baglanti 0 Oluşturuldu: Ekim 17, 2008 Raporla Share Oluşturuldu: Ekim 17, 2008 FAUST Goethe KİTABIN ÖZETİ Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde sadelik hakimdir, olaylar tek bir motif etrafında geçmektedir. Anlaşılması büyük bir zorluk göstermez. İkinci bölümde ise bir bütünlük kurmak güçtür. Anlaşılması ve olaylarla bağlantı kurmak , ilişkilendirmek çok zordur. FAUST: Faust, latince mutluluk demektir. Faust, bilgi ihtirası içinde kıvranan karamsar bir tipi anlatır. Bilim uğruna bütün ömrünü harcamış, nefsine bütün dünya hazlarını yasak etmiş ve tam anlamıyla yasak bir ömür geçirmiş olmasına rağmen, amacına ulaşamamış olmanın ızdırabı içindedir. Bu hal içinde şeytana teslim olduktan sonra, onun akıbeti çeşitli Faust efsanelerinde türlü türlü gösterilmiş ve dünyaya beyan edilmiştir. MEFİSTO: Mefisto'ya şeytan demek yerinde olur. Mefisto sadece fenalıkları sürükleyen bir hüviyet olmakla kalmaz, aynı zamanda bir çeşit Azrail rolünü de üstlenmektedir. Eserin anlatımı çok sadedir. Faust, zamanın bütün bilimlerini tahsil edip bitirmiştir. Artık öğrenilecek bir bilim kalmamıştır. Fakat görmektedir ki; gerçeği bulma sahasında bütün bu bildiği şeyler kendisini bir adım bile ileriye götürmemiştir. Halbuki zamanın olanaklarından çok, ileriye göz diken bir ihtirasla, salt gerçekleri anlamak ve bilgi sahibi olmak arzusundadır. Normal bilgi edinmek yollarından bir hayır gelmeyeceğini anlamıştır. Böylece son umut olarak, kendisini büyücülüğe vermiştir. Ruh kuvveti sayesinde arzu ettiği bilgileri elde edebileceğini ummaktadır. Gökte Tanrı ile Şeytan aralarında bir bahse tutuşmaktadırlar. Şeytan Faust'u kolayca baştan çıkartacağını onu asli kaynağından uzaklaştırıp, sapıklığa sürükleyebileceğini iddia etmektedir. Tanrı ise, insanın yaradılış itibarı ile iyi olduğunu ve yeryüzünde bir gaye için çalışırken yanılabileceğini, fakat şeytan araya girse bile yine kendi ruhunun iyiliği sayesinde doğru yolu bulabileceğini bilmektedir. Bu itibarla şeytanı Faust üzerinde deneme yapmakta serbest bırakmıştır. Faust, büyücülükle uğraşırken, alışılmış şekilde, ruh çağırmaya başlar. Bu çağırmaların birinde Mefisto karşısına çıkar. Faust, hayattan bezgindir. Hiçbir şeyden tat almamaktadır. Oysa Mefisto, ona parlak vaatlerde bulunmaktadır. Nihayet aralarında bir sözleşme yapılır. Faust der ki; beni istediğin yere götür. Eğer bir an gelip ben, zamana, "dur geçme, ne kadar güzelsin" diyecek kadar bir mutluluk duyarsam, artık ölmeye razı olurum. Bu bahislerden sonra Mefisto, mel'un teşebbüslerine başlar. O ana kadar kitapların içine kapalı kalmış Faust'u küçük ve büyük alemlerde dolaştırır. Sefil meyhanelerden, en lüks saraylara kadar her yeri gezdirir. Bir taraftan da Faust'u türlü içkilere alıştırır. Bir büyücü kadına hazırlattığı aşk içkisini Faust'a içirdikten sonra, onun karşısına masum Margaret'i çıkarır. Faust 25 yaşındaki bir gencin heyecanı ile kızcağızı sever. Kız da masum duygularla bu aşka karşılık verir. Bu yüzden rahatça baş başa kalabilmeleri için annesinin fincanına Faust'un verdiği zehiri damlatır. Kadıncağız ölür. Margaret, Faust'dan olan çocuğunu boğar. Bu yüzden Margaret'in kardeşi de Faust tarafından öldürülür. Böylece Faust'un eli kana bulanır. Margaret'i hapisten kurtarma denemesi de başarılı olmaz. Araya Yunan güzeli Helena girer. Faust ona da aşık olur. Fakat aradığı mutluluğu burada da bulamaz. Nihayet