Jump to content

İslam egemenliği altındaki hristiyan literatüründe yeni bir dinin izleri?


Recommended Posts

(8 ) Sina’lı Anastasius

Anastasius Sinaita (610-701?) Sina manastında bir keşiş (ve manastır yöneticisi) idi(126). Geride, öncelikle Mısır ve Suriye’deki teolojik tartışmaları ilgilendiren geniş bir eser topluluğu bıraktı: bir taraftan monophysitizm ve monotelitizm üzerine, diğer taraftan suriye ve kendisinin de ait olduğu neuchalkedon (DMA: Yeni Kadıköy. ????) teolojisi üzerine, irşadi ve yorumsal yazılar.

Eserleri 7. yüzyılın ikinci yarısının sonuna denk geldiği halde, -geleneksel tarih yazılımı göz önüne alındığında-, güya yeni ortaya çıkmış olan bir dinin tehditiyle hiç ilgilenmemiş olması şaşılası. Araplar da, ülkenin efendisi olmalarına rağmen, onun için herhangi bir sorun teşkil etmiyordu.

Sonuncusu (DMA: Araplar), monophysitizm karşıtı en önemli eseri olan Hodegos’da (latincesi Viae dux) geçiyor (690 öncesi)(127). El yazması epeyce karmaşık olup; bir çok sefer editlenmiş: yazının ortasına, başlı başına bir etüt izlenimi veren yazılar eklenmiş(126).


(DMA: Yazıda geçen ve türkçesini bilmediğim ve “eklenmiş” diye ifade ettiğim 2 terim: Scholien”: Orijinal eserin sayfa kenarına ve satır aralarına katipler, kopistler tarafından yazılan eklemeler. “Glossen”: Anlaşılması zor bir yazıyı anlatmak, açıklamak için yazılan yazı, yorum.)

Yazmayı şu an elde bulunduğu haliyle alırsak, arap teoloijisi hakkında kısa bir anlatım buluyoruz: Onlarla konuşmadan önce, “bizim hakkımızdaki” muhtemel yanlış düşünceyi reddetmemiz gerek: “Araplarla tartışmak istediğimizde ağırlık şunlarda olmalı: “2 tane Tanrı (vardır)” diyenlerde, ya da “Tanrı; oğlunu cinsel ilişkiyle Dünya’ya getirdi’ diyenlerde ya da gökyüzende veya yeryüzünde herhangi bir varlığa Tanrıya tapar gibi tapanlarda.(129)” Yani konu, araplar kadar, Anastasius tarafından da reddedilen monophizitik inançlar.

Yazının bu bölümünün Anastasius’a ait olduğuna karşı gelen herhangi bir neden yok. Abdul Melik zamanının arap inancı da doğru halde verilmiş. Sorun etmediğine ve düzeltme yapmadığına göre, Anastasius arap arzularının doğruluğu görüşündedir diye kabul edebiliriz. Kendi inancı, ne iki Tanrının varlığını, ne Tanrının cinsel ilişki ile çocuk yapmasını ne de herhangi başka bir varlığa tapınmasını içeriyor. Her şeyden önce ama, arapların başka bir dinin mensubu olduğunu hiç bir şekilde ima dahi etmiyor, tersine onları kendilerine özel hristayınlıkları olanlar olarak görüyor.

Başka bir yerde, severiancılar –Severus (DMA: Severianus) İsa’nın ikilik özelliğini reddeden ılımlı bir monophizitti.- hakkındaki polemiklerini de benzer şekilde anlamamız mümkün: Severiancıları “doğa” terimini kullandıklarında “çirkin ve ayıp”, mesela erkek ve kadınların cinsel organları vb. şeyler düşündükleri ile suçluyor. Bu nedenle bu kelimeyi kullanmaktan, sarazenlerin talebeleriymişler gibi, çekindiklerini belirtiyor. Ki onlar Tanrının doğması, Tanrının doğurulması gibi cümleleri duyduklarında hemen alay ediyorlar, çünkü bu terimleri evlenme, döllenme, cinsel birleşim gibi algılıyorlar(130).

Doğa kelimesi hakkındaki sert ve teolojik olmayan bu bakış açısı sarazenlere, inançlarını –İsa Tanrı değil Mesih ve elçidir- savunurken, günlük tartışmalarda yardımcı olsa da, onların hristiyan oldukları da söylenebilir, tıpkı severiacıların da hristiyan oldukları gibi(131).

Quastiones et respensiones(132) isimli yazısında 154 tane konu/soru hakkında Anastasius’un yorumları yer alıyor. 126 numaralı sorunun konusu, Şeytan’ın insan (Adem) karşısında diz çökmemesi. Anastasius’a göre bu yunan ve arap mitlerirnden kaynaklanıyor(133). Bu ama, Kuran materyalleri hakkında (38. sure 71-78), kulaktan duyma dahi olsa, bilgi sahibi olduğuna işaret ediyor.




Kediye sıçan, sıçana kovuk
Meclise kelam, kelama doruk
Hastaya çorba, çorbaya koruk
Koruğa havan, ne güzel uymuş



Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 72
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic




Jakob (ölümü 708) önemli bir süryani teologuydu, “zamanının en verimli yazar ve bilginlerinden birisiydi.”(134) 633 civarı Antakya’da doğdu, 684’de Urfa piskoposu oldu(135). Anlaşılan o ki, çevresiyle hep sorun yaşadı: dört sene sonrası piskoposluğu bırakıp çeşitli manastırlarda yaşadı, hatta bir kaç aylığına tekrar piskoposluk dahi yaptı. Yorumsal, kilise hukuku konusunda, filolojik kitaplar ve kronikler yazdı, Aristoteles de dahil yunancadan süryaniceye çeviriler yaptı.(136) Ama “eserlerinin çoğu sadece parçalar halinde günümüze ulaştı, ve bunların çoğu ancak daha sonraki yazarların eserleri içerisinde yer alarak, mesela Michael der Grosse’un.”(137)

Hiç bir eserinde İslam geçmiyor. Sadece bir yerde, kral Rehabeam egemenliği esnasında Juda’nın günahlarından ve peşinden Mısır kralının baskınıyla cezalandırılmasından bahseden; Krallar 1 14,21-26’yı yorumlarken yazıyor: “İsa çokca gönahlar(ımız)dan ve kötülükler(imiz)den dolayı bize bir tokat vurdu ve arapların sert boyunduruğuna bıraktı.”(138) (DMA: boyunduğuyla cezalandırd da olabilir)

Jakop burada savaşlardan değil, günahların cezası olan arap egemenliğinden bahsediyor, tıpkı Johannes bar Penkaye’nin de yazdığı gibi (bk. 12. yazı). 7. yüzyılın sonunda arap egemenliğine, Muaviye zamanındaki gibi olumlu bakılmıyordu, bu bir cezaydı. Ama yeni bir din ile çekişmeler gerekli değildi, çünkü görünürde böyle bir şey yoktu.

Urfalı Jakob’a parçalar halinde, 10. veya 11. yüzdan kalma el yazması bir kronik daha atfedilir.(139) Bunda, tüccar olarak Filistin, Arabistan(?), Fenike ve Sur civarlarına giden Muhammed’den bahsediliyor.(140) Onun arapların ilk kralı olduğu, yedi yıl başta kaldığı, daha sonra da Ebu Bekir’in iki yıl hüküm sürdüğü belirtiliyor.(141) Arap krallığının Heraklios’un 11. yılında ve Chosrau’nun 31. yılına denk geldiği söylemi ise daha doğruca.(142)

Aynı yazarın Muhammed’den bir yerde tüccar diye, bir kaç satır sonra ama kral diye bahsetmesini ve yine bu terimle bağlantılı olan dini anlamından (peygamber) bahsetmemesini anlamak zor. Tarihi anlamda Muhammed’in bilinmesi 8. yüzyılın ortasına işaret ediyor ama, o zamanda da o artık peygamber ve elçi olmuştu. Neden sadece bir tüccardan ve kraldan bahsediliyor?(143) Yazı karanlık kalıyor. Hem anlam bakımından hem de zamanlama bakımından. Muhammed isimlemesinden dolayı yazının yazarının Urfalı Jakob olabileceği geçersiz oluyor.



Kapıya kilit, kilide miftah
Dervişe hırka, hırkaya külah
Kahveye yaran, yarana meddah
Meddaha yalan, ne güzel uymuş

Sevgiler
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 years later...

(6)

Johannes Moschus’un Pratum Spirituale’sine eklemeler

Johannes Moschus (540/550-619/628) Kudüslü Sophronius’un öğretmeni ve arkadaşıydı. Kudüs’de bir manastırda rahipti. Uzun seneler, bazan Sophronius ile birlikte, Mısır’daki, Sina Yarımadası’ndaki rahipleri ziyaret etti. 614 yılında Kudüs’ün Persler tarafından fethedilmesinden sonra, Sophronius ile beraber batıya yerleşti ve Roma’da öldü.

Aslında o bizim konulamıza bir katkı yapamaz. Ama geriye hayatının eseri olan, anılar ve gezilerinin hikayeleri içeren ho leimon Pratum spirituale (“Çayır””) isimli bir spirituel kitap bıraktı(95). Ama bu kitap daha sonraları, “muhtemelen ... Sophronius tarafından kaleme alındı/editlendi(96).

Konu, bu sonradan editlenmiş olan yazma. Mesela bir Saracenus gentilisden(97) bahsediyor, Johannes’in fakir bir sarazen kadınını fuhuş yapmaktan alıkoyduğunu(98) veya üç dinsiz sarazenin elindeki bir esiri kurtarmasını anlatıyor(99). Bu anlatımlar ama sadece kendi zamanıyla, yani “İslam öncesi” bir zamanla ilgili.

