Jump to content

''Özel mülkiyet hakkı''nın etik açıdan iredelenmesi...


Recommended Posts

Öncelikle özel mülkiyeti, kişisel özel mülkiyet ve üretim araçlarındaki özel mülkiyet olarak ikiye ayıralım. Üretim araçlarındaki özel mülkiyetten kastedilen şeyler, fabrikalar, madenler, toprak v.b.'dir. Kişisel özel mülkiyet ise üretim aracı niteliği taşımayan ve şahsi olarak kullandığımız malları ifade eder. Örneğin; elbiselerimiz, müzik CD'lerimiz, koltuk takımımız v.b.'dir. Komünistlerin kişisel özel mülkiyetle bir problemleri yoktur, biz üretim araçlarının özel mülkiyetinin kamulaşmasını isteriz ve bunu istemekteki bir amacımız da kişisel özel mülkiyeti artırmaktır aslında. Öncelikle, bu özel mülkiyet konusunda bu tanımdan ne anlaşıldığını netleştirmek için bunları belirtmek istedim.

Tartışmayı istediğim şey ise üretim araçlarındaki özel mülkiyetin(kısaca ''özel mülkiyet'' diyeceğim) bir hak olup olmadığının etik açısından değerlendirilmesidir.

Bana göre özel mülkiyet sahibi olma ''hakkı'' diye birşey olamaz, çünkü bu bir hak değil halksızlıktır. Üretim toplu halde yapılan bir faaliyettir, herkesin emeği vardır; o halde yine herkesin söz hakkı olmalı ve mülkiyet herkes de olmalıdır. Toplu halde çalışıldığı halde bu üretim aracının sahipliğinin sadece bir veya birkaç kişide bulunması diğer herkese yapılan bir haksızlıktır. Özel mülkiyet bir hak değildir. Yasalarca izin verilen herşey bir hak mıdır? Şeriat yasalarına uyan insanlara itiraz etmeyelim o zaman, öyle mi? Hiç kimse emeğiyle biriktirdiklerini başkalarını sömürmek için kullanamaz! Hiç kimse emeğiyle elde ettiği birikimi, başkalarına haksızlık yapmak ve onların emek vererek kullandıkları üretim araçları üzerindeki mülkiyet haklarını çalmak için kullanamaz!

Konuyu daha net irdelemek için bir örnek verelim. Beş arkadaşız ve önümüzde bakir bir tarla var diyelim. Bunun nasıl kullanılabileceği konusunda düşünüyoruz; acaba sosyalistçe mi kullansak yoksa kapitalistçe mi?

Kapitalistler diyor ki; ''Bu beş arkadaşında, önlerindeki tarlanın sadece kendilerinin olmasını istemeye hakları vardır. O halde bunu elde edebilmek için birbirleriyle yarışsınlar ve kazanan tüm tarlaya sahip olsun, öbürleri de onun emrinde tarlada çalışsınlar. Kazananın çalışmasına gerek yok çünkü o tarlanın mülkünün sahibidir artık ve patrondur. Tarlada elde edilecek olan ürünün değeri henüz netlikle belli değilken patron, çalıştırdığı dört işçiye, onların işgüçleri karşılığında ancak yaşayabilecekleri kadar bir ücret versin ve üretime başlasınlar. Üretilen ürünün aylık getirisi ise çalışan dörtlünün ücretinden çok daha fazla olsun ve patron bu getiriden ücretleri ve tarlanın gelişimi için gerekli olan bir kısmı düştükten sonra kalanı mülkiyet hakkı olarak cebe indirsin. Zamanla tarlanın geliştiğini ve ürün getirisinin daha da arttığını düşünelim. Bu gruba dışarıdan bir başka işçi adayı daha katılmaya kalksın ve çalışmak için diğer işçilerden daha az bir ücrete razı olsun, böylece diğer çalışanlar arasında bir rekabet olsun ve içlerinden biri işsiz kalsın'' diyor ve bu tezini insanın içindeki ''hırsa'', ''rekabete'', ''işsizlik tehdidi ve bir patronun baskısı olmadan üretimin layıkıyla yapılamayacağına'' dayandırıyor. Yani başlangıçtaki beş arkadaş, içlerindeki bencillik ve hayvanlık duygusuyla akılsızca hareket edip tarla için birbirlerini ve arkadaşlıklarını hiçe sayıp ölümüne bir rekabete girsinler, kazanan bu avantajını tarlayı mülküne geçirip diğerlerini çalıştırmak için kullansın, işçiler ürettikleri ürünün değeri üzerinden değil de başta belirlenen cüzi bir ücret üzerinden hayatını devam ettirsin ve patron da mülkiyet hakkına dayanarak oturduğu yerden para kazansın, tarlanın getirisi büyümesine rağmen işçilerle patronların kazanç oranları yine de birbirini tutmasın ve en sonunda daha ucuza çalışan bir işçinin gelişiyle birlikte tarlanın kazancı arttığı halde bir işçi işsiz kalarak iyice sürünsün! Şimdi bu sistem akıllıca mıdır? Ahlaka uygun mudur? İnsanlık vicdanına uyar mı yoksa vahşi hayvanlara mı yakışır? Burada üretimin beş arkadaşın(ve sonradan geleninde) en iyi yaşam koşullarına erişmesi için değil sadece patronun buna erişmesi için, yani üretimin insanlık için değil kar için yapıldığını görüyoruz. Tabi, patronun kendi ayrıcalığının sorgulanmaması için din afyonunu kullanması veya sonradan gelen işçiye işini kaptırmamak isteyen işçilerin, sonradan gelenin etnik kökenini veya cinsiyetini bahane ederek onu dışlama eğilimine girmesi v.b. durumları(yani dinin ve milliyetçiliğin-ataerkilliğin etkilerini) daha hiç işin içine katmadık.

