ozedonus_
-
İçerik sayısı
212 -
Katılım
-
Son ziyaret
İçerik Türü
Profiller
Forumlar
Takvim
İletiler bölümüne ozedonus_ kullanıcısının eklediği dosyalar
-
-
Maalesef yazılarınızı silemeyiz. Sizin yazılarınızı silersek, size verilmiş cevaplar açıkta kalır, açtığınız başlıklar ve altında yazılmış onlarca yazı uçar gider. Bu şekilde bir uygulama, diğer yazarların fikirlerini önemsiz ve değersiz saymak anlamına gelir ki, bu da forumumuzun kuruluş amacına ters düşer.
O zaman en azından direk adıma açtığım https://www.ateistforum.org/index.php?/profile/8875-mesut-bayar/ nickinin "ozedonus2" şeklinde değişmesini talep ediyorum. Üyeliğin silinmiş olması nickin değişmesine engel olmasa gerek.
-
Açık ifade edeyim. Tevbe ettiğim ve eski yazılarımı saptırıcı ve yıkıcı gördüğüm için hiçbir platformda kalmasını ve bununla başkalarına zarar verilmesini istemiyorum. Bu iyiliği yapsanız çok memnun olurum. Yapmazsanız da en azından bu konuda ısrarcı olduğumu ve benim için hayati bir anlam taşıdığını ifade edeyim.
Üyeliği sonlandırılan mesut bayar nickini değiştirilmesini talep ediyorum.. ozdonus vb. bir şey olabilir.
-
Bu arada talebim konusunda yönetimden bir cevap gelmedi
-
Teslimiyet hakikatı bulmanın yollarından biridir ve tefekkür ile ilim eşliğinde ilerler.İman etmiş insana hakikat, teslimiyetine, tefekkürüne ve ibadetine göre açılır. Bu da ya hakikatle ilgili manaları keşfederek ya da hakikati doğrudan görerek gerçekleşir. Dolayısıyla galaksilerin, güneş sistemlerinin, gezegenlerin ve bunların içindeki görünen ve görünmeyen tüm canlıların yaratılışıyla ilgili hakikatlere ne imanı olmayan bilim insanları ne de teslimiyeti, ibadeti ve tefekkürü kemalleşmemiş din adamları ulaşabilir.
-
Çok büyük bir şüpheye düştükten sonra imanlı kalabilmek nasıl olabiliyor merak etmemek elde değil. mahsuru yoksa sormak istiyorum ,fideist dayanaklarla mı inanıyorsunuz?
Bilgi arttıkça şüphe azalır. Din hakkında bilgilendikçe bir şey bilmediğimi gördüm. Zaten sorunumuz da bu değil mi? Çok az bir bilgiyle herşeyi bildiği havasını yaşamak. Herşeyi bilmem gerekmediğini biliyorum. Aklımın erdiği şeylerde konuşmak yeterli. Bir de bildiklerimi yaşamak. Size bu saçma gelebilir. Ama herkes farklıdır.
-
Uyeliklerindeki birkac postunuzu okudum. Siz sanirim onceden muslumandiniz. Simdiki felsefeniz veya inanciniz nedir?
Şu an da da Müslümanım. O zaman yazdıklarıma göre bakışım çok farklı. O zaman Müslümanlık görüntüsünde isem de fikrim çok çalkantılı idi ve büyük bir şüphe içindeydim.Bazen kendime agnostik dediğim oluyordu. Amacım, yazdıklarımdan dolayı kimsenin etkilenmemesi.
-
Bu forumda 2008-2009 yılları arasında aktif bir şekilde değişik üyelikler alarak yazdım.Son 7-8 yıldır da çok nadir uğramaktayım. Foruma takıldığım zamanlar ile şimdiki düşüncem arasında büyük farklılıklar meydana geldiği için aşağıdaki profillerini listelediğim silinmiş üyeliklerin ve şu an mevcut yazdığım üyeliğin tüm mesajlarının silinmesini talep ediyorum.
https://www.ateistforum.org/index.php?/profile/8875-mesut-bayar/
https://www.ateistforum.org/index.php?/profile/7214-0zedonus/
https://www.ateistforum.org/index.php?/profile/4967-ozedonus/
-
1 hour ago, Mindsurfer said:4 hours ago, Engse Hohol said:
İslam dini, siyasi amaçlara erişmek için kurulmuş kurnaz Arap dinidir. İddia edildiği gibi kusursuz bir din olsaydı islam, müslümanlar nasıl bu denli kusurlu insanlar olabilirlerdi o zaman dünyanın her bölgesinde? Herkes tarafından yanlış anlaşılan bir din olan islam, kusursuz olabilir mi? Muhammedin peygamberliğini ilan ettiği 610 yılından günümüze dek ümmetinin onu örnek alması, 610 yılından beri aynı ilkelliği sürdürmeye devam etmeleri yüzünden ortadoğu halklarını rayına oturtmak bir yana, ortadoğu halklarını islam yüzünden sefil yaşamaya sürükledi. İslam insanlık için iyiliği güzelliği göstermeye gelmiş olsaydı bunu 1400 yıl önce örneğiyle gösterirdi ve muhammed bunu başaramadan ölmezdi.
