Jump to content

Recommended Posts

  • İleti 126
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Senin saçmalıklarını yanıtlamaya tenezzül edeceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun..

Bunlar senin Freud hakkındaki saplantıların..

Freud'la aynı görüşü hala paylaşan bir insan için aydın demek çok zor..

insanlarin doyuma ulastiklarinda kişiliklerinin nasil düzeldiğine hiç sahit olmadiniz mi?

doyumsuz insanlarinda oraya buraya saldirmak için neler yaptiklarini, nasil megalomanlaştiklarini.

"freud sadece tip bilgini değildir" demiştim üstteki ileti de.evet, çünkü o tip bilgisini entelektüel zekasi ile birleştirmiş ve insana psikolojik özgürlük ve mutlulugunu nasil kazanabileceğini de göstermiştir.

cinselliğin bir tabu halini alişi size göre nasil gerçekleşti? beyinde meydana gelen bir anormallik mi? elbette ki değil.

freud cinselliğe önem atfetmiştir ama bu sadece cocugun kişiliğinin ve öğrenme evrelerinin gelişimi icin geçerlidir. yani bu ağirlik cocuk gelişimi için konulmustur. oysaki freud'un asil incelediği mesele bu değil psikanaliz kuraminin temelinde yatan bilinç dişi süreçlerdir.Çünkü bilinç dişi bilinç tarafindan bastirilan şeylerin itildiği bir beyin alanidir.ilerleyen yillardada tip bilimi bu alani haritalayabilecektir.bu alana toplum yasalar ve töreler tarafindan kişiye yapılan tüm kısıtlamalar ve engellemeler, kişinin doyuramadiği duygulari, onun aci ihtiraslari ve anilari vs.. itilir.ama bu itilen şeyler orada bos durmazlar- ara sira rüyalarda cikar-, durmadan bilince ulasmak için kişiyi dürtüklerler ama bilinç bunlari kabullenmek istemediğinden dolayi sürekli bastirmaya calişir sonunda bir çatişma ortaya cikar ve bu durum çeşitli psikoz ve nevrozlara yol açar.işte psikanaliz bilindişi alanina hapsolmus bu anilari hipnotizma ve serbest telkin yöntemlerini kullanarak ortaya cikarir ve onlari bu şekilde tedavi eder.

işte freud bunlari savunur, gerisi hikaye.

tarihinde xhorde tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Hemen bütün kuramları reddedilen, yalanı açıklanan ve sonunda bir sahtekar olarak teşhir edilen bir insanı savunmak ona karşı daha insaflı ve adil davranmak ne dereceye kadar doğrudur, bilmiyorum.

Freud'un iddialarının bilimsel ve doğru gözlemler olduğunu ileri sürenleri onları kanıtlamaya davet edince, kimse boy göstermeye yanaşmıyor.

Freud'a olan yakınlık ve sempatinin nedenlerini anlamaya çalışıyorum.

Anlamakta zorluk çekiyorum.

Ateistforum'da peygamberleri sahtekarlık ve yalancılıkla suçlar ve onların ortaya koyduğu dinleri acımasız eleştiriken, gerçek bir sahtekarı, ateist olduğu ve güzel yazdığı için savunmanın iki yüzlülük ve çifte standartlık demek olduğunu neden düşünmüyoruz?

Bir bilim dalı oluştururken, ona en büyük zararı veren bir insan neden bu kadar yüceltiliyor?

Freud olmasa da psikiyatri bir tıp bilim dalı olarak ortaya çıkacaktı.

Çünkü akıl hastalıkları insanlığın en önemli hastalıklarındandır.

Onları ayrı bir disiplin olarak incelemek zorunluğu vardır.

Freud insan aklının ırzına geçerek onu açıkalamaya çalışmıştır.

Ölümünden 70 yıl sonra onun mirasını yüklenen sefil müritleri, aynı minval üzere hareket ederek, insan akıl, mantık, sağduyu ve rasyonalitesinin, ırzına geçmeye devam etmektedirler.

Maneviyat veya ruhsallık dediğimiz olgu yalnız insana özgü değildir.

Hayvanlarda da vardır.

Evrime inanan, bu gerçeğe de inanmak zorundadır.

İnsanlarda onlar doruğa yükselmişlerdir.

Ama bir köpek, at, eşek ve sayısız diğer hayvanlar da düşünür, özler, sever, kıskanır, ilgi duyar, cinselliğe sahiptir.

Onlarda da libido vardır. İnsanda var olduğu söylenen id ve ego da onların yaşamını renklendirmelidir.

İnsanlarda, evrildiği hayvanlarda olmayan yeni, orijinal hiç bir nitelik yoktur.

Bazı nitelikler uydurup, onların yalnız insanlara özgü olduklarını iddia etmek, bilimsel değildir.

Bilime kaba bir müdaheledir.

Freud işte bunu gerçekleştirmiştir.

Freud'un bilime katkısı nedir?

Nasıl bilim yapılmaması konusunda insanlığı aydınlatması dışında, Freud'un bilime hiç bir katkısı olmamıştır.

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
Maneviyat veya ruhsallık dediğimiz olgu yalnız insana özgü değildir.

Hayvanlarda da vardır.

Evrime inanan, bu gerçeğe de inanmak zorundadır.

İnsanlarda onlar doruğa yükselmişlerdir.

Ama bir köpek, at, eşek ve sayısız diğer hayvanlar da düşünür, özler, sever, kıskanır, ilgi duyar, cinselliğe sahiptir.