Öte yandan komünistler diyor ki; ''Bu beş arkadaş tarlayı kapmak için birbirleriyle yıkıcı bir rekabete girmek yerine yaratıcı bir dayanışmaya girsinler, tarla bu beş arkadaşın da mülkünde olsun. Hep birlikte ektikleri tarladan hepsi verdikleri emek doğrultusunda pay alsınlar. Ortada bir patron olmasın, kararlar oy birliğiyle veya doğal yetenekleri sonucu diğerlerinin takdirini kazanan bir liderin yön göstermesiyle alınsın. Bu lider, liderliğini mülkiyet gücü üzerine değil, diğer arkadaşlarının gözündeki saygınlığı ve kendi yeteneği üzerine bina etsin. Çeşitli yetenekleriyle öne çıkanlar, bu özelliklerini diğerlerini sömürmek için değil onlara faydalı olmak için kullansın. Beş arkadaş da çalışsın ve henüz üretime başlamamışken ücret belirlenmesin. Önce üretim yapıp bunu satsınlar ve getirisini görsünler, sonra bu getiri -tarlanın gelişimi için gerekli pay ayrıldıktan sonra- herkes arasında verdikleri emeğe göre bölüşülsün. Yani işçiler ürettikleri ürüne yabancılaşmasın. Böylece ürünün değerinin tam karşılığını tüm çalışanlar alabilsin ve kimse özel mülkiyet gücünü kullanıp da büyük pay kapmasın. Bir kişinin çok rahat yaşarken diğerlerinin sürünmesindense herkesin geçimine rahatça yetecek kadar bölüşüm gerçekleşsin. Varsın lüks olmasın. Tarlanın zamanla geliştiğini ve altıncı bir işçi adayının çalışmak için baş vurduğunu düşünelim. Üretim kar değil insan için yapıldığından ve tarlanın gelişimi için ayrılan pay tarlayı büyütüp bir kişilik daha yer açtığından dolayı rekabete ve işsizliğe gerek olmadan o başvuran yeni çalışana da tarlada yer verilir, böylece işsizlik denen şey de olmaz'' diyoruz. Özel mülk sahibi bir patron varolmayacağı için, tarladan elde edilen gelire büyük oranda el koyup çalışanların ücretini düşüren bir faktör olmayacak; ayrıca tarlanın gelişimi için ayrılan kısım da patronun yokluğunda daha fazla olacak. Bu durum tarlanın gelişimini artıracak ve başka işçiler için de iş sahası yaratacak. Kimse bencilce davranmamış, kimse işsiz kalmamış, kimse ürettiği ürüne yabancılaşmamış, herkes ürettiğinin değerini alabilmiş olacak. Bu arkadaşlar birbirini yemek yerine el birliği etmiş ve ''biz'' duygusu kazanmış olacak. Daha çok emek veren daha fazla alacak elbette ama üretimden dışlama yetkisi kimsede olmayacağı için(çünkü mülkiyet ortak) herkes eşit ve dolayısıyla özgür olacak. Ayrıcalıklı grup olmadığı için afyon ihtiyacı olmayacak(ateizmin maddi koşulları hazırlanmış olacak) ve herkese iş olduğu için ötekileştirici hiçbir düşüncenin maddi temeli de olmayacak(milliyetçilik veya aterkillik olmayacak).

Şimdi bunlardan hangisi daha akla uygundur? Hangisi daha vicdana yaraşırdır? Hangisi insana yaraşır bir düşüncedir? Bunca kötü sonucuna rağmen özel mülkiyet bir insan hakkı mıdır yoksa insana yapılan bir haksızlık mıdır? Özel mülkiyet bir hak mıdır? Etiğe uygun mudur?

Bence asla değildir. Fakat diyelim ki özel mülkiyet bir insan hakkıdır. Ama bu durumda, herkes özel mülkiyet sahibi olamayacağı için bu ''insan hakkından'' toplumun büyük bölümünün mahrum kalacağı gerçeğini nasıl açıklayacağız? Başkalarını dışlayan bir insan hakkı olur mu? Dışlananlar insan değil mi?

Buyurun tartışalım...

tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Freddie bu hayalini kurdugun mükemmel sistem ancak şu şekilde olabilir ;

İslam komunizmi !

Senin bahsettigin , ahlak hak hukuk gibi degerlerin bir de manevi ve vicdan tarafı vardır , bunuda ancak İslam çözebilir..

İslama göre kul hakkı yemek haramdır , insan fazla dünyalık toplamaktan men edilmiştir , aç gözlülük insanı cehenneme götürür

Dolayısıyla komunizm mutlaka İslamla işbirligi yapmalıdır..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Freddie bu hayalini kurdugun mükemmel sistem ancak şu şekilde olabilir ;

İslam komunizmi !

Senin bahsettigin , ahlak hak hukuk gibi degerlerin bir de manevi ve vicdan tarafı vardır , bunuda ancak İslam çözebilir..

İslama göre kul hakkı yemek haramdır , insan fazla dünyalık toplamaktan men edilmiştir , aç gözlülük insanı cehenneme götürür

Dolayısıyla komunizm mutlaka İslamla işbirligi yapmalıdır..

Ahlakın kökeni din midir?? Kusura bakma ama senin de beynin ölmüş Uteybe.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Dolayısıyla komunizm mutlaka İslamla işbirligi yapmalıdır.

Zamanında İran'da komünistler islamla işbirliği yapmışlardı, herifler başa geçince ilk yaptıkları iş komünistleri asıp vinçlerde sallandırmak olmuştu. :( O yüzden islamcılarla ittifak yapmak yerine, devrimcilerin otoritesine boyun eğmelerini sağlamak daha iyidir. Çünkü müslüman adamda farklı olanla bir arada yaşama şuuru yoktur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Zamanında İran'da komünistler islamla işbirliği yapmışlardı, herifler başa geçince ilk yaptıkları iş komünistleri asıp vinçlerde sallandırmak olmuştu. :( O yüzden islamcılarla ittifak yapmak yerine, devrimcilerin otoritesine boyun eğmelerini sağlamak daha iyidir. Çünkü müslüman adamda farklı olanla bir arada yaşama şuuru yoktur.