Ama kesinlikle Johannes Moschus’a ait olmayan -çünkü erken ölmüştü- bir not var. 19. anısında anlatıyor:

Tanrısız sarazenler efendimiz İsa’nın şehri Kudüs’ü fethettiler ... ve kendi ibadetcileri için cami (midzgitha) dedikleri o lanet olası şeyi yapmak (istiyorlar)(100).

Bu “lanet olası şey” olsa olsa Kubbetüs Sahra anlatılmak isteniyordur. Bitmiş hali değil, planlama aşaması zamanı anlatılıyor olsa dahi, bu cümleler 690 yılından sonra eklenmiş olmalıdırlar, Sophronius’un da ölümünden çok çok sonraları (ölümü 638). Bu cümleleri yazmanın ermenice tercümesine ekleyen anonim kişi bunu 690/693 yılından önce yapmış olamaz.

Kudüs, geleneksel tarihcilerin belirttiği harici, fethedilmedi. Bilinmeyen arap beyleri, sonra Muaviye, daha sonra Abdul Melik, Bizans’dan devralındılar, Bizans yerine yönettiler. Bu yüzden, bu cümleleri 9. yüzyıla tarihlemek olasıdır.

Ne Kubbetüs Sahra’nın, Suriye Hristiyanlarının kilise için kullanılan bir kelime olan midzgitha olarak isimlendirmiş olması, ne de “kendi ibadetcileri” söylemi zoraki olarak yeni bir dinin varlığına işaret etmez. Aynısını prostanlar katolikler için söylemiş olabileceği gibi, bunun tersi de mümkün.

Hastaya çorba, çorbaya koruk

Koruğa havan, ne güzel uymuş

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(10) 7. yüzyıl sonunun “putperest”(DMA: dinsiz, politeist, hristiyan olmayan anlamına da gelebilir. İngilizce “pagan”.) arapları

J.B. Chabot 1902 yılında tercüme edip yorumladığı üç ciltlik kitap eski süryani kilise meclisi karalarıni içeriyor. 676 yılının bir kilise yönetmeliği putperestlerle (arap?) yakın ilişkileri yasaklıyor, her şeyden önce hristiyan kadınların putperestlerle evliliğini. İki kadınla evli olmayı ve ölülerin gösterişli elbiselerele gömülmesini redediyor (144).

Dört yerine iki kadınla evlenmek İslamı andırsa da, ölünün gösterişli elbiselerle gömülmesi İslama yabancıdır. Burada bahsedilenler gerçekten putperestler olsa gerek. Ritüelleri hristiyan topluluğuna da çekici geldiğinden olsa gerek, kilise kararı ile önlem alıyorlar.

Süryani ortodoks kilisesi başkanı 2. Anastasius da papazlarına yazdığı mektupda (684-686) dinsizlerin bayramlarından, kurbanlarından ve her şeyden önce kadınların putperestlerle evlenmesinden sakınılmasını ihtar ediyor. Ama pişman olup dönenleri de geri çevirmiyor (145).

Dökümanların içeriğinde arap egemenliği ve araplarla beraber yaşam da mevcut elbette. Bu yüzden Y.D. Nevo ve J.Koren’in çıkarımı “Bu yerel Arap topluluğu putperestdir ve bütün bunlar putperestlerin (pagan) ritüelleridirler” (146). Kararlarda araplar diye geçmese de, Y.D. Nevo ve J.Koren’e göre kaynakta geçen süryanice “hanpe” kelimesi “arapları tanımlayan/zorunlu kılan normal bir terim”dir (147). Böyle bir zorunluluğun olup olmamasını bir kenara bırakalım. Geleneksel olarak hristiyanların yaşadığı bir bölgede putperestlerin varlığı ve ritüellerinin çekiciliğinden bahsedilmesi, gerçekten arapları ima ediyor olabilir.

Ama piskoposların putperestlikten yakınmaları, ille de orada putperestlerin varlığı anlamına gelmiyor. Mesela İznikli İsaak kitabında Kuzey Mezopotamyadaki Ben Hur şehrinin araplar tarafıdan fethedilmesini (5. YY’ın ortası) anlatıyor. Ona göre şehrin kaybedilmesi Tanrı tarafından verilen bir cezadır. Cezanın nedeni ise “Şehrin hristiyan nüfusunun hala bazı putperest kültünü hatırlamasıdır. kendini putperest ayinlere kaptırmasıdır” (150).

Böyle geriye bakınca, kilise kararlarında geçen “putperestler” de putperest geleneklerini, ayinlerini uygulayan hristiyanlar anlamına geliyor olabilir. Ama; Y.D. Nevo ve J.Koren’in bahsettiği gibi, 7. yüzyılın sonuna doğru hala putperest olan büyük arap gruplarının var olduğu anlamına da gelebilir. Resmi kilise, bunlarla ilişkileri, en önde kadınların onlarla evlenmesini, Hristiyanlık için bir tehlike olarak görüyordu. Muhtemelen, yönetimde oldukları için, arapların güçlü bir konumda olmalarından dolayı.

Yayana atlı, atlıya koşu,

Dallıya kuşak, kuşağa poşu,

Sohbete helva, helvaya turşu

Turşuya soğan, ne güzel uymuş

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kroniklerdeki imalar

Antik çağ kroniklerini okurken, günümüzün tarih yazımından beklediğimiz ölçeği beklememiz gerekir. Tekrar tekrar el yazımı ile kopyalandıkları bir yana, tarih olduğuna inanılan, gerçeğin, hayalin, çıkar yönlendirmesinin, dini yorumların bir karışımını içerirler.

Ama yine de bazı tarihi olayları yansıtırlar. Mesela Y.D. Nevo ve J.Koren’e göre 395-506 yıllarını anlatan Josua des Styliten kroniğinden “savaşlar, kuşatmalar, tuzaklar ve baskınlar” üzerine çok şey öğrenmek mümkün (152).

Aşağıda göreceğimiz kronikler ama, bize çok az materyal sunuyor. En azından; arap istilaları, savaşları, dinleri vs. hakkında bilgi beklentimiz olduğunda: Ne de olsa bu yazarlar o olayların zamanının şahitleri. Buna rağman, hiç bahsetmemelerinin veya çok az bahsetmelerinin tek bir nedeni olabilir: Tasdik etmelerini beklediğimiz olaylar, beklediğimiz şekilde olmamıştır. O zamanın şahitlerinin günümüz İslam’ının geleneksel anlatımından haberleri yoktu.

(11) Bir süryani kroniği (153)

670-680 yılları arasında, güney İrak’da (155), bir doğu süryani rahibi tarafından yazılmış bir süryani kroniğinde (154) arapların Bizansı ve sasanileri yenmesi yadediliyor:

Bu iki güçlü devleti yenen ve dize getiren İsmail’in Oğullarının bu zaferi gerçekte Tanrının zaferidir. O Tanrı ki şimdiye dek İstanbulun fethedilmesine izin vermedi. Bu yüzden bu zafer arapların değil, tanrınındır. İbrahimin kubbesini bulamadık. Ama biliyoruzki, İbrahim zengin olduğu halde, kenanilerin heves-ihtiraslarından uzaklaşmak istedi ve uzak yerlerde, geniş çöllerde yaşamayı tercih etti. Tıpkı çadırda yaşayanlar gibi, Tanrıya tapınmak, ona kurban vermek için o yeri inşa etti. O yer neresi olursa olsun, bu gün hala mevcut ve ismini ondan almıştır: Bu yerin hatırası onun soyu ile bu güne dek gelmiştir. Bu gün araplar orada Tanrıya tapınıyorlarsa, yeni bir şey yapmış olmuyorlar, soylarının atalarına saygı duyarak, eski bir geleneği devam ettiriyorlar. Kitapda “İmparatorlukların başıdır.” dediği Hazor şehri araplarındır. İsmine Medine de denilmesi, İbrahim’in Zetura’dan doğan dördüncü oğlu Madian’dan dolayıdır. Yatrip (DMA: Yesrib) de denilir (156).

Demek İsmaililer iki imparatorlukla başedebildiler. Bu; o zamana dek İstanbul’un fethine müsaade etmeyen Tanrı’nın işi olarak algılanıyor. Muaviye’nin 674 yılında bu şehri kuşatma denemesi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başarısızlığın sonucu olarak doğunun elden çıkmasından bahsedilmediği için, bu yazının tarihi, kuşatma hazırlığıklarının yapıldığı zamana denk geliyor (?).

Araplar hakkında söylenen ise, İbrahim’in Tanrıya bir tapınak kurduğu yerde, Tanrıya tapındıkları. Arapların yeni bir şey yapmadıkları, eski geleneklerini devam ettirip, ataları İbrahim’i kutsadıkları. Yazar arapların dini yaşamı hakkında söylecek bir şey bilmiyor. Arapların yeni bir dininin varlığından tamamen habersiz.

Devamında İbrahim’in tapınağının yerinden bahsediyor. Bu yer hakkında hiç bir şey bilmediğini itiraf ediyor. Peşinden zaten İncil’de de geçen olayları sıralıyor: Genesis 12’ye göre İbrahim ülkesini terkeder, kenanilerin ülkesinde bir tapınak kurar (Genesis 12,7). Daha sonra Bethel’in batısında dağlık bir bölgede yine bir tapınak kurar (Genesis 12,8). Sonraları burayı tekrar ziyeret ederek Rab’bin ismini anar/çağırır (Genesis 13,4).

