Jump to content

Michael Behe


Recommended Posts

indirgenemez komplex

basitçe tabir etmek gerekirse ;

Göz ,kan pıhtısı,bakteri kamçısı gibi organların kerte kerte kendinden daha basit yapılardan oluşamayacağını bunların tek hamlede oluşmasınında imkansız olmasından dolayı evrim teorisini çürüttüğünü sanmaktır.

Göz için bir sürü örnek vardır;

Solucandaki basit gözden insana bir çok ara yapıda doğada hala daha göz bulunmaktadır.

Kan pıhtısıda aynı şekilde daha basit yapıda hemoglobine sahip canlılarda bulunmaktadır.

Gibi saçma iddalardır.

Behe mahkemede yargılanarak çapraz sorguda rezil edilmiş ve önüne sunulan kanıtları kabul etmemesinin sebebinin anlamadığı olduğunu kabul etmiştir. bkz.Tanrı yanılgısı

Link to post
Sitelerde Paylaş

İndirgenemez kompleks yapılar en iyi örnek verilerek anlaşılır. Örneğin standart bir otomobilin kendiliğinden yokuş yukarı gidebilmesi için temel olarak motora, şanzumana, şasiye, yakıta, lastiklere vs ihtiyacı vardır (bu ihtiyaçlar listesini tartışma bağlamında önemsemeyin). Otomobil bunlar olmadan yokuş yukarı gidemez dolayısıyla bu organlar otomobil için hayati öneme sahiptirler. Otomobil bunlarsız işlevini kaybedeceğinden otomobilin otomobil olması için bu organlar gereklidir. Eğer otomobili bu temel öğelerden yoksun bırakırsak bütündeki uyum ve bu uyumdan kaynaklanan işlevselliği ortadan kaldırmış oluruz. Öyleyse otomobil indirgenemez yapıda bir bütündür. Ancak otomobilde kapı, tavan, kaporta, ayna vb aksesuarlar hayati öneme sahip değildir. Ayna sökülünce otomobil yine gider.

Canlı yapılarda da benzer özellikler mevcuttur. Örneğin göz karmaşık ve uyumlu birlikteliğe sahip üyelerden oluşan indirgenemez bir yapıdır. Gelişmiş bir gözü açıklamak için öne sürülen daha ilkel gözlerin varlığı, gelişmiş gözlerin nasıl geliştiğinin açıklamasını vermez. Bir hücrenin organizasyonu tıpkı göz gibi hayli karmaşık olup bileşenlerini bütünden bağımsız olarak açıklamak zordur. Hücrede açıkça bir amaç vardır ve bileşenler o amaç için görev yaparlar.

Gelişmiş canlılar da indirgenemez bir çok özellik vardır. İnsan normal koşullarda kalbi olmadan yaşayamaz, kalp hayati organdır. Fakat insan, kolu ve bacağı koptuğunda veya saçı kesildiğinde yaşayabilir, bu uzuvlar organizma bütünü açısından hayati değildir. Dolayısıyla insan gibi gelişmiş canlıların hayati olmayan uzuvlarını örnek göstererek gelişmiş canlıların bu özelliklerinin indirgenebilir olduğunu söylemek yanıltıcıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Göz için bir sürü örnek vardır;

Solucandaki basit gözden insana bir çok ara yapıda doğada hala daha göz bulunmaktadır.

Kan pıhtısıda aynı şekilde daha basit yapıda hemoglobine sahip canlılarda bulunmaktadır.

Daha basit gözün veya basit yapıda hemoglobine sahip olanların varlığını göstermek gelişmişin nasıl geliştiğinin bilgisini veremez. Önvarsayım olarak 'evrimleşmiş olmalılar, başka türlüsü olmaz' derseniz bilgi verdiğini düşünmeniz doğaldır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Daha basit gözün veya basit yapıda hemoglobine sahip olanların varlığını göstermek gelişmişin nasıl geliştiğinin bilgisini veremez. Önvarsayım olarak 'evrimleşmiş olmalılar, başka türlüsü olmaz' derseniz bilgi verdiğini düşünmeniz doğaldır.

Zaten ben yukarda daha basiti var demekki bundan gelmiştir demedim.

Bu evrimleşerek oluşabildiğinin kanıtıdır.

Yani indirgenemez komplexde bahsettiği gibi bir parçası eksik olsa yada bir yapısı farklı olsa bu organ çalışmaz gibisinden çıkarımların yanlış olduğunu gösterir !

Link to post
Sitelerde Paylaş

http://www.evrimteorisi.org/?p=127

Buradaya Göz atmanızı isterim !

İndirgenemez komplekslik kavramının mucidi olan Michael J. Behe, 1996 yılında yazdığı Darwin’in Kara Kutusu (Darwin’s Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution) kitabında indirgenemez kompleksliği şöyle tanımlıyor:
....
...
...

Peki Behe’nin indirgenemez kompleks olduğunu düşündüğü, dolayısıyla da evrimleşmiş olamayacağını ileri sürdüğü ve “biyokimyasal makineler” olarak adlandırdığı yapılar gerçekten evrimleşmiş olamaz mı? Bu yapılar gerçekten de bir bütün halinde mi ortaya çıkmış olmak zorunda? İşte bu noktada, Behe’nin vermiş olduğu örnekler incelendiğinde, bilim adamları bu yapıların evrimleşmiş olabilecekleri sonucuna varıyor. İlk olarak bakteri kamçısını ele alalım....


....
...
Sonuç

Tüm bunlar bize Michael Behe’nin en başında önemli bir hata yaptığını göstermektedir. Michael Behe bir biyokimyacıdır ve özellikle de protein sistemleriyle uğraşmaktadır. Proteinlerden oluşan kompleks yapıların evrimi konusunda yanlış bir düşüncesi var. Behe şöyle düşünüyor: Elimizde 100 proteinden oluşan kompleks bir sistem varsa bu sistemin evrimleşmiş olması için daha önce 99 proteinden oluşan ve aynı görevi yapan bir yapı olmalıdır. 99 proteinlik yapı ise ancak 98 proteinlik ve aynı görevi yapan bir yapıdan evrimleşmiş olmalı. İşte Behe biyokimyasal yapıların evriminin böyle olması gerektiğini düşünüyor. Ama bunun böyle olması gerekmediği çok açık.
:...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Zaten ben yukarda daha basiti var demekki bundan gelmiştir demedim.

Bu evrimleşerek oluşabildiğinin kanıtıdır.

Yani indirgenemez komplexde bahsettiği gibi bir parçası eksik olsa yada bir yapısı farklı olsa bu organ çalışmaz gibisinden çıkarımların yanlış olduğunu gösterir !

Nasıl oluyormuş evrimleşerek oluşabildiğinin kanıtı?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Gelişmiş canlılar da indirgenemez bir çok özellik vardır. İnsan normal koşullarda kalbi olmadan yaşayamaz, kalp hayati organdır. Fakat insan, kolu ve bacağı koptuğunda veya saçı kesildiğinde yaşayabilir, bu uzuvlar organizma bütünü açısından hayati değildir. Dolayısıyla insan gibi gelişmiş canlıların hayati olmayan uzuvlarını örnek göstererek gelişmiş canlıların bu özelliklerinin indirgenebilir olduğunu söylemek yanıltıcıdır.

Ben yaşamımda bu kadar berbat bir analoji, bu kadar berbat bir "indirgenemez karmaşıklık" akıl yürütmesi görmedim. Siz, sanırım canlıların "yürek" gibi yaşamsal önem taşıyan organların canlı organizma dışında sözümona "fabrika" gibi biryerde özenle yapılarak ilgili canlıya entegre edildiğini falan sanıyorsunuz. Evrim Kuramı'nın iddiasına göre düşünürsek yeni doğan gelişmiş bir organizma da zaten yürek var, evrim geçirirken bu "yürek" organı organizma dışında da gelişmiyor, evrilmiyor...Evrim kuramı, "varolan" bir yapının nesilden nesile gelişmesini ve karmaşıklaşmasını anlatıyor; bu "varolan" yapı karmaşıklaştıkça da yine nesilden nesilen o varolan yapının "yan ürünleri" oluyor...O halde daha ne? İndirgenemez karmaşıklık zaten evrim için gerekli, canlılığın üremesi için gerekli. Yaşamsal önem taşıyan yapılar olmazsa zaten "evrim" olmaz; çünkü bahsettiğimiz şey yaşamdır.

Şimdi bütün bunlara birer totoloji diyelim, kötü bir usavurum diyelim.. Peki birşey gerçekten indirgenemez karmaşıklıkta olsa, indirgenemez karmaşıklık tanımı göreği bunu hangi sonuca bağlarız? Bu yapı indirgenemiyor, o halde kesinlikle birisi tasarlamış olmalı mı? Peki bu Tanrı mı?!

Esenlikler!

Link to post
Sitelerde Paylaş
Siz, sanırım canlıların "yürek" gibi yaşamsal önem taşıyan organların canlı organizma dışında sözümona "fabrika" gibi biryerde özenle yapılarak ilgili canlıya entegre edildiğini falan sanıyorsunuz.

Öyle sanmadığım gibi öyle olduğunu da îmâ etmedim. Tasarıma göre 'canlılar birbirlerinden evrimleşmemiştir' demez.

Evrim Kuramı'nın iddiasına göre düşünürsek yeni doğan gelişmiş bir organizma da zaten yürek var, evrim geçirirken bu "yürek" organı organizma dışında da gelişmiyor, evrilmiyor...Evrim kuramı, "varolan" bir yapının nesilden nesile gelişmesini ve karmaşıklaşmasını anlatıyor; bu "varolan" yapı karmaşıklaştıkça da yine nesilden nesilen o varolan yapının "yan ürünleri" oluyor...O halde daha ne? İndirgenemez karmaşıklık zaten evrim için gerekli, canlılığın üremesi için gerekli. Yaşamsal önem taşıyan yapılar olmazsa zaten "evrim" olmaz; çünkü bahsettiğimiz şey yaşamdır.

İndirgenemez karmaşıklığın evrim için gerekli olduğunu söylemek konu hakkıında bilgi zafiyeti olduğunu gösterir. Evrim Kuramı canlıları indirgeyerek açıklayan ve dahi açıklamak zorunda olan bir kuramdır. Kuramı kuram yapan başlıca özellik budur zaten. Sorun evrilme sürecinin detaylarında gizli: Evrim Kuramı'na göre değişimler rastlantı ve zorunluluğun birlikteliğinden doğarken tasarıma göre rastlantı yoktur ve bütün (örneğin DNA) bileşenlerine indirgenerek açıklanamaz.

Şimdi bütün bunlara birer totoloji diyelim, kötü bir usavurum diyelim.

Maalesef. Hatta bu, canlıların kuramın öngördüğü gibi evrimleştiğini kabul edip yine bu kabulü doğrulamak adına canlılarda kanıt aramaktan daha kötü.

Peki birşey gerçekten indirgenemez karmaşıklıkta olsa, indirgenemez karmaşıklık tanımı göreği bunu hangi sonuca bağlarız? Bu yapı indirgenemiyor, o halde kesinlikle birisi tasarlamış olmalı mı? Peki bu Tanrı mı?!

İndirgenemiyorsa bu kesin olarak bütünün bileşenleri öncelediğini ve bütünün önceden amaçlandığını gösterir. Ya tasarım (amaç) ya da Evrim Kuramı (rastlantı ve zorunluluk).

tarihinde sonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Öyle sanmadığım gibi öyle olduğunu da îmâ etmedim. Tasarıma göre 'canlılar birbirlerinden evrimleşmemiştir' demez.

Tasarım öyle demiyor ise "kopyalama" diye birşeyi de umarım biliyordur ve yine umarım bu kopyalamadaki değişiklikleri ve "birikimi" aklının ucundan geçirecek kadar zekidir.

İndirgenemez karmaşıklığın evrim için gerekli olduğunu söylemek konu hakkıında bilgi zafiyeti olduğunu gösterir. Evrim Kuramı canlıları indirgeyerek açıklayan ve dahi açıklamak zorunda olan bir kuramdır. Kuramı kuram yapan başlıca özellik budur zaten. Sorun evrilme sürecinin detaylarında gizli: Evrim Kuramı'na göre değişimler rastlantı ve zorunluluğun birlikteliğinden doğarken tasarıma göre rastlantı yoktur ve bütün (örneğin DNA) bileşenlerine indirgenerek açıklanamaz.

Ben oradaki tümcemde "yaşamsal" önem taşıyan organlardan bahsettim ve verdiğiniz örnek olan "kalp" üzerinden değerlendirdim. Kalbi özne üzerine düşünürsek elbette bu indirgenemez, bir canlının kalbini çıkarırsanız elbette yaşayamaz. Benim burada önemle belirtmek istediğim şey, olayı soyutlayarak nesilden nesile görmenizdir, evrim bilincine iye olmanızdır. Bu özne üzerindeki "kalp" olayına dayanarak elbette indirgenemez karmaşıklık olmalıdır; fakat bu sadece birey/özne için geçerlidir. Nesnel olarak nesilden nesile birikimi ve değişimi aklınızın bir kenarına koyarsanız, konuyu düşünme yetinize bu verileride eklerseniz sorunun yanıtını kendiniz bulacaksınız; ancak bunu yapmak istemediğinizin ya da yapacak bilişsel yetiye erişemediğinizin bilincindeyim.

Maalesef. Hatta bu, canlıların kuramın öngördüğü gibi evrimleştiğini kabul edip yine bu kabulü doğrulamak adına canlılarda kanıt aramaktan daha kötü.