İncil'in bir sözüne göre düşünmeye başlar. Yani yaradılışın ilk eseri "söz" müdür, "anlam" mıdır, "faaliyet" midir? Faust beşeri mutluluğu faaliyette bulur. Bir bataklık sahayı bayındır haline getirmeyi tasarladığı anda bir nevi murada erer ve zamana "dur geçme, çok güzelsin" der. Sonuç olarak yazar her iki bölümde de insan karakterini oldukça detaylı bir şekilde dile getirmiştir. Fakat yazar isterse bir konuyu nasıl haşmetli, heybetli bir sadelik ve bütünlükle işleyebileceğini göstermiştir. Bununla birlikte bazı bölümlerinin anlaşılması ve olaylarla bağlantı kurmak çok güçtür. İkinci kısa özet: FAUST Eserde insanın iyi yaratıldığını, kötü şeyler yapsa da sonunda mutluluğu yakalayacağını söyleyen Tanrı ile bunun tersini savunan Mefistofeles iddiaya girer. Bunun için bütün bilimleri araştırnış, kendisini büyüye vermiş Faust’u seçerler. Umduğunu bulamadığı için intiharın eşiğine kadar gelen Faust’a Mefistofeles kendisini tanıtır ve onunla da iddiaya girer. Faust’u içinde bulunduğu bunalımlı hayattan alıp değişik dünyalara sürükleyen Mefistofeles sonunda iddiayı kazanmıştır. Görüldüğü üzere Faust adlı eserin iki kısa özeti var yukarıda. Ben bu eserden yola çıkarak, bir konuyu irdelemek istiyorum. Biz insanların bir kısmı iç dünyalarında son derece iyi niyetli ve romantik olabilir. Ancak biliriz ki dış dünyada bu duygularımızla hareket edemeyiz. Edersek ilk kavşakta savruluruz. Hemde sonunu kestiremeyeceğimiz savruluşlar olur bunlar. Bizlerin bu iç ve dış farkı epey canımızı yakan bir olgudur. Bu şuna benzer. Isıtılmış bir bardağa soğuk su doldurmak gibidir. Bardağın çatlamaması için dirençli olması gerekir. Eğer yapısında o direnç yoksa bardak çatlar. İnsan çoğunluğunun içinden küçük bir topluluk olan bir kısmımızın kaç tanesi bu hırpalanmış benliklerin sıkıntılarıyla doludur kimbilir. Faust isimli eser, yazarı tarafından bir şekilde gerçek dünyayı irdelemek adına yazılmış görünüyor. Çünkü eserdeki Tanrı insanın özünün iyiliği iddiasında. Benim bildiğim dinlerde Tanrı böyle bir anlayışta değil. Bu sebeple eserin vurguladığı gerçekler dikkat çekici. Gerçek Tanrı sembolü değil, yazarın anlatmak istediğini esas alan uydurulmuş bir Tanrı sembolü var. Şeytan ise şeytanlığını yapmakla meşgul yine. Onda pek bir fark yok. Eserin sonunda Faust un ruhunu şeytana satması yerine, şeytanın Azrail rolünü üstlenmesi bile, yazarın gerçek dünyaya gönderme yapma isteğini ortaya koyuyor. Faust un gerçeği bulma tutkusu, bir çok insanda var olan bir tutku. Ama bunun için emek sarfedenlerin sayısı azdır yinede. Faust çılgınca bir tutku ile bu yola çıkmış. Eski dönem hikayelerinin bir çoğunda olan şey bu eserde de olmuş. Kahraman tam başlaması gereken yere geldiğinde eser çarpıcı bir sonla bitmiş. Oysa Faust, gerçeği bulmak için anlaması gereken başlangıç noktasını anlamıştı. Zamana "dur geçme, ne kadar güzelsin" demek zorunda değildi. Şeytana karşı samimiyet gerekli bir şey midir? O noktada şeytanı yenebilirdi belki. Yaşadıkları ile ilgili yenilgisine rağmen yeni bir başlangıç yapabilirdi. Ama eski hikayeler böyledir genelde. Biz bugünün yeni hikayelerinin, tamda eski hikayelerin bittiği yerden başladığını görüyoruz. Nesilden nesile nasılda bir anlayış farkı değil mi? Bunu izlemek çok güzel. Faust sadece gerçek tutkusu ile yola çıkmış, özünde güzel bir insandı. Ancak sonunda gerçeğin ne olabileceğine dair bir başlangıç fikrine sahip