Siyasal İslamcılar dahil hiçbir gerici güçle ittifak yapmamak gerekir.Bu doğru.Fakat İran'da Komünistler İslamcıları iktidara geçirmek için bir mücadeleye girişmemişlerdi.Tıpkı SSCB de Bolşevikleri iktidara geçirmek gibi bir mücadeleye girişmedikleri gibi.İran halk devriminin son anına kadar Ayetullah Mutahari bir İslam devletinin kurulmasının İslama aykırı olduğu görüşlerini yayıyordu.Devrimin baş aktörlerinden Ali Şeriatı en baştan İslam devleti fikrine karşı bir duruş sergilemişti bu iki şahısta Humeyni'ci gizli bir çete tarafından şehid edildi.Mutahari suikastını CİA üzerine Şeriatı suikastınıda İngiliz istibarat servisinin üzerine attılar.Oysaki Şeriatı zaten İngileredeydi ve orada 77 yılında öldürüldü.Şeriati'yi öldürmek için İngilterenin hiç bir nedeni yoktu.Ve İslamcıların iktidara gelişi devrim üzerine değil 5 Şubatta yaptıkları bir darbe üzerine oldu.Tıpkı Bolşeviklerin iktadara gelişleri gibi.Devrimin yarattğı kaos ortamında pusuda bekleyen bu tarz gruplar herzaman olur bu devrimin doğasında vardır.Ve halklar üzerinde ilk başta bir yanılsama daha sonra düş kırıklığı yapar.

Elbette devrim anında hertürden gerici ve halk üzerinde mutlak otarite olmak isteyen grupçuklar ezilmelidir.Ama bu kimseyi otarite altına alma için değil halkın özgürleşmesi ve kendini tekrardan yaratması için yapılmalıdır.

Bu tarz durumlarda Siyasal İslamcılarla Müslümanları çok iyi ayırt etmek gerekir.Çünkü devrimi kitleler yapacaktır(öncü partiler ve anarşist örgütler değil)ve kesinlikle bu kitle inançlı kişilerden oluşacaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sosyalizm Ve Din...

Bugünkü toplum, tamamen geniş emekçi kitlelerin nüfusunun ufak bir azınlığı; yani toprak sahipleri ve kapitalistler sınıfı tarafından sömürülmesi esası üzerine kurulmuştur. Bütün yaşamları boyunca kapitalistler hesabına çalışan “özgür” işçilere sadece kazanç sağlayan kölelerin yaşamını sürdürmeye, kapitalist köleliğin güvenini ve sürekliliğini sağlamaya yetecek oranda geçim olanağı “tanındığından”, bu toplum bir köle toplumudur.

İşçilerin ekonomik baskı altında olmaları, kaçınılmaz biçimde her türlü siyasal baskıya, toplumsal aşağılanmaya, kitlelerin ruhsal ve moral çöküntüsünün artmasına yolaçar. İşçiler ekonomik kurtuluşları adına az ya da çok ölçüde siyasal özgürlük elde etmek için savaşabilirler. Ne var ki, kapital gücü yönetimden yok edilmedikçe ne oranda olursa olsun elde edilecek siyasal özgürlük, işçileri yoksulluktan, işsizlikten ve baskıdan kurtaramayacaktır. Başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir.

Ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış demektir. Fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel önyargıları bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmeye çalışır. Bugünün proletaryası, din bulutuna karşı savaşta bilimden yararlanan ve işçileri bu dünyada daha iyi bir yaşam adına kavga vermek için birleştirerek öteki dünya inancından kurtaran sosyalizmin yanında yer alır.

Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlış anlamaya yolaçmamak için bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz açısından dini kişisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir. Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiç bir devlet yardımı yapılmamalı, hiç bir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen bağımsız, aynı düşüncedeki kişilerin oluşturduğu kurumlar niteliğinde olmalıdır. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaşların ise kiliseye feodal bağımlılıklarının sürdüğü, (bugüne kadar ceza yasalarımızda ve hukuk kitaplarımızda yer alan) engizisyon yasalarının varolduğu ve uygulandığı, insanları inançları ya da inançsızlıkları nedeniyle cezalandırdığı, insanların vicdan özgürlüğünü baltaladığı ve kilisenin şu ya da bu afyonlanmasıyla hükümetten gelir ya da mevki sağladığı utanç verici geçmişe son verilebilir. Sosyalist proletaryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirinden kesinlikle ayrılmasıdır.

Rus devrimi, bu isteği siyasal özgürlüğün bir gereği olarak gerçekleştirmelidir. Polis yönetimli feodal otokrasiye bağlı memurların başkaldırısı, kilise evresinde bile huzursuzluk, tedirginlik ve öfke yarattığı için din ve devleti ayırma isteğini gerçekleştirmek konusunda Rus devrimi özellikle elverişli bir ortamdadır. Rus Ortadoks din adamları her ne kadar cahilseler de, onlar bile Rusya’daki eski, orta çağa uygun düzenin yıkılmasıyla patlayan gümbürtüden uyandılar. Onlar bile özgürlük isteğinde birleşiyor, onlar bile bürokratik uygulamalara ve memur zihniyetine, “Tanrının hizmetkarları”nı zorla polise casusluk ettirmek isteyenlere karşı çıkıyorlar. Biz sosyalistler, bu hareketi desteklemeli, kilisenin dürüst ve içten üyelerine doğru sonuca ulaşmaları konusunda yardımcı olmalı, onların özgürlük isteklerini sürdürmelerini sağlamalı ve kilise ile polis arasındaki ilişkiyi koparmalarını onlardan istemeliyiz. Ya içtenlikli ve dürüstsünüzdür, ki o zaman kilise ile devletin ve kilise ile okulun kesinlikle birbirlerinden ayrılmasından, dinin tamemen kişisel bir sorun olarak kabul edilmesinden yana olursunuz. Ya da özgürlük konusunda bu tutarlı istekleri benimsemezsiniz, ki o zaman da engizisyon geleneklerinin hala tutsağı demeksinizdir; rahat memuriyetlerinize ve hükümet kaynaklı gelirlerinize bağlısınız demektir; silahınızın ruhsal gücüne inanmıyorsunuz ve devletten rüşvet almayı sürdürüyorsunuz demektir. O takdirde de bütün Rusya’daki sınıf bilinçli işçiler size amansız bir savaş açacaklardır.

