eagleton olsun, David Harvey olsun fln. Bildiğim kadarıyla, kimi rezervlerle Frederic Jameson ve Perry Anderson da öyle pek postyapısalcı düşünürlere hayran değil. Tabii postyapısalcıların cepheden eleştirmeni Alain Badiou'yü de unutmamak lazım.

    tabiki kalkıp Friedman'a falan saygı gösterecek değiller.

    Friedman'a neden saygı duymayayım? Asıl sen Jameson'a, Eagleton'a, Zizek'e, Althusser'e, Gramsci'ye saygı duyuyor musun? Bunlardan hangisini okudun? Bu kadar psikolojik yansıtma olmaz!

    Thomas Sowell'in dediği gibi "biryerlerde bir dahi bir şekilde kapitalizmin yanlış olduğunu ispat etti" inancı onlara yetiyor. Tabi unutmamak lazım ki "iki Thomas Sowell okumakla da olmuyor bu işler".

    1- Thomas Sowell'ın dediği gibi aynen; ben ve yukarıda saydığım tüm Marksist entelektüeller tam da bu senin dediğin 'aptalca', 'çocukça' inanca sahip olduğumuz için Marksist'iz; senin gibi bir 'üçüncü dünya' liberali tüm 'akılcı, Aydınlanmacı, bilimci' puanları toplamalı bu durumda :)

    2- Elbette 'iki Sowell okumakla' olmaz, oradaki ifadenin bir ironi olduğu hemen altındaki mesajda belirtilmiş -ve muhtelemen sen de okumamış- olsa(n) da, -ve buna ek olarak- Rosdolsky'i bilmeden, o eleştirilen değer kuramları nire, Marx'ın ilk 'sömürü' dillendirmesi nire bilmeden 'Marksizm çökerten' birilerinin konuyu daha ciddi irdelemesini istemeye hakkımız var.

    Allah'a şükür Astur anlıyor, adam 'militan' değil, düşünüyor. Ciddi ciddi Marx etüt edin, ondan sonra Marx eleştirisi yapın, fena mı diyorum?

    Bir de, eğer adam akıllı değer teorisi eleştirisi -özellikle felsefi ve sosyolojik yönleriyle- okuyacaksan, 'onu da biz yapmışız': Ahan Althusser, ahan Negri...

    Sraffa 'gerzeğine' de haddini bildiren forum yazıları yazmanı dört gözle bekliyorum, tabii adamın yeniden formüle ettiği 'emek-değer kuramı'nın dile getirildiği 30 sayfadan fazla ve tamamen matematiksel formüllere dayanan metni anladığın zaman :)

    "Bu işlerin" olmasının belli bir yöntemi var, onu da tabi bu 3. dünya entelcikleri en iyi biliyor. Nedir? Marxist filozofları okuyacaksın tabiki! Amaç hakikati aramak değil de daha "entel" olmak olunca bu tarz davranışlar ortaya çıkıyor.

    1- 'Entel olmayı aşırı arzuluyorum, tüm libidinal yatırımlarım bu yönde' Duymak istediğin bu olabilir, ama doğrusu bu değil, hiç sevmem o tarz otorite belirtici sıfatları. Bu arada, 'hiçbir delillendirme girişimi istenemeyeceği ve sen de hiçbir delillendirmeye girişemeyeceğin halde' psikolojik tahlillerle vitrini kurtarmak senin 'analitik' yönteminin baş tacı, bahar çiçeği mi oluyor acep, şeklinde bir soru sormak istiyorum açıkçası. Entelektüellik senin olsun, aman senin olsun! Bana eleştiri yeter. Onu da yaparken, karşımdaki entelektüelin kaçıncı dünyadan olduğunu bulmak için özel bir çalışma yapacak değilim.

