Jump to content

Satsuma54

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    856
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Satsuma54 kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. bir zamandan beri aklımı kurcalayan sorular var. bilgisi olan müslüman arkadaşların yardımını rica ederim.

    saygılarımla.

    ...........................................................................

    1) muhammed’in babasının adı niye abdullah (allah’ın kulu)? mekke’de bu isimde başkaları da var mıydı? Bu durumda

    islam'dan en az 65 yıl önce, -diğerleri yanında- allah’ın da bilindiği ve tanrı olarak kabul edildiği anlamı çıkmıyor mu?

    2) muhammed’e adını kim takmıştır? babası 6 ay kadar önce öldüğüne ve doğacak çocuğunun cinsiyetini bilmediği

    kabul edilirse, büyük olasılıkla dedesi abdülmuttalip’in koyduğu düşünülebilir. abdülmuttalip -müslümanların iddiasına

    göre- o zamana kadar bilinmeyen muhammed adını neden koymuş olabilir? yoksa başka muhammed’ler de var mıydı?

    3) muhammed 25 yaşına kadar ebu talib’in evinde kaldığına göre, ebu talib’in oğlu ali okuma yazma öğrenmişken onun

    öğrenmemiş olmasını nasıl açıklıyorsunuz? ebu talib’in önayak olmaması, ilgilenmemesi, muhammed’in yeteneksizliği…

    4) okuma yazma bilmeyen muhammed, evlenmeden önce ve sonra hatice’nin hesap kitap gerektiren ticaret işlerini nasıl

    yürütüyordu? yoksa yürütmüyor muydu? yoksa o sadece ‘genç ama pasif bir koca’ mıydı? bu durum risalete kadar 15

    yıl sürmüş olabilir mi? yoksa muhammed, 25’inde neyse 40’ında da o muydu? yani çalışmayı sevmeyen genç bir koca?

    5) muhammed, madem putlara belki içgüdüsel olarak karşıydı, 40 yaşına gelinceye kadar çevresindeki tektanrılı yahudi

    ve hıristiyanları görmüyor muydu? Neden onlara katılma gereği duymamıştır? yoksa peygamber olacağı daha önce

    kendisine vahy edilmiş miydi? ne zaman, nerede ve kimin aracılığıyla? bunun kaydı nerededir?

  2. diğer tanrıların gönderdiği peygamberleri de sayarsanız işin içinden çıkılmaz. tevrat'tan bir örnek:

    'Uzun bir süre sonra kuraklığın üçüncü yılında RAB İlyas`a, “Git, Ahav’ın huzuruna çık” dedi, “Toprağı yağmursuz bırakmayacağım.” İlyas Ahav`ın huzuruna çıkmaya gitti.

    Samiriye'de kıtlık şiddetlenmişti. Ahav sarayının sorumlusu Ovadya’yı çağırdı. -Ovadya RAB’den çok korkardı. İzebel RAB’bin peygamberlerini öldürdüğünde, Ovadya yüz peygamberi yanına alıp ellişer ellişer mağaralara gizlemiş ve yiyecek, içecek gereksinimlerini karşılamıştı.- Ahav, Ovadya’ya, “Haydi gidip ülkedeki bütün su kaynaklarıyla vadilere bakalım” dedi, “Belki atlarla katırların yaşamasını sağlayacak kadar ot buluruz da onları ölüme terk etmemiş oluruz.” Ahav’la Ovadya, araştırma yapmak üzere ülkeyi aralarında bölüştükten sonra, her biri yalnız başına bir yöne gitti.

    Ovadya giderken yolda İlyas’la karşılaştı. İlyas`ı tanıyınca yüzüstü yere kapanarak, “Efendim İlyas sen misin?” diye sordu. İlyas, “Evet, benim. Git efendine, `İlyas burada de” diye karşılık verdi.

