Jump to content

İHANET-İ NUR


Recommended Posts

1-

ÖNSÖZ

Türkiye’nin en önemli sorunu Kürdçülüktür. Kürdçülüğün tarihini, hedeflerini, yapılanmasını

ve yıkıcı planlarını yeterince bilmeyen Türk milleti, olayı yalnızca PKK örgütünün korku ve

sindirme temelinde geliştirdiği terörist faaliyetlerinden ibaret sanmaktadır. Halbuki PKK,

buzdağının sadece görünen yüzüdür.

Dünyanın hemen her ülkesinde örneklerine rastlandığı gibi, Türkiye’de de etnik unsurların

milliyetçiliği bir takım maskelerin ardına gizlenmek zorunluluğundadır. Etnik unsur

milliyetçiliği, baskın unsurun zayıf noktalarının tespiti ile başlar ve zaaf gösteren yerlere

sızma harekâtı ile sürdürülür. Gücün elde edilmesi çok meşakkatli bir süreci gerektirdiği için,

planlar daima uzun vadeli olarak hazırlanır. Maskenin, fark edilmeyecek şekilde yüze

oturması bir mutlak şarttır ve yerine getirilmelidir.

Ülkemizdeki Kürdçü çeteler, yukarıda belirtilen mutlak şartın bilincinde olarak; imparatorluk

dönemimizin sonlarında başlattıkları çalışmalarını, cumhuriyetin ilanından sonra sistemli

şekilde kamufle etme yoluna gitmişlerdir.

Kürdçüler, Türkiye’deki -yasal veya yasadışı- bütün sosyalist ve komünist hareketlere

sızmışlardır. Bu sızma harekatını yürütürken Lenin’in “Halklara özgürlük” söylemini maske

olarak kullanmışlardır. Kürdçülüğün bir dönem hızla güç kazanmasında; Türkiye İşçi

Partisi’nin düzenlediği Doğu Mitingleri ile Dev-Genç’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun

pek çok ilinde örgütlediği Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının büyük payı olmuştur.

Kürdçülerin art niyetli olduğunun farkına geç de olsa varan az sayıdaki Türk ise komünizmin,

“bayat bir burjuva yalanı” diyerek lanetlediği “Türk milliyetçiliği” ile suçlanarak

örgütlerinden dışlanmışlardır.

Sosyal demokrat çizgideki partiler (CHP-SHP-DSP) de Kürdçülerin daima ilgi alanlarında

olmuştur. TİP’in kapatılmasından sonra, “sosyalizm” maskesinin ardındaki Kürdçülük

kendine yeni bir maske aramaya başlamış ve bu esnada “solculuk” – “sosyal demokratlık”

örtüsünün altına girmiştir. Yakın tarihten rahatça hatırlanacağı üzere; Türkiye’nin açıktan

açığa Kürdçülük yapan ilk partisi olan HEP, sözünü ettiğimiz “solculuk” örtüsü sayesinde

SHP listelerinden meclise girmeyi başarmıştı.

Kürdçüler, Türkiye’deki “siyasal İslamcı” partiye ve partinin insan kaynağını oluşturan

yasadışı tarikatların çoğuna sızmışlardır. Bunu yaparken, soyut bir kavram olan ve çağımızda

her hangi bir geçerliliğinin kalmadığı bilinen “din kardeşliği” maskesini yüzlerine

geçirmişlerdir. Samimi hislerle dine bağlı olan Türkler, ne yazık ki Kürdçülüğün İslamcı

kılıkla bugüne kadar gerçekleştirdiği operasyonların farkına varamamıştır. Tarikatların tepe

noktalarını ele geçiren Kürdler, Türk milliyetçiliğinin “kavmiyetçilik” olduğunu ve bunun da

dinen haram olduğu vaazını verirlerken, kendileri Kürd milliyetçiliğinin en koyu ve şedid

halini gözlerden uzak şekilde yürütmüşlerdir.

Kürdçülerin 1946’dan itibaren yayılma sahası buldukları bir başka yer ise Demokrat Parti-

Adalet Partisi çizgisindeki politik çevredir. Kürdçülerin, bu hareketi kendilerine yayılma alanı

seçmelerinin başlıca sebebi; cumhuriyetin ilk yıllarında patlak veren bölücü-yıkıcı isyanların

elebaşları oldukları için yurdun batısında kalan çeşitli illerde zorunlu iskâna tâbi tutulan Kürd

ağalarına geriye dönüş izni veren Adnan Menderes hükümetinin varlığıdır. Bu izinden

faydalanan ağalar yerlerine geri döndüklerinde, eski otoritelerini kısa sürede yeniden

kurdular. Sürgünde geçirdikleri yıllar onları akıllandırdığı için, Kürdçülüklerini yasal zeminde

- 1 -

nasıl yürüteceklerini de tespit ettiler. Devir demokrasi devriydi ve demokrasilerde çare

tükenmezdi. Döner dönmez, velinimetleri olan partinin mahalli teşkilatlarını kurdular. Ağamaraba

ilişkisi; parti açısından oyların blok halinde sandığa dökülmesi demek olunca da, ufak

hesaplardan menfaat uman iktidar sahipleri bu şebekenin pençesine düşmüş bulundular. DPAP

politik çizgisinin diğer büyük hatası; dini, siyasî bir araç olarak kullanmaları olmuştur ki

bu durum Kürdçüler için tereyağlı ekmeğin üzerine sürülen bal olmuştur.

Kürdçüler için, sızılması en zor siyasî alan ise, gayet doğal sebeplerle, Türk milliyetçileri

tarafından kurulmuş olan partiydi. Bu yüzden, uzunca bir süre o alana sızma teşebbüsünde

bulunmadılar. Komünizmle mücadele fikri çerçevesinde Kürd asıllı bazı İslamcılar 1970’lerin

sonlarında bu parti çevresine girmekle birlikte, Kürdçülüğün geniş kapsamlı bir çabası yoktu.