Öngörüldüğü gibi evrimleşmek diye birşey yoktur; gözleme dayalı çıkarsamalar vardır. Doğa bilimleri ile formel bilimleri bu kadar iç içe geçirip olayı sulandırmaktan başka birşey yapmıyorsunuz.

Esenlikler!

Link to post
Sitelerde Paylaş
Tasarım öyle demiyor ise "kopyalama" diye birşeyi de umarım biliyordur ve yine umarım bu kopyalamadaki değişiklikleri ve "birikimi" aklının ucundan geçirecek kadar zekidir.

Elbette tasarım onları da hesaba katıyor.

Ben oradaki tümcemde "yaşamsal" önem taşıyan organlardan bahsettim ve verdiğiniz örnek olan "kalp" üzerinden değerlendirdim. Kalbi özne üzerine düşünürsek elbette bu indirgenemez, bir canlının kalbini çıkarırsanız elbette yaşayamaz. Benim burada önemle belirtmek istediğim şey, olayı soyutlayarak nesilden nesile görmenizdir, evrim bilincine iye olmanızdır. Bu özne üzerindeki "kalp" olayına dayanarak elbette indirgenemez karmaşıklık olmalıdır; fakat bu sadece birey/özne için geçerlidir. Nesnel olarak nesilden nesile birikimi ve değişimi aklınızın bir kenarına koyarsanız, konuyu düşünme yetinize bu verileride eklerseniz sorunun yanıtını kendiniz bulacaksınız; ancak bunu yapmak istemediğinizin ya da yapacak bilişsel yetiye erişemediğinizin bilincindeyim.

Emin olun bahsettiğiniz birikimi hiçe sayarak yazı yazmıyorum:-) Görmenizi istediğim şey kısaca şu: DNA'yı örnek alırsak, en basitinden onun içinde canlının fiziksel özellikleri yazılı (insanı örnek almayın, en basit hücreyi aklınıza getirin). DNA bizim algımızdan bağımsız olarak içinde bilgiler barındırır. Bilgi sözcüğüne de takılmayın, dilerseniz olgusal bir nicelik olarak enformasyon deyin ama kastedilenin ondaki niceliksel özelliğin canlıda karşılığının bulunması olduğunu hatırlayın. Durum bu iken DNA'yı kendisini oluşturan bazlara indirgereyerek açıklayamanın ne kadar anlamsız olduğunu düşünün. Siz Mona Lisa'yı fırça vuruşlarına indirgeyerek açıklayabilir misiniz? Fırça vuruşları mı Mona Lisa'yı önceler yoksa Da Vinci'nin niyeti mi? DNA'yı bileşenlerinden ibaret sanarak açıklamaya çalışmak Mona Lisa'ya fırça vuruşundan ibaret demeye benziyor.

Öngörüldüğü gibi evrimleşmek diye birşey yoktur; .

Vardır. Daha da kötüsü Evrim Kuramı'nın alternatifinin olmamasının nedeni gerçekten alternatifsiz olması değil, onun yöntemsel natüralizmin koruması altında olmasıdır. Evrim Kuramı'nın tasarıma karşı neden tercih edildiği sorusuna 'ediyoruz çünkü açıklamalarımız rastlantı ve zorunluluk dışında bir şey içermemelidir' gibi deneyi önceleyen cevaplar verilir. Öte yandan bir uzvu açıklarken 'mide sindirime, kanat uçmaya yarar' gibi amaç içeren sözler sarfetmekten de kaçınmazlar.

Doğa bilimleri ile formel bilimleri bu kadar iç içe geçirip olayı sulandırmaktan başka birşey yapmıyorsunuz.

Yok böyle bir şey.

tarihinde sonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Görmenizi istediğim şey kısaca şu: DNA'yı örnek alırsak, en basitinden onun içinde canlının fiziksel özellikleri yazılı (insanı örnek almayın, en basit hücreyi aklınıza getirin). DNA bizim algımızdan bağımsız olarak içinde bilgiler barındırır. Bilgi sözcüğüne de takılmayın, dilerseniz olgusal bir nicelik olarak enformasyon deyin ama kastedilenin ondaki niceliksel özelliğin canlıda karşılığının bulunması olduğunu hatırlayın. Durum bu iken DNA'yı kendisini oluşturan bazlara indirgereyerek açıklayamanın ne kadar anlamsız olduğunu düşünün. Siz Mona Lisa'yı fırça vuruşlarına indirgeyerek açıklayabilir misiniz? Fırça vuruşları mı Mona Lisa'yı önceler yoksa Da Vinci'nin niyeti mi? DNA'yı bileşenlerinden ibaret sanarak açıklamaya çalışmak Mona Lisa'ya fırça vuruşundan ibaret demeye benziyor.

Hem niceliksel özelliklerin hesaba katılmasını, hem de niteliğin unutulmamasını istiyorsunuz ve sezgisel örnekler vererek okuyucuları duygusal yönden etkileyerek sonuca varmaya çalışıyorsunuz. Sizin, bizim anlamamızı istediğiniz tek şey, herhangi bir şeyin bir yerde karşılığı olması ve sistemli bir şekilde karşılığı ile bir sonuç vermesidir. Yukarıda bahsettiğiniz şeyler indirgenemez karmaşıklık argümanı değil, akıllı tasarımdır. Siz olgulara idealist olarak yaklaştığınız için bu çıkarsamaları elde etmeniz oldukça doğaldır. Size göre herhangi bir şey başka bir şeyle etkileşime girerek tutarlı bir sonuç veriyorsa, kesinlikle burada bilişsel bir şey olmalıdır ve bundan başka izlenecek bir yöntem de yoktur; kesinlikle tasarlanmıştır. Size göre, uygun koşullarda gayet normal olarak maddenin etkileşimi ve evrimi önemli değildir; bunlar niceliksel değil niteliksel olarak ele alınmalı ve bu koşullarda yorumlanmalıdır. T.G ve T.V yöntemleri dışında konuşmak istiyorum. Ben bu söylediklerinizi (kişisel olarak) kabul etmiyor değilim, benim tek isteğim bu örnekleri insan bilinci dışında değerlendirmektir. Bir gün yolda giderken bir apartman kapısının önünden geçiyordum. Birden otomatik olarak lamba yandı ve duraksadım. İçimden şu sözler geçti: “Bu lamba bilinçli olarak bir araya getirildi ve belirli etkileşimlerde istenilen sonucu veriyor. Maddesel olaylar atomik boyutta böyle değil mi sanki?” Sonra benim o insan bilinci dışında yorumlamalarım aklıma geldi: Bir şeyin tasarlanmış/yaratılmış olmasını hep insani örneklerle yapıyoruz, bu insani kümeden çıkabilirsek ya da bu kümedeki bilgileri dış dünyaya indirgemezsek işte o zaman sonuç tutarlı olabilir!

Kabul etmeliyiz, Da Vinci’nin tablosunu niceliksel olarak değerlendirirsek fırça vuruşlarından başka bir şey değildir, basit birer etkileşimdir; fakat ortaya çıkan o tabloyu niteliksel olarak değerlendirirsek ve işin içine sezgilerimizi de katarsak: Kesinlikle o kadar basit değildir, Da Vinci’nin ruhu ve düşüncesi önemlidir… Ruh dediğimiz üstü kapalı kavramın da evrildiğini umarım söylemeye gerek yoktur; biraz tarihe bakarsak rahatlıkla görebiliriz. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Da Vinci’nin tablosu niceliksel olarak fırça vuruşlarından ibarettir, niteliksel olarak ise mükemmel bir sanat eseridir; ancak o nitelik benimle birlikte ölecektir!..

Esenlikler!

Link to post
Sitelerde Paylaş
Michael Behe'nin ortaya attığı ve sözde evrim teorisini çökerttiği iddia edilen bu indirgenemez komplekslilik hakkında bilgisi olanlar biraz aydınlatabilirlerse sevinirim..

Başlığın konusu olan iletiyi dikkate almamışım. "İndirgenemez karmaşıklık" hakkında R.Dawkins'in birçok kitabı var ancak kısa kesitler olarak alıntılayabileceğim kitap sadece Tanrı Yanılgısı'dır. "Kör Saatçi" ise geniş ölçekte derinlemesine açıklamalar getirmiştir, kitabı satın almanızı tavsiye ederim.

"Tanrı Yanılgısı" kitabından alıntı:

-İndirgenemez Karmaşıklık-

Darwin ve Wallace’nin çözdüğü sorunun önemini şişirmek imkânsızdır. Yaşayan her organizmanın anatomisi, hücre yapısı, biyokimyası ve davranış özelliklerinden, ayrıntılı örnekler vererek söz edebilirim. Ancak görünürde tasarımın en dikkat çekici ve başarılı örnekleri, (bariz sebeplerden ötürü) elbette yaradılışçı yazarlar tarafından ortaya çıkarılmıştır ve benim kibar ironimi hak eden yaradılışçı kitap şudur: Yaşam – Buraya nasıl geldim? İsimsiz bir yazardır ancak Watchtower Bible and Trackt Society tarafından on altı dilde, 11 milyon kopyası basılmıştır. Ancak bu kitap bana yalnızca yayıncı firma tarafından takdir edilmiş gibi geliyor, çünkü 11 milyon adet basılan bir kitabın dünyanın dört bir yanındaki iyilikseverlerden sadece 6 kişinin, bana istemediğim bir hediye olarak göndermesi bunun en sağlam kanıtıdır.

Bu anonim ve savurganca dağıtılmış çalışmanın bir sayfasını rastgele açtığınızda, Venüs Çiçek Sepeti (Euplectella aspergillum) adıyla bilinen süngeri ve beraberindeki Sir David Attenborough alıntısından fazlasını bulamayız: ‘Venüs Çiçek sepeti adıyla bilinen ve silikon dikenlerle bezeli karmaşık bir süngerin temel çatısını incelediğiz de, hayal gücünüz şaşkına döner. Birbirinden bağımsızmış gibi görünen mikroskobik hücreler nasıl bir iş birliği yaparak milyonlarca camsı kıymığı ve bu kadar karmaşık ve güzel bir kafesi oluşturur? Bunu bilemeyiz’ The Watchtower yazarları son cümlemeyi eklemekte zaman kaybetmez: ‘Ancak bildiğimiz bir şey var: ‘Bu sünger rastlantı sonucu tasarlanmış olamaz.’ Bu gerçekten doğru, rastlantıyla tasarlanmış olamaz. Hepimizin bu konuyla ilgili hemfikir olacağımız bir durum vardır. Euplectella aspergillum iskeleti gibi fenomenlerin istatistiksel ihtimalsizlik ne kadar yüksek olursa, rastlantısallık mantıklı bir çözüm olmaya o kadar uzaklaşır: İhtimalsizlik kelimesi de zaten bu durumu tanımlar. Ancak ihtimalsizlik bilmecesiyle aday çözümler, yanlış yorumlanan tasarım ve rastlantısallık değil tasarım ve doğal seçilimdir. Rastlantısallık canlı organizmalarda gözlemlediğimiz yüksek seviyedeki ihtimalsizliklerle açıklamaya getirilen bir çözüm değildir ve aklı başında hiçbir biyolog, böyle olduğunu iddia etmemiştir. Aslında daha sonra açıklayacağım üzere tasarım da gerçek bir çözüm değildir; ancak şimdilik her yaşam teorisinin çözmek zorunda olduğu sorunu açıklamakla devam etmek isterim: raslantısallıktan kurtulma sorunu.

Watchtower’in sayfalarını çevirdikçe, Loğusa Otu (Aristolochia trilobata) adıyla bilinen şahane bitkiye rastlarız ki her parçası mükemmelce tuzağa düşürmek üzere tasarlanmış gibi görünür. Böcekler polenlerle kaplanır ve başka bir Loğusa Otu’na sevk edilirler. Çiçeğin karmaşık zaferi Watchtower’i şu soruyu sormaya iter: ‘Bunların hepsi rastlantı sonucu mu oluşmuştur? Ya da akıllı tasarımcı tarafından mı yaratılmıştır?’ Bir kez daha, hayır, elbette rastlantı sonucu oluşmamıştır. Bir kez daha, akıllı tasarım rastlantısallığın tek doğru alternatifi değildir. Doğal seçilim yalnızca sade, mantıklı ve hoş bir çözüm değildir; rastlantısallığa karşı şu ana kadar önerilmiş tek alternatifidir. Akıllı tasarımcı tıpkı rastlantısallık gibi aynı sakıncadan zarar görür. Bu açıkça anlaşılır biçimde istatistiksel ihtimalsizliğe akılcı bir çözüm getirmez. Ve ihtimalsizlik ne kadar yükselirse, akıllı tasarımcı da aynı oranda mantıksız kaçar. Akıllı tasarımcının sorunu iki katına çıkardığı çok açıktır. Sorunun artmasına bizzat tasarımcı sebep olur çünkü doğrudan doğruya kendi kökeniyle ilgili daha bir sorunu açığa çıkarır. Bir Loğusa Otu kadar olanak dışı bir canlıyı zekâsıyla tasarlama kapasitesine sahip herhangi bir varlık başlı başına en az Loğusa Otu (ya da kâinat) kadar olanak dışı olmalıdır. Bu berbat kısır döngüyü sonlandırmaktan çok uzak olarak Tanrı, döngüyü olabildiğince kötü bir hale sokar.