    2- Bir kere bir 3'üncü dünya ülkesindeyiz ya, orada doğmuşuz ya, zıçmışız. Bu 'birinci dünyanın' olağanüstü entelektüeli ludwig gibi düşünmeyip, '3üncü dünyalı Marksist' ve Oxford'lu hocam Eagleton'a benzer bir pozisyon tutturmamın nedenlerinden biri de; böylesi mesnetsiz laflarla, oturup iki çift sohbet etmediğim adamların ruh halleri üzerinden 'hayalet dövüşü' yapmak yerine, somut sosyolojik analizle ilgilenmeyi yeğ tutmamdandır. Açıkçası, bu 'ludwigyen' güzellemelerden sonra, şu yukarıda sözü edilen yaklaşımla suçlanmama neden olacak bir-iki mesajımın bulunup, çıkarılmasını özellikle isterim.

    Son olarak, birinci dünyanın güzide entelektüeli ludwig, Scruton canavarı ludwig, yukarıda iki defa dile getirilen, 'söz konusu mesajın ironi içerikli olduğu' vurgusunu okumamış mıdır? Yoksa Scruton'u anladığı gibi, böylesi 'basit' gündelik konuşmaları anlamayı başaramamakta mıdır?

    Kendisi, bir 'Philosophical Investigations' okursa; en azından bir dilin anlamının, kullanımla ve dolayısıyla, kelimelerin ve tümcelerin arkasında yatan sosyal-tarihsel konteksle ilişkisini daha iyi kavrayıp, her metne ciddidir diye atlamayı keser diye umuyorum. Ha, Wittgenstein'ın holistik yaklaşımını temellendirirken 'ironi' örneğini de kullanıyor olmasından dolayı diyorum bunu.

    Allah'a şükür ki, kendisi tavanarasında ssiner'la lamira'nın yaptığı konuşmayı, ya da 'müzik' başlığında Astur'la lamira'nın birbirlerine serdettiği tümceleri okumamıştır. Seksüel bir 'skandal' doğsun istemem...

  8. İlhan Selçuk yarım asırdan fazladır barış-sevgi-huzur-güven-çağdaşlıkhukuk-

    demokrasi üzerine yazılar yazdı, suç oldu...

    http://www.denizgezmis.name.tr/haberler/ilhan_secukun_masumlugunu_bir_de_benden_okuyun.html

    http://www.habertakimi.com/haber_detay.php?haber_id=23305

    Şimdilik -ve alelacele derlediklerim- bunlar olsun; Bekir Coşkun'un bunları bilmediğine hiç inanmıyorum, işte tam da bu yüzden bu ahlaksızlarla birlikte hareket edenler azıcık 'onurlu' olsun...

  9. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=906370&title=italyan-hakem-rosetti-besiktas-macini-hacli-dudukle-yonetti

    Milli Takım ve kulüp bazında Türk takımlarının 8 maçını yöneten İtalyan hakem Roberto Rosetti'nin Wolfsburg-Beşiktaş mücadelesinde düdüğüne taktığı haç işareti dikkatlerden kaçmadı.Talimata göre, "Irk, din, dil, etnik köken ayrımcılığı yaparak insanlık onurunun herhangi bir şekilde zedelenmesi cezalandırılır" maddesini ihlal eden Rosetti'nin bundan önceki müsabakalarda da aynı haç işaretini düdüğünde taşımasına FIFA ve UEFA'nın sessiz kalması ise kafalarda soru işareti bıraktı. Statlardaki ırkçı hareket ve tavırlar karşısında FIFA oyun kurallarının 5. maddesi gereği maçı dahi tatil edebilme yetkisi bulunan hakem için yetkili kurumların nasıl bir yaptırım uygulayacağı merak konusu.

    Şimdi, 'filanca maçı yöneten hakemin ipne olması dikkatlerden kaçmadı', 'filanca hakemin türbanlı olması dikkatlerden kaçmadı', 'filanca hakemin liberal olması dikkatlerden kaçmadı' ibareleri ayrımcı ibareler midir? Efet.

