Jump to content

Canlı molekül oluşumuna matematiksel bakış


Recommended Posts

Yaaaaa...

Şimdi elimizde dev bir hangar var. Orada da motor parçaları, hemde eksiksiz.

Bu hangarı bir fırtına vursa her parça bir yere uçuşsa, her raf devrilse karşımıza ne çıkar.

Akıl sahibi isen akıl ile cevapla.

Ben cevaplayayım. Karışıklık.

0 km bir otomobil çıkar diyen var mı ?

Evrim ve Yaratılış arasındaki fark da bu şekildedir.

Efendin neymiş, hangarda veya bir çöplükte fırtına kopsa çöpler bir araya gelip bir araba veya daha güzeli Boeing 747 oluştururmuymuş. Öyleyse evrim yanlışmış. Kimyayı tesadüf zannetme cahilliği içinde olanlara çöplükten bırak Boeingi yada arabayı, yıldız gemisi nasıl çıkarı anlatalım. Moleküler dünyada temel kuvvetler bizim makroskopik yani bizim dünyamızdan farklıdır. Makro dünyada kütle çekimi hakim güçken. Moleküler dünyada elektrostatik kuvvetler hakimdir. Eğer çöplükte elektrostatik kuvvetler yani Van der Walls bağları, London Kuvvetleri, Hidrojen bağları olsaydı. Çöpler kendi aralarında kovalent bağlarlar kursaydı, yani çöpler moleküller gibi davransaydı o çöplükte yeterli sayıda fırtına koptuğunda emin ol Yıldız gemisi Star Trek i bile bulursun, arkadaşım. Moleküler dünya, moleküler orbitaller doğurduğundan Newton Fiziği geçersizdir. Einstein, Schrödinger, Heisenberg vb. larının öncülüğünde başlayan Modern Fizik işte bu yüzden kuantum kuramını ortaya koymuştur. Yıldız gemisi çöpten nasıl çıktığını anlamanız için cahil arkadaşlar moleküler dünyadaki elektrostatik kuvvetleri öğrenin ama nasıl? daha ki kimyanın K sını bile bilmediğiniz apaçık görülüyor.

Yaşamın başlangıcı ile ilgili şu link ilginizi çekecektir: http://ateistplatform.ipbfree.com/index.php?showtopic=5768

tarihinde Kimya tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 88
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Efendin neymiş, hangarda veya bir çöplükte fırtına kopsa çöpler bir araya gelip bir araba veya daha güzeli Boeing 747 oluştururmuymuş. Öyleyse evrim yanlışmış. Kimyayı tesadüf zannetme cahilliği içinde olanlara çöplükten bırak Boeingi yada arabayı, yıldız gemisi nasıl çıkarı anlatalım. Moleküler dünyada temel kuvvetler bizim makroskopik yani bizim dünyamızdan farklıdır. Makro dünyada kütle çekimi hakim güçken. Moleküler dünyada elektrostatik kuvvetler hakimdir. Eğer çöplükte elektrostatik kuvvetler yani Van der Walls bağları, London Kuvvetleri, Hidrojen bağları olsaydı. Çöpler kendi aralarında kovalent bağlarlar kursaydı, yani çöpler moleküller gibi davransaydı o çöplükte yeterli sayıda fırtına koptuğunda emin ol Yıldız gemisi Star Trek i bile bulursun, arkadaşım. Moleküler dünya, moleküler orbitaller doğurduğundan Newton Fiziği geçersizdir. Einstein, Schrödinger, Heisenberg vb. larının öncülüğünde başlayan Modern Fizik işte bu yüzden kuantum kuramını ortaya koymuştur. Yıldız gemisi çöpten nasıl çıktığını anlamanız için cahil arkadaşlar moleküler dünyadaki elektrostatik kuvvetleri öğrenin ama nasıl? daha ki kimyanın K sını bile bilmediğiniz apaçık görülüyor.

Yaşamın başlangıcı ile ilgili şu link ilginizi çekecektir: http://ateistplatform.ipbfree.com/index.php?showtopic=5768

Atılır da bu kadar desteksiz atılmaz, bereket versin ki böylesi cesarete pek rastlanmıyor bilim camiasında:-) Kovalent bağlar, elektrik-manyetik, gravitasyon vb kuvvetler insanlar uçağı yaparken de devrededir, ama bu kuvvetler, tek başlarına enerjiyi Boeing olmaya yönlendiremezler. Boeing fiziksel kuvvetlerin olağan akışı ile gerçekleşmiş bir yapı değil, o tıpkı satrançta filin çapraz gitmesi gibi seçili ve yönlendirilmiş hareketin sonucudur, filin çapraz gidişi fiziksel kuvvetleri çiğnemeyen ama onların olağan akışının ötesinde cereyan eden bir prosestir, yani amaçlı bir tasarımdır. Canlı yapılar gibi:-)

Kimyacısınız sanırım, soralım o halde; örneğin hangi kimya yasası hücreyi organizasyon yapmaya zorlar? Fizik yasalarının olağan akışı ile gerçekleşmiş bir organizasyon daha gözlemlenmedi, varsayımsal olarak kurgulamak bile zordur bunu.

tarihinde sonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Rastlantısal süreçler sonucu nasıl karmaşık, örgütlü bir yaşam yaratabilirsiniz? Ya da sıkça başvurulan bir örneği aktaracak olursak, bir hortum, hurda deposundaki parçaları rasgele bir araya getirip bir jumbo uçağına dönüştürebilir mi? Elbette dönüştüremez. Ama o hurda deposunda doğal seçilim faaliyetteyse ve farklı parçalar bir araya gelip küçük yapılar oluşturabiliyorlarsa ve bu parçalarla yapboz için 3,5 milyar yılınız varsa, belki de bu sürenin sonunda hurdalıktan jumbo jetinizle çıkabilirsiniz. Çünkü eğer bir işlev gören bir tekerlek yapabiliyorsanız, o yuvarlanıp bir yerlere gider, orada başka bir parça eklenir ve böylece sürüp gider. Sonuçta, rastlantıyla uçağı yapamazsınız, ama bu deterministik faktör devreye girdiğinde evet, neden olmasın?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Rastlantısal süreçler sonucu nasıl karmaşık, örgütlü bir yaşam yaratabilirsiniz? Ya da sıkça başvurulan bir örneği aktaracak olursak, bir hortum, hurda deposundaki parçaları rasgele bir araya getirip bir jumbo uçağına dönüştürebilir mi? Elbette dönüştüremez. Ama o hurda deposunda doğal seçilim faaliyetteyse ve farklı parçalar bir araya gelip küçük yapılar oluşturabiliyorlarsa ve bu parçalarla yapboz için 3,5 milyar yılınız varsa, belki de bu sürenin sonunda hurdalıktan jumbo jetinizle çıkabilirsiniz. Çünkü eğer bir işlev gören bir tekerlek yapabiliyorsanız, o yuvarlanıp bir yerlere gider, orada başka bir parça eklenir ve böylece sürüp gider. Sonuçta, rastlantıyla uçağı yapamazsınız, ama bu deterministik faktör devreye girdiğinde evet, neden olmasın?