Watctower’in sayfalarını çevirmeye devam ettiğimizde dev kızılağacın (Sequoiadendrongiganteun) dokunaklı bir açıklamasına ulaşırız. Bahçemde bir tane var çünkü bu özellikle sevdiğim bir ağaçtır; henüz sadece bir bebek, hemen hemen yüz yaşında ancak çevredeki en kısa ağaç. ‘Kızılağacın yanında duran sıska bir adam yalnızca bakışlarını sessizce yukarı diker ve bu heybetli ağaç karşısında saygı duyar. O halde bu görkemli devin yapısı ve onu oluşturan küçük tohumların bir tasarım eseri olduğuna inanmak mantıklı değil midir?’ Bir kez daha, eğer tasarımın tek alternatifinin rastlantı olduğunu düşünürseniz, o halde hayır, mantıklı değildir. Ancak yazarlar ya zekâları yetmeyip kavrayamadıkların ya da bunu yapmayı istemediklerinden, bir kez daha gerçek alternatif doğal seçilimi ima etmeyi unuturlar.

Bitkilerin (ister küçük Farekulakları ister devasa Kaliforniya Çamları) kendilerini inşa edecek enerjiyi kazandıkları sürece fotosentez denir. Watchtower: Bir biyolog şöyle der, “Fotosentez sırasında, yaklaşık olarak yetmiş farklı kimyasal tepkime olur,”. “Bu gerçekten de mucizevî bir olaydır.” Yeşil bitkiler doğanın “fabrikaları” unvanını almışlardır; güzel, dingin, çevre kirletmeyen, oksijen üreten, bitkiler suyun geri dönüşümünü sağlar ve dünyayı besler. Bunun açıklaması rastlantısallık olabilir mi? Buna sahiden inanır mıyız?’ Hayır, buna inanmamalıyız; ancak örneğin ardından örnek tekrarlaması bizi hiçbir şeye ulaştırmaz. Yaradılışçı ‘mantığı’ hep aynıdır. Bazı doğal fenomenlerin rastlantısal olarak var olması istatistiksel olarak çok imkânsızdır ve ilaveten bu fenomenler çok karmaşık, çok güzel, çok huşu uyandırıcıdır. Bu yazarların rastlantısallığa sunabildikleri tek alternatif tasarımdır. Bunların hepsi bir tasarımcı tarafından yaratılmış olmalıdır. Ve bilimin bu hatalı mantığa yanıtı aynıdır. Rastlantısallığın tek alternatifi tasarım değildir. Doğal seçilim daha iyi bir alternatiftir. Aslında, tasarım daha en başında gerçek bir alternatif değildir çünkü çözdüğü sorudan daha büyük bir sorun doğurur: tasarımcıyı kim tasarladı? Rastlantısallık ve tasarım, her ikisi de istatistiksel ihtimalsizliğin çözümü olarak başarısızdırlar çünkü biri başka bir sorun doğurur, diğeriyse sorunu kısır döngüye çevirir. Doğal seçilim gerçek bir çözümdür. Şimdiye kadar sunulmuş yegâne işleyen çözümdür. Ve yalnızca işleyen bir çözüm değil aynı zamanda müthiş bir şıklığın ve gücün açıklamasıdır.

Doğal seçilimi ihtimalsizlik probleminin başarılı bir çözümü yapan ancak aynı anda rastlantısallık ve tasarımı daha ilk adımda başarısızlığa uğratan nedir? Yanıt doğal seçilimin ihtimalsizlik problemini küçük parçalara ayıran birikimli bir süreç olmasıdır. Bu küçük parçaların her biri belli belirsiz imkânsızdır ancak bu o kadar ket vurucu bir durum değildir. Belli belirsiz sonuçlar yüksek miktarda olup, bunlardan bir yığın oluşturulduğu takdirde, bu yığının sonuç ürünü gerçekten çok ama çok imkânsızdır, o kadar imkânsızdır ki rastlantısallığın menzili dışına çıkar. Bunlar yaradılışçının bıktırıcı biçimde geri dönüştürdüğü kanıtın ana fikrini veren sonuç ürünleridir. Yaradılışçı esas sonucu tamamen es geçer çünkü istatistiksel ihtimalsizlik oluşumunu bir kerelik, eşsiz bir sonuç olarak görmekte ısrar eder. Birikimin gücünü idrak edemez.

İhtimalsizlik Dağına Tırmanmak’ta, konuyu bir mesel yardımıyla izah ettim. Dağın bir tarafı tırmanılması imkânsız dik bir kayalıktır ancak diğer tarafta zirveye doğru yumuşak bir eğim bulunur. Dorukta karmaşık bir makine vardır, bu bir göz ya da bakterisel kamçı motoru olabilir. Böyle bir karmaşıklığın parçalarının kendiliğinden birleşebilmesi mantıksız görüşü, dağın eteğinden doruğa sadece tek bir sıçrayışıyla sembolize edilmiştir. Evrim, bunun aksine, dağın diğer tarafında bulunur ve zirveye kadar yumuşak eğimi kullanarak emekler: kolay! Doruğa bir sıçrayışla erişmek yerine yumuşak eğimi ağır ağır tırmanma prensibi oldukça yalındır, insan bir Darwin’in sahneye çıkarak bunu keşfetmesinin bu kadar uzun sürmesine şaşırmadan edemiyor. Başardığı zamanda, Newton’un annus mirabilis’inin üzerinden yaklaşık üç asır geçmişti ki Newton bu başarıyı Darwin’e göre çok daha zor koşullar altında gerçekleştirmiş gibi görünüyor.

Mutlak ihtimalsizliğe bir diğer metafor bir banka kasasındaki şifreli kilittir. Teorik olarak, bir banka soyguncusu şansı olabilir ve rastlantı eseri doğru sayı birleşimini tuşlayabilir. Bankanın şifreli kilidi pratikte bu rastlantısallığı imkânsız kılmaya yeter ihtimalsizlikte tasarlanmıştır; şifreyi çözmek hemen hemen Fred Hoyle’nin Boing 747’si kadar olanak dışıdır. Ancak, her adımda küçük ipuçları veren kötü tasarlanmış bir şifreli kilidimiz olduğunun düşünün; Tıpkı Sıcak-Soğuk oyunu oynayan çocukların ebenin konumuna göre ‘sıcak-soğuk’ diye bağırmaları gibi. (Ebe hedefe yaklaştıkça “sıcak, uzaklaştıkça “soğuk” diye tüyo verilir.) Şifreli kilidin kadran mekanizmasının hırsız her doğru rakama yaklaştığında belirleyici metalik sesler çıkardığını varsayın. Hırsız eninde sonunda büyük piyangoya ulaşır.

İhtimalsizlikten kanıtı kendi lehlerine kullanmayı deneyen yaradılışçıların biyolojik adaptasyonu daima, sonucu belli olmamış bir “ya büyük piyango, ya elde var sıfır” bulmacası olarak sayarlar. ‘Ya büyük piyango, ya elde var sıfır’ safsatasının diğer bir adı da ‘indirgenemez karmaşıklık’tır (İK). Göz görür ya da görmez. Kanat uçar ya da uçmaz. Faydasız orta ürünler oldukları zannedilse de bu açıkça hatalı bir sanıdır. Bu gibi orta ürünler pratikte boldur ki teoride de bunun tam anlamıyla böyle olmasını beklememiz gerekir. Yaşamın şifreli kilidi bir, ‘ısınıyor, soğuyor, ısınıyor’ cihazıdır. Yaradılışçılar İmkânsızlık Dağı’nın yıldırıcı dik kayalığı dışındaki her şeye kör kalırken, gerçek yaşam İmkânsızlık Dağı’nın diğer tarafındaki yumuşak eğimlerin arayışındadır.

Darwin Türlerin Kökeni’nin bütün bir bölümünü ‘Değişiklik geçiren nesil kuramındaki anlaşılmazlıklar’ konusuna ayırmıştır ve şu doğru bir ifade olacaktır ki bu kısa bölüm o zamana kadar ileri sürülmüş bu sözüm ona anlaşılmazlıkların her birini önceden kestirmiş ve günümüz için etkisiz hale getirmiştir. En zorlu sorunlar Darwin’in ‘aşırı kusursuz ve karmaşık organlarıdır’ ki bunlar bazen hatalı bir mantıkla ‘indirgenemez karmaşıklık’ olarak tnımlamıştır. Darwin gözün özel bir sorun çıkardığı belirlemiştir: ‘Gözü, farklı mesafeleri odaklanmaya, farklı miktardaki ışığı içeri almaya ve küresel ve renksel sapmaları düzeltmeye yarayan eşsiz düzeneklerin hepsiyle ele aldığımızda, bu organın doğal seçilimin etkisiyle meydana gelmiş olma olasılığı dürüstçe itiraf ederim ki bana son derece saçma geliyor.’ Yaradılışçılar bu ifadeyi sinsice tekrar tekrar vurgularlar. Darwin’in konuyla ilgili diğer yorumlarını asla vurgulamadıkları söylemeye bile gerek yoktur. Darwin’in oldukça rahat görünen bu itirafı aslında tumturaklı bir hiledir. Bu şekilde rakiplerini tam karşısına almayı ve zamanı gelip de yumruğunu attığında en güçlü etkiyi vermek istemişti. Bu yumruk, elbette ki Darwin’in gözün kademeli olarak nasıl evrim geçirdiğini basitçe izah etmesiydi. Darwin ‘indirgenemez karmaşıklık’ ya da ‘imkânsızlık dağına çıkan yumuşak eğilim’ ifadesini kullanmamış olabilirdi ancak her ikisinin de temelini açıkça anlatmıştı.

‘Yarım gözün faydası nedir?’ ve ‘Yarım kanadın faydası nedir?’ sorularının her ikisi de ‘indirgenemez karmaşıklık’ kanıtının tanımlanmasıyla ilgilidir. İşleyen bir birimin parçalarından birinin çıkarılması eğer tüm birimin işlemesini engelliyorsa, bu birimin indirgenemez karmaşıklıkta olduğu söylenir. Bunun, hem göz hem de kanatlar için bariz bir durum olduğu düşünülür. Ancak bu sanıları dikkatlice gözden geçirmeye vakit tanıdığımızda yanlışlığı hemen fark ederiz. Göz lensi ameliyatla çıkarılmış bir katarakt hastası gözlükleri olmadan net göremez ancak bir ağaca çarpmayacak kadar ya da bir uçurumdan düşmeyecek kadar iyi görür. Bir yarım kanat gerçekten de tam bir kanat kadar iyi değildir ancak hiç kanat olmamasından kuşkusuz daha iyidir. Bir yarım kanat bir ağaçtan ya da belirli bir yükseklikten düşüşünüzü hafifleterek hayatınızı kurtarabilir. Ve bir kanadın yüzde 51’lik bölümü biraz daha uzun bir ağaçtan düştüğünüzde sizi kurtarabilir. Bir kanadın hangi oranda bölümüne sahip olursanız olun, düştüğünüzde hayatınızı kurtaracağı bir yükseklik vardır ki buna göre biraz daha küçük bir kanatçık aynı düşüşte size fayda sağlamayacaktır. “İnsanların üzerinden düşebileceği farklı boylardaki ağaçlar” deneyi teorik olarak dikkate alınması gereken bir yöntemdir ve yüzde 1’den yüzde 100’e kadar olan her bir kanat kendine özgü bir yumuşak düşüş avantajı sağlamalıdır. Ormanlar havada süzülen ya da paraşüt yapan hayvanlarla doludur ve bunlar pratikte İmkânsızlık Dağı’nın özel eğiliminden yukarı tırmanan her adımda örnek teşkil ederler.

Farklı boylardaki ağaçtan düşüşe kıyasla, yarım bir göz (yüzde 50’lik) bir hayvanın hayatını kurtarabilirken, yüzde 49’luk bir gözün bunu yapamayacağı durumları akla getirmek oldukça basittir. Yumuşak düşüşlerin buradaki karşılığı, ışıklandırma şartlarındaki değişiklikler ve avınızı ya da avcınızı görebildiğiniz mesafedeki değişiklerdir. Ve kanatlar veya uçmayı elverişli bedensel yapılar gibi mantıklı orta ürünleri akla getirmek oldukça basittir: Hayvanlar âleminin her köşesinde bolca bulunurlar. Yassı solucanın, tüm mantıklı ölçümler dâhilinde, yarım insan gözünden daha düşük yetenekte bir gözü vardır. Nautilus (ve belki de soyu tükenmiş fosil kuzenleri ki Paleozoik ve Mesozoik suların hâkimiydiler) yassı kurt ve insan arasında, orta düzeyde bir göze sahiptir. Işığı ve gölgeyi fark edebilen ancak görüntüden yoksun yassı kurt gözünün aksine, Nautilus’un ‘iğne deliği kamera’ gözü gerçek bir görüntü elde eder; Ancak bizimkisine kıyasla bu, bulanık ve karanlık bir görüntüdür. Görüntü netliklerine rakamsal bir değer atamak sahte bir kesinlik olacaktır ancak aklıselim hiç kimse inkâr edemeyecektir ki omurgalıların ve birçok diğer canlının bu gibi gözlere sahip olması gözsüz olmaktan çok daha iyidir ve dolayısıyla bu varlıkların tümü İmkânsızlık Dağı’nın zincirleme ve yüzeysel yamacı boyunca uzanırlar. Bizim gözümüz ise zirveye çok yakındır; en tepede değildir ama buna çok yakındır. İmkânsızlık Dağına Tırmanmak’da, bir konuyu bütünüyle göz ve kanatlara ayırdım. Ve bunu varlıklar için yavaş ve kademeli derecelerle evrim geçirmenin ne kadar kolay olduğunu göstermek için yaptım. Şimdi başka bir konuya geçiyorum.

