Jump to content

Big Bang dışındaki kuramlar


Recommended Posts

Şimdilik bir şey yazmıyorum. Zira benim de bilgim çok kısıtlı. Fakat big bang'e alternatif teorilerin de tartışılmasının güzel olabileceğini düşündüm. Farklı modeller ve kuramlar hakkında bilgisi olanlar yazarsa memnun olurum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yeterli kanıtlar bulunursa; (kanıtlar var daha doğrusu kanıt oluşabilecek varsayımlar ve sorular var..Ancak; bir çok sebeplerden dolayı, biraz daha irdelenmesi gerekiyor...) düşünce sistemlerinde neler değişebilir hemde oldukça radikal değişimler...

Üç İtiraz: Dünyamızın, galaksilerin, bütün yıldızların içinde bulunduğu evrenin, 14 milyar yıl kadar önce sıfır noktasından büyük patlama ile başladığı, giderek genleşerek bugünkü duruma geldiği, genellikle kabul gören kuramdır. Fakat bazı bilimciler şimdi bu kurama üç itirazda bulunuyor.

Ya büyük patlama diye bir olay hiç meydana gelmediyse? Bu soruyu evrenbilimcilere yöneltecek olsanız, büyük bir olasılıkla abesle uğraştığınızı söyleyeceklerdir. Çünkü, büyük patlamanın varlığıyla ilgili kanıtlar artık herkes tarafından bilinmektedir.

Gökadaların gökyüzüne nasıl dağıldıklarına, ya da büyük patlama sonrasında oluşan ateş topunun giderek parlaklığını yitirişine, hatta bedeninizdeki atomların zamanla nasıl oluştuklarına bir bakın. Tüm bunlar 13,7 milyar yıl önce büyük patlama olarak bilinen son derece sıcak ve yoğun bir evreden geçtiğinin somut birer göstergesi.

Ya da, çok farklı bir durum söz konusu olabilir. Şimdilerde küçük bir grup araştırmacı bugüne dek kimsenin kuşku duymadığı bu durumu sorgulamaya başladı. Konuyu aralarında görüşmek üzere ilk kez gerçekleştirilen Evrenbilimde Kriz Konferansında toplanan araştırmacılar, evrenin oluşumuyla ilgili en yaygın kuramın kimi açılardan havada kaldığı görüşünde birleştiler.

Söz konusu araştırmacıların bu görüşlerinde haklı çıkmaları durumunda, evrenin sanıldığından çok daha karmaşık bir yapıya sahip olması işten değil. Ancak bu görüşe karşı çıkanlar büyük patlama konusunun bir kez daha enine boyuna incelenmesi gerektiğine inanıyor.

Üç açıdan yetersizlik

Şili’deki Avrupa Güney Gözlemevi araştırmacılarından Riccardo Scarpa, büyük patlama kuramının evrende gözlenen birtakım olayların aydınlığa kavuşturulmasında üç açıdan yetersiz kaldığına dikkat çekerek, "Evrenin günümüzdeki sıcaklığı, genişlemesi ve hatta gökadaların varlığı evrenbilimcileri hep açmaza sürüklemiştir.

Büyük patlama örneğinin tanık olduklarımızı açıklamada yetersiz kaldığı durumlarda, bilim insanları şişme, karanlık madde ve karanlık enerji gibi yepyeni çözümlere sığınmışlardır," diyor.

Öte yandan, konferansı örgütleyen kurumlardan biri olan Lawrenceville Plasma Physics başkanı Eric Lerner bu tür bir yaklaşımın bilimsellikten uzak olduğuna dikkat çekerek, "Büyük patlamayla ilgili kestirimler sürekli yanlış çıkmış ve tanık olunan olaylarla birlikte değişime uğramıştır.

Öyle ki, günümüzde evrenle ilgili "standart model" büyük patlamayı, şişmeyi, karanlık madde ve karanlık enerjiyi içeren kötü bir bulamaca dönüşmüştür," yorumunu yapıyor.

Ortada ciddi sorun var

Yerleşik büyük patlama görüşünü eleştirenler yalnızca bu durumdan huzursuzluk duymakla kalmayıp, evrenle ilgili görüşe kuşku düşürdüğüne inandıkları birtakım kesin gözlemlere de parmak basıyorlar.

Söz gelimi, bugüne dek saptanan en uzak gökadaları (galaksi) ele alalım. Yerleşik görüşe göre, çok uzak gökadalar gözlendiğinde bunlara ilk evrelerinde, gaz bulutlarından henüz oluşmuş yıldızlarla dolu oldukları bir evrelerinde tanık olmamız gerekiyor. Durum öyle değil Bunun nedeni uzak gökadalardaki ışığın bizlere ulaşmasının milyarlarca yıl almasından ve bu yüzden de büyük patlamadan kısa bir süre sonra ortaya çıkmış gibi görünmelerinden kaynaklanıyor. Oysa ortada ciddi bir sorun var. Çünkü Lerner gördüklerimizin genç değil, yaşlı gökadalar olduğunu öne sürüyor ve kısa süre önce NASA’nın Spitzer uzay teleskobuyla gözlenen yüksek-kızıl-değişimli gökadalara dikkat çekiyor. Gökadanın kızıl değişimi evrenin ışığını yaymasından bu yana ne denli genişlediğini gösteren bir ölçü.

Işık genişleyen bir evrende yol aldıkça bunun dalga boyutu da uzuyor. Dalga boyutundaki artış tayfın kızıl ucuna doğru yön değiştirmesi anlamına geliyor.

Spitzer gökadalarının kızıl değişimleri evrenin yaklaşık 600 milyon ile 1 milyar yıl arasında olduğu bir zaman dilimine denk düşüyor.

Bu denli genç gökadaların ise aşırı sıcak olmaları nedeniyle mavi ışık saçan yeni oluşmuş yıldızlarla dolu olmaları gerekiyor. Bunların daha serin ve kırmızı olan yaşlı yıldızları içermemeleri gerekiyor. Oysa, durum hiç de öyle değil.

Sisli Evren

Doğal olarak, evrenbilimciler Lerner’in kuramlarına şiddetle karşı çıkarak, söz konusu çelişik durumların gökadaların yaşlarını hesaplamada karşılaşılan belirsizliklerden kaynaklandığını öne sürdüler. Ne var ki, Lerner’in bu eleştiriye de bir yanıtı var.

Olduklarından çok daha yaşlı görünen öteki uzay cisimlerine dikkat çeken araştırmacı,"Yüksek kızıl değişimde de gökada yığınlarına tanık oluyoruz," diyerek bu gökadaların biraraya gelerek öylesine dev yapılar oluşturmalarının milyar yıldan çok daha uzun bir süreyi gerektirmiş olmasına parmak basıyor.

Lerner bu bilmeceye aşırı uçta bir çözüm getiriyor ve kızıl değişimin evrenin genişlemesinden çok başka bir düzenekten kaynaklandığına inanıyor.

New Scientist’de yer alan yazı şöyle sürüyor: Ancak bu düzeneğin ne olduğu konusunda henüz bir bilgiye sahip olmadığını da kabul eden Lerner kesin bir sonuca ulaşmadan önce Dünya üzerinde ışıktaki en ufak değişimlerin saptanmasına olanak tanıyacak incelikli deneylerin yapılması gerektiğini öne sürüyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kara maddeye de gerek yok

Lerner’in görüşünde haklı çıkması yalnızca evrenle ilgili tüm bilgilerin yerle bir olması anlamına gelmiyor. Evrende genişlemenin söz konusu olmaması durumunda, genişlemedeki belirgin ivmenin gerekçesi olarak öne sürülen karanlık maddeye de gerek kalmıyor.

Dahası, bu durumda evrenin oluşumunu tetikleyen en etkili unsurun büyük patlama olduğu varsayımı da geçerliğini yitiriyor. Lerner,"Evrenin 13,7 milyar yıl önce ortaya çıkmadığını ve büyük patlama diye bir olgunun hiç yaşanmadığını kanıtlayabilirim," diyor.

Gelgelelim, Lerner’in bu önesürümü birtakım soruları da beraberinde getiriyor. Kozmik mikrodalga konusu da bu sorular arasında yer alıyor.

Evrenbilimciler ilk kez 1965 yılında ortaya çıkarılan ve evrene egemen olan bu güçsüz mikrodalga bileşiminin büyük patlamanın son parıltısı olduğuna ve bunun evrenin başlangıcının bir kanıtı sayıldığına inanıyorlar.

Büyük patlama kuramına göre, evrenin ortaya çıkışından sonra uzayı kaplayan sıcak ışınımın gidecek başka yeri olmadığı için o gün bugündür uzayın içinde kapana kıstırıldığına inanılıyor.

Son 13,7 milyar yıl boyunca da evren genişledikçe ışınımın giderek soğuduğuna ve günümüzde kelvin ölçeğine göre salt sıfırın 3 derece üzerinde bir düzeye düştüğüne dikkat çekiliyor.

Peki, büyük patlama diye bir olay hiç yaşanmadıysa ardındaki kozmik mikrodalga nereden kaynaklanıyor?

Lerner mikrodalga parıltısının kökenleri konusundaki görüşün tümden yanlış olduğuna inanıyor ve, "Bir çadırda uyandığınızda çevrenizdeki her şey bembeyaz ise, evrenin başlangıcına tanık olduğunuz gibi bir duyguya kapılmak yerine çevrenizin sisle kaplı olduğu sonucuna varırsınız," diyor.

Lerner evrenin başlangıcının temelinde yatan kozmik ışınımın gerçekte soğurulup yeniden ışın olarak çevreye yayılan yıldız ışığı olduğuna inanıyor.

Büyük patlama konusuna kuşkuyla yaklaşan evrenbilimcilerin en önde gelenlerinden biri olan merhum Fred Hoyle tarafından öne sürülen bu görüş oldukça eskilere uzanıyor.

Hoyle, yıldız ışığının süpernovalardan kaynaklanarak sonradan mikrodalga olarak çevreye yayılan, dikiş iğnesini andıran demir tanecikleri tarafından emildiğine inanıyordu. Ancak bu konuda somut kanıtları olmadığından, görüşü evrenbilimciler tarafından ciddiye alınmadı.

Tartışmalı görüş

Lerner’in görüşü de benzer bir mantığa dayanıyor. Ancak o bu süreçte demir parçacıklardan çok, plazma adı verilen elektrik yüklü liflerin etkili olduğuna inanıyor.

Lerner bu plazma liflerinin sürekli parçalandığına ve sonunda evreni bir sis örtüsü gibi kapladığına, ardından da sisin yıldız ışığını emen tozlar aracılığıyla yayılan kızılötesi ışınları dağıttığına inanıyor. Böylece kızılötesi ışınımın, tıpkı kozmik mikrodalga fonun sergilediği görünüm gibi, her yöne eşit olarak dağıldığına dikkat çekiyor.

Yaygın evrenbilim kuramında plazmalarla ilgili süreçlerin göz ardı edildiğine parmak basan Lerner öne sürdüğü tüm bu durumların olasılık dahilinde olduğuna inanıyor.

Son derece tartışmalı olan bu görüşü inandırıcı bulan evrenbilimcilerin sayısı bir elin parmağını geçmese de, araştırmacılar standart kuramı sorgulamaktan yine de geri kalmıyorlar.

Bu konuda kendilerine göre birtakım yanlışlara dikkat çeken araştırmacılar, Scarpa’nın görüşünde gizemli karanlık madde noktasında bir yanlışlık olduğuna inanıyorlar.

Kuramın temel unsuru

Karanlık madde evrenbilim kuramında temel unsurlardan birini oluşturuyor.

Bunun nedeni büyük patlamanın tek başına gökadaların oluşumuna bir açıklama getirememesinden, normal bir maddeden oluşan gaz ve tozların topu topu 13,7 milyar yılda gökadaların biraraya gelmelerine olanak tanıyamayacak denli eşit bir biçimde yayılmış olmasından kaynaklanıyor.

Evrenbilimciler bu soruna çözüm getirmek amacıyla gökada oluşumunu hızlandıracak büyük miktarlarda karanlık madde görüşüne sığınıyorlar.

Ne var ki, Scarpa karanlık maddenin köklü bir çözüm olmadığına, özellikle de gözlemleri sonucunda bu maddenin aşırı miktarda bulunduğuna ve evrenbilimcilere göre olmaması gereken yerlerde görüldüğüne dikkat çekiyor.

Karanlık maddenin ışığı ya da herhangi bir başka elektromanyetik ışınımı yaymaktan yoksun olması, bu maddeden oluşan bir bulutun kendi içindeki ısıyı dışarıya yayamayacağı ve buna bağlı olarak da küresel yığınlara dönüşemeyeceği anlamına geliyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Neler oluyor?

Scarpa ve arkadaşları küresel yığınlar halindeki yıldızların, tıpkı daha büyük gökadalarda olduğu gibi, görülebilir maddenin açıklayabileceği yerçekiminden çok daha hızlı devindikleri yönünde birtakım kanıtlar ele geçirdiler.