Sosyalist proletaryanın partisi açısından, din kişisel bir konu değildir. Partimiz, işçi sınıfının kurtuluşu adına bir araya gelmiş sınıf bilinçli, ileri savaşçıların toplandıkları bir yerdir. Böylesi bir birlik dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen sınıf bilinci yoksunluğuna, bilgisizliğe ve geri kafalılığa kayıtsız kalamaz ve kalmamalıdır. Din diye tanımlanan ve halkın üzerine indirilen koyu sisle, sözlerimizi ve yazılarımızı kullanarak tamamen ideolojik silahlarla savaşabilmek için kilisenin kaldırılmasını istiyoruz. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisini, işçilerin her türlü dinsel uyutmacadan kurtulması adına mücadele etmek için kurduk. Bizim için ideolojik mücadele kişisel bir sorun değil, bütün Partinin, bütün proletaryanın sorunudur.

Madem ki durum böyledir, o halde Programımızda ateist olduğumuzu neden açıklamıyoruz? Hristiyanların ve öteki dinlere inananların Partimize girmesini neden yasaklamıyoruz?

Bu soruya verilecek cevap, din sorununun burjuva demokratları tarafından ortaya konuluşu ile, Sosyal Demokratlar tarafından ortaya konuluşu arasındaki ayırımı belirleyecektir.

Bizim programımız tamamen bilimsel, dahası materyalist dünya görüşü temeli üzerindedir. Bu nedenle programımızın açıklanması demek, din sisinin gerçek tarihsel ve ekonomik kökenlerinin açıklanmasını da zorunlu kılacak demektir. Propagandamız kaçınılmaz olarak ateizm propagandasını, gerekli bilimsel yayımların yapılmasını, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladığı ve kovuşturduğu yazıların Parti çalışmalarımızın bir dalı haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engels’in Alman Sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevrilmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır

Ancak, hiçbir koşulda din sorununu burjuva radikal demokratlarının sık sık yaptığı gibi, soyut, ülkücü bir biçimde, sınıf mücadelesinden kopuk “entellektüel” bir sorun gibi ortaya koymak yanlışına düşmememiz gerekir. Aşırı baskı temeline oturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinsel önyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yokedilebileceğini sanmak budalalık olur. İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka birşey değildir. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlanmadıkça, ne kadar bildiri dağıtılırsa dağıtılsın, ne kadar söz söylenirse söylensin proletaryayı aydınlatmak olanaksızdır. Bizim açımızdan ezilen sınıfın bu dünyada bir cennet yaratmak adına gerçek devrimci mücadelede birleşmesi, öteki dünya cenneti konusunda proletaryanın görüş birliğine gelmesinden daha önemlidir.

İşte bu nedenle Programımızda atesit olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız. İşte bu nedenle, eski önyargılarını henüz sürdüren proleterlerin partimize katılmalarını engellemiyoruz ve engellememek zorundayız. Biz her zaman bilimsel dünya görüşünü öğütleyeceğiz ve çeşitli “Hristiyanlar”ın tutarsızlıklarıyla savaşacağız. Fakat bu hiçbir zaman, yeri olmadığı halde din sorununun birinci plana alınması demek değildir. Yine bu hiçbir zaman, gerçekten devrimci ekonomik ve siyasal mücadele güçlerinin üçüncü sınıf görüşler ya da anlamsız fikirler nedeniyle birbirlerinden kopmasına, siyasal önemlerini kaybetmesine, ekonomik gelişim karşısında bir yana itilivermesine göz yummamız da demek değildir.

Her yerde ve şimdilerde de Rusya’da reaksiyoner burjuvazi, gerçekten önemli, temel ekonomik ve siyasal sorunlardan, yani Rus proletaryasının devrimci mücadelede birleşmesiyle bugünlerde çözümlenmeye başlanmış olan sorunlarından kitlelerin dikkatini uzaklaştırmak amacıyla din adına mücadeleyi kendine uğraş edinmiştir. Bugün kendini Kara Yüzler kıyımlarında gösteren ve devrimci mücadeleyi bölmeyi amaçlayan bu reaksiyoner tutum, yarın çok başka ve çok ustalıklı biçimler alabilir. Biz, durum ne olursa olsun, bu reaksiyoner tutum karşısında serinkanlı, dirençli olacağız ve temelde olmayan ayrımların etkilemeyeceği bir öğretiyi, bilimsel dünya görüşünü ve proleter dayanışmasını öğreteceğiz.

Dinin devletten ayrılması açısından, devrimci proletarya dini gerçekten kişisel bir sorun durumuna getirmeyi başaracaktır. Ve ortaçağ kalıntısı küflenmiş görüşlerden arınmış, bu siyasal düzende, proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele verecektir.

LENİN 3 Aralık 1905

Leninist olmasamda bu yazınının bir bölümünü paylaşıyorum.Bir bölümü derken ufak bir bölümü.

tarihinde marcos tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

FREDDİE benden sana iki bir soru:

1-Yanında ücretli işçi çalıştırmayan zanaakarlar üretim araçlarının özel mülkiyetine sahipmidir,değilmidir?

2-Küçük toprak sahipleri toprakları üzerinde bildikleri yöntemle ekip biçmek isterlerse bu durumda devrimci iktidarın tutumu ne olmalıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş
FREDDİE benden sana iki bir soru:

1-Yanında ücretli işçi çalıştırmayan zanaakarlar üretim araçlarının özel mülkiyetine sahipmidir,değilmidir?