Dawkins burada -kendisi de gayet farkında olarak- doğal seçilime bilinç atfediyor: O sayılan bileşenler olsa dahi uçak oluşmaz, evrenin yaşı da koyulsa yine oluşmaz. Uçak; hortumu, zamanı ve fiziksel zorlamaları önceleyen bir yapıya sahiptir. Teker yuvarlanarak McPerson tipi yaylı bir mekanizmaya uygun vidalarla birleşmez:-) Tüm fiziksel kuvvetleri getirin, dilediğiniz kadar zaman verin yine gerçekleşmez. Fiziksel kuvvetler yönlendirilmedikçe mezkûr olay gerçekleşmez.

Deniyor ki Boeing benzetmesi yersiz, kimya yasaları moleküler düzeyde bağlanma ve ayrılma eğilimi gösterir, doğal seçilim olduğu zaman olanaklılıklar matrix'indeki tüm canlıların oluşması mümkündür vs. Tamam da, canlı yapılardaki karmaşık ve organize yapılar kimya yasalarının bağlanma ve ayrılma hareketlerini aşan proseslere sahipler. Mesela mesaj taşıyan yapılardan tutun, beynin ayak ucuna batırılan iğnenin acısını yorumlaması, midenin diğer organlarla organize olması, beynin diğer tüm organlarla birlikte çalışması, gözün ışığı beyinle birlikte işlemesi, vs. Tüm bunlar moleküllerin bağlanma eğilimlerini, hasılı kimya yasalarını aşan prosesler.

Öyle bir açıklama getirilmeli ki, bu açıklama, arı kovanının altıgen yapısını, arıların 6'lı gruplar halinde omuz omuza imal ediyor oluşları gibi, yasalara gönderme yapmaksızın -gönderme yapılmamalı, çünkü yasalar açıklayıcı değil tanımlayıcıdır, maalesef- ikna edici kıvamda ortaya koyabilmelidir.

tarihinde sonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Rastlantısal süreçler sonucu nasıl karmaşık, örgütlü bir yaşam yaratabilirsiniz? Ya da sıkça başvurulan bir örneği aktaracak olursak, bir hortum, hurda deposundaki parçaları rasgele bir araya getirip bir jumbo uçağına dönüştürebilir mi? Elbette dönüştüremez. Ama o hurda deposunda doğal seçilim faaliyetteyse ve farklı parçalar bir araya gelip küçük yapılar oluşturabiliyorlarsa ve bu parçalarla yapboz için 3,5 milyar yılınız varsa, belki de bu sürenin sonunda hurdalıktan jumbo jetinizle çıkabilirsiniz. Çünkü eğer bir işlev gören bir tekerlek yapabiliyorsanız, o yuvarlanıp bir yerlere gider, orada başka bir parça eklenir ve böylece sürüp gider. Sonuçta, rastlantıyla uçağı yapamazsınız, ama bu deterministik faktör devreye girdiğinde evet, neden olmasın?

Richard Dawkins'e ait bu ifadede ilginç ve beklenmedik bir hata var.

İlk canlı dünyanın ilk 100 milyon yılı içinde ortaya çıkmıştır. Dünyanın bütün yaşının 4,5 milyar yıl olduğu düşünülürse bu çok kısa bir süredir.

Daha ilginci.. Tek hücreli ilk canlı tek hücreli olma durumunu yaklaşık 3,5 milyar yıl korumuştur.

Çok hücreli ilk canlı muhtemelen 1 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır.

Günümüz filumlarının atalarının temeli ise 500 milyon yıl önce atılmıştır.

Doğa jumbo jeti kısa bir zaman diliminde yaratmıştır.

Ondan daha gelişmiş jumbo jetler oluşturması ise çok uzun zaman almıştır.

Yaratılış süresi kısa, evrim süresi ise çok uzun ve rastgeledir.

İlk canlı hücrenin ortaya çıkışı rastgele olmayabilir. Bazı fizik ve kimya yasaları izlenmiştir.

Ama evrim kesin olarak rastgeledir. Ve çok uzun bir zamana gereksinim gösterir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Tamam da, canlı yapılardaki karmaşık ve organize yapılar kimya yasalarının bağlanma ve ayrılma hareketlerini aşan proseslere sahipler. Mesela mesaj taşıyan yapılardan tutun, beynin ayak ucuna batırılan iğnenin acısını yorumlaması, midenin diğer organlarla organize olması, beynin diğer tüm organlarla birlikte çalışması, gözün ışığı beyinle birlikte işlemesi, vs. Tüm bunlar moleküllerin bağlanma eğilimlerini, hasılı kimya yasalarını aşan prosesler.

Safi sayıklamışsın, saçmalamışsın.. Bunların hiçbiri kimya yasalarını aşmaz, bilfiil sapına kadar kimya yasaları ile işler..