Yaklaşık bir milyon yıldız içeren Samanyolu’nun en büyük küresel yığını Omega Centauri de dahil, üç küresel yığını inceleyen araştırmacılar tümünde de bildiğini okuyan aynı türde bir davranışa tanık oldular. Peki, karanlık madde etkili değilse, neler olup bitiyor?

Scarpa bu sorunun yanıtının Newton’un yerçekimi yasasının yerle bir edilmesiyle elde edilebileceğine inanıyor.

Scarpa ve arkadaşlarının küresel yığınlarla ilgili incelemeleri Newton’un uzaklıkların karesinin tersini esas alan yasasının yalnızca dönüşümlü ivmenin üzerindeki kimi durumlarda geçerli olduğunu, bu eşiğin altına düşüldüğünde yerçekiminin Newton’un varsaydığından çok daha yavaş dağıldığını ortaya koyuyor.

İsrail’den bir teori

Yirmi yılı aşkın bir süre önce değiştirilmiş Newton dinamiği adıyla (MOND) bir kuram ortaya atan Weizmann Enstitüsü araştırmacılarından Mordehai Milgrom, sarmal gökadalar ve gökadalarla dolu yığınlarda tam da böyle bir etkiyi gözler önüne sermekteydi. Scarpa gökadalar için öne sürülen saniyede 10-_Ü metrelik dönüşümlü ivmenin görünürde küresel yığınlar için de geçerli olduğuna dikkat çekerek,"Evrende karanlık maddeye hiç gerek yok," diyor.

Evrenbilimcilerin en çok yakındıkları sorunlardan biri de MOND kuramının Einstein’ın görecelik kuramıyla bağdaşmaması ve bu yüzden de ışık hızına yakın bir hızla ya da çok güçlü çekim alanlarında devinen cisimler için geçerli olmamasıdır.

Uygulamada bu durum MOND kuramının atarca yıldızlar, kara delikler ve en önemlisi büyük patlamayla ilgili kestirimler açısından yetersiz kaldığı anlamına gelmektedir. Ne var ki, İbrani Üniversitesi araştırmacılarından Jacob Berkenstein sayesinde bu soruna da çözüm getirildi.

Berkenstein’ın görecelik boyutunu da kattığı kuram, görünüşe bakılırsa, şimdiden ürünlerini toplamaya başladı. Geçtiğimiz Mayıs ayında Oxford Üniversitesi’nden Constantinos Skordis önderliğindeki bir ekip göreceli MOND kuramının evrimsel kestirimlere olanak tanıdığını ortaya koydu. Araştırmacılar kozmik mikrodalganın özelliklerini ve gökadaların evrendeki dağılımını incelemeyi başardılar.

Yerçekimi Bunalımı

Scarpa MOND kuramının büyük patlama kavramına korkunç bir darbe indirdiğine inanıyor ve,"Bu, büyük patlamayı dayandırdığımız yerçekimi yasasının tümden yanlış olduğu anlamına geliyor," diyor.

Scarpa’nın bu savına şimdilik pek kulak asan olmasa da, standart evrenbilim modelinde bir yanlışlık olabileceği yönündeki somut kanıtlar giderek artıyor.

Evrenbilimin en önemli aygıtlarından biri olan Wilkinson Mikrodalga Anisotropi Araştırma (WMAP) aygıtından elde edilen kanıtların en basit büyük patlama olayının tümden yanlış olduğunu kanıtlaması bile işten değil.

İlk kez kullanılmaya başlandığı 2001 yılından bu yana WMAP bulunduğu yerden 1,5 milyon kilometre uzaklıktaki evrenin sıcaklığını ölçüyor. Aygıt kozmik mikrodalga sıcaklığının gökyüzünün farklı yerlerinde sergilediği farklılıkları da izliyor.

Evrenbilimciler bir yerden bir yere tanık olunan minik farklılıkların evrenin, yaklaşık 300,000 yıl önce, büyük patlamadan sonra maddenin yerçekiminin etkisiyle kümelenmeye başladığı dönemdeki durumunun bir göstergesi olduğuna inanıyorlar.

Daha sıcak alanlar daha yoğun bölgelere denk düşerken, daha serin alanlar yoğunluğu daha düşük bölgelere denk düşüyor. Yoğunluktaki bu farklılıklar evrenin ilk ortaya çıkışınının hemen ardından boşluktaki kuvantum dalgalanmalar olarak yaşama geçti ve kısa sürede şişme olarak bilinen hızlı bir genişlemeyle büyüdü.

Yeni sonuçlar

Kuvantum dalgalanmaları gelişigüzel ortaya çıktığından, gökyüzünün bir bölümünde gördüğümüz sıcak ve soğuk alanların başka yerlerdekinden pek farklı bir görünümde olmaması gerekir.

Kozmik ışınım da bir bütün olarak evrenin bir unsuru olduğundan, sıcak ve soğuk bölgelerin hiç birinin evrenin bizim köşesindeki yapılarla aynı hizada yer almaması gerekir.

Gelgelelim, WMAP incelemelerinden elde edilen sonuçlar tam da böyle bir durumun söz konusu olduğunu ortaya koyuyor.

Şer ekseni

Imperial College uzmanlarından Joao Magueijo ve meslektaşı Kate Land bu yılın başlarında fondaki kozmik mikrodalgada garip bir uyuma tanık oldular. İlk bakışta sıcak ve soğuk alanların gelişigüzel dağılmış gibi durduklarına tanık olan araştırmacılar, durumu daha yakından incelediklerinde hiç beklenmedik bir sonuçla karşılaştılar.

Ortada sanki kakafonik bir orkestra vardı, ancak kemanlar, trombon ve klarnetler ayrı ayrı ele alındıklarında tümü de aynı telden çalmaktaydı. WMAP bulgularını orkestra örneğindeki gibi farklı uzamsal frekanslardan oluşan bir karışım olarak ele alan araştırmacılar sıcak ve soğuk noktalardaki her bir dizge arasında çarpıcı benzerliklere tanık oldular.

Her bir dizgedeki bu alanlar sanki aynı doğrultuda dizilmişlerdi. Magueijo bu uyuma "şer ekseni" adını veriyor ve,"Tüm bunlar doğruysa, büyük patlama kuramını temelinden sarsacak son derece şaşırtıcı bir buluşla karşı karşıyayız demektir," yorumunu yapıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evren levha gibi miydi?

Elde edilen verilerin ortaya koyduğu bir başka durum da, Samanyolu’nun tozlu diskinden yayılan ısının WMAP sinyallerinden tam olarak saptanamış olması ve bunun şer ekseniyle benzeşmesiydi.

NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi tarafından yürütülen araştırmanın başkanı Charles Bennettt Samanyolu’ndan gelen sinyallerin özensizce değerlendirilmiş olabileceğine dikkat çekerken, kimi araştırmacılar da sonuçların yalnızca bir yıllık sinyallere dayandırıldığına parmak basıyorlar.

Magueijo ve Land yine de örneklerdeki uyumun gerçekte var olduğuna inanıyorlar ve asıl sorunun bu duruma neyin açtığını aydınlığa kavuşturmak olduğunu öne sürüyorlar.

Magueijo’ya göre, bir olasılık evrenin iki boyutlu olarak sonsuza uzanan ancak üçüncü boyutta yalnızca yaklaşık 20 milyar ışık yıllık bir geçmişi olan bir levha biçiminde ya da bir bagel biçiminde olması.

Tercihli bir yön oluşturmanın bir başka yolu ise evrenin dönüyor olmasından kaynaklanabilir, çünkü böylesi durumda eksenin başka yönlere kayma olasılığı ortadan kalkar.

Kuşkular giderilecek mi?

Bennett WMAP aygıtı sayesinde evrenle ilgili can alıcı ve temel bulgular ele geçirmiş olabileceğinin coşkusunu saklamasa da, tanık olduğu bu düzgün sıralamanın bir rastlantı olabileceğini de kabul ediyor. Yine de, evrenin farklı bir çehreyle karşımıza çıkma olasılığının her zaman var olduğuna dikkat çekiyor.

Öyle bir evrenin büyük patlamayla ilgili tüm görüşleri kökünden sarsacağı kuşkusuz. Magueijo bu konuda, "İnsanlar bu savları ortaya attılar, çünkü onlarsız Einstein’ın denklemlerini basitleştirip evrenin gizini çözmemiz de olanaksız olurdu," diyor.

Evrenle ilgili olarak bugüne dek ortaya atılan tüm savların yanlış olması da, evrenbilimle ilgili yerleşik modelin tümden yerle bir edilmesi anlamına geliyor. Ancak Magueijo bunun hiç de kötü olmadığına, standart örneğin itici ve utanç verici olduğuna inanıyor.

Öte yandan, şer ekseni öylesine sıradışı bir nitelik taşıyor ki, Bennett ve meslektaşı Gary Hinshaw’un önümüzdeki beş yıl boyunca WMAP sinyallerini incelemek için gereksindikleri parasal desteği NASA karşılıyor. Bu tür bir inceleme sonucunda tüm kuşkuların giderilmesi bekleniyor.

Büyük Patlama’yla ilgili çatlaklar

Son dönemlerde yapılan gözlemler evrenbilimle ilgili standart modelin yanlış olabileceği görüşünü doğursa da, bu görüş epey tartışmalı.

Kozmik mikrodalga fondaki örnekler evrenin her yönünün aynı olmadığını gösteriyor.

Küresel yığınlar içindeki yıldızlar karanlık maddenin varlığını ortaya koyarken, standart model bir kümelenme olamayacağını savunuyor.

Evrenden daha yaşlıymış gibi görünen yıldızlar evrenin büyük bir patlama sonucunda oluşmadığını ortaya koyuyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Big Bang'ın öncesi mi var?

Bir görüşe göre Evren Big Bang ile başlamadı. Fizikçi Gabriele Veneziano'ya göre, Big Bang, evren tarihinde yalnızca önemli bir dönüm noktası.

Big Bang'den önce ne oldu? Siz siz olun bu soruyu bir kozmoloğa sormayın, çünkü büyük bir olasılıkla sizi böyle aptalca sorular sorduğunuz için kınayacaktır. Stephen Hawkins" bu soruyu ''Kuzey Kutbunun kuzeyinde ne vardır?'' sorusuna benzetiyor. Halihazırda yaygın, genel kanıya göre her şey, zaman ve mekân Big Bang ile başladı. Demek ki ''Big Bang'den öncesi'' yoktu.

Ancak bunun doğruluğu konusunda farklı görüşler öne sürülüyor. Tartışmalar sürerken, cesur bir fizikçi ortaya çıktı ve kimsenin sormaya cesaret edemediği bu soruya yanıt bulduğunu açıkladı. Eğer bu fizikçi haklı ise, evren Big Bang'den çok önce başladı. Cenevre yakınlarındaki Partikül Fiziği için Avrupa Laboratuvarı'nda (CERN) çalışan Gabriele Veneziano" Big Bang ile ilgili şunları söylüyor:''Big Bang zamanın başlangıcı değil. Yalnızca Evren tarihinde çok önemli bir dönüm noktası.''

Veneziano'nun Big Bang'in öncesine ilişkin araştırmaları 1990'lı yıllarda başladı. O günlerde Veneziano, Turin Üniversitesi'nden meslektaşı “Maurizio Gasperini" ile standart Big Bang Modeli'nin eksikliklerini araştırıyor, havada kalan sorulara yanıt arıyordu. O sıralarda Big Bang Modeli'nde pek çok eksik halka vardı. Örneğin Evrenin genişlemesini tersine sarılan bir film gibi düşünürsek, yoğunluk ve sıcaklığın amansızca sonsuza dek artması gerekirdi.

Singularite (her şeyin tek bir noktada birleşmesi) olarak bilinen bu sonsuz nokta, fizikçilerin başını ağrıtan en önemli sorunlardan biri. ''Singularite bizlere Evren tanımının, Evrenin ilk varoluş zamanına uygulanamayacağını gösteriyor'' diye konuşan Veneziano, bu görüşünü şöyle açıyor:''Çünkü Planck zamanı (Big Bang'in 10 -43" saniyesi içinde) diye bilinen bir nokta vardır. Bu noktada kütleçekimi kuvvet açısından doğanın diğer güçleri ile karşılaştırılabilir. Bu nedenle, singularite fiziğini sağlam bir temele oturtabilmek için kütle çekiminin kuvantum versiyonunun oluşturulması gerekir. Ne yazık ki böyle bir teori yok.''

Bu arada fizikçiler kuvantum teorisinin kütleçekimine nasıl uygulanacağı konusunda bir takım fikirler öne sürüyorlar. Bunların içinde en akla yatkın olanı “Sicim Teorisi” (string theory). Buna göre doğanın temel parçaları 9 boyutlu bir uzayda titreşen ince sicimlerdir. Bunların 3 boyutunun dışında hepsi yuvarlanarak atomdan daha küçük bir şekiller oluşturur. Temel titreşim mod'larından biri, ''graviton'' denilen kuramsal kütleçekim kuvvetini taşıyan kütlesiz bir parça haline gelir. İşte bu nedenle Veneziano, sicim teorisinin singularite sorununun çözümüne ışık tutacağına inanıyor. Bu konuda şöyle konuşuyor: ''Kanımca erken Evren kozmolojisi, sicim teorisini uygulamak ve test etmek için en uygun zemini oluşturuyor.''

