Jump to content

Allah Aramice bilmiyor mu?


Recommended Posts

35 minutes ago, akılsızşuursuzatom said:

kelimelerin  yerlerini  değiştirirler, kendi  elleriyle  kitap  yazıp  az  bir  pahaya  satarlar. Tarzında  kitaplarını  tahrifati  söz  konusu. Maide  43- doğru  tahrif  olmuş  olsa da  içinde  Allah'ın  hükümleri  var  ve  maide  44 te  de nihayetinde  nur  ve  hidayet  vardır  topyekün  tahrif  olmadılar.

 

Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan birşeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler. Al Imran 78

 

…Artık insanlardan korkmayın, benden korkun da ayetlerimi basit bir ücret karşılığı satmayın. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir… Maide 44

 

ve lâ teşterû    : ve satmayın
bi âyâtî    : âyetlerimi
semenen kalîlen    : az bir pahaya, değere

 

 

Allah Hahamların Tevrat ayetlerini para karşılığı satmasını elestiriyor. „icinde nur ve hidayet var“ diyerek kitabi elestiri disinda birakiyor.
Diger ayette yine elestiri hahamlara. Sözlerin anlamlarini degistirdigini söylüyor.

Günümüzde mesela...
Nur Talebeleri Kur’ân’ı ve bilhassa başka kitapları okumamasi gibi. Sadece Risale-i Nur’u okumalari gibi
veya...
Kur’an’ın içeriğiyle oynanmasa da meal ve yorumları çağa uydurulmaya çabalanmasi gibi.“Evrenin genişlediği” nin Kur’an’da yazdığı şeklinde mucizeler oluşturulmaya çalışılmasi gibi.

 

 

Kurana inanan insanlar, Tevrat ve İncil’deki inanılamıyacak türde yazılarla karşılaşınca ya da bu kitaplarda birtakım çelişkiler bulunca tahrif edildiklerini söylemek zorunda kaliyorlar. Çünkü başka yol yok. Ya inançlarını sorgulayacaklar ya da (Kurana ters düserek)  tahrifat olduğunu anlatacaklar.
 

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 219
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

1 dakika önce, sağduyu yazdı:

 

Kısmen tahrif olduysa put neden "Elinizdeki Tevrat'a uyun." diyor? Neresinin tahrif olup neresinin olmadığını nereden bilsin insanlar?

 

Ayrıca bu kelimelerin yerlerini değiştirme, anlamlarını değiştirme olayı Kuran için de geçerli. Her çeviride farklı bir anlam yüklüyorlar kelimelere. Mesela Nisa 34'deki dövün kelimesini kimi dövün kimi de evden uzaklaştırın diye çeviriyor.

kelimelerin  yerleri  değişmiyor  mealler  değişiyor. Yoksa  kuran in  metni  hep  aynı 

Link to post
Sitelerde Paylaş
11 saat önce, Ebu Kafir yazdı:

 

Çıkarımlarının son derece absürd ve akıl dışı olduğunu bir kenara bırakırsak,

Anlaşıldığı kadarıyla tasavvuf düşüncesindesin, zira yorumların islam ve tasavvuf felsefesinin harmanlanmış haline benziyor.

Tasavvuf felsefesinde insan da tanrı’nın parçasıdır, yani insan bir nevi tanrıdır. Lakin bu düşünce islam öğretisine ve kitabına taban tabana zıttır.

Geleneksel islam anlayışında tanrı benzersiz ve allah’a şirk koşmak en ölümcül, en affedilmez günahtır, bu konuda popüler bir islam savunucusunun şu yazısına bir göz at: http://michaelsikkofield.blogspot.com/2015/04/tasavvuf-ve-tarikatlardan-tek-dunya.html

 

Önce bizi değil, seni münafık olarak gören din kardeşlerini ikna etmelisin..


İslâm ve tasavvuf, ayrı iki hakikat değildir. Tasavvuf İslâmın özüdür. Sapıtmış tasavvufçular İslâmı bağlamaz. İslâmın özü olan gerçek tasavvuf ehli, İslâm şerîatinin emirlerine uymakla ancak İslâmın özüne ya'nî irfâna ererler.

