Jump to content

DNA veya RNA İLK NASIL OLUŞTU


Recommended Posts

Olasılıkla ilgili de hiçbirşey bilmiyor, hayal görüyorsunuz, trilyonda bir falan sayıklayıp duruyorsunuz.

İşte Milli Piyango alıyorsunuz değil mi? Olasılık ne kadar? Diyelim milyonda bir, ama çıkıyor değil mi? Çıkıyor, peki çıkmama olasılığı ne? İşte bir üçkağıt yoksa yüzde sıfır, yani mutlaka çıkıyor, çıkacak. Trilyonda bir bile olsa, bir tanesi çıkacak, olacak, olmama olasılığı sıfır çünkü, anlamıyor musunuz bunu?

 

Diyelim A ile B maddesinin reaksiyona girme şansı trilyonda bir olsun, yani 1/1012.

Bu maddeler bir milyar noktada bir araya geldiler diyelim, bu karşılaşmaların birinde reaksiyonun gerçekleşmeme olasılığı nedir biliyor musunuz?

 

Alın Excel'i hesap makinesini hesaplayın:

P= (1-1/1012)1000000000=0,9990 = %99.90

yani bu reaksiyonun gerçekleşme olasılığı binde birdir.

 

Peki ya bu maddeler bir trilyon noktada bir araya gelirlerse?

P= (1-1/1012)1000000000000=0,368 = %36.8

o zaman bu reaksiyonun gerçekleşme olasılığı (1-0.368=0.632=%63.2) yüzde altmışüç'tür.

Olasılık-tesadüf gibi sallamadan önce bari biraz matematik öğrenin...

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 146
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Hangisi Önce Problemi: Protein mi, Yoksa DNA mı?

DNA ile ilgili en çarpıcı konulardan biri de, DNA'yı okuyup ona göre üretim yapan enzimlerin de yine DNA'daki şifrelere göre üretilmeleridir. Bunun anlamı şudur: Hücrenin içinde öyle bir fabrika vardır ki, bu fabrika hem çok çeşitli ürünler üretmekte, hem de bir taraftan bu üretimi yapan robot ve makineleri de inşa etmektedir. Tek bir noktasında eksiklik olsa işe yaramayacak olan bu sistemin, nasıl ortaya çıktığı sorusu ise, evrim teorisini tek başına yıkmaya yeterlidir.

DNA'nın yalnız protein yapısındaki birtakım enzimlerin yardımı ile kopyalanabilmesi ve bu enzimlerin sentezinin de, ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşmesi, protein ve DNA'nın birbirine bağımlı olduklarını gösterir. Dolayısıyla DNA'nın kopyalanabilmesi için, en baştan hem proteinin hem de DNA'nın aynı anda var olmaları gerekir. Bilim yazarı John Horgan bu ikilemi şöyle açıklamaktadır:

... DNA, katalitik proteinlerin ve enzimlerin yardımı olmadan, yaptığı işi yapamaz. Kısacası DNA olmadan proteinler var olmaz, ama DNA da proteinler olmadığı durumda oluşmaz.194

Moleküler biyolog Michael Denton'a göre, "Proteinler birçok şey yapabiliyor, fakat kendi inşaları için gerekli olan bilgiyi saklayamıyor veya aktaramıyorlar. Diğer yandan DNA bilgiyi saklayabiliyor, fakat hiçbir şey üretemiyor veya kendisini çoğaltamıyor. Bu nedenle DNA'nın proteinlere, proteinlerin de DNA'ya ihtiyacı var. Bu kırılamaz bir döngü halinde, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan paradoksunu andırıyor."195 Andrew Scott da, New Scientist dergisindeki bir makalesinde, proteinlerin ve genetik kodun birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini şöyle açıklamaktadır:

Klasik "tavuk ve yumurta" ikilemi ile uğraşıyoruz. Nükleik asitler proteinleri yapmak için gereklidir; proteinler de nükleik asitleri yapmak ve böylece aynı zamanda nükleik asitlerin protein üretim sürecinde kendisini yönlendirmesini sağlamak için gereklidir... Cansız atomlardan bizim oluşumumuz yolunda, kesinlikle hayati bir aşama olan, gen-protein bağlantısının ortaya çıkışı, neredeyse tamamen karanlık içinde gizlenmiştir.196

Bu durum, canlılığın rastlantılarla oluşması senaryosunu, bir kez daha geçersiz kılmaktadır. Amerikalı kimyacı Prof. Homer Jacobson ise, bu konuda şöyle demektedir:

[Hayat başladığı zaman], üreme planları, çevreden madde ve enerji sağlama, gelişim sırası ve tüm bunların gelişimi için bilgileri tercüme edecek mekanizmaya dair talimatların, o anda ve birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez.197

Prof. Jacobson bu ifadeleri, James Watson ve Francis Crick tarafından DNA'nın yapısının aydınlatılmasından iki yıl sonra yazmıştı. Ancak bilimdeki tüm gelişmelere rağmen, bu sorun evrimciler için hala çözümsüz olmaya devam etmektedir. Evrimci biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy da, protein ve DNA'nın birlikte meydana gelme olasılığı hakkında şu itirafı yapmak zorunda kalır:

Bir proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma ihtimali tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma ihtimali astronomik denecek kadar azdır."198

Demirsoy'un bahsettiği ihtimal ise pratikte sıfırdır. Evrimci Dr. Leslie Orgel ise, 1994 tarihli bir makalesinde aynı gerçek karşısında şöyle demektedir:

Son derece kompleks yapılara sahip olan enzimlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının, asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır.199

"Hayatın kimyasal yollarla ortaya çıkması imkansız" demek, "hayatın kendi kendine oluşması imkansız" demektir. Bu gerçek, canlılığın bir anda yaratıldığının açık bir ispatıdır. Ancak evrimciler açık delillerini gördükleri bu gerçeği, ideolojik nedenlerle kabul etmezler. Allah'ın varlığını kabul etmemek için, imkansız olduğunu kendilerinin de bildiği, saçma senaryoları savunurlar. Bir başka evrimci Caryl P. Haskins, DNA şifresinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını ve bu gerçeğin yaratılış için güçlü bir delil olduğunu şöyle ifade eder:

Biyokimyasal genetik düzeyinde evrime ait en kapsamlı sorular hala cevaplandırılmamıştır. Genetik şifre ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı ve nasıl evrimleşmişti? Bugün yaşayan tüm organizmalarda hem DNA'nın replikasyonu hem de DNA şifresinin etkili bir şekilde çevirimi süreçleri, son derece kesin enzimlere gereksinim duymaktadır. Aynı zamanda bu enzimlerin moleküler yapılarının DNA'nın kendisi tarafından kesin bir şekilde belirtilmiş olması, dikkate değer evrimci bir gizemi ortaya çıkarmaktadır... Şifre ve şifreyi çevirme yolları evrim sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıkmıştı? Böyle bir rastlantının gerçekleşmiş olabileceğine inanmak neredeyse akıl almazdır. Bu bulmaca Darwin'den önceki dönemde olduğu gibi Darwin'den sonra da evrimden kuşku duyanlar tarafından, özel yaratılış için en güçlü kanıt türü olarak yorumlanmıştır.200

Tek hücreli bir organizma bile, bilim adamlarının anlayışlarının ötesinde bir kompleksliğe sahiptir. Çünkü bu küçük canlı da tek başına kopyasını oluşturabilen muazzam kapasitede bir genetik kod içermektedir. Bu kod ise sadece düzen değil, aynı zamanda yazılı bilgi de gerektiren bir yapıya sahiptir. Ayrıca bu DNA kodunun sadece doğru olarak yazılması yeterli değildir. Aynı zamanda hücrenin geri kalanı şifreli olarak yazılmış bu talimatları okuyup takip etmelidir. Nitekim canlı varlıkların tümü, aldıkları bu direktifler neticesinde, son derece organize işlemler yürüten kusursuz yapılara sahip olurlar.

Kuşkusuz şuursuz hücre organellerinin bu kodların dilini kendi kendine öğrenmesi ya da bunları tesadüf eseri çözmesi imkansızdır. Kodun var olması, çözülmesi, buradaki bilginin aktarılması, doğru bir şekilde kullanılması... her aşaması ayrı bilinç ve akıl gerektiren işlemlerdir. Peki hücredeki enzim ve ribozomlar bu işlemleri yapmaları gerektiğini nereden bilmektedir? Bunu bildiklerini farz etsek bile, bilmedikleri bir yapıdaki şifreleri hatasız olarak çözmeleri nasıl mümkün olmaktadır? İşte bu noktada sorulan tüm sorular bir yandan evrimcilerin açmazlarını vurgularken, bir yandan da yaratılıştaki üstün akıl ve ilmi sergileyen gerçekleri ortaya koymaktadır. Kuran'da şöyle buyurulmaktadır:

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir. Rabbin onların göğüslerinin sakladıklarını ve açığa vurduklarını bilir. O, Allah'tır, kendisinden başka ilah yoktur. İlkte de, sonda da hamd O'nundur. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 68-70)

Kimyasal Evrim İddialarının Geçersizliği

Darwin, sıcak bir gölün içinde yaşamın hammaddesi olan bazı kimyasallar bulunduğu takdirde, proteinlerin oluşabileceğini, bunların da çoğalıp, birleşip, bir hücre oluşturabileceklerini savunmuştu.201 Darwin'in bu hayalini gerçekleştirmek ve hayatın kökenine sözde evrimsel bir açıklama getirmek için çabalayan binlerce bilim adamı da bu çıkmaz yola girdiler.

Rus biyokimyacı Alexander Oparin ve İngiliz genetikçi J. B. S. Haldane, 1920'lerde "kimyasal evrim" olarak bilinen teoriyi ortaya attılar. Darwin'in hayal ettiği gibi, yaşamın hammaddesi olan moleküllerin, enerji katkısıyla, kendi kendilerine evrimleşip canlı bir hücre yapabileceğini iddia ettiler. Ancak Oparin dahil hiçbir evrimci, bu "kimyasal evrim" iddiasını destekleyecek bir bulgu ortaya koyamadı. Aksine, 20. yüzyılda yapılan her yeni keşif, canlılığın kesinlikle rastlantılarla oluşamayacak kadar kompleks olduğunu gösterdi. Ünlü evrimci Leslie Orgel, bu konuda şu itirafı yapmıştır: "(DNA, RNA ve proteinlerin yapısı incelendiğinde) insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır."202

İnsanın yapı taşı hücre bir yana, DNA'nın temel yapısındaki nükleotidlerin dahi, tesadüfler sonucu, erken dünya koşullarında kimyasal özelliklerini koruması mümkün değildir. Evrimci çizgide yayın yapan bilim dergilerinden Scientific American'da yer alan şu satırlar, evrimcilerin bu konudaki itiraflarını dile getirmektedir:

Muhtemel ilkel dünya koşullarının taklit edildiği gerçekçi deneylerde, en basit moleküller dahi, yalnızca az miktarlarda üretilmiştir. Daha da kötüsü, bu moleküller, genellikle organik moleküllerin ikinci dereceden yapı taşlarıdır. Normal etkileri gitgide daha kompleks organik karışımlar oluşturmak olan jeokimyasal reaksiyonlar sonucunda, nasıl olup da moleküllerin ayrışabildikleri ve saflaşabildikleri hala bir problem olarak durmaktadır. Biraz daha kompleks moleküller için, bu zorluk hızla daha da büyür.203

Alman bilim adamları Reinhard Junker ve Siegfried Scherer de, canlılık için gerekli moleküllerin hepsinin sentezinin, ayrı ayrı koşullar gerektirdiğine dikkat çekerler. Bu durum, Junker ve Scherer'e göre, yaşam için gereken birçok farklı maddenin biraraya gelme olasılığının hiç olmadığını göstermektedir:

Kimyasal evrim için gerekli tüm moleküllerin elde edileceği bir deney bilinmiyor. Dolayısıyla çeşitli moleküllerin, değişik yerlerde, çok uygun koşullarda üretilip, hidroliz (bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasını sağlayan tepkime) ve fotoliz (suyun ışık enerjisi ile ayrıştırılması olayı) gibi zararlı etmenlere karşı korunup, yeni bir reaksiyon bölgesine taşınması gerekmektedir. Burada tesadüften bahsedilemez, çünkü böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali yoktur.204

DNA'nın varlığından, ancak hücre tüm organelleriyle, eksiksiz mevcut olduğunda söz edilebilir.

