Jump to content

Satsuma54

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    856
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne Satsuma54 kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. CHP'nin başarısız olduğu söylenemez.

    %70'i sağ tabana oturmuş bir ülkede %26 oy olmak başarısızlık değildir.

    2002'deki %19,4 ve 2007'deki %20,9'a göre 5 puanlık net bir ilerleme sağlanmıştır. Artık %30'a ulaşmak zor değildir.

    CHP'nin tek başına iktidar olması, tamamen dünya konjonktüründeki gelişmelere bağlıdır. ABD, AKP tercihini değiştirmediği sürece bu çok zor görünüyor.

  2. AKP'nin gelişimi 2011 Haziran ayı itibariyle durmuştur: 2007'deki %46,7 ile bugünkü %49,85 kategorik olarak aynıdır, aradaki küçük artış bir iktidar partisi için ilerleme sayılmaz.

    AKP, bugünkü seçim sonucunda meclise girecek hiçbir partiyle anayasal uzlaşmaya gidemez. Çünkü süreç içinde onlarla bütün kapıları kapattı. BDP'den ayrı gözükmek için Türk milliyetçiliğine kaydı. Hatta diğer partilerin mitinglerindeki Türk bayrağı sayısını bile propaganda malzemesi yaptı. Fırsatını bulsa Apo'yu hemen asmaktan bile söz etti. BDP, onların yapacağı Anayasa değişikliğini desteklemeyecektir. CHP ve MHP'yi saymıyorum bile.

    Öte yandan AKP kendi tabanına yeni Anayasa yapma sözü verdi. Dindarlar değilse de, liberal destekçileri bunu hasretle bekliyor. Kısa süre içinde bütün partilere başvuracak ama hepsinden yüzgeri edildiğinde, ateş çemberinde kalan akrep gibi kendi kendini sokmaya başlayacaktır.

    %50 gibi yüksek oranda oy almış bir partinin -yok yenim dar, yok yerim dar tarzı- bahaneleri seçmen kitlesi tarafından kabul edilmeyecektir.

    AKP'nin sonu geldi diye boşuna söylemiyoruz, bir bildiğimiz var ki söylüyoruz.

  3. Devletin maddi-manevi tüm olanaklarını kullanmasına, bilindik-bilinmedik tüm yalan-dolan ve hileleri denemesine rağmen %50 oy alabilen AKP, hiç boşuna zafer çığlıkları atmasın.

    Seçim alanlarında çıkıp 'referandumsuz yeni Anayasa yapma sayısı' istemedi mi bu arkadaşlar? Yani en az 367 milletvekili? Evet, istediler.

    Peki, bunu sağlayabildiler mi? Hayır. Kaldı ki şimdiki 326 sayısıyla Anayasa değişikliği yapsalar bile referanduma götüremeyecekler artık.

    Boşuna seçim sistemini eleştirmeyin: 2002'de %36 oyla 363 milletvekili çıkarırken iyiydi de, şimdi %50 oyla 326 milletvekili çıkarınca kötü mü oldu?

    (Rahmetli Nasreddin Hoca'nın kazan hikayesini anımsayalım: Doğururken iyiydi de...)

    AKP, daha 8-9 ay önceki halk oylamasında %58'i bulmuştu. O gerçek bir zaferdi. Kabul edelim.

    Ama bugünkü sonuç, Demokrat Parti'nin 1954'deki %53 ve 1957'deki %57'lik, Adalet Partisinin 1965'deki %52'lik başarıları yanında sıradan bir seçim yengisi gibi görünüyor.

    Yani bundan sonrası yok, yolun sonu görünüyor artık.

  4. Kazım Karabekir iyi bir insan, iyi bir komutan ve iyi bir siyasetçidir. Bunlar inkar edilemez.

    Fakat yerel kalmıştır. Politik ufku sınırlıdır. Bağımsızlık savaşından sonra ne yapılacağı konusunda net görüşleri yoktur.

