Jump to content

zazo

Üyeliğini Sildirmiş Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    690
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne zazo kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Varoluş canlılar ve cansızlar için büyük bir kaos ortamıdır çünkü varlık ancak bu şekilde varolabiliyor. Çatışacak çelişecek değişecek dönüşecek gelişecek hatta çürüyecek böylece varolabilecek ya da mevcut varlılığını sürdürebilecek.

    Ortada kusur ya da mükemmellik yok sadece zorunluluklar var. Mükemmel ya da kusurlu gibi tanımlamalar bizim edebiyata düşkünlüğümüzün, tanımlama ve sıfatlama takıntılarımızın ürünüdür, birde hayal dünyamızın arzu dünyamızın ürünüdür. Kanımca evrendeki hiç bir oluşum eleştirilemez kınanamaz ve yine evrendeki hiç bir oluşum alkışlanamaz ve övülemez.

    Daha da ileri gidecek olursak dünyadaki hiçbir insan eleştirilemeyip kınanamıyacağı gibi hiçbir insan da övülemez alkışlanamaz çünkü herkes gensel ve kültürel oluşum olan beyin donanımının robotudur. Hareketi düşüncesi duygusu ne ise o onun zorunluluğudur.

    Nasıl yazdım ama; mükemmel değil mi?

    Olaya bu doğrultudan bakacak olursak yazınız mükemmel falan değil ama kötü ya da kusurlu da değil sadece mükemmellik hakkındaki zorunlu merakınızın yine zorunlu dışa vurumudur bu yazınız. Asıl mükemmel olan benim yazımdır. =))

    Sevgiler...

  2. Beynimden hatırlamak istemediğim şeyleri nasıl silebilirim. Beynimi,hafızamı nasıl kontrol edebilirim?Düşünmekten hoşlanmadığım olayları kişileri nasıl hafızamandan silebilirim..

    Hatırlamak istemediklerinin yanı sıra hatırlamak istediklerini de zihninden silersen çok yaratıcı, çok keyifli, çok canlı bir hayat seni bekliyor olacak. Hep yeni ile karşılaşacaksın ve yeni demek heyecan demek, heyecan demek çoşku ve sevgi demek.

    Böylece güzel anları tekrarlamak hayali kurarak papağanımsı bir hayattan kurtulur ve de istemediğin kişiyi zihnine getirmeyerek onu öldürebilirsin. Çünkü biz onları zihnimizde yaşatırız nasıl mı, tabi düşünerek. Düşündüğünü yaşatır düşünmediğini öldürürsün hem de kansız. O yüzden sevmediğin kişiyi düşünme, düşünme ki sende yaşamasın.

    Düşünceyi kontrol etmek o kadar zor ki o yüzden her an çok dikkatli ve her anın farkında olman lazım. Sadece dışında gerçekleşen süreçlerin değil kendi içindeki süreçlerin de farkında olursan bunu başarabilirsiniz. Arzu,istek,nefret, kıskançlık vs gibi ruhsal durumlarını sürekli izle onları takip. Sonra onlar takip edildiklerini anlayacaklar ve sönmeye başlayacaklar. Çünkü onlar balon, farkında olmadan şişirdiğimiz balonlar. Farkında olur da üflemeyi kesersek sönerler.

  3. Önce bir dış uyaran belirir sonra o uyarana bir tepki veririz sonra da ortaya bir bilgi çıkar çünkü neden sonuç ilişkisi başlamıştır. Bu bilgi hemen depolanır, hafızaya kaydedilir. Sonra bu depodan bazı şeyler çağırırız bu düşüncedir ve sonra düşüncemiz doğrultusunda eyleme geçeriz ve tekrar bir tecrübe dolayısıyla bilgi oluşur bu döngü aynı sıralama ile sürer gider.

    Hafıza bilincimizin içeriğini oluşturur. Bilincimizin içeriği ise hayatımızda başımızdan gelen geçen olayların, öğrendiklerimizin, arzularımızın, korkularımızın, fikirlerimizin kaynağını oluşturur. Drekincinin de dediği gibi artık bu depoladığımız şeylerin kombinasyonlarında yaşarız.