    Peki, hakemin hakemlikle uğraşırken dini simge taşıması, bir tür 'din ayrımcılığı' oluyor ise, türban takan kamu görevlisi, neden din ayrımcılığı yapmamaktadır/yapmayacaktır/yapmaz?

    Bu Zaman Gazetesi gibi muhalifim olsun, zil takar oynarım valla...

  10. Kürdistan?....

    Osmanlı'nın Kürdistan dediği bölge, bir bölge adı olarak Kürdistan. Adamlar bu bölgeyi illa 'isimleri değiştirilen' şehirleriyle mi anmalı ki, ruhun huzura kavuşsun? 3'üncü maddeyi okuyup rahatlayacağına, 'Kürdistan?' demen bile bir tür semptom teşkil ediyor bana göre...

  11. Aslında 1992 den beri adımlar atılıyor.O günden beri birileri sürekli sürecin önünü tıkamaya çalışıyordu artık süreci tıkamaya çalışanlar tükendi.AKP yide o kadar küçümsemeyelim AKP nin arkasında çok güçlü bir taban var.Bu tabanında karaktiristik özelliği ılımlı olması liberal bir muhazafakarlığa sahip olması ve ülke insanının çoğunluğunun aşağı yukarı anlayışını temsil etmesi.

    1992'den beri atılan adımlar son derece yetersiz olduğu için bugün buradayız; o günden beri terörün alevlendiği ve sönümlenmeye yaklaştığı periyodlar oldu. Sürecin önünü tıkayanların da tükendiğini sanmam; CHP, MHP önemli tabana sahip partiler, öte yandan bürokrasi-askeriye içerisinde belirli eğilimleri temsil ettiklerini düşünmek mantıksız olmaz. Ayrıca yine bürokrasi-askeriye içerisinde, süreci AK Parti'yi yıpratmak için kullanacak birileri olması beklenir.

    Benim doğduğum şehir olan Kayseri'de de AK Parti yüzde 50'den fazla alıyor iki seçimdir, ama Kayseri halkı ziyadesiyle muhafazakar-milliyetçidir. Ayrıca Tayyip 'pompalı tüfeğe sahip vatandaşın da bir sabrı var' dediğinde, veya bir AKP milletvekili 'askere kurşun sıkanı öldürmekten tabii ki zevk alırım' tarzı bir açıklama yaptığında da, AK Parti tabanında ciddi bir dalgalanma, bir muhalefet işareti göremedik diye hatırlıyorum, doğru mudur?

    Liberal-muhafazakar bir tabanın genişliği doğru, ama ne onlar saf anlamıyla liberal-muhafazakarlar, ne de milliyetçi-muhafazakar olup da AK Parti'yi destekleyenler sayıca az durumda.

  12. Evet bitti Pisicik bitmesine bitti vede çok tehlikeli bir pozisyona girildi.

    Yahu henüz net bir adım atılmış değil, irade beyanı var. Bir de zati hukuk tarafından meşru kılınan bazı eylemlere girişildi, AK Parti hem kendi tabanı, hem içindeki devletçi-milliyetçi eğilimler nedeniyle bu adımları sağlam atabilir mi, emin değilim. CHP-MHP de süreci kilitliyor; destek vermedikleri/vermeyecekleri gibi, bir de atılan adımları velveleye verip, prim getirmeye çalışıyorlar...

  13. 25 sene silahlar konuşmuş, binlerce insan ölmüş, ama Türkiye ölmemiş. Barış adına bir şeyler yapılınca ölüyor. Ölen insanları da değilse, kim bu Türkiye?

    :)

    Binlerce Kürt dağa çıkıyor, milyonlarcası PKK'ya destek veriyor: Bu 'travmayı', sivillere saldıran bir örgütü meşru kabul ettirmeye varacak bu 'travmayı', ırkçı olmayan bir biçimde ve devlete sorumluluk yıkmadan nasıl açıklarız?

    Böylesi bir travmayı yaratan devletin meşruiyetini neden tartışmıyoruz?

