Jump to content

cubbelii

Normal Üye
  • İçerik sayısı

    956
  • Katılım

  • Son ziyaret

İletiler bölümüne cubbelii kullanıcısının eklediği dosyalar

  1. Ahzab 59- Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bağışlayandır , merhamet buyurandır."

    Ayetin ve Cilbaba Bürünme Emrinin Nüzul Sebebi:

    Arap kadınlarının açılıp saçılmak adetleri vardı. Cariyelerin yaptığı gibi yüzlerini örtmezlerdi. Bu ise, erkeklerin onlara bakmalarına ve onlar hakkında çeşitli düşüncelere kapılmalarına sebep oluyordu. Yüce Allah, Rasûlüne, hanımlara dışarıya ihtiyaçlarını görmek üzere çıkmak istediklerinde üzerlerine cılbablarını alarak çıkmalarını emretmesini emretti. (Evlerde) tuvaletler yapılmadan önce ihtiyaçları için meskûn olmayan yerlere çıkar giderlerdi. Verilen bu emir ile hür kadınlar ile cariyeler arasındaki fark ortaya çıkacak, hür kadınlar tesettürleriyle tanınacaklardı. Böylelikle gençler ya da yaşlılar onlara söz söylemekten uzak kalacaklardı.

    Bu âyetin nüzulünden önce mü'minlerin hanımlarından herbir kadın ihtiyacını görmek için dışarı çıkar, bazı günahkârlar cariye olduğunu zannederek ona karşı çıkıverirdi. Hanım bunun üzerine sesini yükseltince, o da çeker giderdi. Mü'min erkekler durumdan Peygamber (sav)'a şikâyette bulundular. Âyet-i kerîme de bu sebeble nazil oldu. Bu anlamdaki açıklamaları el-Hasen ve başkaları yapmıştır.

    Buhari, Hz. Âişe'den naklediyor: Hz. Şevde örtüsüne büründükten sonra ihtiyacı için dışarı çıktı. Hz. Şevde iri yapılı bir kadın olup kendisini tanıyan kimseler için gizlenemeyecek durumda idi. Hz. Ömer (r.a.) kendisini görmüş ve ona:

    - Ya Sevde! Vallahi bize karşı kendini gizleyemiyorsun. Nasıl dışarı çıkacağına dikkat et, dedi.

    Hz. Sevde diyor ki: Eve döndüm. O sırada Rasulullah (s.a.) evde idi, akşam yemeği yiyordu. Elinde bir et parçası vardı. İçeri girdim. Peygamberimiz (s.a.)'e:

    - Ya Rasulallah! Ben ihtiyacım için dışarı çıktım. Bana Ömer şöyle şöyle dedi, dedim.

    Hz. Sevde devam ediyor: Bunun üzerine Allah ona vahiy indirdi. Az sonra vahiy hali kalktı. Et parçası hâlâ elinde idi. Onu yere koymamıştı. Peygamberimiz (s.a.) buyurdu ki:

    - Size izin verildi. Ancak ihtiyacınız için dışarı çıkabilirsiniz.

    Cilbab:

    "Cilbablarını..." buyruğunda geçen "el-celâbib; cilbablar" lafzı "cilbâb"ın çoğuludur. Bu ise, başörtüsünden daha büyükçe bir örtüdür. İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan gelen rivayete göre bu, ridâ (elbisenin üstüne giyilen üst elbisedir, bunun kina' (başörtüsü) olduğu da söylenmiştir. Sahih olan şudur: Cilbab bütün vücudu örten elbise, demektir. Müslim'in Sahih'indeki rivayete göre Ummu Atiyye'den şöyle dediği kaydedilmiştir. Ey Allah'ın Rasûlü dedim: Bizden herhangi birimizin cilbabı yoksa (ne yapsın?) Peygamber: "Kızkardeşi ona kendi cilbabını giyinmek üzere versin." diye buyurdu.