Dr. John Keosian da The Origin of Life (Hayatın Kökeni) kitabında, evrimcilerin içinde bulunduğu bu çaresizliği şu sözlerle itiraf etmektedir:

Kimyasal evrim iddiaları gerçek dışıdır. Biyokimyasal bileşenlerin, biyokimyasal tepkimelerin ve mekanizmaların, enerji metabolizmasının ve depolamasının, belirli polimerleşmelerin, şifrelerin, transkripsiyon (DNA'daki genetik bilginin, mRNA'ya aktarılması) ve translasyon (RNA'daki genetik bilginin okunarak protein üretilmesi) mekanizmalarının ve daha birçok detayın, ilkel suların içinde canlılar henüz ortaya çıkmadan önce, canlı vücudunda yapacakları işlevler ile birlikte var olduklarına inanmamız bekleniyor. Kimyasal evrim kendi içerisinde son bulmuştur. Çoğu zaman, yaşam dışı organik kimyasal sentezlerde hiçbir şekilde meydana gelemeyecek, fakat canlılık için uygun koşullarda düzenlenmiş uydurma ya da ustalıkla çarpıtılmış laboratuvar sentezleri ile karşımıza çıkar… Ön yargılı kanaatlerimizi desteklediği için deneyleri, sonuçları ve yargıları eleştirmeksizin kabul etmeye hazırız… Hayatın kökeni sorununa çözüm olarak, günümüzde ortaya atılan yaklaşımlar ya konu dışıdır ya da kör bir noktada son bulur. İşte kriz burada yatar…205

Kimyasal evrim senaryosunun imkansızlığı, DNA molekülünün yapısı itibariyle de mümkün değildir. Çünkü DNA molekülü kendi haline bırakıldığında kararlılığını yitirir, yani dış etkenler molekülün yapısının kolaylıkla bozulmasına sebep olur. DNA'nın hücre içerisinde kararlı olmasının nedeni, büyük ölçüde özelleşmiş enzimler tarafından denetlenmesi ve tamir edilmesi sayesindedir. Hücre dışında, evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel okyanusların içinde yüzer haldeyken DNA'nın molekül yapısını koruması -kararlı kalması- mümkün değildir. Aksine bu molekülün, sözde ilkel okyanus ortamında bozulma oranı, sentezlenme hızından çok daha fazla olacaktı.206 Kimyacı Dr. Charles B. Thaxton, Dr. Roger L. Olsen ve Prof. Walter L. Bradley'in ortak çalışması olan The Mystery of Life's Origin (Hayatın Kökeninin Gizemi) adlı kitaplarında, "Okyanus ortamındaki kimyasal çorbada, RNA ve diğer temel biyomolekül sentezlerinin çok sayıda çapraz tepkime nedeniyle, neredeyse her bir devirde kısa devre yapması olasıdır." diyerek, yaşam için gerekli maddelerin kararlılığını koruyamayacaklarına değinmektedir.207

Nitekim bir biyokimyacı DNA'yı hücreden ayırdığında veya laboratuvarda sentezlediğinde, onu erimesine sebep olacak suyun içinde veya bulunduğu kavanozu oda sıcaklığında, laboratuvar tezgahı üzerinde bırakmaz. Büyük olasılıkla ağzını sıkıca kapatıp bir tüp içerisinde, nitrojen altında ve derin dondurucuda saklardı. Kaldı ki bu koşullarda bile, molekül içerisindeki kimyasal bağlar yavaşça parçalanır ve biyolojik etkinlik zaman içinde kaybolur.208

Evrimciler sözde ilkel okyanus içerisinde ve doğal koşullar altında, DNA, RNA ve protein moleküllerinin hızla yok edileceği gerçeğini, tümüyle görmezden gelmektedirler. Dr. Carl Sagan The Origins of Prebiological Systems (Prebiyolojik Sistemlerin Kökeni) adlı kitabında, hayatın kökeni ile ilgili mevcut senaryoların makul olmadığını şöyle kabul etmektedir:

Tartıştığımız problem çok geneldir. Organik moleküller üretmek için enerji kaynakları kullanıyoruz. Fakat aynı enerji kaynaklarının, bu organik molekülleri yok edebileceği de anlaşılmıştır. Organik kimyacı, tepkime ürünleri bozulmadan önce, bunları enerji kaynağından hemen uzaklaştırabilir. Fakat hayatın kökeninden söz ettiğimizde, sentezle birlikte, aynı zamanda bozulmaların da gerçekleştiğini ve bu ürünler hemen uzaklaştırılmadıklarında, tepkimenin gidişatının farklı olacağını görmezden gelmemeliyiz. Hayatın kökenini tekrar etmeye çalışırken, bu güçlükle bir şekilde karşılaşmayacağımız makul senaryolar hayal etmek zorundayız! 209

Burada unutulmaması gereken, DNA'daki bilgiyi okuyacak, bu talimatları algılayıp protein üretimi yapabilecek mekanizmaya sahip bir hücre dahi yokken, DNA'daki bilginin bir anlamı olmayacağıdır. Evrimcilerin öne sürdüğü ilkel dünya koşullarında, DNA molekülünün -her türlü imkansızlığa rağmen- kendiliğinden oluştuğunu farz etsek bile, DNA'nın varlığı tek başına bir anlam taşımazdı. Prof. David E. Green ve Prof. Robert F. Goldberger evrimci kimliklerine rağmen, hücrenin aşamalı olarak kendiliğinden ortaya çıktığı görüşünün geçersizliğini şöyle ifade etmektedirler:

… makromolekülden hücreye geçiş, fantastik boyutlarda bir sıçramadır ve test edilebilir bir hipotez değildir. Bu alanda herşey, varsayımlardan ibarettir. Mevcut bilgiler, hücrelerin, bu gezegende kendiliğinden ortaya çıktığını, gerçek olarak varsayacak bir temel oluşturmuyor.210

New York Times gazetesin bilim yazarı Nicholas Wade, Haziran 2000'de yayınlanan "Hayatın Kökeni Daha Karanlık ve Daha Karmaşık Oluyor" adlı makalesinde "Dünyada hayatın kökeniyle ilgili herşey bir sır ve ne kadar çok şey bilinirse, bilmece de o kadar derinleşiyor." demektedir.211 Biyokimyacı Prof. Michael J. Behe ise, evrim senaryoları açısından bilimin içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemektedir:

Aslında çoğu bilim adamı, hayatın başlangıcı konusunda bir açıklama yapamamaktadır. Diğer taraftan bir kısım bilim adamları, hayatın kökeni konusunda, bu kitapta tarif edilen büyük zorluklara rağmen, evrimin kolaylıkla açıklanabileceğini düşünmektedirler. Bu garip durumun sebebi ise şöyledir: Kimyacılar hayatın kökeni senaryolarını ölçümlerle ve deneylerle test etmektedirler. Ancak evrimci bilim adamları, evrim senaryolarını ne ölçüm ne de deneylerle moleküler düzeyde test etmeye teşebbüs etmemektedirler. İşte bu nedenle hayatın kökeni çalışmalarına hakim olan evrimci biyoloji, deneyler yapılmadan önceki, 1950'lerdeki zihniyette tıkanıp kalmıştır: Hayal gücü sınırsız kullanılarak. Biyokimyanın gelişmesiyle, aslında evrim teorisinin kesinlikle açıklayamadığı bir dünya ortaya çıkmıştır ve bu dünya canlıların tamamında mevcuttur. Darwin'in başlangıç noktası olan hayatın kökeni ve görmenin kökeni, teori tarafından kesinlikle açıklanamamıştır. Darwin, hiçbir zaman, hayatın en temel seviyesinde bile bulunan eşsiz kompleksliği hayal edememiştir.212

Evrimcilerin bir türlü anlamak istemedikleri nokta da budur: Darwin canlılığın kompleksliğini öngöremeyecek kadar yüzeysel bilgilere sahip, sadece gözlemlerine dayanarak yorum yürüten, amatör bir bilim adamıydı. Evrim teorisine körü körüne bir bağlılık gösteren pek çok bilim adamı da, kendilerini bu cehaletin açmazı içinde bulmaktadır. Gerek itibarlarını kaybetme endişesinden, gerek doğruları söyleme cesareti gösterememekten, gerekse Allah'ın yaratışını kabul etmek istemedikleri için toplu bir aldatmacanın parçası olmuşlardır. Ancak gerçekler öylesine açıktır ki, kimi zaman itiraf dışında evrimcilerin de söyleyecek sözleri bulunmamaktadır. Günümüz evrimcilerinden biri olmasına karşın, biyokimyacı Klaus Dose, hayatın sözde ilkel ortamda kendiliğinden oluşmasının imkansızlığını şöyle kabul etmektedir:

Bunun ardından hala açıklanamamış bir bilmece var, yani genlerimizde yerleşik bilgi örneğinde olduğu gibi, biyolojik bilginin kaynağı sorusu… Basit nükleotidlerin veya hatta ilkel dünya koşullarında kopyalanabilen polinükleotidlerin kendiliğinden oluşması ihtimali, bu alanda yapılan sayısız başarısız deney ışığında artık imkansız olarak kabul edilmelidir.213

"Yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının imkansız olması" demek, "yaşamın tesadüfen ortaya çıkması imkansız" demektir. Dolayısıyla yaşamın kökenini tesadüfle açıklamaya kalkan evrim teorisi, daha ilk aşamada çökmektedir. Yaşamın kökeni tesadüf olmadığına göre, bilim açıkça göstermektedir ki, yaşam kusursuz bir şekilde yaratılmıştır. Yalnızca ilk canlılık değil, yeryüzündeki tüm farklı canlı sınıflamaları ayrı ayrı yaratılmışlardır. Nitekim fosil kayıtları bu hususu doğrulamakta, tüm türlerin yeryüzünde bir anda ve özgün yapılarıyla ortaya çıktıklarını, hiçbir evrim süreci geçirmeden yaratıldıklarını göstermektedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hem DNA, hem de proteinler olduğuna göre, şu olamaz bu olamaz diye ahkâm kesmenin bir anlamı yok..

Nasıl olabilir diye düşünmenin zamanıdır..

Olamaz bir açıklama değildir..

Çünkü olan olmuştur..

Madem DNA olmadan proteinler olamaz, öyle ise ilk oluşan DNA'dır..

Ancak RNA DNA'dan çok daha basit ve katalitik nitelikleri olan bir protein olduğu için, ilk ortaya çıkan molekül olmalıdır.

Proteinleri bu ilk ortaya çıkan RNA şifrelemiştir.

Daha sonra RNA'dan DNA evrilmiş ve RNA'nın en önemli işlevi olan protein sentezini üstlenmiştir.

RNA da bu arada protein sentezinin yapılması için gerekli görevler üstlenmiştir.

Yukarda RNA'nın nasıl oluşabileceğini açıkladık.

Bu uzun saçmalığı kısaca böyle yanıtlayabilirim..

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
bilelimogrenelim yazdı:
Olasılıkla ilgili de hiçbirşey bilmiyor, hayal görüyorsunuz, trilyonda bir falan sayıklayıp duruyorsunuz.