Böylece, gözlerin ve kanatların kesinlikle indirgenemez karmaşıklık olmadıklarını gördük; ancak bu ayrıntılı örneklerden daha ilginç olanını kazanmamız gereken genel ibrettir. Birçok kişinin bu apaçık kanıtlarla kör kalarak ölmesi bizi daha belirsiz diğer kanıt örnekleri konusunda uyarmaya hizmet etmelidir. Mesela ‘akıllı tasarım kuramcılarının’ siyasi avantajlı örtmecesinden yararlanan yaradılışçıların günümüzde çığırtkanlığını yaptıkları hücresel ve biyokimyasal kanıtlar.

Burada eğitici bir hikâyemiz vardı ve bize şu fikri verdi: Hiçbir şeyin indirgenemez karmaşıklıkta olduğunu beyan etmeyin; bununla ilgili olasılıklar şu yöndedir ki, ya ayrıntıları yeterince özenle incelememişsinizdir ya da yeterince özen gösterdiğinizi zannetmişsinizdir. Diğer taraftan biz bilim yanlıları kesin biçimde aşırı güvenli olmamalıyız. Belki de etrafımızda, doğada, hakiki indirgenemez karmaşasıyla gerçekten de İmkânsızlık Dağı’nın yumuşak eğiminin önüne geçen bir şey vardır. Yaradılışçılar, “eğer gerçek indirgenemez karmaşıklık tam anlamıyla kanıtlanabilseydi Darwin’in teorisine zarar verirdi” derken haklıydılar. Darwin bunu zaten söylemişti: ‘Eğer çok sayıda başarılı ve irili ufaklı değişiklikler sayesinde oluşturulması mümkün olmayan herhangi bir karmaşık organın varlığı kanıtlanabilseydi, teorim kesinlikle hezimete uğrardı. Ancak ben böyle bir durum göremiyorum.’ Darwin böyle bir durumu göremezdi ve tüm o gayretli, gerçekten umutsuz çabalara rağmen onun zamanından itibaren hiç kimse de göremedi. Yaradılışçılığın bu kutsal efsanesi için birçok aday çözüm getirmeye çalışmış, nitekim sunulan hiçbir çözümün savunması yapılamamıştır.

Öyle ya da böyle, indirgenemez karmaşıklığın gerçek örneklerinin keşfedilip Darwin’in teorisinin yıkılmış olduğunu düşünsek bile, bu keşiflerin beraberinde akıllı tasarım teorisini de yıkmayacağını kim söyleyebilir? Aslında, akıllı tasarım teorisi çoktan zedelendi, çünkü söylemekten usanmayacağım üzere, Tanrı hakkında her ne kadar az bilgi sahibi olsak da onun son derece karmaşık ve muhtemelen indirgenemez olduğundan emin olabiliriz!

(Boşluk İbadeti / Bilgi Boşluklarına Tapınmak)

İndirgenemez karmaşıklığın detaylı örneklerini bulmaya çalışmak aslen bilimsel bir ilerleme yöntemi değildir; mevcut bilgisizlikten kanıt çıkarmaya çalışmaktır. İlahiyatçı Dietrich Bonhoeffer tarafından ortaya atılan ‘Boşlukların Tanrısı’ kurnazlığı gibi aynı hatalı mantığa başvurur. Yaratılışçılar günümüzün bilim ya da bilgi birikiminde boşluklar bulmak için can atarlar. Eğer açık bir boşluk bulunursa, bu boşluğu hükmen Tanrı’nın doldurma zorunluluğu olduğu addedilir. Bonhoeffer gibi düşünceli (!) ilahiyatçılarımızı endişelendiren ise bilimin ilerlemesiyle bu boşlukların küçülmesi ve bunun sonucunda Tanrı’nın görevsiz ve sığınaksız kalma tehdidiyle karşı karşıya kalmasıdır. Bilim adamları farklı endişeler duyarlar. Cehaleti kabullenmek bilimsel atılımın başlıca görevlerindendir. Üstelik bilim adamları gelecekte zaferle sonuçlanacak araştırmaları göz önünde bulundurup, bu tür bir cehalete sevinmelidirler. Arkadaşım Matt Ridley’in yazdığı gibi, ‘Bilim adamlarının çoğunluğu önceki keşiflerinden sıkılmışlardır. Onları alevlendiren bilgisizliktir.’ Mistikler gizeme sevinirler ve gizemli kalmasını isterler. Bilim adamları gizeme farklı bir nedenle sevinirler: bu onlara keşfedecek bir şey sunar. Daha genel anlamda, Bölüm 8’de tekrarlayacağım üzere, dinin gerçekten de kötü etkilerinden biri de bize, anlamadan tatmin olmanın bir üstünlük olduğunu öğretmesidir.

Bilgisizliğin itiraf edilmesi ve geçici gizem, sağlam bilim için yaşamsaldır. Ancak bu sebepten ötürü, ne yazık ki yaratılış propagandacıların ana stratejisinin, bilimsel tecrübede boşluk arayan ve bu boşlukları hükmen ‘akıllı tasarımın’ doldurması gerektiğini öne sürenlerinkiyle ters düştüğünü söylemeden geçemeyiz. Aşağıdaki ifade kuramsaldır ancak tamamen tipiktir. Bir yaratılışçı der ki: ‘Küçük benekli gelincik kurbağasının bacak eklemi indirgenemez karmaşıklıktır. Tüm parçaları yerli yerinde olmazsa, hiçbir parçası işlev getiremez. Bahse girerim gelincik kurbağasının bacak ekleminin, yavaş ve kademeli derecelerle evrimleştiğini söyleyecek görüşte olmazsınız.’ Eğer bilim adamları hızlı ve anlaşılır bir yanıt vermeyi başaramazlarsa, yaratılışçı hükmen bir sonuç elde eder: ‘Tamam o zaman, alternatif teori, “akıllı tasarım”, hükmen kazanır.’ Buradaki önyargılı mantığı fark ettiniz mi: Eğer A teorisi bazı noktalarda başarısız oluyorsa, teori B doğru olmak zorundadır. Kanıtın ters yüz edilerek uygulanmadığını söylemeye dahi gerek duymuyorum. Sözüm ona yerini alacağı teorinin tıpatıp aynı detay üzerinde verimli olup olmayacağını kontrol etmeden, şipşak zorunlu teoriyi benimsemeye teşvik ediliriz. Akıllı tasarıma (AT) bir Hapisten Çık Kartı bağışlanır ki bu evrimin yarattığı güçlü iddialara karşı sihirli bir dokunulmazlıktır.

Ancak burada altını çizmek istediğim nokta, yaratılışçının dalaveresinin bilim adamı için gerçekten elzem olan “(geçici) şüpheden haz almayı” baltalamasıdır. Bütünüyle politik nedenlerden ötürü, günümüz bilim adamları şu tarz ifadelerden kaygı duyarak kaçınırlar: ‘Hım, ilginç bir konu. Merak ediyorum, acaba gelincik kurbağasının atalarının bacak eklemi nasıl evrim geçirdi? Ben gelincik kurbağalarının uzmanı değilim, Üniversite Kütüphanesi’ne uğrayıp inceleme yapmam gerekir. Bu bir son sınıf öğrencisi için ilginç bir proje olabilir.’ Bir bilim adamı böyle bir söz söylediği anda yaratılışçının kitabında zorunlu bir sonuç doğacaktır: ‘Gelincik kurbağasını yalnızca Tanrı tasarlamış olabilir.’

Ayrıca, bilimin yeni araştırma hedeflerini belirlemek için bilgisizlik alanlarının açığa çıkarılmasıyla ilgili metodolojik gereksinimiyle, Akıllı Tasarım’ın hükmen zaferini ilan etmek için aynı alanları ele geçirme gereksinimi arasında talihsiz bir bağlantı vardır. Bu kesin bir tanımla, Akıllı Tasarım’ın kendi ispatının olmaması ancak bilim tecrübesinin boş bırakıldığı alanlarda tıpkı bir yabani ot gibi serpilmesinden ileri gelir. Ve Akıllı Tasarım’ın bu yönü, bilimin aynı boşlukları tanımlama ve araştırmaya başlama planıyla rahatsız edici şekilde örtüşür. Bu bağlamda, bilim Bonhoeffer gibi bilge ilahiyatçılarla ittifak oluşturmak zorunda kalır ki her iki taraf da naif, popülist ilahiyatın ve akıllı tasarımın boşluk ilahiyatının ortak düşmanlarına karşı birleşmiş olurlar.

Yaratılışçıların fosil kayıtlarındaki ‘boşluklar’ ile olan aşk meselesi tamamen boş olan ilahiyatlarını sergiler. Bir keresinde sözüm ona Cambrian Patlaması’yla ilgili bir konuyu şu ifadeyle açtım, ‘Sanki fosiller hiçbir evrimsel geçmiş olmaksızın dünyaya öylece bırakıldılar.’ Bu ifadeyi seçmemdeki amacım okuyucuların iştahını kabartıp, hemen akabinde geniş bir açıklamaya yer vermekti. Bunun önemini sonradan kavradım ancak hoşgörülü açıklamam bir yerinden kesilerek ve açılış cümlem sinsice alıntı yapılarak saptırılacaktı. Keşke bunu tahmin edebilseydim. Yaratılışçılar fosil kayıtlarındaki ‘boşluklara’ bayılırlar, tıpkı genel anlamda boşluklara bayılmaları gibi.

Birçok evrimsel geçiş, kademeli olarak değişim geçiren ara fosillerin daha kısa ya da uzun süreli serileri sayesinde açıkça belgelenmiştir. Bazıları belgelenmemiştir ve bunlar şu ünlü ‘boşlulardır.’ Michael Shermer’in de zekice belirttiği üzere, ‘eğer yeni bir fosilin keşfi bir ‘boşluğu’ temizce ortadan ikiye ayırırsa, yaratılışçı artık iki kat fazla boşluk olduğunu iddia edecektir!

Ve her koşulda yersiz bir düşünce olan gıyabında hüküm vermeye yönelecektir. Eğer doğru varsaydığımız bir evrimsel geçiş belgeleyecek fosiller ortada yoksa evrimsel geçiş yok farz edilir ve Tanrı’nın müdahalesi hükmen kazanır.’

Gerek evrimde gerekse diğer herhangi bir konuda, öykünün her adımının eksiksizce belgelenmesini talep etmek düpedüz mantıksızlıktır. Birisini cinayetten mahküm etmeden önce pekâlâ katili cinayete ilişkilendiren her adımın eksiksiz bir sinematik kaydını hiçbir kareyi atlamadan talep edebilirsiniz. Ölen canlıların bedenlerinin yalnızca küçük bir bölümü fosilleşir ve bulabildiğimiz kadar ara fosil bulduğumuzda şanslı sayılırız. Oysa elimizde hiçbir fosil olmayabilirdi ki bu durumda evrim için moleküler genetik ve coğrafi dağılım gibi diğer kaynaklardan kanıt elde edebilirdik. Bu kanıtlar da karşı konulmaz derecede güçlü olurlardı. Diğer yandan, yalnızca bir fosilin yanlış bir jeolojik katmanda ortaya çıkması halinde, evrim teorisi patlak vermiş olurdu. Bağnaz bir Popperian evrimin yanlışlığını git gide daha ispatlanabilir olduğunu söyleyerek bir tartışma başlattığında, J.B.B.Haldane güçlü bir şekilde kükredi: ‘Precambrian’daki fosil ödlekleri. Yaratılışçıların, yanlışlığıyla bilinen, Coal Measures’daki insan kafatasları efsaneleri ve dinozor ayak izlerinin arasında karışmış insan ayak izleri hikâyelerine rağmen kronolojik açıdan hatalı fosiller asla gerçekten bulunamamıştır.

Boşluklar yaradılışçının zihninde, hükmen Tanrı tarafından doldurulur. Aynı tutumu ayrıca Olasılıksız Dağı kitlesinin görünüşte olan boşlukları için de sürdüler; yani kademeli eğimin ayrıntılarıyla keşfedilmemiş olduğunu veya keşfedilmeye gerek duyulmadığı bölgelerde. Bilgi ya da kavrayış eksikliği olan alanların kendiliğinden, hükmen Tanrı’ya ait oldukları addedilir. Pratik bir çareymiş gibi ‘İndirgenemez karmaşıklığın’ etkili bir beyanına başvurmak, gerçekte hayal gücünün başarısızlığını simgeler. Bazı biyolojik organların, mesela bir bakterisel kamçı motorunun ya da bir gözün biyokimyasal bir yol izlememesi durumunda, daha fazla kanıta gerek duyulmadan bunların indirgenemez karmaşıklık olduğu hükmü verilir. İndirgenemez karmaşıklığa delil göstermek için hiçbir girişimde bulunulmaz. Eğitici göz, kanat ve birçok başka organ öykülerinin anlatılmasına rağmen, şüpheli övgüye layık görülen (İndirgenemez karmaşıklık övgüsü) yeni adayların her birinin apaçık biçimde indirgenemez karmaşıklık oldukları varsayılır ve bu konumları hür iradeye bağlı olarak geçerlilik kazanmış olur. Ancak bu konuda biraz düşünmelisiniz. Eğer indirgenemez karmaşıklık tasarımın bir kanıtıysa, bu kanıt ancak ve ancak hür iradeyle sağlanmış olabilir. Siz de bu durumda daha fazla kanıt ya da doğrulamaya ihtiyaç duymadan yalın bir şekilde, gelincik kurbağasının karmaşık yapısının (Bombardıman böceğinin, vs.) tasarımı ispatladığını iddia edebilirsiniz. Bunun bilimsellikle uzaktan yakından alakası yoktur.