Buyur, beynin ayak ucuna batırılan iğnenin acısını yorumlaması nasıl olurda kimyayı aşar, bir göster bakalım, mesela..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Atılır da bu kadar desteksiz atılmaz, bereket versin ki böylesi cesarete pek rastlanmıyor bilim camiasında:-) Kovalent bağlar, elektrik-manyetik, gravitasyon vb kuvvetler insanlar uçağı yaparken de devrededir, ama bu kuvvetler, tek başlarına enerjiyi Boeing olmaya yönlendiremezler. Boeing fiziksel kuvvetlerin olağan akışı ile gerçekleşmiş bir yapı değil, o tıpkı satrançta filin çapraz gitmesi gibi seçili ve yönlendirilmiş hareketin sonucudur, filin çapraz gidişi fiziksel kuvvetleri çiğnemeyen ama onların olağan akışının ötesinde cereyan eden bir prosestir, yani amaçlı bir tasarımdır. Canlı yapılar gibi:-)

Kimyacısınız sanırım, soralım o halde; örneğin hangi kimya yasası hücreyi organizasyon yapmaya zorlar? Fizik yasalarının olağan akışı ile gerçekleşmiş bir organizasyon daha gözlemlenmedi, varsayımsal olarak kurgulamak bile zordur bunu.

Kimyanın K sından bile anlamadığın pek belli oluyor. İnsanlar uçağı yaparken makro cisimlerle uğraşırlar, molekül düzeyinde cisimlerle uğraşmazlar. Yani sen bana iki somun arasında kovalent veya iyonik bağ oluşabileceğini, aralarında hidrojen bağı vs kurabileceklerini mi söylüyorsun. Sen harbi kimyanın K sından anlamıyorsun. Bir de anlamadığın halde başkasına atıyor tutuyor diyorsun. Organizasyon ile ilgili sorular sormuşsun. Kimyadan anlamadığın belli ama yine de bir araştır bakalım self assembly neymiş. Şundan emin olabilirsin ki arkadaşım eğer makro cisimler moleküller gibi davranabilseydi neler neler görür ve ağzın açık kalırdı. Hem de bir tasarlayıcı olmadan cahilcim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Dawkins burada -kendisi de gayet farkında olarak- doğal seçilime bilinç atfediyor: O sayılan bileşenler olsa dahi uçak oluşmaz, evrenin yaşı da koyulsa yine oluşmaz. Uçak; hortumu, zamanı ve fiziksel zorlamaları önceleyen bir yapıya sahiptir. Teker yuvarlanarak McPerson tipi yaylı bir mekanizmaya uygun vidalarla birleşmez:-) Tüm fiziksel kuvvetleri getirin, dilediğiniz kadar zaman verin yine gerçekleşmez. Fiziksel kuvvetler yönlendirilmedikçe mezkûr olay gerçekleşmez.

Deniyor ki Boeing benzetmesi yersiz, kimya yasaları moleküler düzeyde bağlanma ve ayrılma eğilimi gösterir, doğal seçilim olduğu zaman olanaklılıklar matrix'indeki tüm canlıların oluşması mümkündür vs. Tamam da, canlı yapılardaki karmaşık ve organize yapılar kimya yasalarının bağlanma ve ayrılma hareketlerini aşan proseslere sahipler. Mesela mesaj taşıyan yapılardan tutun, beynin ayak ucuna batırılan iğnenin acısını yorumlaması, midenin diğer organlarla organize olması, beynin diğer tüm organlarla birlikte çalışması, gözün ışığı beyinle birlikte işlemesi, vs. Tüm bunlar moleküllerin bağlanma eğilimlerini, hasılı kimya yasalarını aşan prosesler.

Öyle bir açıklama getirilmeli ki, bu açıklama, arı kovanının altıgen yapısını, arıların 6'lı gruplar halinde omuz omuza imal ediyor oluşları gibi, yasalara gönderme yapmaksızın -gönderme yapılmamalı, çünkü yasalar açıklayıcı değil tanımlayıcıdır, maalesef- ikna edici kıvamda ortaya koyabilmelidir.

Arkadaşım canlı yapılar kimyasal yasaları aşiyorsa, iğnenin acısı vs aşıyorsa e o zaman kafası azıcık basan herke kendine şunu sorar. Canlılık kimya ötesiyse neden ilaçlar üzerimde etkili neden asetilsistein alınca mukoza salgım artar. Neden kodein yada morfin alınca iğnenin acısını duymam. Neden kemoterapi ile kanser tedavi adilir. Neden parasetamol ateşimi düşürür. Neden HCN alınca hemen ölür insan, neden CaCO3 alınca midemdeki yanma geçer vs vs daha binlerce örnek. Yoksa sakın tüm biyolojik faaliyetler altında kimyasal prosesler olmasın. Ayrıca arı peteği ile örnek vermişsin. Bak ben sana daha güzel örnek vereyim. Hiç sigara fabrikasına gittin mi? Oradaki balyalara bakarsan birbirlerinin ağırlığından sigaralar aynı arı peteği gibi hemde son derece düzenli bir şekilde altıgendirler. Burada bir akıllı tasarı mı olmuş yoksa ağırlık nedeniyle silindirik sigaraların aralarında boşlukları doldurup altıgenleşmesini mi düşünürsün. Herhalde normal zekalı herkes ağırlık etkenini görür değil mi? Teoriler veya yasalar tanımlayıcıdır ne demektir arkadaşım. Bu ne cahilce birşey. Teorilere dayanarak henüz olmamış olaylar bile tahminlenebiliyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Tesadüflerin toplamı olan tesadüf bizi bu hale getirmiş.. İşte zarlarımız: 4 üye (2 kol, 2 bacak), 2 göz, iki beyin lobu, şu kadar metre barsak, bu kadar şundan vs. vs.

Bu sonuc alıp, bunun çıkma ihtimaline göre, geriden gitmek, ancak zarlar geldikten sonra gelen sayıya imkansız demek gibi abes bir şey olur.

Diğer yandan, doğada elmas oluşması için ne lazımsa, canlı hücre oluşması içinde ancak o lazımdır: Gerekli şartlar.. Eğer gerekkli ortam yoksa, ne elmaz oluşur, ne de canlı yapı..

Doğa olmak yada olmamak lafını yazmaz. Doğanın böyle bir işi yoktur. Ama doğa, her zaman bir şeyler yazar.. Doğanın maymunu bir tuşa basar, yazdığı şey anlamlıysa öyle kalır.. Bir sonraki tuşal birlikte gene anlamlıysa, o da kalır böylece gider.. Sonuçta, belki shekaspare, belki dante, belki homeros, belki bir bedevinin şükür nidası vs. herhangi bir şey çıkabilir.. Amaney, bu ne demek, CTATTATTTCCTATTACT vs. zırvalık diyebilirsin, bunun senin için anlamsız olması, doğa için anlamlı olmadığı anlamına gelmez..