İslamın organizetörü hılful fudul ve ardından gelen kodomanları, günümüzdeki her müslümanı dolaştıran ve yanlış adrese götüren bir ayet koymuşlar kuranı kerime. Hac 27nc ayeti diyorki; insanların arasında haccı ilan et, yaya olarak veya develer üzerinde uzaklardan sana gelsinler. Buradaki يَأْتُوكَ Ye'tü-Ke "Gelsinler Sana" demektir ve Muhammed'i kasteder. Muhammed medinede mescidi nebevi (المسجد النبوي)'de ölü yatıyor, ayetteki sözkonusu diri insanlar ise mekke'de kabe'ye gidiyor. Allah'ın yazdırdığı ayetlerin anlaşılamaması veya yanlış anlaşılması kusur değil de nedir?
İletinizin ilk kısmı sağduyu ile aynı şeyleri içeriyor.Yalnız hacc 27 olayında neyi ifade ettiğinizi tam anlayamadım.
4 hours ago, sağduyu said:İslam kusursuzmuş, yahu dünyada İslam kadar ilkel, vahşi, rezil din az bulunur, İslam aile bireyleri arasına bile kin ve nefret tohumları eken aşağılık bir arap dinidir.
Tevbe/23. Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.
Bak, ne diyor Muhammed, eğer bana inanmazlarsa babanızı ve kardeşinizi bile silin. Bu aşağılık arap dinine göre Muhammed denen arap bedevisine inanmamak zalimlikmiş.
Burada kusursuzluğundan bahsettiğim ile sizin belli bir coğrafyada uygulandığını düşündüğünüz İslam farklı. Yaratıcı, mesajını vahiy veya başka yollarla insana aktarmakla yetinir, genel olarak "sünnetullah" dediğimiz "evrendeki sistem"e müdahale etmez. İnsan türü de kendi nefsine çok düşkün olduğu için din gibi bir değeri de hiç sıkılmadan kullanır, dejenere eder. Binlerce yıllık insanlık tarihi bunun örneğidir. Aslında peygamberlerin de en büyük uğraşları bu kesimle olmuştur.
Diğer yandan akrabalık hakkının gözetilmesi İslam'ın önemle üzerinde durduğu konulardan biri. Ancak hakkı inkar etmek(şirk), bu evrensel sistemde ciddi ve en büyük kötülük olarak görülmüştür. Bunun büyüklüğü karşısında gerekirse en yakın akrabaların bile feda edilebileceği öngörülmüştür.
İman,sadece bir kuru inanç değil, huzur, güven ve mükemmelliğe açılan kapının da adıdır. Madde ötesi hayatımızda(ahirette) bize faydası olacak en büyük birikimdir. Din de insanın hem dünya hem ahiret mutluluğunu temin etme vasıtası olduğuna göre ahiretine zarar verenlere karşı iman edenleri uyarması gerekirdi.
1 hour ago, Mindsurfer said:İnsanın kusurlu olması ile alakalı olsaydı, müslümanın kötülükleri ile diğer insanların kötülükleri en azından eşit olurdu.
Kaldı ki, islam herşeyi bilen birinden gelen bir doğruluk öğretisi ise, müslümanların daha hoşgörülü ve aydın insanlar olması gerekir.
Ne yazık ki ortada tam tersi bir sonuç var !
İşkence, kölelik, şiddet, hırsızlık ve düşmanlıklara açıkça teşvik eden bir din mükemmel ise, mükemmel olmayan bir din nasıl oluyor?
"Bizim kusurlu bakışımızdan kaynaklanıyor" diyorsunuz. Peki mesela bendeki kusurlu bakış ne olabilir...;
İşkenceyi zulmü, diktatörlüğü, tehditleri, eşkiyalığı kabul etmemekteki bu kusur nedir... bunun cevabını alabilir miyiz...?
Batı dünyası şu an İslam dünyasından daha mı iyi. İslam dünyası en azından geri kalmasının bir sonucu olarak bunca ölüm ve kötülüğün işlendiği bir alan haline gelmiş. Bırakın batıyı büyük görmeyi. Evet. Batı insanı bireysel yaşıyor. Bu doğru. Peki gerçekten kaybettiği bunca insani değerin farkında mı. Çin gibi Uzakdoğu dünyasının insanlığın başına getirebileceği bela tüm dünyayı sarmış durumda. Kitleler teknolojik aletlerin kölesi ve anı yaşamanın tutkunu olmuş.
Bunları söylerken İslam dünyasını aklamaya alışmıyorum ama bir de meseleyi böyle görelim dedim. Aslında İslam aleminin hoşgörüsüzlüğü geri kalmasından sonra arttı. Birileri sert söylemleri kaşıyarak, bazı örgütler üzerinde İslamı mahkum etmek için yüzyıllar boyunca çalıştı ve bugün bu alanda büyük bir başarı elde etti.
-
İnsanoğlu kusurlu ve zayıf yaratılmıştır. Müslümanlar da insan olduklarına göre kusurları olacaktır. İslam, kusursuz bir dindir ancak Müslümanların bunun ne kadar idrakinde oldukları meçhuldür. Dinin belli bir kesim tarafından inanılmıyor olması, onun kusurlu oluşundan kaynaklanmıyor. İnanmayanların kusurlu bakışlarından kaynaklanıyor. İslam, araştırıldıkça değil, yaşandıkça anlaşılır. Onu yaşamayan kendisine Müslümanın diyorsa da artık söylemi ve pratiği arasında ikileme düşerek yalancı bir duruma düşmüştür.