olduğu noktada, gereksiz bir samimiyetle şeytana yenildi ve canından oldu. İşte güzel bir iç dünya ve çirkin dış dünya. Ve işte bunun eski versiyon hikaye edilmiş hali. Bugünkü yeni versiyon hikayelerde ne olur peki? Kahraman savaşır, hemde kendini aşan bir kararlılıkla savaşır. Hele bazıları için hayat o kadar çarpıcı senaryolar getirir ki, kahraman kendini çok ama çok aşmak zorunda kalır. Savaşmanın yolu, dünyanın ve insanların çirkin yüzüne dair gerçeği kabul etmekten başlar. Tıpkı Faust un son anda anladığı gibi. Faust un hikayesinde gerçeğin ne olduğuna dair başlangıç bilgisini anladığı yer, bugün bir kısım insanın devam eden hikayesidir. Tanrı bilsekte bilmesekte yoktur aslında bu hikayede. O bir sembol yada boş küme sadece. İnsanın azmi ve mücadelesinden başka bir şey yok görünen. Şeytan ise malum, dünyanın kötülüklerinin sembolize edilmiş halidir. Üstelik yetmezmiş gibi kim olursak olalım, içimizdeki temel negatif dürtüler yani sembolik şeytani özelliklerimiz ile de savaşmak zorundayızdır. Bizlerden bazıları, iç dünyamızdaki güzel yüreklerimize rağmen, dünyanın gerçekleri ile savaşan kahramanlar olmak zorundayızdır. Benliğimiz hırpalanmış olsada, gülümsemeyi ihmal etmeyiz. Çünkü o gülümseme yürekten gelir. Birileri çıkıp bize ütopik hayallerden bahsettiğinde, işte henüz gerçeğin başlangıç noktasını anlamamış biri deriz. Dünyanın çarpan, bölen, toplayan ve çıkaran mekanizmasını henüz anlamamış biri daha sadece....... Link to post Sitelerde Paylaş
Cigdem 0 Şubat 11, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 11, 2009 gönderildi paylaşım için teşekkürler.. henüz okumadım.. ama ilgimi çekecek gibi görünüyor.. en kısa zamanda okuyacağım.. Link to post Sitelerde Paylaş
baglanti 0 Şubat 11, 2009 gönderildi Yazar Raporla Share Şubat 11, 2009 gönderildi (düzenlendi) paylaşım için teşekkürler.. henüz okumadım.. ama ilgimi çekecek gibi görünüyor.. en kısa zamanda okuyacağım.. Rica ederim. Bu forumda en azından böyle önemli bir eser ve günümüze göre sembollerinin değerlendirilmesi ile ilgilenen bir kişi olduğunu görmek güzel. Şubat 11, 2009 tarihinde baglanti tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
A$tur 0 Şubat 11, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 11, 2009 gönderildi Ben okudum, güzel bir yazı olmuş sevgili bağlantı; gerçeklikten kopmadan yaşamak, ama yine de içimizdeki iyilik olarak tanımladığın şeyi de kaybetmemek lazım. Link to post Sitelerde Paylaş
Mr.Kont 0 Şubat 11, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 11, 2009 gönderildi Ne kitaptı be. 16 yaşımdaydım okurken özetini çıkarıyordum, kaç sene geçmiş aradan. Yıllar önce ilgimi çeken kitap şimdi yine ilgimi çekiyor ve hala bu yy.da binlerce kişinin ellerinden düşmüyor işte klasik bu demektir. Kitap Tanrı-Mefisto-Faust üçgeninde yaratılışı sorgulayan tarzda bir kitaptır. Faust'ta Tanrı'yı anlatan Goethe, o kitapla beraber kendi döneminde Almanların Tanrısı olmuştur. Hele Genç Werther'in Acıları isimli kitabında onlarca Alman genç intihar etmiştir. Vaktiniz olursa Andre Gide, Honoro de Balzac, Shaekspeare, Tolstoy, Dostoyevski, Dante, Eric Maria, Turgenyev okuyun. Çok iyi psikololgdurlar ve çok iyi birer filozof. Link to post Sitelerde Paylaş