    Bu travmanın sebebi olan TSK'ya, neden PKK'ya baktığımızın 5'te biri oranında şüpheyle, hatta -eğer öyle bakıyorsak- nefretle filan bakmıyoruz?

  14. Kieslowski,

    bu gelen pkklıların nasıl olup da yirmi dakika içerisinde bir suça karışıp karışmadığının belirlenip de serbest bırakıldığını anlamıyorum. Bu adamlar 2 gündür mü pkk üyesiymişler? Bir tuhaflık yok mu burada?

    Basit, Pisicik: Dağdan kim indiğinde kabul edileceği, hem PKK'nın hem de Türk istihbaratı'nın uzun süredir çalıştığı ve müzakere ettiği birşey olmalı: Ne PKK gittiğinde tutuklanacak adamları gönderir, ne de Türk hükümeti 'cani PKK'lıları buraya getirme siyasi riskini almak ister.

    Üzerinde uzun süre çalışılan ve uzlaşılan 40 adet -öyle tüm birlik teslim olmadı ki!- PKK'lı teslim edildi, olan budur. Abartmaya gerek yok! Koca örgütte 40 kişi yok mudur dağda olup da, henüz suç işlememiş olan?

    Ayrıca kürt başka şey kürtçülük başka. Bence Kürtçülüğü-etnikçiliği kışkırtan hiçbir güçle masaya oturulmamalı. Yoksa yarın birgün her taraftan etnikçilik hortlar bir daha da altından kalkamayız.

    Bu 'Kürtçü' ne demek tam olarak bilemiyorum ama, neyi kastettiğini düşünmeye çalıştığımda birşeyler geliyor aklıma. Bir de yukarıdaki argümanın açık bir 'slippery slope' argümanı, 'Kürtçü' dediğin bu gruplardan biriyle masaya oturulması, durduk yerde pek çok Kürdün yeni örgütler kurması ve/vaya bu örgüte katılmasını neden sağlasın ki?

    Örgüt nasıl yandaş toplamaktadır? Kürt vatandaşlar, özellikle PKK'yla ilişkisi olmayan Kürt vatandaşlar, bu dediğim bile yapıldıktan sonra hala nasıl Türk hükümetinin samimiyetine güvenmemezlik edebilirler?

  15. Cem Garipoğlu da serbest kalmalı; malum o da teslim oldu.

    Herneyse, PKK'ya para ve silah yardımı yapan ABD ve AB'nin istediği olmuştur. Türkiye PKK ile masaya oturmak üzeredir. Analar ağlamasın... Ağlamasın tabi, Türkiye adım adım bölünmeye gitsin ama karşılık verilmesin. Analar ağlamamalı çünkü değil mi?

    Mesele bu değil Pisicik, lütfen. Teslim oldukları için değil, suç işlemedikleri için dağdan indiler. Şimdi aklıma geldi, sabah bir programda bir hukukçu, bir örgüte üye olmak, herhangi bir suç eylemine katılmadıktan sonra suç değildir diyordu. Dolayısıyla, zaten yasalarda varolan bir hak kullanılıyor.

    Bir de, bildiğim kadarıyla TSK da bu sürecin arkasında, bu durumda TSK'yı da ABD ve AB kontrolünde kabul eder misin? Türkiye'yle PKK -eğer gerekirse- tabii ki masaya oturmalı, benim ülkemin tek bir vatandaşı daha ölmeyecekse, şeytanla bile masaya oturmaya razıyım. Ama AK Parti bunu yapmaz, yapamaz değil: İçeride baya milliyetçi unsurlar var.

    Sanki silaha silahla karşılık veren insan "anaların ağlamasını" istiyor da bu sözde demokratlar düşünüyor anaların ağlamamasını.

    Silaha silahla karşılık verip, anaların ağlamamasını istemek arasında çelişki yok.

    NOT: Dikkat et, burada mantıksal birşeyden bahsediyorum, somut bir bağlamdan söz etmiyorum.