Tek doğru düzgün açıklamayı bu arkadaş yapmış çabalamış konu boyunca. Ama yurdum insanının kulaktan dolma bilgilerle bilgiçlik taslama hastalığı yaygın olduğundan boşa konuşmuş.

Şimdi biraz da ben boşa konuşacağım.

Öğrenilmesi gereken kavramlar: Emergence, Doğal seçilim,doğal seleksiyon, bağımsız olasılık.

Doğal seçilim denilince her nedense herkes sadece canlılar arasındaki ve canlıların çevre ile mücadelesini anlama eğiliminde.

Peki doğal seçilim sadece canlılar için mi geçerli acaba?

Kendiliğinden neden boeing uçağı oluşmuyor, neden kazanda element karıştırınca insan çıkmıyor?

Bu şapkadan tavşan çıkarma hikayeleriyle büyümüş nesilin bu tür soruları aslına bakılırsa zeka pırıltısından ziyade cehaletin boyutunu gözler önüne sermekte. Cehalet ise aklı mantığı matematiksel değil inancına göre kısıtlayıp inşa eden kimselere söylenir.

Öncelikle şapkadan tavşan çıkmayacağını belirtelim, üzgünüm. Tavşanı oraya ilüzyonist göremeyeceğiniz şekilde koymuştur sihirli sözcükler söylediği için tavşan oluşmaz. Aynı bir tanrı ol dedi diye canlı oluşamayacağı gibi.

Gelelim doğal seçilim ve doğal seleksiyona.

Yamulmuş ve yerine ne koysak da tutarlı olsa, kendi üzerine çökmese denilen big bang kuramını referans aldığımızda, evrendeki ilk partiküllerin oldukça yüksek enerjili ve henüz topaklanma oluşturmadığı söylenir. Dolayısıyla atomlar yoktur. Atomlar olmadığı gibi madde de yoktur,madde baskın uzay-zaman da yoktur.

Uzay-zamanın yokluğu matematiksel açıdan zamandan önceki hiper zamanın göstergesi değildir. Yani zamanın fiziksel formülü Einstein tarafından izafiyette dile getirildiği kadarıyla ki kanıtlanmıştır, maddesel cisimlerin ve oluşturmuş olduğu alanların,birbirine bağıl hareketlerinin matematiksel ifadesidir. Bilindiği gibi bir de anti madde vardır ve zaman tersine de işler ancak bizler maddesel varlıklarız anti madde ile karşılaşmak için özel düzenekler oluşturmamız gerekir onu test edemeyiz. Dolayısıyla evrenin başlangıcı demek evrenin sonu da demektir. Madde veya anti madde birbirine zıt uzay-zaman boyutları oluşturduğu için onların henüz bağıl hareket etmediği bir vacum alanda yani kuantum köpüğünde zaman ötesi boyut düşünülemez bu an sıfır zaman demektir ve sonsuza dek aynıdır. Daha doğrusu bu alanda sonsuz ile 0 aynı anlama gelir. Varın, başlangıç son kavramlarının ne anlama gelebileceğini siz düşünün.

Sabırlı olun ana konuya geleceğim.

Standart modelin partiküler evreninde sayısız yok olup ortaya çıkan tanecikler vardır. Standart model 5 ayrı sicim kuramı ve Ed Witten ın M kuramı ile birleştirildiğinden beridir partiküler modellerle evrenin algılanamayacağı, kapalı ve açık harmonik enerji paketlerinin bir arada 11 boyutlu zarlar dahilinde bilinen partikülleri oluşturduğu söylenmektedir. Yani Einstein ın E= mc^2 formülünün modellenmiş halidir.

Şimdi bu oluşumların bir aradaki haline biz evren demekteyiz. Tabi bulunduğumuz konuma göre bir evrendir bu ve bize göredir. Bize göre olduğıu,biz de parçası olduğumuz için bizim için anlamı olan yegane evren de budur. Anladınız mı? Anlamadınız.

Öyleyse şu şapkadan tavşan çıkarma yani kendiliğinden boeing neden oluşmaz, maymun neden trajedi yazamaz konusuna gelelim.

Ama tabi önce şu doğal seçilimin fiziksel evrenine bir giriş yapalım.

Etrafınızda sayısız elementin olduğunu bilirsiniz. Bunlar periyodik cetvelde türlü özelliklerine göre sınıflandırılmışlardır.

Bu elementlerin tamamı, yıldızların çekirdeklerinde ve süpernova patlamaları sonucu ortaya çıkarlar. Hidrojen izotopları hariç. Hidrojen aslında bilinen anlamda atom bile sayılmayabilir çünkü nötronu yoktur, sadece proton ve ona eşlik eden bir elektron. Bu yapı henüz yıldızları oluşturacak rastlantısal çarpışmaların denge oluşturup çökeldiği dönemden önce zaten mevcuttur. Hatta uzay-zaman budur. Erken evrende varolan daha büyük kütleli yıldızlar ve onların süpernovaları da diğer elementlere neden olmuş dolayısıyla gezegenler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yani erken evrende gezegen sayısı yıldız sayısından azdır çünkü ağır elementler azdır. Demir e kadar tüm elementler dev kütleli yıldızların çekirdeğinnde aşama aşama oluşabilir. Demirden başka element çıkmaz yıldız çekirdeğinde çünkü onu oluşturacak basınç karadelik nedenidir. O nedenle daha ağır elementler süper nova artıklarıdır.

Dolayısıyla bu artıkların yeni bir yıldız dengesi oluşurken aynı anda bir arya gelmesi ile de ağır elementlerin oranına göre katı veya gaz gezegenler yıldızların çevresinde dizilmeye başlarlar.

Dünyamız bu katı gezegenlerden biridir. Daha küçük yapılar olan asteroitler daha yoğundur ancak gezegen oluşturamamışlardır, çoğunluğu demirdir.