baglanti 0 Şubat 11, 2009 gönderildi Yazar Raporla Share Şubat 11, 2009 gönderildi Teşekkürler Astur. barısarock, bu tür kitaplardan zamanında beslenmemiş olsaydım benim filozof bir tarafım olmayacaktı. Tabii okunmaları faydalı. Ama zaman çok değişti galiba. Filozofluk bile daha farklı algılanması gereken bir şey gibi geliyor bana. Değişim işte, kaçınılmaz ve bugün daha güzel. Bu sebeple benimde değerlendirmelerim zamana göre değişmeye başladı. Link to post Sitelerde Paylaş
queenofhearts 0 Şubat 11, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 11, 2009 gönderildi tolstoy bır numara zaten..werher ın acıları depresıf hatırladığım kadarı ıle.. Link to post Sitelerde Paylaş
inevitable 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi Çok güzel. Link to post Sitelerde Paylaş
Vilppu7 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi Ben okudum, güzel bir yazı olmuş sevgili bağlantı; gerçeklikten kopmadan yaşamak, ama yine de içimizdeki iyilik olarak tanımladığın şeyi de kaybetmemek lazım. yok astur, ben içimdeki iyiliği kaybediyorum gibi Link to post Sitelerde Paylaş
Cigdem 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi tolstoy bır numara zaten..werher ın acıları depresıf hatırladığım kadarı ıle.. tolstoy bağlantının bahsettiği kitap goethenin.. "genç werther'in acıları" isimli kitapta aynı şekilde.. evet depresif ama güzel bir kitaptır. bir sevilene ne kadar nazik söylemlerde bulunabileceğini görebilirsiniz bu kitapta.. şimdiki pop müzikteki söylemleri düşünüyorum da bu kitaptan biraz feyz almaları gerekir sanırımki.. Link to post Sitelerde Paylaş
haci 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi Mutluluğu olmadığı yerlerde arayanlar için güzel bir ders vermiş Goethe, Faust'da. Hem mutluluğu hem de gerçekleri aramak aslında biraz da ütopik. Çoğu kere gerçekler acı ve ızdırabı, hüznü, mutluluk ise fantazileri simgeler. Faust gerçekle karşılaşmadan, gerçeğe ulaşamadan, mutluluğa yönelmiş bir çılgın, bir meczup... Hepimizin yaptığı da o değil mi? Mutlu olmayı gerçeklerle karşılaşmaya yeğleriz çoğumuz. İnatla ve yalnız mutluluk peşinde koşan, çoğu kere kaba gerçeklerle karşılaşmanın düş kırıklığını yaşar. Faust'un sonunda bulduğu mutluluk gerçeği ama o da sahte. Belki de hepimizin sonunda bulacağımız o değil mi? Sahte mutluluk gerçeği.. Teşekkürler Bağlantı bu güzel özet ve yorum için.. Link to post Sitelerde Paylaş
queenofhearts 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi (düzenlendi) tolstoy bağlantının bahsettiği kitap goethenin.. "genç werther'in acıları" isimli kitapta aynı şekilde.. evet depresif ama güzel bir kitaptır. bir sevilene ne kadar nazik söylemlerde bulunabileceğini görebilirsiniz bu kitapta.. şimdiki pop müzikteki söylemleri düşünüyorum da bu kitaptan biraz feyz almaları gerekir sanırımki.. tatlım bılıyorum ıkısının de aynı yazarın olduğunu ben bır üsttekı arkadaşın yazısına göre yorum yapmıştım..araya bağlantının yorumu gırmış ondan yanlış anlamışsın ben barısarock arkadaşın yorumuna göre yazmıştım tatlım Şubat 12, 2009 tarihinde goddess tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