İşte Milli Piyango alıyorsunuz değil mi? Olasılık ne kadar? Diyelim milyonda bir, ama çıkıyor değil mi? Çıkıyor, peki çıkmama olasılığı ne? İşte bir üçkağıt yoksa yüzde sıfır, yani mutlaka çıkıyor, çıkacak. Trilyonda bir bile olsa, bir tanesi çıkacak, olacak, olmama olasılığı sıfır çünkü, anlamıyor musunuz bunu?

Diyelim A ile B maddesinin reaksiyona girme şansı trilyonda bir olsun, yani 1/1012.

Bu maddeler bir milyar noktada bir araya geldiler diyelim, bu karşılaşmaların birinde reaksiyonun gerçekleşmeme olasılığı nedir biliyor musunuz?

 

Alın Excel'i hesap makinesini hesaplayın:

P= (1-1/1012)1000000000=0,9990 = %99.90

yani bu reaksiyonun gerçekleşme olasılığı binde birdir.

 

Peki ya bu maddeler bir trilyon noktada bir araya gelirlerse?

P= (1-1/1012)1000000000000=0,368 = %36.8

o zaman bu reaksiyonun gerçekleşme olasılığı (1-0.368=0.632=%63.2) yüzde altmışüç'tür.

Olasılık-tesadüf gibi sallamadan önce bari biraz matematik öğrenin...

 

madem bileilim öğrenelim kardeş olsalığa getirdiğin açı gerçekten güzel hücre gibi karmaşık yapının dna zincirinde nekadar anlamlı yapı var sende biliyorsunn onunda olasığı var demi senin dediğine göre olma olsasılığı var sen %37 diyorsun

tamasenin aynı olasılığınagöre bişey diyim ben bunuda aynı olasılığa sahip olacağını göreceksin teoride ama pratikte insanlar olene kadar olmayacak bir tes

senin olasılık örneğine göre kainattaki insanları alalım vede klıvaya tuşlarına basmayı öğrenmiş canlıları alalım hepis tuşlara resgele bassınlar ve bana polisiye bir roman yazssınlar yok yok cin alinin topacını yazsınlar....

yazabilirlermiii sence

 

ben programlama da gördüm basit bir hesap programnı yapmak için canım çıktıı elli kere hata verdii

hücre gibi bir canlının programı nı doğal seçilim nasıl yapıyorr şuan bilim adamları bile daha çözemeişken ..........

Link to post
Sitelerde Paylaş

Taskafa ilişimi vermemişsin!

Forum kurallarına aykırı olduğunu hatırlatmak isterim.

Unutmuş olabilirsin.

Ben senin yerine ilişimi vereyiyorum!

http://www.harunyahya.org/evrim/darwin_dna...ilseydi_14.html

Beş ve altıncı başlık...

tarihinde Procroustes tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

yazarlar...

cin alinin topacını yazarlar...

neden, çünkü doğal seçilim diye bir mekanizma var, anladın mı?

Mesela senin dediğin gibi "CİN ALİNİN TOPACI" kelimesini yazdıralım. Kitapta kaç kelime ve harf olduğunu bilmiyorum onun için bu örneği aldım. Daha basit olsun ve hesaplayabilelim diye.

 

Şu kuralları koyalım:

 

1. Elimizde bir milyar tane maymun var

 

2. Bunlar önlerine konan bir klavyedeki 30 harften birine rastgele basıyorlar.

 

3. Yanlış harfe basıldığı zaman süreç başına dönüyor. Yani örneğin maymunlardan biri ilk harf olarak "C" dışında bir harfe bastıkları zaman ilk harfi tekrarlıyorlar (tıpki doğal seçilim gibi, başarılı olamayan eleniyor)

 

4. Bir milyar denemede maymunlardan birinin bu cümleyi yazma olasılığını soruyoruz.

 

Var mısın bu hesaba? Kaç olabilir sence?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Olasılıkla ilgili de hiçbirşey bilmiyor, hayal görüyorsunuz, trilyonda bir falan sayıklayıp duruyorsunuz.

İşte Milli Piyango alıyorsunuz değil mi? Olasılık ne kadar? Diyelim milyonda bir, ama çıkıyor değil mi? Çıkıyor, peki çıkmama olasılığı ne? İşte bir üçkağıt yoksa yüzde sıfır, yani mutlaka çıkıyor, çıkacak. Trilyonda bir bile olsa, bir tanesi çıkacak, olacak, olmama olasılığı sıfır çünkü, anlamıyor musunuz bunu?

Olasılıkla ilgili çarpıtmanın da böylesini görmedim. Piyangonun mutlaka birine veya birilerine çıkması zorunlu iken canlının ortaya çıkması zorunlu değildir. Piyango yapılırken amaç en azından bir kişiye büyük ikramiye kazandırmaktır. İkramiye şans eseri 15.000.000 kişiden birine mutlaka çıkacaktır. İkramiyenin herhangi birine çıkması zorunluluktur, ama ikramiyenin 'o adam'a çıkması şanstır. Aradaki farkı göremiyor oluşunuz ilginç. Kimyasal evrimi algılama şekliniz buysa durum içler acısı.

tarihinde sonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
bilelimogrenelim yazdı:
yazarlar...

cin alinin topacını yazarlar...

neden, çünkü doğal seçilim diye bir mekanizma var, anladın mı?

Mesela senin dediğin gibi "CİN ALİNİN TOPACI" kelimesini yazdıralım. Kitapta kaç kelime ve harf olduğunu bilmiyorum onun için bu örneği aldım. Daha basit olsun ve hesaplayabilelim diye.

 

Şu kuralları koyalım:

 

1. Elimizde bir milyar tane maymun var

 

2. Bunlar önlerine konan bir klavyedeki 30 harften birine rastgele basıyorlar.

 

3. Yanlış harfe basıldığı zaman süreç başına dönüyor. Yani örneğin maymunlardan biri ilk harf olarak "C" dışında bir harfe bastıkları zaman ilk harfi tekrarlıyorlar (tıpki doğal seçilim gibi, başarılı olamayan eleniyor)

 

4. Bir milyar denemede maymunlardan birinin bu cümleyi yazma olasılığını soruyoruz.

 

Var mısın bu hesaba? Kaç olabilir sence?