Duvarların ötesi

Veneziano, sicim teorisinin sıfır zamanındaki singularite yi ortadan kaldıracağını ortaya çıkarttı. Sicimlerin boyutu sonsuz olmadığı için, zaman geriye doğru aktıkça Evren küçülmeye devam eder. Ancak hiçbir zaman sıfır hacim söz konusu olmayacağı için singularite ye ulaşmaz. Big Bang'in standart modelinde singularite, tuğladan bir duvara benzer. Sicim kozmolojisinde böyle bir duvar yoktur. Dolayısıyla Big Bang'den önceki döneme dönmek mümkündür.

"Big Bang'den önce de bir dönemin bulunma olasılığı standart Big Bang modelinin başka bir sorununu daha çözümler. Uzayın, genel görelilik teorisinde açıklandığı üzere, ilk dönemine doğru genişlemesini sürdürdüğünü varsayarsak Evren ile ilgili çok tuhaf bir olguyla karşılaşırız. Bugünkü gözlenebilir Evrenin içeriği, 1 milimetre çapında bir hacme sığdırılsaydı, t=0 zamanından bu yana ışığın kat ettiği mesafe 1031" kez daha küçük olurdu. Bunun da ilk evren üzerinde çok derin etkileri olurdu. Uzaydaki bir bölgenin diğer bölgedeki koşullar hakkında bilgi sahibi olması için bu bölgelerin arasında gidip gelen bir takım unsurların olması gerekirdi. Bu unsurların maksimum hızı da ışığın hızına eşit olmalıydı. Dolayısıyla erken Evren birbirinden ayrı10 üzeri 93 bölgeden oluşur.

"Buradaki sorun bugünün Evreninin homojen olmasından kaynaklanıyor. Her yerde maddenin yoğunluğu aynı olmakla kalmayıp, Big Bang'den artakalan radyasyon da her yerde aynıdır. Beklentilerin tersine, 10 üzeri 93 farklı bölgenin, bir diğeri hakkında bilgi sahibi olmak için bir yol bulmuş olması gerekir.

"Big Bang'ın standart modelinde, bölgelerin birbirleri hakkında bilgi edinmek, sıcaklıklarını ve yoğunluklarını eşitlemek için yeterli zamanı hiçbir zaman olmadı, çünkü bunu Evrenin doğum ve Planck zamanı arasındaki ultra kısa zamanda yapmaları gerekirdi. Kozmologlar durumu kurtarmak için Evrenin tek bir bölgeden süper hızlı bir şekilde ''şiştiğini'' ileri sürdüler. Şişme, Evrenin niçin homojen bir yapıya sahip olduğunu açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda minik kuvantum dalgalanmalarının, bugünkü Evrende görülen dev galaksi kümelerine dönüşme mekanizmalarına da açıklık getiriyor. Ne var ki bu teorinin de eksik halkaları var.

Özetle Big Bang Evrenin başlangıcı olmasaydı ve Big Bang'den önce başka bir dönem daha olsaydı her şey daha kolay olurdu. Planck zamanından önce, 1093 bölgedeki sıcaklığın ve yoğunluğun eşitlenmesi için bol zaman olurdu ve standart şişme teorisinin gerçekçi olması için yeni alt teoriler bulma zorunluluğu ortadan kalkardı. Veneziano şöyle diyor: “Evreni homojen hale getirmenin bir yolu da Big Bang öncesi zamanı savunmaktır. Bunu da sicim teorisi sağlar.''

Peki Big Bang öncesi dönem neye benziyor olabilir? Veneziano'ya göre bu sorunun yanıtı Evrenin simetrisinde gizlidir. Einstein" 'ın genel görelilik denklemlerinin standart kozmolojik çözümleri (ki bunlar Friedmann'ın Big Bang modeli olarak bilinir) çok basit simetriler içerir. Bunlar tersine çevrilmiş zaman altında bile sabittir. Başka bir deyişle, denklemin çözümlerinden birinde, zamanın yerine eksi zamanı koyarsanız başka bir çözüm elde edersiniz. Yani Big Bang ile genişlemek yerine, tersine çevrilmiş zamanda Evren giderek daralır.

"Sicim teorisinin kozmolojik çözümleri aynı simetriye sahip olduğu gibi, başka bir simetriye daha sahiptir. Evrenin skala faktörünün yerine tam tersini yerleştirseniz bile bunlar yine simetriktir. Bu değişikliklerin her ikisini de uyguladığınız zaman (zamanın tersi ve skala faktörü değişimi) çok farklı genişleyen bir Evren tipi elde edersiniz. Burada genişleme giderek azalan değil, giderek çoğalan bir süreç izler. Başka bir değişle, bu şişen bir Evrendir. Veneziano bu Evreni şöyle tanımlıyor: ''Her Big Bang çözümü için, içerdiği uzayın t=-0 'dan t=0'a kadar şiştiği bir çözümü vardır.''

"Sicim teorisi, dolayısıyla, Evrenin t=-0 'dan başlayarak giderek genişleyen bir dönem geçirdiğini gösterir. Bu t=0'a kadar sürer. t=0 olduktan hemen sonra bu dönem Friedmann'ın eski Big Bang modelindeki azalan genişleme dönemine dönüşür.

"Artık Big Bang'ı farklı bir görüş altında inceliyoruz. Veneziano bu görüşü şöyle açıyor:''Big Bang'de Evren maksimum bükülme, maksimum genişleme hızına ve maksimum sıcaklığa sahipti. Big Bang bir başlangıç olarak ortaya çıkmadı. Yalnızca Evren tarihinde çok önemli bir dönem noktasıydı.''

tarihinde kenzo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

BIG BANG’E KARŞI OLUŞTURULAN BİLİMSEL MODELLERİN İNCELENMESİ

Big Bang teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğu, bu başlangıçta maddenin çok yoğun, sıcaklığın ise çok yüksek bir seviyede bulunduğu, evrenin genişlemesi ile yoğunluğun ve sıcaklığın düştüğü ve düşmeye devam ettiği; anlatılan bu süreç içinde atom-altı parçacıklardan galaksilere kadar tüm evrensel oluşumların gerçekleştiği söylenir. Big Bang teorisinin bu temel ortak noktalarının dışında yapılan kozmolojik birçok tartışma da vardır. Örneğin evrenin artışı sabit olan bir hızla mı genişlediği, yoksa belli bir dönemde şişerek(enflasyonist bir şekilde) mi genişlediği, evrenin genişleme hızını ifade eden Hubble sabitinin tam değerinin ne olduğu, sicim kuramlarının kütle çekimi kuvvetini açıklamakta ne kadar başarılı olduğu, bu tartışmalar arasında sayılabilir. Bizi amacımızın dışına çıkartacak bu tartışmalara bu kitapta girmeyeceğim. Evrenin sabit bir hızla genişlemesi veya genişlemenin belli dönemlerde sıçramalar yapması, Hubble sabitinin beklenenden küçük veya büyük çıkması, bu kitapta üzerinde odaklandığımız sonuçlar bakımından önemli değildir. Bu bölümde özellikle evrenin bir başlangıcı olduğu fikrine karşı, evrenin ezeli olduğunu bilimsel bir şekilde savunmaya çalışmış olan modelleri ele alacağım ve onları bilimsel açıdan inceleyeceğim. Gerçi Big Bang teorisinin temel ve yan delilleri Big Bang’i ispat ederken karşıt tüm modelleri geçersiz de kılmaktadır. Fakat yine de öneminden dolayı bu modelleri ele alıp incelemek yararlı olacaktır. Bölümün sonunda ise, hiçbir delile dayanmadan, hayali bir kurgudan öteye geçemeyen modellere Ockhamlı’nın usturasının uygulanması önerilecektir.

1- DURAĞAN DURUM (STEADY STATE) MODELİ

EVRENİN GENİŞLEMESİ İLE MATERYALİZMİ UZLAŞTIRMA

1918’de William MacMillan’ın ve 1920’lerde James Jeans’in çalışmaları Durağan Durum modelini ortaya atanlara ilham kaynağı olmuştur. Fakat Durağan Durum modeli 1940’lı yıllarda Hermann Bondi, Thomas Gold ve Fred Hoyle’un çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Bu yıllarda artık hiçbir bilim adamı, Hubble’ın evrenin sürekli genişlediğine dair gözlemlerine direnememektedir. Maddeyi ve evreni, ezeli ve değişmez kabul eden ateistler bu sonucu kabullenemediler. Genişleyen evren değişmez olamazdı. Değişen sonsuzdan beri var olamazdı, eğer sonsuzdan beri var olamazsa başlangıcı olmalıydı. Deva.ını ise düşünmek bile istemiyorlardı.

Bir tarafta evrenin genişlediğine dair gözlemsel ve teorik deliller, diğer tarafta maddeyi evrenin biricik unsuru kabul eden materyalistlerin, evrenin değişimini kabullenemeyişleri vardı. Durağan Durum modeli bu tarz bir ruh haliyle, evrenin genişlemesine rağmen değişmediğini ortaya koymak için geliştirildi.

Bu modelin mimarlarının en ünlüsü Fred Hoyle idi; O, Big Bang ismini teoriyle alay etmek için kullanmıştı, fakat sonra teori bu isimle meşhur oldu. Hoyle’un, Big Bang’in felsefi sonuçlarından rahatsız oluşu bir sır değildir. O, Big Bang’in bir başlangıcı gerektirdiğini ve bu başlangıç fikrinin evrenin, evren dışındaki Tanrı ile açıklanmasına sebep olacağını söylüyor ve bundan memnuniyetsizliğini ifade ediyordu. Durağan Durum modeli böylece yeni bir bilimsel bulguya dayanmadan, ateist endişelerle oluşturuldu. Fred Hoyle gibi çok iyi bir fizikçinin buna sahip çıkışı, Big Bang teorisi için iyi bir sınav oldu. Big Bang’in karşısında, her ne olursa olsun bu teoriyi yalanlamak için çalışan ünlü bilim adamları vardı. Fakat gücünü gerçekliğinden alan bir teori tüm bunlara direnebilmeliydi.

BAŞLANGIÇTAN KAÇIŞ İÇİN SÜREKLİ YARATILIŞ FİKRİ

Big Bang teorisinde ortaya konduğu gibi, evren genişledikçe madde yoğunluğu azalmaktadır. Eğer evren ezeli olsaydı, azalan madde miktarı yüzünden hiçbir yıldız, hiçbir gezegen oluşamazdı. Hoyle, bu sorunu çözmek için ortaya beklenmedik bir iddia attı. Genişlemeyle ortaya çıkan madde yoğunluğunun azalması sorunu, sürekli madde yaratılışı ile halledilebilirdi. Hoyle’u tanımayanlar ve bu iddiayı ortaya atışındaki arka planı bilmeyenler, O’nun, Tanrı’nın sürekli yaratışını temellendirmek için böyle bir iddia ortaya attığını sanabilirler. Fiziğin en temel ilkelerinden biri madde ve enerjinin korunmasıdır. Bu iddia, bu en temel yasaya uymamaktadır. Fakat genişleyen bir evrenin değişmediğini, böylece ezeli olduğunu iddia etmek için başka bir yol yoktur. Hoyle “yoktan ve sürekli madde yaratılışı” fikrini muhakkak ki çok isteyerek ortaya atmamıştır. Fakat genişleyen evrenin onu götürdüğü çaresizlik, bu fikri iddia etmesine sebep olmuştur.

Hoyle, bu iddiasını ortaya atarken, gözlemsel ve deneysel hiçbir veriye sahip olmamıştır, hiçbir zaman hiç kimse de bu konuda bir delil ortaya atmış değildir. Hoyle, bu metafizik iddiasını, fiziksel bir iddia olarak sunmaya çalıştı. Fakat yeni maddenin veya yeni enerjinin ( ’ye göre madde enerjinin bir formudur. Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebilir) nereden geldiğini hiçbir zaman gösteremedi. Bunun yerine yapılan hesaplarda, her 10 milyar yılda, evrenin her metreküpünde iki hidrojen atomunun yaratılması gerektiği söylendi. Bu miktar çok küçüktür, ama nereden ve nasıl bu atomların yaratılacağı sorusunun cevabı yoktur.

YARATILAN MADDENİN MİKTARI SORUNU

Hoyle’un iddiasının geçersizliğini açıklayan yazıların hemen hepsinde Durağan Durum modelinin bu açmazı ortaya koyulur. Dikkat çekmek istediğim gözden kaçan bir açmaz daha vardır. Eğer böyle bir madde yaratılıyor olabilseydi, bir de bu maddenin gerekli oranda nasıl yaratıldığı sorunu ortaya çıkacaktı. Evrenin genişleme hızına göre gerekenden az madde yaratılıyor olsaydı, uzay, atomlar arası mesafelerin galaksiler arası mesafelere eşit olacağı bir mekan olurdu. Yaratılan madde miktarı gerekenden çok fazla olsaydı, uzay, her noktası bir yıldız çekirdeği kadar yoğun durumda da olabilirdi.