Vilppu7 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi Mutluluğu olmadığı yerlerde arayanlar için güzel bir ders vermiş Goethe, Faust'da. Hem mutluluğu hem de gerçekleri aramak aslında biraz da ütopik. Çoğu kere gerçekler acı ve ızdırabı, hüznü, mutluluk ise fantazileri simgeler. Faust gerçekle karşılaşmadan, gerçeğe ulaşamadan, mutluluğa yönelmiş bir çılgın, bir meczup... Hepimizin yaptığı da o değil mi? Mutlu olmayı gerçeklerle karşılaşmaya yeğleriz çoğumuz. İnatla ve yalnız mutluluk peşinde koşan, çoğu kere kaba gerçeklerle karşılaşmanın düş kırıklığını yaşar. Faust'un sonunda bulduğu mutluluk gerçeği ama o da sahte. Belki de hepimizin sonunda bulacağımız o değil mi? Sahte mutluluk gerçeği.. Teşekkürler Bağlantı bu güzel özet ve yorum için.. sevgili hacı, bazen mükemmel-ötesi yorumlar atıyorsunuz, süpersiniz Gerçeğin acı verici oluşu, her tür anlam arayışını berhava etmiyor mu aslında? Erken evlilik ve ardından bir erken ölüm gelse, 3-5 sene içerisinde karımızın bir başkasının kollarında mutluluğu arayacağı büyük olasılıkken, ya da acılar içerisinde kıvranacağımız bir hastalığa sahip olup da, kendimizi dahi öldüremeyecek derecede çaresiz bir durumda düşme ihtimalimiz dahi varken, hayatı 'çiçek çocuklar' tadında yaşamanın bir anlamı olabilir mi? Palahniuk'un 'Görünmeyen Canavarlar' adlı eserinde müthiş bir ifade vardı: Birini ne kadar çok severseniz sevin, sevdiğiniz yanınızda vurulup, yere düşerse; akan kanı size yaklaştıkça, onun bedenini daha öteye itersiniz. Doğru söze ne denir? Batsın bu dünya Link to post Sitelerde Paylaş
queenofhearts 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi sevgili hacı, bazen mükemmel-ötesi yorumlar atıyorsunuz, süpersiniz Gerçeğin acı verici oluşu, her tür anlam arayışını berhava etmiyor mu aslında? Erken evlilik ve ardından bir erken ölüm gelse, 3-5 sene içerisinde karımızın bir başkasının kollarında mutluluğu arayacağı büyük olasılıkken, ya da acılar içerisinde kıvranacağımız bir hastalığa sahip olup da, kendimizi dahi öldüremeyecek derecede çaresiz bir durumda düşme ihtimalimiz dahi varken, hayatı 'çiçek çocuklar' tadında yaşamanın bir anlamı olabilir mi? Palahniuk'un 'Görünmeyen Canavarlar' adlı eserinde müthiş bir ifade vardı: Birini ne kadar çok severseniz sevin, sevdiğiniz yanınızda vurulup, yere düşerse; akan kanı size yaklaştıkça, onun bedenini daha öteye itersiniz. Doğru söze ne denir? Batsın bu dünya bence gerçekten seven sevdığının o akan kanlarına bakarak kendı ölümünü izlerdi Link to post Sitelerde Paylaş
Vilppu7 0 Şubat 12, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 12, 2009 gönderildi (düzenlendi) bence gerçekten seven sevdığının o akan kanlarına bakarak kendı ölümünü izlerdi Sevdiğiniz öldükten sonra, onu gömmek yerine koltukta çürümeye terk etmeyi deneyin derim; ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız Şubat 12, 2009 tarihinde Vilppu7 tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
baglanti 0 Şubat 13, 2009 gönderildi Yazar Raporla Share Şubat 13, 2009 gönderildi Sevgili inevitablen teşekkürler Sevgili goddes ve Vilppu7, fazla mı karamsarız ne? Ayırca sizede teşekkürler. Sevgili haci, teşekkürler. Özetler bana ait değil. İnternetten alıntı yaptım. Ama yorum tabii bana ait. Mutluluk; hayatın yapıcı ve yıkıcı güçlerini anlayamamış, insan gerçeğini tanıyamamış insanlar için erişemeyecekleri bir lükstür. Sahte mutluluklarla idare etmek zorundadır onlar. Bu konuda hakılsınız. Faust anladıklarıyla gerçek mutluluğun eşiğine geldiğinde kendisini Azrail rolündeki şeytana teslim etti. Yaşadıklarının ağırlığı altında hayatın yıkıcı gücüne yenildi. Ne yazık. Oysa mutluluk mücadelenin arkasında. Dışarıda bir yerlerde yada birilerinde değil insanın içinde. Ne zaman ki mutlu olmaya karar verirsiniz, o zaman mutlusunuz. Tabii ağır şartlar altındaki