Elementlerin bir başka özelliği de soygazlar dışındaki tüm elementlerin kararsız olmasıdır. Ayrıca atom çapı arttıkça reaksiyona girme yüzdeleri düşer.

Şimdi bu reaksiyonel elementlerle zor reaksiyona girenleri ayıralım.

Hidrojen, Azot, Fosfor, Oksijen, Karbon, Silisyum, Magnezyum, Sodyum, Klor, Kükürt vs. gibi elementler kolayca reaksiyona girebilirler aralarında. Bunlar genelde farklı elementlerin oluşturduğu molekül ve bileşikler olarak doğada bulunur.

Daha ağır ve kararlı olan demir, alüminyum, kurşun, ve radyoaktif olan uranyum gibi daha zor yeni moleküller,alaşımlar, bileşikler oluşturabilir. Yüksek radyoaktif olanlarsa zaten yarılanıp daha hafif metallere dönüşürler, (gerçi normal uranyumun yarılanma ömrü 4,5 milyar yıldır ancak uranyum sadece dünyada yarılanmaz her neredeyse kurşuna dönüşümü devam eder)

Silisyum mesela neredeyse karbon gibidir ancak ondan daha sağlam bağlar oluşturur o nedenle karbon kadar türev oluşturamaz.

Şimdi etrafımıza bir bakalım neler var gezegenimizde. Cansız dediğimiz hemen her şey ağır elementlerin basit bileşiklerinden ibarettir. Kayalar, denizler, toprak parçaları, atmosfer vs.

Canlı dediğimiz varlıkların ise daima karbon türevli kocaman uzun ve dallı yapıda moleküller bütünü olduğunu söylemeliyiz. Genelde yapılarında Oksijen, Hidrojen, Azot, Fosfor vs bulunur. Örneğin Helyum bulunmaz., civa öldürür.

Rastlantıların sürekli kör şekilde çarpışması nasıl oluyor da düzenli yapılar oluşturuyor? Öncelikle düzen nedir gerçekten düzen midir? İkincisi tüm çarpışmalar için bağımsız olasılık hesapları yapmak bilimsel açıdan geçerli midir?

İkinci sorudan başlarsak kocaman bir hayır.

Bir odaya bir çok element doldurmak yerine oksijen ve Helyum dolduralım ve rastgele çarpıştıralım. Hiç bir şey olmaz.

Argon ve Karbonu çarpıştıralım. Yine hiç bir şey olmaz.

Oksijen ile Hidrojen? O zaman olur. Örneğin iki hidrojen ve Oksijen atomu aralarında hidrojen bağları yapabilir ve biz bu yapıya su molekülü deriz.

Sodyum ve Klor iyonik bağ yapabilir ve buna biz sofra tuzu deriz.

Karbon sayısız bağ yapabilir ve bunlara organik moleküller deriz.

Yani, öyle havaya savurduğunuz misketlerin bağımsız çarpışmalarından bahsetmiyoruz. Durup dururken aniden ortaya tavşan çıkmaz elbette. Biri ol dese de çıkmaz. Önce tavşanı oluşturacak organik moleküllerin, aminoasitlerin, proteinlerin, yağların, enzimlerin, RNA ve DNA nın oluşması gerekir.

Ha bunların aşamalarını bilmiyorsanız, biri yapmış işte der işin içinden çıkarsınız.

Ama biri yapmış denmez. Bilim böyle düşünmez. Bilime göre bu düşünmek değil, kafadan atma mitoloji yazmaktır. En azından o birinin nasıl ortaya çıkıp bir şeyler oluşturacak yeteneğe kavuştuğu sorusuna önce cevap verilmelidir. Çünkü bir şey yapabilmek için seçim yapmak, bir şeyleri birleştirip kullanma ihtiyacı hissetmek gereklidir.

Bu noktada evrende aminoasitlere kadar bu moleküler reaksiyonların koşullarını gözlemleyebiliyoruz. Aminoasitler oluşabiliyorlar. Hatta asteroitlerde bile mevcutlar.

Ancak tıpkı hidrojen ile oksijenin reaksiyona girebilmesi için birbirine denk gelmesi yani çarpışması karşılaşması gerektiği gibi, aminoasitlerin de proteinleri oluşturabilmesi için bazı koşullar gerekir.

Bu noktada en uygun ortamlar sulu çözeltilerdir. Yani su moleküllerinin sıvı halde akabildiği ortamlar. Yoksa bilim adamları başka gezegenlerde içme suyu arıyor değillerdir,organik evrimin başlaması için sıvı ve akışkan su ortamı şart olduğundan ötürü bunu merak etmektedirler.

Sadece aminoasit ve proteinler oluşmaz sulu ortamda. Lipidler de oluşur. Bunlar da yağ asiti moleküllerinden oluşmuşlardır.

Peki bunlar polarize olmazlar mı? Yani bir araya gelip bağ yapmazlar mı? Yaparlar. Su içersinde dizilmeye uzun zincirler oluşturmaya başlarlar. Lipidler ve proteinler de bir araya gelirler.

Yeryüzündeki tüm canlı varlıkların tüm hücrelerinin zarlarında olduğu gibi. Basit hücre zarı canlı evriminin başlama anıdır. Ancak henüz reaksiyon başlamamıştır. Bunu güneşin ilk termonükleer tepkimeye başlamadan önceki yoğun gaz ortamına benzetebilirsiniz. Koşullar neredeyse müsaittir, enerji döngüsü ancak tetiklenmemiştir henüz.

Bunun olabilmesi için, bu su içindeki zarların yoğunlaşması gerekir. Yani sınırlar bellidir. Bu protein lipid zarlarının içine sayısız başka element, molekül girmeye başlar.

Peki ya su? Onun özelliği nedir? Suyun en önemli özelliği görünebilir dediğimiz düşük enerjili ışıklar dışındaki tüm yüksek enerjili ışınları absorbe etmesidir. Yani su aslında saydam değildir bizim gözümüz sudan oluştuğu için aynı özelliği gösterir ve suyu renksiz biliriz, oysa demirden daha karanlıktır.

Bu arada gezegende sıvı su olduğuna göre, ısı da sabit değildir. Yani zaman zaman donmalar soğuk tuzak denilen olaylar olur. Özellikle volkanik bölgelerdeki ani ısı çıkışları sebebiyle.