Onlarda da libido vardır. İnsanda var olduğu söylenen id ve ego da onların yaşamını renklendirmelidir.

sadece primatlarda rastlanir, o da insana yakin olduklari için. ama primatlarda bile ruhsal dünya cok geri ve iptidai niteliktedir. çünkü ruhsal dünya frontal lob ve beyin kabugu tarafindan yönetilir ki bu insanin dişinda hiç bir canlida çok gelişmiş değildir. freud'un ön plana koydugu bilinç bilinçalti ve bilinç dişi süreçleri yöneten beyin bölümleride işte bu ikisidir.

bu yüzden evrim söylediklerinizin tam tersine ruhsal dünyanin primatlardan insana doğru basitten karmaşiğa doğru gelişip evrimleştiğini söyler.evrimle çelişmek ne kelime tersine bizzat onu doğrular.yani primatlarda bu insana göre cok geridedir.insan'da ise cok gelişmiş oldugu için aradaki fark bariz değildir.mesela diğer hayvanlarda içgüdüler olsa bile psikoz ve nevroz gibi bir şey yoktur.

İnsanlarda, evrildiği hayvanlarda olmayan yeni, orijinal hiç bir nitelik yoktur.

Bazı nitelikler uydurup, onların yalnız insanlara özgü olduklarını iddia etmek, bilimsel değildir.

Bilime kaba bir müdaheledir.

Freud işte bunu gerçekleştirmiştir.

evet öyledir, ama beyin kabugu ile frontal lob ruhsal dünya'yi yöneten bölgelerdir ve diğer hayvanlarda az gelişmiş iken insanda evrim sayesinde gelişmişliği doruga ulaşmiştir.yani freud'un varsayimlari soyut kategorileri ele aliyor diye onun bu kategorilerinin beyin fizyolojisinde bir karşiliği yok demek değildir.tam tersine evrim kurami ile freud'un kategorileri paralellik göstermektedir.

tarihinde xhorde tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
sadece primatlarda rastlanir, o da insana yakin olduklari için. ama primatlarda bile ruhsal dünya cok geri ve iptidai niteliktedir. çünkü ruhsal dünya frontal lob ve beyin kabugu tarafindan yönetilir ki bu insanin dişinda hiç bir canlida çok gelişmiş değildir. freud'un ön plana koydugu bilinç bilinçalti ve bilinç dişi süreçleri yöneten beyin bölümleride işte bu ikisidir.

bu yüzden evrim söylediklerinizin tam tersine ruhsal dünyanin primatlardan insana doğru basitten karmaşiğa doğru gelişip evrimleştiğini söyler.evrimle çelişmek ne kelime tersine bizzat onu doğrular.yani primatlarda bu insana göre cok geridedir.insan'da ise cok gelişmiş oldugu için aradaki fark bariz değildir.mesela diğer hayvanlarda içgüdüler olsa bile psikoz ve nevroz gibi bir şey yoktur.

evet öyledir, ama beyin kabugu ile frontal lob ruhsal dünya'yi yöneten bölgelerdir ve diğer hayvanlarda az gelişmiş iken insanda evrim sayesinde gelişmişliği doruga ulaşmiştir.yani freud'un varsayimlari soyut kategorileri ele aliyor diye onun bu kategorilerinin beyin fizyolojisinde bir karşiliği yok demek değildir.tam tersine evrim kurami ile freud'un kategorileri paralellik göstermektedir.

Hadi oradan Freud müridi..

Köpeklerin bile senden daha ruhasl olduklarına eminim.

Evrimin ruhasallık konusunda öyle bir iddiası yoktur.

Primatların dışında çok akıllı, düşünceli ve hisli çok sayıda hayvan türü vardır.

Balinalar ve yunuslar gibi..

Sen hiç sperm whale beyni gördün ve inceledin mi?

Bu 11 kilogramlık doğa harikasında frontal loblar ve kortek çok gelişmiştir.

Senin gibi 10 insandan daha hisli ve akıllıdır bu hayvan..

Primat bile değildir.

Diğer hayvanlarda psikoz ve nevrozların olmadığı iddiası da çok bayat..

Özellikle nevrozlar primatlardan çok daha ilkel hayvanlardan kalan davranış biçimleridir.

Biz onları hastalık olarak algılıyoruz..

Ama onlar normal fizyloljik reaksiyonların aşırı uçlarını simgelerler..

Bir tavşan çevresindeki hareketlerre karşı ne kadar reaksiyoner ise, o kadar çok yaşama şansına sahiptir.

Anxiete'lerin nedeni bu fizyolojik reaksiyonların abartılmasıdır.

Evrim kuramı ile Freud'un teorileri arasında paralellik gören zihnite de bayat ve eskidir. Sefildir hatta..

Link to post
Sitelerde Paylaş

1923'de Freud ilk kanser ameliyatını oldu.

23 Eylul 1939'daki ölümüne kadar 30 kere ağız boğaz kanserinden ameliyat oldu.

Bu süre içinde kabuğuna çekildi.

Toplantı ve konferanslarda konuşmadı.

Yazmakla yetindi.

Ve Freud yazdı..

Ölmeden önce yazdığı en son kitabın adı 1939'da yayınlanan Moses and Monotheism idi..

Bu kitap İngiltere'de tamamlanıp yayınlandı.

Birkaç ay önce Nazi'ler tarafından işgal edilen Avusturya'dan ayrılmıştı.

Freud Avusturya'dan İngitereye kaçmadı.

Nazi'lerden yüksek bir rüşvet karşılığı izin alarak ayrıldı.

Bu izin için Freud'dan, Nazi'lerin kendisine iyi davrandığını kabul eden bir mektup imzalaması istenmişti.

Freud'u Nazi'ler ve Sovyetler sevmiyorlardı.