-
Sözkonusu iddialar bir asırdır İslam dünyasının gündemine girmiş durumdadır. Kimi araştırmacılar Kur'an'da eski topluluklar hakkındaki ayetlerde; bilgi yanlışlığı oolduğunu kabul etmişlerdir, ancak onlara göre "tarihî bilgi verme" hedeflenmediğinden herhangi bir sıkıntı teşkil etmemektedir. Mesela tezi sadece Mısır'da değil tüm İslam dünyasında tartışmalara neden olan Halafullah’a göre İsrail oğullarını araştıran Yahudi tarihçiler Haman'ın Musa ve Firavun döneminde yaşamadığını söylemektedirler.Fakat O,
"Kuran-ı Kerim, kişi ve olayları ele alırken edebi bir dil kullanır yoksa amacı tarihi gerçekleri sunmak değildir. Böyle düşünmek onun doğruluğuna bir zarar vermez. Kıssalardaki bütün olayların vuku bulması gerekmez. Onlar verilmek istenen anlamların temsili ve tasviri ifadeleridir. Allah kıssalardan tarihi bilgi vermek İçin değil, hidayet, irşad müjdeleme ve korkutma amacını gütmektedir."diyerek işin içinden çıkmaktadır.
Hikmet Zeyveli de, Kuran kıssalarından mutlaka tarihi/vakii sonuçlar çıkarmaya çalışanların problemlerle karşılaşacaklarını ileri sürer. Zeyveli, Kuran-ı Kerim'de, Nuh peygamber döneminde varlığından söz edilen Ved, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr putlarının aslında Arapların putları olduğunu ama Kur'an-ı Kerim'in sanki Hz. Nuh dönemindeki putlarmış gibi ifade ettiğini zikrederek böyle bir şeyin mümkün olamayacağını ileri sürer.
Bizce bu müslüman araştırmacıların iddiaları, Kuranın bazı ayetlerinde Kuran kıssalarının ”hak” olarak nitelendirilmesi gerçeği ile çelişmektedir. “İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.” (Hûd, 11/49
Yüzyıllar boyu ihmal edilen bir araştırma, birkaç aykırı sesten sonra önemsenmeye başlanmıştır. Cengiz Duman, kıssalar hakkında dinli-dinsiz herkesin yüzeysel bilgilere sahip olduğunu bilginin doğruluğuna erişmek için de araştırmanın sadece tefsir ilmi ile sınırlandırılmamasını talep etmektedir. Ona göre Kıssa ana bilim dalı oluşturulmalı bu anabilim dalı başkanlığında diğer modern ilim veya disiplinler ile (arkeoloji, tarih, coğrafya, dinler tarihi, v.d) birlikte kıssaların yeniden ve sahih bir metodoloji ile Kur’an perspektifinde ele alınması şarttır. Aksi durum, Kur’an kıssalarının geleneksel anlayışın eserlerinde serdedildiği gibi İsrailiyat yüklü efsane/mitoloji vasfına büründürülmesine ya da modern eserlerde iddia edildiği gibi onlardaki tarihsel unsurların eksikliğinden dolayı yaşanmış gerçekliğinin inkâr edilmesini gözlemlemeye devam edeceğiz demektir.
-
Cezaî müeyyidelerin nitelik ve ilkeleri, kanûnî ve şahsî olması; genel ve sürekli olması; yetkili kişiler tarafından tatbik edilmesi; caydırıcı olması, uygulanabilir olması; suç-ceza dengesinin gözetilmesi ve cezalandırmada adalet ve hâkkaniyet ölçülerine riâyet edilmesidir.
Eğer yukarıdaki paragrafa uymayan bir ceza biliyorsanız bu ceza bildiğiniz gibi değildir.
-
Hababam sınıfının yaşlı hocalarını alaya alarak sordukları sorular gibi olmuş.
-
Ayette hiçbir sorun yok. Çünkü "deki size Allahın haram kıldıklarını okuyayım" deniliyor ancak şunlar haram denilmiyor.Emir ve nehiyden oluşan bir dizi talep açıklanıyor. Bu talepler,(ister yasaklama talebi olsun ister emir talebi olsun), yerine getirilmediğinde haram ortaya çıkar.Mesela
Allaha şirk koşmayın. Talep şirk koşmamaktır, talep yerine getirilmediğinde haram olan şirk meydana gelir. Bu bir yasaklama talebidir
Anne-babanıza iyilikte bulunun. Talep iyilikte bulunmaktır,yerine getirilmediğinde haram olan anne-babaya kötülük meydana gelir. Bu bir emir talebidir.
ALES ve DGS gibi sınavlara girenlerin bu tip anlatımlara alışık olmaları gerekirdi.
-
Kuran o dönem ve araplar için apaçık idi. Birçok kelimenin anlam kaymasına uğradığı günümüzde aynı apaçıklıktan bahsetmek mümkün değil. Kuranın indirildiği dönemde anlaşmazlık sorunu yaşamadığını gerek kuran gerekse de tarihi veriler ortaya koymuştur. Mesajının iletilmiş olduğu toplumun dili kullanıldığı için hangi ayetin ne anlama geldiğini, neyi kastettiğini, Kurana inanan da inanmayan da biliyordu. Bu açıdan indiği toplumda “anlaşılmaz bir kitap” değildir. Çoğu ayette kuranın apaçık olduğu söylemi de bunu belirtmeye yöneliktir.
Eğer Kuranı sözgelimi indirilmiş olduğu toplumda 100.000 kişi duymuşsa, nerdeyse bu duyanların tamamı, her ayetin ne anlama gelmiş olduğunu da öğrenmiştir. Kuranın ilk çıkış noktasında Kuranının anlaşılmasındaki bu netlik anlaşılmazlığın Kuranın ifadelerinden kaynaklanmadığını göstermektedir. Kuranın anlaşılmaz ve çelişkili olduğu savının son yüzyıllarda dile getirilmiş olması da ilk dönemde bunun net anlaşıldığını göstermektedir.