Öyleyse, Durağan Durum modeli, “yoktan sürekli yaratılan maddeyi” açıklayamadığı gibi, bu yaratılışın durağan durumun sabitliğini nasıl koruduğunu açıklamakta da çıkmaz içindedir. Bilinçsiz olan fiziki süreçler, adeta bilinçliymişçesine nasıl sabit bir durumu korumak için düzenli ve sürekli bir yaratılışı gerçekleştirebilirler? Durağan Durum modelinin savunucuları bu noktada da açmaz içindedirler.

Ünlü fizikçiler Alpher ve Herman’a göre 1950’li ve 1960’lı yıllarda Durağan Durum modelinin ilgi görmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi, Big Bang’i savunanların, o yıllarda evrenin genişleme oranını ve evrendeki madde yoğunluğunu iyi hesaplayamamaları neticesinde evrenin yaşının olduğundan genç olduğunu savunmalarıydı. Bu ise yıldızların hesaplanan yaşıyla uyumsuzluk kaydetmişti. Daha sonraki yıllarda gelişen teleskoplar ve yeni ilerlemeler ile bu sorun çözüldü (Evrenin yaşının değişik yöntemlerle hesaplanmasını daha önce işledik).

İkinci neden ise Big Bang teorisinin evrenin bir başı olmasını gerektirmesiydi ve bunun felsefi sonuçları kabul edilemiyordu. Bu sorun hiçbir zaman aşılamazdı, çünkü bu sorun bilimsel değil psikolojikti. Ünlü fizikçi Arthur Eddington şu satırlarında bu psikolojik yapıyı ortaya koymuştur. “Bu konuyu (evrenin genişlemesi) ele alıştaki zorluk, bunun, her şeyin ani ve özel bir başlangıcı olduğunu gerektirmesindendir. Evrenin başlangıcı olduğu fikrini, felsefi açıdan iğrenç buluyorum...”

GENİŞLEMENİN MEKANİZMASI SORUNU

Durağan Durum modeli, genişleyen fakat değişmeyen bir evren sunuyordu. Peki evreni genişleten mekanizma neydi? Neden bütün galaksiler tek bir merkezden fırlatılmışçasına, bir balonun şişmesi gibi genişliyorlardı? Durağan Durum modelini ortaya koyanlar bunu hiçbir zaman izah edememişlerdir. Oysa Big Bang, genişlemeyi sağlayan mekanizmayı mükemmel bir şekilde açıklıyordu.

Durağan Durum modelinde genişlemenin sonsuzdan beri devam ettiği iddiasını düşünün. Böyle bir evren hem zaman açısından, hem hacim açısından sonsuz olacaktır. Bu ise karşımıza birçok paradoks çıkaracaktır. Örneğin karşımıza daha evvel bahsettiğimiz Olber paradoksu çıkar. Sonsuz madde ile dolu sonsuz evrenden gelen ışıklar geceyi de gündüz kadar aydınlatmalıdır. Aradaki toz bulutlarının ışığı emmesi bir şey değiştirmez, bir süre sonra bu tozlar da ısınıp, soğurduğu ışınımla aynı yoğunlukta parlayacaktır. Fakat hepimiz görüyoruz ki gece karanlıktır ve bu gözlemimiz, sonsuz büyüklükte ve galaksilerle dolu olan Durağan Durum modelinin evrenine aykırıdır.

HOYLE’UN BIG BANG’E KATKILARI

Hoyle ve arkadaşları, hidrojen atomlarının, çekim gücünün etkisiyle birleşerek, büyük kürelere dönüşüp, yıldızları oluşturduklarını ortaya koydular. Yuvarlanan kartopunun büyümesi gibi büyüyen kürelerde, kütle çekiminin içe doğru basıncı da sürekli artmaktaydı. Bu basınç çoğaldıkça hidrojen atomlarını birbirinin içine geçirerek, bir sonraki ağır atom olan helyumu oluşturdu. Buradan açığa çıkan enerji, yıldızların içindeki çekim gücünü dengeler ve dışarı doğru patlayıcı basınç yapar. Bu süreç yıldızların milyarlarca yıllık ömrünü sağlar. Anlaşıldı ki yıldızlar, Aristo’nun sandığı gibi sonsuz bir yakıtla yanmamaktadır; fakat hidrojenin helyuma dönüşmesinden oluşan bu yakıt, milyarlarca yıl bir yıldızı yaşatabilmektedir.

Hoyle ve arkadaşları, yıldızların içinde oluşan süreçte elementlerin birçoğunun oluştuğunu gösterebildiler. Peki yıldızları yapacak hidrojen nasıl oluşmuştu? Atom-altı kuram, hidrojenin meydana gelmesi için çok yüksek sıcaklıkta bir ortam gerektirmektedir. Big Bang, evrenin, çok yoğun ve çok sıcak başlangıcı olduğunu söylemektedir. Hoyle’un “Bana fosilini bulun” dediği bu sıcak başlangıcın 1965 yılında fosilinin bulunmasıyla Durağan Durum taraftarları önemli ölçüde pes ettiler. Kozmik fon radyasyonunun anlatıldığı bölümde bu konu detaylıca işlenmiştir.

1990’lı yıllarda Durağan Durum modelini geçersiz kılan birçok yeni delil ortaya kondu. Artık evrenin genişlemesiyle madde yoğunluğunun azaldığı, yıldızların ve ışığın günün birinde yok olacağı biliniyordu. Hele bir de bu yıllarda COBE uydusundan, kozmik fon radyasyonu ile ilgili ilave deliller gelince, zaten savunulamaz durumda olan Durağan Durum modelinin geçersizliği ek deliller kazandı. Uzaktaki cisimlerin kozmik fon radyasyonunun, daha sıcak olduğunun ölçülmesi de 1990’lı yıllarda bulunan ve Durağan Durum modelini geçersiz kılan delillerdendir. Uzak cisimlere bakarken aslında evrenin geçmişine bakıyoruz, çünkü ışık hızı çok hızlı olsa da sonlu bir hızdır. Evrenin geçmişinin daha sıcak olduğunun tespiti tek başına Durağan Durum modelini geçersiz kılacak niteliktedir. Sonuç olarak Ivan King’in kelimeleriyle: “Durağan Durum modeli uzayda her şeyin zamanla nasıl değiştiğinin kesin gözlemlerle ispatlanması sonucunda istirahate çekildi.”

Big Bang, evrenin, aşamalı gelişmeli bir süreçle oluştuğunu ortaya koyar. Yıldızların içindeki elementlerin oluşumu bu sürecin bir parçasıdır. Hoyle ve ekibinin bu konudaki katkıları ve Big Bang’e yaptıkları muhalefetin yeni delillerin bulunmasına sebebiyet vermesi çok önemlidir. Bu yüzden O ve ekibi, Big Bang teorisinin detaylı bir şekilde ortaya konmasına emekleri olan Lemaitre, Friedmann, Hubble ve Gamow ile birlikte anılmaktadırlar.

DURAĞAN DURUM MODELİ’Nİ GEÇERSİZ KILAN DELİLLERİN ÖZETİ

Durağan Durum modeli, Big Bang teorisine karşı en uzun süre direnen teoridir. Bu yüzden Big Bang teorisinin tarihi, Durağan Durum modelinin anlatımını da içerir. Bu modelin, uzayın genişlemesini kabul etmesine rağmen, evrende değişimin ve başlangıcın olmadığına direnmesi de önemlidir. Bu model, materyalizmin ezeli evren fikrini savunmak için ortaya atılmış, ünlü bilim adamlarınca savunulmuş ve materyalistlerin en iddialı bilimsel çabası olmuştur. Bu modeli geçersiz kılan delillerin bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

1- Durağan Durum modeli, fiziksel bir süreçle sürekli olarak maddenin yoktan yaratıldığını söyler, fakat fiziksel olduğu söylenen bu süreç, fizik yasalarına aykırıdır.

2- Eğer Durağan Durum modelinin ileri sürdüğü gibi madde sürekli olarak yoktan yaratılsaydı, bu yoktan yaratılış sürekli belli bir oranı tutturmak zorundaydı. Sadece fizik yasalarına dayanarak oluştuğu söylenen bu dengenin açıklaması yapılamaz.

3- Enerjiden her madde oluşmasında madde miktarı ile tamamen aynı miktarda anti-madde oluşur. Eğer evrende sürekli olarak enerjinin maddeye dönüşümü ile madde yaratılsaydı, madde ile tamamen aynı miktarda anti-madde olacaktı. Bu gözlenen evrene aykırıdır (Big Bang’in sıcaklığı maddenin anti-maddeden fazla çıkışını açıklayabilir).

4- Evrenin genişlemesini açıklayacak bir mekanizma (Big Bang gibi), Durağan Durum modeli ile ortaya konamaz.

5- Durağan Durum modeli evrendeki çok büyük orandaki entropiyi açıklayamaz.

6- Gözlenen kozmik fon radyasyonu, Durağan Durum modelini geçersiz kılar.

7- Çok uzaktaki yıldızlardan elde edilen bilgiler ile evrenin eski dönemindeki kozmik fon radyasyonunun, mevcut kozmik fon radyasyonundan daha sıcak çıkması, Big Bang’i ispat ederken Durağan Durum modelini geçersiz kılar.

8- Evrende belli bir noktadan sonra kırmızıya kaymaların gözlenmemesi, Durağan Durum modelinin, sonsuz büyük evren iddiasını geçersiz kılmaktadır.

9- Durağan Durum modeli sonsuz evren tasarımıyla Olber paradoksunun oluşmasına sebep olmaktadır.

10- Durağan Durum modelinde, kendi kendine oluşan madde, hidrojene nispetle belli bir helyum oranında olmalıdır. Bu oranın mevcut modelde nasıl oluşacağı belirsizdir. Oysa bu konuda, Big Bang’e dayanarak yapılan öngörü kusursuzdur.

11- Evrendeki döteryum, lityum gibi hafif elementlerin Durağan Durum modelinde hiçbir açıklaması yoktur (Big Bang teorisi ile bunlar çok düzgün bir şekilde tahmin edilmiştir).

12- Galaksilerin ve kuasarların geçmişteki ışığını algılıyoruz. Onların galaksimize yakın bölgelerden maddesel karakter ve dağılım itibariyle farklılıkları Durağan Durum modelini makul olmayan bir duruma getirmiştir.

13- Hugh Ross’un dediği gibi, galaksimizin çevresinde çok yaşlı galaksilerin olmaması Durağan Durum modelinin, evrenin sonsuz yaşı olduğu iddiasını; galaksimizin çevresinde çok genç galaksilerin olmaması ise Durağan Durum modelinin sürekli yaratılış fikrini geçersiz kılmaktadır.

14- Evrendeki gaz bulutlarının sonsuza dek yıldız oluşumuna izin vermeyeceğinin anlaşılması Durağan Durum modelinin sabit, değişmez evren fikrini yıkmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

2- AÇILIP KAPANAN (OSCILLATING) EVREN MODELİ

DELİL YERİNE FELSEFİ ENDİŞE

Durağan Durum modeli uzun yıllar Big Bang teorisinin en ciddi rakibi olarak görüldü. Fakat gözlemsel astronominin buluşları, Durağan Durum modelini saf dışı bırakırken, Big Bang’in delilleri gittikçe daha da arttı. Evrenin bir başlangıcı olduğu fikrinin felsefi sonucundan rahatsız olanlar, bunun üzerine Açılıp Kapanan (Oscillating) Evren modelini ortaya attılar. Bu model de bilimsel bulgular sonucunda değil, felsefi endişelerin sonucunda ortaya atıldı. Bunu John Gribbin’in şu sözlerinden anlayabiliriz: “Evrenin ortaya çıkışını anlatan Big Bang Teorisi ile ilgili en büyük problem felsefidir, hatta teolojiktir(ilahiyatla alakalıdır) diyebiliriz. O zaman patlamadan önce ne vardı? Bu problem tek başına Durağan Durum modeline başlangıçtaki hızını vermeye yeterliydi; fakat bu teori ne yazık ki gözlemlerle çatışmaktadır, bu güçlükten kurtulmanın en iyi yolu, evrenin bir tekillikten açılıp, geriye kapandığını, tekrar açılıp, tekrar kapandığını ve bu süreçlerin belirsiz sayıda olduğunu söyleyen modelle ortaya konulmuştur.”