    Ovadya, “Ne günah işledim ki, beni öldürsün diye Ahav’a gönderiyorsun?” dedi ve ekledi: Tanrın yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, efendimin seni aramak için adam göndermediği ulus ve krallık kalmadı. Ahav ülkelerinde olmadığını söyleyen herkese, seni bulamadıklarına dair ant içirdi. Oysa sen şimdi, `Git, efendine İlyas burada de diyorsun. Ben senin yanından ayrıldığımda, RAB’bin Ruhu seni bilmediğim bir yere götürebilir. Durumu Ahav’a bildirince, gelip seni bulamazsa beni öldürür. Ben kulun gençliğimden beri RAB’den korkan biriyim. Efendim, İzebel RAB`bin peygamberlerini öldürdüğünde yaptıklarımı duymadın mı? RAB’bin peygamberlerinden yüzünü ellişer ellişer iki mağaraya saklayıp onların yiyecek, içecek gereksinimlerini karşıladım. Ama sen şimdi, `Git, efendine İlyas burada de diyorsun. O zaman beni öldürür!”

    İlyas şöyle karşılık verdi: “Hizmetinde bulunduğum yaşayan ve Her Şeye Egemen RAB’bin adıyla diyorum, bugün Ahav’ın huzuruna çıkacağım.” Ovadya gidip Ahav’ı gördü, ona durumu anlattı. Bunun üzerine Ahav İlyas`ı karşılamaya gitti. İlyas’ı görünce, “Ey İsrail’i sıkıntıya sokan adam, sen misin?” diye sordu.

    İlyas, “İsrail’i sıkıntıya sokan ben değilim, seninle babanın ailesi İsrail’i sıkıntıya soktunuz” diye karşılık verdi, “RAB’bin buyruklarını terk edip Baallar’ın ardınca gittiniz. Şimdi haber sal: Bütün İsrail halkı, İzebel’in sofrasında yiyip içen Baal’ın dört yüz elli peygamberi ve Aşera’nın dört yüz peygamberi Karmel Dağı’na gelip önümde toplansın.”

    Ahav bütün İsrail’e haber salarak peygamberlerin Karmel Dağı’nda toplanmalarını sağladı. İlyas halka doğru ilerleyip, “Daha ne zamana kadar böyle iki taraf arasında dalgalanacaksınız?” dedi, “Eğer RAB Tanrı’ysa, onu izleyin; yok eğer Baal Tanrı’ysa, onun ardınca gidin.” Halk İlyas’a hiç karşılık vermedi.

    İlyas konuşmasını şöyle sürdürdü: “RAB’bin peygamberi olarak sadece ben kaldım. Ama Baalın dört yüz elli peygamberi var. Bize iki boğa getirin. Birini Baal’ın peygamberleri alıp kessinler, parçalayıp odunların üzerine koysunlar; ama odunları yakmasınlar. Öbür boğayı da ben kesip hazırlayacağım ve odunların üzerine koyacağım; ama odunları yakmayacağım. Sonra siz kendi ilahınıza yalvarın, ben de RAB’be yalvarayım. Hangisi ateşle karşılık verirse, Tanrı odur.”

    Bütün halk, “Peki, öyle olsun” dedi. İlyas, Baal’ın peygamberlerine, “Kalabalık olduğunuz için önce siz boğalardan birini seçip hazırlayın ve ilahınıza yalvarın” dedi, “Ama ateş yakmayın.”

    Kendilerine verilen boğayı alıp hazırlayan Baal’ın peygamberleri sabahtan öğlene kadar, “Ey Baal, bize karşılık ver!” diye yalvardılar. Ama ne bir ses vardı, ne de bir karşılık. Yaptıkları sunağın çevresinde zıplayıp oynadılar.

    Öğleyin İlyas onlarla alay etmeye başladı: “Bağırın, yüksek sesle bağırın! O tanrıymış. Belki dalgındır, ya da heladadır, belki de yolculuk yapıyor! Yahut uyuyordur da uyandırmak gerekir!” Böylece yüksek sesle bağırdılar. Adetleri uyarınca, kılıç ve mızraklarla kanlarını akıtıncaya dek bedenlerini yaraladılar. Öğlenden akşam sunusu saatine kadar kıvrandılar. Ama hâlâ ne bir ses, ne ilgi, ne de bir karşılık vardı.