insanlar için bunun mümkün olduğunu iddia edecek kadar safdil değilim. En azından asgari şartlardan bahsediyorum. Aslında mutluluk güçlü kişilik ile çok orantılı bir duygu. Ne yazık ki güçlü kişilikten mahrum olanlar gerçek mutluluk ile pek tanışamazlar. Çünkü dünya yıkıcı gücün bazen çok aktif olabildiği ve insanların yarattığı bir sürü karmaşanın insanı yorduğu bir yerdir. Düştüğünüz yerden bir avuç toprakla kalkmayı öğrenmek zorunda olduğunuz bir yerdir. Bir sürü umutsuz düşünceye hayır demek zorunda olduğunuz bir yerdir. Siz umutlu düşüncelerin içinizi aydınlatmasını seçme mücadelesi vermezseniz çoğunluğa uymuş olursunuz. Zor olduğu için güzel olan ve az bulunan bir şey işte. Link to post Sitelerde Paylaş
Vilppu7 0 Şubat 13, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 13, 2009 gönderildi Sevgili goddes ve Vilppu7, fazla mı karamsarız ne? Ayırca sizede teşekkürler. Öncelikle söylemeliyim ki, gayet güzel bir özet yapmışsınız İkinci olarak, karamsar değilim ve hayat doluyum. Hayatımda ilk defa, bir nihilist olmaya bu kadar yakınken, bu denli hayat dolu olduğumu söyleyebilirim Sorumluluklar, yükümlülükler, gereklilikler; hepsinin safsata olduğunu gördüğünüzde, o kadar rahatlıyorsunuz ki Mutlu etmek, iyi davranmak, güzel sözler söylemek ve kendilerini düşünmek 'zorunda olmadığım' insanları, öyle olduğum insanlara göre daha çok seviyorum; aynı şekilde, bütün bunları harfiyen uygulmaya çalışan birisinin, yakasını depresyona ve anksiyete bozukluklarına kaptırmaması işten bile değil; böylesi şişirilmiş bir süperego, olsa olsa nevrotik rahatsızlıklara yol açabilir. Bir kere 'hayatın ciddiyetini' kafanızdan atınca, oyun sahasında olduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz; oyun sahaları, her zaman iş yerlerinden daha eğlencelidir, değil mi? Link to post Sitelerde Paylaş
baglanti 0 Şubat 13, 2009 gönderildi Yazar Raporla Share Şubat 13, 2009 gönderildi (düzenlendi) Öncelikle söylemeliyim ki, gayet güzel bir özet yapmışsınız İkinci olarak, karamsar değilim ve hayat doluyum. Hayatımda ilk defa, bir nihilist olmaya bu kadar yakınken, bu denli hayat dolu olduğumu söyleyebilirim Sorumluluklar, yükümlülükler, gereklilikler; hepsinin safsata olduğunu gördüğünüzde, o kadar rahatlıyorsunuz ki Mutlu etmek, iyi davranmak, güzel sözler söylemek ve kendilerini düşünmek 'zorunda olmadığım' insanları, öyle olduğum insanlara göre daha çok seviyorum; aynı şekilde, bütün bunları harfiyen uygulmaya çalışan birisinin, yakasını depresyona ve anksiyete bozukluklarına kaptırmaması işten bile değil; böylesi şişirilmiş bir süperego, olsa olsa nevrotik rahatsızlıklara yol açabilir. Bir kere 'hayatın ciddiyetini' kafanızdan atınca, oyun sahasında olduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz; oyun sahaları, her zaman iş yerlerinden daha eğlencelidir, değil mi? Bu zamanda artık gerçekçi olmak önemli zaten. Sahte davranışlar gerçekten yorucu. Ancak tümüyle vazgeçmek mümkün değil. Tabii toplumun şu anki yapısından dolayı. Samimi davranabildiğiniz insanların hayatınızda olması sebebiyle şanslısınız. Nihilist olmaya bu kadar yakınken diyorsunuz. Sonuçta nihilistlerde yaşıyor değil mi? Her ne kadar felsefeleri yaşamalarını anlamsız kılsada, hayat kolay vazgeçilecek birşey değil. Üstelik nihilistler acaip felsefe yapar. Bazen onların nihilizminin koca bir yalan olduğunu düşünüyorum. Ya kardeşim madem nihilistsin ne kasıyorsun felsefe yaparak. Koyver gitsin dünyayı yuvarlansın. Yok ama illa felsefe yapacaklar. Hay sizin yalanınızı yesinler. Şubat 13, 2009 tarihinde baglanti tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