Sorun ,kutsal kitapların indirilmiş olduğu toplumdan sonra gelen toplum ile başlamıştır.İkinci olarak, kullanılan dilin başkalaşması sonucunda, kelime ve kavramların anlamlarında değişimler söz konusudur. Sözgelimi indiği toplumda bambaşka anlaşılan bazı kelimelerin sonraki dönemlerde anlam kaymasına uğradığı da bilinmektedir. Bu, tüm diller için böyledir. Arapça da da bu dil değişimi Kuranın anlaşılmasını zorlaştırmıştır.
Şöyle bir soru sorulabilir. Kuran neden böyle bir anlaşılmaya müsait bir yapıdadır. Tanrıdan gelme olan bir kitap nasıl tarihin akışı içerisinde anlam kaymasına uğrayabilir. Tanrı, evrensel bir dil kullanamaz mıydı?
Bunun cevabı şöyle verilebilir:
Kuran bir yazılı metin değildir. Tanrı ile insanların konuşmasıdır. Giriş, gelişme ve sonuç şeklinde tasarlanmış değildir. Konuşmadan ibaret olan bir mesajın sözlerinin tarihin akışı içerisinde değişmesi mümkündür. Bu sebeple Kur'ân'ın indiği dönemin bütün çevresel şartları elimizdeki metine yansımamıştır. İşte anlamın obhektif ve mutlak oluşunu zorlayan nokta burasıdır. peki,bunun için ne yapılabilir? Kuranın bu anlaşılabilme sorunun en önemli çözüm noktası Kuranın bütünlüğüdür. Kuranın genel bütünlüğü içerisinde değerlendirilen her konu anlaşılmayı da beraberinde getirebilmektedir. Tomurcuk göğüslülük ilgili yerdeki ayetlerin bütünlüğünü yerle bir etmektedir.
Kısacası tarihsel oluşum içerisinde bize anlaşılmaz hale getirilen bu gerçekleri bulabilmek için biraz zihin jimnastiğine ihtiyacımız vardır. Bu, kuranın Tanrısallığını bozan bir durum değildir. Çünkü kutsal kitaplar insanın dili ile mesajlarını aktarmışlardır.
-
Hem bu vakıa süresinde geçen bir ayetle daha uyumludur. Vakıa süresi 35–37ayetlerinde “uruben etraben” denilmektedir. Tefsirciler bu ayette geçen “etraben” kelimesine yaşıt anlamını vermişledir. Urub(etrabın tekili) için de bakire anlamını verme konusunda görüş birliği vardır.Urub ve kevaib kelimeleri eş anlamlı olsa her iki ayette de aynı şeyden bahsedildiği ortaya çıkacak. Burada süreler arasında da uyum olduğu görülecektir. Kısacası bu iki anlamı da düşünüyor ve kabul ediyorum. Karşı olduğum "tomurcuk göğüslü" anlamıdır. Çünkü o anlamıyla ne bağlardan bahseden bu ayetlere ilişkisi var. Ne de vakıa süresinde geçen yaşıt bakireler ile ilişkisi var.Ki sözlük anlamları açısından da sorun olmuyor.
-
Bu forumlarda şöyle bir sorunun olduğunu artık iyice anlamış bulunuyoruz.Arapçada da her dilde olduğu gibi çok anlamlı kelimeler mevcut.Ancak bu gerçek bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde gözardı edilmektedir. Kuran’ı yorumlayan kişi kendi içinde bulunduğu dünyanın gerçekleri ile ayetlere bu anlamlardan birini vermiştir.Örneğin salât, hem sözlü dua hem fiili dua hem bağışlama hem de destek verme gibi anlamları içerir. Namaz da bir fiili dua olduğu için salât olarak yorumlanır. Ama nedense her yerde namaz anlamındaymış gibi bir anlam verilmeye çalışılır.Örneğin Âdem, hem insan türü anlamında hem de insanlığın belli bir kültür seviyesine geldiği dönemde gönderilmiş bir peygamber olarak ele alınır.Buradaki Âdem, İbrahim, Nuh b.v peygamberler anılırken insanlık anlamındaki Âdem devamlı İblis ile beraber anılır.Örneğin cennet hem bizim bildiğimiz iyilerin gireceği bir mutluluk diyarı hem de bahçe anlamına gelmektedir.Örneğin melek, hemşimdiki doğa bilgisi ile mahiyetlerine ilişkin açık bir bilgi sahibi olamadığımız gaybi alem(bilinmeyen alem)ine ait özellikler taşıyan varlıklardır hem de maddeye mahiyet kazandıran varlıklardır.Bu anlamda zorunlu olarak cebr(determinasyon)altındadırlar, onlar, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu görevin dışına asla çıkamazlar, onlar doğadaki olayları çekip çevirirler, onlar neredeyse sayısız denecek kadar çokturlar, sürekli Allah'ı tesbih ederler(yani evreni çekip çevirirler).Örnekler çoğaltılabilir. Cin kavramı,şeytan kavramı hepsi aynı anlamda kullanılmış kelimeler değildir.