Hiçbir gözlemsel delil ve teorik sebep yokken, Açılıp Kapanan Evren modelinin ortaya konması, sadece ve sadece evrenin başlangıcı olduğu sonucunun bizi evren dışı bir Sebep’e ve Güç’e götürmesi yüzündendir. Fakat bu çaba bir şeyi ispatlamaktadır: Big Bang’in delilleri o kadar güçlüdür ki, bu teorinin götürdüğü felsefi sonuçlardan kaçınmak isteyenler bile, sonuçta bu modeli tekrarlatarak, bu teorinin bir başlangıcı gerektiren felsefi sonucundan kaçınma yoluna sapmışlardır.

EVRENİ YENİDEN AÇACAK BİLİMSEL BİR MEKANİZMA YOK

Her şeyden önce bu model, fiziğin bilinen tüm kurallarına aykırıdır. Yale Üniversitesi’nden Profesör Tinsley’in dediği gibi evrenin kapanışını geriye doğru sıçratacak hiçbir fizik kuralı yoktur. Fiziğin bize söylediklerine göre evren, uzay ve zaman hep beraber Big Bang ile başlar, daha sonra bu genişleme ya Big Chill (Büyük Donma) veya Big Crunch (Büyük Çatırtı) ile son bulur.

Evrendeki genişlemenin bir noktada durup kütle çekiminin etkisiyle geri kapanmanın (Big Crunch) mı yaşanacağı, yoksa genişleme hızının kütle çekimine galip gelip evrenin bir ısı ölümüyle (Big Chill) mi yok olacağı hala tartışılmaktadır. Bu senaryolardan hangisinin doğru olduğunun bilinebilmesi için şu değerlerin tam olarak hesaplanması gerekmektedir:

1- Evrendeki madde yoğunluğu

2- Evrenin yaşı

3- Evrenin genişleme hızı

İki senaryodan hangisinin daha doğru olduğunun hesabı için özellikle “madde yoğunluğunu” hesaplamak önemlidir. Saydığımız üç şıktan en çok sorunlu olan ise madde yoğunluğunun hesaplanmasıdır. Çünkü evrendeki karadelikleri (ışık yaymadığı için) ve nötrino gibi egzotik maddeleri tam olarak hesaplamak mümkün olmamaktadır. Evrendeki kapanmayı sağlayacak madde miktarı “Omega” diye adlandırılan kritik bir değerle ifade edilmektedir. Şimdiye kadarki hesaplar, evrendeki madde yoğunluğunun kritik değerin altında olduğunu göstermektedir. Bu beklenenden çok egzotik madde veya karadelik bulunmasıyla (veya kütle çekimi olan başka maddeler) değişebilir.

Maddenin kritik yoğunluğun altında olması evrenin sürekli genişleyerek bir ısı ölümü yaşayacağını söylediğinden, bu senaryo artık evrenin kapanmasına izin vermez ve Açılıp Kapanan Evren modelini geçersiz kılar. Ben, bu iki senaryodan, Büyük Çatırtı’nın (Big Crunch) gerçekleşmesinin evrendeki tabloyla daha uyumlu olduğunu sanıyorum. Ham madesi toprak olan elementlerden yaratılan bitkiler, hayvanlar ve insanlar ölünce asıllarına geri dönmektedirler. Toz bulutlarından oluşan yıldızlarda da aynı geri dönüşü gözlemleyebiliriz. Evrenin başladığı şekilde kapanması bence genel evren tablosuyla daha uyumlu ve daha güzel bir senaryodur. Kitabımız boyunca mevcut bilimsel delillerden sonuca gittik. Bu konuda ise evrendeki mevcut tabloya bakarak olası gözüken iki senaryodan hangisinin yaratılmasının daha uygun olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Tabi ki bu bir tahmindir, bilimsel bir veri değildir. Bu tahmini yapıştaki motivasyonum daha basit, daha güzel, daha uygun gördüğüm senaryodan yana oyumu kullanmamdır. Bu yine de bir tahmindir...

Evrenin kapanacak olması, kütle çekimine karşı gelecek ve maddeyi dışarıya çekecek hiçbir fiziksel kuvvetin olmaması karşısında nihai son olur. Kısacası evrendeki maddenin, genişlemeyi durdurup, kapanışa geçirtip ve kapanmayı sağlaması birşey değiştirmez: Açılıp Kapanan Evren modeli yine fizik kurallarına aykırıdır.

TEKİLLİK ZAMANIN DURMASIDIR

Roger Penrose, her kara deliğin bir tekillik olduğunu ve madde parçacıklarının bu tekilliğin içinde birbirinin üzerinden kayıp geçmesinin mümkün olmadığını gösteren ilk kişidir. Penrose daha sonra Hawking ile yaptığı çalışmalarında, evrenin ve zamanın bir tekillikten doğduğunu ispat etmiştir. Bundan önce, Açılıp Kapanan Evren modelini savunanlar, evrenin kapanma döneminde bir tekilliğe düşmeden, maddenin yan yana geçerek evrenin yeniden açılacağını söylemişlerdi. Penrose ve Hawking’in matematiksel ispatları bunun mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Bu ikilinin çalışmaları, bu tekilliğin içinde zamanın durduğunu da göstermiştir. Kısacası, evrenin kapanması demek, zaman kavra.ının bitmesi demektir, oysa Açılıp Kapanan Evren modeli ile zamanın hiç kesintiye uğramadan devam ettiği, evrenin bir başlangıcı olmadığı savunulmaya çalışılmıştı.

Einstein, izafiyet teorisini ortaya koymadan önce; uzayın içinde zamana bağlı olarak cisimlerin çekim uyguladığı, galaksilerin hareket ettiği, fakat uzayın ve zamanın bunlardan hiç etkilenmediği zannediliyordu. İzafiyet teorisinin yol açtığı en büyük zihinsel devrim, uzayın ve zamanın da değişken olduğunu ve bunların birbirine bağlı olup, her ikisinden uzay-zaman diye bir arada söz edilmesinin doğru olduğunu göstermesidir. O zaman uzayın kapandığı an olan “tekillik”, zamanın yok oluşunu ifade eder. Artık kapanan evreni yeniden açacak bir kuvvet kalmadığı gibi, bu olaylar dizisini devam ettirebileceğimiz bir “zaman” da yoktur.

Bu yüzden “Big Bang’den önceki zamanda ne oldu?” sorusuna, “Big Bang’den önce uzay-zaman yoktu” diye cevap verilir. Peki “Big bang uzayın neresinde oldu?” diye sorulursa ise cevap “Big Bang uzayı oluşturdu, Big Bang’ten önce uzay yoktu” şeklindedir.

ENTROPİDEN KAÇILMAZ

Önceden gördüğümüz gibi termodinamiğin ikinci kanunu evrende sürekli entropinin arttığını söylemektedir. Buna göre en sonunda termodinamik dengeye gelinecek ve hareket duracaktır. Entropi artışı, mekanik bir işi gerçekleştirecek enerjinin gittikçe azalması demektir. Atılan bir topun zıplamalarının gittikçe azalıp sonunda durması buna bir örnektir. Açılıp Kapanan Evren modeli ile evrenin ve zamanın sonsuz sürekliliği savunulmaya çalışılmıştır. Bu süreklilik ise, evrenin her durumunun birbiriyle fiziki bağlantısını gerektirir. Fakat entropiden kaçış yoktur. Evren açılıp kapanabilseydi bile entropisi arttığından bir süre sonra açılmayı sağlayacak mekanik enerjiyi bulamayacaktı. Fiziğin en temel yasalarından olan entropi, her durumda evrenin sonu olduğunu, sonu olanın ise başı olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Gözlemsel astronominin verileri de bu modeli geçersiz kılmıştır. Evrende görünen maddenin homojen yayılımı bu model ile açıklanamaz. Evrenin çöküş döneminde birçok yeni karadelik oluşacaktır ve bu karadelikler ile daha önceden var olan karadelikler, etraflarındaki maddeyi yutarak kapanacaktır. Bu ise maddenin homojen olmayan bir şekilde yayılmasını doğurur. Evrenin kapanışı başlangıç döneminden daha çok karadelikli olup, evrenin ilk döneminin tam simetriği değildir. Bu ise homojenitenin ve istenen simetrinin her açılıp kapanmaya taşınmasını önler. Bu da açılıp kapanmanın sürekliliğini imkansız kılar.

RİCHARD TOLMAN’IN ÇALIŞMALARI

Richard Tolman’ın çalışmaları da Açılıp Kapanan Evren modelinin imkansız olduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre evren, Big Bang sürecinden kalan ışınımlara sahiptir ve yıldızların yaydığı ışık bunu sürekli arttırmaktadır. Buna göre, evren eğer kapanmaya başlarsa, Big Bang’den hemen sonraki ışınım enerjisinden daha fazla ışınım ile kapanmaya başlayacaktır. Yani evren eski boyutuna ulaştığı her noktada daha sıcak olacaktır, bu, maddeden ışınıma enerji transferi ile gerçekleşmiştir. Bu, evrenin daha hızlı çökmesine neden olur.

Eğer fiziki olarak yeniden açılma mümkün olabilseydi, evrenin daha evvelki genişlemesinden daha hızlı gerçekleşecekti. Bu ise bir noktadan evrenin kapanamayacak hızda genişlemesi demektir. Rus fizikçiler İgor Novikov ve Yakob Zel’dovich de Açılıp Kapanan Evren modelinin simetrik döngülerinin savunulamayacağını ve bu modelin sonlu bir başlangıç fikrinden kaçamayacağını çalışmalarıya göstermişlerdir.

EVRENİN KRİTİK HIZININ AYARLAYICISI

Açılıp Kapanan Evren modelinin sadece fiziksel olarak işlediğini ve hiçbir evren dışı Güç’ün bunda etkisi olmadığını söyleyenleri, bekleyen çok önemli bir sorun daha vardır. Eğer Big Bang çok hızlı bir patlama olsaydı, evrendeki madde çok hızlı bir şekilde uzaya dağılacaktı ve hem yıldızlar hem de galaksiler oluşamayacaktı. Eğer Big Bang daha yavaş bir patlama olsaydı, bu sefer kütle çekiminin etkisiyle madde hemen kapanacaktı ve hem galaksiler hem de yıldızlar yine var olamayacaktı. Açılıp Kapanan Evren modelinde bütün patlamaların simetrik olması gerekmesinin bir sebebi budur. Çünkü öbür türlü madde bir daha toplanmayacak şekilde dağılıp sona gelinecektir veya hiçbir zaman açılamayacak bir şekilde kapanma yaşanacaktır. Entropi Yasası ve Tolman’ın çalışmaları, Açılıp Kapanan Evren modeli mümkün olsaydı bile bu sondan kurtulmanın imkansızlığını göstermektedir.

Bir an için Entopi Yasası’nı ve Tolman’ın çalışmalarını bilmediğimizi düşünelim. Evrenin hemen çökmemesi ve maddenin gök cisimlerini oluşturmadan dağılmaması için Big Bang patlaması kritik bir hızda olmalıdır. Bu hızın oluşmasının olasılığı, bazı bilim adamlarının benzetmesine göre bir kurşun kalemin havaya atıldığında ucunun üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir. Bu olasılığın deneme yanılmayla bulunması mümkün değildir. Çünkü yanılmaların bir yönü maddeyi kaçırır, bir yönü ise açılamayacak bir tekillik oluşturur. Öyleyse Açılıp Kapanan Evren modelini oluşturanlar, bir defa havaya atılan bir kurşun kalemin, ucunun üzerinde tesadüfen durduğunu kabul etmek zorundadırlar; ayrıca bu kalemin havaya her atılışında bu olayın tekrar tekrar gerçekleştiğini de kabul etmek zorundadırlar. Evreni düzenleyici dış bir Güç kabul etmeyenler ne yapabilirler ki?

AÇILIP KAPANAN EVREN MODELİNİ GEÇERSİZ KILAN DELİLLERİN ÖZETİ

Bu modeli Hindu reenkarnasyon inancının bilimsel karşılığı olarak görenler olmuştur. Hindu inancında evren ezelidir ve ruhlar, evrenin içinde döngüsel bir gelip gitme yaşarlar. Hindu “reenkarnasyon” inancı da köklerinde ezeli evren fikrini taşımaktadır. Açılıp Kapanan Evren modeli ezelilik ile döngüselliği bir arada taşıdığı için, Hint reenkarnasyonuna benzetilmiştir.

Açılıp Kapanan Evren modelinin tek bir delili bile yoktur. Üstelik bilimsel deliller, Açılıp Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır. Bu modeli geçersiz kılan bilimsel verilerin bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

1- Kapanan bir evrenin yeniden açılması, yer çekimi gibi fiziksel yasalara aykırıdır.

2- İzafiyet teorisinin formülleri üzerine çalışmalar Big Bang’in, uzayın ve zamanın başlangıcı olduğunu ortaya koymuştur.

3- Evrendeki maddenin homojen yapısı Açılıp Kapanan Evren modeli ile uyuşmaz.

4- Termodinamiğin ikinci kanunu (Entropi Yasası) bütün verilerden bağımsız olarak ezeli Açılıp Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır.