Daha sonra “Hazor araplarındır.” deyimi geçiyor kronikte: Yeşu 11,10-15’e göre Hazor şehri Kenan’ın kuzey yarısındadır ve Yeşu tarafından fetedilmiş olup, “bütün imparatorlukların başkenti”dir (Yeşu 11,10). Bu Hazor şehri Medine’dir deniliyor yazmada. Medine ismi için yine İncilden etimolojik bir çıkarsama yapılıyor: Ketura’nın oğullarından birisi olan Madian’dan (Genesis 25,1.2., 1. Kronik 1,32) geliyor bu isim. Ve Yesrip olduğu da ekleniyor.

Filistin’de bulunan bir şehrin Medine/Yesrib olduğunun söylenmesi karmaşık bir durum. İki ihtimal var: Yazar bu yazıyı 756’dan, Medinedeki mabedin yapımında sonra yazmış olabilir. Bu durumda ama, araplar hakkındaki bilgisinin daha sağlam olması, coğrafya bilgisinin ise İncil ile sınırlı olmaması beklenirdi.

İkinci ve daha olasılıklı bir ihtimal ise: 8. yüzyılın ikinci yarısından sonra, başka birisi tarafından, el yazısı ile kopyalama/çoğaltma esnasında Medine ve Yesrip kelimelerinin eklenmiş olduğudur. Maalesef mevcut el yazısından bunu tesbit etmek mümkün değil.

Yazar İbrahim’in tapınağının nerede olduğunu bilmiyor. İncilden alıntıları sıralıyor. Yazının kopyasını çıkaran kişi ise yazardan daha fazlasını “biliyor” ve Medine/Yesrip’i ekliyor. İşin içine henüz Mekke girmediğine göre, kopyacı bu eklemeyi 8. YY’ın sonuna doğru yapmış olmalı (DMA: Medine tarihi kayıtlarda 750’li yıllarda, Mekke ise ancak 9. YY’ın başlarında geçer.).

Ama bu H. Suermann için geçerli değil (157): “Yazar... geleneğin (DMA: İbrahim) devam ettiği yer olarak Mekke’yi kabul ediyor.” Ve yine “Mekke isim olarak geçmese de, ‘İbrahim’in Kubbesi’den Mekke anlaşılmalı.” Medine hakkındaki veriler ise H. Suermann’a göre Mekke’nin “devamında“ verilen bilgiler (158). Sık sık yapıldığı gibi, burada da kaynak bilgileri keyfi bir şekilde eğilip bükülüyor. Peki kaynakla uğraşmaya ne gerek vardı ki?

Yağlığa nakış, nakışa ipek

Üstada hüner, hünere emek

Levni'ye güzel, güzele döşek

Döşeğe yorgan, ne güzel uymuş

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Johannes bar Penkaye bir doğu süryani hristiyanıdır. Muhtemelen bir rahipti. 7. YY’ın sonuna doğru kronik yazmış birisi (R.G. Hoyland 687). Dünya tarihi niteliğindeki bu kronikden sadece bazı parçalar bulunuyor elimizde. Yazmada Arap Egemenliğini; hristiyanların monofizitik ve kalkedonik (DMA: Kalkedon = Kadıköy) mezhepciliğinden/sapkınlığından dolayı Tanrı’nın verdiği bir ceza olarak anlatıyor. Devamında iki krallığı ele geçirdiler, “Savaşmadan ve kan akıtmadan... Tanrı onlara zafer verdi” (160).

Anlaşıldığı kadarıyla Johannes’in savaşlardan haberi yok. Ama Arap Egemenliğinin Tanrı tarafından istenmiş olduğunu (ve bu yüzden savaşsız gerçekleştiğini) vurgulamak istiyor. Araplar Bizansın bölgeden çekilmesiyle ve sasanilerin yıkılmasıyla kendi egemenliklerini savaşsız kurmuşlar. Ama araplar arasındaki çekişmeler olduğunu ve bunların Muaviye tarafından bitirildiğini anlatıyor: “Muaviye başa geldiğinden beri Dünyaya barış geldi” (161). H. Suermann’ın da belirttiği gibi: Johannes “Arap İmparatorluğunu bir dini grubun egemenliği olarak değil, bir etnik grubun egemenliğ olarak görüyor” (162).

Kroniğe atfedilen bazı diğer parçalar, mesela A. Mingana (163) tarafından yayınlananlar, Muaviye’nin ölümünden sonraki olaylara da değiniyorlar. Bazı ayrıntılar geleneksel islam anlatımını andırıyor (164), Fakat otantik olmadıkları için, bunlara burada değinilmedi (165).

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(13) Thomas der Presbyter

8. YY’dan kalma bir yazma Presbyter Thomas’a (640 civarları) atfediliyor (166). Yazma bazı coğrafi izler ve Eski Ahit’e dayalı soy ağaçları vs. içeriyor. Araplar hakkında; bir çok rahibi öldürdüklerinden bahsetse de, yeni bir dinin varlığı geçmiyor yazmada.

Şu iki noktaya dikkat çekmek gerek:

- “947 (635/636)... yılında bütün Suriye’ye girdiler, İran’a kadar devam ettiler ve hepsini - fethettiler” (167)

- “945’de (634)... romalılarla Muhammed’in arapları arasında Filistinde, Gaza’nın 12 mil doğusunda bir savaş oldu... Araplar bütün bölgeyi yakıp yıktılar” (168).

Buradaki verileri anlamak zor: Arapların İran’daki egemenliği Sasan soyunun bitiminden sonradır. Yani çok sonraları. Arkeolojik bilgilerimeize göre ama, bu zamanda ne şehir yıkımı oldu ne de kilise, manastır yıkımı. “Muhammed’in Arapları” söylemi ile bir Muhammed’in bu savaşlara katılıdığından mı bahsediliyor, yoksa arapların sembolü bir Muhammed’den mi bahsediliyor, açık değil.

Öyle veya böyle, bu cümlelerin Presbyter Thomas’a ait olması mümkün değil. Çünkü arap peyganmberinin ismi ancak 8. YY’ın ortasından sonra ortaya çıkmıştır. Yazmada Muhammed’in dini bir fonksiyonundan bahsedilmiyor. Bu durumda; bu cümlelerin çok sonraları, 9. YY’da yazılmış olmaları gerekir, Arap Egemenliğinin geçmişini savaşlara dayatıldığı bir zamanda.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(14) Bir halifeler listesi

A. Palmer ingilizceye tercüme ettiği, Muhammed’den Velid’e kadar (ama içinde Ali’nin geçmediği), hüküm sürdükleri süreleri de içeren bir halifeler listesi yayınladı. Yazmanın yazılış tarihini 9. YY tahmin ediyor ve soru işareti koyuyor. Yazının içeriğini ise 705-715 yılları olarak tahmin ediyor (170).

Yazının içeriği, geleneksel İslam anlatımının biliniyor olması şartını getiriyor. Muhammed hakkında “932 (620/621) yılında Dünyaya geldi... ve 7 yıl hüküm sürdü (171)” söylemi ve listede Ali’nin hiç geçmemesi, şüpheler oluşturuyor. Anlaşılan o ki, bu yazma, geleneksel İslam anlatımının henüz yerine oturmadığı, sabitleşmediği bir zamanda ortaya çıkmıştır. Muhtemelen 8. YY’ın sonunda.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(15) Yeni bir liste daha

A. Palmer’e göre Arapçadan Süryaniceye tercüme edilimiş bir diğer liste (173), halifeler listesini Abdul Melik’e kadar içeriyor. Ali’yi yine içermeyen bu liste Muhammed’i Tanrının elçisi olarak belirtse de, yine Muhammed hakkında aritmetik problemler içeriyor. Bu yazmayı da en erken 8. YY’ın sonuna tarihlememiz gerekir.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(16) Bir

maruni kroniği

Bu kronik 664 yılına kadar uzanıyor “and was probably writtin by someone who was alive then” (175). 8.-9. YY’dan kalma küçük parçalar halindeki bu el yazmaları, kontrolü mümkün olmasa da, Muaviye zamanının kilise olaylarına değiniyor. Bir cümlesinde Ali de geçiyor. “Ali de Muaviye’ye karşı savaşacağı tehditini tekrarladı. Ama Hira’da dua ederken (DMA: ayin yaparken, dini ritüleini yaparken) öldürdüler onu. Daha sonra Muaviye Hira’ya gitmek istimişti... (177).

Ne ilk iki yüzyılın Kuran’ında ne de yazıtlarında ve sikkelerinde Ali geçmiyor, ancak 9. YY’ın literatüründe geçiyor. Ayrıca; Marunik anlayışı Marun’a kadar sürdürmek mümkün olsa da, ancak 8. YY’ın sonunda bir Maruni Kilisesinden bahsetmek mümkün. Bu kronikten kalma parçalar ancak 9. YY’da yazılmış olabilirler.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(17) Bir ispanyol kroniği

İspanya’da bulunan ve fakat “Orient’den gelen” küçük bir yazma 741 yılına kadar devam eden bir kroniğin parçasıdır. Bu yazmaya göre Muhammed doğumunda beri “bir halkın meşhur bir boyundandır.” O “çok bilge”dir ve araplar ona “saygı duyar ve kutsarlar/tapınırlar,. Çünkü onu Tanrı’nın elçisi ve peygamberi olarak görürler” (178).

Bu yazıdaki Muhammed hakkında söylenen (“bilge”), Sanal Sebeos’un Heraklius’un Tarihi’ndeki eklemeyi andırıyor hemen (DMA: Bak yukardaki 7. yazı.). Yazma sadece arapların Muhammed’i nasıl gördüklerinden bahsediyor. Fakat polemiğe girmiyor. Bu hristiyan yazarın bu görüş ile herhangi bir sorunu bulunmuyor. İsminden ve Muhammed anlatımından dolayı, bu yazma 8. YY’ın ortalarında ortaya çıkmış olmalı.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

7. ve 8. YY’ın

apokalipseleri (DMA: Kıyamet tasvirleri ağırlıklı literatür.)