Kitapları ünlü Kristal Nacht da yakıldı ve Rusyada yasaklandı.

Bilim adamlarının birçoğu Freud'un görüşlerine tepki gösteriyorlardı.

Ama Freud ölünceye kadar dik kafalılık ve inatçılığından ödün vermedi.

Bütün başarısını kuramlarının doğruluğuna değil, onlara borçludur.

Freud ilerleyen kanserini durduramayan doktorundan kendisini yüksek doz morfinle öldürmesini istedi.

Ve bu isteğine kavuştu.

Freud ötenazi ile ölmüştür.

Bu onun ilk hazin sonudur...

Bunu ilerleyen yıllar içinde Freud'un bütün kuramlarının reddedilmesi, çürütülmesi, çöpe atılması izlemiştir..

Bu da Freud'un ikinci hazin sonudur.

Bu iki kesin sona rağmen, günümüzde Freud'u hortlatmaya çalışan sapkın bir eğilim ortaya çıkmıştır.

Bu yeniden doğan Freudizmin de temeli bilimsel değildir.

Bilim Freud'u reddetmiştir.

Psikiyatrik hastalıkların nedeninin organik bozukluklular olduğu kesinlik kazanmış ve ilaç tedavisi ile mucizeler yaratılmaya başlanmıştır.

Oral-anal cinsel devreler yoktur. Libido bütün canlılarda vardır.

Nevrozların ve diğer akıl hastalıklarının nedeni libido ile ilgili değildir. Beyindeki kimyasal ve organik bozukluklardır.

İd, ego ve süper-ego gibi kavramların aslında yaşama içgüdüleri oldukları bilinmektedir.

Bu kavramlar Freud'un tanımladığı şekilde yokturlar.

Yaşama içgüdülerinin beyindeki anatomik alt yapıları gösterilmiştir.

Yani id, ego ve süper-ego, libido gibi, organik bir temele dayanmaktadır ve bütün hayvanlarda vardır.

Modern psikiyatri kendisini kurarken iğfal eden bu ilginç karakterin etkisinden kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.

Bu eğilimin tersine dönmesi mümkün değildir.

Selamlar...

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hadi oradan Freud müridi..

Köpeklerin bile senden daha ruhasl olduklarına eminim.

terbiye konusundada o hayvancağizin senden daha insana benzediğinden eminim. üslubunu düzelt ve terbiyeni takin demiyorum, neden biliyor musun çünkü bu durum sana fazlasiyla yakışıyor

Evrimin ruhasallık konusunda öyle bir iddiası yoktur.

sen tip diplomani marketten mi aldin? nasil yoktur, beyin kabugunda karmaşiklaşan şartli ve şartsiz reflekslerin kavramsal ve ruhsal dünyaya yol açişi hakkinda hiç bir şey okumadin mi sen?

Primatların dışında çok akıllı, düşünceli ve hisli çok sayıda hayvan türü vardır.

Balinalar ve yunuslar gibi..

bunlarda psikoz ve nevroz gibi akil hastaliklarina rastlaniyor mu? elbette ki değil. o halde, bunlarin ruhsal dünyasi insanin ki kadar gelişkin değildir

Sen hiç sperm whale beyni gördün ve inceledin mi?

Bu 11 kilogramlık doğa harikasında frontal loblar ve kortek çok gelişmiştir.

Senin gibi 10 insandan daha hisli ve akıllıdır bu hayvan..

Primat bile değildir.

eminim senin gibi 5000 edepsizden de daha düzgün uslup kullaniyordur. tartişmada ezilince son çare olarak bu hakaretlere mi sığınıyorsun, yaşin 60 kusur ama aklin o hayvanların embiryosundaki beyin kadar değil.21 yaşindaki uber bir gencin seni sözde uzman oldugun konularda fildir fildir oynatmasi fena dokunuyor değil mi?

türünü verdiğin balina'nin da hakkidnda detayli bilgi toplayip sana yanit vereceğim, biraz bekle.

Diğer hayvanlarda psikoz ve nevrozların olmadığı iddiası da çok bayat..

Özellikle nevrozlar primatlardan çok daha ilkel hayvanlardan kalan davranış biçimleridir.

Biz onları hastalık olarak algılıyoruz..

salliyorsun, önce kanitlayacak sonra iddiani yapacksin. kalitesiz polemikçileri dikkate almadiğimi bilmelisin.ama sen korkaklik ederek beni forumdan banlayacaksan da emin ol, zaten dibe battiğin polemikte iyice batacaksin ve sana bu daha fazla yakişacak.eğer sikiyorsa izin verde tartişmaya devam edelim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

üstelik tüm bunlarin başka hayvanlar olusu gerçek bile olsa bu freud'u cürütmez. çünkü freud'un kategorileri beyin kabugu ile frontal lob'tadir.bu iki beyin bölümü gelişkin olan tüm canlilar ayni mekanizmalara sahip olabilir -neden olmasin?-

Link to post
Sitelerde Paylaş

gelelim ispermecet balinasi olan ve haci'nin "sperm whale" şeklinde bizlere tanittiği balina'ya..

hakkinda kisa bir bilgi edinmek için;

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0sperme%...t_balinas%C4%B1

kendisinden herkesin okuyabilmesi için bu hayvanin beyin anatomisini bizlere açiklayacak türkçe bir kaynak vermesini istiyoruz.

üstelik bu hayvanin beyin kabugu gelişkin olmadiği gibi(olsa heceli dili olurdu) frontal lobu'nun gelişkinliği ise şaibelidir.diyelim ki frontal lob gelişkin, ama insana özgü ruhsal işlevleri yerine getiren frontal lobun bir alt lobcuklari gelişmemiş olamaz mi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Freud Avusturya'dan İngitereye kaçmadı.