    Cumhuriyeti heyecanla karşılamamıştır. Muhafazakar değilse bile, devrimci de değildir. Liderlik kapasitesi orta düzeydedir.

    Bu açılardan, harekete ondan çok daha erken katılmasına karşın İsmet Paşa'dan geride kalmıştır.

  5. Bugünlerde gene ısıtılarak önümüze sürülüyor bu konu:

    Kurtuluş Savaşını aslında Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir mi başlatmış ve sürdürmüştü?

    Kitabın üst başlığı "19 Nisan 1919'da Trabzon'a çıktım" olunca, Mustafa Kemal'in Nutuk'taki başlangıç cümlesine nazire yapılmış olduğunu anlıyorsunuz.

    1930'larda ve 1950'lerde tartışması çokça yapılmış ve artık rafa kaldırılması gereken bu konu, Atatürk düşmanı liberaller ve dinciler tarafından altmış yıl sonra tekrar gündeme getirildi.

    Malum, zaman Atatürk'e ve Cumhuriyet'e hakaret ve küfür etmenin 'yükselen değer' olduğu bir zaman. Erbabı da bu gibi fırsatları kaçırmıyor elbette.

    ..........................

    Kazım Karabekir'in Gözüyle Yakın Tarihimiz (İstiklal Savaşının İçyüzü), Mustafa Armağan, Timaş yayınları, 2011 Mayıs.

  6. "Aydınlar birkaç gün sonraki seçimde kime oy vermeli?" derken, öncelikle aydının konumunu belirlemek gerekiyor sanırım.

    Ülkenin hangi yönlerde iyiye, hangi yönlerde kötüye gittiğinin muhasebesi iyi yapılmalı.

    Ekonomide sağlanan gelişmelerin, özgürlüklerin kısıtlanmasına rağmen mi olması gerektiğini aydın iyi düşünmeli.

    "Önemli olan ekonomidir" diyen bir aydının rol modeli olarak bir Güney Kore örneği var; insan hakları açısından zayıf bir model. Türkiye de, bellibaşlı özgürlük kalemlerinde dünya ülkeleri sıralamasında giderek gerilere düşmekte.

    Benim görüşüm, bu ülkede iktidar partisinin tüm yaşam alanlarını kendi görüşleri doğrultusunda yapılandırmaya çalıştığıdır ve bunun adı da diktatörlüktür.

    Financial Times'ın "Türkiye'de güçlü bir iktidara değil, güçlü bir muhalefete ihtiyaç var" ifadesini, sandık başında anımsamakta yarar var.

  7. Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim:

    Çünkü madara olmaktan korkuyor.

    Bazıları buna Erdoğan'ın kibirli olmasını falan gösteriyor ama gerçek neden bu değildir.

    Kılıçdaroğlu "İstediğin kanalda karşıma çık; senin dişlerini sökeceğim" diyor. "İstersen bütün Bakanlar Kurulunu da yanında getir, ben tek başıma olacağım" diyor.

    Erdoğan'ın tabiatındaki birinin, o delikanlılık söylemlerine, o öfkeli tavırlarına bakarak bütün bu meydan okumalara "Hadi gel lan" demesi beklenirken köşe bucak kaçması nedensiz değil.

    Çünkü:

    AKP ve hükümetin çalışmalarını Erdoğan değil, partideki bir kadro yürütüyor.

    Egemen Bağış: ABD'nin AKP ve hükümet içindeki komiseri. Dış politika ondan soruluyor.

    Cemil Çiçek: Fiili başbakan. Hükümet çalışmalarını o yürütüyor.

    Beşir Atalay: İçişleri bakanı. Polis örgütünü 'İmamın Ordusu'na çeviren isim.

    Burhan Kuzu: Hukuk düzenini değiştirmek, adalet örgütünü tamamen teslim almak onun eseri.