    O zaman İlyas bütün halka, “Bana yaklaşın” dedi. Herkes onun çevresinde toplandı. İlyas RAB’bin yıkılan sunağını onarmaya başladı. On iki taş aldı. Bu sayı RAB’bin Yakup’a, “Senin adın İsrail olacak” diye bildirdiği Yakupoğulları oymaklarının sayısı kadardı. İlyas bu taşlarla RAB’bin adına bir sunak yaptırdı. Çevresine de iki sea tohum alacak kadar bir hendek kazdı. Sunağın üzerine odunları dizdi, boğayı parça parça kesip odunların üzerine yerleştirdi. “Dört küp su doldurup yakmalık sunuyla odunların üzerine dökün” dedi.

    Sonra, “Bir daha yapın” dedi. Bir daha yaptılar. “Bir kez daha yapın” dedi. Üçüncü kez aynı şeyi yaptılar. O zaman sunağın çevresine akan su hendeği doldurdu. Akşam sunusu saatinde, Peygamber İlyas sunağa yaklaşıp şöyle dua etti: “Ey İbrahim’in, İshak’ın ve İsrail’in Tanrısı olan RAB! Bugün bilinsin ki, sen İsrailin Tanrısı`sın, ben de senin kulunum ve bütün bunları senin buyruklarınla yaptım. Ya RAB, bana yanıt ver! Yanıt ver ki, bu halk senin Tanrı olduğunu anlasın. Onların yine sana dönmelerini sağla.”

    O anda gökten RAB’bin ateşi düştü. Düşen ateş yakmalık sunuyu, odunları, taşları ve toprağı yakıp hendekteki suyu kuruttu. Halk olanları görünce yüzüstü yere kapandı. “RAB Tanrı’dır, RAB Tanrı’dır!” dediler. İlyas, “Baal’ın peygamberlerini yakalayın, hiçbirini kaçırmayın” diye onlara buyruk verdi. Peygamberler yakalandı, İlyas onları Kişon Vadisi’ne götürüp orada öldürdü.'

    (Tevrat, 1. Krallar, 18/1-40)

  3. * 2000'li yıllar 'türk asrı' olacaktı hani? balkanlardan çin'e kadar türkçe konuşarak gidecektik? samanyolu tv'nin gezgini, gittiği ülkelerde

    konuşamadığı insanlar için 'ne yazık ki ingilizce bilmiyor sevgili seyirciler' diyor !

    * birkaç yıl önce istanbul'da toplanan 'türkçe konuşan ülkeler konferansı'nı anımsayan var mı? kendi aralarında rusça konuşup anlaşmışlardı !

    * 'kuran türkçe mealden (çeviriden) anlaşılmaz, arapça öğrenmeniz lazım' diyenlerin türkçe sevgileri de hassaten alkışlanmaya değer !

    bm'de türkçe konuşan büyükelçilermiş; hay senin hayalinin içine ...

  4. bir internet sitesinden alıntı:

    İki duble rakı haram değil!

    İlahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Hanefi mezhebindeki fıkıhlara göre "şarap dışındaki içkilerin sarhoşluk kaydıyla haram" olduğunu söyledi.

    Fatih Altaylı'nın Habertürk'teki Teke Tek programına katılan Öztürk İslamda fıkıhların öneminden bahsetti ve İmam-ı Azam'ın devrim niteliğindeki fikirlerinden birini anlattı. İmam-ı Azam'a göre, Hanefilerde şarap dışındaki içkilerin sarhoşluk kaydıyla haram olduğunu söyledi.

    10 kadeh içtim 11.'de sarhoş oldum

    Öztürk fıkıh ve kelam bilgini İmam-ı Azam'ın hocası Irak fıkıhının babası sayılan İbrahim El Nehaiye'nin bir anısını şöyle aktardı:

    "Nehaiye'ye soruyorlar: " 'Nebiz (şarap dışındaki sarhoş eden içkilerin tümü) içtim' diyor, '10 kadeh içtim, hiçbir şey olmadı. 11. kadehte sarhoş oldum. Şimdi ben 11. kadehten mi sarhoş olacağım, o beni sarhoş eden son kadehten mi?' "O son kadehten' diyor..."