Tasavvuf ve vahdet-i vücûd ehlinin,, Kâinâttaki varlıkları ve özellikle insânı Allah'ın parçası olarak gördükleri zannedilir. Böyle değildir. Allah'ın parçası olmaz. Hakk Teâlâ mutlak tektir. Tek parçalanmaz. Bak meselâ sen, Evliyânın vahdet-i vücûda dâir sözlerinden, İnsânın Allah'ın parçası olduğunu anlamışsın. Evet işte senin bu anladığın anlam İslâma uymaz. Fakat vahdet-i vücûddan bizim anladığımız anlam İslâmın ta kendisidir Özüdür. Hattâ Kur'ân baştan sona vahdet-i vücûd kitabıdır.

Müslümânlar içerisinde Tasavvufu inkâr edenler Yarı kâfirdirler. Bunlar İslâmın dış yüzünü tasdîk edip fakat iç yüzünü yalanlamaktadırlar. Yarı kâfirlerin İslâm adına konuşmaya ehliyet ve yetkileri yoktur.
Tasavvufu İnkâr etmeyip şerîâtını inkâr edenlerde Ya'nî namaz kılmayıp Hacca gitmeyip Gusül abtesti bile almayan tasavvuf severler de Yarı kâfirdirler. Bunların durumu öncekilerden daha kötüdür.

Bizim,, pek azınız müstesnâ sizi iknâ edebilmemiz ve yukarıda bahsettiğim/bahsettiğin yarı kâfirleri iknâ edebilmemiz mümkün değildir. Bu iş bir anlayış ve irfân mes'elesidir. Anlayış seviyesi de varlık düzeyleri ile ilgilidir. Varlık düzeyi i'tibâriyle Şebeklik yada domuzluk yada timsâhlık  mertebesini benimsemiş o mertebeye çöreklenmiş adama Mağrifetullaha dâir bir anlayış verilemez. Evrimdeki sıçramaların çok ender olması gibi anlayışta sıçrama yapabilecek insânların sayısıda çok az olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 saat önce, poiuz yazdı:

İncil


Kelimenin aslı Yunanca "Ευαγγέλιον" (Evangelion) şeklindedir ve "iyi haber, müjde" anlamına gelir
Arapçaya ise Habeşçe "wangil" sözcüğünden geçmiştir.
Wangil, "Evangelion"un kısaltılmış halidir.
"Anajeel", Arapca "injil"in çoğul halidir.


İncil o günün en geçerli dili olan Yunanca yazılır. O günün Yunancası, günümüzde İngilizcenin geçerli dil olması gibidir.

 

Normalde yabancı bir kitaptan veya filmden bahsederken ya orjinal ismi kullanılır veya kendi dilinde tercümesi.
İncilin(Müjde) Aramicesi "Peşitta”dir!
Kuran, ya incilin orijinal/Aramice adı Peşittayi veya Arapçası Besaret ismini kullanmalıydı.


Ama ikisini de kullanmayıp daha başka bir dilde (Yunanca) telafüz etmekte neyin nesidir???
Demekki Kuran yazarlarının bunların hiç birinde haberleri olmadığından kafa yormadan, insanlardan duydukları gibi Kurana (Yunanca) " İncil" diye yazmışlardır.

 



Lehçenin ne olduğuna dâir alıntı bilgi notu:
 

Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir. Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir.

Tanımlardan da anlaşılacağı gibi, 'ağız'da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir. O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil olmasına bile yol açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi diller ortaya çıkmıştır.

Adriyatik Denizi'nden Çin Denizi'ne kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesinin Anadolu, Azerî, Türkmen lehçeleri gibi ve Özbek lehçesi, Kazak lehçesi, Kırgız lehçesi...

Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya'da Lena Nehri'nin iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga bölgesinde Kama Irmağı'nın Volga'ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.

Bir dilin lehçeleri arasındaki bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar. Örneğin, W. Radloff'un "Türk Lehçeler Sözlüğü" bu nitelikte bir sözlüktür. Hüseyin Kâzım'ın "Büyük Türk Lugatı" da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir. Türk lehçeleri hakkında ilk bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut'un ölümsüz eseri "Divanü Lugat-it Türk"tür.