    Türkiye bitmiş de ağlayanı yok...

    Peki, DTP ve PKK'yı muhatap almayalım, e ne yapalım? Devlet 'Kürtlerle olan sorunu'nu çözmek istiyorsa ve Kürtler de bunları muhatap alıyorsa, başka ne yapılabilir?

  16. Bazı konularda fikrini almak istiyorum.

    Otonomistler iktidarın çok merkezliliği ve ''toplumsal fabrika'' düşüncesini terketseydi, bunların yerine sadece ekonomi-politiğin belirleyiciliğini kabul etseydi, emeğin kendini 'ücretli emek' haline getiren sermaye diyalektiğinden kurtulması üzerinden gerçekleşen bir özne kurulumunu yine savunabilirler miydi? Peki imparatorluk ve dolayısıyla çokluk fikrini savunabilirler miydi?

    Althusser iktidarın çok merkezliliğini mi savunuyordu? İktidarın her yere yayılmış olduğu düşüncesi, bizi zorunlu olarak kendiliğindenciliğe mi götürür? Eğer iktidar heryerdeyse, ondan otonomlaşacağımız hiçbir yer kalmamakta mıdır? Yoksa, heryere yayılan iktidar kendini insanlara ''dışarıdan'' değil ''içeriden'' dayattığı için, entelektüel bir mücadele sonunda herkesin kendi otonomisini kurmasının yolu açılır mı? Bir kere, şu ''toplumsal fabrika'' ile ''iktidarın çok merkezliliği' ya da ''kültür endüstrisi'' veya ''biyopolitik iktidar'' düşüncesi aynı mıdır? Örneğin, tek merkezli bir iktidar da biyopolitik olabilir mi? Veya şöyle sorayım, eski emperyalizm tanımını kabul etsek ve ulusal sınırlar içinde mücadele etsek yine de çokluk nosyonunu kullanabilir miyiz?

    Not: Bu yazdıklarımın konu başlığı ile ilgisi yok ama bunlar da ilgimi çekiyor, ne yapayım? :)

    Sevgili Freddie,

    Valla ahiret soruları sormuşsun. Kendimce yanıtlayayım:

    Otonomistler iktidarın çok merkezliliği ve ''toplumsal fabrika'' düşüncesini terketseydi, bunların yerine sadece ekonomi-politiğin belirleyiciliğini kabul etseydi, emeğin kendini 'ücretli emek' haline getiren sermaye diyalektiğinden kurtulması üzerinden gerçekleşen bir özne kurulumunu yine savunabilirler miydi?

    Evet, yani ortada bir mantıksal çelişki yok. Ama böyle bir teoretizasyon yapmak için; ekonomi-poliğin ve dolayısıyla 'iktidarın yerinin' dışarısındaki ilişkilerin 'görece özerk' bir analizini de ortaya koymak gerek: Misal, emeğin kendini sermaye diyalektiğinden kurtarmak için kaçabileceği 'dışarısı'nın, ekonomi-politiğin iktidar alanının dışarısı olan 'üstyapı'yla ilişkisi analiz edilmelidir: 'Üstyapı', bir kaçış olasılığını sistemin kendisinden daha sert bir biçimde kapatıyor/engelliyor olabilir, dışarıdan öncülük sorunsalı yeniden önümüze gelebilir. Üstyapının ne ölçüde otonomiye sahip olduğu, tam bu alana mı yoksa bir başka 'iktidar dışı' alana doğru mu kaçışın mümkün olduğu ve bu kaçışlın mevziinin bir kuramsal analizle ortaya konması gerekir.

    Peki imparatorluk ve dolayısıyla çokluk fikrini savunabilirler miydi?