Kristalize olmuş donmuş su içersinde güneş ışınları da daha çok absorbe olur.

Yarı geçirgen zarlar, yoğun iç ortamlar ve güneş ışığı. Donmuş suyun çözülmesi. Bu ana kadar zar yapının içinde sayısız uzun zincirli molekül toplanmıştır. Su çözülmeye başladığüında absorbe olan ışınlar dahil zarı birden bire terkedemez, moleküler zincirlerdeki reaksiyonları tetiklerler.

İşte ilk otonom sistemin ortaya çıktığı anlar. Aslında bu bir sistemdir. Dışardan bakıldığında refleksd gibi görünen açılıp kapanma hasreketi tıpkı yıldızın denge durumuna benzer. Titreşim başlamıştır. Dünya gibi bir gezegende bu koşulların bir araya gelmesi ilk oluşumundan itibaren yaklaşık 1 veya 1,5 milyar yılı alır. Henüz derin tuz içerikli denizler oluşmamış, sığ ve tatlı sular, farklı bir atmosfer mevcuttur.

Bu ilk basit canlılar tek biçim değildirler. Bir de evrim tarihi boyunca daima türlü şekilleri olacak olan başka bir garip molekül vardır. RNA molekülü ve onun çift sarmallısı DNA molekülü.

Bu moleküller reaksiyonlara girmediği sürece cansız,bir reaksiyona girmiş ise canlı olarak adlandırılırlar çünkü bütün reaksiyonları değiştirir. Yani, canlı varlığının tetikleyici reaksiyon katalizörüdürler. Sayısız aktif bazlardan oluştuğu için hücre içindeki tüm reaksiyonların aktif parçası haline gelirler. Genellikle proteinlerle birliktedirler. Gelişmiş ökaryotik hücrelerdeki DNA protein bileşimi kromozom iken, en ilkelleri ve hücre zarı ortamı dışındakiler protein kılıflı RNA yani virüslerdir.

Aslında bunların yani bu moleküllerin hiç birinin tek başına bir amacı yoktur. Bunlar kimyasal dev moleküllerdir ve uygun karşılığını buldukça durmadan klonlanırlar.

Oksijenin hidrojenle çarpışırsa molekül oluşturma olasılığı olup,helyum ile yok,başka bazıları ile az olduğu gibi bu bazik moleküller de özellikle DNA parçalandığında aynı bazın karşılığı olan bazları eksik tarafına toplayarak iki adet DNA ya dönüşmektedir.

Yani molekül oluşumlarında olduğu gibi dev moleküllerin devamında da sadece rastlantı değil, doğal seçilim, önem teşkil eder. Doğal seçilimi belirleyen ise atomlardaki enerji seviyelerine kadar giden modern fizik yasalarınca modellenmiştir.

En basit hücre, aslında sayısız reaksiyonun gerçekleştiği yarı geçirgen ortam ile makro kozmoz dan ayrılmış özerk bir birimdir. Dolayısıyla bu basit hücreler birbirlerinden de etkilenirler çünkü organik reaksiyonlar uygun koşullar bulduğu oranda sürecek, bulamadığında birimlerine geri dağılacaktır. İşte doğal seleksiyon ve doğal seçilimin evrim mekanizması da budur.

Bu ilkel formlar, bakteriler, virüsler durmadan çeşitli ilişkilere girerler. Kimi zaman başka bir birimm daha büyüğü tarafından çözülüp iç reaksiyonlara katılırken, bazıları da birlikte simbiyoz yaşarlar.

Ökaryotiklerin ortaya çıkışının nedeni de budur. Yeryüzü sayısız çeşitte kimyasal reaksiyonun gerçekleştiği yeşil su ortamlarıyla dolmuş, atmosferdeki serbest oksijen oranı Cyanobacteria lar nedeniyle giderek artmaktadır. Bu arada ilkel formların bazıları da volkanik bölgelerde halen varolmakta kükürt açığa çıkarmaktadır. Oksijen arttıkça bir yandan da fototrof bakteriler uygun ortamlar bulup daha hızlı çoğalmaya başlamıştır.

Aslına bakılırsa bu yapılara canlı demek bana göre pek doğru sayılmaz tam olarak. Daha çok kompleks kimya reaksiyonu ortamlarıdırlar. Ancak şu da gerçektir ki gelişmiş omurgalı canlılar dediğimiz en kompleks yapı da aslında bunun çok daha kompleks biçimidir.

Ökaryotik yapılar seleksiyondan, yani yüksek oksijenin neden olduğu kitlesel dağılmalardan sıyrılmış daha büyük hücresel ortamlardır. Bu yapılarda bir çeşit büyük hücre ortamı ile daha küçük kloroplast,mitokondri olarak işlev gördüğü ortaklıklar gözlenir. Bu yapılar o hücrelerde sentezlenemez, dışardan gelmişlerdir ve kendi DNA ları mevcuttur.

Dolayısıyla fotosentetik veya oksijenli solunum yapan bir garip hücre simbiyozu ortaya çıkar. Bunların içindeki bakteriler artık hücre dışına çıkmayacakları,burada yaşama olasılığı dışarıya oranla çok fazla olduğundan ona artık mitokondri veya kloroplast denmektedir. Reaksiyonlar karmaşıklaştıkça her reaksiyonda biriken değişimlerle hücrenin içindeki taşıyıcı moleküller RNA ve DNA da değişmektedir.

Bu hücreler her bir araya geldiğinde en basit form yani prokaryotik dönemden beri RNA ve DNA lar karşılıklı reaksiyonlara da girmeye müsait eş moleküller oldukları için bazı zincirlerde rastgele değişimler yani moleküler dizide farklar oluşmaktadır. Biz buna biyolojide eşeysiz üreme demekteyiz. Ancak amaç elbette üremek değildir üreme zaten daima varolan bir reaksiyon taşınımıdır ve organik yapı kompleks hal aldıkça farklılaşır. Reaksiyon taşınımı reaksiyon ortamının taşıma kapasitesi dolduğunda gerçekleştiği için en yüksek enerji harcama durumu bu taşınımın yani eşeysiz ve eşeyli üreme sırasında meydana gelmektedir ki, gelişmiş canlı varlıkların çiftleşme dönemindeki ve eylemi esnasındaki davranış değişikliklerinin, aşırı güdülenmelerinin nedeni de budur.