    Cilbabın Örtülmesi Keyfiyeti:

    İnsanlar cilbabın nasıl örtüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler, ibn Abbas ve Abîde es-Selmanî şöyle demişlerdir: Kadın sadece kendisiyle önünü görebileceği bir tek gözü dışında bu örtüye bürünür. Yine İbn-Abbas ve Katade şöyle demişlerdir: Kadın bunu alnının üzerinden büker ve bağlar, sonra da burnunun üzerinden onu çevirir. İsterse iki gözü görülsün. Şu kadar var ki, cilbab göğsü ve yüzün büyük bir bölümünü örtmelidir. el-Hasen dedi ki: (Cilbab ile) yüzünün yarısını örter.

    Rivayette sabit olduğuna göre Peygamber (sav) bir gece uyanmış ve şöyle buyurmuştur: "Allah'ı tenzih ederim. Bu gece ne fitneler indi, bu gece ne hazineler açıldı! Kim şu odalarda yatan kadınları uyandıracak? Dünyada nice giyinik kadın vardır ki ahirette çıplak kalacaktır. "

    Rivayete göre Dıhye el-Kelbî, Herakliyus'un yanından geri döndüğünde Peygamber (sav), ona Kubtî diye bilinen bir elbise, vermiş ve şöyle buyurmuştu: "Bunun bir parçasını sen kendine bir gömlek yap. Hanımına da onun bir parçasını ver, onunla örtünsün." Sonra ona şöyle buyurdu: "Ona vücud çizgilerini göstermemesi için bu elbisenin altına bir şeyler giyinmesini de emret. "

    Ebu Hureyre hanımların ince elbiseler giymelerini sözkonusu etmiş ve şöyle demiştir: (Böyle giyinenler) giyinmiş çıplaklar, nimet içinde bedbaht olanlardır.

    Temimoğullarının hanımları Âişe (r.anha)'ın huzuruna üzerlerinde ince elbiseler bulunduğu halde girdiklerinde Âişe (r.anha) onlara şöyle demiştir: Eğer sizler mü'min hanımlar iseniz şunu biliniz ki, şu elbiseler mü'min hanımların giyecekleri elbiseler değildir. Şayet mü'min değil iseniz bu elbiselerle faydalanıyorsunuz.

    Bir gelin Âişe (r.anha)'ın huzuruna getirildi. Üzerinde uspura boyanmış, kubtî bir örtü vardı. Âişe onu görünce, şöyle demişti: Bunu giyen bir kadın en-Nur Sûresi'ne iman etmiyor demektir.

    Peygamber (sav)'dan da şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "Giyinmiş fakat çıplak, kendisi meyleden ve başkalarını meylettiren, başları hörgüçleri yana yatmış deve hörgüçlerini andıran kadınlar, ne kendileri cennete girerler, ne de cennetin kokusunu alırlar. "

    Ömer (r.a) da şöyle demiştir: Bir kadının dışarıda görülecek bir ihtiyacı varsa, onu, kendisinin eski püskü elbisesini ya da komşusunun eski elbisesini giyinip kimseye görünmeden tekrar evine geri dönünceye kadar kimse onun çıkıp gittiğini bilmeden, çıkıp gitmesini engelleyen nedir?

    Tanınmamaya Çalışmaları:

    "Bu, onların tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur" buyruğunda kastedilen, hür kadınlardır. Tâ ki cariyelerle karıştırılmasınlar. Çünkü hür kadınlar olarak tanındıkları takdirde hürlüğün mertebesi göz önünde bulundurularak en ufak bir tepki veya kötü bir davranışla karşılaşmazlar ve böylelikle kimse onlara umutlanarak bakmaz. Burada maksat kadının kim olduğunun bilinmesi değildir. Ömer (r.a) başını örten bir cariye gördüğü takdirde, elindeki asa ile ona vururdu. Böylelikle o, hür kadınların kıyafetinin gereği gibi korunmasına çalışırdı. Şöyle de denilmiştir: Şu anda hür kadın olsun, cariye olsun hepsinin tesettüre bürünmeleri ve başlarını örtmeleri gerekir. Nitekim Rasûlullah (sav)'ın ashabı, Rasûlullah (sav)'ın vefatından sonra hanımların mescidlere gitmelerini engellemişlerdir. Oysa Peygamber (sav): "Allah'ın kadın kullarını, Allah'ın mescidlerine gitmekten alıkoymayınız." diye buyurmuştur. Öyle ki Âişe (r.anha) şöyle demişti: Şayet Rasûlullah (sav) şu çağımıza kadar yaşamış olsaydı, hiç şüphesiz bu kadınları mescide gitmelerini engellerdi.

    İbni Sa'd Tabakat'ta Ebû Malik'ten naklediyor: Peygamberimiz (s.a.)'in hanımları geceleri ihtiyaç için dışarı çıkıyorlardı. Münafıklardan bazı kimseler onların peşinden yürüyor, onlar da bundan rahatsız oluyorlardı. Bunu Peygamberimiz'e şikâyet ettiler. Münafıklara bu durum iletildi. Münafıklar: Biz sadece cariyelerin peşinden gidiyoruz, dediler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

    İbni Abbas diyor ki: Allah müminlerin hanımlarına ihtiyaç için evlerinden dışarı çıktıklarında yüzlerini başlarından itibaren "cilbab" ile kapatmalarını ve sadece bir gözlerini göstermelerini emretti.

    İbni Cerir'in rivayetine göre Muhammed b. Şirin diyor ki: Abîde es-Selmanî'ye "Dış örtülerini üzerlerine alıp örtsünler." ayetini sordum. Yüzünü ve başını örttü, sadece sol gözünü açıkta bıraktı.

    Abdürrezzak ve İbni Ebî Hatim, Ümmü Seleme'den rivayet ediyorlar: Bu ayet, "Dış örtülerini üzerlerine alıp örtsünler." ayeti nazil olunca ensa-rın hanımları sükûnet içerisinde, sanki başlarının üzerinde kargalar varmış gibi, üzerlerinde giydikleri siyah elbiseler olduğu halde dışarı çıktılar.

    Şer'î hükümlerin iyice yerleşmesinden sonra inen bu ayetin gayesi emredilen tesettürün mutlaka kapanması gerekli yerlere ilâve olarak emredilen dış örtülerdir. Bu emir kadını töhmet ve kuşkudan uzaklaştıran, fasık erkeklerin sarkıntılıklarından koruyan güzel bir edeptir.

    Şer'î tesettür, altındakini göstermeyecek şekilde bir elbise ile vücudun tamamını örten dış elbisedir. Kadın evinde kocasının yanında dilediği şekilde giyinebilir.

    1- Örtüye bürünme ve tesettür emri genel bir emir olup bütün kadınları içine almaktadır. Tesettür, kadının vücut hatlarını belirtmeyecek şekilde olmalıdır. Ancak kadının kocasıyla beraber olduğu durum bundan müstesnadır. Bu durumda kadının dilediği şeyi giyme hakkı vardır.

    Katade ve İbni Abbas ikinci bir rivayette şöyle diyor: Bu şekil, kadının iki gözü görünse de örtüyü alnının üzerinden geçirip bağlaması, sonra da burnunun üzerinden geçirmesidir. Fakat yüzün büyük bir kısmı ve göğüs örtülecektir. Hasan-ı Basrî diyor ki: Kadın yüzünün yarısını örtecektir.

    İbnü'l-Cevzî, Taberî, İbni Kesîr, Ebu Hayyan, Ebu's-Suud ve Cessas, Razî gibi âlim ve müfessirler "cilbabın örtülmesi" ifadesini, yabancı erkeklere karşı, ya da kadınların ihtiyaç için evden çıkmaları anında yüzlerini, saçlarını ve bütün bedenlerini örtmeleri şeklinde tefsir etmişlerdir.