    Negri-Hardt'ın anladığı bir anlamda imparatorluğu savunamazsın; çünkü onlar, emperyalizmin, kapitalizmin dışarısına -gerek Üçüncü Dünya, gerek her tür kapitalizm dışı özerk alanlar- atıfla anlam bulabileceği, bu dışarısı ortadan kalktıktan sonra imparatorluğun mümkün hale geldiğini iddia ederler. Üstelik, İmparatorluktaki değişimi bir yandan da Fordist üretim biçiminden, Post-Fordist biçime geçişle ilişkilendirirler: Sen ya bunu reddedeceksin, ya da bu geçişin sınıf bileşiminde 'tözsel bir değişiklik' yaratmadığını ortaya koyacaksın ki, yukarıda işaret ettiğin biçimde düşünmeye devam edebilesin.

    Senin dediğin durumda, 'proletarya' varken 'çokluğa' gerek yok zaten.

    Althusser iktidarın çok merkezliliğini mi savunuyordu?

    Althusser imkansız birşeyi başarmayı deniyordu: Hem iktisadı, toplumsal etki alanlarının 'merkezinden' çıkarıp, hem de onun 'son kertede belirleyiciliğine' vurgu yapmaya çalışıyordu, nitekim elimizde Althusser'den, 'ekonomi son kertede belirleyicidir, çoğu zaman da o son kerte asla gelmez' gibisinden, somut olarak neyin kastedildiği pek belli olmayan bazı tümceler kalmış durumda :)

    Bir de Althusser daha 'yukarıdan', daha bir devlet-merkezli iktidar profili çizmeye çalışıyordu, Foucault'nunki daha aşağıdan, daha merkezsiz ve savruktur.

    İktidarın her yere yayılmış olduğu düşüncesi, bizi zorunlu olarak kendiliğindenciliğe mi götürür?

    Kendiliğindenciliğe bile yer bırakacağını sanmıyorum; Foucault son yazılarında 'insan neden direniyor bilmiyorum, ama işte direniyorlar ve analizi bunun üzerine kurmak lazım' filan diyor, iktidarın arzuları, duyguları, fikirleri ürettiği ve iktidar-dışı bir benlik nosyonunun anlamsız kaldığı bir noktada, direniş unsurunun nereden geleceği ciddi bir sorun haline geliyor.

    Burada Judith Butler Lacan'a işaret ediyor, bence de orası birşeyleri çözmemizde yardımcı olur gibi :)

    Tabii, iktidar ve proletarya heryerde ise, bu durumda 'dışarıdan öncülük' fikri somut kılınamaz gibi geliyor, zira Negri'nin en önemli vurgularından biri de bu.

    Eğer iktidar heryerdeyse, ondan otonomlaşacağımız hiçbir yer kalmamakta mıdır?

    Eğer iktidar 'heryerdeyse', evet kalmamaktadır. Buradan iki çıkış yolu sunuyor Otonomcular:

    1. Deleuzecü vurgu: Kapitalizmi kendinden önceki bütün sistemlerden ayıran, iktidarın zaman/mekan sınırlılığını, sürekli bir sermaye akışı süreci çerçevesinde zırt pırt yerinden etmesidir, zırt pırt yerinden edilen mekan ve zamansallıklarda yaşayan bireyler bu tarz durumlarda, eski rolleriyle yeni rolleri arasındaki o 'sınır durumu'nda, devrimci bir nitelik kazanabilirler çünkü bir önceki iktidar kodu sökülmüşken, henüz yenisi adapte edilememiştir.

    Burada, yine devrimi ve devrimci eyleyişi, sermayenin eylemliliğine kapatma eğilimi var ki, pek çelişkisiz durmuyor bu :)

    2- Negrici vurgu: İşçi sınıfı, sermayenin kendisini yeniden-üretim sürecinde, sürekli yeniden proleterleştirildiği için, zorunlu olarak iktidar-sisteminden kopuş kışkırtılmaktadır.

    Ama o zaman da, proleter-oluşa, sermayeye atfedilmeyen bir ebedi/ezeli 'öz' atfetme riski var, bu da sorunlu gibi duruyor. Hele hele, bütün tezin 'sermaye birtür şey değil, bir ilişkidir' nosyonu üzerine kuruluyken.