Hür irade mantığını aşağıdaki bir metin üzerinde uygulayıp inandırıcılığı sınayalım: ‘Ben [kendi isminizi yerleştirin] kişisel olarak [biyolojik bir fenomeni yerleştirin] adım adım gelişmiş olabileceği hiçbir gidişatı aklıma getiremem. Bu yüzden bu bir indirgenemez karmaşadır. Dolayısıyla tasarlanmıştır.’ Bu şekilde deneyin ve bazı bilim adamları için bir orta ürün keşfederek ortaya çıkmanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlayın; ya da en azından mantıklı bir orta ürünü hayal etmenin. Üstelik bilim adamları ilginç bir açıklamayla ortaya çıkmasalar da, ‘tasarımın’ iyi sonuç verdiği varsaymak su katılmamış kötü mantıktır. ‘Akıllı tasarım’ teorisinin altında yatan düşünce tembel ve bozguncudur; klasik ‘Boşlukların Tanrısı’ düşüncesi. Buna daha önceleri Kişisel Kuşkuculuktan Kanıt ismini vermiştim.

Gerçekten muhteşem bir sihirbazlık numarası izlediğinizi hayal edin. Meşhur sihirbaz ikilisi Penn ve Teller’ın rutin bir gösterisinde, bu kişiler birbirlerine aynı anda tabancayla ateş eder ve her ikisi de mermiyi ağızlarında yakalamış gibi yaparlar. Tedbir almak amacıyla, mermileri silahlara doldurmadan önce üstlerine tanımlayıcı çizgiler atılır ve bu prosedürün tamımı izleyiciler arasındaki ateşli silah tecrübesi olan gönüllülerin yakın şahitliğinde gerçekleşir. Görünürde tüm hilekârlık olasılıkları elimine olmuştur. Teller’ın işaretli mermisi Penn’in ağzını boylar ve Penn’in işaretli mermisi de Teller’ın. Ben [Richard Dawkins] bunun bir hile olabileceği hiçbir durumu akla getirecek yeterlilikte değilim. Kişisel Kuşkuculuktan Kanıt, önsezinsel beyin merkezlerimin derinliklerinden bağırır ve neredeyse beni şunu söylemeye zorlar, ‘Bu bir mucize olmalı. Burada bilimsel bir izah yok. Mutlaka doğaüstü bir güçtür.’ Ancak bilimsel eğitimin sakin sesi farklı bir mesaj iletir. Penn ve Teller dünya çapında nam salmış sihirbazlardır. O halde bunun mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır. Belki de ben çok saf ya da çok dikkatsizim. Ya da hayal gücünden yoksunum. Bu, hokkabazlık numarası için uygun bir yanıt olduğu gibi ayrıca indirgenemez karmaşıklık olduğu sanılan bir biyolojik fenomen için de uygun bir yanıttır. Doğal bir fenomene olan kişisel şaşkınlığın karşısında ivedi biçimde doğaüstü bir gücü akla getiren insanlar, kaşığı büken bir hokkabazı gördüklerinde bunun ‘paranormal’ bir olay olduğu sonucuna atlayan delilerden farksızdırlar.

İskoç kimyacı A.G.Cairns-Smith, kitabı Hayatın Kaynağına Dair Yedi İşaret’te bir su kemeri benzetmesinden faydalanarak ek bir noktaya parmak basar. Yontulmamış taşlardan ve harçsız yapılan bir kemer hiçbir yerden destek almasa da dengeli bir yapı olabilir ancak indirgenemez karmaşıklıktır: eğer taşlardan bir tanesi yerinden sökülürse kemer yıkılır. O halde bunun ilk inşası nasıl yapıldı? Bunun bir yolu, sağlam bir taş yığınının etrafına kazık döşemek ve ardından dikkatlice kazıkları teker teker çıkarmaktır. Daha genel bir tanımla, bir parçasının eksiltilmesiyle ayakta kalamaması anlamında indirgenemez olan birçok yapı vardır ancak bu yapılar sonradan çıkarılan ve bir daha gözükmeyen iskelelerin yardımıyla inşa edilir. Yapı bir kez tamamlandığında, iskele güvenle kaldırılabilir ve yapı sabit kalmayı korur. Evrimde de böyle olur, incelediğimiz organ ya da yapı, canlının atalarında var olan ancak artık gerek duyulmayan bir iskele sayesinde oluşmuş olabilir.

‘İndirgenemez karmaşıklık’ yeni bir fikir değildir ama tabir yaradılışçı Michael Behe tarafından 1996’da uydurulmuştur. Bu zat, yaradılışçılığı biyolojinin yeni bir alanına taşımakla itibar kazanmıştır. (Eğer itibar doğru bir deyişse.) Bu alanlar biyokimya ve hücre biyolojisidir ki bunları boşluklar için gözlerden ve kanatlardan daha keyifli bir avlanma zemini olarak görmüş olabilir. İyi bir örnek vermeye en yaklaştığı an (ki bu hâlâ kötü bir örnektir) bakterisel kamçı motoru konusudur.

Bakterisel kamçı bir doğa harikasıdır. İnsan teknolojisinin dışında, bağımsızca bir eksen çevresinde döndüğü bilinen tek aks örneğidir. Sanırım büyük hayvanlar tekerlekli olsalardı bu durum indirgenemez karmaşıklığa gerçek bir örnek teşkil edebilirdi ki büyük ihtimalle bu yüzden tekerleksizdirler. Sinirler ve kan damarları bir mil yatağının içinden geçseler nasıl olurdu? Kamçı ince bir pervanedir ve sayesinde bakteri suyun içinde oyuklar açarak yol alabilir. ‘Yüzmek’ değil de ‘oyuk açmak’ diyorum çünkü varoluşun bakterisel ölçeğinde su çok daha farklı bir etkidedir. Daha çok, pekmez, jöle hatta kum gibidir ve bakteriler suyun içinde yüzüyor görünmekten ziyade suda tünel açıyor ya da vida gibi kıvrılıyormuş gibi görünür. Daha büyük organizmalar olan tek hücrelilerin sözde kamçılarının aksine, bakterisel kamçı gibi dalgalanmaz ya da kürek gibi çekilmez. Bir mil yatağının içinde gerçekten serbest bir eksende devamlı olarak dönen bir aks vardır ki fevkalade, küçük bir moleküler motorla güç alır. Molekül seviyede, bu motor tıpkı bir kas prensibiyle çalışır ancak aralıklı kasılmalardan ziyade serbest bir rotasyon izler. Kamçı motor, tıpkı minik bir tekne dışı motor olarak tanımlanır. (mühendislik standartlarına rağmen şaşırtıcı derecede yetersiz ve bir biyolojik mekanizma için alışılmadık bir tanım)

Behe tek bir doğrulama, açıklama ya da ayrıntıya rağbet etmeden, bakterisel kamçı motorunun bir indirgenemez karmaşıklık olduğunu açık bir şekilde beyan eder. İddiasının lehine bir kanıt sunmadığından, hayal gücüyle ilgili bir eksiklikten şüphe ederek başlayabiliriz. Bundan başka, ilgili biyolojik literatürün sorunu es geçtiğini iddia eder. İddiasının yanlışlığını ayrıntılarıyla ve (Behe için) utanç verici şekilde, 2005’de Pennsylvania’da Yargıç John E. Jones’un mahkemesinde belgelenir. Bu mahkemede Behe, yerel bir devlet lisesinin fen müfredatına ‘akıllı tasarım’ yaradılışçılığını dayatmaya çalışmış bir grup yaradılışçının namına uzman bilirkişi olarak ifade vermişti. Yargıç Jones’ten alıntı yaparsak bu ‘olağanüstü bir saçmalık’ hareketiydi. (İfade ve ifadenin sahibi kişinin kaderinde kesinlikle uzun süreli şöhret varmış.) Birazdan göreceğiniz üzere, bu Behe’nin duruşma sırasında çektiği tek utanç değildi.

İndirgenemez karmaşayı ispat etmenin kilit noktası, hiçbir parçanın kendi kendine kullanışlı olmayacağını göstermektir. Herhangi bir işlev yerine getirebilmesinden önce tüm parçalar yerli yerinde olmak zorundadır (Behe’nin gözde benzetmesi, bir fare kapanıdır.) Aslında biyologlar, hem kamçı motoru için hem de Behe’nin diğer sözde indirgenemez karmaşıklık örnekleri için, bir bütünün dışında işleyebilen bu bütüne ait parçalar bulmakta zorluk çekmezler. Bu mesele Brown Üniversitesi’inde görev yapan Kenneth Miller tarafından ustalıkla ele alınmış ve böylelikle ‘akıllı tasarım’ın en inandırıcı intikamı alınmıştır. Üstelik bu intikamın önemi küçümsenemez çünkü kendisi dindar bir Hıristiyan’dır. Miller’in, Darwin’in Tanrısını Keşfetmek isimli kitabını, bilhassa Behe tarafından kandırılarak bana mektup yazan dindar kişilere tavsiye ederim.

Bakterisel rotasyonlu (çark gibi dönen) makine meselesinde Miller dikkatimizi (Üçüncü Tip Salgılayıcı Sistem, ÜTSS) isimli bir mekanizmaya çeker. ÜTSS dairesel bir hareket için kullanılmaz. Bu, parazit bakterilerin, içinde bulundukları ev sahibi organizmaları zehirlemek için, zehirli maddeleri hücre çeperinden dışarı pompalamakla kullandıkları birkaç sistemden biridir. İnsan ölçeğinde, bir sıvıyı bir delikten boşaltmak ya da fışkırtmak olarak düşünebiliriz; ancak, bir kez daha, bu durum bakterisel ölçekte farklı görünür. Salgılanan maddenin her molekülü, ÜTSS ile aynı ölçekteki belirli ve üç boyutlu bir yapısı olan büyük bir proteindir: bir sıvıdan ziyade sağlam bir heykelciliği andırır. Her molekül dikkatle biçimlendirilmiş bir mekanizma tarafından, bir borudan çok, oyuncak veya içecek dağıtan otomatların karmaşık kanalları gibi yapılardan tek tek itilir. Molekül dağıtıcısı oldukça az sayıdaki protein moleküllerinden oluşmuştur ki bu protein molekülleri, dağıtılan moleküllerle boyut ve karmaşıklık yönünden karşılaştırılabilir. İlginçtir ki, bu bakterisel otomat mekanizmaları kendilerine yakın akraba olmayan bakterilerle de genel bir benzerlik içindedir. Oluşumlarındaki genler büyük ihtimalle diğer bakterilerden ‘kopyalanmıştır.’ Bu, bakterilerin başarmakta çarpıcı biçimde uzman oldukları bir konudur ve kendi çapında büyüleyici bir meseledir ancak burada kesmek zorundayım.

ÜTSS’nin yapısını oluşturan protein molekülleri kamçı motorun parçalarıyla oldukça benzeşir. Evrimci için çok açıktır ki ÜTSS bileşenleri (ya da parçaları), kamçı motor evrim geçirdiğinde yeni ama bütünüyle farklı olmayan bir işlevi benimsemek zorunda kaldılar. ÜTSS’nin kendi molekülleriyle uğraştığı bilindiğinden, kamçı motor tarafından kullanılan prensibin ilkel bir türünü kullanması hiç şaşırtıcı değildir ki bu da aks moleküllerine dairesel bir hareket verir. Açıkça görülüyor ki, kamçı motorun yaşamsal önemi olan parçaları kamçı motor evrim geçirmeden önce zaten vardı ve çalışmaktaydı. Var olan mekanizmaları ele geçirmek açık bir yöntemdir ki bu yolla mekanizmanın görünürde indirgenemez karmaşıklık parçası, Olasılıksız Dağı’nın kademeli eğimindeki yerini alabilir.

Elbette, daha fazla çalışma yapmak gereklidir ve yapılacağından eminim. Bu gibi çalışmalar, eğer bilim adamları ‘akıllı tasarım teorisi’ gibi zorunlu ve tembel bir sonuçla tatmin olup, cesaretlenmeselerdi asla yapılmazdı. İşte, hayali bir ‘akıllı tasarım kuramcısının’ bilim adamlarına gönderebileceği bir mesaj: ‘Bir şeyin nasıl çalıştığını anlamazsanız bunu dert etmeyin: tek yapmanız gereken pes etmek ve bunu Tanrı yapmıştır demek. Sinir içtepilerin nasıl çalıştığını bilmiyor musunuz? Güzel! Hatıraların beyne nasıl yerleştiklerini anlamıyor musunuz? Harika! Fotosentez oldukça kafa karıştıran karmaşık bir süreç midir? Şahane! Lütfen sorunu çözmeye çalışmayın, sadece vazgeçin ve Tanrı’ya başvurun. Sevgili bilim adamları, sırlarınız üzerine gayret sarf etmeyin. Sırlarınızı bize getirin ki onları kullanalım. Değerli bilgisizliği araştırmalarınızla çarçur etmeyin. Bu şanlı boşluklara Tanrı’nın son bir sığınağı olarak ihtiyacımız var.’ St.Augustine’in epey aleni bir tabiri vardır: ‘Günah işlemenin farklı bir yöntemi vardır ki bu yöntem tehlikeyle doludur. Bu, merak hastalığıdır. Bize doğanın sırlarını keşfettirmeye çalışan ve keşfettiren budur ancak bu sırlar bizim kavrayışımızın ötesindedir. Merağın bize hiçbir yararı dokunmaz ve hiçbir insan öğrenmeyi umut etmemelidir.’ (Freeman 2002’den alıntı yapıldı.)