Nazi'lerden yüksek bir rüşvet karşılığı izin alarak ayrıldı.

Bu izin için Freud'dan, Nazi'lerin kendisine iyi davrandığını kabul eden bir mektup imzalaması istenmişti.

hiç bir kanit ve tescilleme göstermeden bunu yazdiğina göre artik haci'nin ne ölçüde önyargisiz tartişma yürüttüğünü görebilirsiniz sayin katilimcilar.freud bir yahudi'dir, nazilerin onunla işbirliği yapmasi size göre ne ölçüde mantikli

Freud'u Nazi'ler ve Sovyetler sevmiyorlardı.

Kitapları ünlü Kristal Nacht da yakıldı ve Rusyada yasaklandı.

naziler sevmiyordu, çünkü naziler tutucu olduklari gibi anti-semitisizm yandaşiydilar, freud ise yahudi idi.sscb ise başka bir anti-semitisizm ideologu olan stalin'in elinde rezil oldugu ve resmi komünizm dogmasina aykiri hiç bir şeyi kabul etmediğinden dolayi freud'u reddetti.

Bilim adamlarının birçoğu Freud'un görüşlerine tepki gösteriyorlardı.

Ama Freud ölünceye kadar dik kafalılık ve inatçılığından ödün vermedi.

Bütün başarısını kuramlarının doğruluğuna değil, onlara borçludur.

freud gerçeği tüm cıplaklıgıyla ortaya serdigi ve tüm tabulara başkaldirdiği için o donemin geri kafalilari ve geri kafali sözde bilimadamlarinin saldirisina ugradi. ama gerçekler gerçektir, ne kadar saldiriya ugrarsa ugrasin gerçek sabittir, değişmezdir..

senin bilmediğin halde saldirmaya caliştiğin freud'a karşi tavirlarin yaratilişçilarin darwin'e yaptiklarindan farksizdir.

Freud ilerleyen kanserini durduramayan doktorundan kendisini yüksek doz morfinle öldürmesini istedi.

Ve bu isteğine kavuştu.

Freud ötenazi ile ölmüştür.

Bu onun ilk hazin sonudur...

desteksiz sallama..bu şekilde ölmüş olsa bile onun görüşlerinin dogru oldugu gerçeği değişmez..

Bunu ilerleyen yıllar içinde Freud'un bütün kuramlarının reddedilmesi, çürütülmesi, çöpe atılması izlemiştir..

desteksiz sallamada ölçüsüzlük ....kanit ve belge açiklama ya da deklarasyon bildiri vs.. yok.darwin ve marx ne ölçüde çürütüldüyse freud'da o ölçüde cürütülmüştür..

Nevrozların ve diğer akıl hastalıklarının nedeni libido ile ilgili değildir. Beyindeki kimyasal ve organik bozukluklardır.

hayır, her düşünme eylemi zaten beyne ve onun fonksyonlarina bagli oldugu gibi hastaliğa yol açan etken bastirma ve engellemedir.

İd, ego ve süper-ego gibi kavramların aslında yaşama içgüdüleri oldukları bilinmektedir.

Bu kavramlar Freud'un tanımladığı şekilde yokturlar.

Yaşama içgüdülerinin beyindeki anatomik alt yapıları gösterilmiştir.

Yani id, ego ve süper-ego, libido gibi, organik bir temele dayanmaktadır ve bütün hayvanlarda vardır.

o 3 terimin anlamini bilmiyorsunuz bu ilki..

freud'un kategorileri beyinde gösterildi diye o kategoriler yok olmaz tam tersine kanitlanir bu da diğeri..

Modern psikiyatri kendisini kurarken iğfal eden bu ilginç karakterin etkisinden kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.

Bu eğilimin tersine dönmesi mümkün değildir.

modern psikiyatri diye bir şey yoktur. psikiyatri pskiyatridir. ilaç tedavisi adi verilen yöntem beyindeki bazi reseptörleri kullanarak beyni uyusturma ve kontrol etmeden başka bir şey değildir.bu yuzden cogu birbirinden fasfarkli hastaliklar için bile ayni ilaç ya da yakin farmakolojik ekti gösteren ilaçlar kullanilmaktadir.beyni uyustururken vücudun diğer kesmini bozmaktadir.bu yuzden psikanaliz akil hastaliklarinin tedavisinde en etkin ve en uygun yöntemdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Daha önceleri de freud üzerine açılmış bir başlıkğı Ahmet Çelikkol hocanın aşağıdaki yazısı ile noktalamıştık. Ve sevgili hacının da bu görüşe katıldığını anımsıyorum.

Yeniden buraya taşımak ihtiyacı duydum.

FREUD KURAMI NE KADAR HAKLI?

Psikanalizin bir bilim olup olmadığı tartışması, bilimin tanımına göre değişir. Eğer bilim için deney ve ölçmeden kaynaklanan bilgi temel alınırsa, psikanaliz bilim değildir. Psikanalizin olaylar arasında nedensellik bağları kurma üzerinde yoğunlaştığı dikkate alınırsa, bilimdir. Biyolojik psikiyatri, bugün ruhsal bozuklukların tedavisinde çok önemli düzeye ulaştı, etkinliği kanıtlanmış ilaçlar geliştirildi. Gene de ilaç etkinliği araştırmaları, psikoterapi ile birlikte uygulandığında etkinliğin ikiye katlandığını gösteriyor. Bu açıdan biyolojik ve dinamik psikiyatri birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.