 

Burada da el çabukluğuyla çarpıtma yapılıyor yutan olursa tabi. Maymun C harfi dışında bir harfe bastığında sistemin C'yi tutması sistemin goal olarak C'ye ayarlandığını gösterir. Ama doğal seçilim böylesi amaçlanmış bir program değildir. Doğal seçilim amaçsız iken, C'yi tutup diğer harfleri hesap dışı tutan sistem amaçlı bir sistemdir. Doğal seçilimin uygun olanı seçmesi ile C harfini seçen sistem arasında kurulan analoji tamamen yanlıştır. Doğal seçilimde C'den sonra 'İ' harfinin saklı tutulması sağlanamaz. Çünkü doğal seçilimin amacı yoktur. Bu sistemin en basitinden hatalı olduğunu göstermek için şu soruyu sorabiliriz. Bu sistem CİN ALİNİN TOPACI dışında ne üretebilir? Sanırım bu şekilde daha anlaşılır olmuştur.

 

Hâsılı, 3 numaralı şıktaki sistem bir tasarımdır. Yani maymunların bir milyar deneme yapmalarına gerek yok, 300-400 denemede yazarlar yazıyı.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hem DNA, hem de proteinler olduğuna göre, şu olamaz bu olamaz diye ahkâm kesmenin bir anlamı yok..

Nasıl olabilir diye düşünmenin zamanıdır..

Olamaz bir açıklama değildir..

Çünkü olan olmuştur..

Madem DNA olmadan proteinler olamaz, öyle ise ilk oluşan DNA'dır..

Ancak RNA DNA'dan çok daha basit ve katalitik nitelikleri olan bir protein olduğu için, ilk ortaya çıkan molekül olmalıdır.

Proteinleri bu ilk ortaya çıkan RNA şifrelemiştir.

Daha sonra RNA'dan DNA evrilmiş ve RNA'nın en önemli işlevi olan protein sentezini üstlenmiştir.

RNA da bu arada protein sentezinin yapılması için gerekli görevler üstlenmiştir.

Yukarda RNA'nın nasıl oluşabileceğini açıkladık.

Bu uzun saçmalığı kısaca böyle yanıtlayabilirim..

HACI

Asıl saçma olan bence bu cevap, daha doğrusu cevap niteliği bile yok maalesef. The Origin of Life'ın yazarı şöyle demiş:

Biyokimyasal bileşenlerin, biyokimyasal tepkimelerin ve mekanizmaların, enerji metabolizmasının ve depolamasının, belirli polimerleşmelerin, şifrelerin, transkripsiyon (DNA'daki genetik bilginin, mRNA'ya aktarılması) ve translasyon (RNA'daki genetik bilginin okunarak protein üretilmesi) mekanizmalarının ve daha birçok detayın, ilkel suların içinde canlılar henüz ortaya çıkmadan önce, canlı vücudunda yapacakları işlevler ile birlikte var olduklarına inanmamız bekleniyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

@Sonus

Richard Dawkins, Gen bencildir adlı kitabında bu olasılık hesabını şöyle açıklıyor...

"CİN ALİNİN TOPACI"

Bu yazı kolayca yazılabilir diyor...

Çünki Dawkins'e göre

C kararlı bir yapıdır... Maymunun birisi bir C yazdımı ondan sonra sürekli önce C yazmak ister der...

Yine C den sonra İ yazmak yani Cİ, C ye göre daha kararlı bir yapıdır... Bir kere Cİ yazdıktan sonra tüm maymunlar Cİ yazmak ister...

Kısaca Ci yazdıktan sonra eğer CİN değilde CİP yazarlarsa denemeye baştan başlamazlar Cİ den başlarlar...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ateshbey, böyle değil aslında.. Eğer olayı daktilo ve maymunlarla açıklayacaksan, şöyle olur. Maymun 1 (M1), C yazınca, bunu başlar çoğaltmaya. Her yazdığı yeni kopyayı bir başka maymuna verir. Böylece yüzlerce maymun C ile başlayan şeyler yazmaya başlar. Birisi Cİ yazınca bu defada aynısını o yapar. Yüzlerce maymun Cİ ile başlayan şeyler yazmaya devam eder.

 

Burada gereken fitness fonksiyonudur ki, doğal seçilim işte bunu yerine getirir.

Mutasyonlar rasgeledir, şu bu rasgeledir, velakin doğal seçilim rasgele değildir.

 

Eğer mesele rasgele ile mükemmele ulaşmak olsaydı, gözleri olmayan köstebekler beklerdik. Ama görürsünüz ki, köstebeklerin, mağara balıklarının vs. kör olmasına ve hiç ihtiyaçları olmamasına rağmen gözleri vardır. Bu da, mutasyonlarla ulaşılan sonuçların, akıllı bir mutasyoncu tarafından denetlenmediğini gösterir açıkca..

Link to post
Sitelerde Paylaş
sonus yazdı:
Asıl saçma olan bence bu cevap, daha doğrusu cevap niteliği bile yok maalesef. The Origin of Life'ın yazarı şöyle demiş:

Biyokimyasal bileşenlerin, biyokimyasal tepkimelerin ve mekanizmaların, enerji metabolizmasının ve depolamasının, belirli polimerleşmelerin, şifrelerin, transkripsiyon (DNA'daki genetik bilginin, mRNA'ya aktarılması) ve translasyon (RNA'daki genetik bilginin okunarak protein üretilmesi) mekanizmalarının ve daha birçok detayın, ilkel suların içinde canlılar henüz ortaya çıkmadan önce, canlı vücudunda yapacakları işlevler ile birlikte var olduklarına inanmamız bekleniyor.