5- Tolman’ın çalışması, eğer evren kapandıktan sonra yeniden açılabilseydi, her açılmanın ilkinden daha hızlı olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu ise bir noktada, tüm maddenin bir daha toplanamayacak şekilde dağılması demektir. Sonuçta evren ebedi olamıyorsa başlangıcı olmalıdır.

6- Açılıp Kapanan Evren modeli evrenin “kritik hızda” genişlemesini gerektirir. Fakat ayarlayıcı üstün bir Güç olmadan, bu kritik hızın nasıl gerçekleştiğini tarif edemez.

7- Açılıp Kapanan Evren modeli bu “kritik hızın” sürekli korunmasını da gerektirir. Bu ise tesadüfen ucu üstünde durmuş olan kaleme her tekme atılışında bu kalemin yine ucu üstünde durmayı başarması gibidir.

3- STEPHEN HAWKING VE HAYALİ ZAMAN

HAWKING VE PENROSE’UN TEKİLLİK TEOREMLERİ

Stephen Hawking ve Roger Penrose, Einstein’ın formüllerini kullanarak yaptıkları çalışmalarda, evrenin ve zamanın bir tekillikten başladığını, Big Bang’den önce zaman kavra.ının bir anlamı olmadığını ortaya koymuşlardır. Hawking, Kant’ın antinomilerini, Newton’un “mutlak zaman” kavra.ına göre oluşturduğunu, bu yüzden yanıldığını göstermektedir. Ayrıca O, Augustine’in, zamanın evren ile beraber başladığına dair düşüncesini, zamanın izafiyetine dair bilgilerin bilinmediği bir dönemde ortaya koymasını övmektedir. Hawking, hiçbir zaman Penrose ile yaptığı çalışmaları geçersiz kabul etmemiş, her zaman bu çalışmalarına sahip çıkmış ve bu çalışmalarını doğru bulmuştur. “Zamanın Kısa Tarihi” isimli ünlü kitabında Hawking şöyle demektedir: “Roger Penrose ve ben gösterdik ki, Einstein’ın genel görelilik kuramı, evrenin bir başlangıcının olmasını gerektirir ve de olası bir sonunun.”

Peki Stephen Hawking’in, evrenin bir başlangıcı olmadığına dair izahı nereden çıkmaktadır? Evrenin başlangıcı olduğunu teorik olarak Penrose ile beraber ispat ettiğini söyleyen bir kişi, diğer yandan bir başlangıcın olmadığını nasıl söyler? Hele hele Hawking’in en son kitapları da dahil tüm çalışmalarında, Penrose ile beraber yaptığı çalışmalara sahip çıktığını, bunları hiç reddetmediğini düşünürsek, bu çelişki nasıl açıklanabilir?

HAYALİ ZAMANIN İŞİN İÇİNE SOKULMASI

Big Bang ile ilgili bilgimiz Planck zamanına kadar gitmektedir. Planck zamanı, Big Bang’ten sonraki saniyedir. Bu sayıyı yazmaya üşenmezseniz şöyle de yazabilirsiniz: 0.0000000000000000000000000000000000000000001 saniye.

Hawking de bilgimizin buraya kadar gittiğini kabul etmekte, fakat Big Bang başlangıcı ile bu zaman dilimi arasındaki bilinememezlikten rahatsızlık duymaktadır. Bu zaman diliminde sıcaklık Kelvin gibi müthiş bir değere ulaşmaktadır. Bu sıcaklık yüzünden, kütle çekim kuvveti, nükleer kuvvet ve elektromanyetik kuvvetlerin hepsi birleşmekte ve bu zamandan öncesi bilimsel olarak tanımsız olmakta, fizik kuralları durmaktadır.

Hawking, “fizik kurallarının” kesildiği bu andan rahatsız olmaktadır. O’na göre bu nokta fizik kurallarının bağımsız geçerliliğine bir darbedir. Hawking, “Ceviz Kabuğundaki Evren” kitabında, bu rahatsızlığını şöyle dile getirmektedir: “Eğer bilim kanunları evrenin başlangıcında askıdaysa, başka zamanlarda da yanlış olamazlar mı?” Hawking, evrenin ve fizik kanunlarının evren dışı bir Güç tarafından yaratıldığı, evrenin ve fizik kanunlarının O’na bağımlı olduğu fikrini pozitivist yaklaşıma aykırı görmekte, her şeyi mutlaka mevcut fizik kanunları çerçevesinde açıklamaya çabalamaktadır. Zamanın “gerçek zaman” olması halinde başlangıcı olması gerektiğini kabul eden Hawking, bu sonuçtan kurtulmak için “hayali zaman” (imaginary time) kavra.ını işin içine sokar.

Buna göre Planck zamanından öncesi “hayali zaman” kavramıyla açıklanacaktır ve bu zamandan önce, Einstein’ın formülleri bir kenara bırakılacak, evrenin boyutu çok küçüldüğü için kuantum kura.ının belirsizlik ilkesinden yararlanılacaktır. Bu yüzden buna Kuantum Çekim modeli de denmiştir. Evrenin boyutunun küçüldüğü fakat yoğunluğunun arttığı bu durumda, kuantum durumunun geçerli olduğunu iddia etmek için ne bir delil ne de akılcı bir neden vardır. Evrenin bütün yoğunluğunun tek bir noktaya sıkıştığı bu durumu, atomun içinde geçerli olan kuantum durumuyla aynı görmek hiç de mantıklı değildir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

SADECE FİZİK KURALLARIYLA SINIRLI KALMAK ARZUSU

Hawking formüllerin içine “hayali zaman” kavra.ını sokarak, Penrose ile beraber çalışmalarında vardığı evrenin ve zamanın başlangıcı olduğu sonucundan kaçınmaktadır. Penrose ile çalışmaları ise “gerçek zaman” için yine geçerli olduğundan, onlardan da vazgeçmemektedir. Hawking, Zamanın Kısa Tarihi isimli kitabında şöyle demektedir: “Gerçek zamanda, evren, uzay-zamanın sınırını oluşturan ve bilim yasalarının işlemediği tekilliklerde başlamakta ve son bulmaktadır. Fakat hayali zamanda, tekillikler ve sınırlar bulunmamaktadır.” Bu durumu şöyle özetleyebiliriz:

1- Hawking, zamanı “gerçek zaman” olarak ele aldığımızda, zamanın başlangıcı olduğunu kabul etmektedir.

2- Hawking, zamanı “hayali zaman” olarak ele aldığımızda, evrenin zamansal bir başlangıcı olduğundan kaçınabileceğimizi söylemektedir.

Hawking, evrenin hayali zamandaki tarihsel başlangıcını Güney Kutbu’na benzetmektedir. Ona göre “Başlangıçtan önce ne oldu?” diye sormanın hiçbir anlamı yoktur. Bu tür hayali zaman, Güney Kutbu’nun güneyindeki noktalar kadar tanımsızdır.

Hawking, Tanrı’nın varlığını hiçbir zaman ateist bir tavır ile inkar etmez. Fakat O, Tanrı’nın varlığına başvurmadan açıklanacak bir evren tasarımı yapmaya uğraşmaktadır. Böylece evreni açıklamak için Tanrı’ya olan ihtiyaç yok olacak, fizik kanunları ile her şey açıklanabilecektir. Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” kitabında açıkça “Zaman ve uzayın sınırsız ve sonlu olduğu düşüncesinin yalnızca bir öneri olduğunu vurgulamak isterim” demektedir. O, zamanın, Güney Kutbu gibi sonlu ama sınırsız (başlangıçsız) olduğuna dair yaklaşımının, bilimsel gözlem ve verilere dayanmadığını açıkça söylemektedir. Bu önerisi, O’nun, fizik kurallarının bir başlangıçla kesilmesini psikolojik olarak istememesinden kaynaklanmaktadır.

HAYALİ ZAMANIN GERÇEKLİĞİ

Hawking, “hayali zaman”ın varlığını önerirken, kendi uzmanlık alanı olan fizikten felsefeye geçmektedir. Çünkü bu kavram bilimsel gözlem ve deneyden kaynaklanan bir kavram değildir. Benim gibi, bilgide bölünme olmadığını, felsefe ve fizik gibi bilgi alanlarının hepsini gerçekliğe ulaşmak için birleştirmek gerektiğini savunan biri, bir fizikçinin felsefe yapmasını, bir felsefecinin fiziki problemlere girmesi kadar hoş karşılar. Fakat sorun Hawking’in felsefe yapması değil, ne kadar doğru felsefe yaptığıdır. Bu noktada “hayali zaman” kavra.ının fizik ve felsefe açısından gerçekliğini tartışma aşamasına geliyoruz. Soruyu felsefi ağız ile sorarsak “Hayali zamanın ontolojik gerçekliği nedir?” ana sorumuzdur.

Aslında Hawking, Zenon’un ve Russell’ın gerçek ile zihinsel kurguyu karıştırmasındaki hataya düşmüştür (“Evrenin başlangıcı olduğunun felsefi delilleri” başlığı ile bu konuyu önceden işledik). Kurguladıkları matematiğin gerçeklikteki karşılığı ile ilgilenmeden, sırf karşılarındaki sayılarla ilgilenenler bunu anlayamamışlardır. Oysa evreni açıklamak için matematiksel formüllere başvuranlar, kurguladıkları matematiğin gerçeklikteki karşılığıyla ilgilenmek zorundadırlar. Çünkü fizik, matematiği alet olarak kullanan bir bilimdir. Kurgusal olup, gerçeklikte karşılığı olmayan matematiğin, fizik ile bir alakası yoktur.

Güncel hayattan bir örnek ile “gerçeğin matematiğinin” ve “zihinsel kurgunun matematiğinin” farkını göstermeye çalışacağım. Üç kişinin, üç ayrı elma ağacını düşünelim. Bence bunlardan ikisi bazı durumlarda, üçüncünün elma ağacındaki elma sayısını bilmeden “Bizim üçümüzün elma ağaçlarındaki elmaların sayısı 100’den fazladır.” diyebilirler. Örneğin bu ikisi sırf kendi elma ağaçlarındaki elmaları sayıp birinci ağaçta 70, ikinci ağaçta 80 elma saymış olabilirler. Oysa Hawking gibi matematiği sırf kurgusal olarak düşünen biri, yaptığı formüllerin evrendeki gerçekliğe karşı gelip gelmediğine aldırmadan bu formüllerle başarılı bir şekilde oynadığı için, bizim üç ağaçtaki elmaların hiçbir şekilde 100’den fazla olduğunu bilemeyeceğimizi, üçüncü ağacın elma sayısını her zaman bilmek zorunda olduğumuzu söyler. Biz eğer “Nasıl olur? Sırf iki ağaçta 150 elma var!” dersek, O da bize “ya üçüncü ağaçta (-60) elma varsa ne yapacaksınız? 80+70+(-60)=90 eder.” der ve sizi mat etmenin sebep olduğu rahatlık ile gülümser!

Basit elma ağacı örneğinde; Hawking gibi matematiği gerçekteki karşılığına bakılmayan formüller olarak görenlerle, bizim gibi düşünenler arasındaki fark görülmektedir. Hawking birçok yerde matematiksel formüllerin gerçeklikteki karşılığı ile ilgilenmediğini söylemektedir. Örneğin “Ceviz Kabuğundaki” Evren kitabında şöyle demektedir: “Bununla birlikte, pozitivist açıdan bakıldığında bir kişi neyin gerçek olduğunu belirleyemez. Yapabileceği tek şey içinde yaşadığımız evreni tanımlayan matematiksel modeli bulmaktır.”

Oysa “hayali zaman”ın, bırakın gerçeklikte bir karşılığının bulunmamasını, gerçekliğe tamamen aykırıdır da. Hawking’in, “Zamanın Kısa Tarihi” ndeki “hayali zaman” tanımı bunu göstermektedir: “Birisi hayali zaman içinde ileriye doğru yol alıyorsa, dönüp geriye gidebileceğini de düşünebiliriz. Bu demektir ki hayali zaman içinde ileri ve geri yönler arasında önemli bir ayrım yoktur.” Hepimiz zamanın tek yönlü olduğunu ve geri çevrilemeyeceğini biliyoruz. Hiçbirimiz “Geriye dönüp de büyükbabasını öldüren birine ne olacak?” şeklinde bir soruya “Bu zamanın tanımına ve gerçekliğine aykırıdır” dışında bir cevap vermek zorunda değiliz. Görüldüğü gibi Hawking, elma ağacının problemini kağıda (-60) elma yazmayla çözdüğünü zanneden kişi gibi, matematiksel formüllerde zamanı hayali olarak kurgulayabilme ile gerçekte zamanın hayali olmasını karıştırmıştır.

Evrensel gerçeklikle kurgusal matematiği karıştırmak, gerçeklikten kopuk birçok matematikçinin düşmüş olduğu bir hatadır. Hawking’in zaman konusunu ele alırken yaptığı bu hata, O’nun, felsefi değerlendirmeler yaparken fizikteki kadar başarılı olmadığını göstermektedir. Aslında bu başarısızlığın asıl sebebi “Ben nasıl gerçekliği kavrarım?” çabası yerine “Ben kafamdaki kurguyu nasıl doğru çıkartırım?” zorlamasıdır.