    Bu bilincimizin içeriğinin dışına çıkamayız. Bu içerik bizi koşullamış ve biz onun tutsağıyızdır. Bu nedenle bir hafıza taşıyan kişi asla özgür olamaz. Çünkü her zaman olaylara hafızanın tepkisi olan düşünceyle yaklaşır hep eskinin(bellek)gözüyle bakar ve yeniyi bilemez. Yeni bir şey bulsa bile bu nedir acaba diyerek hafızanın tozlu raflarına dalar ve o yeni şeyide toza bular eskitir çünkü gördüğü şeyi hafızada ki biriktirdikleri ile yorumlayacaktır.

    Bu biriktirdiklerinden başka tutunacak dalı yoktur o yüzden onlardan vazgeçemez. Onlardan ayrılmak demek ölmek demektir zaten ölümümüzün bizi ilgilendiren tek yanı hafızamızdan yani bu biriktirdiklerimizden ayrılma korkusu telaşıdır. Aslında ölümden değil biriktirdiklerimizin elimizden gideceği için korkuyoruz. Çünkü hafıza demek benlik demek hafızanın ölümü demek benliğin ölümü demek.

    Mesela bir bebek ölümden korkmaz çünkü ölecek bir şey biriktirmemiştir henüz kaybedecek bir şeyi yoktur, ölüm onun için boş bir şeydir. Aynı şekilde bir nedenden dolayı hafızasını yitirmiş bir kişide ölümden korkmaz çünkü onun beyni biriktirmeye kapalıdır, bellek tutamaz ve har an yeni olan anla buluşur ve bir sonraki an ölür. Böylece her an ölen anlarla birlikte ölen kişi ölümden korkmaz çünkü günde bin defa ölüyordur. Bu yüzden tutunduğu bir benliği olmaz ve benliği olmadığı için tutmadığı bir şeyin elinden gitmesine(benliğin ölümü) üzülmez.

  4. Acaba adadaki geyikler ile insanlar arasında saldırganlık ve

    kaynakların paylaşımı yönüyle bir benzerlik var mı? Yani kaynaklar

    azaldıkça insanlar da birbirlerine mi saldırıyorlar?

    Bence kıtlık saldırganlığı körüklüyor.

    Hani derler ya açlık sofuluğu bozar diye

    aynen öyle.

    Bir sorun ortaya çıkıyorsa aynı zamanda

    o sorunun bozduğu sistem farklı çözümleri

    de yaratmış oluyor.

    Nüfus artışının kıtlık tehlikesi doğurmasının yanı sıra

    artan nüfus parelelinde üretim/teknik gelişmeyi

    de meydana getiriyor. Yeni çözümler için teknolojik

    imkanlar sağlıyor. Her şey birbiriyle uyum içinde.

  5. Velakin eğer böyle üremeye devam ederseniz, 2030 yılından sonra açlık ciddi bir konu olacak. 2050 yılında ise, açlıktan kurtulamayacaksınız, gününüzü göreceksiniz. Bir şekilde bu aşırı üremeye dur demeniz gerekiyor.."

    Sen kahin misin anibal. Kim yok olacak açlıktan?

    Yoksa dünyadaki arpa ve buğdayları mı saydın?

    Hem gününüzü göreceksiniz söyleminden yola çıkarsak

    sen hain misin anibal? Gününü görecek dediğin varlıklar/toplum

    seni yaratan unsurlardır. Sanki onların yok olmasını arzuluyor

    muşsun gibi hissettim seni. Umarım yanılıyorumdur.

    Ne malum insanoğlunun uzayda konumlanmayacağı ne malum

    başka gezegenlerde gıda üretebilecek teknolojiye ulaşamayacakları.

    Ne malum yüzmilyonlarca yıl sonra galaksimizin insanlarla dolmayacağı.