Behe’nin diğer gözde ve sözde ‘indirgenemez karmaşıklık’ örneklerinden birisi de bağışıklık sistemidir. Hikâyeyi bizzat Yargıç Jones’in sözleriyle aktarıyorum:

Çapraz sorgulama esnasında, Profesör Behe, 1996 senesindeki “bilim bağışıklık için asla evrimsel bir açıklama keşfedemeyecektir” iddiasıyla ilgili sorgulandı. Bağışıklık sisteminin evrimiyle ilgili elli sekiz bilimsel onaylı yayın, dokuz kitap ve birkaç immünoloji ders kitabı kendisine sunuldu; ancak, bunların evrimi kanıtlamakta hala yeterli olmadığında açıkça ısrar etti ve bu savunması bence ‘yeterince sağlam’ değildi.

Şikâyetçilerin avukatı Eric Rothschild tarafından çapraz sorguya alınan Behe, bu elli sekiz bilimsel onaylı yazının çoğunu anlamadığını itiraf etmeye zorlandı. İmmünolojinin ona ağır gelmiş olması hiç şaşırtıcı değildi. Daha az mazur görülebilen ise Behe’nin bu gibi araştırmaları ‘verimsiz’ görüp, azletmesiydi. Eğer hedefiniz gerçek dünyayla ilgili mühim gerçeklikleri keşfetmekten ziyade kolay aldanan halk ve politikacılar içinde propaganda yapmaksa elbette bunlar verimsiz çalışmalardır. Behe’yi dinledikten sonra Rothschild güzel bir konuşma tarzıyla, mahkeme salonundaki her dürüst insanın mutlaka kavramış oldukları dokunaklı bir özet çıkarır:

Minnettarız ki, bağışıklık sisteminin kaynağının sorgusuna cevap arayan bilim adamları vardır… Bu sistem güçten düşme ve ölümcül hastalıklar karşısındaki savunmamızdır. Bu kitapları ve makaleleri hazırlayan bilim adamları, kitap imtiyazları ya da konuşma sözleşmeleri olmadan gizlilik içinde didinirler. Çabaları ciddi tıbbi koşulları tedavi etmekte ve onlara karşı savaşmakta bize yardım eder. Tüm bunların aksine, Profesör Behe ve akıllı tasarım hareketinin bütünü bilimsel ve tıbbi irfanı ilerletmek adına hiçbir gelişme kaydetmedikleri gibi, gelecek nesil bilim adamlarına kaygılanmamaları gerektiği nasihatini verirler.

Amerikan genetik bilimci Jerry Coyne, Behe’nin kitabını eleştirirken konuyu şöyle ele alır: ‘Eğer bilim tarihi bize herhangi bir şey ispatlayacaksa bu, cahilliğimize “Tanrı” ismini vererek bir yere ulaşamayacağımızdır.’ Coyne, benim vasıtamla Guardian’da, akıllı tasarımla ilgili bir makale üzerine yorum yapmıştır,

Neden Tanrı her şeyin bir açıklaması olarak kabul edilsin? Değildir. Bu bir açıklama noksanlığıdır, bir omuz silkmedir, ‘bilmiyorum’ demenin ruhsal ve ayinsel kılık değiştirmesidir. Eğer bir insan bir şeyi Tanrı’yla ilişkilendirirse genelde bunun anlamı bu kişinin elinde bir ipucu olmamasıdır. Böylelikle bu bilinmezi erişilmez, çözülmez bir gök perisine dayandırır. Bu yaşlı adamın nereden geldiğinin açıklamasını talep edin. Büyük ihtimalle bu yaşlı adamın her zaman var olduğunu söyleyen hayal meyal, sahte felsefi bir yanıt alacaksınız. Lakin bu yanıt elbette hiçbir şeyin izahı değildir.

Darwinizm bizi farklı yollarla bilinçlendirir. Evrim geçirmiş organlar, genelde zeki ve güçlüdürler, aynı zamanda açıklayıcı kusurları vardır; bu, eğer evrimsel bir geçmişleri varsa tam da beklememiz gerekendir ancak eğer tasarlanmışlarsa tam anlamıyla beklenmedik bir durumdur. Diğer kitaplarımda da bazı örnekler üzerine yorum yaptım: mesela yinelenen gırtlak siniri, hedefe doğru ilerlediği müsrif, geniş ve dolambaçlı bir yolda evrim geçmişine ihanet etmiştir. Sırt ağrısından fıtığa, sarkık rahimden sinüs iltihaplarına kadar çoğu insani rahatsızlığa karşı hassaslığımız, doğrudan doğruya şu anda dik yürüdüğümüz bedenimizin, dört ayak üzerinde durmayı terk etmek için yüzlerce milyon yıldan fazla şekil değiştirmiş olmasından kaynaklanır. Ayrıca bilincimiz doğal seçilimin acımasızlığı ve savurganlığıyla artmıştır. Yırtıcılar, kurban hayvanları yakalamak için mükemmelce ‘tasarlanmış’ gibi görünürken, kurban hayvanları da kaçabilmek için en az onlar kadar mükemmelce ‘tasarlanmış’ gibi görünür. Peki, Tanrı kimin tarafındadır?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Alıntı:

İndirgenemez komplekslik kavramı, Akıllı Tasarım (AT) hareketini savunanların en fazla başvurdukları ve belki de AT'nin bilimsel bir teori olduğunu savunmak için kullandıkları yegâne argüman olarak karşımıza çıkıyor. Aslında indirgenemez komplekslik, AT'nin ispatlanması için kullanılamaz yani doğru olması AT'nin doğruluğunu göstermez ama bu yazımda bu konuyu bir kenara bırakıp indirgenemez kompleksliğin bilimsel konumunu inceleyeceğim.

İndirgenemez komplekslik kavramının mucidi olan Michael J. Behe, 1996 yılında yazdığı Darwin'in Kara Kutusu (Darwin's Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution) kitabında indirgenemez kompleksliği şöyle tanımlıyor:

By irreducibly complex I mean a single system composed of several well-matched, interacting parts that contribute to the basic function, wherein the removal of any one of the parts causes the system to effectively cease functioning. (s. 39)

An irreducibly complex system cannot be produced directly (that is, by continuously improving the initial function, which continues to work by the same mechanism) by slight, successive modifications of a precursor system, because any precursor to an irreducibly complex system that is missing a part is by definition nonfunctional. (s. 39)

Burda Michael Behe, aşağı yukarı şöyle diyor:

İndirgenemez kompleks sistem ile temel fonksiyona katkıda bulunan, birbiriyle etkileşim halinde olan, iyi eşleşmiş çeşitli parçalardan oluşan ve bu parçalardan herhangi birinin çıkarılmasıyla çalışması sonlanacak olan tek bir sistemi ifade ediyorum.

İndirgenemez kompleks bir sistem, öncü bir sistemin ufak, birbirini takip eden değişimleriyle direk olarak (yani aynı mekanizma ile çalışıp ilk fonksiyonu devamlı olarak geliştirerek) üretilemez çünkü indirgenemez kompleks bir sisteme giden herhangi bir öncü sistem tanım gereği işlevsizdir.

İşte Michael Behe indirgenemez kompleks sistemi böyle tanımlıyor ve canlılarda bu özellikleri gösteren biyokimyasal yapılar olduğunu iddia ediyor. Bu yapılara örnekler veriyor ve kitabında bunları uzun uzun anlatıyor. Örnek olarak bakteri kamçısı (bacterial flagellum), kan pıhtılaşma sistemi (blood clotting system) ve bağışılık sistemi (immune system) gibi birkaç sistem veriyor ve bunların kendi tanımına göre indirgenemez kompleks olduklarını ve bu sebeple de evrimleşmiş olamayacaklarını iddia ediyor.

Şimdi ilk olarak Michael Behe'nin yaptığı indirgenemez komplekslik tanımını ve daha sonra da bu tanım gereği evrimleşmiş olamayacağını düşündüğü sistemleri inceleyelim.

Behe yaşamın tasarlanmış olması gerektiği sonucuna şu mantıksal düzen içinde ulaşıyor. Tanım gereği, indirgenemez kompleks bir sistemin bir parçası eksik öncüsünün işlevsiz olması gerekiyor. Böylece doğal seçilimde işlevsiz bir yapının seçilmiş olamayacağı ve böylece indirgenemez kompleks yapının bir bütün olarak tasarlanmış olması gerektiği sonucuna varlıyor. Ama gerçekte durum böyle değil. İlk olarak öncü bir sistemin daha az parçadan oluşması gibi bir zorunluluk yokur, yani daha fazla parçadan da oluşuyor olabilir. İkinci olarak öncü sistem farklı bir görevi yapıyor olabilir, yani öncü sistemin tanımdaki gibi işlevsiz olması şartı yoktur. Öncü sistem farklı bir fonksiyonu gerçekleştiriyor olabilir. Görüldüğü gibi Behe'nin kurmuş olduğu mantıksal düzende belirgin bir sorun var. Behe'nin indirgenemez komplekslik tanımına uygun yapılar olabilir ama bu onların evrimleşmiş olamayacağı anlamına gelmez.

Peki Behe'nin indirgenemez kompleks olduğunu düşündüğü, dolayısıyla da evrimleşmiş olamayacağını ileri sürdüğü ve "biyokimyasal makineler" olarak adlandırdığı yapılar gerçekten evrimleşmiş olamaz mı? Bu yapılar gerçekten de bir bütün halinde mi ortaya çıkmış olmak zorunda? İşte bu noktada, Behe'nin vermiş olduğu örnekler incelendiğinde, bilim adamları bu yapıların evrimleşmiş olabilecekleri sonucuna varıyor. İlk olarak bakteri kamçısını ele alalım.

Flagellum yani kamçı organı prokaryot ve ökaryot hücrelerde bulunabiliyor. Bakteriler kamçılarını sıvı ortamlarda hareket etmek için kullanıyorlar. Bakteri kamçısının işlevini ve yapısını Mustafa Akyol şöyle açıklıyor (1):

Organ, bakterinin hücre zarına tutturulmuştur ve canlı ritmik bir biçimde dalgalandırdığı bu kamçıyı bir palet gibi kullanarak dilediği yön ve hızda yüzebilir.

[...] Bakterinin hareketli motoru, elektrik motorlarıyla aynı mekanik özelliğe sahiptir. İki ana bölüm söz konusudur: Bir hareketli kısım (rotor) ve bir durağan kısım (stator).

Bu organik motor, mekanik hareketler oluşturan diğer sistemlerden farklıdır. Hücre, içinde ATP molekülleri halinde saklı tutulan hazır enerjiyi kullanmaz. Bunun yerine kendine özel bir enerji kaynağı vardır: Bakteri, zarından gelen bir asit akışından aldığı enerjiyi kullanır. Motorun kendi iç yapısı ise olağanüstü derecede komplekstir. Kamçıyı oluşturan yaklaşık 240 ayrı protein vardır.

[...] Bakteri kamçısını kitabında detaylı olarak anlatan Michael J. Behe, sadece bu kompleks yapısının dahi, evrimi "yıkmak" için yeterli olduğunu savunmaktadır.

Aslında bakteri kamçısının indirgenemez kompleks olup olmadığıyla veya evrimleşmiş olup olamayacağıyla çok ilgisi yok ama yine de belirtmek lazım. Burda adı bahsi geçen bakteri kamçısını oluşturan farklı protein sayısı olan 240 doğru değil. Bakteri kamçılarının çok daha az proteinle oluştukları yapılan araştırmalarda ortaya konmuştur. Örneğin E. coli türü bakterinin kamçısının yapısında 18-20 farklı protein bulunmaktadır (2). Ayrıca farklı bakteri türlerinde farklı (E. coli'ninkinden daha az) sayıda proteinden oluşan kamçı türleri vardır. Ökaryot hücrelerdeki kamçı ise "cilium" olarak adlandırılmaktadır. Yapı olarak bakteri kamçısından oldukça farklı yapıdadır. Örneğin bir hayvan sperm hücresindeki cilium 250 civarında proteinden oluşmaktadır (2). Aslında sayılarda yapılan bu yanlışlığın çok da önemi yok. Asıl önemli olan nokta bakteri kamçısının herhangi bir parçası çıkarıldığında işlevsiz olacağı ve bu sebeple evrimleşmiş olamayacağı gibi hatalı bir sonuca varılmış olmasıdır.

Yapılan homoloji çalışmaları bakteri kamçısı ile "tip III salgılama sistemi" (type III secretory system) (TTSS)'nin birçok parçasının birbiriyle ilişkiliği olduğunu hatta bazı bakterilerde tamamen aynı olduğunu göstermektedir (3). TTSS bakterilerin başka hücrelerin içine protein aktarmak için kullandığı bir yapıdır. Hatta bazı ölümcül bakteriler ürettikleri protein toksinleri bu yöntemle kurbanlarının hücrelerine bu yolla aktarırlar (4). TTSS'nin protein yapısı üzerinde yapılan araştırmalarda bakteri kamçısının bazal (temel) bölümünün TTSS ile direk homolog olduğunu göstermektedir (4). Yani indirgenemez kompleks olduğu iddia edilen bakteri kamçısının ufak bir bölümünün oldukça işlevsel olduğu görülmektedir. Behe ise tek bir parçanın bile çıkarılmasının geri kalan kısmı işlevsiz kılacağını ve doğal seçilim mekanizması tarafından seçilemeyeceğini söylüyordu. Ama görüldüğü gibi indirgenemez kompleks kavramına yapılan itirazdaki gibi öncü bir sistemin asıl sistem ile aynı görevde olması zorunluluğ yoktur. Farklı görevi yapan bir sistem gen eşleşmesi, mutasyon ve doğal seçilim sayesinde başka bir işlev gören bir yapıya dönüşerek sağladığı avantaj sayesinde de korunarak gelecek nesillere aktarılabilir.