Türk Dilinin Lehçeleri:

1. Çuvaşça
2. Yakutça

Türk Dilinin Şiveleri (kavim adları ile):

Sibirya ve Altay alanı:
1. Karagas
2. Soyan
3. İrtiş ve Tobol
4. Altay
5. Telengit
6. Teleüt
7. Tuba
8. Kumandı
9. Lebed
10. Sagay
11. Beltir
12. Kaç
13. Koybal
14. Kızıl
15. Şor
16. Kamasin
17. Çalım ve Çat

Doğu Türkistan alanı
18. Uygur
19. Sarı Uygur
20. Tarançi

Batı Türkistan alanı
21. Karakalpak
22. Özbek
23. Kırgız
24. Kazak
25. Türkmen

 

Kafkasya ve İran alanı
26. Nogay
27. Kundur
28. Karaçay
29. Balkar (Malkar)
30. Kumuk
31. Azeri
32. Kaşkay
33. Afşar
34. Kacar
35. Şahseven
36. Karadağlı
37. Karapapak
38. Hamse
39. Halaç
40. Kengerlu
41. Horasani
42. Karayi
43. Karaçorlu

Kuzey alanı (Urallardan Balkanlara kadar)
44. Kazan, Tatar
45. Atrahan
46. Başkırt
47. Kırım
48. Karayim
49. Gagavuz
50. Türkiye, Oğuz

...................................................................................................................................................

 

Euangelion (antik yunanca) un Arâmicesi Peşitta değildir.
Peşitta, Süryânicedir.
Süryânice ise Arâmicenin bir lehçesidir.
Lehçeler arasında ne kadar büyük farklılıklar olduğunu yukardaki alıntıdan anlayabilirsiniz.

İncîle Süryânîcede bir karşılık ve bir meâl verilmiş olabilir. Fakat Arâmîcede zâten böyle bir kelîme var. O da "Engiliyun" dur. Arâmîcede engiliyun kelîmesi varken Belki yüzyıllar önce Bu kelîme Arâmiceye dâhil olmuş iken, dikkat edin dâhil olmuş iken, bu kelîmeye karşılık gelecek kelîme aramak saçmalıktır. İncîl olarak Arapçaya dâhil olmuş ve benimsenmiş hem de terîm olan bir kelîme için ""ben bunu beğenmedim Kökeni Yunancadan gelmiş en yakında habeşçeden uyarlanmış bu kelîmeye bu terîme saf arapçadan bir karşılık kelîme bulacağım"" demek ve böyle bir kelîme aramak açık bir dangalaklık olur. Bu dangalaklığı ancak Batı gâvurlarına sömürge olan Ve Türk dil kurumunu bir ermeniye teslîm eden diktatör rejimler yapar.

Burada sorulabilecek Soru şudur: Allah (c.c.), Hz. Îsâ'ya İndirdiği kitabın ismini belirlerken, seçerken Niçin saf Arâmîce bir kelîme seçmedi? Niçin Yunanca ve Akadça kökenli bir kelîme seçti? Yukarıdaki yazıda da belirtilmişti ki; Kur'ânın Bütün kelîmelerinin saf arapça olması gerekmediği ve mümkün de olmadığı gibi, ârâmîce indirilen bir kitapta da köken i'tibâriyle yabancı kelîme bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu noktada Niçin Köken i'tibâriyle Yunanca bir kelîmenin Allah tarafından tercîh edildiği sorulursa. Burada Allah tarafından İndirilen kitaba İsim olabilecek anlam paralelliği ve yoğunluğu belirleyici olmuştur. Aslolan tercîh edilecek kelîmedeki temsîl kabiliyetidir. İndirilen kitâbın içeriğini hangi kelîme daha iyi temsîl edelebilecekse o kelîme seçilir. Burada seçilecek kelîmenin Arâmîce de mevcûd olması temel şarttır. Kelîmenin yabancı kökenli olması Tercîhte bir engel teşkîl etmez. Fakat aynı anlamda saf Arâmîce bir kelîmenin olması hâlinde herâlde o tercîh edilirdi. (Not; Fakat burada ince bir nokta vardır ki o da Hz. Îsâ'nın Yunan dilini konuşanlarla da muhatab olmasıdır. Bu durum da yunan kökenli arâmîce kelîmenin tercîhini güçlendirmektedir.). Burada Tercîhi belirleyen asıl unsur anlam olduğu için, indirilen kitap ile arasındaki anlam uyumu olduğu için, Allah, doğru anlamı karşılamayan saf Arâmîce bir kelimeyi, Yunân kökenli Arâmîce kelîmeye tercîh etmez. Ya'nî Anlamdan ödün veren bir tercîh yapmaz. Bunlar zâten cevâp yazısında kısaca anlatılmıştı.