    Bakın peygamber efendimiz Ebu Muhammed Abdurrahman Bin Amr Bin el As (r.a) efendimizin rivayet ettiği bir hadislerinde şöyle buyurur:

    “Hiç birinizin gönlü, arzusu, hevesi benim getirip tebliğ ettiğim şeylere tabi olmadıkça mü’min olmuş olamazsınız.”

    (Buhârî)

    Yine bir başka hadislerinde Allah’ın Resûlü şöyle buyurur:

    “Sizden biriniz beni nefsinden, ailesinden, çocuklarından ve tüm insanlardan çok sevmedikçe mü’min olamaz.”

    (Buhârî, İbni Mâce)

    “Üç şey kimde bulunursa, o gerçek imanın tadına ermiştir. Allah ve Resûlünü her şeyden çok sevmesi, sevdiğini Allah için sevmesi, hidâyeti bulduktan sonra küfre dönmekten, ateşe düşmek kadar korkması”

    (Ahmed İbni Hanbel Müsnedi)

    Hz. Ömer Efendimiz der ki; “Allah ve Resûlünün kötü gördüğü bir şeyi iyi gören mü’min değildir.”

    Hz. Ali Efendimiz de buyurur ki; “Her kim ki Allah ve Resûlüne muhabbet iddia ettiği halde, Allah ve Resûlüne muvafık hareket etmezse bu iddiası batıldır.

    Kim ki Allah ve Resûlüne isyan eder, Allah ve Resûlünün seçimine alternatif seçimler arayışı içine girerse o kimse apaçık bir şekilde Allah yolundan sapmış ve sapıtmış demektir. Evet Allah ve Resûlüne inandığını iddia ettikten sonra, Allah ve Resûlünü tercih ettikten, müslüman olduktan sonra kim ki Allah ve Resûlüne isyan ederse artık onun Allah ve Resûlüyle hiçbir bağı kalmamış, net bir şekilde İslâm’dan uzaklaşmış demektir.

    Nûr sûresindeki âyetlerle birlikte düşünecek olursak, eğer müslüman hanımlar, biz müslümanız diyen kadınlar eğer gerçekten Rablerinin emirlerine boyun eğmek, Rablerinin istediği gibi tertemiz bir hayat yaşamak istiyorlarsa, unutmasınlar ki onların kılık ve kıyafetlerini Allah ve Resûlü belirleyecektir. Yaşadıkları ortam, bulundukları şartlar ve coğrafya ne olursa olsun, hangi zaman diliminde bulunurlarsa bulunsunlar, yaşadıkları çağın ismi ne olursa olsun, insanların benimseyip kabullendikleri hayat tarzı ne olursa olsun hiçbir şey Allah’ın onlar üzerindeki haklarını düşürebilecek değildir.

    İşte bu âyetiyle Rabbimiz kadınlara seçtiği hayatı, kıyafeti bildiriyor. Ben sizin için bunu seçtim buyuruyor. Tepeden tırnağa kadar vücutlarınızın hiçbir tarafı görülmeyecek biçimde örtünmeniz gerekmektedir. Elleriniz, yüzleriniz, bedenleriniz belli olmayacak şekilde giyinmeniz gerekmektedir. Tüm bedeninizi bir örtü içine sokup, böylece müslümanların sizi hür ve iffetli olarak tanımaları ve eziyete uğramamanız için bu sizin hakkınızda daha hayırlıdır. Ben Allah’ın benim adıma seçtiğini kabul etmiyorum, ben Allah’ın rubûbiyet ve ulûhiyet’ini kabul etmiyorum diyenler elbette illa ki böyle bir kuralı kabul etmekle zorunlu tutulmayacaklardır. Kimse onları buna zorlamayacaktır.