    Mehmet Şimşek: Majesteleri Kraliçe'nin hükümetteki temsilcisi. Her kararı İngiltere üzerinden ABD'ye onaylatır.

    Amerikalı danışmanlar: Seçim propagandasını yürütmek onların işi.

    Peki, Erdoğan ne yapıyor? Hemen hemen hiçbir şey.

    Sıkıştırılıp sıkıştırılıp tek sayfaya düşürülmüş raporları bile okumaz. Bakanlar Kurulu toplantılarını çoğu zaman yarıda bırakarak çıkıp gider. Alınan kararlar sadece imza için önüne götürülür; o da imzalar.

    Kılıçdaroğlu, Aşil'in topuğunu bulmuş görünüyor. Onun için bastırdıkça bastırıyor. Erdoğan bu altyapısı ile, Dengir Mir Mehmet Fırat ve Melih Gökçek'in durumuna düşmemek için kaçıyor. Olay bu kadar basit.

  8. Bugünlerde her yerde görüyorsunuz: AKP seçim sloganlarını dağa taşa yazmış durumda. Eee kolay değil, hazineden o kadar seçim parası aldı. Harcayacak.

    Dikkatimi çekti. Bu sloganlar, Kuran'ın üslubuyla aynı.

    Örnek: Yerli uçağımız göklerde. Ama daha ortada uçak-muçak yok. 'Önümüzdeki dönemde yapacağız' da demiyor. Sanki yerli uçak çoktan üretilmiş, göklerde süzülüyormuş sanıyorsun.

    Bunun gibi bir sürü 'Zihni Sinir projesi', gerçekleşmiş gibi lanse ediliyor. Yersen...

    Kuran'da da Cennet konusu anlatılırken:

    'İman edip salih amellerde bulunanlar, biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?' (Nisa, 122)

    Ortalama akıl, izan ve mantık sahibi birisi şunu düşünür:

    1) Bir vaadin gerçek olması, ancak fiile geçmesinden sonra anlaşılır. Ben bir arkadaşıma 'Bana secde edersen, sana 100- TL veririm' desem, arkadaşım da bana secde etse, normal olarak benim ona 100 TL vermemi bekleyecektir. Çünkü ben o parayı vermeyi ona vaad ettim. Ancak 100- TL'yi verdiğimde vaadim gerçekleşmiş olur.

    2) Ben ancak o 100- TL'yi arkadaşıma verdiğimde 'Benden daha doğru sözlü kim var?' diye böbürlenebilirim.

    Daha kıyamet kopup hesaplar görülmemiş, ortada cennet-mennet yok; 'Benim dediklerimi yaparsanız, sizi cennetime sokarım. Bu vaadim gerçek. Benden doğru sözlü kim var?' demek, karşısındakileri aptal yerine koymaktan başka bir şey değil.

  9. Haccın zararları:

    1) Çoluk çocuğun ihtiyaçları için harcanması gerekirken, Arabistan'a gitmek için harcanan beş-altı bin lira yol, barınma ve yeme içme masrafı.

    2) Suudilere kaptırılan net 400 Dolar ayakbastı parası.

    3) Suudi Arabistan'ın sıcak ve kuru havasından duyulan kalp çarpıntısı ve boğulma duygusu.

    4) Gördüğü şeylerin (Kabe, dağlar, tepeler vb.) hiç de matah şeyler olmadığını anlamaktan duyulan hayal kırıklığı.

    5) O sıcakta yenen vıcık vıcık yağlı Arap yemeklerini yedikten sonra çıkarılan kusmuklar.

    6) 'Din kardeşi' diye yüceltilen Arap ve diğer ülke Müslümanlarının pisliğini görmekten kaynaklanan iğrenme duygusu.

    7) Mekke'de Muhammed'in doğduğu evde dua ederken Suudi polislerden yenen copların acısı.