 

14 saat önce, poiuz yazdı:

Kuran, ya incilin orijinal/Aramice adı Peşittayi veya Arapçası Besaret ismini kullanmalıydı.

 


Peşitta ve Beşâret, bunlar tecümedir. Meâldir. Orjinal olan Hz. Îsâ'ya İndirilen isimdir. Hz. îsâ'ya indirilen Kitabın orjinal ismi "Engiliyun" dur. Bu ismin Orjinal olduğunun kanıtı Arapçada biçim değiştirmiş İncîl kelîmesinin Kur'ânda zikredilmesidir. Ahd-i Atik yazarlarının "Evangelion" zikretmesi bile kanıt olmaz. Çünkü onlar zâten Yunanca Tercüme yapıyorlardı. Fakat Kur'ânın İncîl'i zikretmesi Orjinalinin Engiliyun Olduğunun kanıtıdır.
 

 

14 saat önce, poiuz yazdı:

Ama ikisini de kullanmayıp daha başka bir dilde (Yunanca) telafüz etmekte neyin nesidir???
Demekki Kuran yazarlarının bunların hiç birinde haberleri olmadığından kafa yormadan, insanlardan duydukları gibi Kurana (Yunanca) " İncil" diye yazmışlardır.


Kur'ân Bir terîmi veyâ özel bir ismi,  Dikkat et bir terimi ve özel ismi, saf Arapçaya tercüme etmez meâl vermez. Îsâ'ya İndirilen kitâbın ismi Hem özel bir isimdir hem de terîm isimdir. Bu isimlere bir meâl ve karşılık bulunmaz. Ancak İfâde edilecek dile Halk bu isimleri uyarlar. Engiliyunun İncîl olması gibi...

Allah'ın herşeyden haberi var senin haberin yok...
 

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 saat önce, poiuz yazdı:

Arkadaş yazmış ama ben bir daha tekrarlayayım:

 

"...ellerindeki Tevrat ve İncil ile hükmetsinler.. "


"...Tevrat'a, İncil'e  ve Kur'an'a uymadıkça  iman etmiş  olmazlar"

 

Kurandaki bu ayetlerde "incil" yazdığına göre...

Bu incilden önce İsaya gelmiş başka bir kitap olmadığının açık bir kanıtıdır. 


Eğer Allah İsaya başka bir kitap göndermiş olsaydı "(değistirlimiş) incil ile hükmedin" demezdi! Gönderdiği kitabın orjinal ismini yazardı.


Benim Ahd-i Cedîd Yazarlarının yazdığı kitapları külliyen inkâr etmem mümkün değildir. Yazımda çok başarılı bulduğumu söyledim. Bu başarının sırrını da onların kuvvetle muhtemel veliyler olmalarına bağladım. Ve Hattâ Meleklerin Teyîdi ile bu tercümeleri yapmış olduklarını mümkün gördüm.

Şimdi benim, o devrin müslümânları olan Ahd-i Cedîd yazarlarını ve yazdıklarını inkâr edersem, Kur'ân-ı Kabûl etdiğini söyleyen ve hadîs-i şerîfleri inkâr eden dangalakların ve ajanların durumuna düşmüş olurum. Çünkü Markos Matta Luka ve Yuhanna'nın anlatımları Hz.îsâ'dan görülenler ve duyulanlardır. Aynen Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfleri gibi...
Dikkat et, Elimizde Kur'ân kitâbı olmasa fakat Hadîis külliyatları mevcûd olsa, ben Hadîsler içinde Kur'ânın en azından kısım kısım mevcûd olduğunu bilirim. ve istifâde ederim. Dolayısıyla, Hz. Îsâ'nın varlığında Orjinâl İncîl saklı olduğu için, Hz. îsâ'nın sözlerinde ve fiillerinde her zamân orjinal İncîlin hükümleri açığa çıkar. Ahd-i Cedîd yazarları da baştan beri söylüyorum, başarılı bir şekilde Hz. îsâ'nın yaşamını sözlerini ve fiillerini kaydetmişler bize ulaştırmışlar. Kayıtlarının doğruluğu ve çokluğu nisbetinde Orjinal İncîlden parçalar da aktarmış oldukları için Hz. Îsâ'ya İndirilen İncîl ile Ahd-i Atik yazarlarının kayıtları (incîlleri) ve Allah'ın İncîlden murâdı arasında ortak bir payda var.