 

Sizin yazılanları anlamadığınız belli oluyor..

Anlamadığınız için de bu yanlışları yapıyorsunuz..

Biraz daha dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum..

Bu quote'un kaynağı Origin of Life ise daha spesifik bir açıkalama bekliyoruz.

Kitabın yazarı, Kitabın orijinal adı, yayınlayan yanınevi, şehri, yılı ve sayfa numarası..

Tabii bu tümcenin alındığı context...... Parağraf.. Konu..

Bu yazının out of context alınmış olduğunu düşünüyorum.

Evrimin ne olduğunu bilen birisi bunu yazdıysa, mutlaka bu yazının başı ve sonu vardır.

Bu ahlaksızlığı bazılarının sıklıkla yaptığını biliyoruz.

Savlarının cımbızlama ile savunuyorlar..

 

Burada saygınlık kazanmak istiyorsanız, referansınızı çok daha açık ve kesin olarak vermeniz gerekiyor..

Evrimin ilkelerini bilen ve bilime sadık her insan bütün bunların aynı anda ve birlikte olamayacağını da çok iyi bilir.

Bilinmeyenlere kapitalize olarak bilime saldırıyorsunuz..

Bu cehaletten de öte, bir kişilik sorununa benziyor..

Sizin gibi çok bağnaz var ülkemizde..

Biz sizlerden utanç duyarken, Adnan Oktar sizlerle iftihar ediyor..

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
AteshBey yazdı:
"Ol dedi oldu" size göre ne kadar komik bir şey ise...

Abiyogenez de o kadar komik bir şeydir....

Tencere dibin kara, seninki benden kara hesabı işte...

 

Abiyogenezden bahseden kim?..

Olmadığını açıklamaya çalıştık.

Daha ne yapalım!

Biyogenez demek istediniz galiba..

Ol demekle olunca nasıl olduğu açılanmıyor.

Ol demek bir efsane..

Ama Big Bang'in nasıl olduğu bilimsel olarak açıklanıyor.

İlk canlı hücrenin nasıl ortaya çıktığı konusunda da çeşitli senaryolar tartışılıyor, kuramlar ortaya atılıyor.

Kademe kademe ilk canlının ortaya çıkış senaryoları bilimsel olarak araştırılıyor.

Bilime inanmayanların kafası basmadığı gibi, mideleri de kaldırmaz bu açıklamaları..

İşte böyle saçmalarlar..

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş
sonus yazdı:
Burada da el çabukluğuyla çarpıtma yapılıyor yutan olursa tabi. Maymun C harfi dışında bir harfe bastığında sistemin C'yi tutması sistemin goal olarak C'ye ayarlandığını gösterir. Ama doğal seçilim böylesi amaçlanmış bir program değildir. Doğal seçilim amaçsız iken, C'yi tutup diğer harfleri hesap dışı tutan sistem amaçlı bir sistemdir. Doğal seçilimin uygun olanı seçmesi ile C harfini seçen sistem arasında kurulan analoji tamamen yanlıştır. Doğal seçilimde C'den sonra 'İ' harfinin saklı tutulması sağlanamaz. Çünkü doğal seçilimin amacı yoktur. Bu sistemin en basitinden hatalı olduğunu göstermek için şu soruyu sorabiliriz. Bu sistem CİN ALİNİN TOPACI dışında ne üretebilir? Sanırım bu şekilde daha anlaşılır olmuştur.

Hâsılı, 3 numaralı şıktaki sistem bir tasarımdır. Yani maymunların bir milyar deneme yapmalarına gerek yok, 300-400 denemede yazarlar yazıyı.

 

Sonus'ün yaklaşımı aslında doğrudur. Ama vardığı sonuç yanlış...

 

Sistem "CİN ALİNİN TOPACI" dışında birşey üretemez, çünkü zaten bu cümle fizik kanunları ve çevre şartları ile belirlenir. Mutasyonlar bilinçsizdir, kararsızdır. Ama çevre ne ise odur, daktiloya basanlar bilinçsiz maymunlar, ama doğru/yanlış harfe karar veren çevredir. Doğal seçilim budur, bilinçli değildir, ama mutasyonları doğru dizilimi bulması için yönlendirir, bunun için akıllı olması da , tasarlanmış olması da gerekmez...

 

Soru ile madem ilgilenen olmuş, cevabını verelim.

 

Bir maymunun ilk denemede ilk harfi doğru bulma olasılığı 1/30'dur. O halde bulamama olasılığı (1-1/30)'dur

 

1 maymunun 1 milyar denemede ilk harfi bulamama olasılığı (1-1/30)1000000000

 

1 milyar maymunun 1 milyar denemede ilk harfi bulamama olasılığı ((1-1/30)1000000000)1000000000

 

1 milyar maymunun 1 milyar denemede 30 harfi de bulamama olasılığı (((1-1/30)1000000000)1000000000)30

 

Bu rakam sıfıra öylesine yakındır ki hesapayacak bir makine yoktur...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Ateshbey,

Ateshbey yazdı:
C kararlı bir yapıdır... Maymunun birisi bir C yazdımı ondan sonra sürekli önce C yazmak ister der...

Yine C den sonra İ yazmak yani Cİ, C ye göre daha kararlı bir yapıdır... Bir kere Cİ yazdıktan sonra tüm maymunlar Cİ yazmak ister...

Kısaca Ci yazdıktan sonra eğer CİN değilde CİP yazarlarsa denemeye baştan başlamazlar Cİ den başlarlar...

 

Yukarıdaki yazıyı Dawkins’in algoritmasını yeterince incelemiş biri olarak yazdım zaten. Evrimci algoritmalar doğadaki adaptasyon veya doğal seçilimden farklı algoritmalar kullanmaktadırlar. Yani algoritmalar Darwinian süreci doğru yansıtmazlar. Üstelik Dawkins’in ortaya koyduğu bu durum bildiğimiz evrimcilerin sandığından çok farklıdır. Algoritmada başlıca önemli hataları şunlardır.