    Yoksa, heryere yayılan iktidar kendini insanlara ''dışarıdan'' değil ''içeriden'' dayattığı için, entelektüel bir mücadele sonunda herkesin kendi otonomisini kurmasının yolu açılır mı?

    İşte Foucault/Deleuze/Negri çizgisinin en temel itiraz noktası, 'iktidarın dışarıdan dayatılmadığı'dır, klasik Marksizm'e yöneltilen en önemli eleştirilerden biridir, klasik Marksizm bu bağlamda Manişeist olmakla suçlanır.

    İki temel ilke var işte ki Foucault orijinlidir:

    1) İktidardan önce bir benlik, kişilik, duygulanım vs. yoktur, tüm bunların iktidarın tarihsel işleyiş sürecinde kurgulanır. İktidar yalnız sınırlamaz, aynı zamanda üretir ve yaratır.

    2) İktidarın dışarısı yoktur.

    İşte tam burada, bir devrimci özne figürünü teoretize etmek olanaksızlaşıyor.

    Bir kere, şu ''toplumsal fabrika'' ile ''iktidarın çok merkezliliği' ya da ''kültür endüstrisi'' veya ''biyopolitik iktidar'' düşüncesi aynı mıdır? Örneğin, tek merkezli bir iktidar da biyopolitik olabilir mi?

    Toplumsal fabrika, artık sermaye yalnız fabrikada ürünün üretimiyle değil, bütün toplumsal ilişkilerin yeniden-üretimiyle değer yaratır demek. Bu, illa 'iktidarın çok-merkezliliği' anlamına gelmez, ama fabrika alanından çıkan sermayenin yapısının melezleşmesini bekleyeceğimiz için, iktidarın da merkezsizleşmesini beklemek mantıksız olmaz sanırım.

    Kültür endüstrisi Frankfurt Okulu'nun bir kavramsallaştırması, o farklıdır. Kapitalizmin kendisini üretim koşullarını, sanata ve kültüre dayatması temelinde açıklanıyor ama, bu 'sermayenin dayatması' geyiği, tek taraflı bir sermaye okuması olduğu için pek Negrici/Negrice birşey olamaz.

    Bütün karmaşıklığıyla hayatın, yani bedenin, arzuların vs. tek merkezden üretildiği bir toplum mantıksal olarak çelişkili değil ama, pratik olarak pek olanaklı değil. Üstelik toplumu kendi içerisine tam olarak kapatması riski var ki, bu durumda işçi sınıfının otonom bir alana nasıl olup da sahip olacağı sorusu daha bir yakıcı hal alır sanıyorum.

    Veya şöyle sorayım, eski emperyalizm tanımını kabul etsek ve ulusal sınırlar içinde mücadele etsek yine de çokluk nosyonunu kullanabilir miyiz?

    Emperyalizm nosyonu da, ulusal sınırlar içerisinde mücadeleye pek yatkın sayılmaz: Lenin'in Alman Devrimi'nin başarısını beklemesinin sebebi bundandı, üstelik Bolşevikler, 'Rusyanın devrim koşulları için olgun olmadığını, fakat dünyanın yeterince olgun olduğunu' iddia ediyordu Menşeviklerle tartışmalarında, bu Rusya'da devrimci bir mücadele yapan bir grubun, emperyalizmi 'ulusal sınırlar içerisinde mücadele etmek' ile bir arada algılamasını olanaksız kılar.

    Çokluk da sorunlu olur bence, 'sermayenin ülke içerisinde dur durak bilmeden genişlediği ve sürekli hareket ettiği, fakat bununla beraber ulusal sınırları asla aşındırmadığını' filan iddia edebilirsen, ancak o zaman çokluk nosyonunu kullanmaya devam edebilirsin bu koşullar altında :)

    Bugünlük bu kadar kanka :)

×
×
  • Yeni Oluştur...