    İbn-i Abbas'ta aynısını söylüyor

    Yaşar Nuri Öztürk aynı anlatıma İbn-i Abbas'ta da rastladığını söyledi ve orada yazılanları da şöyle anlattı: " Bu benim garibime gitmişti. İbrahim El Nehaiye gibi mühteşem bir fakih bunu neden söylüyor? Şaka da olsa söylemez! demiştim. Dün İbn-i Abbas-ı okuyordum. İbn-i Abbas'ı biliyorsun, sahabenin hocası... İbn-i Abbas'ın nebizlerle ilgili fikrini okudum. İbrahim El Nehiye'nin bu tabiri kelimesi kelimesine yazıyor. Orada 10-11 yerine kadeh olarak 9-10 diyor yalnızca. Sahabi gelmiş İbn-i Abbas'a sormuş. "9 kadeh içtim 10. da sarhoş oldum" Demiş ki İbn-i Abbas "Hamr yani şarap Kuran'da ismen haram olduğu için azı da çoğu da haramdır. Şarap dışındaki içecekler nebizgillerdir. Bunlar sarhoşluk kaydıyla haramdır"

    Öztürk: Ben bu fikre katılmıyorum

    Ancak Yaşar Nuri Öztürk hem Nehaiye'den hem de İbn-i Abbas'tan alıntı yaparak anlattığı bu fikre katılmadığını da sözlerine eklemeden edemedi: "Bana sorarsan sen bu fikre katılıyor musun? diye... Ben katılmıyorum. Ben şöyle karşı çıkıyorum: İllete bakıyorum. Hanefilik burada kıyası kullanmamış. Hanefiler Nisa suresinden "sarhoş olduğunuzda namaza durmayınız" ayetinden yola çıkıyor.

    Sarhoş olmadan içiyorum diyene İslam açısından kızamam

    Ama biri çıkar da bana "iki tek rakı içiyorum, ama sarhoş olmuyorum. Ben hanefiyim. Hanefi fikhının bu fetvasına saygım var" derse, ben bu adamı islam açısından sorgulayamam, ona kızamam. Bin yıllık fıkıh ortada."

    (kaynak: http://www.ekolay.net/haber/haber.asp?pid=...haberid=621760)

  5. Ülke büyük bir meyhaneye döndü.

    bununla ilgili olarak internette bulduğum bir yazıyı koymak istiyorum. çok eğlenceli:

    'Sayın Cumhurbaşkanı 4. Çankaya sofrasını bu sefer müzisyenlere ayırmış. Bunu entelektüel bir geleneğe dönüştürmek istediği anlaşılıyor. Takdire şayan bir uygulama diyelim.

    Bunun Atatürk’ün sofralarına öykünme olduğu çok yazılıp söylendi. Koşulların çok değiştiğini göz önüne almakla birlikte onlardan birçok hususta fark gösterdiği çok net görünüyor:

    1) Eski sofraların müdavimleri genellikle siyaset ve bilim adamları (tarihçiler, dilciler vb.) olup diğer meslek erbabı da zaman zaman alınırmış. Şimdiki sofralar ise branşlaşmış (yazarlar, tarihçiler, müzisyenler).

    2) Eski sofralar gece başlayıp geç saatlere, hatta sabaha kadar sürermiş. Şimdikiler öğle yemeği tarzında olup en fazla iki saatte bitiyor.

    3) Eski sofralarda en başta sofranın sahibi ve konukların çoğu içki içermiş. Şimdikilerde ise hem ev sahibi hem de konukların çoğu içmiyor ama içmeleri için ikramda bulunuluyor.

    4) Eski sofralarda memleket sorunları görüşülüyor, hatta uygulanmak üzere önemli kararlar alınıyormuş. Şimdikilerde, gazetelerde okuduğumuz kadarıyla yalnızca dilek ve temenniler modunda sohbetler yapılıyor.

    5) Eski sofralarda yüksek rütbeli askerler de bulunurmuş. Şimdikilerde -en azından bugüne kadarkilerde- yoklar.

    6) Eski sofralarda hükümet toplantıları da yapılırmış. Şimdikilerde ise en azından yakın gelecekte böylesi bir olgu beklenmiyor.

    Soru ve önerilerimiz (naçizane):

    • Sayın Cumhurbaşkanı, her seferinde konuklarının önüne Chardonnet Sauvignon bilmem ne şarabı çıkarmak zorunda mı? Bu memlekette öğle yemeğinde içki içme geleneği mi var?