    İnsan örtüsünün galaksiyi sarmayacağını nerden biliyorsun?

    Ne de olsa insan nesnesi evrene son derece uyumlu zeka/bilinç olarak.

  6. Birde anam ağladı deriz bu ne demek?

    Biz ağlamamışız da anamız ağlamış.

    Yine ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar

    demişler.

    Analar ve ağlamak özdeşleşmiş.

    İlk doğumda anne bebeğin ağlamasına sebeb olur

    ondan sonra ki bir ömür boyunca bebek annesinin ağlamasına

    sebeb olur (acısıyla sevinciyle).

  7. Konuyla ne kadar ilişkilendirilir bilmiyorum ancak şöyle bir gözlemim var;

    Bayanlarla erkekler ayrı durmalı, cinsellik yasaklarla kontrol altında tutulmalı

    erkekler her zaman kışkırtılmış ve cinsel açlık içinde olmalı. Bayanlarda her zaman bastırılmış olmalı.

    Böylece temel gereksinimlerimizden olan cinsellik özel bir konuma yükselmeli. Değerini ve cazibesini

    hiç kaybetmemeli, cinsel etkinlik basitleşmemeli. Bu üreme etkinliği yaşama değer ve anlam katmalı.

    Dünya genelinde bu uygulama tercih edilmiş ileride ne olur bilinmez..

    Bu uygulamaların zorunlu olarak dayatıldığı günümüz insanlığı masumdur.

    Bu atalarından aldıkları zihnin gereği olduğu için ve insanda zihninin

    robotu olduğu için onları suçlayamayız.

  8. Bu bize ağaçlarda yaşayan primat atalarımızdan miras kalan bir davranış.

    Ağaçlarda süt emen primat yavrular, düşmemek için annelerinin gerdanına tutunuyorlardı.

    Fakat diğer türlere karşı sağlanan bu avantajın bir götürüsü de vardı; aynı tür arasında rekabet.

    Sanıyorum bugün insan yavrusunun doğadaki diğer canlılara göre çok daha uzun süreli ebeveyn bağımlısı olmasının nedeni budur.

    Güzel gözlemler..

    Birde bebeklere bir el uzandığı zaman tutunmak, dokunmak ister dahası bir el uzansın ister hatta bir ses arar,

    bir tat, bir ışık arar çünkü duyu organlarına dolayısı ile bilincine çarpacak bir şey arar. O şey ona güven verir, güven

    biçare bebeğin en ihtiyaç duyduğu şeylerden biridir. Dokunmak yetişkinlere bile güven verirken bebeğe ilaç gibidir.

    Bilincini dolduracak bir duyum aramasının sebebi boşluktan korkmasıdır. Kimse boşlukla yüzleşmek istemez, boşluk

    karanlığı çağrıştırır. Özgürlük korku verir, en büyük korkulardan biri "Bağımsızlıktır" yani bağlı olmama -ipsizlik- durumu.

    Bütün bunlar kişinin maneviyatını -ruh sağlığı- bozar.

    Olaya varoluşsal, evrimsel olarak yaklaşırsak Afrodite yardımımız dokunabilir.

    Canlı varlıklar varolabilme fırsatlarını kaçırmaz. İnsan yavrusuda kaynakların kıtlığı ve olumsuz tür içi rekabetten dolayı

    yeni yollar bulmak zorunda kalmış varolmak için. Bir ailede doğan bir bebeğin tamamen ailesinden bağımsız olarak hayatın

    kollarına atılması bazen 30-35 yaşını bulmakta. Bu bahsedilen etkenlerin sonucu doğan bir zorunluluk.

    Böyle varola bildiği için böyledir ve vardır.

  9. Analık güdüsü ile babalık güdüsü ne seviyedeydi?

    En üst seviyede olduğu hatta bugünkü bebeğini mikrodalga fırınına atarak öldüren annelerden daha iyi olduğunun kanıtı bizleriz.