Ahmet Çelikkol (*)

Psikanaliz, Freud'un oluşturduğu, ruhsal fenomenlere analitik ve dinamik yaklaşımı öngören kuramdır. Ruhsal işleyişi yeni bir bakışla ele alır ve ruhsal bozuklukların tedavisinde kullanılır.

Eysenck gibi eleştirmenler, psikanalizi, bilimsel olmadığı nedeniyle reddederler. Zaman zaman Home gibi bir psikanalist de psikanalizin bilim değil, Humanity (beşeri bilim) olduğunu savunur.

Psikanalizin bir bilim olup olmadığı tartışması, bilimin tanımına göre değişmektedir. Eğer bilim için deney ve ölçmeden kaynaklanan bilgi temel alınırsa, psikanaliz bir bilim değildir. Eğer psikanalizin olaylar arasında nedensellik bağları kurma üzerinde yoğunlaştığı dikkate alınırsa, bilimdir.

Freud'un "Totem ve Tabu" başlıklı kitabında geliştirdiği kurgu, sembolik anlamları dışında, gerçekçi kabul edilemez. Ancak, bu kurgu, hayran olunacak bir gözlem, saygı duyulacak bir zeka ve cesaret ürünüdür.

İlk başta ilkel göçebe aşiretin başında, kıskanç bir baba bulunuyordu. Baba, gruptaki bütün dişileri kontrol edebilirdi ve cinsel olarak elinin altında tutardı. Oğullar büyüyünce, baba onları aşiretin dışına attı; çünkü babanın eli altındaki kadınlara yaklaşmaya başlamışlardı. Sonra oğullar birleşti ve babalarını öldürdüler ve onu yediler. Daha sonra da, böyle korkunç bir iş yaptıkları için kendilerini suçlu hissettiler ve bunun sonucunda bir totem hayvanı öldürmeyi tabu haline getirdiler. Tabii ki bu totem, babalarını temsil ediyordu. Totem oluşturma, onların ilk suçluluk duygusunu biraz olsun dindirdi. Ancak kardeşler, aynen eskiden babalarının rakibi oldukları gibi, şimdi de birbirlerine rakip olmuşlardı. Babanın ortadan kalkışıyla, bu defa aile içi cinsel birleşmeler başladı ve bunun sonucu doğan çocuklarda art arda sakatlıklar baş gösterdi. Bu sorunu çözmek için ikinci bir tabu yarattılar. Aşiretin içinde çiftleşme yasağı ya da tabusu. Bu noktadan sonra sadece diğer aşiretlere mensup olanlarla eşleşmeleri uygun görüldü.

İşte Freud'un Totem ve Tabu adlı yapıtında ölümsüzleştirdiği spekülasyon ya da senaryo.

Bugün bile, bazı ortamlarda Freud kültleşmiş gibidir. Hakkında yazılan yazılar, kitaplar, tartışmalar, onu XX. yüzyılın en büyük bilimcilerinden biri yapmıştır. En radikal Freud karşıtları bile, her keresinde Freud'dan söz etmek zorunda kalırlar. Ama Freud kuramı hakkında ciddi eleştiriler de vardır.

Aslında bir depresyon ilacı olan Prozac, adının yayılmasıyla "Prozac Toplumu" söylemini ortaya koymuştur. Tedavi ilaçla kolay olduğuna göre, yıllarca sürecek psikoterapi seanslarına gerek kalmış mıdır?

Karşı argümanlar da hazırdır; psikoterapi yerine ilaç tedavisini önerenler, sigorta şirketleridir; çünkü onlar sonuçta ticarî kurumlardır ve amaçları para kazanmaktır. Ayrıca ilaçlar hastalığı tedavi etmez, sadece üstünü örter.

Jonathan Lear , hiçbir düşünürün, yaratıcılığı ve hayal gücünü Freud'dan daha demokratik olarak görmediğini söyler. Freud'dan sonra yaratıcılık, artık tanrısal ilham alanların ya da birkaç çok iyi şairin tekelinde olmaktan çıkmıştır. Psikanalitik açıdan herkes şair gibidir; herkes rüyasında metaforlar kullanır ve herkes yaşam sürecinde sembolik anlamlar yaratır.

Bilimsellik ve kullanılabilirlik açısından Feist'in sözlerine kulak verelim:

1) DETERMİNİZM Mİ, ÖZGÜR SEÇİM Mİ?

Freud'un insan doğasına yaklaşımı, deterministtir, çünkü davranışların, şu anki amaçlardan ziyade geçmiş olaylar tarafından şekillendirildiğine inanır. Şimdiki davranışlarımız üstünde hiç kontrolümüz yoktur ya da çok az kontrolümüz vardır. Çünkü insanlar, yok edici memnuniyet için sömüren vahşi yaratıklardır. Davranışlarımız, şu anki bilincimizin ötesine geçen bilinçdışı isteklerimizle şekillenir.

2) NEDENSELLİK Mİ, TELEOLOJİ Mİ?

Teleoloji (ereksellik), başlangıçtan belli bir sonuca yönelme amacıyla varolma durumudur. Freud inanıyordu ki davranışımız geleceğe ilişkin amaçlarımızla değil geçmiş nedenlerle şekillenir. Biz kendi belirlediğimiz bir amaca doğru hareket etmekte değiliz, aksine çaresizce Eros ve ölüm içgüdüsü arasındaki çatışmanın içine sıkışmışızdır.

3) BİLİNÇ Mİ, BİLİNÇDIŞI MI?