    Rabbimizin temel bir dinî emri olan tesettürü başka türlü anlayarak yasaklamaya çalışıyorlar. Efendim, bu dinî bir özellik taşımı-yor, bu siyasî bir özellik arz ediyor diyorlar. Gerçekten bu, çok utandırıcı bir durumdur. Adamlar hem din adına konuşuyorlar, din adına hüküm veriyorlar, hem de dinden habersizler. Bakın işte bu sûrede, Nisâ sûresinde ve Nûr sûresinde son derece açık bir şekilde ortaya konmaktadır.

    Kimi zavallılar da; efendim, tesettür lâikliğe aykırıdır filan demeye çalışıyorlar. Halbuki lâiklik eğer din işleriyle devlet işlerinin birbirlerine karışmaması ise, elbette devlet bir müslümanın dinî inanışını koruması, ona baskı yapmaması gerekir. Öyle değil mi? Lâiklik dinsizlik değildir demiyorlar mı? Öyleyse devleti Allah ile kul arasına sokup bir müslümanın yapması gereken ibadetlerini devlet otoritesi ile engellemeye çalışmak lâikliğin ihlalinden başka neyle izah edilebilir? Şimdi Allah’ın emri gereği başını örten bir kızcağıza; eğer burada okumak istiyorsan başını açmak zorundasın demek, o müslümanı Al-lah’ın emriyle başkalarının emri arasında bir tercihle karşı karşıya ge-tirir. Böyle bir durumda Allah’a Allah’ın istediği gibi inanan, Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilen, O’nun istediği gibi bir hayat yaşamadıkça mü’min olunamayacağının bilincinde olan bir mü’min nasıl olur da Allah’ın emrini terk edip bir Rektörün veya Dekanın emrini tercih edebilir? Peygamberinin; “Allah’a isyan olan hiçbir konuda bir beşere itaat edilmez” hadisini bilen hangi müslüman açabilir başını? Lâikler istedikleri kadar lâik hocalara fetvalar verdirsinler, hiçbir müslüman onların fetvalarına inanmayacaktır.

    Peki acaba bu şartlar altında inanmış bir müslüman ne yapmalıdır? Ne yapalım, zaruret var, başımızı açmadan bu okullarda okuyamıyoruz, biz de başımızı açıverelim mi diyeceğiz? Hayır, bu şartlarda avret yerlerini açmak haramdır. Buna zaruret demiyor dinimiz. Zaruret; yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helâki gerekli kılan şeydir. Yapmadığı zaman ölümle karşı karşıya kalacaksa kişi, o zaman zaruret var demektir. Değilse ileride İslâm’a hizmet ederiz gayesiyle bu okullarda baş açarak okumanın zaruret kabul edilmesi mümkün değildir.

    Çünkü emr-i bil’maruf farz-ı ayın olmadığı gibi, bir müslüma-nın itikadı ve ibadeti için gerekli olan ilimlerin dışındaki bilgileri tahsil etmesi de farz-ı ayın değildir. Kaldı ki mutlaka bilmeleri gereken farz-ı ayın ilimleri başlarını açmadan başka yerlerden de öğrenme imkânı vardır. İslâm’a hizmet mutlaka resmî bir okulda okumayı veya resmî bir dairede çalışmayı gerektirmez. Evet kadınların ilmi yönden yetişmeleri iyidir, ama bu bir haram işlemeyi asla tecviz etmez.

    Bilindiği gibi; “mazarratı def, menfaati celpten daha evlâdır”. Bu bir fıkıh kaidesidir. Dinimizde bir haramla bir emir karşı karşıya geldiği zaman, haram emirden önceliklidir. Allah’ın Resûlü bir hadislerinde bunu şöyle anlatır: “Ben size bir şeyi emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadarını yapın, bir şeyi nehyettiğim zaman da ondan kaçının.” Dikkat ederseniz emirler için “gücünüz yettiği kadar” ifadesi geçerli iken, yasaklar için kesinlik söz konusudur. Meselâ ilim öğrenin der İslâm, ne kadar? Gücünüz yettiği kadar, becerebildiğiniz kadar. Ama içki içmeyin der, ne kadar? Hiç içmeyin, bir damla bile içmeyin der.