2-Küçük toprak sahipleri toprakları üzerinde bildikleri yöntemle ekip biçmek isterlerse bu durumda devrimci iktidarın tutumu ne olmalıdır.

1-Evet sahiptir ama işçi çalıştırmadığı için sömürü yapmamaktadır. Bunlar küçük burjuvazi içerisindedir.

2-Küçük toprak sahiplerine ilişkin tutum, ülkenin içinde bulunduğu üretim tarzı aşamasına göre belirlenir. Eğer feodal kalıntılar hala varsa, bu durumda ağanın toprağının köylülere dağıtılması yoluna gidilir. Fakat nihai hedef, kollektif çiftlikler oluşturmaktır. Yani sürecin başında küçük toprak sahipliğine göz yumulsa da en sonunda bu da ortadan kaldırılıp tarımda kollektifleştirmeye gidilir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Freddie bu hayalini kurdugun mükemmel sistem ancak şu şekilde olabilir ;

İslam komunizmi !

Senin bahsettigin , ahlak hak hukuk gibi degerlerin bir de manevi ve vicdan tarafı vardır , bunuda ancak İslam çözebilir..

İslama göre kul hakkı yemek haramdır , insan fazla dünyalık toplamaktan men edilmiştir , aç gözlülük insanı cehenneme götürür

Dolayısıyla komunizm mutlaka İslamla işbirligi yapmalıdır..

:blink: öyle bır ıslam ülkesı var mı acaba?

Link to post
Sitelerde Paylaş
1-Evet sahiptir ama işçi çalıştırmadığı için sömürü yapmamaktadır. Bunlar küçük burjuvazi içerisindedir.

2-Küçük toprak sahiplerine ilişkin tutum, ülkenin içinde bulunduğu üretim tarzı aşamasına göre belirlenir. Eğer feodal kalıntılar hala varsa, bu durumda ağanın toprağının köylülere dağıtılması yoluna gidilir. Fakat nihai hedef, kollektif çiftlikler oluşturmaktır. Yani sürecin başında küçük toprak sahipliğine göz yumulsa da en sonunda bu da ortadan kaldırılıp tarımda kollektifleştirmeye gidilir.

1.Zanatkarlıkta yanında işçi çalıştırmak mesleğin ilerki kuşaklara aktarılması açısından bir zorunluluktur.Yanında çırak çalıştıran bir terzinin çırak üzerinde tahakkümcü olduğu ve onun emeğini sömürdüğü söylenemez.Sanayii devriminin ilk yıllarında pekçok idiolog kapitalizmin günün birinde zanaatkarları ortadan kaldıracağı seri üretime geçeceğini iddia etti bu idiologlar arasında Marks'ta bulunmakta.Fakat günümüze gelindiğinde kapitalizmin böyle birşeyi hala hayata geçirmediği ve bunu yapmasınında imkansız olduğu anlaşıldı.

Bu durumda Marksistler ya kapitalizmin süreç içerisinde zanaatkarları ortadan kaldırmasını bekleyecek yada devrimle zanaatkarlığı ortadan kaldırmak zorunda kalacaklardır.Birinci durumun gerçekleşmeyeceği, ikinci durumunda kitlelerin devrime tepkisiyle sonuçlanacağı için Marksistler sosyalist toplumdan komünist topluma geçemeyeceklerdir.

2.Büyük toprak sahibleri yani bizim dediğimiz şekliyle ağalık sistemi.Bu sistemi ortadan kaldırmak için sosyalist devrim olmasada olur.Her burjuva demokratik sistem toprak ağalığına son vermeyi amaçlar.Önce köylülüğe toprak dağıtıp sonra bu toprakları devrimci bir hüümetin isteği doğrultusunda birleştirip kollektif çiftlikler kurmak imkan dışı birşey dir.Bun yapan her sistem kıtlık sorunuyla yüz yüze kalacaktır(SSCB'de bu olmuştur)

Sorun küçük toprak sahiplerinin topraklarını kendi istekleri şekilde ekip biçmelerini ve ürettikleri ürünleri direkt olarak pazara sürmelerini sağlamaktır.Arada bir aracı kapitalist olmadığı için bu durum en doğru sosyalist tutum olacaktır.Köylülük ihtiyaç duyarsa toprakları birleştirebilecektir.Fakat toprakları kamulaştırıp devlet denetimde ki çiftlikler haline getirmek köylülüğü o çiftliklerde çalışan işçiler haline getirecektir.Bu da köylülüğün asla kabül etmeyeceği birşeydir.

Sayılarımla

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mülkiyet ile ilgili kendi fikrimi söyleyip kaçacağım başlıktan.

Şimdi bu mülkiyet meselesi bence tamamen mantıksız bir şey. Etiğini metiğini geçtim. Bir gezegen meydana geliyor. Bunun üzerinde canlılar ürüyor. Milyarlarca yıl sonra bir dönem bu canlılardan bazıları çıkıyor diyor ki "burası, şurası ve bunlar benim". Kimisi petrole elini koyar, kimisi demire, kimisi kömüre... Sanki zooplanktonları zamanında kendisi gömdü oraya anasını satayım...

"Etik" kavramı zaten toplumların kendi dinamikleri ile ortaya çıkardığı, üretim ilişkilerinden sosyal münasebetlere kadar pek çok konuya göre her toplumda değişiklik gösteren bir şey. Bir bakıma yazılı olmayan, gayrı-resmi hukuk sistemi. Eğer mülkiyet günümüz toplumunda etiğe uygunsa bile yarın öbür gün birileri bu işe uyandığında "buralar komple benim" diyen bir adama "senin anan güzel mi? nerden senin oluyormuş? ya hepimiz ortaklaşa kullanırız ya da s.rolup gidersin burdan" diyecektir. Devrimsel olarak yeni bir etik anlayışı toplumda boy gösterecektir.