Apokalipseler çok zor zamanlarda ve kurtuluş yolu olmayan hissine kapılındığı durumlarda ortaya çıkan bir literatür türüdür. Bu durumlarda Tanrı tarafından yakın zamanda bir dönüm noktası verileceği propagandasını yaparlar. Bu kurtuluşun yakın olduğu genellikle geçmişe bakarak nedenlendirilir. Büyük imparatorluklar sıralanır (Danyal Kitabı’na özenerek). Son imparatorluğun ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan Deccal’ın egemenliği altındaki sıkıntılı/çaresiz yaşam Tanrı tarafından düzeltilecektir.

Özünde apokalypseler sıkıntılı durumlarda umut vermeyi, sabretmeyi ima ederler. Argümalarını tarihi olayları İncil anlatımının şemasına sıkıştırmaya çalışırlar. Hristiyan apokalipseleri modelini Danyal Kitabından alır: “Bu türün şablonu... Bu kitabın yorumlanması Dünya tarihinin bir parçası gibidir” (180).

Aphrahat; Danyal 7’deki vizyonu Babil, Meder, Yunan ve Roma imparatorlukları olarak yorumlamıştı. Fakat hikaye/tarih ile ümit vermeden (181). Suriyeli Efraim bu imparatolukları değiştirmişti: Babil, Medien, Pers ve Makedonya. Peşinden, zamanın sonuna dek sürecek olan İsa’nın egemenliği gelecekti. Ama Efraim’in ikinci Sermo’su (182) henüz tam olarak Danyal apokalipsesini yorumlayan bir yazılım değildi. Daha çok apokalipse ağırlıklı bir vaizdi. Tam bir apokalipse “İslam öncesi” Süryani Danyal Apakalipsesi’nde mevcut (183) 4. veya 5. YY.

Apokaliptik hevesler ve bunun literatüre dönüşmesi sadece zamanın hristiyanlarında değil, yahudilerinde de mevcut. Başlarda; Bizans yönetiminin yahudi karşıtı davranışlarından dolayı, ümitlerine arap egemenliğine bağlamışlardı. Apokaliptik eğilimleri Abdul Melik’in proğramıyla, Kaya Kubbesi’nin yapımıyla artık Kudüs’de bir çağ değişimi beklentisi vardı. Bunların bazıları Kuran’a da girdi.

Dönüm noktası öncesi yaşanan eziyetlerin şeması hep aynı. H. Suermann’ın Sanal Efraim için yazdığı gibi, “Dünyada eziyet ve cinayetler artar, çığlıklar Tanrı’ya kadar ulaştığında, Tanrı sahneye girer...” (186). Canilerin kötülükleri korkunçtur. Yazarlar sadist fantezilerini serbesce çalıştırırlar. Bu tip anlatımların tarihi olaylarla genellikle ilgisi bulunmaz. Görevi; ümit edilen iyi günlere değer kazandırmaktır.

Tasvir edilen bu korkunçluğun tarihi olaylarla, mesela araplarla ne kadar az ilişkisi olduğunu mesela Suriyeli Efraim’in vaizinde görebiliriz (daha sonraları değiştirilmiş olduğu ihtimali mevcut.): Bak, erkeklerin edası/şerefi nasıl yok ediliyor, kadınların ziynet eşyaları nasıl yağmalanıyor. Mızraklarla... ihtiyarları deliyorlar, oğulu babadan, kızı anadan, kardeşi kardeşten, bacıyı bacıdan ayırıyorlar. Damadı yatakta öldürüyorlar, gelini yatak odasından sürüyorlar... Çocuğu anadan alıp, anayı zindana götürüyorlar... Çocuğu atların, develerin çekim hayvanlarının (DMA: eşek, katır, fil vs. gibi) nallarıyla öğütüyorlar/eziyorlar (188).

Böylesi tasvirler 7. ve 8. YY’ın bütün apokalipselerinde mevcut, ama artık arapları da içeriyorlar. Tarihi olaylar olmayıp, kıyamet öncesi yaşamın ne kadar kötü, gaddar, rüşvetci, günahkar ve felaket dolu olduğunu ispatlamayı amaçlayan basmakalıp anlatımlardır.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(18) Sanal Efraim’in vaizi

Yanlışlıkla Suriyeli Efraim’e (Ö:373) atfedilen vaiz (Sermo 5)(189) hem ortaya çıkış zamanı yönünden hem de yazının kapsamı yönünden problemli. 3. ve 4. Bölümlerinde araplardan bahsedildiği için bazılarınca 7. YY’ın birinci yarısına tarihleniyor. G.J. Reinink’in teklifi ise 7. YY’ın üçüncü yarısı (680 veya 683’den öncesi)(190). Bu teklif ama ancak 3. ve 4. bölüm için geçerli. W.Bussert dahi bu bölümlerin sonradan yazılmış olabileceği tahminini belirtmişti: “5. bölümdeki gelecek söylemleri, 3. ve 4. bölümleri göz ardı ediyor” (191). Diğer bölümlerde geçen apokalipselerin de sonradan eklenmiş olma ihtimali var. H. Suermann’a göre bütün olarak “İçerik olarak vaiz 4. YY’a uygun” (192) ve bir çok sefer genişletilmiş ve tekrar elden geçirilmiş. Ama Romalıların “Asurlular” tarafından kovulması, (Muhtemelen Persler demek istendi)(193), olsa olsa 6. ve 7. YY’da ve romalıların buna karşı gelmesi (Heraklius zamanında?)(194) gibi bilgiler, Efraim’den kaynaklanamazlar.

Konumuzla ilgili bölümler 3. ve 4. bölümlerde geçen ve H. Suermann’a göre “müslümanlar” söylemi (195). Gerçekte ise; yazıya sonradan eklenmiş olan, çölde yaşayan Hacer’in zürriyeti mevcut (196). Yazıda ne araplardan bahsediliyor, ne de sarazen ve ismalileden. Ve tabi ki “müslümanlar”dan da bahsedilmiyor. Genel bir anlatımdan sonra, mazlumların çığlığı gökyüzüne kadar çıkar. Nihayet Tanrı tarafından duyulunca da, Tanrı devreye girer. Burada çölde yaşayan Hacer’in soyuna da işaret edilir. Bu olaylar Genesis’deki Hacerin oğullarıyla ve Deccalın gelişinin işaretleri ile ilişkilendirilir: “Ve çölden bir halk gelecek, Sara’nın kölesi olan Hacerin soyu, İbrahim’in anlaşmasına sadık olan...

Bölüm 4’de feleket olaylarından bahsedilir. Bunlar belki orijinalde de mevcuttu. Yalnız; “eşkiya” (“Zafer eşkiya halkının olacak.”) muhtemelen Hacer’in soyunu ima ediyordur. Bunun baştan beri yazmada bulunduğuna veya sonradan eklendiğine karar vermek mümkün değil. Onlar (DMA: eşkiyalar) yağmalarlar, katlederler, esir alırlar, haraca bağlarlar, köle yaparlar, aile fertlerini birbirinden koparırlar. Sonuncusu (aile fertleri) Genesis 20’de (Sara’nın Abimelek’i ziyareti) ve Genesis 37,12-41’de de geçer (yusufun köle olarak satılması.). Geçmiş zaman için ümit krıntıları verse de, kendi günü için pek ümitli değil: “Ve dünyanın bütün halkları sabredip barış gelecek diye ümitlendikten sonra, harraç alacaklar, herkes onlardan korkacak. Dünyada adaletsizlik/haksızlık arttıkca artacak...”(199).

İncil apokalipsi şemasından dolayı, pek bir bilgi bulunmuyor. Sadece; artık Hacer’in soyu egemen. Bu ise olumsuz olarak değerlendiliyor. Bunların çölden geliyor olması, bir bilgi değil bir İncil söylemidir.

Bölüm 4’deki geçmiş zaman için verilen ümide dayanarak, H. Suerman bu ümidi şimdiki zaman için de görüyor, çünkü yazar geçmiş zaman ümidine itiraz etmemiştir. Bu yüzden “Bölüm III ve IV arapların çölden çıktığı zamanda yazılmış olmalıdır” (200).

Hacer’in soyunun çölden çıkışının tarihsel bir olgu olmadığını göz ardı etsek dahi, yazma teselli edecek bir perspektif vermeden bitiyor: Haraç ödeyecekler, haksızlık, adaletsizlik artacak. Burada ola olsa artık arap egemenliğinin yerleşmeye başladığına işaret ediliyordur. Muaviye öncesinin anlatımı olamaz. Tam tesine.

Peşinden zulüm egemenlikleri gelir (bölüm 5), Hunlar’ın akıttıkları kanlar bitmek bilmez (bölüm 6) vs. Bölüm 8 şöyle başlıyor: “Sonra Rab büyüklüğünün gökyüzünden barışını indirecek, Romalılar tekrar eski yerlerinde yükselecekler, gelişecekler...” (201). Peşinden ama tanrıtanımazlık yine artacak ve “zulmün oğlu”, Deccal gelecek, Kudüs’e yerleşecek (202). Uzun süre egemenlik sürecek. Tanrı Henoch ve Elias’ı gönderir, fakat bunlar öldürülürler (bölüm 11). Peşinden Gabriel ve Mihael ve nihayetinde İsa gönderilir (bölüm 12): “Ve İsa sonsuza dek egemenlik sürer, kral olur...” (203).