Peki bakteri kamçısının TTSS'den nasıl evrimleşmiş olabileceğiyle ilgili neler biliniyor? Bu konuda en geniş bilgiye Nick Matzke'nin makalesinden (4) ulaşmak mümkün. Matzke makalesinde bakteri kamçısının ve TTSS'nin yapısıyla ilgili bilgi veriyor, bakteri kamçısının evrimiyle ilgili önceki modeller hakkında bilgi veriyor ve daha sonra kendi modelini anlatıyor. Bu modellerin kesin doğru olduğunu iddia etmek mümkün değildir ama zaten bu modellerin amacı da bu yapıların nasıl evrimleşmiş olabileceğiyle ilgili mantıklı, olası varsayımlar ortaya koymaktır çünkü Behe indirgenemez kompleks olduğunu söylediği yapılar için bu tip olası modellerin oluşturulmasının mümkün olmadığını söylemektedir.

Bakteri kamçısını bir kenara koyarsak yılan balığı sperm hücresinin kamçısında (ökaryot bir hücrede olduğu için cilium) üç önemli bölüm eksiktir. Yani Behe'nin kitabında indirgenemez kompleks olduğunu iddia ettiği ve bu yapının vazgeçilmez parçaları olarak belirttiği bazı parçalar bu yılan balığı sperm hücresi kamçısında bulunmamaktadır ve buna rağmen normal olarak görevini görmektedir (6). Bu da Behe'nin belirttiği yapının kendi tanımına göre indirgenemez kompleks olmadığını göstermektedir.

Michael Behe'nin indirgenemez kompleks olduğunu iddia ettiği bir başka sistem de omurgalılardaki kan pıhtılaşma sistemidir. Omurgalıların kan pıhtılaşma sistemi "kaskat" olarak adlandırılan bir yapıdadır. Yani bir nevi domino taşlarından kurulmuş bir sistemdir ve son hamlede kan pıhtılaşması gerçekleşir. Sistemde görevli proteinler, kofaktörler (enzimlerin çalışmasını sağlayan maddeler) ve proteazlar (proteinleri peptit bağlarını kopararak parçalayan enzimler) görev almaktadır. Kan pıhtılaşması iki farklı yolla gerçekleşebilir: İntrensek ve ekstrensek yol. Bu iki yol Jeremy M. Berg'un Biochemistry kitabında aşağıdaki şekilde gösterilmektedir.

blood_clotting_cascade.jpg

Bu şekilde pembe ile gösterilenler maddelerin aktif olmayan, sarı ile gösterilenler ise aktif halledir, mavi ile gösterilenler ise kofaktörlerdir. Ayrıca tüm Roma Rakamıyla gösterilenler rakamın önüne "faktör" koyularak okunur. Örnek vermek gerekirse faktör VIIIa bir kofaktördür ve aktif haldeki faktör IX (yani faktör IXa)'un yardımcı olarak inaktif haldeki faktör X'u aktive hali olan faktör Xa'ya dönüşmesini sağlar. Şekilden bakarak aynı mantıkla her adımda neler olduğunu anlayabilirsiniz.

Şekilden görülebileceği gibi intrensek ve ekstrensek yollar bir noktada birleşir. İki yolla da faktör X aktive edilir ve faktör Xa ile faktör Va, protrombini trombine dönüştürür. Trombin ise kan plazmasında çözünebilir bir protein olan fibrinojeni parçalayarak fibrine dönüşmesini sağlar ve daha sonra faktör XIIIa'nın da devreye girmesiyle fibrin pıhtıları oluşarak gerekli yerlerin tıkanması sağlanır. Burda temel yapıyı kısaca anlatmak istedim, daha ayrıntılı bilgi için buraya, buraya ve buraya bakabilirsiniz.

İşte Michael Behe bu sistemin indirgenemez kompleks olduğunu ve bu sebeple evrimleşmiş olamayacağını iddia ediyor. Yani Michael Behe'nin tanımına göre bu sistemin bir parçasının bile olmaması sistemin çökmesine, çalışmamasına sebep olacaktır. Ama intrensek yolda karşımıza çıkan faktör XII veya diğer adıyla Hageman faktörü yunuslarda ve balinalarda yoktur (5) ama kan pıhtılaşma sistemleri çalışmaktadır. Yani kan pıhtılaşma sisteminin indirgenemez kompleks olmadığını çok açık bir şekilde görmekteyiz. Ama bunu Michael Behe de görüyor. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'ndeki bir forumda Kenneth Miller ile Michael Behe karşılıklı tartışırken (tartışma metnine buradan ulaşabilirsiniz) Miller yunuslardaki bu olayı dile getiriyor ve Behe kan pıhtılaşma sisteminde gereksiz parçalar olduğunu kabul ediyor. Behe bu sebeple bütün pıhtılaşma sistemi yerine bu sistem içindeki sadece 4 parçayı (fibrinojen, protrombin, Stuart faktörü, and proakselerin) seçerek bunların indirgenemez kompleks bir sistemin parçaları olduğunu söylüyor. Ama ortada sadece bu parçalardan oluşan bir sistem yok gerçekte ve evrim sürecinde sadece bu parçalardan oluşan bir sistemin oluşması şart değildir. Kaldı ki Behe'nin kitabında söylediği gibi kan pıhtılaşma sisteminin moleküler evrimiyle ilgili hiçbir şey bilinmiyor falan değildir. Literatürde bu konuyla ilgili birçok makale ve çalışma vardır. PubMed'de arama yaparak bu konu ile ilgili yazılmış makalelerin listesini görebilirsiniz. Ayrıca buradan ve buradan da bu konuyla ilgili önemli birçok referansa ve linke ulaşabilirsiniz. Yani Michael Behe ya bilimsel literatürü pek iyi takip etmiyor ya okuyucularının takip etmediğini düşünerek bol keseden atıyor ya da hiçbir açıklamayı nedense tatmin edici bulmuyor.

Tüm bunlar bize Michael Behe'nin en başında önemli bir hata yaptığını göstermektedir. Michael Behe bir biyokimyacıdır ve özellikle de protein sistemleriyle uğraşmaktadır. Proteinlerden oluşan kompleks yapıların evrimi konusunda yanlış bir düşüncesi var. Behe şöyle düşünüyor: Elimizde 100 proteinden oluşan kompleks bir sistem varsa bu sistemin evrimleşmiş olması için daha önce 99 proteinden oluşan ve aynı görevi yapan bir yapı olmalıdır. 99 proteinlik yapı ise ancak 98 proteinlik ve aynı görevi yapan bir yapıdan evrimleşmiş olmalı. İşte Behe biyokimyasal yapıların evriminin böyle olması gerektiğini düşünüyor. Ama bunun böyle olması gerekmediği çok açık. Proteinlerden oluşan yapıların evrimi DNA yapısındaki değişikliklerle olur ve DNA yapısında oluşacak değişikliğin tek bir protein eklenmesine veya yapı içindeki sadece bir proteinin değişmesine sebep olmak zorunda olmadığı çok açıktır. Ayrıca öncü bir sistemin aynı görevi yapıyor olma gibi bir zorunluluğu da mevcut değildir. Ama Behe böyle olması gerektiğini düşünüyor ve bu tip adım adım kademeli bir evrim sürecinin bilim adamları tarafından açıklanamadığını söylüyor. Yani yukarda anlattığım gibi Behe'nin kendisine sunulan ve bu yapıların olası evrim modellerini anlatan makale ve kitapları bu sebeple kabul etmiyor ve yeterli görmüyor. Sanırım bu sebeple Behe hiçbir zaman bu açıdan kendini tatmin eden bir evrim modeliyle karşılaşmayacak çünkü beklediği şey zaten mümkün olmayan birşey.

En son olarak da Michael Behe'nin veya başka birinin şimdiye kadar, herhangi bir yapının indirgenemez kompleks olduğunu ve evrimleşmiş olamayacağını savunduğu ve hakemli dergilerde yayınlanmış hiçbir makalesi olmadığını belirtmek istiyorum. Sanırım Behe artık, konuyu fazla bilmeyen ve araştırma yapma imkanı olmayan insanları etkilemek için kitap yazmak yerine bilimsel olduğunu iddia ettiği argümanlarını hakemli dergilerdeki makaleleriyle bilim adamlarına sunmalı.

Akıllı Tasarım hareketi önceki yazılarımda da belirttiğim gibi argümanlarını bilgisizlikten almaktadır. Bilimde bazı boşluklar yaratıp bunların sebebini akıllı bir tasarımcıya atfetmek bilimin araştırma, gözlem ve deney gibi kademelerini ortadan kaldırmak ve yüzyıllar öncesinin gücünü bilgisizlikten alan düşüncelerini kabullenmekten başka birşey değildir. Baksanıza Behe bağışıklı sistemiyle ilgili araştırmalarda sonuca ulaşılamayacağını düşündüğü için araştırmadığını söylüyor. Bu nasıl bir bilimsel yaklaşımdır. Bir bilim adamı böyle önyargılarla hareket etmemelidir. Behe işin başından kendi kriterlerine göre evrimleşmiş olmayacağına karar veriyor ve bu sebeple o yapıları araştırmıyor hatta yapılan tüm araştırmaları inceleme gereği bile duymuyor.

Bir de Akıllı Tasarımcılar teorilerinin bilimsel olduğu iddiasıyla okullarda öğrencilere öğretilmesi gerektiğini savunuyorlar. Hakkında hakemli saygın bilim dergilerinin hiçbirinde bir tane destekleyici makale yazılmamış bir teorinin (aslında ortada teorisi falan yok ama...) okullarda öğretilmesi çok yanlış olur.

Referanslar:

1. Mustafa Akyol, Akıllı Tasarım [intelligent Design] Teorisi, 2004

2. N. J. Matzke, Evolution in (Brownian) space: a model for the origin of the bacterial flagellum, 2003

3. Ian Musgrave, Evolution of the Bacterial Flagella, 2000

4. Kenneth R. Miller, The Flagellum Unspun: The Collapse of "Irreducible Complexity", 2004

5. Robinson, A. Jean, Kropatkin, Mona, and Aggeler, Paul M. 1969. Hageman Factor (Factor XII) Deficiency in Marine Mammals. Science 166:1420-1422.

6. Kenneth R. Miller, Answering the Biochemical Argument from Design, 2003

Link to post
Sitelerde Paylaş
Alıntı:

İndirgenemez komplekslik kavramı, Akıllı Tasarım (AT) hareketini savunanların en fazla başvurdukları ve belki de AT'nin bilimsel bir teori olduğunu savunmak için kullandıkları yegâne argüman olarak karşımıza çıkıyor. Aslında indirgenemez komplekslik, AT'nin ispatlanması için kullanılamaz yani doğru olması AT'nin doğruluğunu göstermez ama bu yazımda bu konuyu bir kenara bırakıp indirgenemez kompleksliğin bilimsel konumunu inceleyeceğim.

Kim yazmışsa eline sağlık ama hata dolu bir yazı olmuş, aynı demode argümanlar ısıtılıp getirilmiş. Söylendiğinin aksine indirgenemez kompleks bir yapının gösterilmesi AT'ı doğrular Evrim Kuramını bitirir.

Yani indirgenemez kompleks olduğu iddia edilen bakteri kamçısının ufak bir bölümünün oldukça işlevsel olduğu görülmektedir. Behe ise tek bir parçanın bile çıkarılmasının geri kalan kısmı işlevsiz kılacağını ve doğal seçilim mekanizması tarafından seçilemeyeceğini söylüyordu. Ama görüldüğü gibi indirgenemez kompleks kavramına yapılan itirazdaki gibi öncü bir sistemin asıl sistem ile aynı görevde olması zorunluluğ yoktur. Farklı görevi yapan bir sistem gen eşleşmesi, mutasyon ve doğal seçilim sayesinde başka bir işlev gören bir yapıya dönüşerek sağladığı avantaj sayesinde de korunarak gelecek nesillere aktarılabilir.

Yazının genelinde aynı saçmalık tekrarlanmış: Bakteri kamçısının evrilebileceğini gösterebilmek için homoloji dayanak yapılarak başka canlı örnek gösterilmiş, oysa IK böyle çürütülemez. Hangi organ ve yapıdan bahsediliyorsa -konu öyle gerektirdiğinden dolayı- onun üzerinden kanıt gösterilmesi gerekir. Ortaya konan modeller ise işlev tanımı üzerinden spekülasyonlar yapmaktan öte geçemiyor. Oldukça işlevsel ne demektir mesela? Hayati derecede işlevsellikle ilgisi var mıdır? Otomobildeki ayna da oldukça işlevseldir ve çok işe yarar. Ama otomobilin gidebilmesi yani otomobil gibi davranabilmesi için elzem değil. "Oldukça işlevsel" tanımı muğlak, sığ, gereksiz bir tanım olup açıklayıcılık namına hiç bir katkısı yoktur.

Bir de Akıllı Tasarımcılar teorilerinin bilimsel olduğu iddiasıyla okullarda öğrencilere öğretilmesi gerektiğini savunuyorlar. Hakkında hakemli saygın bilim dergilerinin hiçbirinde bir tane destekleyici makale yazılmamış bir teorinin (aslında ortada teorisi falan yok ama...) okullarda öğretilmesi çok yanlış olur.