    Annelik şefkati ve sevgisi olmasaydı soyumuz doğaya hakim olduğumuz bugünlere gelemezdi değil mi? Şu an biz varsak demek ki

    atalarımız (Anneler)derslerine iyi çalışmış ödevlerini, görevlerini yerine getirmiş.

    Şu an yaşayan soylar, annelerinin görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiğinin somut kanıtı sayılır.

  10. http://tr-tr.connect.facebook.com/permalink.php?story_fbid=118505338219631&id=146376538734588

    Arkadaşlar videodaki ölüp ölüp dirilen kurbağa olayını kendi pencerenizden nasıl değerlendiriyorsunuz.

    Kalbini donduruyor hatta beyninide donduruyor resmen kendisini öldürüyor. İzlerken benimde beynim

    donakaldı hayretten.

    Bu durum ayılardaki kış uykusunun baya abartılmış versiyonu gibi.

    Bu kurbağada nasıl bir doğal baskı olmuş, nasıl bir mutasyon olmuş?

    Çitaların yüksek hızlardayken aniden durabilme yeteneklerini inceleyerek ABS fren

    sistemini geliştiren bilim insanları bu kurbağayı inceleyerek insanlarında ölüp

    sonra dirilebilmelerini sağlayabilir mi?

    Kendimizi dondursak bile daha sonra donumuzu nasıl çözeceğiz (buradaki don giydiğimiz

    don değil yanlış anlaşılmasın) :))

    Yoksa halk arasındaki "Öldük öldük dirildik" deyimi gerçek mi olacak!!!

  11. Sevgili Ateistliğht, çok fazla benleşmişsiniz o yüzden de pek çok şeye yabancılaşmışsınız.

    Oysa ki kör döğüşüne tutuştuğunuz doğa sizsiniz, siz de doğasınız. İnsan doğanın girdiği bir

    kılıktır daha doğrusu girmek zorunda kaldığı bir kılık.

    Sakın bana da kızmayın dedim ya bende sizin gibi doğayım, beraberiz yani bütün halinde.

  12. Zevklerle acıları tarfik işaretlerine benzetebiliriz.

    Zevk veren şeyler yararlı olduğu için yapılmasına izin

    verilir zaten o yapılsın diye zevkli olmuştur doğal seçilim

    tarafından...

    Bu yararlı eylemlerin teşviki için ödül sistemi devreye girmiştir

    trafik ışığı yeşili gösteriyordur yani zevk varsa devam et.

    Şeker bize tatlıdır balığa değil çünkü bizim şekere ihtiyacımız

    var. Şeker tatlı olmasaydı kim yerdi ki?

    Hani bir söz vardır; Güzelliğin beş para etmez bu bendeki aşk olmasa.

    Şekerinde yüzüne kimse bakmazdı yararlı olmasa. Yararlı olmasaydı zevkli

    de olmazdı.

    Acılarda tam tersi durum olduğu için yapılmaması için dayanılmaz acılarla

    cezalandırılır. Trafik ışıkları yine devrededir, acı varsa DUR...

    Peki bizi ödüllendirip cezalandıran nedir? Öyle ya insan hiç kendi kendisini

    ödüllendirir ya da cezalandırır mı biz bizeyiz sonuçta.

    Bu da bir nevi geri besleme ve otokontrol sağladığı için varoluşumuz

    tarafından tercih edilmiş olmalı... Genler bize güvenmediği için

    bizi acı ve zevkle kumanda ediyor.

    Sevgiler...

  13. Sevgili Everest, bir yazı okuyorsun üstelik iyi bir bilim insanı olarak tanınan birinin yazısını.

    Sonra görüyorsun ki yazarın bilinç açıklığı çok düşük, yerlerde geziyor şaşırıyorsun ve kendi bilinç

    düzeyinle gurur ve mutluluk duyuyorsun. Bize bu gururu yaşatan bu yazı faydalanılası değil de nedir peki???