İlginç olan, ümit edilen Roma imparatorluğunun sadece bölüm 8’de tek bir cümle ile geçmesi. Peşinden gelen cümle ile yine korkunç olaylararın devam etmesi. Ta ki; İsa gelinceye dek. Bu anlatımlar ümit verici bir durumun var olmadığı bir zamana dayanmıyor olsa gerek. Mesela Bizans. Bizans egemenliğinin herhangi bir önemi, ümit verici bir yanı yokmuş gibi. Tersine, sıkıntı/eziyet yerli yerine oturmuş gibi bir izlenmim var. Fakat bu; bölüm 4 haricinde, hiç bir şekilde araplara atfedilmiyor.

Yazma hemen hiç bir coğrafi yere işaret etmiyor. Tarihi yönden “yer”siz. İnce ayrıntlarına kadar anlatıldığı halde, güya hunların yaptığı eziyetler de tamamen “yer”siz. H. Suerman’ın anlamak istediği gibi “müslümanların hızlı fetihleri” de (205) geçmiyor yazmada.

Kısacası, olumsuz olarak görse de, yazarın bir arap egemenliğinden haberi var. Ama onların dini veya İslam hakkında hiç bir şey belirtmiyor. Sadece bölüm 3’de çölde yaşayan Hacer soyunu tanıtırken, onların İbrahim’in anlaşmasına sahip çıktıklarını belirtiyor. Bu, belki İbrahim’in dini olarak yorumlanabilir. Daha olasıklı olan ise; bunların soylarını İbrahim’e dayandırdıklarını söylüyordur yazma.

Diğer bir apokalipse şemasına da dikkat çekmek gerek. Halklar arasında savaş var, asurlular (persler) romalıları yerlerinden sürüyorlar, zulüm devamlı gündemde (207), Ecüc-Mecüc ve hunlar feleket estiriyorlar, nihayetinde Deccal geliyor ve herkesi kandırıyor. Henoch ve Elia göndeldiğinde Deccal tarafından öldürülüyorlar, peşinden önce Gabriel ve Michael ve sonra İsa geliyor.

Asur ve Roma anıldıktan sonra bir kaç cümle ile çölden gelecek olan bir halk tanıtılıyor: “Çölden çıkacak bir halk, Sara’nın hizmetcisi olan Hecer’in oğlu. Hacer ve Sara’nın eşi olan İbrahimle anlaşmalı olan (DMA: İbrahime bağlı olan).” Ki bu halk Deccalın geleceğinin işareti olarak görülüyor (208). Peşinden gelen felaketler ama bu halk ile ilişkilendirilmiyor.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(19) Sanal Methodius apokalipsesi

Suriye’de, muhtemelen Urfa yakınlarında, F.J. Martinez’e göre Kuzey Mezapotamyadaki Singar dağı yakınlarında, 7. YY’ın ikinci yarısında yazılmış olan bu yazma (211), bu tür literatürde istisna olsa da, kritik bir gözden geçirilmiş hali ile mevcut. Bir çok süryanice versiyonu bulunan bu yazma 7. YY’dan önce yunacaya- ki yine çeşitli versiyonlarıyla- ve latinceye, G.J. Reininks’e göre “727’den önce” çevriliyor (212). Bu yüzden “Bizansda ve ortaçağ Ortadoğusunda en etkili ve en yaygın apokaliptik yazmadır” (213).

G.R. Reininke’e göre bunların hiç birisi orijinal değil, süryanice orijinalinin konstruksiyonu mümkün de değil. Bu yüzden süryanice olan birisini alıp diğer versiyonlarıyla, tercümeleri ile karşılaştırıyor (214).

Sanal Methodios’un apokalipsesi (215) 14 kıtadan veya bölümden oluşuyor. Adem’den kıyamete kadar bir anlatım içeriyor. İlk on bölüm karman çorman bir “Dünya Tarihi” içeriyor. İncil haricinde bir çok kaynak daha kullanıyor (216), olayları, isimleri, yorumları acemice bir araya getiriyor. Bu sıralamada bölüm 5 sonradan eklenmiş gibi izlenim veriyor, ki bu bölüm İsmail ve oğulları, yani arapları anlatıyor. Muhtemelen sonradan eklenmiş olması, diğer bölümlerde de belli oluyor: Anlatım arada bir eskiye dönerek arap zamanına değiniyor ve asıl anlatımı kaldığı yerden devam ettirmiyor.

Bölüm 8‘in apokalipse şemasında peşpeşe 4 krallık konu ediliyor: Kuşitler (217) makedonlar tarafından, makodonlar yunanlılar tarafından ve onlarda romalılar tarafından silinirler. Peşinden Büyük İskender’in soyağacını ve Bizansın krallarının geçmişini ve Roma krallarının kuşitlerden nasıl geldiğini anlatmaya çalışır.

Bölüm 10’da yunan ve romalıların İsrail’i yerle bir etmesi analtılır. Bu “mesih”in ölümünden sonradır. Bu söylem doğu süryanisi bir yazara işaret ediyor. Onlar için İsa’nın mesihliği (Tanrı oğlu olması değil) ön plandaydı. Ayrıca haç inancın merkezi bir objesiydi (219).

Bölüm 10’un son iki cümlesi İsmail’e geçiş yapıyor: “Hacer oğlu İsmail’in oğullarını Danyal “güneyin kolu” olarak isimlendirir...” (Dan 11,15)(220). İsmail’in oğulları burada tekrar tanıtılıyor. Oysa bölümm 5’de de tanıtılmıştı. Bölüm 11 ile yeni bir binyıl anlatılır, baştan sona ismaililere değinilir. Bölüm 12’de genel düşünceler verilir: Her israilli gerçek bir israilli değildir, her hristiyan gerçek bir hristiyan değildir. Çoğu hristiyan imanından kopar, son günlerde inançları zayıflar. “Ve bir çoğu, kilisenin oğlu olduğu halde, hristiyan inancını ve kutsal haçı inkar edecek. Ve zorlanmadan ve işkence görmeden ve dayak yemeden İsa’yı inkar edecekler ve inançsızların saflarına geçecekler” (221). Ama yine de her zaman kutsal bir “azınlık” kalacak.

Bölüm 13’de hristiyanların fakir yaşamları ve ismailoğullarının her şeyi yakıp yıkmaları ilişkilendilir. Nihayetinde yunan kralı gelir onları tekrar geldikleri yere, Jatrip (DMA: Yesrib, Medine) çölüne sürer. Böylece yeni bir yunan egemenliği, yani Bizans kurulur. Burada her şey güllük gülüstanlık olur. Bu “Dünyanın son halinden/bitiminden önce görebileceği eniyi/son barış zamanıdır” (222). Sonra; “kuzeyin kapıları” (Dan 11) açılır ve her şey yine korkunç olaylara sahne olur. Yunanlıların kralı Kudüs’e yükselir “artık mahvolmanın oğlu açıklanacaktır. (DMA: Deccal)” (224).

Bölüm 14 bu Deccal’ı anlatır. Kapharnaum’da egemeliği başlar ve her şeyi boyunduruğu altına alır. Yunan kralı Gogotha gökyüzüne kadar uzanan kutsal haçı diker. Ama çoğunluk yine de mucizeler gösteren ama sadece felaket getiren Deccal’ın cazibesine kanarlar. Nihayetinde (Deccal) Kudüs’ü alır: “Gökyüzünden efendimiz indiğinde o (DMA: Deccal) ateşin gehennasına verilecek. Bizi ama, efendimiz İsa mesih cennet krallığına layık bulacak...” (225).

G.S. Reinink Sanal Methodius’un Abdul Melık zamanında yazıldığı görüşünde. Nedeni ise; yaptırdığı Kaya Kubbesi’ndeki dini propaganda dökümanı (226). Reinink’e göre Abdul Melik’in çabaları sadece Bizanstan kopma ve kendi imparatorluğunu kurma amaçlı değil, aynı zamanda yeni bir dini görüşü duyuruyor, yani İslam’ı. Bu yüzden Sanal Methodius bu dine karşı savaş içinde (227). Bizansın “son imparatoru” bu nedenden dolayı “son hristiyan imparatorluğunu” yönetiyor, kutsal haçdan dolayı da Kudüs onun hakkıdır (228).

Reinink’in bu apokalipseyi Abdul Melik zamanına tarihlemesi ve Bizansa karşı olduğu bir yere kadar kabul edilebilir. Ama Kaya Kubbesindeki yazıtının anti hristiyan bir program olduğu görüşü, zamanın kaynakları ile çelişiyor. Bu yüzden Sanal Methodius’un ismaililer ve onların dinleri hakkında ne dediğine bakmak gerek.

Bmlüm 11 (ve bölüm 10’un son cümleleri) ve orijinal yazıya ait diğer bazı anlatımlarla başlayalım: Zamanın Danyal yorumlamasındaki gibi, İsmail’in oğulları güneyden geliyorlar (Dan 11)(230). Perslerin yokolmasından sonra Jathrib çölünde toplanıyorlar. Bunlar tıpkı Genesis 16,12’de de geçtiği gibi, “yabani eşek” olarak anılıyorlar. Onlar (DMA: ismailoğulları/yabani eşekler) herkes için korkunç bir öcüdür. Tanrı onlara “hristiyan imparatorluğunu ele geçirmeleri izni vermiştir”. Onları sevdiği için değil, hristiyanlardan kaynaklanan haksızlıklar ve hrisitiyanların günah işlemelerinden dolayı (251).