    8.) Zemzem bidonlarını oradan oraya taşırken meydana gelen bel incinmesi.

    9) Memlekete döndüğünde konu-komşuya bunca rezaleti nasıl şirin göstereceğini düşünmekten duyulan psikolojik rahatsızlık.

    .............

    .............

  10. Buyurun:Ayrıca; Moğollarla mücadele halinde olan Karamanoğulları,

    Ulu Arif Çelebi’ye niçin kendileriyle olmayıp Moğollardan yana olduğunu sorduklarında o şöyle cevap vermiştir:

    “Biz dervişleriz.

    Bizim nazarımız Allah’ın iradesine bağlıdır.(hass.........len,dümbükler,un elden suda gölden,ye ,iç,yat)

    O iktidarı kime verirse biz de onun tarafını tutarız.”

    (Ahmed Eflaki, Menakibu’l-Arifin, C. II, s. 925-926’da)

    Ulu Arif Çelebi: Mevlana’nın kardeşidir.

    Doğrudur:

    Osmanlı Anadolu topraklarında cayır cayır Alevi soykırımı yaparken Mevleviler kılını kıpırdatmamış, Osmanlı'nın verdiği haram lokmaları köşklerde kaşanelerde tıkınmaya devam etmişlerdir.

  11. MEVLANA HEM ÖZ OĞLUNU HEM NASREDDİN HOCA'YI ÖLDÜRTMÜŞ.

    PROF.DR. MİKAİL BAYRAM- (Mevlana) Anadolu'ya geldiği zaman da, Anadolu'da ve çevresinde İranî bir çevre vardı. O İranî çevrelere hitap ediyordu. Daha sonra Moğollara hitap etti, Moğollara hizmet etti, hayatı boyunca Moğollara hizmet etti, sadece kendisi de değil oğulları da. Çok önemli bir şey söyleyeyim. Mevlana, oğlu Alaaddin Çelebi'yi Moğollara karşı isyan ettiği için oğlu Alaaddin Çelebi'yi bir müridine öldürttürdü, oğlunun cenaze namazını dahi kılmadı; bakın, bunu biliyorlar mı? Öyle Mevlana havarisi kesiliyorlar; Mevlana oğlunu öldürtmüş, oğlunun cenaze namazını dahi kılmamıştır. Bunu Mevlevî kaynakların hepsi yazar.

    HULKİ CEVİZOĞLU- ... şu anda Mevlanacılık, Mevlevîlik zararlı bir felsefe mi?

    PROF.DR. MİKAİL BAYRAM- Evet, zararlı bir felsefedir.

    HULKİ CEVİZOĞLU- Bugün?..

    PROF.DR. MİKAİL BAYRAM- Çünkü, az önce bakın Gazali'yi tenkit ettiler, haklı olarak tenkit ettiler, Mevlana işte o yolun adamıdır. Sezgici bir filozoftur, akla muhaliftir. Mevlana, "Aklı Kur'an kundrahim Mustafa" dediği zaman, "aklı Mustafa'nın yoluna hayran et" dediği zaman akliyeciliği yermektedir. Mesnevî'indeki kel papağan hikâyesinde akliyecileri yermektedir. Bunları okuyanlar anlamıyorlar. ... Mevlana Mesnevî'sinde, ismini de vererek Fahreddin-i Razi'ye hakaret etmektedir, Fahrettin-i Razi'yi tahkir etmektedir. Neden dolayı? Akliyeci olmasından dolayıdır. Dolayısıyla, Anadolu'nun fikren geri kalmasında, Anadolu'nun ilmen geri kalmasında, Ahiliğin dağılmasında... Mevlana'nın adamları Ahi Evran'ı öldürdüler, oğluyla beraber, oğlu Alaaddin Çelebi'yle birlikte Ahi Evran Nasreddin Mahmut'u Mevlana öldürttürdü. Bakın, bunları bilmiyorlar. Dolayısıyla, "Mevlana Anadolu'ya ne vermiş" dediğimiz zaman bunları göz önünde bulundurmamız lâzım. Felsefe olarak Anadolu'ya ne getirmiştir, bunları bilmemiz lâzım. Ayakları yere basmadan konuşan arkadaşlar, bu meselede önce ayaklarını yere basmalıdırlar. Mevlana'yı Mevlana'nın eserlerinden öğrenmelidirler.