Bundan binlerce yıl önce köle sahibi olmak hiç de gayrı-ahlaki bir durum değildi. Hatta öyle etik bir davranıştı ki köleniz varsa saygınlığınız olurdu. Bir de bu gün bakın köleliğe yaklaşım tarzına insanların. Çağımızın köleleri de elbette mülkiyetçi zihniyete "başlatma lan etiğine" diyecektir Spartacus gibi. Zamanı geldiğinde...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Techrow

Şimdi bu mülkiyet meselesi bence tamamen mantıksız bir şey. Etiğini metiğini geçtim. Bir gezegen meydana geliyor. Bunun üzerinde canlılar ürüyor. Milyarlarca yıl sonra bir dönem bu canlılardan bazıları çıkıyor diyor ki "burası, şurası ve bunlar benim". Kimisi petrole elini koyar, kimisi demire, kimisi kömüre... Sanki zooplanktonları zamanında kendisi gömdü oraya anasını satayım...

Thecrow'un yazısına katılıyor, yazdığının bir kısmını alıntılıyor ve kaldığı yerden devam ediyorum.

Dünya topraklarının "devlet" ad altında kimi devletlerin mülkiyetine girmesi ve sınırların kurulması mantık dışıdır.

Senin yazından alıntıladığım yeri sınırlara uyarlıyorum ;

Bir gezegen meydana geliyor. Bunun üzerinde canlılar ürüyor. Milyarlarca yıl sonra bir dönem bu canlılardan bazıları çıkıyor diyor ki "burası, şurası ve bunlar benim". Kimisi petrole elini koyar, kimisi demire, kimisi kömüre... Sanki zooplanktonları zamanında kendisi gömdü oraya anasını satayım...

Kimi iyi yere kapaklanır kimi kötü yere. Ama kötü yere konan iyi yere konanın sınırına girmek için bile dahi olsa passaport ve vize almalıdır.

Onu da alabilmek için kendi ülkesinin karşı ülke tarafından tanınması şarttır ha.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Freddie bu hayalini kurdugun mükemmel sistem ancak şu şekilde olabilir ;

İslam komunizmi !

Senin bahsettigin , ahlak hak hukuk gibi degerlerin bir de manevi ve vicdan tarafı vardır , bunuda ancak İslam çözebilir..

İslama göre kul hakkı yemek haramdır , insan fazla dünyalık toplamaktan men edilmiştir , aç gözlülük insanı cehenneme götürür

Dolayısıyla komunizm mutlaka İslamla işbirligi yapmalıdır..

onlar iranın terbiyesizligi.. inanıyorumki akademik düzeyde güzel bir dille komunizm anlatıldıgı sürece İslamla - Komunizm el ele insanlıgı dünya cennetine götürecektir

Zamanında İran'da komünistler islamla işbirliği yapmışlardı, herifler başa geçince ilk yaptıkları iş komünistleri asıp vinçlerde sallandırmak olmuştu. :( O yüzden islamcılarla ittifak yapmak yerine, devrimcilerin otoritesine boyun eğmelerini sağlamak daha iyidir. Çünkü müslüman adamda farklı olanla bir arada yaşama şuuru yoktur.

Freddie !

Bence Uteybe güzel bir teklif yapmış , bir kere daha düşünmende çok yarar var , hemen kestirip atma da ''düşmanımın düşmanı dostumdur '' özlü deyişini hatırla !

Uteybe'nin de dediği gibi boşver sen İran'daki nankör şeriatçı terbiyesizleri , onlar iyilikten ne anlar ; bizim ülkemizin güzide şeriatçıları komünistlere asla kötü gözle bakmaz , adamı vinçlerde de sallandırmaz !

Kıskanıyorsam namerdim , birbirinize aslında pek de güzel yakışıyorsunuz , Allah ve Karl Marks'ın kutsal proleter ruhu sizleri bir yastıkta kocatsın , nikah şahidiniz olmayı ne kadar isterdim !

Link to post
Sitelerde Paylaş
Kapitalistler diyor ki; ''Bu beş arkadaşında, önlerindeki tarlanın sadece kendilerinin olmasını istemeye hakları vardır. O halde bunu elde edebilmek için birbirleriyle yarışsınlar ve kazanan tüm tarlaya sahip olsun, öbürleri de onun emrinde tarlada çalışsınlar. Kazananın çalışmasına gerek yok çünkü o tarlanın mülkünün sahibidir artık ve patrondur. Tarlada elde edilecek olan ürünün değeri henüz netlikle belli değilken patron, çalıştırdığı dört işçiye, onların işgüçleri karşılığında ancak yaşayabilecekleri kadar bir ücret versin ve üretime başlasınlar. Üretilen ürünün aylık getirisi ise çalışan dörtlünün ücretinden çok daha fazla olsun ve patron bu getiriden ücretleri ve tarlanın gelişimi için gerekli olan bir kısmı düştükten sonra kalanı mülkiyet hakkı olarak cebe indirsin. Zamanla tarlanın geliştiğini ve ürün getirisinin daha da arttığını düşünelim. Bu gruba dışarıdan bir başka işçi adayı daha katılmaya kalksın ve çalışmak için diğer işçilerden daha az bir ücrete razı olsun, böylece diğer çalışanlar arasında bir rekabet olsun ve içlerinden biri işsiz kalsın'' diyor ve bu tezini insanın içindeki ''hırsa'', ''rekabete'', ''işsizlik tehdidi ve bir patronun baskısı olmadan üretimin layıkıyla yapılamayacağına'' dayandırıyor. Yani başlangıçtaki beş arkadaş, içlerindeki bencillik ve hayvanlık duygusuyla akılsızca hareket edip tarla için birbirlerini ve arkadaşlıklarını hiçe sayıp ölümüne bir rekabete girsinler, kazanan bu avantajını tarlayı mülküne geçirip diğerlerini çalıştırmak için kullansın, işçiler ürettikleri ürünün değeri üzerinden değil de başta belirlenen cüzi bir ücret üzerinden hayatını devam ettirsin ve patron da mülkiyet hakkına dayanarak oturduğu yerden para kazansın, tarlanın getirisi büyümesine rağmen işçilerle patronların kazanç oranları yine de birbirini tutmasın ve en sonunda daha ucuza çalışan bir işçinin gelişiyle birlikte tarlanın kazancı arttığı halde bir işçi işsiz kalarak iyice sürünsün! Şimdi bu sistem akıllıca mıdır? Ahlaka uygun mudur? İnsanlık vicdanına uyar mı yoksa vahşi hayvanlara mı yakışır? Burada üretimin beş arkadaşın(ve sonradan geleninde) en iyi yaşam koşullarına erişmesi için değil sadece patronun buna erişmesi için, yani üretimin insanlık için değil kar için yapıldığını görüyoruz. Tabi, patronun kendi ayrıcalığının sorgulanmaması için din afyonunu kullanması veya sonradan gelen işçiye işini kaptırmamak isteyen işçilerin, sonradan gelenin etnik kökenini veya cinsiyetini bahane ederek onu dışlama eğilimine girmesi v.b. durumları(yani dinin ve milliyetçiliğin-ataerkilliğin etkilerini) daha hiç işin içine katmadık.