    • Görgü kurallarımızda sofrada ne varsa, ev sahibi de konuklarla birlikte yiyip içer. Ev sahibinin önüne başka, konukların önüne başka şey konulması ayıp sayılır. Sayın Cumhurbaşkanı madem her gelenin önüne şarap koymaya bu kadar özen gösteriyor, bunu da hatırlatayım dedim, belki dikkate alınır.

    • Anayasa’nın 58. maddesi ‘Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.’ diyor. Sayın Cumhurbaşkanı içki ikramı gibi suni jestleri kaldırarak gençlere iyi örnek olmalıdır. Kimse endişe etmesin: bu, laikliğe halel getirmez çünkü laiklik her yerde her zaman içki içme özgürlüğü değil, İsmet Paşa’nın dediği gibi ‘en başta adam olmak demektir.’

    • Madem sigaraya karşı kampanyalar yapıyoruz, en az onun kadar zararlı alkol alışkanlığına karşı da en başta Sayın Cumhurbaşkanı duyarlı olmalı ve konuklarına içki ikram etmeyi bırakmalıdır. Elbette, içkinin zararlı olduğunu düşünüyorsa…

    Not: Sayın Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi için canını dişine takıp çalışan şeriatçı medyanın Çankaya sofralarında içki ikramı konusunu eleştirmemesi bir yana hiç değinmemesi çok manidar; gözümüzden kaçmıyor. Hayırlı işler…'

    Yorum yazan: Asteriks - Mayıs 29, 2008 @ 8:42 am

  6. böyle bir dizi oynuyor TV kanallarının birinde.

    bu memleketin neresinde olursanız olun, bu sözü söylediğinizde hiçbir tepki almazsınız.

    halbuki 'seni putlar korusun' ya da 'isa korusun' demekle aynı kategoridedir.

    kulları korumak, esirgemek ve bağışlamak kimin yetkisindeydi? allah'ın.

    böyle bir konuda meleklerin vekalet aldıklarını duymamıştım.

    ama demek ki işimize gelince oluyormuş.

    saygılarımla.

  7. bizim müslümanların aşağıdaki takıntıları beni rahatsız ediyor:

    1) araplardan fazla müslümanlık taslamaları (örnek: arapların fitre bayramı'na ramazan bayramı adını takmaları),

    2) türklerin eskiden de büyük ulus olduğu gerçeğini unutup her şeyi islam'la başladı sanmaları,

    3) kendi ırkdaşları olan arapların hiç yüz vermediği hamas'a herkesten fazla sahip çıkmaları (insancıllığı hayli aşan abartılı tavırlarla),

    4) diğer din ve inançları küçümsemeleri,

    5) barış içinde bir arada yaşamak yerine islam'ın bir gün bütün dünyayı egemenliğine alacağını gururla söylemeleri,

    6) geri kalmanın temelinde diğer etkenler yanında islam'ın da yattığını kabul etmemeleri,

    7) her buluş ya da yeniliğin kuran'da yazdığına ama nedense hep gavurlar tarafından bulunduğuna anlam veremeden inanmaları.

    saygılarımla.

  8. yehova, tanrı ve allah inancı en az 4 bin yıldır var. 'ben varım, size peygamberler ve kitaplar gönderdim.

    onları gördünüz, biliyorsunuz. bana inanın' diyor.

    ufo iddiası ise 50-60 yıldır var. 'biz varız. ikide bir gelip sizi gözetliyor, bazen de içinizden birilerini alıp

    kaçırıyoruz. ışıklı uzay araçlarımızı videoya alıp gösteriyorsunuz' diyorlar.

    kanıtlara bakıldığında, her iki taraf da eşit derecede haklı görünüyor. haksız görenler de var elbette.

    bu durumda:

    * ya her ikisine birden inanacaksınız: allah'ın ve ufo'ların varlığına inanıyorum.

    * ya da hiçbirine inanmayacaksınız: allah'ın ve ufo'ların varlığına inanmıyorum.

    bu konuda ben asıl müslümanların görüşünü merak ediyorum.

    saygılarımla.

  9. 'kazım abi ağır hastaymış' dediler. kalktık, hastaneye ziyaretine gittik. yatakta yatan adamı zor tanıdım: bildiğim kazım'ın yarısı gitmiş yarısı kalmış, bir deri bir kemik.

    herkes 'yav kazım çok iyisin, bomba gibisin' dedikçe, onun yüzünde acı bir tebessüm dolaşıyordu. bir ara bana işaret etti, yaklaştım: 'sen bunlara bakma, dedi, ben üç güne kalmaz ölürüm.'

    neyse, olabildiğince teselli verdim. ziyaret saati bitti, çıktık.

    iki gün sonra kazım abi ölmüş.

    demek ki insan bazen öleceği günü bilirmiş.