    .............................

    http://www.forumilk.com/islam-dini/20405-nasreddin-hocayi-hz-mevlana-mi-oldurttu.html

  12. Yunus Emre, Eskişehir'in bir köyündeki tekkede yaşayıp giderken duymuş ki Konya'da Mevlana Hazretleri denen bir ulu zat varmış. Her şeyi bilen, her türlü sırra vakıf akıllı mı akıllı birisiymiş bu. Mevlana'yı öyle övmüşler öyle övmüşler ki içine bir merak düşmüş. Günlerden bir gün eşeğini hazırlayıp Konya diyarına doğru sürmüş. Gitmiş gitmiş, haftalar sonra varmış Konya'ya. Sorup soruşturmuş, Mevlana Hazretleri'nin yaşadığı konağı bulmuş. Kapıyı çalmış açmışlar, içeri alıp bir odaya oturtmuşlar.

    Biraz sonra bir uşak gelip "Mevlana Hazretleri seni bekliyor. Huzuruna varabilirsin. Benimle gel" demiş. Mevlana Yunus'u çok iyi karşılamış. Halini hatırını sormuş, ikramlarda bulunmuş. Yunus Emre çalıştığı tekkeyi, şeyhini vb. anlatmış. "Benim hayatım basit ve sıradan" demiş. Mevlana bir ara "Mesnevi adında on ciltlik devasa bir kitap yazdım, okumak ister misin?" deyince Yunus "Benim okumam yazmam yok ama verirsen tekkedeki birine okutur, bir zaman sonra da geri getiririm" demiş.

    Birkaç gün Mevlana'nın evinde kalıp sohbetlere katılan Yunus, bir sabah erkenden yola çıkmak üzere hazırlanmış. Biraz yiyecekle Mesnevi ciltlerini de heybeye yüklemişler. Mevlana'yla vedalaşıp Eskişehir'e köyüne dönmüş.

    Bir yıl mı beş yıl mı sonra, tekrar aynı yolu izleyip Konya'ya gene gelmiş Yunus. Konağa gidip Mevlana'yla buluşmuş. Mevlana sormuş:

    - Mesnevi'yi okudun mu?

    - Tekkedeki birisine okuttum.

    - Nasıl buldun, beğendin mi?

    - Çok beğendim. Çok güzel yazmışsın. Her şeyi yazmışsın.

    - Beğendiğine sevindim. Peki, içinde hiç kusur ya da yanlış bulabildin mi?

    - Yanlış demeyelim de ufak bir kusuru var sanki.

    - Yapma yav, neymiş ki acaba o kusur?

    - Sanki biraz uzun yazmışsın.

    - Ne kadar uzun? Beş cilt mi olmalıydı sence?

    - O da uzun olurdu.

    - İki cilt?

    - O da uzun.

    - Bir cilt?

    - O da..

    - Eee, pek merak ettim doğrusu. Sence ne kadar olmalıydı?

    - Aslında bir sayfa bile fazla olurdu.

    - Söyle artık. Çatlatma beni.

    - Ben olsaydım, bu kadar uzun yazacağıma:

    "Ete kemiğe büründüm,

    Yunus diye göründüm"

    derdim; olup biterdi...

  13. " ...Zeyd, o kadından alakasını kesince biz onu sana zevce (eş) yaptık ki, mü'minlere evlatlıklarının kendilerinden alakalarını kestikleri (boşadıkları) zevcelerini almakta bir müşkülat olmasın Allah'ın emri yerine gelecektir" (el-Ahzab, 38/37) ayetinde hem Hz Zeyd'in ismi geçmekte hem de bunun hikmeti açıklanmaktadır.