Hz. Îsâ'ya Elbette Orjinâl bir kitAp inmiştir ama Biz bu kitâbın İndiriliş mâhiyetini bilmiyoruz. Tablet mi? Kelâm mı? Sayfa mı? Mâ'nâ mI?  Fakat şunu biliyoruz. Bu Kitâp Hz. İsâ'nın varlığında gizli ve mevcûd. İşte İncîl mütercimleri bu kitabın Hz. Îsâ'da açığa çıkan parçalarını Hz. Îsâ vâsıtasıyla kayda geçirmişler.

Kur'ânda İNcîlin değiştirildiği ve tahrîf edildiğine dâir açık bir suçlama yoktur. Bu bilgiyi cebine koyduktan sonra şunu da bilmelisin, İncîl, Lafzen korunmuş Kur'ân gibi bir kitap değildir. Beşerî hatâlara ma'ruz kalmış bir kitaptır. Kimse Kitâbını tahrîf etmez.Tevâtür bilgiler tahrîf edilemez. Ama Lafzen yüzdeyüz korumaya alınmamış bir kitaba beşerî zaaflar sebebiyle yanlışların karışması kaçınılmazdır.
Hiç bir kitap Kur'ân gibi değildir.

 

 

12 saat önce, poiuz yazdı:

 
Gerçi ben yukarda "Allah" dedim ama Kuran bir tanrıdan gelmiş olsa içinde bu kadar çelişkiler, tutarsızlıklar bulunmazdı. 
Yukardaki küçük örnekler bile Kuranın insan yazımı bir kitap olduğunu açıkça gösteriyor. 

Müslümanların kıvırması, fantazilere başvurarak bir çıkış yolu araması fayda etmiyor. Güneş balçıkla sıvanmıyor!

Ne kadar döndürseler de gerçekler gün ışığı gibi ortada duruyor!


Çelişkinin Kaynağı senin anlayış noksânlığından ileri geliyor. Kendini geliştirdiğin zamân çelişkilerin azalacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
24 dakika önce, HATEM yazdı:

Çelişkinin Kaynağı senin anlayış noksânlığından ileri geliyor. Kendini geliştirdiğin zamân çelişkilerin azalacaktır.

 

"Çelişkilerin Kaynağı" derken o çelişkilerin kaynağının şeytan olduğunu düşünebilecek biri için "K" harfini büyük yazmak bu zatı önemsediğini ve belki kendisine kısmî olarak teslim olmuş olmasına yorulabilir. Bu dikkatimi çekti yazmadan edemedim. Basit bir hata yada dikkatsizlik sonucu ise affedin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
19 dakika önce, John_Ahmet yazdı:

 

"Çelişkilerin Kaynağı" derken o çelişkilerin kaynağının şeytan olduğunu düşünebilecek biri için "K" harfini büyük yazmak bu zatı önemsediğini ve belki kendisine kısmî olarak teslim olmuş olmasına yorulabilir. Bu dikkatimi çekti yazmadan edemedim. Basit bir hata yada dikkatsizlik sonucu ise affedin.


Ben Hatâ yapsam ve dikkatsiz olsam da âlemde hatâ yoktur.
Ledünnî ilmin başlangıç kurallarından...

Link to post
Sitelerde Paylaş
17 dakika önce, HATEM yazdı:

Ledünnî ilmin başlangıç kurallarından...

 

Sayın @HATEM bey, Ledünnî ilmini öğrenmek için yeterli seviyede tekamûl edip etmediğimizi nasıl anlarız? Zirâ bu ilim bir çoklarından yeterli bilgi düzeyine ulaşmadığından dolayı gizlenmekteymiş. Bu ilmî nasıl, ne şekilde ve kimlerden öğrenmek mümkündür?

tarihinde John_Ahmet tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Örneğin 6 yaşındaki bir çocuğu öldürerek başlayabilirsiniz. Sonra da zaten büyüyünce asi olacaktı der çıkarsınız. Kuran'da verilen örnek böyle olduğu için söylüyorum yanlış anlamayın iz. @john_ahmet

 

Ledunniyi bilenler gizlemesin lütfen. Kur'an'a göre kâfir sayiliyorsunuz.