 

1. Algoritmalar her iteraton’da sonuca uygun bireyleri seçerler. Doğada ise uyum sağlayamayanlar ölür, uyum sağlayanlar devam eder. Hedefe ulaşmak istediğinizde seçilim fonksiyonu olasılığı yükseltir, doğal seçilim ise düşürür. Doğal seçilim ile seçilim fonksiyonu zıt yönlerde çalışan tamamen farklı şeylerdir. Aradaki farkı görün.

 

2. ‘Cin alinin topacı’ olasılıktan önce belirlenmiş bir hedef dizisidir. Hedef, Darwinian algoritmayı işletmekten önce geliyor ve algoritma belirlenen hedefle (yani ‘cin alinin topacı’nda) son bulmak üzere programlanmış. Hedef dizisi seçmek amaç taşıyan bir harekettir. Evrimde ‘amaç, yönlendirme ve hedefe yürüme’ diye bir şey yoktur. Maymunlardan birinin C yazdıktan sonra C’yi saklı tutması için bir neden yok. C’yi saklı tutması ile doğal seçilim (işe yaramayanın elenmesi) tamamen zıt işlemlerdir.

 

3. Çok önemli soru: Dawkins’in –veya bilelimogrenelim’in- algoritması, hedef dizisi olan ‘cin alinin topacı’ dışında ne elde edebilir? Koca bir hiç! Üstelik algoritmanın muhtemel nihai noktaları nelerdir? Algoritma olasılığı büyüten bir yapıda, yani ihtimal büyüteci vazifesi görüyor. İhtimal büyüten şey de diğer yandan karmaşıklık azaltıcı rolü üstleniyor doğal olarak. Bu algoritma hedefe ulaşmayı her seferinde kesin olarak başarıyor, hedefe ulaşmak son derece kolay. Hedefe ulaşırken karmaşıklığı azaltıyor. Özetle algoritma bu haliyle apaçık biçimde ‘karmaşıklık süsü verilmiş’ bir sistemdir.

 

4. Dikkat ederseniz algoritmanın hedef dizisi ile Dawkins’in bulmaya çalıştığı dizi aynı uzunluktadır, ne bir eksik ne de bir fazla.

Mutasyon ve doğal seçilim kombinasyonuyla çevre adaptasyonunu açıklayabilirsiniz. Ama bu kombinasyonla yönlendirme olmaksızın ‘cin alinin topaci’ veya ‘kuş kanadı’ gibi bir sistem elde edemezsiniz. Doğal yaşam bir akciğer, beyin, eşeyli üreme ve kalp oluşumunu öngöremez. Bu şekilde sistem oluşturacak mekanizmanın başarılı olabilmesi için sistemin alt sistemlerini de uyumlu olarak oluşturması gerekir. Hedef gözetmeyen bir sistemin başarılı olabilmesi için sonsuz çözüm evreninden sonuca ulaşması gerekir. Çözüm evreninde hedefi aramayan mekanizmanın hedefi bulması da neredeyse ihtimal dışıdır. Yani doğanın bir planı yoktur ve bu yüzden kuş kanadını oluşturamaz. Rastgele oluşan mutasyonlardan canlının işine yarayanlar genpool’da saklanır, adaptasyonu başaramayanlar elenir. Belirli özellikler korunur. Artık buradan sonrası imajinasyondur. Evrimciler olmuş artık bir şekilde demekten öte bir şey demezler ve ‘evrim doğrudur, sadece nasılını araştırıyoruz’ kısırdöngüsünde dönmeye devam ederler.

 

Not: hileye başvurarak yapılan ihtimali %100’e yakınsayan bilindik olasılık hesaplarını dikkate almıyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Sonus'ün yaklaşımı aslında doğrudur. Ama vardığı sonuç yanlış...

Sistem "CİN ALİNİN TOPACI" dışında birşey üretemez, çünkü zaten bu cümle fizik kanunları ve çevre şartları ile belirlenir. Mutasyonlar bilinçsizdir, kararsızdır. Ama çevre ne ise odur, daktiloya basanlar bilinçsiz maymunlar, ama doğru/yanlış harfe karar veren çevredir. Doğal seçilim budur, bilinçli değildir, ama mutasyonları doğru dizilimi bulması için yönlendirir, bunun için akıllı olması da , tasarlanmış olması da gerekmez...

Yok olmaya neden olan doğal seçilimle algoritmadaki seçilim fonksiyonunu birbirine karıştırmışsın. İkisi tamamen farklı şeyler. Üstelik dediğin gibi bir çevrim olabileceğini varsaysak bile bu adaptasyonu açıklar. Adaptasyon sistem oluşumu değildir, çevreye uyumdur.

Şimdi soruyorum, doğada sistem seviyesinde çözüm üretecek seçilim fonksiyonları var mıdır? Bu fonksiyonlara isim olarak doğal seleksiyon diyorsanız (ki öyle diyor ve yanılıyorsunuz aslında), bu mekanizma ile kuş uçuşunu açıklayıverin.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Yok olmaya neden olan doğal seçilimle algoritmadaki seçilim fonksiyonunu birbirine karıştırmışsın. İkisi tamamen farklı şeyler. Üstelik dediğin gibi bir çevrim olabileceğini varsaysak bile bu adaptasyonu açıklar. Adaptasyon sistem oluşumu değildir, çevreye uyumdur.

Şimdi soruyorum, doğada sistem seviyesinde çözüm üretecek seçilim fonksiyonları var mıdır? Bu fonksiyonlara isim olarak doğal seleksiyon diyorsanız (ki öyle diyor ve yanılıyorsunuz aslında), bu mekanizma ile kuş uçuşunu açıklayıverin.

Bunu açıklamak çok kolay.

Sen önce sana göre kuşun nasıl ortaya çıktığını açıkla...

Gerisini biz hallederiz..

Senin o olmaz, şu olmaz şeklinde kestiğin ahkâmların temeli bakalım ne imiş...

Anlayalım..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...