Ökaryotiklerin dünyayı sayıca ele geçirdiği bu dönemde sayısız hücre kolonileri oluşur. Kimisi çok az sayıda hücreden kimmisi öçok sayıda hücreden meydana gelmiştir. Zamanla bazı koloniler öyle bir eşgüdümü uzun zaman dağılmadan sürdürmeye başlarlar ki, çok hücreli organizmalara dönüşümün ilk pırıltıları görülmeye başlar. Çünkü bu hücrelerin bazısı siller çıkarmış hareketi sağlamakta bazısı ise sadece sindirimm yapmaktadır. Oysa tamamı aynı türdür. Ancak artık koloni içersinde değişmez bir eşgüdünm mevcuttur ve yeni katılanlarla ölenler denge içindedir. Koloni artık dağılamaz dağılırsa tüm hücreler ölecektir çünkü her biri farklı işlevleri gerçekleştiren formlara evrilmiştir.

Böylelikle prekambriyen dönemindeki çok hücreli yaşam formları dönemi başlar. Artık bu kompleks yapılar kendine benzer kompleks yapıları üretme aşamasına, yani reaksiyon taşınımını tüm bir koloni halinde oluşturabilecek DNA aktivitesi durumuna geçmişlerdir.

Görüldüğü gibi şapkadan tavşan çıkaracak sihirli kelime Ol tamamen bir insan bakış açısı olup bir çok aşamayı kendi yaratma ve arzu eylemiyle karıştırma girişimidir.

Doğadaki reaksiyonların,insan denen memeli hayvanmın kendi ihtiyacı için oluşturmuş olduğu tasarımlara öykünmek gibi bir işlevi olamaz. Yani doğada kendiliğinden boeng oluşmaz çünkü böyle bir demirin uçmaya evrilmesi saçma durumu söz konusu değildir.

Zaten demir yani boeing uçamaz. Onu insan belli doğa kurallarını kendi seçimlerine göre biçimlendirip dizayn etmiştir ve insan tarafından uçurulabilir kendi kendine uçabilse de yine bunu insan proramlar o canlı bir yapı değildir.

Ancak insanın mitolojik geçmişi olguları tepeden inme manalandırma hastalığı daha doğrusu cehaleti barındırdığı ve maalesef bugünün insanı da cehaleti nedeniyle hala mitolojik kendine benzer iradelere sahip hayaleyt putlar aracılığı ile doğayı anlayabileceği yanılgısı taşıdığından ötürü, böyle manasız benzetmeler yapar.

Bir şeyin tasarlanması demek, o tasarıdan bağımsız bir materyalin tasarımcının zihninde oluşturduğu imge yani kendi arzusuna göre biçimlendirilebilmesinin yolunu bulmak demektir. Yani kaya olmadan kayadan yontulmuş afrodit olmayacağı gibi, ne kaya da afrodit olma yasası geçerlidir,ne demir elementinde boering olma yasası. Dolayısıyla bir kuş nasıl ki yaşamak için bir sürü dalı bir araya getirip sıkıştırıyorsa, insan da kendi ölçütlerine göre doğadan aldığı materyalleri belli standartlar dahilinde kesit alıp birleştirerek tasarımda bulunur.

Buradan hareketle evreni de düzenli bir tasarım oldupğu,tasarımcı gerektiği sonucuna ulaşılamaz çünkü tasarım yapıcı olan insandaki bu yetenek beyin ön lobunun imgelem yani hafızayı işleyip taklit etme davranışlarıyla doğrudan ilişkilidir.

Bu ise tamamen organik bir davranıştır, evrensel ilk yasa değil.

Öyleyse düzen nedir? Evren düzenli midir,canlılar mükemmel midir?

Hayır. Bu tanımlar insanın gelişimi ve arzularıyla alakalı ön kabullerdir tamamen. Örneğin gezegenler güneş etrafında elips çizmez, çünkü güneş sabit alınsa da sabit değildir. Ancak hesaplayabilmek için en az hata ile öyleymiş gibi hesaplar sonrasında başka hesaplarla sapma paylarını ve belirsizlikleri işin içine katarız ve bunlar çoğu kişinin anlamadığı fiziksel sabitler olarak karşımıza çıkarlar.

Evren mükemmel olduğu için hesaplanamaz değil,biz onu belli bir referansa bağlı hesaplamaya çalıştığımız fakat topyekün evren hesaplarımızdan daha gerçek olduğu için mükemmel zannedilir. Çünkü bir sabit olmadan diferansiyel hesap yapılamaz, sonsuz belirsizlik çıkar. Bu evrenin mükemmelliği değil bizim onun çok küçük alanında etkili olabiliyor olmamız nedeniyledir. Dolayısıyla etki ve müdahale alanımız arttıkça da geçmişteki kabulleri daha kapsamlı hale getirebiliriz.

Ancak doğanın kendisi olamayız. Çünkü doğa sadece kendisidir. Biz ise kendimiz olduğumuz için varolabiliyoruz özerk bir başka birimiyiz.

Eğer evren başka türlü olmuş olsaydı,yibne mükemmel zanneder mükemmel dizayn sanırdık çünkü hiç bir şekilde ondan bağımsız düşünüp,farklı bir dizayn yapamayız.

Örneğin denir ki, güneş ile dünya biraz daha yakın olsaymış yaşam olmazmış demek ki allah var, bir güç var var.

Bu salakça bir düşünce tarzıdır çünkü mars da yaşam yoktur ancak orda bu nedenle demek ki allah var diyebilecek kimse de yoktur. İnsanın kendini bu kadar evrenin merkezinde değerlendirmesi ise geçmişindeki yıkımlardan doğmuş bir hastalığıdır ve aynı yıkımı ve sömürüyü sürdürür.