 

Zaten Kur'an da aynı konudan muzdarip.. birileri bilgiyi gizliyorlar ortaya çıkarsinlar diye sitem ediyor.. çok garip değil mi

tarihinde Düşünen Hayvan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
18 dakika önce, Düşünen Hayvan yazdı:

Örneğin 6 yaşındaki bir çocuğu öldürerek başlayabilirsiniz. Sonra da zaten büyüyünce asi olacaktı der çıkarsınız. Kuran'da verilen örnek böyle olduğu için söylüyorum yanlış anlamayın iz. @john_ahmet

 

Ledunniyi bilenler gizlemesin lütfen. Kur'an'a göre kâfir sayiliyorsunuz.

 

Zaten Kur'an da aynı konudan muzdarip.. birileri bilgiyi gizliyorlar ortaya çıkarsinlar diye sitem ediyor.. çok garip değil mi

Ledunni müslümanların her türlü suçuna kılıf bulmak için uydurdukları saçmalık, evet doğru. İşe yarar olduğu için cahillere gizli ilim diye pompalanır. Günü geldiğinde kurtarıcı olur

Mesela bunların ağababaları hırsızlık yapar, adam öldürür, öldürtür vs,  müslümanlar burada suç aramaz, vardır bir bildiği derler, çalıyorsa benim paramı çalıyor der, zekat için ümmet için çaldı der, der oğlu der.

tarihinde Abdülmalik tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
8 hours ago, HATEM said:

Çelişkinin Kaynağı senin anlayış noksânlığından ileri geliyor. Kendini geliştirdiğin zamân çelişkilerin azalacaktır.

 

Mesela senin yaptığın gibi aklı, mantığı devre dışı bırakırsak çelişki falan kalmaz, düşünmeyen, cahilin el kitabındaki her yazılanı gözü kapalı olarak kesin doğru kabul eden için ne çelişki olacak?

 

Diyelim çelişkinin kaynağı insanın anlayış noksanlığından, peki insanın burada suçu ne? Allah onu anlayış bakımından noksan yaratmış demek ki, anlayış bakımından noksan yarattığın bir insana anlayamayacağı bir kitap göndermek de ne oluyor?

Link to post
Sitelerde Paylaş
39 dakika önce, sağduyu yazdı:

 

Mesela senin yaptığın gibi aklı, mantığı devre dışı bırakırsak çelişki falan kalmaz, düşünmeyen, cahilin el kitabındaki her yazılanı gözü kapalı olarak kesin doğru kabul eden için ne çelişki olacak?

 

Diyelim çelişkinin kaynağı insanın anlayış noksanlığından, peki insanın burada suçu ne? Allah onu anlayış bakımından noksan yaratmış demek ki, anlayış bakımından noksan yarattığın bir insana anlayamayacağı bir kitap göndermek de ne oluyor?

mantiksizliksa  benzerini  getirin  kuran  gibi  madem 

Link to post
Sitelerde Paylaş
12 minutes ago, akılsızşuursuzatom said:

mantiksizliksa  benzerini  getirin  kuran  gibi  madem 

 

Kuran kadar salakça yazılmış bir kitabı nereden bulayım ben, en berbatça yazılmış kitap olma konusunda kimse Kuran'ın eline su dökemez. Eşi benzeri yok bu anlamda.

 

Bıktırıcı tekrarlar, yalan yanlış bilgiler, birbiri ile çelişen ayetler, ilkel kurallar, saçmasapan masallar, insanlık dışı kıssalar, gramer hataları, matematiksel hatalar, bir kitapta olmaması gereken bütün hatalar tek bir kitapta toplanmış.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Düşünüp anlayasınız diye kuranı (yunanca değil) arap lisanı üzere indirdik“

 

 

Kur’an’da geçen Arapca incil kelimesini düşünüp anlamaya çalışıyoruz

arapça olan incil kelimesinin arapçada kökü “Necl” dir 

necl oğul demektir “incilde” oğullama demektir. Ayet: “ümmül kitap (ANA KİTAP) O’nun katındadır. Ayeti bizi bildirir ki İncil den kasıt kitaptır Oğuldur. Hadi geçmiş olsun Hıristiyan kardeşler

Kur’an-ı Mübinde uydurulmuş bir kitap ismi yoktur. Allah hakikatleri Çuk oturturur büyüksün Allahım 

 

 

 

tarihinde Hurma tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
12 saat önce, John_Ahmet yazdı:

 

Sayın @HATEM bey, Ledünnî ilmini öğrenmek için yeterli seviyede tekamûl edip etmediğimizi nasıl anlarız? Zirâ bu ilim bir çoklarından yeterli bilgi düzeyine ulaşmadığından dolayı gizlenmekteymiş. Bu ilmî nasıl, ne şekilde ve kimlerden öğrenmek mümkündür?