    Şimdi başlık sahibi bana sitem edebilir hatta beni madara etmeye bile çalışabilir ama ne yapayım yazarın durumu ortada. O yüzden başlık sahibi olan kırmızı başlıklı kız beni affetsin...

  14. BİLGİSAYAR MI, BEYİN Mİ? HANGİSİ DAHA GÜÇLÜ? ------------------

    Selam Bergü,

    Faydalanılası iletinizi beğeniyle okudum.

    Yapay bellek mi yoksa doğal bellek mi(beyin)daha güçlü????

    Bu tür yazılar istemeden de olsa yapay bellek ile insan arasında

    fitne fesat çıkarır ki bölücülüğün ta kendisidir. İnsan ile yapay

    bellek dosttur kardeştir. En azından aralarında "Bingbang" kardeşliği var.

    Nede olsa herşey varolmak için varoluş adına değil mi??

    Kim daha güçlü diye olaylara girersek insan ile yapay us arasında

    bir savaş başlatmış oluruz. İleride yapay us konusunda büyük ilerlemeler olacak

    o yüzden şimdiden onlarla dost olmalıyız rakip değil.

    Onlarla düşman- rakip olmak kendi çocuğuyla kakışan ebeveynin durumuna düşmek olur.

    Onları diğer evren nesneleriyle birlikte bütünün dolayısı ile kendimizin zenginliği olarak

    görmeliyiz.

    Birde yapay usu biz yarattık peki bizi kim yarattı diye sorarak illaki insanı kafeslemeye

    çalışan özgürlükten korkan bir zihniyetin bu kurnazca tuzaklarına düşmemek gerekiyor.

    Unutmamalıdırki; bazı insanlar özgürlükten kaçmaz kafeslenmekten kaçar. En güzeli şudur;

    Herkes mutlu olduğu yerde yaşasın kafeste ya da özgürce....

    Sevgiler...

  15. Doğal seçilim insanlar için geçerli midir? ---------

    Biyolojik varlığımız üzerinde son sözü söyleyen merci konumunda ki doğal seçilim, günümüzde dayi etkinliğini sürdürüyor.

    Sadece biçim değiştirmiş o kadar.

    Doğada varolan insan gelişen beyni sonucu ikinci doğayı yaratmış. Buna birinci doğa ikinci doğayı doğurdu diyebiliriz.

    Bu ikinci doğayada kültür diyebiliriz. Doğal seçilim kültürel seçilim postu ile işlemeye öyle güzel devam ediyor ki

    hissetmiyoruz bile... Bu süreci hissetmeyip bu tür sorular sormamız bile bu sürecin ne kadar hızlı ve

    kusursuza yakın işlediğinin alametidir.

    Derinlemesine bir tahlil yaparsak; Öss, kps gibi seçilimler bile gizlenmiş doğal seçilimdir.

    İnsanların yaşam biçimini belirleyen önemli etken olan kültür ikinci doğanın seçimi ile biçimlenir.

    Burada uyumsuzluğu yüzünden ölen birey değil bireyi temsil eden kültürdür yani yaşam biçimi.

    Varlığımıza uygun olan kültür yayılır tıpkı avantajlı genlerin yayılması gibi. Uygun olan kültür benimsenir ta ki

    daha iyisi ortaya çıkana kadar. Evren bir nehir gibi aktığı için şartlar her an değişmekte dolayısıyla değişmez

    mutlak bir yapı düşünülemez hani değişmeyen tek şey değişimdir derler ya onun gibi..

    Peki iki uyumlu kültür ortaya çıkarsa ne mi olur???

    İşte şimdi savaş zamanıdır yani hissetmekte zorlandığımız doğal seçilim çoktan başlamıştır bile; çünkü hızla büyüyen farklı

    iki yaşam biçimi gün gelir birbirlerini tehdit eder hale gelir sonuçta dünya küçüktür istekler ise sınırsız.

    Bu iki kültür çatışacak ya biri yok olacak ki genellikle güçsüz olan ortadan kalkar ya da yeni bir melez kültür yaratılacak.