  10. muhammed'in mirac (isra) iddiası, tevrat ve incil'de yer bulmuş görüm (hayal) örneklerinin kötü bir taklididir.

    tevrat'ın sonlarındaki sefanya, hagay, zekeriya ve malaki bölümleri bunun gibi anlatımlarla doludur.

    siz en iyisi, incil'in sonundaki yuhanna'nın vahiyleri'ne (esinlemeler) bakın. çok daha iyidir.

  11. Satsuma orta büyüklükte, ince kabuklu, kırmızı dokulu, çekirdeksiz ve çok lezzetli bir mandalina

    türüdür. İzmir'de Balçova, Narlıdere, Güzelbahçe, Urla ve Çeşme bölgelerinde yetiştirilir.

    54 ise daha yeni bastığım yaşımdır, efendim.

    tanıştığımıza memnun oldum. herkese sağlık ve mutluluklar dilerim.

    saygılarımla.

  12. Vampir kitap o. Gölgesi olmaz.

    sanırım burada bir yanlış var: gölgesi olmayan hayaletlerdir denir, vampirler değil.

    hayaletlerin diğer ilginç özellikleri şunlarmış:

    * yürümezler, süzülerek uçarlar.

    * arkalarını görürler.

    * boyunlarını 360 derece çevirebilirler.

    * duvarlardan geçebilirler.

    saygılarımla.

  13. anadolu insanı hem laik hem müslümandır:

    * erkekleri namazdan çıkar, düğüne gidip rakı içer.

    * kadınları mevlitte ağlar, sonra yan evdeki eğlencede göbek atar.

    * muhammed'i sever, atatürk'ü de sever.

    * ne kadar propaganda yapılırsa yapılsın, arapların dost olmadığını bilir.

    * hacca gider, çanakkale'ye de gider.

    * cennetten söz ederken 'aslı varsa' diye şüphe belirtir.

    * softalığa pirim vermez, tasavvuf erbabını sever.

    * türbanlı kızlar, 'evlenince kocam isterse başımı açarım' der.

    umutsuz olmayın, ham arap şeriatı bu topraklarda kök salamaz.

    saygılarımla.

  14. cennette bir arabın hayal edip istediği her şey vardır:

    * bol yeşillik (çeşitli ağaçlar, çayırlar, otlar vb.) - bunlar arabistan'da yok.

    * üç çeşit ırmak (su, süt, kevser ırmakları) - bunlar arabistan'da yok.

    * mercan ve yakuttan köşkler - kumdan başka bir şey görmemiş arabın arayıp da bulamadığı.

    * dalları aşağıda, kökleri yukarıda tuba ağaçları - hurmadan başka bir meyve bilmeyen arabın damak tadına göre.

    * çeşit çeşit av hayvanı etleri - ekşi deve etinden başka bir şey bilmeyen arabın tam ağzına göre.

    * göğüsleri yeni tomurcuklanmış bakire huriler - tam pedofil arabın zevkine layık.

    * el değmemiş inciler gibi gılmanlar - tam oğlancı araba göre.

    * sahipsiz hurilerin toplandığı beydah ırmağı - şehveti sonsuz arabın arada bir değişiklik isteğine göre.

    dediğim gibi, cennet tam olarak ortalama bir arabın zevk ve arzularına göre biçimlendirilmiş.

    saygılarımla.

  15. tipik inanç fenomeni:

    bazıları gökten ufo(lar)ın geldiğine inanıyor, bazıları cebrail(ve diğer melekler)in geldiğine...

    bazıları ufoların dünyaya mesaj getirdiğini söylüyor, bazıları cebrail'in vahiy getirdiğini...

    bazıları ufoların resim ve videolarını yayınlıyor, bazıları cebrail'in kendisini tutup sıkarak 'oku' dediğine yemin ediyor...

    sonuçta, bütün sorun inanmak ya da inanmamakta düğümleniyor.

    saygılarımla.