    Hz Zeyd Peygamberimizin azadlı kölesidir ve islamı kabul eden ilk sahabilerdendir Peygamberimiz onu evlatlığı olduğunu ilan etmişti ve toplumda herkes onu Peygamberimizin oğlu olarak görmekteydi Ancak daha sonra gelenbu ayet ile bu yasaklanmış ve bundan sonra Zeyd kendi babasının ismiyle çağrılmıştır

    Böyle önemli bir konuda olayın yanlış anlaşılmaması ve Hz Zeyd'in boşadığı Hz Zeyneb'in Hz. Muhammed'le evelenmesinin bir sakıncasının bulunmadığının belirtilmesi için, ismin açıkça belli olması gerekliydi Yoksa farklı yorumlara neden olabilirdi İşte Hz Zeyd'in boşadığı kadınla Peygamber Efendimizin evlenmesinin helal olduğunun açıkça belli olması için Hz Zeydi'in ismi de açıkça geçmiştir.

    Bin dereden su getirerek haklı çıkarmaya çalıştığın olay, tam bir rezilliktir. Bak neden?

    1) Kaç mümin, "Vay, biz neden evlatlıklarımızın karılarıyla evlenemiyoruz?" diyerek krizlere giriyormuş?

    2) Bu 'çözüm' Muhammed'den başka kime yaramış? Başka kim veya kimler evlatlığının karısını boşatarak kendine karı olarak almış? İsim ver.

    3) Bu evlilik hangi sorunu çözmüş? Hangi akrabalık bağını kurmuş? (Zeynep zaten halasının kızı değil mi, daha ne akrabalığı kuracak?)

    Özet olarak 'Cahiliye' adeti diye aşağıladığınız 'evlatlığın karısıyla evlenmeme' kuralı, tam tersine son derece asil ve insanlığa yaraşır bir kuraldır.

  14. http://haber.sol.org.tr/bilim-teknoloji/kandilli-den-allahlik-aciklama-haberi-42692

    KANDİLLİDEN ALLAHLIK AÇIKLAMA

    Türkiyenin deprem konusundaki resmi bilim merkezi olan Kandilli Rasathanesinin Simav depremi açıklamasına Allah tekrarını yaşatmasın diye başlandı.

    Kütahya Simavda meydana gelen depremle ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik bir açıklama yaptı.

    Erdik, açıklamasına Milletimize geçmiş olsun diyoruz, Allah tekrarını yaşatmasın sözleriyle başladı.

    Kandilli Rasathanesi, Türkiyede deprem konusundaki resmi bilim merkezi. Bilimsel bir tekel.

    Kandillinin başındaki profesör, depremleri Allahın yaşattığını mı düşünüyor? Depremleri Allahın tetiklediğini düşünen bir kişinin başında bulunduğu rasathane, bu konuda nasıl bilimsel araştırmalar yapabilir?

    Bilimsel bir gerçeği, o dille hatırlatalım: Allah, tekrarını yaşatacak. Türkiye bir deprem ülkesi. Ve muhtemel İstanbul depreminde, Türkiyeyi Allah kurtarmayacak. Ancak AKPnin almaya hiç istekli görünmediği önlemler kurtarabilecek halkımızı.

  15. http://www.tesetturoteller.com/

    (Not: Yazım hataları orijinaldir)

    post-8670-0-84067800-1305996235_thumb.jp post-8670-0-64559300-1305996299_thumb.jp

    Sevgili Dostlarımız sitemize hoş geldiniz.

    Tesettür Oteller

    İslami Oteller

    Muhafazakar Oteller

    Müslüman ve Türk Kültürüne uygun bay ve bayanların ayrı ayrı havuzunlarının oldugu ; alkolsüz aile otellerini bu sitemizde sergiliyoruz.