    Sonuçta kolayca hissedilmeyen bir geçişle yeni şartlara daha uyumlu yeni bir canlı türü doğmuştur (Değişen toplum/ kültür).

    Canlısıyla, cansızıyla evren kazanında evrilerek kaynayan bütünün parçalarıyız, her şey varolmak için varoluş adına...

  16. Atomlar bir araya gelip sayıları artınca daha önceki davranışlarından daha farklı davranmaya başlarlar. Diğer atomlarla bir araya gelip örgütlenince daha da değişik davranışlar sergilerler.

    Su örnegine geri dönelim. Su hidrojen ve oksijenden oluşmuştur.

    Onların bireysel olarak davranışları farklıdır. Bir araya gelince ikisinde de olmayan bazı davranışlar ortaya çıkmaktadır. Bu olay da bir epifenomendir. Su damlalarını çogaltın, suyun daha farklı davranışlar sergilediğini göreceksiniz. Ne kadar çogaltırsanız su molekülleri o kadar farklı ve kompleks davranışlar sergileyeceklerdir.

    Sevgili hacı;

    Bilimsel düşüncenizin ürünü olan yazınızı beğeniyle okudum.

    Evrimi hep uygun olana doğru zorunlu bir yöneliş olarak düşünürüm.

    Kısaca evrimi, varlığın varlığına devam etme çabası olarak görürüm.

    Bu düşünceden hareketle, bir şey varolmuşsa demek ki uygunmuş ki

    varolmuş, eğer uygun olmasaydı varolmayacaktı ve biz onun hakkında

    dedikodu yapıyor olmayacaktık. Bu durumda evrene kısaca, uygunların

    toplamı diyebiliriz.

    Bilinç dediğimiz özellik de bu kapsamda ele alınabilir. Bilincin varolmasının

    altında uygun olması yatıyor bu uygunluk tabii seleksiyona uygunluk tabiki.

    Bilinç maddenin varolma savaşımının sadece minik bir cephesi. Çünkü sonsuz evrende

    zerrecik kadar bile yer kaplamıyoruz. Uygun olana yol veren evrenin bilinç gibi üst

    düzey bir özelliğe yol vermemesi düşünülemezdi.

    Ve bilinç dediğimiz varoluş nesnesi, evren yasaları karşısında uygunluğunu sürdürdüğü sürece

    varolmaya devam edecektir, aksi halde bilinç dediğimiz sayısal kombinasyonun sonsuzluktaki

    serüveni biter.

    Aslında bilinci "Farkına varılmış zorunluluğun tanıklığı" olarak görmekteyim.

    Yukarıdaki alıntı bana yeryuvarlağındaki insan örtüsünü ve tarih içinde basitten karmaşığa

    doğru geliştirdiği kültürünü anımsattı.

    Eskiden dünyaki insan nüfusu 1 milyonken ata biniliyordu, insan nüfusu yüzmilyonlara çıkınca

    motorlu taşıtlara binildi, milyarlara ulaşınca ise uçaklara binildi ileride neyin üstüne bineceğimiz

    belli değil. Burada gözle görülür farkı açıklamak için nüfus artışı ve kültürel birikim yeterlidir.

    Çünkü insan aynı insan, aynı beyin, aynı biyolojik yapı ancak değişen şey nicelik yani topluluğun

    nüfusu. Hiç 1 milyon beyinin ürettiği ile 1 milyar beyinin ürettiği bir olur mu??

    Nasıl ki su artınca beraberinde niteliksel değişim meydana getiriyor aynı şekilde dünyadaki insan

    sayısı arttıkça beraberinde de niteliksel değişiklikler getiriyor. Tıpkı kalabalıklaşınca bir

    örgütlenme ve anlam kazanabilen karınca toplulukları gibi rakamlar arttıkça beraberinde de değişimler

    koşullanıyor.

  17. Konuyu genlere ve genlerin yol açtığı vücut kimyasına getirmek istiyorsun ama nafile.

    Sevgili drekinci;

    Beyin nörokimyan ne ise siz de o sunuz. Beyin nörokimyasından bağımsız bir "ben" yok, bir drekinci yok.