İsmaililer orospu elbiseleri giyerek gezinirler, cinsel ve doğal olmayan sapıklıklar yaparlar. Persleri yerle bir ederler, Sicilya’yı, roma ülkelerini, denizlerdeki adaları, Mısır’ı, Suriye’yi fethederler. Yani, Sicilya’yı saymazsak, Abdul Melik’in hükmettiği ülkeler sayılıyor burada. Hepsi haraça ve kafa vergisine bağlanırlar. Yönetenler zalimdir, fakirlere acımazlar, yetimlerle alay ederler (232). Toparlarsak; tam bir hrisityan fakiri (DMA: keşiş yaşamı, riyazet) yaşamı. Bölümün sonuna doğru zulümler kıyamet derecesine erişir, “yaban, eşek” herkese eziyet eder, çünkü “Bu barbar despotlar insan değildir, çöl insanlarıdırlar.”, küçük çocukları, keşişleri öldürürler, onların kadınlarına, kızlarına tecavüz ederler. Onlar “bütün hristiyanların sınavının ateş ocağıdırlar” (233).

İsmaililerin egemenlik bölgesi ve zalimlikleri haricinde hemen hiç tarihsel bilgi içermiyor. İsmaililerin hristiyanlara karşı olduğu belirtilse de, bölüm 11’de onların dini inanaçları hakkında hiç bir ip ucu bulunmuyor.

Bölüm 12’de, hristiyanların sınavları anlatılırken, çoğu hristiyanın mesihi inkar edeceği ve dinsizlere katılacağı belirtilse de, ismaililer ile ilişkilendirilmiyor. Sadece kıyamet öncesi imandan düşüleceği vurgulanıyor. Zorlayarak da olsa Abdul Melik’in Kaya Kubbesi yazmasını yeni bir din ve bu zulümlerin nedeni diye açıklamaya çalışmak doğru olmaz. Çünkü Abdul Melik orada Tanrı’nın hizmetcisi, Meyem’in oğlu Mesih İsa’ya bağlılığını vurguluyor. Ama, bir yunan kilisesi öğretisini, İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu görüşünü reddediyor.

Bölüm 13’de dini ayinlere katılımın ve rahiplere saygının azalmasından şikayet ediliyor. Nedeni ise ismaililer oluyor. Burada anlatılan kötülükler, bölüm 12 ile karşılaştırıldığında o kadar korkunç değil. İsmaililerin hüküm sürdüğü bölge tekrar belirtiliyor. Bütün bu bölge içerisinde artık “hristiyanların kurtarıcısı yoktur.” denilmekte (235).

Bu “kurtarıcı” deyimi G.J. Reinink’e göre sadece baskıdan/esaretten kurtaran anlamında bir terim değil, aynı zamanda bir “kristolojik terim”dir(236). Reinink gibi sabit bir görüşten, İslam egemenliğinin varlığından, yola çıkmazsak, bu terimle anlatılan açık değil. Çünkü cümlenin hemen peşinde “Yunanın kralı onlara karşı sefere çıkacak... kılıcını Yatrep (DMA: Yesrip Medine) çölüne karşı ve babalarının yaşadığı yerlere sallayacak”(257), kadınlarını ve çocuklarını esir alacak. Jatrip’te ismaililer kıtlık yaşayacaklar. Bu anlatım hristiyanlar için bir dinsel kurtulma olsa dahi, yeni bir dinin varlığı anlama gelmez. Burada anlatılan daha çok, yabancı baskıdan, boyunduruktan kurtulmak, özgürlüğe ermek anlamındadır. Hristiyan-ismaili karşıtlığı eski hristiyan-yeni yönetim karşıtlığı anlamına da gelir.

Kısa olan bölüm 5’in diğer bölümlerden daha yeni olması gerekmiyor. Söylemi Eski Ahit söylemilerini andırıyor. İsmaililer Roma’ya, İllirya’ya, Mısır’a, Selanik’e, Sardinya adasına 60 yıl hükmediyorlar (238). Ve aynı zamanda “Hitit kralları ve Hewit kralları ve Amori kralları ve Jebusit kralları ve Girgasit kralları ve Kenan kralları ve Ammonit kralları ve Antik Filisten kralları” onların hizmetcisi/kölesiydiler (239). Burada belirtilen şu topluluklar aslında arap egemenliği zamanında çoktan tarih olmuşlardı. Peşinden; Hakimler Kitabı 7,25 ve 8,5-11’de de geçen dört arap despotunun, “arap kadın Muya’nın oğulları”nın ismi anılıyor ve ekleniyor “İsmailin oğulları midyanitler diye bilinir. (240)”. Ki bu da yine Hakimler 7,23-25’e dayanan bir söylem.

Kral Samsasnakar ismailoğullarından bazılarını esir alır. Onlar da bunun üzerine “Yatrep çölünden (kaçarak)... kültür dünyasına (dalarlar).” (241). İğrenç yemek yeme huylarından ve çıplak gezinmelerinden dolayı barbarlar diye isimlendirirler. Bütün Dünyayı zaptedecekler ve tahtadan yapılmış gemilerle denizlere açılacaklar (242). Ama Gideon tarafından tekrar “kültür dünyasından Yatrep Çölüne” sürülecekler (245). Bölümün (DMA: Bölüm 5) sonuna doğru, gelecekte Jatrip çölünden yine çıkış olacağı bildirilir, Dünyayı yerle bir edeceklerdir ve kültür devletlerini “Mısır’dan Kus’a ve Fırat’dan Hindistan’a ve Dicle’den denize” kadar ele geçirecekler. Çünkü “onlar iki sefer boyunduruk altına alırlar.” (244). Burada bölüm 11’e de ekleme yapan son editör yan yana duran iki ismaili egemenliğini anlatır gibi duruyor. Ve devam: Egemenliklerinin onuncu haftasında “Roma krallığına yenilecekler..., çünkü gerçek krallık bütün diğer krallıkları yener... ve onların hiç birisine yenilmez.” (245).

Buradaki anlatımı anlamak pek de kolay değil. Bir taraftan Hakimler Kitabının geçmişini ve antik Roma’yı yansıtır gibi, diğer taraftan ama arap dünyasının 7. YY’ın sonuna ve 9. YY’ına bir çeçeve çizer gibi. Roma imparatorluğu yenilmez gibi bir tez hangi zaman aralığında söylenmiş olabilir? Abdul Melik ve sonrası için herhalde mümkün değil (Başarısız geçen İstanbul kuşatmasına rağmen.). Ama ismaililer Antik Çağda herhangi bir rol oynamadılarki.

Her neyse. Bölüm 5’de ismaililer hakkında İncil anlatımı haricinde Jathrib çölü geçiyor. Yeni ve diğer bir din hakkında bir söylem bulunmuyor. Eğer tarihi kaynaklara göre Jathrip çölü 8. YY’ın ortalarında ilgi çekmeye başladıysa, yazmayı da bu zamana tarihlememiz gerek. Diğer bir ihtimal: Bilmediğimiz bir nedenden dolayı, Medine’deki mabet yapılmadan önce arapların Medine’ye yönlenmiş olması. Bu zaman 8. YY’sonu olamaz. Çünkü bu zamanda Mekke Medine’ye atfedilen bu rolü üslenmiş olmalıydı (247). Yazmanın anlatım eksikliğinden dolayı bir çok soruya cevap bulmak mümkün değil.

Sanal Methodius apokalypsesi arap egemenliği altındaki eski hristiyan görüşündeki insanların hislerine tercüman olup ümit kırıntıları vermeye çalışıyor. Bunun reel nedeni Abdul Melik yönetimini temsil edilen program, baskı altında tutulmak ve askerlerin eziyetleri. Yazmanın yazarı (yazarları?) ve editörlerine göre egemenlik legal olarak yunan imparatoruna ait.

Sanal Methodius’da “Hristiyan topluluğunda müslümanların kaba kuvveti devamlı mevcut olup, kriz çoktan başlamıştı.” (248) önermesini destekleyecek hiç bir şey bulunmuyor. Halbuki; Sanal Methodius’da bir müslüman inancının bulunmaması Matinez’in de (DMA: Bir önceki cümlenin yazarı) dikkatini çekiyor (249). O zamanlar İslam hakimdi sabit fikriyle, yazmanın söylemi başka taraflara yorumlanıyor – Her zaman olduğu gibi. mi? desek-.

Bütün yorumlarda İslam’dan ve müslümanlardan bahsedilior. Sanal Methodius da bu sabit “bilgi” ile tamamen yanlış yorumlanıyor. Apokalipsenin kendisi bunlardan hiç bahsetmiyor. Sadece bir yerde imandan düşmekten bahsediyor. O da son/kıyamet yaklaşınca. Ve bu da Yeni Ahit alıntılarıyla nedenlendiriliyor. Yani ismaililerden ve dinlerinden bağımsız olup, Yeni Ahit’in kıyamet senaryosundan başka bir şey değil. Yapılan gaddarlıklar, iğrenç bulunan ismaililerin cinsel pratikleri, boyunduruk altında tutmak ve eziyet vs. İslam hakkında bir bilgi içermiyor. Bunlar apokalipse yazımının repertuvarına aittir, tarihsel değeri pek yoktur ve diğer hristiyanlar hakkında da söylenir.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(20) Bir Sanal Methodius fragmanı

Sanal Methodius’a atfedilebilecek olan bir fragmanda (259) Hacer oğullarının felaket getirdikleri belirtiliyor. Yakında ama hristiyanın egemenliği gelecek ve roma/yunan kralları onlarla savaşacak. Haceroğulları Babil’e toplanacaklar ve Mekke şehrine kaçacaklar, egemenlikleri ise orada sona erecek.

Yunan devleti 208 sene sürecek, sonrasında günahkarlık çoğalacak, Ecüc ve Mecüc gelecek, (İskender tarafından) engellenecekler, yine eşkiyalık vs. Ta ki zulmün oğlu (DMA: Deccal) egemen oluncaya kadar. Bir zaman sonra Henoch ve Elia gönderilir. Bunlar zulümcüyü (DMA: Deccal’ı) yok ederler. Tekrar bir yunan kralı başa geçer, kendisi bir kuşitdir. Haçla beraber Golgotha’ya çıkar. Sonra Dünyanın sonu gelir (DMA: kıyamet) ve cennette ve cehennemde genel bir yeniden dirilme.