Yazılmıştı bir keresinde, o zaman da editör görevinden atılmıştı. Yani hakemli dergilerde yayınlanmaya başladığında bu sefer "böyle bir şeye izin verilemez" diye garabet tepkiler verilmişti:-) Demek ki hakemli dergide yayınlanmamış olması bir şeyi değiştirmiyormuş, çok da önemli değilmiş, doğruluğunu veya yanlışlığını göstermiyormuş. Başka kriterler bulun kendinize, hakemli dergi kriteri -en azından bu konuda- saçmalığın ta kendisidir.

Akıllı Tasarım hareketi önceki yazılarımda da belirttiğim gibi argümanlarını bilgisizlikten almaktadır. Bilimde bazı boşluklar yaratıp bunların sebebini akıllı bir tasarımcıya atfetmek bilimin araştırma, gözlem ve deney gibi kademelerini ortadan kaldırmak ve yüzyıllar öncesinin gücünü bilgisizlikten alan düşüncelerini kabullenmekten başka birşey değildir. Baksanıza Behe bağışıklı sistemiyle ilgili araştırmalarda sonuca ulaşılamayacağını düşündüğü için araştırmadığını söylüyor. Bu nasıl bir bilimsel yaklaşımdır

Körelmiş organlar için evrim kuramcıların tutumu da benzerdir. Onlar körelmiş deyip kestirip atmışlar ama yılmayan vardır bir işlevi diyerek araştıran tıp uzmanları ve biyologlar söz konusu organların işlevlerini bulmuşlardır. Ne yapalım şimdi? Evrim Kuramı'nı bu sakıncasından ötürü çöpe mi atalım?

tarihinde sonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Hem niceliksel özelliklerin hesaba katılmasını, hem de niteliğin unutulmamasını istiyorsunuz ve sezgisel örnekler vererek okuyucuları duygusal yönden etkileyerek sonuca varmaya çalışıyorsunuz. Sizin, bizim anlamamızı istediğiniz tek şey, herhangi bir şeyin bir yerde karşılığı olması ve sistemli bir şekilde karşılığı ile bir sonuç vermesidir. Yukarıda bahsettiğiniz şeyler indirgenemez karmaşıklık argümanı değil, akıllı tasarımdır. Siz olgulara idealist olarak yaklaştığınız için bu çıkarsamaları elde etmeniz oldukça doğaldır. Size göre herhangi bir şey başka bir şeyle etkileşime girerek tutarlı bir sonuç veriyorsa, kesinlikle burada bilişsel bir şey olmalıdır ve bundan başka izlenecek bir yöntem de yoktur; kesinlikle tasarlanmıştır.

Beni tanımıyorsunuz:-) Olaylara idealist bakmıyorum! Dikkat ederseniz yazdığım şeyler ölçülebilir, yoklanabilir şeylerdir. Ve Mona Lisa'dan örnek vermekle birilerinin duygularına hitap etmiş olmuyorum, onun yerine Principia'yı da örnek gösterebilirdim. Principia 'yalnızca harflerden oluşmuş bir niceliktir' dendiği vakit saçmalanmış olunur:-) Bunun absürtlüğünü gerek sezgisel gerekse rasyonel olarak anlamak zor değil.

Size göre, uygun koşullarda gayet normal olarak maddenin etkileşimi ve evrimi önemli değildir; bunlar niceliksel değil niteliksel olarak ele alınmalı ve bu koşullarda yorumlanmalıdır.

"Niceliği niteliğe öncelersek işin içinden çıkamayız" demek niceliği önemsemediğimizi göstermiyor ki. Bazı şeyler indirgenemezdir, bunun duygularımızla, aklımızla ilgisi yoktur ki?

T.G ve T.V yöntemleri dışında konuşmak istiyorum. Ben bu söylediklerinizi (kişisel olarak) kabul etmiyor değilim, benim tek isteğim bu örnekleri insan bilinci dışında değerlendirmektir. Bir gün yolda giderken bir apartman kapısının önünden geçiyordum. Birden otomatik olarak lamba yandı ve duraksadım. İçimden şu sözler geçti: “Bu lamba bilinçli olarak bir araya getirildi ve belirli etkileşimlerde istenilen sonucu veriyor. Maddesel olaylar atomik boyutta böyle değil mi sanki?” Sonra benim o insan bilinci dışında yorumlamalarım aklıma geldi: Bir şeyin tasarlanmış/yaratılmış olmasını hep insani örneklerle yapıyoruz, bu insani kümeden çıkabilirsek ya da bu kümedeki bilgileri dış dünyaya indirgemezsek işte o zaman sonuç tutarlı olabilir!

Bravo. Fakat aynı hataya burada da düşüyorsunuz. Tasarımı bilincimizden bağımsız olarak da gösterebiliriz. DNA örneğini o yüzden verdim. DNA algımızdan bağımsız olarak nitelikli bir içerğe sahiptir, nitelik diyorum fakat bu niteleme benim zihnimin ortaya koyduğu bir şey değil, nesnenin kendisinin bana dayattığı bir gerçektir. Neden gerçektir? Çünkü DNA'daki içerik canlıda karşılık bulmaktadır. O karşılığı benim zihnim uydurmuyor, araştırıyor ve görüyorum bunu, DNA'daki içerik tam anlamıyla objektiftir.

Kabul etmeliyiz, Da Vinci’nin tablosunu niceliksel olarak değerlendirirsek fırça vuruşlarından başka bir şey değildir, basit birer etkileşimdir; fakat ortaya çıkan o tabloyu niteliksel olarak değerlendirirsek ve işin içine sezgilerimizi de katarsak: Kesinlikle o kadar basit değildir, Da Vinci’nin ruhu ve düşüncesi önemlidir…

Evet, niceliksel olarak otomobil de metal, plastik ve ahşap yığınından başka bir şey değildir. Ama otomobil sadece onlar değil, onun silisyum yığınından oluşmuş bir kayadan farkı vardır. Kayadaki enformasyon belki otomobilden daha fazladır, demek ki enformasyon/niceliksel bakış yeterli açıklama getirmiyor.

Ruh dediğimiz üstü kapalı kavramın da evrildiğini umarım söylemeye gerek yoktur; biraz tarihe bakarsak rahatlıkla görebiliriz. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Da Vinci’nin tablosu niceliksel olarak fırça vuruşlarından ibarettir, niteliksel olarak ise mükemmel bir sanat eseridir; ancak o nitelik benimle birlikte ölecektir!..

Katılıyorum..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bravo. Fakat aynı hataya burada da düşüyorsunuz. Tasarımı bilincimizden bağımsız olarak da gösterebiliriz. DNA örneğini o yüzden verdim. DNA algımızdan bağımsız olarak nitelikli bir içerğe sahiptir, nitelik diyorum fakat bu niteleme benim zihnimin ortaya koyduğu bir şey değil, nesnenin kendisinin bana dayattığı bir gerçektir. Neden gerçektir? Çünkü DNA'daki içerik canlıda karşılık bulmaktadır. O karşılığı benim zihnim uydurmuyor, araştırıyor ve görüyorum bunu, DNA'daki içerik tam anlamıyla objektiftir.

DNA hakkında akademik düzeyde bir bilgi birikimine sahip değilim; ama bunu bilgisayar üzerinde sizin söylediğiniz şekilde modelleyebilirim. Bu modellemeye geçmeden önce şunu bir kez daha dile getiriyorum: DNA’yı canlı organizmadan bağımsızmış gibi tanımlıyorsunuz. Buradan hangi sonucu elde etmek istediğinizi anlamış değilim. Demişsiniz ki; “Çünkü DNA’daki içerik canlıda karşılık bulmaktadır.” Şimdi benim anlam veremediğim nokta, DNA kümesi ile “canlı organizma” kümesi farklı mıdır? Öncelikle bu konuda uzlaşmalıyız. Canlının tanımı gereği maddesel olarak içerisinde DNA var ve içerisindeki bu bilgiler bir sonraki nesle geçiyor. Dışarıdan bir etki olmaksızın tamamen küme içerisinde ilerliyor.(Dış dünyadaki maddesel etkilerden bahsetmiyorum.) Sizin belirttiğinizden anladığım, DNA’nın kendi başına bir varlık olması ve niteliksel olarak bilinçlice kodlanmasıdır. Dikkat edin, DNA’daki içeriğin karşılığını yadsımıyorum, bunu soyutlarken dış kümeye koymamamıza dikkat etmemizi istiyorum. Yani DNA’yı bilgisayara “sonradan“ yüklenen bir program olarak görmememizi söylüyorum. Bilgisayarın içinde doğal olarak zaten program/işletim sistemi vardır diyorum. Bununla birlikte bilgisayar kendini kopyalarken bu birikiyor ve kendi niteliğini kendi yaratıyor diyorum.

İlk tümcemde bahsettiğim modellemeye gelirsek: Bilirsiniz, bilgisayarımızdaki herhangi profesyonel bir grafik programında “renk kodları” vardır. Bu renk kodları yardımıyla elde etmek istediğimiz renkleri sayısal olarak görebiliriz. Bu demek oluyor ki bu sistem üzerinde herhangi bir sayının renk olarak karşılığı vardır. Örneğin kırmızı renk ile pembe renk arasında şöyle bir kod “ff004e” elde ettim. Bu kodu programda uygulayarak düşündüğüm rengi elde edebiliyorum. İşte tam burada ben "nitelik" kavramını biraz genişletiyorum. Diyorum ki, bu sayıların ortaya çıkardığı “sonucu” görmem tamamen özneye dayalı bir niteliktir; çünkü gözlemden elde edilen bir sonuç vardır. Gözlem daha farklı sonuçlanabilirdi, bilincim dışında geliştiği için gözlemlediğim sonuçtan daha farklı bir şey olabilirdi; fakat ben orada bir gözlemci olarak bulundum ve bunu ben nitelendirdim: “ff004e” kodları ile “kırmızı/pembe karışımı” bir renk ortaya çıkıyor dedim. Bu sonucu çıkarmamıza algılarımızı da katabilirsiniz, monitörünüzdeki piksellerden tutun, nöronsal etkileşimlere kadar her şey önemlidir.

Şimdi, bir kez daha, “canlıda karşılık bulan veri” konusunda nitelendirmemizi değerlendirelim. DNA’daki bilgiler sizin belirttiğiniz “nitelik” şeklinde “objektif” değildir; işin içinde canlıda ortaya çıkan “sonucu” gözlemleyen bir özne vardır.(İşin komik yanı, özne'de DNA ürünüdür) İşte benim bahsettiğim öznel olarak “nitelik” budur. Bana göre nesnel olarak sizin tanımladığınız şekilde “nitelik”, maddenin kararlılığından başka bir şey değildir. Madde kararlı olduktan sonra ister "A" olsun, ister "B" olsun bir sonuç ortaya çıkar.

NOT: Biraz karmaşık ve tutarsız şeyler söylediysem üzgünüm. Şu sıralar bu tür konuları kaldırabilecek ruh halinde değilim.

Esenlikler!

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Eğer otomobili bu temel öğelerden yoksun bırakırsak bütündeki uyum ve bu uyumdan kaynaklanan işlevselliği ortadan kaldırmış oluruz. Öyleyse otomobil indirgenemez yapıda bir bütündür.

İşte zaten kafayı karıştıran şey budur..

Size mevcudun bugünkü son hali gösterilir, bunun şu parçası eksik olursa iş görmez denir..

Ama biraz toprağı eşeleriz, eskinin lüks arabaları nasılmış bakarız:

250px-Carro_Ribadavia_060115_05.jpg

Eee, hani motor, şanzıman, diferansiyel filan olmadan bu iş olmazdı?

Elbette biyolojik yapılar için bu kadar basit olmaz topraktan bir şey çıkarmak. Bizde ona el arabasını gösteririz..

Doğanın otomobil üretmek gibi bir kaygısı yok. O nedenle, kompleks denecek sistemlerin daha basit sistemlerden gelişmesinde hiç bir sorun yoktur.

Behe'nin darwinin kara kutusunda vs. yaptığı akıllı tasarım ve indirgenemez kompleks teirmleri size de yanlış aktarılmış. Behe bunu aslen şu şekilde ifade eder: "Eğer bir sistemin bir parçası eksikse, o sistem görevini yapamıyorsa, ona indirgenemez kompleks sistem denir." Örnek olarakta fare kapanını verir. Biyolojik örnek olarak gözü verir ama tongaya basar. Çünkü bugün insanlarda bile bir şeyleri eksik olsada işe yarayan gözler vardır: Körlük oranı %20, %80 vs. olan bir sürü hasta vardır...

Ve Behe, henüz doğadan herhangi bir indirgenemez kompleks sistem gösterebilmiş değildir. Dikkat edin, "kerte kerte oluşamayacak sistem" demiyoruz. Bir parçası eksik olunca iş yapmayacak sistem diyoruz. Doğa öyle bir şeydir ki, bir parçası eksik olsada iş yapar her bir şey.. Neyse, kazı çevirip vaziyeti kurtarmak için, Behenin takipçileri bu tanımı "Amanda kerte kerte oluşamaz da.." gibi bir ucubeye çevirmişlerdir. Behenin böyle bir iddiası yoktur, çünkü, adam iyi kötü biyoloji okumuş biridir ve bu tür bir iddianın baştan duvara toslayacağını bilmektedir: Kerte kerte dediğinz anda, geriye doğru da kertilebileceğini, bir şeylerin buna sonradna eklenebileceğini düşündürürsünüz otomatikman.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...