queenofhearts 0 Şubat 13, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 13, 2009 gönderildi Sevdiğiniz öldükten sonra, onu gömmek yerine koltukta çürümeye terk etmeyi deneyin derim; ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız ya vılpu gece gece üzmek zorundamısın .. Link to post Sitelerde Paylaş
Vilppu7 0 Şubat 13, 2009 gönderildi Raporla Share Şubat 13, 2009 gönderildi (düzenlendi) Bu zamanda artık gerçekçi olmak önemli zaten. Sahte davranışlar gerçekten yorucu. Ancak tümüyle vazgeçmek mümkün değil. Tabii toplumun şu anki yapısından dolayı. Samimi davranabildiğiniz insanların hayatınızda olması sebebiyle şanslısınız. Nihilist olmaya bu kadar yakınken diyorsunuz. Sonuçta nihilistlerde yaşıyor değil mi? Her ne kadar felsefeleri yaşamalarını anlamsız kılsada. Hayat kolay vazgeçilecek birşey değil. Üstelik nihilistler acaip felsefe yapar. Bazen onların nihilizminin koca bir yalan olduğunu düşünüyorum. Ya kardeşim madem nihilistsin ne kasıyorsun felsefe yaparak. Koyver gitsin dünyayı yuvarlansın. Yok ama illa felsefe yapacaklar. Hay sizin yalanınızı yesinler. Tabii, sahte davranışlardan tamamen vazgeçemeyiz, sadece bu toplumda değil, her tür toplumda. Her zaman, toplumsal ve göreli güç dengesinde bizim yukarımızda konumlanan insanlar olacak; bu insanlara sahte davranmak dışında, ne yapabiliriz? Zaten ahlakın temellendirilmesi hususunda, esaslı bir sorun bu (Örneğin, bir başka bağlamda kafamı uzun süre bulandırmış bir sorun: Aynı anda hem 'yalan söylemenin ahlaksızlık olması' fikrine, hem Mustafa Kemal'in Müslüman geçinmesinin haklı sebepleri olduğuna, uzun süre inanamadım. Ama gerçekler, her zaman 'kafamızdaki çarklarla' uyumlu olmuyor maalesef.) Nihilist felsefenin yaşamı anlamsız kıldığını düşünmüyorum; öyle yapıyor olsa bile, intiharı da anlamsız kıldığını tespit etmek zorundayız Nihilizm, herşeyden önce evrene içkin ve objektif bir amaç, değer ve hedefler dizisi olduğunun reddidir. İkinci olarak, teleolojinin reddidir. Bir üçüncüsü, metafizik ve epistemolojik her tür argümana karşı kuşkuculuğu içerir. Ama temelde, hiçbir tür imana sahip olmamak anlamına gelir; ne bir dine, ne bir ideolojiye, ne her daim geçerli prensiplere veya etiko-politik değerlere Bu bağlamda Lyotard, postmodern çağın, nihilistik bir çağ olduğunu söylüyor zaten Burada yaşamı ve felsefe yapmayı anlamsız kılan birşey yok. Evren bir b.k çukuru olabilir, onu anlayıp, dönüştürebilme araçlarımız oldukça sınırlı da olabilir; fakat Betty Blue'daki anakarakterin söylediği gibi, buradan 'ümitsizliğin tek çıkış yolu' olduğu sonucuna varmak, bir kere daha yanılmaktır, bence de Yaşamak için sormak/sorgulamak, kendi sorumluluğumuzun bilincinde olmak ve her daim kaybedebileceğimizin ayırdına varmak demektir. Ama tam da, kahramanca olan budur bence. Zira, Nietzsche gibi ben de, ölümü göze alamayan kişinin, gerçekten özgür olamayacağına inanıyorum Ölüm her tür değerin, anlamın ve amacın yokluğudur; dolayısıyla ancak bir nihilist özgür olabilir ki, 'gerçeklik üzerine hakiki bir felsefi tartışma' ancak bu noktada başlar Şubat 13, 2009 tarihinde Vilppu7 tarafından düzenlendi Link to post Sitelerde Paylaş
Recommended Posts