İşte bu kelimelerden ikisi de kevaib ve “etrab” kavramlarıdır. Anlamını verdiğiniz ayetlerde geçen kelimelere ve Arapçada hangi anlamara geldiklerine bakalım:Kevaib anlamları:kabarık meme,kabı doldurmak,bir şeyi geometrik olarak kare yapmak,asma bitkisi,topuk kemiği,,şeref ve şan,bakire ..Bu anlamlardan hangisi kendisinden sonra gelen ayetlerle uyumludur ve kuranın başka yerlerinde bu kelimelerle anlam birliğini yapacağımız başka ayet var mı?Kalan Ayetleri verelim..Bağlar ve üzümlerDolu kadehlerYukarıda aldığımız kelimeleri düşündüğümüzde burada bir bağdan bahsedilidği sonucuna varırız.Bağlar, üzümler…Etrab asma dallarıKEVAİB kavramının asma dalları olması gerekiyor.Çünkü bir önceki ayette bağlar ve üzümlerden bahsediyor buranın da asma dalları anlamına gelmesi gerekiyor.Yaşıt anlamına gelen etrab kavramının başka anlamlarının olup olmadığına bakıyoruz.Etrab anlamları: yaşıt olmak,fakir olmak,toprağa yapışmak(türabın toprak olduğunu,türbenin de aynı kelimeden geldiğini hatırlayın)….Eğer bir birçok mealcinin yaptığı gibi kevaib için kabarık göğüs,etrab için yaşıt anlamını versek dediğiniz gibi olur.Fakat ard arda gelen bu ayetlerin bütünlüğüne bakarsak kevaibin asma dalları olması gerektiğini hemen anlarız.O halde burada bağdan bahsedildiği için tasviri devam ediyor olmalıdır.Asma değişik toprak tiplerine tiplerine uyumyeteneği yüksek olan bir bitki türü..Bu açıdan asma bitkisinin toprağa yapışmış olmasından bahsediliyor olmalıdır.Ayete şu anlamı versek anlam bütünlüğü olacaktır:Şüphesiz takva sahipleri için kurtuluş vardır. Bağlar ve üzümler, toprağa yapışmış asma dalları, dolu kadehler….Yaygın anlamın aksine bu şekilde anlam bütünlüğü olabilmektedir.Bu ayetlerde vurgu,bağlar,bağlardaki asmalar, asma dallarındaki üzümlerdir.Göğüs ve yaşıt kavramını buraya serpiştirmenin anlamsızlığı bu şekilde ortaya çıkıyor.Fakat şu anlamı da ihtimal dâhilinde görüyorum:Kevaibin bir anlamı da bakire demektir. Etrabın bir anlamı da yaşıttır. Yaşıt bakireler anlamı da muhtemeldir. Bu anlam olsa her iki taraf için de geçerli olan bir durum var.Ayetlerin genel olarak cennete girenlerin bakire kalacaklarını ve eşleriyle yaşıt olacaklarını bildirir.Burada da anlam son derece normal görülüyor.O halde anlamkesinlikle tomurcuk göğüslülükdeğildir. Yatoprağa yapışmış asma bitkileriveyayaşıt bakireler anlamındadır.Tomucuk göğüslü anlamı hiç kabul edilir değil. Ne bütünlük ne de Kuranın anlatım seviyesi açısından...Ayetin hem toprağa yapışmış asma bitkilerinden veya/hem de yaşıt ve bakire olan cennet ehlinden bahsettiğini düşünüyoruz.
-
Geçenlerde bir yerde 2 ateist ve bir deist ve bir de agnostik dört kişiyle reelde bir araya geldim.Bu kişiler ateistforum üyesi değillerdi herhalde.Ama konular açıldıkça bildik konulara girildi.Doğrusu dördü toplanmıştı ve tartışıyorlardı.Yaklaşl 10 dakika sonra kendimi de bir ilahiyatçı olarak gösterip kulak misafiri olduğum konuşmlara açıklık getirmek istediğimi söyledim.Peygamberin evlilikleri, Allahın neden zulme seyirci kaldığı, Allahın neden bir kısım insanları özürlü yarattığı,recim cezasını, islamda kadını,kurandaki çelişkileri,köleliği ve daha bir sürü konuyu tartıştım.Özellikle agnostik olan kişi çok faydalandı.
Yalnız biraz çekingen idiler.Fikirlerimin herkese açıp açmadığını sorduklarında açmadığımı toplumun kendisinde modernsit bulduğu fikirlere hazır olmadığını,dahası dinin ahlaki yönüyle bilen kişilere fazla bir şey anlatmanın gerekmediği,ne zaman sorun olduysa bunlara başvurulabileceğini söyledim.Hiçbir yerde alamadıkları birkaç cevabı aldıklarını da söylediler.
Bu forumda 1-2 yıl önce daha çok yazardım.Ama benim sorgulama gücünde büyük bir devrim yarattı.Sayısız sorularla çok araştırmamı sağladı ve dinimi daha iyi öğrenmeme de sebep oldu.
Demek istediğim aslında İstandbulda olsaydım bu buluşmada da yer alabilirdim.Yakın çevremde atesitolan kişilerle iletişimim gittikçe artmakta.Ateist bile olsalar karşısındakini rencide etmek gibi bir görevi olduğuna inanmayan ile birarada olmak çok verimli olmakta.Bu sebeple toplantınızı sadece ateistlerle yapmanıza gerek yok.Özellikle müslümanlar içinde seçici davranabilirisniz.