Olaylara bu kadar dar bır kalıp ıle yaklaşmak , akla mı , mantıga mı bilime mı , neye yakışır onu da ayrıca soruyoruz :

Aynı fabrikada makine başında çalışan işçiye sorsak :

- Ne iş yaparsın ?

- İşçiyim .

- Ne üretirsin ?

- Ayakkabı ...

- Günde kaç ayakkabı üretebiliyorsun ?

- 10 çift ...

- Günlük ücretinle kaç ayakkabı alabilirsin ?

- Tekini ...

- Gördün mü ; bak patron senı sömürüyor .

- Neden ?

- 10 çifft ayakkabı yapıyorsun , ama bır tekını alabılecek ucret alıyorsun , patron ise 10 kat para kazanıyor , senı somuruyor .

- Abi , sen manyak mısın , bunun hammadde parası yok mu ?

- Var mı ; ne kadar acaba ?

- Abı , bız ıcınde oldugumuz ıcın yakınen bılıyoruz tabakası xyz USD , fıresı falan derken bır tabakadan 10 ayaykkabı cıkıyor .

- O onemlı degıl , asıl senın emegın onu ayakkabı halıne getırıyor .

- Oyle deme be abı , bak sımdı gunde 10 ayakkabı yaparken bır tabaka derı harcıyorum . Bır tabaka derı de benım gunluk ucretımın bes katı .

- Hadı yav ; o kadar pahalı mı ımıs derıler , yoksa sen patronun adamı mısın , bıze yalan mı soyluyorsun ?

- Ne yalan soyluycem sana hoduk ; sen hıc hayatında bır uretım nasıl gerceklesır gormemıssın kı , masa basından sallıyorsun .

- Ama bızım okudugumuz Das Capital 'de ...

- Başlatma ulan das Capital'inden ; dinle ıste anlatıyoruz , cahil cuhela !...

- Ben falan fılan fakulteyı bıtırdım , senı kurtarmaya geldım .

- Ulan armut ; once kendını kurtar , ayagındakı ayakkabıya bak , al su bızım yaptıklarımızdan bır cıft hedıyem olsun sana .

- Aaa , ayıp olmaz dı mı , alsam tabıı canım , hatıra olarak alayım .

- Neyse dınle sımdı ; ben gunde 10 cıft ayakkabı yapıyorum , benım ucret ıle bır cıft alıyorum , bes cıft de hammadde gıttı mı , ettı sana 6 cıft ...

- Gene de sızı somuruyor ; sen bır cıft alıyorsun , o 4 cıft alıyor , vahsı kapıtalıst !...

- Olum sen manyak mısın nesın , bır urunun malıyetını , hammadde+emek sanırsan boyle olur .

- Baska ne var kı ?

- Su mu yakıyo bu makıneler ; ayda xyz elektrık parası oduyoruz , dogal gaz parası oduyoruz ...

- Bu makıneler kol gucu ıle calısmıyor mu ?

- Yok ; o Marksın yasadıgı cagda oyle ımıs .

- Sen Marks ı nerden bılıyon ?

- Neden bılmıyım ; merak ettım , oturdum ınternetten baktım .

- Vay canına ; ben de senı bılınclendırmeye gelmıstım .

- Keske e-maıl atsaydın ; neyse konuya donelım : İşveren , SSK ve vergımı oduyor , muhasebecıye ayrı oduyor , KDV stopaj vs. derken 42 cesıt vergı oduyor her ay ...

- Hadi ya , o kadar cok mu ; sosyalızmde kaldıracagız hepsını .

- Sonra paketleme , naklıye gıderlerı var , stok malıyetı var ...

- Stok malıyetı mı ?

- Tabıı ya ; ben 10 cıft ayakkabı uretınce patron 10 unu da aynı gun sattı mı sanıyorsun ?

- Ama nasıl olsa satacak ...

- Bazen satamıyor , model tutmuyor pıyasada , ya da gecen sene cızme calıstık , kıs yapmadı , elımızde kaldı .

- Hadi yaw ; bu kadar karmasık mı bu iş ?

- Ne sanıyon ; bır de rekabet var bılıyorsun , hem yurt ıcı hem yurtdısı ...

- Sızın durum nasıl ?

- Zor ayakta duruyoruz , patron ıscı cıkarmamak ıcın dırenıyor .

- Hadı canım !

- Sen amortısman nedır bılır mısın ?

- Evet araba parcası degıl mı ?

- Hadı lan hoduk ; bak sımdı , bız bu makınelerı kullanınca bunlar eskımıyor mu ?

- Eskıyor degıl mı ?

- Tabıı eskıyor ; bu adam bu makınelerı 10 sene kullansa , bız hesapladık , gunde 1 cıft ayakkabı malıyetı de oyle bınıyor . Üstelık daha yenı ve daha ustun makıneler ıle calısan rakıp fırmalarla rekabet etmek ıcın sureklı yenı makıneler almak durumunda .