İlm-i Ledünn, Allah'ın hîbesidir. Çalışılarak elde edilen ilimlerden değildir.
Bu ilim kimlere hîbe edilir diye sorulursa, özünde çok iyi çok yardım sever mazlum kullara hîbe edilir diyebiliriz.
 

Varlık düzeyi müsâit olmayan kişiye bu ilim verilse zâten anlamaz. Aklını hemen devreye sokar; "olmaz öyle şey" der i'tirâz eder. Bir okulda Hocasına i'tirâz eden kişi hocasından ne öğrenebilir ki. İ'tirâz eden kişi akıl ve mantığına uymadığı için i'tirâz eder. Çünkü Ledünnî ilmin, Aklın bilinen kurallarının dışında ayrı bir fıkhı vardır. Dikkat et İ'tirâz eden kişi derken Mü'minlerden bahsediyorum. Mü'minlerin aklından bahsediyorum ya'nî kalpte bir nûr olan akıldan bahsediyorum. Bu akıl bile ledünnî ilim sâhibine i'tirâz eder (Hızır Musâ kıssasında Mûsâ'nın i'tirâzlarını hatırla). Kâfirlerde ise hiç akıl bulunmaz (Akl-ı Meâd). Kâfirlerde zekâ (akl-ı Maaş) vardır. Zekânın akıl karşısında ne kadar kör olduğunu yukarıda sağduyu gibi nasipsizlerin yorumlarından görebilirsin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
11 dakika önce, HATEM yazdı:


İlm-i Ledünn, Allah'ın hîbesidir. Çalışılarak elde edilen ilimlerden değildir.
Bu ilim kimlere hîbe edilir diye sorulursa, özünde çok iyi çok yardım sever mazlum kullara hîbe edilir diyebiliriz.
 

Varlık düzeyi müsâit olmayan kişiye bu ilim verilse zâten anlamaz. Aklını hemen devreye sokar; "olmaz öyle şey" der i'tirâz eder. Bir okulda Hocasına i'tirâz eden kişi hocasından ne öğrenebilir ki. İ'tirâz eden kişi akıl ve mantığına uymadığı için i'tirâz eder. Çünkü Ledünnî ilmin, Aklın bilinen kurallarının dışında ayrı bir fıkhı vardır. Dikkat et İ'tirâz eden kişi derken Mü'minlerden bahsediyorum. Mü'minlerin aklından bahsediyorum ya'nî kalpte bir nûr olan akıldan bahsediyorum. Bu akıl bile ledünnî ilim sâhibine i'tirâz eder (Hızır Musâ kıssasında Mûsâ'nın i'tirâzlarını hatırla). Kâfirlerde ise hiç akıl bulunmaz (Akl-ı Meâd). Kâfirlerde zekâ (akl-ı Maaş) vardır. Zekânın akıl karşısında ne kadar kör olduğunu yukarıda sağduyu gibi nasipsizlerin yorumlarından görebilirsin.

 

kralın birine iki terzi gelmiş ve biz yalnız akıllıların görebildiği bir kumaş ile elbise dikiyoruz, size ancak bu yaraşır demişler. kral kabul etmiş ve beklemiş dikilmesini. terziler dikim süresi boyunca sarayda kalmış, yemiş, içmişler. kral arasıra yanlarına uğradığında, bir şey dikiyormuşçasına havayı avuçlayıp, ölçüp biçiyorlarmış. tüm krallığa duyurulmu, şu gün kral yeni elbisesi ile kendini gösterecek, elbisenin özelliği şudur, budur diye. gün gelmiş ve krala yeni elbisesini takdim etmişler, narin hareketler ile üstüne giydirmiş, elleri ile düzeltir, iyice yerleştirir gibi hareketler yapmışlar. kral bakmış ki ayna karşısında çırılçıplak duruyor, üstünde bir şey yok; eyvah demiş elbiseyi göremiyorum. ben aptalım demek ki. aman bir şey söylemeyeyim ki aptallığım anlaşılmasın, krallığımı kaybederim .  halkın karşısına çıkmış, salına salına yürümeye başlamış. halk elbisenin özelliğini bildiğinden, kralı çıplak görseler de kimse aptallığım anlaşılmasın, hem bir de kelleden olmayalım durduk yerde diye ses çıkartmamış aralarında dal budak süzülen kralın kepazeliğine. arada bir çocuk kralı çıplak görünce basmış kahkahayı ve bağırmış aa kral çıplak diye.  bunun üzerine, yalnızca kendisinin göremediğini sanan halk, başkalarının da aynı durumda olduğunu anlayınca toplu halde itin kıçına sokmuşlar kralı.