Bazı değişiklikler gösterse de, bu fragman Sanal Methodius düşüncesine yakınlık gösteriyor. H. Suermann’a göre bu fragman epeyce eski çünkü “Yunan kralı İsmailileri 694 yılında yok edecek derecede yenmişti (251).” Bu yüzden 694’den bir kaç yıl öncesine tarihlemeyi teklif ediyor (252). Ama bu zaferin –İstanbul kuşatması- araplar için yok olacak derecede bir yenilgi olmadığını, hikayenin devamında bir çok sefer sahneye çıktığını göz ardı ediyor, Keza, Dünya’nın sonu –tekrar dirilme, cennet, cehennem- anlatımı Sanal Methodius apokalipsesi ile karşılaştırıldığında teolojik bir anlatım, Henoch ve Elias’ın öldürülmemesi de göz ardı ediliyor. Fragmanın içeriği sonradan geriye doğru yazılmış izlenimi veriyor. Yesrib yerine Mekke’nin anılması 8. YY’ın sonunda yazıldığını gösteriyor. Mekke’nin anılması dışında yazmada “İslam ve müslümanlar hakkında önemli/ağır basan teolojik önermeler (253)” bulmak mümkün değil. Hacer’in oğullarının yeni dininden ise hiç bahsedilmiyor.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(21) Oniki havarilerin İncil’i (254)

J. Rendel Harris bu süryani yazmasını tercüme etti ve baskıya verdi. 8. YY’da Urfa’da yazıldığını tahmin ediyor. Tam ismi “Oniki havarilerin İncili, ve her birinin apokalipsesi”.

Oniki sayısı önemliydi. Oniki havari İsmail’in oniki boyundan gelir (kardeşlerde sorunlu bir durumdur) ve geldikleri boyları yargılarlar. Günümüze kadar gelen bazı diğer apokalipseler: Simon Kepha apokalipsesi, Jakubus apokalipsesi, Genç Johannes apokalipsesi, Jakobus’un kardeşinin apokalipsesi ve Zebedius’un Oğlu apokalipsesi. Hepsi kısa yazmalardan oluşuyor.

Simon Kepha apokalipsesi muhtemelen 5. YY’ın kristoloji tartışmalarını içeriyor. Jakobus apokalipsesi Kudüs’le, oradaki mabedin yıkılmasıyla, Kutsal Kabir Kilisesi’nin Konstantin tarafından yapılmasını konu ediyor (255).” Johannes apokalipsesi Dünya tarihi şeması çiziyor ve İsmail soyunun imparatorluğuyla ilgili.

Bu “İncilde” orijinal olan ve başka tarihlere isabet eden parçaların varlığı burada önemli değil –H.J.W. Drijvers bunu tahmin ediyor (256)-. Buradaki konu Johannes apokalipsesi ile ilgili. H. Suermann’a göre bu apokalipse “700 yılı civarında bir jakobit (DMA: Süryani ortodoks kilisesi üyesi) tarafından Urfa’da yazıldı (57)”.

Bu apokalipse J.R. Harris’e (258), H.J.W. Drijvers’e (259)ve H.Suermann’a (260) göre, müslümanlarla, İslam’la ve Muhammed’le ilgili. Halbuki H. Suermann Muhammed’in isminin geçmediğini şahsen tesbit ediyor ve ekliyor: “Muhammed’in ve İslam’ın dini ve tarihi önemine hiç değinilmiyor... Yazar İslam öğretisi hakkında tek bir kelime sarfetmiyor (261)”.

Apokalipsede önce Johannes tanıtılıyor. O; kutsal ruhun yardımı ile her şeyi ve bu arada geleceği de görüyor/tanıyor. O “kuzeyin krallarını” görüyor, bunlardan birisinin bir işaret gördüğünü de (muhtemelen Konstantin). Bu kraldan sonra tanrıtanımaz ve kötü olan romalıların kralları (bizanslılar) geliyor. Bu yüzden Tanrı ceza olarak persleri göderiyor. Bunlar ama çok güçlülerdir ve insanları sömürüler. Bunun üzerine Tanrı yine ceza olarak medierleri gönderir. Bunların egemenkileri de günahkar olduklarından dolayı sona erer. Tanrı güneyden bir rüzgarla birlikte çok çirkin görünümlü bir halk gönderir (262): “Bunların içinde bir kahraman yükselir ve onlar ona peygamber derler ve onun ellerine vahiy gelir (263)”.

Buradaki tarih anlatımı tamamen Danyal Kitabına dayanıyor (2,31-45; 7; 10,13-11,5). Kitapdaki ”Dört Kral” (Dan 7,17) apokaliptik gelenekte hep peşpeşe gelen dört krallık olarak yorumlandı (Babil, Pers, Yonan, Roma). Johannes apokalipsesinde Babil ve Yunan düşüyor. Pers ve Roma hala mevcut. Ama Medier ve “İsmail” ile yine dörte tamamlanıyor. İki noktada tarihsel olaylar tesine çevriliyor: Medierler perslerden önce vardı. Romalılar (aslında Bizans) persler tarafından sadece kısa süreli geri püskürtülebildi, fakat persler bizansın devamı olmadı. Burada konumuz dördüncü imparatorlukla ilgili.

Güney” İran’ı boyunduruk altına alır ve Roma’yı yerle bir eder. Burada sadece İstanbul değil, Roma tarafından yönetilen bütün yakın doğu bölgeleri kasrediliyor. Herkes bunlardan korkar. “kanun gereği içlerinden oniki meşhur kral ayağa kalkarlar (264).” Burasının oniki halife olarak mı yoksa “kanun”dan, yani Tevrat’tan alıntı olarak mı yorumlanması gerektiği bir tarafa (Genesis 17,20 ve 25,16 İsmail’in oniki oğlunu “prensler” veya “krallar” diye isimlendirir.). İkinci durum daha olasılılıklı, çünkü hemen peşindeki cümle İbrahim ve İsmaile değiniyor “O (İsmail) Güney Dünyasının halkıdır.”

İsmail yağmalar, esirler alır, “ve Dünya bir ucundan diğer ucuna kadar onun hizmetindedir ve çoğu egemenlikler onun emrindedir.” Devamında bildik apokalipse tarzıyla İsmail’in kötülükleri sıralanır. Bu literatür türünün tarihi değeri olmayan basmakalıp anlatımlarıyla devam eder. İsmail’in egemenliği sağlamca yerleşmiştir artık.

Ama bu literatür türünde pek raslanmayan bir kaç nokta dikkat çekiyor: “Onlar (İsmail ve çevresi) efendimiz Mesih’in yandaşlarını zorluyorlar. Çünkü bizim efendimizin isminden sonuna kadar nefret ediyorlar ve onun anlaşmasını bozuyorlar.” Buna Tanrı kızar tabi, önceden Roma’ya, Medier’e Pers’e kızdığı gibi. Sonrasında “kendi aralarında çok savaş ve katliam” olur. “Kuzey” bunu duyar, bütün halkları davet eder, sefere çıkarlar ve kötüleri yok ederler (268). “Ve Rab Güneyin Ruhunu güçlenmiş olduğu bölgeye çevirir ve onun ismini ve gururunu yok eder. Çıktıkları yere adım attıklarında bu gerçekleşecektir...” O gün “Dicle (J.R.Harris: Diglath) isimli yerde sakladıkları” gümüşü alacaklar. “Ve geldikleri ülkeye geri dönecekler” ve başları epeyce belaya girecek (270).

Tarihsel anlamda ne görüyoruz? Apokalipsenin arap egemenliğinin yerine oturduğu bir zamanda yazıldığı açık. Yakın Doğu’daki “Roma”, yani Bizans dönemi artık son bulmuş. Tabi Heraklius’un zaferleri de. “Heraklius bu apokalipsede bulunmuyor (271). Perseleri cezandırmak için gönderilen İsmaili egemenliği çok negatif anlatılıyor. İsmaililerin Bizansın değil perslerin yerini aldığı söylemi, yazarın doğulu bir süryani olduğuna işaret ediyor.

Araplar veya sarazenler isim olarak anılmıyorlar. Yazmada bunlar rüzgar, ruh, güneyin halkı gibi İncil anlatımıyla veya İsmail olarak anılıyorlar –önce tekil sonra aniden çoğul bir anlatımla-. Kurtuluş ise “Kuzeyin Kralı” sayesinde olacak.

Güney ve kuzey kelimeleriyle coğrafi yer isimleri verilmiyor. Örneğin Araplar güneyden, Arap Yarımadasından gelirler veya Kurtuluş kuzeyin Bizansından gelecek vs. gibi. Buradakiler Danyal Kitabının mecazi anlatımlarıdır (Dan11,15: “Güney Devletinin kralı”, V.6: “Kuzey Devletinin kralı”, 8, 9, 11, 14, 15 vs. vs.’de de keza.). Apokalipsede “Kendisi (İsmail) Güney Dünyasının halkıdır” derken, Danyal Kitabına göre anlatım yapıyor. Johannes apokalipsesi onların (İsmail) çıktıkları ve geri döncecekleri yer olarak Dicle’yi işaret ediyor. Egemenliklerinin süresi ise, bir “büyük hafta” ve bir yarım “büyük hafta” Sanal Methodius’dan alınmış gibi (DMA: “büyük hafta” burada 6000 yıllık bir süreyi ifade ediyor.).