- Sız ne kadar cok sey bılıyorsunuz .

- Cunku bız 24 saat bunun ıcındeyız , bızzat hayatın ıcınde bunları gorup yasıyoruz .

- Bu somuru duzenı ...

- Somuru mu ? Abı , gecen gun hanımı bır profesore goturduk , 10 dakıka baktı , 250 YTL dedı fıs de vermedı .Bir de Mr falan tahlıl falan derken ıkı maas hesap cıktı , bu ıslere de bır el atsanız ..

- Sosyalızmde emek en yuce deger olacak , doktor da sızınle surunecek .

- Yok be abı , adam o kadar okumus , o kadar da degıl yanı . Neyse , o proftan cıktık , pahalı dıye ucuz doktor gelmıs dedıler , ona gıttık , adam Kübalı imiş , orada 20 dolar maas alıyormus , o da kacmıs buraya gelmıs .

- Ama orda sut verıyorlar cocuklara ...

-Neyse konuya gecelım ; okcesı boyası , bagı , kartonu , kutusu derken adama bı sey kalmıyor . Adam bir de makınelerı kredı ıle almıs , faız malıyetı de var .

-Eh ben mussade isteyeyim ; sayın ıscı , benım ayakkabı hangısı ıdı ?

-Dur acelen ne daha ; %46 gelır vergısı verıyor , servıs var , yemek var ...

-Su sıyahımı alsam ...

-Sen tabayı al , Allen edmonds ın aynısı , ha ayrıca bu bina kirada , kiranın % 22 stopajını da ayrıca oduyor ...

-Nasıl durdu ? Yoksa bot mu alıp ımaj mı yapsam , yandakı arkadaş da mı burada calışıyor ?

-Yok ; o patron .

-Patron mu ? Dişleri nerede ? Bu basbayagı normal bir insan yav .

Link to post
Sitelerde Paylaş
Öte yandan komünistler diyor ki; ''Bu beş arkadaş tarlayı kapmak için birbirleriyle yıkıcı bir rekabete girmek yerine yaratıcı bir dayanışmaya girsinler, tarla bu beş arkadaşın da mülkünde olsun. Hep birlikte ektikleri tarladan hepsi verdikleri emek doğrultusunda pay alsınlar. Ortada bir patron olmasın, kararlar oy birliğiyle veya doğal yetenekleri sonucu diğerlerinin takdirini kazanan bir liderin yön göstermesiyle alınsın. Bu lider, liderliğini mülkiyet gücü üzerine değil, diğer arkadaşlarının gözündeki saygınlığı ve kendi yeteneği üzerine bina etsin. Çeşitli yetenekleriyle öne çıkanlar, bu özelliklerini diğerlerini sömürmek için değil onlara faydalı olmak için kullansın. Beş arkadaş da çalışsın ve henüz üretime başlamamışken ücret belirlenmesin. Önce üretim yapıp bunu satsınlar ve getirisini görsünler, sonra bu getiri -tarlanın gelişimi için gerekli pay ayrıldıktan sonra- herkes arasında verdikleri emeğe göre bölüşülsün. Yani işçiler ürettikleri ürüne yabancılaşmasın. Böylece ürünün değerinin tam karşılığını tüm çalışanlar alabilsin ve kimse özel mülkiyet gücünü kullanıp da büyük pay kapmasın. Bir kişinin çok rahat yaşarken diğerlerinin sürünmesindense herkesin geçimine rahatça yetecek kadar bölüşüm gerçekleşsin. Varsın lüks olmasın. Tarlanın zamanla geliştiğini ve altıncı bir işçi adayının çalışmak için baş vurduğunu düşünelim. Üretim kar değil insan için yapıldığından ve tarlanın gelişimi için ayrılan pay tarlayı büyütüp bir kişilik daha yer açtığından dolayı rekabete ve işsizliğe gerek olmadan o başvuran yeni çalışana da tarlada yer verilir, böylece işsizlik denen şey de olmaz'' diyoruz. Özel mülk sahibi bir patron varolmayacağı için, tarladan elde edilen gelire büyük oranda el koyup çalışanların ücretini düşüren bir faktör olmayacak; ayrıca tarlanın gelişimi için ayrılan kısım da patronun yokluğunda daha fazla olacak. Bu durum tarlanın gelişimini artıracak ve başka işçiler için de iş sahası yaratacak. Kimse bencilce davranmamış, kimse işsiz kalmamış, kimse ürettiği ürüne yabancılaşmamış, herkes ürettiğinin değerini alabilmiş olacak. Bu arkadaşlar birbirini yemek yerine el birliği etmiş ve ''biz'' duygusu kazanmış olacak. Daha çok emek veren daha fazla alacak elbette ama üretimden dışlama yetkisi kimsede olmayacağı için(çünkü mülkiyet ortak) herkes eşit ve dolayısıyla özgür olacak. Ayrıcalıklı grup olmadığı için afyon ihtiyacı olmayacak(ateizmin maddi koşulları hazırlanmış olacak) ve herkese iş olduğu için ötekileştirici hiçbir düşüncenin maddi temeli de olmayacak(milliyetçilik veya aterkillik olmayacak).

Şimdi bunlardan hangisi daha akla uygundur? Hangisi daha vicdana yaraşırdır? Hangisi insana yaraşır bir düşüncedir? Bunca kötü sonucuna rağmen özel mülkiyet bir insan hakkı mıdır yoksa insana yapılan bir haksızlık mıdır? Özel mülkiyet bir hak mıdır? Etiğe uygun mudur?

Çocuklar !

Freddie teyzenizin anlattığı ''Alis Harikalar Diyarında'' masalını dinlediniz , artık uyku zamanı , doğru yataklara !

Sütünüzü içmeyi de unutmayın ha ; sütte protein vardır yavrucaklarım , zihni açar !

Büyüyünce de balık yersiniz !

tarihinde Azaz tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...