    Yoksa siz beyinden bağımsız ruh ya da hayalet olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?

    Beyin nörokimyanızı da doğuştan genler ve ona uyumlu olarak sonradan edinilen kazanımlar belirler.Siz bu doğuştan getirdiğiniz biyolojik varlığınızla sonradan kazndıklarınızın tam kesiştiği şeysiniz. Ve patron siz değil bu kesişen fenomenlerdir.

    Kişi bu beyin donanımının robotudur sizde bir robotsunuz, beyin konektomununuz size paylaşımcı bir toplum kurmanızı emrediyor bunu size yıllarca dayattı. Bunun savaşımını verdirdi. Biliyorum çok yordu sizi ama ne yaparsınız ki eliniz mahkum çünkü özgür değilsiniz, mahkumda değilsiniz sadece askersiniz emirlere göre hareket eden.

    Ne varki kendinizi özgür sanma yanılsaması içindesiniz. Bazı horozlar, kendileri öttüğü için güneş doğuyor sanarmış halbuki güneş doğduğu için onlar ötüyor. Yaşam ve düşünce/ideoloji biçiminizi kendi keyfinize göre seçtiğinizi sanıyor ve bu sebeple niye herkes benim seçtiğim yolu seçmiyor bana destek olmuyor diye düş kırıklığı yaşayorsunuz. Neden?? Çünkü herkesi kendiniz gibi zannediyorsunuz, empati duygunuz sizi yanıltıyor. Kendinizi başkasının yerine koyuyorsunuz ama başkasının duygu ve düşüncelerini yok ederek kendinizi koyuyorsunuz böylece başkası sizin özdeşiniz olmuş oluyor sıkıntı oradan kaynaklanıyor.

    Gelin bir deney yapalım...Madem her şey sizin özgür iradenizin elinde öyle ise bir günlüğüne de olsa vazgeçin sosyalizm/komünizm den özgürleşin "bana ne yahu" diyin bakalım diyebilecek misiniz, görelim bakalım beyin nörokimyanızdan bağımsızlığınızı. Beyin nörokimyanıza karşı gelebilecek misiniz? Beyin nörokimyanıza rest çekip tutunduğunuz sabitlendiğiniz ideolojinizi terk edip robotluktan istifa edebilecek misiniz? Bu dediklerimi yapamıyorsanız sizin nereniz özgür söyler misiniz? Demek ki yapabilecekleriniz var yapamayacaklarınız var bunların

    hudutlarını belirlemek sizin özgür iradenizde değil.

    Özgür irade bilincine varılmış zorunluluktur o kadar...

    Bence böyle...

    Sevgiler...

  18. Ben; insan doğasının. Bilime, kültüre, iyiye, güzele, eşitliğe, hakkaniyete, sevgiye, barışa, dayanışmaya, akla, sağduyuya vs şeylere açık olduğunu kabul ederek söylediklerim ile.

    Sen; insan doğasının, bencilliğe, kötülüğe, şiddete, savaşa, eşitsizliğe, içgüdülere, cinsel ve başka dürtülere, akılsızlığa, aptallığa açık olduğunu kabul ederek söylediklerin ile uzlaşmaz çelişki oluşturur.

    Sizi çok iyi anlayabiliyorum sevgili drekinci;

    Sizin ideolojiniz insanlık adına çok iyi olabilir, belki evrensel kardeşliğimizi gün ışığına çıkarabilir, hatta bütün sorunlarımızı ortadan kaldırabilir. Ne var ki düşüncenizdeki yaşam biçiminin genel kabul görmesi için çoğunluğun riayet etmesi gerekli, sürdürülebilmesi içinde insan canlısının bu sistemle varoluşsal bir sorun yaşamaması ile olur yani evren yasalarının da onayı lazım sadece sizinle bitmiyor bu işler.

    Öyle olacak olsa bende de model çok, araba galerisi gibiyim.