    Evet, unutmayalım ki bir farzla, bir emirle bir yasak, bir haram karşı karşıya geldiği zaman, haram emirden önceliklidir. Bir harama düşmektense farz terk edilir. Öyleyse velev ki şu anda bu okullarda öğrenilecek bilgiler farz-ı ayın bilgiler olsa bile, bir harama düşürecekse o ilimler terk edilir. Kaldı ki bu ilimler farz-ı ayın ilimler bile değildir.

  2. Eline aldığın o klavyeyi,izlediğin o televizyonu,bizlere küfür yağdırdığın o interneti,bindiğin arabayı,uçağı,tıbta kullanılan ilaçları v.b daha saymakla bitiremiyeceğim binlerce kullandığın teknolojiden mi bahsediyorsun.

    Yaptıklarınız için teşekkür ederiz.

    Hz. Peygamber (sas) "İnsanlara hamdetmeyen (teşekkür etmeyen), Allah'a da hamdetmemiş olur."

  3. Cübbeli ayetlere massalla mı cevap veriyorsun?

    hiç yakıştıramadım.

    HAŞR suresi 10- Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler): "Ey kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!" (şefkat ve ihsanın son derece fazladır).

  4. Cübbeli ayetlere massalla mı cevap veriyorsun?

    hiç yakıştıramadım.

    Hadisi Şerif:

    İnsanların en zahidi kabri ve çürümeyi unutmayan, dünya ziynetinden en kıymetlisini terkeden, ebedî olanı fânî ve geçici olana tercih eden, yarını ömründen saymayan ve kendini ölmüş kabul edendir.

  5. Bakınız bir müslümanın mümin olduğunu bilemessiniz, bir müslümana mümin derseniz bu sizin hüsnü zanınınzdır.Ama gerçekte o müslümanın mümin oduğu sizin için gayb yani bilmediğiniz birlşeydir.

    işte şu ayet bunu gösterir;

    Hiç kimse, Allah?ın onayı (izni) olmadan mümin olacak değildir. Allah pisliği, aklını kullanmayanların üzerine yığar. (Yunus 10/100)

    görüldüğü gibi Allah'ın onayı ve ya izni sizin için gaybdır.

    Peki kişi bilmediğinin ardından hüsnü zanla bile olsa gitse ne olur

    Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. çünkü; kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. 17 İsra Suresi 36

    Şimdi cübbeli Allah dostu vermişin vidyoda bi sürü, bunlar senin hüsnüzanındır bilesin.

    Allah`ın (cc) veli kullarından biri,

    senelerce Rabb`e kullukta bulunur.

    Nice müritler yetiştirir.

    Yetiştirdiği her müridin bir gün gelir ki gözünden perde açılır ve şeyhinin durumunu müşahede eder.

    Ne acıdır ki Levh-i Mahfuzda şeyhleri `Şakî olarak` yazılmaktadır.

    Bir bir onu terk ederler.

    Sonunda sadece sadık bir mürit kalır.

    Durumu çok iyi bilen; fakat bir ders daha vermek için sabırla olanları seyreden şeyh bu müride sorar:

    `Arkadaşların niçin dergâhı terk ettiler; artık gelmiyorlar.`

    Mürit, utanarak, hicap ederek cevap verir:

    `Efendim, der. Sizi şaki olarak gördüler ve onun için halkayı terk ettiler.`

    Şeyhin dudaklarında buruk bir tebessüm belirir.

    `Yavrum, der, ben onların daha henüz gördüklerini kırk seneden beri görmekteyim. Ama başka kapı mı var ki oraya gideyim?`

    Şeyhin bu sözü semayı ihtizaza getirir.

    Levha birden değişmiştir.

    Şimdi o, elden ele bir gül gibi koklanan bir mutlu ve bir said dir.

×
×
  • Yeni Oluştur...