HAWKING’İN KABULLENDİĞİ BİR HATASI

Hawking, zamanı Kuzey ve Güney Kutbu benzetmesi ile anlamaya çalışmasının kendisini önemli bir hataya düşürdüğünü kabullenmektedir. Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” isimli kitabında yanılgısını şöyle aktarır: “İlk önceleri, evren çökmeye başladığı zaman düzensizliğin azalacağına inanıyordum. Çünkü evrenin yeniden küçüldüğü zaman düzgün ve düzenli duruma dönmesi gerektiğini düşünüyordum. Bu, büzülme evresinin, genişleme evresinin zaman içinde tersi gibi görünmesi anla.ına gelmekteydi. Büzülme evresindeki insanlar yaşamlarını geriye doğru yaşamalıydılar: Doğmadan önce ölmeleri ve evren büzüldükçe gençleşmeleri gerekmekteydi... Birazcık, dünyanın yüzeyi ile kurduğum benzetmeden dolayı yanılgıya düştüm. Eğer evrenin başlangıcının Kuzey Kutbu’na karşı geldiğini düşünürsek, evrenin sonunun da, nasıl Güney Kutbu, Kuzey Kutbu’na benziyorsa, başlangıcına benzemesi gerekirdi. Ama, Kuzey ve Güney Kutupları hayali zaman içinde evrenin başlangıcına ve sonuna karşılık gelmektedir... Bir yanlış yaptığımı anlamıştım: Sınırsızlık koşulu aslında, düzensizliğin büzülme evresinde de artmayı sürdüreceğini söylemekteydi. Evren küçülmeye başladığı zaman, ya da karadeliklerin içinde, zamanın termodinamik ve psikolojik okları yönlerini değiştirmeyecekti.”

Zaman tek yönlü işler. Zamanın en önemli kavramları “önce” ve “sonra”dır. “Sonra”, hep “önce”yi takip eder. “Sonra”nın sebepleri hep “önce”dedir. Bir filmi tersten izlediğimizi düşünelim. Normalde geriye işlemeyen zamanı, filmi sondan izlerken geriye işletmiş gibi oluruz. Bu filmde mantıki tutarlılık yoktur ve evrende böyle bir geriye sarma mümkün değildir. Bu örnekte, filmi sondan izlediğimizde, sebeplerle etkilerin yerini değiştirmiş oluruz, fakat zamanın içinde “önce” ile “sonra”nın arka arkaya gelmesinden yine kendimizi kurtaramayız. Yaptığımız “önce” ve “sonra”nın mantıki tutarlılığını yok etmektir, fakat “önce” ve “sonra” kavramları yine mevcuttur. Zamanın tek yönlü işleyişine ve “önce”, “sonra” kavramları üzerine kurulu oluşuna herkes tanıktır. Daha evvel değindiğim gibi, entropi sürekli arttığı için, termodinamik ok da tek yönlü ilerler.

Ana konumuz açısından bir sonucu değiştirmese de, Hawking’in termodinamik oku ile insanın psikolojik okunun aynı yönde ilerlediğine dair fikrini de yanlış bulduğumu belirtmek istiyorum. Evrende hem zamanın tek yönlü ilerlediği, hem de entropinin artarak tek yönlü ilerlediği elbetteki doğrudur. Fakat bu ikisini özdeşleştirmek hatadır. Evrende toplam entropi sürekli artar, bir odanın ufak bir bölgesinde klima çalıştırıp, klimanın makinesini odanın dışına çıkartıp, pekala bir odanın köşesindeki entropiyi düşürebiliriz. Ama ne yaparsak yapalım toplam entropi hep artar. Oysa ne yaparsak yapalım hiçbir insanın zaman kavra.ını değiştiremez, psikolojik oku ile oynayamayız; kimsenin “önce” ve “sonra”sının yerlerini bir an bile değiştiremeyiz. Zaman, her insan için ve evrenin her noktası için, her an, tek yönlü akar. İlerleyen zaman, hiçbir zaman “toplam zaman” kavramıyla ifade edilmesine bağlı olarak tek yönlü değildir, oysa termodinamik ok hep “toplam entropi” ile ilerler. Ayrıca insanın zamanı algılayışıyla Entropi Yasası arasında mutlak bir örtüşme gösterilemez. İnsanlar, Entropi Yasası’nın farkına varmadan evreni algılarlar, eğer sistemdeki entropi artıyorsa, insanın zaman algısının değişeceğine dair mantıki hiçbir gerekçe yoktur. Bu da psikolojik ok ile termodinamik okun farklı olduğunu gösterir ve Hawking burada da yanılmaktadır. Görülüyor ki Hawking, entropinin tek yönlü akışı ile zamanın tek yönlü akışını özdeşleştirme ( paralel olanı özdeş sanma) hatasına düşmüştür.

Link to post
Sitelerde Paylaş

HAWKING VE BİLİM-KURGU

Bizi ilgilendiren asıl konuya dönersek, Hawking’in kendi itiraflarından, zaman konusu hakkındaki yanlış değerlendirmelerinin kendisini düşürdüğü hatalar bellidir. Kim bilir bunun belki de bir nedeni Hawking’in bilim-kurguya olan merakıdır ve O, kitaplarında bir bilim-kurgu heyecanı oluşturmak istemektedir. Onun sonradan yanlışlığını anladığını söylediği; önce ölüp, sonra yaşayıp, en sonunda da doğacak olan insan fikri, bu heyecanı hem Hawking’in zihninde, hem de okuyucularda oluşturabilmektedir. Hawking’in fikirleriyle ilgilenenlerden, hatta onun projeleri için para bulunmasını sağlayanlardan biri en ünlü bilim-kurgu yapımcısı Spielberg olmuştur. Bu ikili buluşmalarında birbirlerine iltifatlar etmiş, Hawking şaka yaparak çevireceği filmin isminin “Dördüncü Geleceğe Geri Dönüş” olması gerektiğini söylemiştir.

Hawking’in zaman hakkındaki yaklaşımlarının gerçek dünyada karşılığı yoktur, felsefi olarak söylersek bu zaman anlayışının ontolojik bir değeri yoktur. Cavalleri’nin dediği gibi: “Gözlemlere dayanan her değer gerçek bir sayı ile ifade edilmelidir, yoksa o hayali bilimin veya bilim-kurgunun konusudur.” Hawking fizik teorilerin sadece matematiksel modeller olduğunu ve bu modellerin gerçeğe karşılık gelip gelmediklerinin önemsiz olduğunu söylemiştir. Bu zihniyet Hawking’in “hayali zaman” kavra.ını oluşturmasına ve bu hayali zamanda bir bilim-kurgu filminde olduğu gibi ileri-geri gidebileceği iddiasını ortaya atmasına sebep olmuştur. Cavalleri’nin, gözleme dayanan gerçek sayıları kullanmayanların, bilim-kurgu yaptıklarını söylemesi, ne kadar da doğrudur!

Hawking’e getirilen diğer bir eleştiri ise, Hawking’in modelinde evrenin başına gittiğimizde gerçek zamandan hayali zamana geçişte, zaman kavra.ının uzaysal boyutlarla eşitlenmesidir. Uzayın boyutlarında arada olmak esastır; örneğin X ile Y doğrusunun ortasında A noktası var olabilir ama zamanda “öncelik” ve “sonralık” esastır. Örneğin: B olayı, C olayından öncedir, C ise D olayından öncedir gibi. Hawking’in yaklaşımında zaman, uzayın diğer boyutları ile aynı kategoride kabul edilir ve kendine has özelliği göz ardı edilir.

Hawking’in en büyük sıkıntılarından biri “hayali zaman” ı, “gerçek zaman” a bağlamaktır. Hayali zamanda, kuantum durumundan nasıl gerçek zamana geçilmiştir? Hawking’in hayali zaman ve gerçek zaman konusundaki sıkıntısını, Zamanın Kısa Tarihi isimli kitabının şu sözlerinden anlayabilirsiniz: “Bundan dolayı gerçek zamanın mı, yoksa hayali zamanın mı gerçek olduğu sorusunu sormanın anlamı yoktur.” Hawking’in hayali zaman tasarımı, ne felsefe, ne fizik, ne de sağduyu açısından geçerlidir. Hawking, uydurduğu bu kavramdan gerçek zamana nasıl geçildiğini hiçbir zaman gösterememiştir.

HAWKING VE POZİTİVİZMİ

Evrenin başlangıcında Planck zamanında, bütün fiziksel kanunlar yok olur. Bu durumda tam bir tarif edilemezlik hatta hayal bile edilemezlik vardır. İbni Sina, yokluğun bir şey olmadığını, o yüzden hayal bile edilemeyeceğini söyler. Evrenin ilk hali İbni Sina’nın “yokluk” tanımına tam uymaktadır. Yokluktan beklenen tarif edilemezlik ve fiziksel kanunların yokluğu durumu, evrenin başlangıcında vardır. Evrenin başlangıcına dair matematiksel formüller, evrenin bu durumunda yoğunluğun sonsuz olduğunu göstermektedir. Oysa evrendeki hiçbir şeyin yoğunluğu sonsuz olamaz, bu durum da evrenin başlangıcının yokluğa karşılık geldiğini desteklemektedir. İşin ilginç yanı, bilimsel formüller ve matematik hesaplar, evrenin tam başına geldiğimizde fizik kanunlarının işlemeyeceğini göstermektedir. Kısacası bilimsel formüller, evrenin başlangıcının “yokluk” ile aynı tanımlara sahip olduğunu göstermektedir. Evrenin başlangıcında uzayın yok olması, zamanın durması da bu başlangıç durumunun yokluğa denk olduğunu göstermektedir. Uzay ve zamanın olmadığı maddi bir varlık tarifi mümkün değildir.

Görülüyor ki Stephen Hawking bu sonucu görmüştür ve kendisinin de belirttiği gibi fiziksel kanunların kesilmemesini arzu etmektedir. Birileri Hawking’e arzu edilenle gerçek olanın farkını anlatmalı! Hawking bunun üzerine kendi pozitivizmini evrene yüklemek için “hayali zaman” kavra.ını tasarladı. Hawking’i pozitivizmin kelamcısı (pozitivist-dinin savunucusu) olarak görebiliriz, O kendi dinine inançlı Hristiyan arkadaşlarının çoğundan daha çok bağlıdır. O, evrendeki fizik kurallarının durduğu anı kabul etmeyi dinden çıkma (pozitivist-olmama) olarak görmekte ve “hayali zaman” ile direnmektedir. Fakat Hawking’in, fizikten felsefeye geçip felsefe yaptığı anlarda, başarılı olamadığı görülmektedir. Fiziki konuları iyi takip edemeyen birçok kişi, ne yazık ki O’nun, evrendeki gerçekliği tam açıklayan bilim yaptığını sanmakta ve kötü felsefesini fark edememektedirler. Ne yazık ki bilimsel konulardan uzak durmayı marifet sayan birçok felsefeci de Hawking’in “hayali zaman” konusundaki yanlışını ve bu yanlışı kurgulayış nedenini anlayamamışlardır. Görülüyor ki bu kavram hem felsefeye, hem fiziğe, hem de sağduyuya aykırıdır. Evrene ne bu kavramı, ne de Hawking’in pozitivizmini yüklemek mümkün değildir.

4- OCKHAMLI’NIN USTURASI

OCKHAMLI’NIN USTURASINI KULLANMAK

Ockhamlı William 1285-1347 yılları arasında yaşamış ünlü bir filozoftur. Ockhamlı’nın usturası, gereksiz spekülasyonları önlemeye, onlara değer vermemeye yarayan, O’nun geliştirdiği bir tutumluluk ilkesidir. Buna göre, herhangi bir şeyi açıklamak üzere öne sürülen birden fazla açıklama söz konusu olduğunda, açıklanmak durumunda olanı, en az sayıda açıklayıcı ilke ve kabulle açıklayan ve olabildiğince çok şeyi açıklamayı başaranın seçilmesi gerekir; en basit açıklama, gerçekliği olduğu şekliyle tarif eden en muhtemel açıklama olma durumundadır.

Ockhamlı’nın bu ilkesi, hem modern bilimin, hem de felsefenin önemli ilkelerinden biri olarak geniş kabul görmüştür. Bu ilke sayesinde “zihnimizde ve dilimizde var olanlar” ile “gerçekte var olanları” ayırt etmeyi öğrenir, gereksiz ve yararsız izahlarla uğraşmaktan korunuruz. Bu ilkenin usturadan söz etmesinin nedeni, gereksiz olanı kopartıp atmaya yaramasıdır.

Teorik fizikte, Ockhamlı’nın usturasının hışmına uğraması gereken birçok spekülasyon vardır. Bu spekülasyonların usturanın hışmına uğramalarını gerektiren ortak nedenler şunlardır:

1- Bu iddialar hiçbir delile dayanmamaktadır.