    Maksadımız ;kültürümüze uygun bir şekilde tatil yapabilmek çocuklarımızın eglenebilmesi ve bizim gibi düşünen dünyanın farklı bölgelerinden gelmiş ailelerle dostluklar kurabilmeniz için uzman ekiplerimiz ile sizlere imkanlarınıza göre en güzel tatil seçeneklerini sunmak ve mutlu bir tatilden sonra bizleri güzel bir hatıra olarak hafızalarınızda tutmaktır.

    Bu Site İslami Kosullara uygun tatil yapmak isteyen Kişilere yardimcı olabilmek için yapılmıştır

    Desteklerinizle daha iyiye daha güzele.

    TESETTÜROTELLER.COM AİLESİ

    ...............................

    (Tesettür otellerde fiyatlar neden pahalıymış, o da şöyle izah ediliyor:)

    Tesettür Otel Ücretleri Neden Yüksek ?

    Tesettür otellerin ücretlerinin neden yüksek olduğunu kısaca söyle anlatmaya calısalım..

    ben size hangi tarihte konaklayacaksınız desem siz bana diyeceksiniz ki hazıran 15 ile temmuz 30 arasında her hangi bir tarihte konaklarım ben ise efendim o tarihlerde ücret yüksek gelin haziran basında konaklatalım sizi dediğimde hayır efendim çocuklarım var okula gidiyolar o yüzden gelemem diyorsunuz. ben size o zaman ramazan etkinliklerim var ramazanda konaklatayım dediğimde ise yok yok ramazanda denize hacuza giremem orucu riske atamam diyeceksiniz. yani benim elemanlarımı aldığım müşteri olmasa bile maaaş verceeğim 1 oda olsa bile o yemeği çıkartacağım elektriği yakacağım suyu kullanacağım otel kirasını ödeyeceğim elimde kocaman bir bina bulunmakta.. o zaman tesettür oteller ne yaparlar biliyomusunuz. temmuz ayından 1 ay hazirandan ise 15 gün toplamında 45 güne tüm maliyetlerini yayarlar.. 1 yıllık kira x milyar ise x: 45 Gün Derler yani mikarı yüksek çıkar halbuki o basettiğiniz gayri müslimlere çalışan oteller maliyeti şöyle çıkarıyor

    ( nisan 1 den ekim 30 a kadar turistler otele girmektedirler ) x milyar kirayı x : 210 Gün Derler Arada nasıl bir fark çıktığını düşünebiliyormusunuz..

    Şunu Açık Açık söylemekte fayda var bizim insanlarımız cocuklarım okulda işlerim var hava söyle dediği sürece bu otellerin maliyetleri bile diğer alkollü 5* otellerin fiyatlarının en az 1,5 katı çıkmaktadır. bu firmalar yada kurumların hayır kurumu olmadığını kazanç sağlamaya çalışan birer şirket olduğunuda düşündüğünüz zaman mecburen kar da koymak zorundadırlar..

    uzun lafın kısası sezon kısa ücret yüksektir efendim.. bu konuda ne otel satışında dünyanın en güçlü ismi rıza turizmin yapacağı bir şey vardır ne dünya üzerinde sadece 28 tane bulunan tesettür otellerin yapacağı bişey vardır.

    gün gelir arap turistler ve diğer dünya ülkerinin müslümanlarıda bu otellere gelmeye baslarda türklerin gitmediği tarihler yani nisan mayıs eylül ekim aylarını doldururlarsa o zaman bu otellerin ücretleri düşer onun dışında oldukça zor..

  16. Burada düşünülmesi gereken en önemli konu, 2 koca eskiten Haticenin 40 yaşına kadar hiç çocuğu olmamışken, 40 yaşından sonra kimi kaynaklara göre 6, kimi kaynaklara göre 8 çocuk dünyaya getirmesi.