 

Sizin ilimler, hakikatler de aynı bu sihirli kumaş gibi. kendini akıllı sanan alıkların satın alacağı saçmalıklardan başka şey değiller.

aynı masaldaki sahtekarların sözleri gibi sizinkiler de: sizin ilimleri de ne işse ancak belli kişiler anlayabiliyorlar. 

 

diyoruz ki: kral çıplak! diyoruz ki: tanrı diye bir şey yok, dinler yalan.

size bir takım sahtekarlar  bu zırvaları hikmet diye satmışlar, ne durumda olduğunuzu bilmeden bize anlatmaya çalışıyorsunuz bir de ilimmiş, kilimmiş diye :D

 

Link to post
Sitelerde Paylaş
28 minutes ago, HATEM said:

İlm-i Ledünn, Allah'ın hîbesidir. Çalışılarak elde edilen ilimlerden değildir.
Bu ilim kimlere hîbe edilir diye sorulursa, özünde çok iyi çok yardım sever mazlum kullara hîbe edilir diyebiliriz.

 

Kehf 65. Böylece katımızdan, kendisine rahmet verdiğimiz ve ledun (gizli) ilmimizden öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular.

         74. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü       bir iş  yaptın!” dedi.

         80. “Çocuğa gelince, anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.”

 

İnsan rehber edindiği kitabı aklını, mantığını kullanarak okumazsa böyle saçmalar işte. Ledun denen zımbırtı özünde çok iyi, çok yardımsever, mazlum kullara veriliyormuş. Kimlere verildiği ayetlerde görülüyor mesela çocuk katillerine. Peygamber denen Musa'nın da nasıl bir karaktere sahip olduğu belli oluyor, herif bu adam bana bir şeyler öğretecek diye masum bir çocuğun katledilmesine seyirci kalıyor, bir çocuk katilini kendine usta ediniyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
40 dakika önce, HATEM yazdı:


İlm-i Ledünn, Allah'ın hîbesidir. Çalışılarak elde edilen ilimlerden değildir.
Bu ilim kimlere hîbe edilir diye sorulursa, özünde çok iyi çok yardım sever mazlum kullara hîbe edilir diyebiliriz.
 

Varlık düzeyi müsâit olmayan kişiye bu ilim verilse zâten anlamaz. Aklını hemen devreye sokar; "olmaz öyle şey" der i'tirâz eder. Bir okulda Hocasına i'tirâz eden kişi hocasından ne öğrenebilir ki. İ'tirâz eden kişi akıl ve mantığına uymadığı için i'tirâz eder. Çünkü Ledünnî ilmin, Aklın bilinen kurallarının dışında ayrı bir fıkhı vardır. Dikkat et İ'tirâz eden kişi derken Mü'minlerden bahsediyorum. Mü'minlerin aklından bahsediyorum ya'nî kalpte bir nûr olan akıldan bahsediyorum. Bu akıl bile ledünnî ilim sâhibine i'tirâz eder (Hızır Musâ kıssasında Mûsâ'nın i'tirâzlarını hatırla). Kâfirlerde ise hiç akıl bulunmaz (Akl-ı Meâd). Kâfirlerde zekâ (akl-ı Maaş) vardır. Zekânın akıl karşısında ne kadar kör olduğunu yukarıda sağduyu gibi nasipsizlerin yorumlarından görebilirsin.

Zırvalama be, gizli ilim ne! müslümanların burnu boktan çıkmıyor, dünyayı da boktanlaştırmaktan başka bir işleri yok. Sende bokun kokusu eksik diye felsefe yapıyorsun, ahmakmısın, aptalmısın, numara mı yapıyorsun?

Müslümanın gizli ilmi şu kadın yemek yiyebilsin diye peçesine fermuar takmayı düşünmekten öte gidemez, tabi buna ilmi açıdan çok kafa yormuşlardır, öyle ya akıl ve mantıktan bahsediyorduk değil mi!89753-F1-F-D96-D-492-D-8-B17-AD174-F1-AB

 

tarihinde Abdülmalik tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...