Yazmadan tarihsel istila ve savaşlar bulmak da mümkün değil (275). Sadece İran ve “Roma”ın egemenlik altına girdiği ifadesi bulunuyor. İsmailoğullarının “son”dan (DMA: kıyametten) önce birbirleriyle savaşacakları, herhangi bir olaya işaret etmiyor. Tersine sadece devletin yıkılacağını anlatmaya çalışan geleneksel bir söylem (Örneğin bak Mikael 8,24; Matta 12,25 = Lukas 11,17).

Önceden de söylendiği gibi, Muhammed hiç anılmıyor, İslam hiç geçmiyor. Ama Apokalipse bir kahramandan haberdar. “onlar” ona peygamber diyorlar. Bunun anlamı, Urfa’da yaşayanlar arapların bir kahramanından ve peyganberinden haberleri vardı. Bu; en erken 8. YY’ın ortalarını gösteriyor. Bu zamanda isim olarak Muhammed yeni yeni duyulmaya başlamıştı (274). Bu yazmanın urfalıları Muhammed isminden henüz habersizler.

H.J.W. Drijvers yazmannın tarihi olarak 692-705 aralığını veriyor (Sanal Methodius’dan sonra Abdul Melik egemenliğinin sonundan önce)(275). Ama şu söylemler 8. YY’ın ikinci yarısına işaret ediyorlar: “Onlar efendimiz Mesih’in yandaşlarını zorluyorlar”, ondan “nefret” ediyorlar, “onun anlaşmasını” tanımıyorlar. Bu ifadeler ve bütün Johannes apokalipsesi bir jakobit (DMA: Süryani ortodoks kilisesi) yazarı değil, bir doğu süryani kilisesi (nasturi) yazarını yansıtıyor. Çünkü yazmada İsa’nın Tanrı oğlu olduğu değil, mesihliği eleştiriliyor. Diğer taraftan, bu yazma artık hristiyan görüşünün İsmail’den kopmaya başladığının bir dökümanıdır. Bu kopma ama ne Muaviye döneminde mevcuttu ne de Abdul Melik ve oğulları döneminde. Muhtemelen abbasilerin ilk döneminde de henüz bir kopma olmamıştı (276). Bu yüzden, en azından şu önermelerin tarihi için, 8. YY’ın ikinci yarısı daha olanaklı duruyor.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(22) Yahudi apokaliptik tarih yorumlamaları

A Jellinek “R’ Simon ben Jochai’nin Sırları”(277) isimli bir yazmayı redakte edendir. H. Graetz’e göre, yazma, Redaktörün belirttiğinin tersine, Haçlı Seferleri zamanında değil, Emevi zamanın sonunda, 750 yıllarında yazılmıştır (Sonradan eklenmiş bir parça haricinde)(278). Midrasch zehn Könige’den (DMA:???) kaynalanan bu “sırlar” kitabının ikinci bir versiyonu “R’ Simon ben Jochai’nin Duası”(279) ismiyle yaynlandı. 10. YY’ın Fatimilerinin veya Haçlı Seferlerinin zamanına tarihleniyor (280).

"Sırlar”da Arap Egemenliğinden beklenen apokaliptik umitler bulunuyor: “O (Tanrı) onların arasından bir peygamber çıkaracak, kendi kudreti gereği... (281).” Bu peygamber hakkında “kutsal ülkeyi fethetsin ve onlar, yani araplar İsraile geri verecekler. (281)” diye devam ediyor. Böylesi beklentiler Arap Egemenliğinin ilk zamanlarında mümkün: Benzer anlatımlar Sanal Sebeos’un 30. bölümünde de mevcut (bak yukardaki 7. bölüm).

Ama devletlerin ve kralların zaman sıralamasındaki karmakarışık anlatımlar ve raporun ayrıntıarı sorular oluşturuyor. Mesela B. Lewis H. Graetz’in tarihlemesini prensip olarak mümkün görüyor, ama düzeltmeler ve “With the much greater knowledge of early İslamic history that we now posses” gereği doğrulamalar gerektiğini vurguluyor (283). Ve yapıyorda. Ama maalesef daha iyi bilgiler gereği yaptığı düzeltmeler, gerçek tarih değil, bildik geleneksel anlatımlar. Nihayetinde bütün çabalar anlamı karanlık olan bir yazıyı, mecazi söylemlerle ilk “halifelerin” tarihini onaylaylama eğilinde. Bu yorumlar mümkün ama, tutarlı değil. Bir Örnek: B. Lewis’e göre; yazmada geçen “Hazarmaveth kralını”nın (DMA: Genesis 10,26’da geçen bir isim) öldürülmesidir, Ali’nin Muaviye tarafından öldürülmesi anlatımıdır (284). Gözardı edilen nokta ama, Ali ismi ne Kuran’da geçer, ne Hicri tarihinin ilk yüzyıllarında ve ne de “sırlar”da.

Her neyse. Yazma bir kaç “halife” ismi haricinde, ne “İsmail” hakkında bilgi içeriyor, ne de bunların dinleri hakkında. Elimizdeki versiyor yahudi ümidi taşıdığı için, bu apokalipsenin daha eski bir versiyonu olduğunu tahmin etmek mümkün. Yine de bir kaç sefer editlenmiş izlenimini veriyor, ama değiştilmiş ihtimali bulunan bölümler de konumuz hakkında bilgi içermiyor. Benzer durum; daha sonra yazılan rabinin “dua”sı için de geçerli.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Koptik (DMA: Eski Mısır halkı) kaynaklar

Mısır kaynaklı bu dökümanlar değişik literatür türleri olmasına rağmen, sayılarının azlığından ve monofizitik özelliklerinden dolayı burada beraberce gözden geçirilecekler.

(23) Babil’in kutsal çocukları üzerine bir vaiz

“Ateş ocağındaki üç çocuk” (Dan 3,29-25) motifi ihtar vaizlerinde sık sık kullanılmıştır. Anonim iletilen bir vaiz (285) 12. YY’ın Vatikan yazıyla mevcut. H. De Vis bunun kıpti bir dilden tercüme olmadığı, bu dille yazıldığı görüşünde (286): Pek de derine inmeyen monofizitik teoloji içeriyormuş “ve yer yer... komikliğe yakın”mış (287). Yazılış tarihi olarak Arap Egemenliğinin yerleşmesinin ilk yıllarını kabul ediyor (288). R.G. Hoyland ise 640 yılına tarihliyor (289).

Vaiz ibadete ve oruca çağırıyor. Ama bunlar “Tanrıyı öldüren yahidiler”in ve “baskıcı, zinayla kapılmış ve katliam yapan” sarazenlerin ibadetlerinden daha başkaymış... (Onlar da diyorlar ki) “biz, her ikimiz ibadetimizi ve orucumuzu aynı zamanda yapıyoruz”. Ve devamla “bizim için ölen Tanrı oğlunun çektiği, hayat kurtaran eziyeti inkar edenlerin” orucu gibi oruç tutmamak gerekirmiş.

Artık buradaki son söylemle sarazenlerden bahsiliyor olması şart değil. Havarilerin ve “öz/ilk peygamber Musa’nın”, Elia ve Johannes’in, Danyal peygamberin ve ateş ocağındaki üç kutsalın” oruç ibadeti tarzına çağrılıyor (250).

Yazının burası karanlık. Yahudilerin “Tanrı”yı (İsa’yı veya Mesih’i değil) öldürmüş olması veya “Tanrıoğlunun” çektiği eziyetin inkar edilmesi söylemi monofizitik bir temelden kaynaklanıyor. Ama “Tanrı oğlunun çektiği, hayat kurtaran eziyeti” inkar ednlerin kim olduğu açık değil (Çünkü sarazenler artık anılmıyor). Tanrı’nın veya Tanrıoğlunun insanlar için öldüğü söylemine katılmayan (onlar için İsa mesih ölmüştü) süryani hristiyanları mı, yoksa sarazenler mi? Bu erken zamanda sarazenler Abdul Melik’in mesihlik programını henüz tanımadıklarından, süryani-hristiyanı sarazenler olabileceği gibi, (basic monoteizm izleri de gösteren) “putatapar” sarazenler de olabilir. Ne de olsa sözü geçen sarazenler de oruca sahip çıkıyorlar ve R.G. Hoyland’ın belirttiği gibi “Tanrı korkusu” taşıyorlar (291).

Sarazenler hakkında söylenenler, zulmettikler, öldürdükleri ve zina /fahişelik yaptıkları. Bu söylemler askerlerin ağırlıkta olduğu ve başıboş gezdiği her durumda ortaya çıkan şikayetler/suçlamalar. Bu erken zamanlarda henüz yaygın olsa da, zamanla, Muaviye döneminde kontrol altına alınır.

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

(24) İskenderiyeli Benjamin

Benjamin (D. 590) 626 senesinde Pers egemenliğindede İskenderiye kilisesi başkanı olur (bir melkit kilisesi başkanı ile beraber). 631’de Yukarı Mısıra kaçmak zorunda kalır. 643/644 yıllarında “Arap Egemenliği zamanında” İskenderiye’ye geri döner ve 665’de ölür. Kıptice yazdığı “oldukca fazla sayıda ” eserlerinin çoğu kaybolmuş, diğerleri sadece küçük parçalar halinde ve çok sonralarının tercüme edilmiş durumuyla mevcut olduğundan, bir çok konu karanlıkta kalıyor (292).

Konumuzla ilgili çok az haber bulunmakta. Mesela, Kim olduğu bilimeyen bir Amr ona kilise inşa etme hakkı veriyor. Bu durum arapların Mısırı 644’de “fethetmeleri” ile ilişkilendiriliyor. Fakat böyle bir fetih hiç vukuu bulmadı. R.G. Hoyland dahi bu kaynağın tarihselliğinden şüphe ediyor (293).

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...