    40 yaşındaki bir kadının bu yaştan sonra bu kadar çocuk doğurması, Hatice diye birinin efsane bir kişilik olduğunu gösteriyor.

    Hatice diye bir kadının geçmişte yaşamış olma ihtimali, aynı Muhammed gibi yine efsane gibi görünüyor.

    Hatice'nin önceki iki kocasından birer çocuğu vardı. Biraz araştırırsanız göreceksiniz.

    (Hatice de hayali bir kişilik değilse eğer!)

  17. Doğrudur; tarihte zaman zaman 'dindar' bilimadamları olmuştur.

    Ama onların genel eğilimleri, bilimle dini karıştırmama ve dini bir çeşit özel alanları gibi görmek şeklinde olmuştur. Yani hiçbiri dinsel doğmaları yaptıkları araştırmalara rehber veya hakim yapma çabasına girmemiştir.

    Buna iyi bir örnek Joseph Priestley'dir:

    Oksijeni keşfeden İngiliz kimyacı Priestley, aynı zamanda Anglikan papazıymış. Bir gün ziyaretçilerinden birisi sormuş:

    - Üstadım, hem bilim adamı hem de papazsınız; bu ikisini nasıl bağdaştırıyorsunuz?

    Priestley'in cevabı:

    - Laboratuvarıma girerken ceketimi çıkarıp önlüğümü giydiğim gibi, kafamdan da Tanrı fikrini çıkarır, içeri öyle girerim.

  18. http://www.rthaber.com/Hawking_%60Cennet_diye_bir_%C5%9Fey_yok%60-haber-9538---.html

    post-8670-0-34819700-1305559899_thumb.jp

    İngiliz evren bilimci Stephen Hawking (69), kendi kozmos vizyonunda cennet için yer olmadığını, 'cennetin bir mit' olduğunu söyledi

    Hawking, İngiliz Guardian gazetesinde yayımlanan söyleşisinde, insan beynini, bileşenleri iflas edince çalışmayacak bir bilgisayara benzeterek, "Bozulmuş bilgisayarlar için yaşamdan sonra ya da cennet diye birşey yoktur; bu, karanlıktan korkan insanlar için bir peri masalıdır" dedi.

    1960`ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan ve motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) hastalığına yakalanan Stephen Hawking, ölmekten korkmadığını ve son 49 yıldır erken ölümü bekleyerek yaşadığını belirtirken, "Ölmek için acelem yok. Öncelikle yapmak istediğim çok şey var" diye konuştu.

    Stephen Hawking, 2010 yılında piyasaya çıkan "Büyük Tasarım" adlı kitabında, evrenin yaradılışını açıklamak için ilahi bir güce ihtiyaç olmadığını iddia ediyor.

  19. Ülkede yayın yapan Hıristiyan radyolarında, bir süredir birkaç gün sonra İsa'ya gerçekten inanan müminlerin göğe alınma sürecinin başlayacağı konusu işleniyor. 153 gün sürecek olan ilahi yargıdan sonra da 'ak koyunlarla kara koyunlar ayrılır gibi' Cennete ve Cehenneme gidecekler belirlenecekmiş.

    Anlaşılan çok neşeli bir döneme giriyoruz. Bakalım, göreceğiz...

    Şimdi Müslümanlar, "Bundan bize ne? Bizi ilgilendirmez" diyebilirler. Ama olmaz ki; o da 'İbrahimi' bir din, o da sizin gibi tek-tanrıcı, sizin gibi kıyamete, meleklere, kadere vb. inanmayı amentü yapan bir din, değil mi? Bence ilgilendirir.

    Belki de hep birlikte 'Müslüman kıyametinin' bir provasını görmüş oluruz. ...ve böylece biz de, çok geç olmadan imana gelmeyi düşünürüz. Fena mı olur?

×
×
  • Yeni Oluştur...