Freud'un psikolojisi bilinçdışı motivasyonun tarafını tutar. Freud inanırdı ki dil sürçmelerinden dinsel tecrübelere kadar her şey, cinsel ya da saldırgan içgüdülerimizi tatmin etme arzusundan kaynaklanır. Davranışlarımızdan haberdarızdır, fakat bu davranışların altında yatan motivasyonlar bilinçaltımızda gizlidir ve böylece motivasyonlarımız çoğu zaman gerçekte bizim olduklarını düşündüğümüz şeyler değildir.

4) BİYOLOJİ Mİ, KÜLTÜR MÜ?

Tıp eğitimi almış biri olarak Freud, insan kişiliğini biyolojik bir bakış açısından görme eğilimindeydi. Sık sık prehistorik sosyal ünitelerin sonuçlarından ve ardıllarından bahsetse de, argümanının temelinde yatan bu erken toplumlardaki gelenek ve göreneklerin evrim yoluyla şu anki biyolojik gelişimimizi etkilediğidir. Bilinçdışı, fantezi ve anksiyetelerimizin çoğunun kaynağı sosyal değil biyolojiktir. Başka deyişle söylersek, hangi toplumda yaşarsan yaşa, bilinçdışı dürtülerimiz aynıdır; cinsellik ve saldırganlık.

5) EŞSİZLİK, (BİRİCİKLİK) Mİ, BENZERLİK Mİ?

Bu konuda psikanalitik teori, orta yolu seçer. Evrimsel geçmişimiz, insanlar arasında büyük benzerliklere neden olur. Fakat bir yandan da bireysel tecrübelerimiz, özellikle erken çocuklukta yer alan tecrübelerimiz, bizi biricik bir biçimde şekillendirir ve kişilikler arası farklılığa neden olur.

Sonuçta, Feist'e göre, Freud kendini temelde bir bilim insanı olarak görse de, onun teorilerini oluşturan metotlar bugün kendi zamanına özgü, yani evrensel olarak açıklanmamış, demode kalmıştır ve bilimsel değildir. Deneysel araştırmaya değil, öznel gözlemlere dayanır. Freud, bu gözlemleri kendisi hakkında ve klinik hastaları hakkında yapmıştır. Bu hastalar, insanlığın tümünü temsil etmez. Çoğunlukla orta ve üst sınıflardan gelmiş olanlardır ve bu sınıfları temsil ederler.

Freud'u eleştiren bilim adamları arasında Marie Balmary, Hannah Lerman, Jeffey Masson, ve Paul Vitz anılmalıdır. Bu bilim insanları, Freud'u erkek egemen bir teori yarattığı için de eleştirirler ve Freud'un, kişisel eğilim, tecrübe ve görüşlerinden doğan taraflılığının teorilerine damgasını vurduğunu düşünürler. Freud'un bilimsel olmadığını belirtirler ve kendi bilinçdışı arzularından etkilendiğini varsayarlar.

Feist, bu arada Freud'un teorisinin ne kadar kullanılabilir ve yararlı olduğunu birtakım standartlar kullanarak saptamaya çalışır:

NE ÖLÇÜDE KULLANILABİLİR?

I. Psikanaliz, birtakım bilgileri, anlam taşıyan bir çerçeveye oturtmak üzere organize edebilir mi?

Freud'un kişilik teorisi, gözlemleri organize edebilme yeteneği ile dikkati çeker. Bir insanın davranışı ile ilgili hemen her şey mantıklı bir şekilde psikanalitik bir çerçeveye oturtulabilir. Fakat bu çerçeve, o kadar gevşek ve o kadar nereye çeksen oraya giden bir çerçevedir ki görünüşte birbiri ile çelişen pek çok veri bu çerçevenin sınırları içinde aynı anda varolabilir.

Yine de psikanaliz yararlı bir teoridir, çünkü bilgileri düzenler ve davranışların nedenini açıklar. En şaşırtıcı "niçin" sorularına bile, psikanaliz, diğer kişilik kuramlarından daha tatmin edici cevaplar verebilir.

Kimse Freud'un yanıtlarını kabul etmek zorunda değildir. Fakat bu yanıtlar, Freud'un temel varsayımlarının mantıksal uzantılarıdır. Psikanaliz, "niye ödipus kompleksi böyle gelişir?" ya da "niye latans dönemi vardır?" gibi zorlayıcı sorulara bile mantıklı yanıtlar sunabilir.

II. Tarif edilebilir bir araştırma ve test edilebilir bir hipotez sunar mı?

Bu standarda göre de Freud'un teorisi yüksek puan alır, fakat aynı zamanda özellikle test edilebilir hipotezler konusunda pek çok sorun ortaya çıkar. Bu problemler, doğrudan gözlem sınırlarının ötesinde kalan hipotetik kavramlar geliştiren, bilinçdışının varlığını öne süren bütün psikolojik teorilerde de vardır. İd, ego ve süperego gibi kavramlar ya da bilinçdışı, sadece bir varsayımdır ve doğrudan doğrulanamaz.

III. Günlük hayatta karşımıza çıkan problemlerin çözümü için rehberlik yapar mı?

Psikanaliz, kapsamlı olduğundan ve geniş bir yelpazede gözlemi düzenleme yetisine sahip olduğundan, uygulayanlar için genelde kullanışlı bir teoridir. Örneğin, psikanalitik oryantasyonlu bir terapist, günlük sorunlara çözüm bulurken, Freudçu teorinin sunduğu özgün ve kapsamlı rehberlikten faydalanabilir.

Psikoterapi, bu kriter karşısında da yüksek not alır: Bir bakıma, bilimsellik ile uygulanabilirlik ve yararlılık aynı şey değildir.