  16. nazım hikmet'in 'memleketimden insan manzaraları'nda bursa cezaevindeki mahkumlar arasında saydığı 'köylü ressam ali'nin kızıyla tanıştım geçenlerde.

    'babam her zaman "ben cahil bir köylüydüm. nazım abi bana meslek öğretti" derdi' dedi.

    'köylü ressam ali' cezaevinden çıktıktan sonra fransa'ya gitmiş, bir fransız kadınla evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. ressamlıkla geçinmiş.

    diyeceğim şu ki: nazım, şair ve komünist olmasının yanısıra insan yanıyla da iz bırakmıştır bu topraklar üzerinde. bence kıymetini bilelim.

    saygılarımla.

  17. gelenekçi müslümanlara karşı reformcu müslümanları desteklemek beyhude bir tutumdur.

    bir yerde okudum: reformcular (yalnızca kurancılar) allah diyor, gelenekçiler (sünnet taraftarları) peygamber diyor diye...

    ama bunlar birbirine karşıt şeyler değil ki: allah da sonuçta muhammed'in uydurması. yani her iki durumda da muhammed'in dediğini yapmış oluyorsunuz.

    saygılarımla.

  18. geçenlerde nette dolaşırken şöyle bir yazıya rastladım. görüşünüze sunuyorum. saygılarımla.

    HÜSEYİN ÜZMEZ GÜZELLEMESİ

    Ah Hüseyin Üzmez, ah! Sen ne yiğit bir ağabeyimizdin… İçin dışın birdi; Mevlana’nın ‘Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol’ dediklerindendin. Dürüsttün sen: ‘Şeriatçıyım ulan, var mı diyeceğiniz?’ demiştin bir seferinde.

    Sen dinozordun be Hüseyin ağabey. Bizim cenahta da var senin gibiler. Onlar da ‘Ateistiz ulan, alayınız üstümüze gelse gene de ateist kalacağız’ diyor. Sizin mayanız aynı teknede yoğrulmuş Hüseyin ağabey: Siz dürüst dinozorlardınız.

    Şimdilerde sizin gibiler pek revaçta değil; artık kurnazlık, hile, desise zamanı… Olduğun gibi görünmemek, göründüğün gibi olmamak moda, Hüseyin ağabey. Sen bir gayyaya yuvarlandığında, arkandan kimler kimler laf etmedi ki? En başta Frenk bereli Dilipak, yeniyetme Albayraklardan bir hanım ve evet, Bekir L. Yıldırım Bey de seni kabahatli buldular. Bekir bey hatta eskiden seni çalıştığın gazeteden kovdurmaya bile kalkıştığını yazdı. ‘Fakirin gerek bu blogdaki yazılarında, gerek başka yerlerdeki konuşmalarında ”İslami kimlik“ yerine demokrat, doğrucu, vicdani kaygılarla hareket eden sıradan insan kimliği ile konuşmasının rasyoneli de bu örnekten biraz anlaşılır sanıyorum.’ diyerek ‘Ben şeriatçıyım diye kimliğini ne açık edip tekerimize çomak sokuyorsun hemşerim, sen de benim gibi demokratlık maskesi tak, gemini yürüt.’ demeye getirip akıl da verdi sana.

    Sen karşı taraftaydın amma biz seni gizli gizli takdir ederdik be Hüseyin ağabey. Akılsız dostumuz olacağına akıllı düşmanımız olsun isterdik; sen bizim akıllı düşmanımızdın. İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri! Üç günlük dünya… Yanarım yanarım da, seninle şöyle gözlerden ırak bir meyhanede bir 70’lik rozeyi devirip hovardalığa çıkamadığımıza yanarım Hüseyin ağabey. Ne diyelim, başka sefere inşallah…

    Sen yaşasan da, ölüp toza toprağa karışsan da, imin timin belirsiz olsa da, kulaklarımızda senin hep o dürüst sesin yankılanacak: ‘Şeriatçıyım ulan, var mı diyeceğiniz?’

    Sağlıcakla kal Hüseyin ağabey. Dostunu düşmanını artık öğrenmişsindir umarım.

    Yorum yazan: Asteriks - Mayıs 25, 2008 @ 2:22 pm

×
×
  • Yeni Oluştur...