-
1.Mekke’de 13 yıl boyunca siyasi döngü yoktur. Ortaya çıkan yeni bir dinin mevcut din sahipleri tarafından her türlü baskı veyıldırma yoluna başvurularak yok edilmesi vardır. Mekke’de dinsel yaşam ile ilgili hiçbir hüküm bulunmaz. Tamamen mevcut düzene bir başkaldırı vardır. Bu sebeple bir dinsel döngüden bahsedemeyiz. Henüz bir siyasi güç olmadıkları içinde konuya siyasi davranmanın hiçbir anlamı yoktur.
2.Habeşistan’a hicret ittifak arayışı değildir. Çünkü zaten o tarihte Müslümanlar bir güç değildir. Zulümden kurtulmak için, kendi çevresine göre adil olduğuyla ünlenmiş bir devlet adamının himayesine sığınılmıştır ve bu devlet adamı da gerçekten bu adaletini göstermiştir. Tüm tarafları dinlemeden karar vermemiştir.
3. İlgili kıssa İslam tarihinde genel kabul görmeyen bir kıssadır.Bu sebeple buna şüpheyle yaklaşmak gerekir.Fakat bazılarınca kendisi putları övmüş fakat Allah tarafından İsra 73-75 ayetlerinde uyarılmıştır: “
73- Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasınıbize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da senidost edineceklerdi.
74- Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun,sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
75- Bu durumda, biz sana, hayatın da kat kat, ölümünde kat kat (acısını) taddırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.
Diğer yandan uzlaşma çabaları içine giren peygamberdeğil Mekke oligarşisidir. Defaten Ebu Talibe gelmişler, ılımlı olmasıylameşhur Utbe b.Rebiayı göndermişler ama hiçbiri onu davasından vazgeçirmemiştir.Fakat ayetten anladığımız, ortada bir niyetlenme zaafı yaşamış ama vahiy anındaolaya el koyarak bunun önüne geçmiştir.
4.Medinelilerin Müslüman olmalarının kolay olmasıpeygamber beklentisinden kaynaklanabilir. Medinede Yahudilerin varlığıpeygamberin dini anlatmada daha inandırıcı olmasını sağlamış olabilir. Fakatbunlar, peygamberin davasında prensiplerinden vazgeçme uğruna uzlaşmasını gerektirmemiştir.Onlara tek bir kelime etrafında bir araya gelme çağrıları yapılırken bile Müslümanlarıntemel değerlerini satma gibi bir durum yoktur.
Anlamadığım bir durum var. Bir taraftan bir yazarçıkar İslam sakin olan bir ortamı gererek yayıldı der, diğeri de gelir İslam tavizvere vere yayıldı der. Sanırım inanmak istediği gibi yazmak buna derler.
-
bir sürü huri filan böyle şeyleri fantezi görüyorum ben...
cennet mutluluk yurdudur...
yani insanın mutlu olması için lazım olan her şeyin bulunduğu yer yahut zaman yahut hal demektir...
üzüntü yada korkunun olmadığı durumdur...
tertemiz eşlerden kuran da da bahseder...
ama bir erkeğe bir sürü huri diye bir şey geçmez...
onlar genelde rivayetlerde bolca bulunur...
herkesin kendi sevdiği tertemiz yani iyi güzel dürüst insan anlamında temiz birer eşinin olması ...
erkekler kendi eşlerinin hanımlar kendi kocalarının hurileridirler...
Dahası cennet,kişinin hayalindekidir.Bu dünyada neye teyamülü varsa diğerinde yaptığının karşılığını görme vardır.Kuran 7.yy ortalama bir arabın zihninin ortalamasını dikkate alarak onların dünyalarına göre bir cennet sunmuş ardından ise "Allahın rızası ise en büyüktür "diyerek bunların basit istekler olduğunu belirtmiştir. Erdemli insanlar için var olan veya olacak olan cennetin hiç kimsenin aklından dahi geçiremediğini de Kuranda bildirmiştir.
-
İkisi aynı başlıkta konuşulacak şeyler değil. İkisinin dinamikleri başka başka.
Bu, islami toplum için geçersizdir, yani islami toplumlarda farklılıklar sorundur, hemde yok edilmesi gereken bir sorun.
İslam’ın (sizce)oluşturmaya çalıştığı bir toplumda diğerlerinin özgür yaşama hakkı yoktur. Bu açıdan olası bir İslam toplumunda diğer inançtakileri oldukları gibi bırakmak ve giyim-kuşamlarına karışmamak imkânsızdır. Bunu bugün mevcut bazı İslam devletlerinin uygulamasıyla da örneklendirebilirsiniz. Her toplumun bir kendine has İslami anlayışı olduğu da artık inkâr edilemez bir gerçek haline gelmiştir. Abbasi ve Emevilerin bile aynı şekilde anlayamadığı bir İslami anlayış vardır.
Bu durumda Türkiye dindarlarının kendi inançlarını tam olarak yaşabildikleri bir ortamı elde etmeleri durumunda dayatmayı seçebileceklerini düşünüyor musunuz?
-
Kamusal alanda ülke resmi dili tek dil olmalıdır.
Bir dilli devlet tek devlet iki dilli devlet ikiye bölünmüş iki devlet demektir.
Devletin vatandaşları portekizce lazca kürtçe ermenice rumca türkçe gürcüce ingilizce çingeneceyi evde kavede otobüste konuşabilmelidir ama kamu kurumunda devlet bankası, tapu kadastro belediye mahkeme okul vb yerlerde ülkenin resmi dili tek dil olmalıdır, muhattap devlet olduğu anda iletişim Türkçe olmalıdır. Bizim insanlarımız ing tr etiketi görünce bir şey demeyip kürtçe türkçe etiket gördüğünde heyheylendikleri için o olgunluğa gelebilirmiyiz, ingilizler bilir...