IV. Kendi içinde tutarlılık var mıdır?

Teori genel olarak kendi içinde tutarlıdır; fakat bilimsel terimler, bilimsel bir dikkatle kullanılmamıştır. Freud, 40 yılı aşkın bir süre boyunca yazmıştır ve bu süre içinde bazı kavramların anlamını kendisi değiştirmiştir. Bu terimleri işlevsel olarak tanımlamamıştır. Yani özgün işlevler ve davranışlar açısından açıklamamıştır. Araştırmacılar, psikanalitik terimleri kendileri tam olarak tanımlamalıdırlar, fakat bu da kaosa neden olur, çünkü her araştırmacı aynı terimi farklı şekilde tanımlar.

SONUÇ

Biyolojik psikiyatri, bugün ruhsal bozuklukların tedavisinde çok önemli düzeye ulaşmış, etkinliği kanıtlanmış ilaçlar geliştirmiştir.

Gene de ilaç etkinliği araştırmaları, psikoterapi ile birlikte uygulandığında etkinliğin ikiye katlandığını göstermiştir.

Bu açıdan bakıldığında, biyolojik ve dinamik psikiyatri birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.

(*)Prof. Dr.

Link to post
Sitelerde Paylaş

her bilim dalinda bir devrimci alt dal bulunmaktadir.

bu fizikte einstein, iktisat ve ekonomi politik, felsefe ile siyasal alanda marx,biyoloji'de darwin ve son olarakta psikiyatride freud'dur..

bunlarin hepsi de kendi dönemlerinde devrimci nitelikte oluslari ve belli bir entelektüel seviye(marx'in ki sinirsizdir) yakaladiklari için hücumlara ugramişlar ve daima karacalinmişlardir..

ama gerçekler gerçektir ve asla değişmez..yaratilişçilar darwin'e klasik mekanik yandaşlari einstein'a liberal ve gericiler marx'a haci gibi sözümona tıp üzerinde calişanlarda freud'a saldirmişlardir.bu gericilik,direnç ve irtica ile devrimcilik, sinir tanimazlik ve sicrama arasindaki çatişmadan öte bir şey değildir ve daima sürecektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ahmet Çelikkol hoca Freud'u gerçekten tarafsız ve bilimsel bir açıdan değerlendirmiş.

Onu benim yaptığım gibi şiddetle eleştirmemiş. Politik bir yaklaşım izlemiş..

Bir hoca için doğrusu da o olmalı.

Son cümlesine dikkatleri çekmek istiyorum.

Bu açıdan bakıldığında, biyolojik ve dinamik psikiyatri birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.

Bu elbette doğru bir çıkarsama..

Tıpda her türlü tedaviye baş vurulur.

Bütün tedaviler birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Tıpda tedavinin amacı budur..

Psikanaliz, acupunctur, homeopathy ve diğer alternatif tedaviler aslında alternatif değillerdir.

Tek başlarına asla uygulanmamalıdırlar.

Bu tedavi yöntemleri diğer tedavilere ek olarak uygulanırlar.

Benim de tedaviden bütün anladığım budur.

Alkolik bir Hristiyan hastam için bir papazın konsultasyonunu istemiş ve bu isteğimin Amerikalı meslekdaşlarım tarafından yadırgandığını gözlemlemiştim.

Psikanalizin denenememesinden dolayı tam anlamı ile bilimsel olduğu söylenemez.

Ama Freud psikanaliz yöntemini ortaya atmakla hiç kuşkusuz Batı'da bir devrim yaratmıştır.

Ayni şekilde Marx da diyalektik materyelizmi ortaya atarak bir devrim yaratmıştır.

Sovyetlerin düşmesinden sonra bu devrimin sorunlu olduğu ve yeterince bilimsel olmadığı iddiaları geçerlik kazanmaya başlamıştır.

Buna rağmen psikanaliz, diyalektik materyelizmden daha şanslıdır.

Tek başına uygulanan bu yöntem, çok hafif hastalıklar dışında, hiç bir zaman etkili olamamıştır.

Bir psikozu psikanaliz ile iyileştirmeye teşebbüs etmek, hastayı hokus pokusla tedavi etmek demektir.

Bu yöntemin ilaçlara eşlik etmesi durumunda, daha etkili olduğu gözlemlenmiştir.

Ama burada önyargı devreye girmekte ve sonuç çeşitli şekillerde yorumlanabileceği için, güvenilir olmaktan uzaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sovyetlerin düşmesinden sonra bu devrimin sorunlu olduğu ve yeterince bilimsel olmadığı iddiaları geçerlik kazanmaya başlamıştır.

konuyla alakasiz bu başlik altinda son derece derinliği olan ve karşimdaki her babayigidin değil bahsetmek anlamayi bile doğru dürüst beceremediği bu konudan konusmayacağim.ama sscb demek stalin'in elindeki ve emrindeki "resmi komünizm" demektir."resmi komünizm" denilen şey ise hepimizin bildiği gibi bir tür din çeşididir.çökende budur, marx'in kuramlari değil.

tarihinde xhorde tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 years later...

Ortada koskoca kültürümüze ,toplumumuza ,geleneklerimize gayet uygun bir "Anam avradım olsun" (Oedipus karmaşası) teorisi dururken,kim "Freud bilimci değildir" diyebilir..:).Bir teori bu kadar mı deneysel ve gözlemlenebilir olur..E.Fromm onu sadece ataerkil toplumlarda görülen bir komplex ilan etmişken hem de ...

Aha da teorinin kanıtı;

Bilhassa babalarının şevkatsiz,sevgisiz,kodumu oturtan,otoritesinden,kumarından,içkisinden ,anneye kötü davranışlarından ya da dayağından tiksinti duyan yurdum erkeğinin çoğunda görülen, çözümlenememiş ve yetişkinliğe sarkmış bir komplextir..