    Su akar yolunu bulur dahası su uygun yöne yani kolay akacağı yöne yönelir ve kimse bu sonsuzluğun(evreni bütün olarak ortaya koyamıyoruz) nereye aktığını bilemediği gibi yönünü değiştirme gibi bir gücüde sahip değildir..

    Bakın herkes farklı bir parmak izi farklı bir dünya farklı bir evrendir. Herkesin beyin nörokimyası farklıdır.

    Siz yaşantınızda bazı farklı süreçlerden geçtiğiniz için içinde akmakta olduğumuz ırmak sizi herkesde olduğu gibi farklı kıyılara sürükledi. Herkes bulunduğu kıyıdan evrene bakıyor dolayısıyla herkesin algısı farklı oluyor. Siz kendi süreciniz sonucu bir taraf oldunuz bir takım tuttunuz ve benliğinizin tatmini için o takımın şampiyon olmasını istiyorsunuz. Ayrıca herkesin sizin tuttuğunuz takımı tutmasını istiyorsunuz oysa siz ne derseniz deyin herkes kendi takımını tutmaya devam edecek ne yapalım varoluş böyle.

    İnsanlarda garip bir hastalık vardır "herkesi kendi gibi sanma yanılsaması". Yaşantısı eziklikle geçmiş bir genç içindebulunduğu bu aşağılanmadan kurtulmak için komünizm akımına meyil edebilir aslında başarısız olduğu bu oyunu bozmak istiyorda olabilir. Bir söz aklıma geldi; "Feministlik kocayı, komünistlik parayı buluncaya kadardır".

    Oysa herkes yaşantısını eziklik içerisinde geçirmemiştir, ya da aşağılanma gibi bir takıntısı yoktur bu kişi neden mutlu olduğu oyunu bozanlara katılsın ki??

    Savunduğunuz yaşam biçimi sizin hastalığınıza ilaç olacak reçetedir size iyi gelebilir o yüzden bu reçeteyi istiyorsunuz zaten. Oysa herkesin farklı hastalıkları olduğu için farklı reçetelere ihtiyacı vardır. Herkese kendi reçetenizi dayatırsanız sağlamlarıda hasta etmiş olursunuz. Bu işin kocakarı ilacı yönteminden farkı kalmaz..

    Unutmayın ki dünyada tek başınıza yaşamıyorsunuz, dünya insanlığı size iyi geliyor diye sizin reçetenizi kabul edecek değil. Bu varoluş savaşı sadece sizin değil herkesin savaşıdır kendinizi özel sanmayın.

    Yinede dünya insanlığının geleceğiiçin güzel günler mutlu çocuklar planladığınız için size insanlık namına teşekürederim erdeminizden ötürü.

    Sevgiler...

  19. o sapıklık yapıp vicdan azabı duyan adam

    hormonları onu kışkırtıyorsa karşı gelmesi lazımdı.

    herkesin hormonu var, bazılarınınki fazla tamam.

    ama iradesini geliştirmesi gerekirdi.

    Onikinciboyut, herkesi kendin gibi düşünerek yargıda bulunuyorsun.

    Senin makinende iki kere iki dört edebilir ama bozuk makinelerde

    her zaman doğru sonuç çıkmıyor. Makine bozuk ise bu makinenin sahibinin

    suçu değil anlatmak istediğim bu. Suçu ya da suçluyu koruyor değilim.

    Unutmaki herkes sen değil hatta senden evrenimizde bir tane var bu

    herkes için böyle. Sen evrenin farklı kıyısından bakıyorsun, yargıda

    bulundukların farklı kıyıdalar bu farklılık algı ve düşünce/davranışlarıda

    farklı kılıyor. Dediğin gibi bazı davranışlara karşı gelmek sandığın gibi

    kişinin özgür iradesinde değil.

    Bekara karı boşamak kolay olduğu gibi devrilen arabaya yol göstermekte kolaydır.

×
×
  • Yeni Oluştur...