Başortusu, sadece başortusu olarak kalacaksa sorun yok benim için.
Almanya’da 2, İtalya’da 7 Belçika’da 2 ve İsviçre’de 4 resmi dil olduğu söylenmektedir.Buna rağmen bu federe yapı ülkeleri bölmemektedir.Bu durumda Türkiye’nin kendisine özel şartları mı var?
-
Cumhuriyetin temel kuruluş ilkelerinin en önemlileri milliyetçilik ve laikliktir. Bu ilkeler gereğince, devletin millet açısından aidiyeti varken din açısından aidiyeti yoktur. Türk devleti iken, İslam devleti değildir. Osmanlı devletinin ise bunun tam aksine bir devlet ilkesine sahip olduğu bilinmektedir.
Bugün gelinen noktada her iki ilkenin de iyileştirilmeye başlandığı açıktır. Sözgelimi, önceleri Kürtçe konuşmak bile yasak iken, şimdi Kürtçenin resmi dil olup olmayacağı veya Kürtlere özerk bir yönetimin verilip verilmeyeceği tartışılabilmektedir. Bir zamanlar çok büyük bir olay olarak görülen Kürtçe yayın ve Kürtçe eğitim, yeteri hukuki altyapıları olmasa da yürürlüktedir.
Yine önceleri İslami ilkeleri dışarıda bile yasaklama girişimleri varken, bugün yeteri hukuki altyapısı olmasa da başörtüsü, en azından eğitim alanında serbest bırakılmaya başlandı.
Toplum olarak farklılıkların sorun olmayacağı anlamına gelen bu girişimler, yine de bu ilkelerin savunucuları olan kesimler tarafından endişe ile izlenmektedir. Laik kesim, bu girişimlerin sonunda laikliğin sonu anlamına geleceğini, sokakta bile giyim-kuşama müdahale edilebileceğini düşünmektedir. Milliyetçi kesim ise, bu girişimlerin sonunda Türk devletini böleceğini ve en son bağımsız bir Kürt devletine kadar gideceğini düşünmektedir.
Sizce bu düşünceler, gelinen noktada ne kadar doğru? Kürtlerin kahır ekseriyeti bağımsızlıktan yana mı? Dindarların kahır ekseriyeti İslami hükümlerin herkese kamuda uygulanmasından yana mı? Şu ana kadar her iki kesime verilen haklar, bunları daha fazla şımarttı mı? Yoksa herkesin karşılıklı bir şekilde birbirlerini anlamalarına mı yaradı?
-
Doğum'la ölüm arasında bir düalite var.Sonsuz yaşamı düşünmem bile.Açık Bir şey varki; doğum'la başlayan ölüm'le bitecek.Abartmaya gerek yok.Olduğu gibi kabullenmek gerek.Kanımca konu hayat olmalı.
ASLOLAN HAYATTIR.
Abartmamak için düşünmemek lazım. Düşünmemek güzel.Çocuklar düşünmediği için gayet keyif verici bir hayat yaşıyorlar.Peki,sizce biz yetişkinlerin "doğum-ölüm" süreciyle yetinmeleri etik açıdan ne derece doğru?
-
Kendimi yokladım, beynimi iki elimin arasına alıp derinlere daldım. Geçmişle gelecek arasında bir yolculuk yapmak istedim. Ne var ki yolculuk iki açıdan da ürkütücü idi.
Önce varlığı düşündüm. Ben varım, hayal değilim. Bir "varlık" olarak "var olma"yı sevdiğimi gördüm. Tattığım tecrübeler devamlı var olmamı istedi. Gelip tecrübe etmişken bir de yok olmak, bir hiç hale gelmek çok ama çok ürkütücü idi. Aslında bedenim yok olmanın umurunda bile değildi. Ama bilincime işlenen bir his beni illa da devamlı var olmaya zorladı. Böyle olunca devamlı var olmak istedim.
Sonra yokluğu düşündüm. Ben ne de olsa önceden yoktum, olmayabilirdim de. Gelip bu dünyaya düşünmeyebilirdim de. Ama neticede bir "yok" olduğum için "yok oluş" umun korkunçluğunu hissedecek değildim. Bundan sonraki yokluğum da onun gibi olabilir dedim ve yokluğu kabullendim. Hatta yokluğu devamlı varlığa tercih edecek oldum. Devamlı var olmak aslında daha ürkütücü geldi bana. Düşünün sonu olmayan bir hayattasınız. Ne yapıyorsanız ne ediyorsanız bitmiyor, sonu ve ucu yok. Çok vahşi bir şekle büründü aniden sonsuz varoluş. "Bir hiç olmak," "ürkütücü varoluş"tan iyidir dedim.
Sonra baktım, ikisi de aslında iyi değil. Çünkü ben bir faniyim. Fani olan bir varlığın fani olmayanı, sonradan var olan bir varlığın önceden var olmayanı algılaması imkânsız dedim. Bu işi bıraktım. Kendimi işte böyle bir şekilde zamanı takmayan, yeri takmayan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, zerre kadar işi aksatmayan bir varlığa adadım.