2- Bu iddialar evrendeki hiçbir olguyu açıklamamakta ve bilgimize katkıda bulunmamaktadır.

3- Bu iddialar sadece bilim-kurgu filmlerinin işlevini görmekte ve tartışarak vakit kaybına sebep olmaktadır.

SONSUZ EVRENLER VE VAKUM DALGALANMALARI MODELİ

Evrende herhangi bir gerçekliği daha iyi anlamamıza yaramayan matematiksel modeller Ockhamlı’nın usturasıyla kesilmelidir. Çünkü matematiksel bir model, ancak evrendeki gerçeklikleri anlamamıza katkısı olduğu ölçüde değerli olabilir. Yoksa salt zihinsel bir kurgunun ötesine geçemez. Evrenin bol boyutlu tasarımıyla ilgili matematiksel boyutlar böyledir. Evrenin algılanan esas boyutları dışındaki boyutlarının çok küçük ve kıvrılmış olduğunu söyleyen bu tasarımların çoğu bilgimize hiçbir katkı yapmaz. Bu tasarımlar, evrende gözlenen olguları anlamamıza katkı yapmadığı ve ciddi delile dayanmadığı müddetçe kaale alınmamalıdır.

Evrenin sayısını sonsuzca büyüten, tek bir evreni sonsuz evrenle açıklamaya çalışan modelleri, Ockhamlı William duysa, bu modelleri herhalde lime lime doğrardı. Bu modellerin hiçbirinin tek bir delili olmadığı gibi, evrendeki herhangi bir olguyu daha iyi anlamamıza en ufak bir katkıları da yoktur.(Evrenimiz dışında tabi ki evrenler olabilir. “Evrenimiz dışında evren olamaz.” demek “Tanrı bu evren dışında evren yaratamaz.” demektir. Fakat “Evrenimiz dışında bir evren olamaz” demek kadar, bilimsel açıdan evrenimiz dışında bir evren olduğunu savunmak da mümkün görünmemektedir.) Sonsuz evrenli modellerin çoğu evrendeki oluşumları tesadüfle izah etme çabasının ürünüdür. Ockhamlı’yı dinlesek hiç kaale almamamız gereken bu modelleri, Ockhamlı’nın haklı tavsiyesini dinlemeyerek ilerideki “tasarım delili” bölümünde ele alacağız ve bu modeller doğru olsaydı bile, evrendeki bilinçli tasarımı reddedemeyeceğimizi göstereceğiz.

Edward Tyron’un 1973 yılında ortaya attığı Vakum Dalgalanmaları modeli (Vacuum Fluctuation Model), bizim evrenimizin ve diğer birçok evrenin kuantum dalgalanmaları sonucunda oluştuğunu söylemiştir. Bu modele göre tüm evrenleri doğuran süper-uzay adeta bir sabun okyanusudur ve her evren bu süper-uzaydan çıkan bir baloncuktur. Bizim evrenimiz de bu sonsuz sayıdaki baloncuklardan biridir. Christopher Isham bu modelin teorik açmazlarını göstermiştir. Bu modelin iddia ettiği gibi sonsuz zaman geriye gidersek, bu baloncuk evrenler her yere saçılacaktır ve bu evrenler genişledikçe birbirine geçecek ve çarpışacaktır. Bu ise tüm gözlemlere aykırıdır. Ockhamlı’nın usturası ise bu modeli inkar için delil aramaz, onun delilsiz oluşunu ve tek evreni sonsuz evrenle açıklamaya kalkışını usturayı indirmek için yeterli bulur.

Andrei Linde’nin Kaotik Şişme (Chaotic Inflationary) modeli ise, şişen evrenlerin mini evrenlere bölündüğünü, daha sonra bu mini evrenlerin şişip yeni mini-evrenlere bölündüklerini, bu sürecin kesintisiz devam ettiğini söyleyerek sonsuz evrenler önerir. 1994’te Arvind Borde ve Aleksander Vilenkin, sonsuzdan beri şişen bu modelin şekil (geodesy) olarak geçmişte tam olamayacağını, bu yüzden bu modelin de bir başlangıç tekilliğinden kaçamayacağını göstermişlerdir. Sıra dışı iddia ciddi delil gerektirir. Diğer sıra dışı “sonsuz evren” modelleri gibi bu model de ciddi hiçbir delile sahip değildir. Ockhamlı’nın usturası, bu tip bir modelin de bilimsel açmazını dinlemeye gerek bile duymaz, bu modelin bilimsel bir delile sahip olmaması ve sonsuz evrenle tek bir evreni açıklaması usturayı çalıştırmaya yeterlidir.

BIG BANG’İN GÜCÜ

Sonsuz evren modelleri termodinamiğin ikinci kanunundan kaçamazlar. Bu kanunun bizi götürdüğü sonuç, entropinin sürekli arttığı ve sonunda sistemleri termodinamik dengeye getirdiği, bu yüzden tüm fiziki sistemlerin bir başlangıcı olduğudur. Ayrıca sonsuzun aşılamayacağına dair daha evvelden incelediğimiz felsefi deliller de bu modellerin hepsini geçersiz kılar.

Bu bölümün en başından itibaren incelenen hiçbir model, Big Bang’in sahip olduğu delillere sahip değildir. Hatta tek bir delile bile sahip değildir. Big Bang’in temel delillerini incelerken Big Bang’i doğrulayan gözlemsel ve teorik delilleri inceledik. Ayrıca Big Bang ile bizi aynı sonuçlara götüren yıldız incelemeleri, radyoaktif elementlerin incelenmesi, termodinamik kanunlar ve felsefi deliller de bu teorinin gücüne güç katmaktadır. Alternatif olarak ortaya atılan teoriler ise hem bilimsel dayanağa sahip değildir, hem de gözlemsel ve teorik deliller ile geçersiz olmaktadır.

Evrenin genişlediği anlaşıldıktan sonra, bir daha evrenin ezeli olduğunu bilimsel açıdan makul olacak bir şekilde izah etmek mümkün olmamıştır. Bundan sonraki bölümde görüleceği gibi, evrenin ezeli olduğunu savunan materyalistler, tarih boyunca; evrenin, maddenin, hatta yıldızların değişmez yapıda olduklarını savunmuşlardır. Big Bang’in ve modern fiziğin bulguları keşfedilmeden önceki bu materyalist inanç, evren ezeli ise bilimsel beklentinin nasıl olması gerektiğini göstermektedir. Bilimsel deliller ortaya konmadan önceki bu süreç samimi fikirlerin anlaşılmasına daha müsaittir, çünkü bu durumda, psikolojik durumun sonucu olarak bilimsel olanın çekiştirilmesi mümkün değildir. Yeni bulguları ve Big Bang’in verilerini materyalist yorumlarla birleştirmeye çalışmak, sadece tek Tanrılı dinlerin tarih boyunca savunduğu sonuçlardan kaçışın psikolojik bir göstergesidir. Materyalizmin biricik unsur (cevher) olarak gördüğü evrenin, ezeli değişmezliğine ihtiyacı çok açıktır; fakat Big Bang’in, bir başlangıçtan itibaren hiç durmayan bir değişimi gösterdiği de çok açıktır.

DR. CANER TASLAMAN

Link to post
Sitelerde Paylaş

Caner Taslaman'ın metafizik bir tanrıyı meşru göstermek için çalıştıgı bilinen bir gerçektir bu arada

Bu yazısında direkt olmasa bile başka yazılarında bunu görebilirsiniz

İşine gelmediği zaman

Evrende herhangi bir gerçekliği daha iyi anlamamıza yaramayan matematiksel modeller Ockhamlı’nın usturasıyla kesilmelidir. Çünkü matematiksel bir model, ancak evrendeki gerçeklikleri anlamamıza katkısı olduğu ölçüde değerli olabilir.

1- Bu iddialar hiçbir delile dayanmamaktadır.

2- Bu iddialar evrendeki hiçbir olguyu açıklamamakta ve bilgimize katkıda bulunmamaktadır.

3- Bu iddialar sadece bilim-kurgu filmlerinin işlevini görmekte ve tartışarak vakit kaybına sebep olmaktadır.

diyebilmekte

Ama işleri Tanrı gibi bir varsayıma delil olarak kullanmakta sakınca görmemektedir

Onun usturası farklı kesmektedir.

Açıklama yapmak, bilgimize katkıda bulunmak ne anlama gelmektedir ona göre bunları daha açık görmek isteriz

tarihinde kenzo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sanal zaman kavramı tanrı kadar keyfilik içermez eğer matematiksel model içinde tutarlı olarak tanımlabilirse kabul edilebilir bir açıklamadır

Ama bu onun doğru oldugunu göstermez orası ayrı. Tanrı gibi çelişkili bir karaktere sahip değildir sanal zaman kavramı. Gayet matematiksel bir kavramdır. Vakum dalgalanlamarıda zaten bilinen elimizdeki kuramın öngördüğü bir gerçektir.

Yani bunlara dayanan spekülasyonlar doğrudurlar demiyorum ama tanrı'ya dayanan spekülasyonlardan çook daha tutarlıdır

Tanrıya dayanan bir açıklamanın

asdfkjaslkjfdn lkasbdflkashdflab lbhsdfkhsgfdks dkjhagsdkfasgf kasgkfdahs

den farkı yoktur

tarihinde kenzo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrının tanımlanıyormuş gibi yapılıp, tanımlanamaz olduğu iddiası zaten her şeyi göçertmektedir. Tanrı sanrısı aklın ve bilimselliğin önünde bir engeldir. İnsanlar ancak inançlarını vijdani bir boyutta yaşarlarsa işin içinden çıkabilmektedirler. İnancı akıl boyutuna taşımaya kalkan rasyonel akıldan mecburen uzaklaşmaktadır ki, bir çok derdin başladığı yer işte burası olmaktadır. Bu sebeple Tanrı akllı insanın öyle yada böyle kurtulması gereken bir sanrıdır.

Dikkatimi çeken bir şeyden bahsetmek istiyorum. Evren, madde ve enerji ile ilgili araştırmaları okuyup düşünürken, olayın boyutları beni gerçekten sarstı diyebilirim. Ortada o kadar büyük bir bulmaca var ki, çözmenin pek yakınına varılabilmiş değil. Hatta bulmacanın parçaları kayıp, birde o dert var. Bu öyle bir iş ki, Tanrıyı anlamaktan daha zor. Tanrı ile ilgili uğraştık ve anladık ki yok. Peki, evren, madde ve enerji için ne yapacağız? Öyle bilgiler ve yaklaşımlar var ki, resmen paradox. Yetmezmiş gibi çözümün mantıklı olması gerektiği de belli değil. Eğer çözüm mantıklı olmak zorunda değilse ne yapacağız? Yani şimdi şöyle düşünelim. Eğer evren bizim algımızı ve ölçümlerimizi aşıyorsa, bugünkü mantığımızın doğru olduğunu nereden bileceğiz. Bu mantıküstü bir anlayışı kabul edelim anlamına gelmiyor elbette. Zaman içinde mantık anlayışımızın değişmeyeceği nereden belli. Kavramlarımız, algımız, anlayışımız ile birlikte mantık ilkelerimizde sorgulanabilir. Bugün imkansız dediğimiz şeylerin mümkün olduğunu gözlemlediğimizde ne yapacağız? İnsan öyle bir varlık ki, kendinden kendini yeniden yeniden yaratmak zorunda kalıyor. Bizim yolumuz bu. Uzun bir yolculuk bu. Elimizde olanlara bugün sarılmak zorundayız. Ama yarın bize bizi değiştirtecek bulgular getirebilir. Değerlendireceğiz, düşüneceğiz ve yeniden yeniden biz bizi değiştirerek yol alacağız.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz. BERNARD SHAW

Değişmez kural, değişmez kuralın olmayacağıdır. BERNARD SHAW

Önemli prensipler, elastiki olmak zorundadır. ABRAHAM LINCOLN

İşte bu insanlarda bunları söylemiş. Bana oldukça düşündürücü geldi bu sözler. Bir şekilde hayata uyuyorlar. Bir şekilde ise şurada tartışılan konu ile ilgili olabiliyorlar. Nereden baktığına bağlı. Söz gibi değil de adeta formül gibiler. Zaten söz dediğin öyle güzel söylenmeli ki, matematik yada fizik formülü gibi olmalı.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Henüz başlıktaki iletileri tam okumadım ama aklıma takılan şu ;

Sonsuz'un tanımı nedir, sonsuz'un yasası yada yasaları nelerdir ? (her şeyi içerdiğine göre )

Saçmalamadığımı umarım, saygılar....

Sonsuz bilim için bir sorundur. Tanımı yoktur. Sayı ile ifade edilemez. Formüllere giremez.

Ne idiğü belirsiz bir kavramdır.

Zaten bu yüzden değil mdir ki evrenin sonsuz bir boşluk içinde genişlediğine değil, kendi boşluğunu kendisinin oluşturduğuna inanılır.

Tabii bu da yanlış bir inançtır.

Fizik ve matematiğin sonsuz kavramı ile başı derttedir..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 year later...
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...