Karıncaların aklı yoktur sadece feromon izlerler. 10000 karıncanın birlikte yaşama zorunluluğu mecburi eşgüdüm nedenidir. Eşgüdüm arttıkça karınca kolonisi zeki görünür. Sayıyı azaltırsanız düşer ve bir noktadan sonra yine aptallaşır. Arttırırsanız bölünür ve farklı koloniler oluşur,zorla aynı koloniye sığdırmaya kalkarsanız eşgüdüm oluşturulamaz ve koloni kendi kendini yok eder.

Nöronların düşünmek gibi bir eylemi yoktur, onlar bir arada ve vücut eşgüdümünü oluştururken düşünmüş olursunuz. Fedback yani geri beslemelidir nöronlar ve bir beyin o nedenle tek başına düşünemez bağlı bulunduğu vücut da olmalıdır. Nöron sayısı yarıya düşürülür ön lob alınırsa insan düşünüp tasarlayamaz. 10 beyin oluşturacak nöron yaparsanız yine düşünemez beyin hücreleri eşgüdümünü yitirip ölürler.

Bütün,parçalarının toplamından ibaret değildir. (Emergence property)

Su moleküllerine bakarak okyanus dalgaları hakkında fikir yürütülemez çünkü ilişkilerin tamamını hesaplamak zorundasınız, belirsizlikler dahil.

Bulutlar su buharı molekülleridir ancak bulut başka bir görünümde ve başka etkilere bütün halde tepki gösterebilir o yüzden bulut deriz ve oluşum grafiğini ve tüm hareketlerini birebir çizemeyiz. Çünkü sonsuzluk çıkar, tüm diferansiyeller moleküler konum olasılıkları tam bilinip hesaplanamaz. (Heisenberg belirsizliği=Kuantum elektrodinamiği --->Kaos teorisi)

Biz özerk birim olup kendi sınırımız dahilinde çevre ile ilişkide olan varlıklardan biri olarak, sadece kullanabileceğimiz kısımları ihtiyaçlarımız ölçüsünde denetim altına alırız. Tasarım ve akıl dediğimiz bundan daha öte anlam ifade etmez.

Herşey birbiriyle ilişkilidir ancak bulunduğunuz konum bütünü sizden saklar,evrenin bir dışı yoktur. Dolayısıyla onun topyekünlüğünden bahsedilemez bir tasarımsal kutu değildir, belirsizdir. Ayrıca ayrıntıda ve referans sistemlerinin hataları çıkarıldığında kaotiktir düzenlilik yoktur.

Düzen fikri, denetinm altına alınabilecek sınırı belirler. Düzenli dediğimiz kendi denetleyebileceğimiz sınırdır. Ancak makro düzeyde geçersizdir sadece dış görünüştür. Yani bir galaksi belli bir alanda fırtına bulutunun oluşumuna neden olan türbülansın benzeri bir sarmallaşma gösterdiğinden düzenli görürüz. Ancak değildir ne fırtına türbülansı ne de galaksi içi hareket dinamikleri bu derece sayısız değişkene bağlı olarak hesaplanamaz.

Ancak, tasarımlarımızı doğa bilgisi dahilinde gerçekleştirdiğimiz oranda daha fazlasını yapabilir,merdiven ile çatıya çıkmaktan fazlasını mars a araç göndererek yapabiliriz ve bu noktada matematik ile doğa yasaları için modeller üretiriz. Matematik gerçek değildir ancak en küçük dizinlere kadar refere ederek yapacaklarımızı aşamalandırmamıza yarar dolayısıyla da binalar,teknolojiler üretir ördüğümüz bilgi ağı ile evrene dokunuruz.

Bunlar biziz. Başkası değildir. Yaratıcı da biziz, evren ise oluşmaktadır.

Sonuç olarak canlının oluşumu ile evrenin oluşumu da benzer fakat farklıdır. Çünkü canlının oluşumu cansız elementlerden ve reaksiyonlardan başlar fakat topyekün açıdan özerk bir birime dönüşüp tepkide bulunur. Reaksiyon ne derece fazla ise topyekün kapasite o derece aktif olacaktır. O nedenle canlıların kendi özerk iradeleri var görünür oysa her birimin iç dinamiklerinin toplamı ve devamlılığı bunların tek nedenidir. Ancak yukarıda söylendiği gibi bütün parçaların toplamından ibaret değildir. Herkes bilir ki uygarlığı ve toplumu oluşturan içersindeki bireylerden başkası değildir. Ancak toplum ve uygarlık bireylerden ayrı anlamlara bürünür çünkü ölenler dahil hepsinin bilgisi içindedir ve eşgüdümü insanın tek başına yapabileceklerinin çok ötesine uzanır.

Buradan hareketle ölen bir hücrenin,ölen bir insanın, patlayan bir yıldızın, ani mutasyon geçirip ölen bir hücresel birimin, hücre, organizma, toplum, galaksi, evren için kaçınılmaz son olamayacağını görmekte akıllı tasarım mistisizminin de saçmalık olduğunu görmekteyiz. Çünkü birimlerden biri bozulduğunda sistemi işlemez yapan insan mekanik tasarımıdır ve o belirli dizgeler halinde tasarlanıp sabitlendiği için her ne kadar doğasından ve öngörüsünden oluşturulsa da çöker ve bozulur. Yani tasarım canlı oluşturamaz bu nedenle insan kazanda element kaynatıp tavşan veya insan doğmadı diye bunu daha iyi yapan bir tanrı olmalı derken kendi yapamadığı şeyin evreni anlamamış olmaktan kaynaklandığını, tasarım ile evren olmayacağını, canlı olmayacağını bilmediğini göstermektedir.

Sadece ekebilir ve ağacın oluşacağı ortam yaratabiliriz. Onu tasarlayamıyor oluşumuz mükemmel tasarımcının olduğuna değil, tasarlanamaz olmasından ötürüdür. Tasarım organik sınırlandırmadır, doğa indirgenemez tasarım, indirgenemez akıl, yani tasarım ve insan aklı ile determinist lineer yapılar dahilinde açıklanamayacak belirsizliklerin toplamıdır.

O nedenle sadece ne istediğimiz önemlidir ve bilebileceklerimizi modelleyip işlevsel ve eşgüdümsel hale getirmek. Her başarı sonraki evrimimizin ilk adımı olacaktır. Bugüne dek ilk canlılardan itibaren olduğu şekilde, bundan sonrasında da.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...