Biz hayata ve her şeye dünyadan ve anlık yaşadığımız hayattan ve onun deneyimlerinden bakıyoruz. Kısacası biz hayatı içinde yaşadıklarımızdan ibaret görüyoruz. Çünkü bedenimiz ile tüm yapımız ile bu dünyanın ve onun şartları içerisinde yaşıyoruz. Bundan olsa gerek sonsuzluğu anlamıyor ve ondan dahi korkuyoruz. Sonsuzluktan korkmak aslında sonsuzluğu tanıyamamaktan geliyor. Çünkü kendisinde bulunan sonsuzlukları yitirmiştir kişi. Madde ve hacmin fani ve basit gündeminin içine sokulmak suretiyle cevherini, enerjisini yitirmiştir. Sonsuzluğun ürpertisi bu zayıf ve dünyaya bakan yani basit ve aciz bir düşüncenin ürünüdür. Dünya ötesini düşünmek istemeyenler zaten düşünmüyorlar da. Onlar zaten hayatı bu dünyadan ibaret gördükleri için sadece bu dünya için vardırlar. Onların zifiri bir karanlıkta tek başına bir ıssız mekâna gidip varlığını sorgulamaları gibi bir lüksleri yoktur.
Varlığı ve hayatı ölümden sonra da düşünenlere ne demeli.İşte onlar içindir sonsuzluk ürpertisi…Onlar içindir kendilerini aciz görmek ve varlığın kahredici bilinmezliği karşısında hayretlere düşmek..Peki neden böyle bir arayış içindedir insanoğlu..Neden yukarıda dediğim türden diğer insan türü gibi gününü gün etmek istemiyor?Psikolojik hastalıkları mı var onların?Yoksa birincilere göre kendi cevherlerinde var olan bir özelliği ihmal mi etmiyorlar?Sanırım ikincisi..Çünkü insan doğasında olmayan bir şeyi ne düşünebilir ne de uydurabilir.İşte sorun, o düşündüğünün uydurma mı olduğu,hurafe mi olduğu yoksa hakikat mi olduğudur?
Ancak bizim tek gerçek olup olmadığımız ve zaman üstü olup olmadığımız ve hepimizin bir bütünün ayrı yapıları olup olmadığımız; zamanla sınırlandırılmış, belirli bir hacmin içine sığdırılmış ve önünü göremeyen bu fani hayat ile anlaşılmaz. İşte onun için son paragrafımda kendim pes ettim. Çünkü belirli bir aşamadan sonra ne kadar aciz olduğumu ve ne kadar şeyi hala çözemediğimi anladım. Gerçek olmadığımı zaman üstü olmadığımı anladım.
Yanısıra, insan ruhu sonsuzluk ile insan bedeni de fanilik ile donatılmış iki ayrı özellik mi? İnsanın hayvandan an itibariyle farklı olduğu kesindir. O halde hayvanlara bahşedilemeyin ve başka türlere nasip olmamış bazı cevherlerin insanda bulunduğunu söyleyebiliriz. Ruh, bu cevherin ta kendisi mi? Bilemiyoruz, çünkü ruhumuz işlevsiz ve ölü. Maddenin kahredici sınırında kalmış ve konforlu hayatın insan doğasının mahvedici yapısı içinde işlevini yitirmiştir. Bundan olsa gerek çözme noktasında zorluk çekiyoruz. Öyle görülüyor ki bu tanımlayamadığımız cevher de mutlak bir cevherden(üflenmiş ruhundan) olmadır ki onun özelliklerinin peşindedir.
İnsan bütün tarih boyunca ispat etmiştir ki; , yaratıklara tapınmaktan, onların önünde eğilmekten iğrenmektedir. Bu sebepten tarih, sahte Tanrıların enkazları ile doludur. Bugün tek tanrılı dinlerin de tanrısı eğer sahte tanıtılmış bir hale gelmişse insanlık vicdanı onu da hayattan atacaktır. Ki bu süreç başlamıştır. Allah, peygamber ve din kavramlarına olan negatif bakışa rağmen hala iyiliği, yardımı, sevgiyi ve şefkati seven nice insanlar var. Bunları iyi anlamak çok önemli. Çünkü Allahtan korkma Allahı sevmekten, Allahtan gelen mecburi emirler içten yapılan yaşam pratiklerini(ibadetleri) geride bırakmış. Oysa din samimiyettir. İçtenliktir, Olmadığı zaman ölüm sonrası hayata bir etkisi olmayacaktır.
Onun için diyoruz ki din bir samimi gönül birliğidir ve o samimi gönül birliğinin yolu içtenlikle yaşanan bazı hayat pratikleriyle elde edilir. O pratikler insana sıkıntı ve stresi değil, huzur ve mutmainliği, doyumu verir. Uyuşturmaz, canlılık ve sukunet verir. Böyle değilse o Kuranın deyişiyle “ed-din(the religion)” değil, işlevsiz dinlerden herhangi birdin( a religion) olur. Biz bu dairenin içinde kendimizi güvende hissediyor ve her şeyi bu dairenin failine havale ediyoruz.
Stephen Hawking Hayatını Kaybeetti.
in ATEİSTCAFE
Oluşturuldu: · tarihinde ozedonus_ tarafından düzenlendi
Bilimsel fiziğin öncülerinden, 53 yıl als hastalığı ile mücadele ederek azmin gücünü bize gösteren, "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur." tezini çürüten, bazen "evrenin oluşumunda Tanrıya gerek yok" derken bazen de "Tanrı yoktur diyemeyiz" diyen ünlü İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking hayatını kaybetti..
Gerek zamanın kısa tarihi ile gerekse de oynadığı yada kişiliğine dem vurulduğu popüler medya ürünleri (filmler, diziler vs) bilimin, bilimsel düşüncenin genç kuşaklara aktarilmasi konusunda almış olduğu resim rol unutulmayacaktır