Bu erkeklerin babalarının yerini alma isteği zamanla saplantı halini alır..

Kaynana - gelin fenomenlerinde kaynanadan yana tavır koyan,onu herşeyden üstün tutan ,kendisini devamlı annesine kanıtlamaya çalışan,karısından da kendisine bir anne gibi kabullenici ve töleranslı davranmasını bekleyen damat, muhtemelen oedipus'tan muzdariptir..

Aslında bana göre modernize edilmiş oedipus hikayesi, Victor Mancini'nin dediği gibi " Babayı öldürüp oğulu gasp eden ve kullanan kişi asıl annedir." olmalıdır....Neyse...

Bunlar evlendiklerinde veya sevgilileri olduğunda kendilerini annelerine ihanet etmiş gibi hissederler..

Bir nevi annelerine düşkünlükten ve teslim olmuşluktan zedelenmiş kişiliklerini , karılarında üstünlük kurma,onları aşağılama,verici ve fedakar olmama gibi kötü davranışlarla "erk" lerini geri kazanmaya çalışırlar..Çok anne dırdırı dinlediklerinden olsa gerek, eşlerine," yeter artık dırdırından " diye sataşarak yansıtır ,sağaltır ve rahatlarlar..

Bunlar böyle olduğundan bunlardan doğanda yine böyle olacağı için, bir dönem sonra genetiğin işe karışması da kaçınılmaz olacaktır..Bakın, genetik bilimi bile karışıyor işin içine..Nasıl bilimsel değilmiş..Nereden çıkıyor bu coğrafyadaki neanderthal adamları sanıyorsunuz..:)

"Ana gibi yar olmaz" gibi, bu komplexe yatkınlığımızı göze sokan bir atasözümüz bile vardır..

Budur..:)

tarihinde placebo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ortada koskoca kültürümüze ,toplumumuza ,geleneklerimize gayet uygun bir "Anam avradım olsun" (Oedipus karmaşası) teorisi dururken,kim "Freud bilimci değildir" diyebilir..:).Bir teori bu kadar mı deneysel ve gözlemlenebilir olur..E.Fromm onu sadece ataerkil toplumlarda görülen bir komplex ilan etmişken hem de ...

Aha da teorinin kanıtı;

Bilhassa babalarının şevkatsiz,sevgisiz,kodumu oturtan,otoritesinden,kumarından,içkisinden ,anneye kötü davranışlarından ya da dayağından tiksinti duyan yurdum erkeğinin çoğunda görülen, çözümlenememiş ve yetişkinliğe sarkmış bir komplextir..

Bu erkeklerin babalarının yerini alma isteği zamanla saplantı halini alır..

Kaynana - gelin fenomenlerinde kaynanadan yana tavır koyan,onu herşeyden üstün tutan ,kendisini devamlı annesine kanıtlamaya çalışan,karısından da kendisine bir anne gibi kabullenici ve töleranslı davranmasını bekleyen damat, muhtemelen oedipus'tan muzdariptir..

Aslında bana göre modernize edilmiş oedipus hikayesi, Victor Mancini'nin dediği gibi " Babayı öldürüp oğulu gasp eden ve kullanan kişi asıl annedir." olmalıdır....Neyse...

Bunlar evlendiklerinde veya sevgilileri olduğunda kendilerini annelerine ihanet etmiş gibi hissederler..

Bir nevi annelerine düşkünlükten ve teslim olmuşluktan zedelenmiş kişiliklerini , karılarında üstünlük kurma,onları aşağılama,verici ve fedakar olmama gibi kötü davranışlarla "erk" lerini geri kazanmaya çalışırlar..Çok anne dırdırı dinlediklerinden olsa gerek, eşlerine," yeter artık dırdırından " diye sataşarak yansıtır ,sağaltır ve rahatlarlar..

Bunlar böyle olduğundan bunlardan doğanda yine böyle olacağı için, bir dönem sonra genetiğin işe karışması da kaçınılmaz olacaktır..Bakın, genetik bilimi bile karışıyor işin içine..Nasıl bilimsel değilmiş..Nereden çıkıyor bu coğrafyadaki neanderthal adamları sanıyorsunuz..:)

"Ana gibi yar olmaz" gibi, bu komplexe yatkınlığımızı göze sokan bir atasözümüz bile vardır..

Budur..:)

Bunlara kimse itiraz etmiyor ki.. Ve bunları bulanın da Freud olduğunu sanmayın..

Bizim kocakarılar bile biliyorlardır bu gerçekleri..

Freud bunların ve diğerlerinin ilerde ortaya çıkan psikiyatrik hastalıkların nedeni olduğunu ileri sürüyor.

Freud'u okuyun.. Göreceksiniz..

Kendisi hiç kuşkusuz üstün bir fiktif yazardır. Değerini kabul ediyoruz..

Ama vardığı sonuçlar bilimsel değildir.

Onların bilimsel olduklarını iddia ettiği için bir şarlatandır.

İlginç olarak bir şarlatan olduğunu kendisi de bilmiyordu.

Çünkü vardığı sonuçların yanlış olduğunu ona açıklayacak bilim adamı yoktu ortalıklarda.

Psikiyatri bilimi yoktu. Bu bilim dalı Freud'un çabaları ile kuruldu..

Ve ilgiç olarak sonraları bu bilim dalı Freud'un bütün teorilerini yanlışladı..

Akıl hastalıklarının cinsel komplekslere bağlı olarak değil de, organik bozukluklar sonucu ortaya çıktığı artık tıbbın kabul ettiği bir konudur.

Bir siz kaldınız geride, hala inanmıyorsanız.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...