1980’lerin ortalarında ise PKK’nın silahlı eylemlere başlamasıyla birlikte, sözüm ona “ırkçı

değiliz” diyebilmek için, Kürdçülerin bu çevreye sızabilmesi için gafilce bir boşluk

oluşturulmuştur. Bu devrin karakteristik özelliği ise partide ideolojik bir kırılmanın yaşanması

olup, Türk Milliyetçiliği’nin yerini Türk-İslam Sentezi’nin almasıdır.

Said Nursî’den Fetullah Gülen’e uzanan Nurculuk hareketinin tarihçesi incelendiğinde, dört

ana fikriyat yani Kürdçülük, İslamcılık, merkez sağ partiler ve Türk milliyetçiliği için

kurulmuş olan parti, bir arada görülebilmektedir.

Said Nursî’nin ortaya çıkışı Kürdçülük ile olmuştur. Kürd Talebe Hewi Cemiyetinin bir üyesi

olarak mahallî Kürd kıyafeti ile payitahta gelen Said, bir Cuma selamlığında 2. Abdülhamid

Han’a Doğu illerimizde Kürdçe’nin eğitim dili olması talebini içeren bir dilekçe uzatmış ve

Abdülhamid Han da kendisini tımarhaneye (akıl hastanesi) kapatmıştır. Tımarhanede aklı

başına gelen Said; o güne kadar Molla Said Kürdî şeklinde kullandığı adını, doğum yeri olan

Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyüne atfen Said Nursî olarak değiştirmeyle işe

başlamıştır. Açıktan Kürdçülükle bir yere varamayacağını gören Said, bu kez devrin güçlü

fikir akımı olan İslamcılığa meyletmiştir. Burada nispeten bir başarı yakalamış olmakla

birlikte, itikat noktasındaki bazı sapkınlıkları ve gizli Kürdçülüğü sebebiyle burada da deşifre

olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, rejim düşmanlığı ve halkı hükümete karşı kışkırttığı için çeşitli

illerde zorunlu ikamete mahkum edilen Said, her gittiği yerde Türk halkının samimi dinî

duygularını sömürerek, doğrudan kendisine bağlı çalışan bir cemaat yapısı oluşturmuştur. Bu

cemaatin mensupları, Demokrat Parti’nin kurulmasıyla birlikte bu parti saflarındaki yerlerini

alarak, sırtlarını hükümete dayamayı başarmışlardır. Bu devir, Kürdçülüğün en sinsi çetesi

olan Nurculuk hareketinin filizlendiği ve genişlediği bir dönem olmuştur.

Said Nursî’nin ölümüyle birlikte bir süre iç karışıklık yaşayan Nurcular, 1960’lı yılların

sonunda kendi içlerinden seçip ortaya çıkardıkları Erzurum merkezli Şıhbızındı Kürd

aşiretinden olan Fetullah Gülen ile tekrardan örgütlenmeye başladılar. Türklere karşı Türkleri

kullanma konusunda Said Nursî’den bile daha başarılı olan bu kişi, İzmir’de bir camide vaiz

olarak başladığı çalışmalarına, 1970’lerde kurulan Komünizmle Mücadele Derneklerine

sızarak sürdürdü. 1980 öncesindeki sağ-sol çatışmaları esnasında sağ olarak ifade edilen

grupların hemen hepsiyle temas kuran Gülen, kaçak durumundakilere barınma imkanı

sağlayarak gözü pek gençleri kendisine minnettar hale getirdi. Bu kişiler ihtilal sonrası

yıllarda ANAP-DYP-MHP gibi partilerde yönetici konumuna geldiler.

Vaazlarında psikoloji biliminin telkinle ilgili bütün unsurlarını başarıyla kullanan Gülen,

maddi yönden güçlü olan müritlerine önce öğrenci yurtları, sonra dershaneler ve daha sonraki

- 2 -

yıllarda da okullar açtırmak suretiyle hem cemaati için ihtiyaç duyduğu insan kaynağını

buralarda yetiştirdi hem de ılımlı çağdaş görünümlü maskesiyle siyaset ve iş dünyasından

kendisine yeni sempatizanlar kazanarak güçlendi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte;

Türk Cumhuriyetleri’nde de okullar açtıran Nurcular, bu sayede yurtdışı örgütlenmesini de

kurarak, el değmemiş bu ülkelerde yaptığı küçük yatırımlardan büyük maddi kazançlar da

elde etmişlerdir. Türk Cumhuriyetleri’nde ve diğer ülkelerde açılan okullar ise Türkiye içinde

propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Fetullah Gülen hakkında Askerî Yargıtay’ın 3ncü

Dairesi’nin 1973/146 Esas, 1973/242 sayılı kararı sanığın İzmir dahilinde Nurcu olarak

bilinen ve gerekçeli hükümde isimleri açıklanan kişilerin evlerinde gruplar halinde yapılan

Nur toplantılarına iştirak ettiği, bu toplantılarda Nur risalelerinden muhtelif parçalar okuyup

açıklamalarda bulunduğu, kendi evinde de bu tip toplantılar tertiplediği, öğretmenliğini

yaptığı Kur’an kurslarında öğrencilerine Nurculuk propagandası yaptığı, 1969 yılı yaz

aylarında İmam Hatip ve İlahiyat Fakültesi’ne öğrenci yetiştirme derneği tarafından Buca

yakınlarında açılan dinlenme kampında yöneticilik görevi yaptığı sırada öğrencilere Risaley-i

Nur okuttuğu, aynı öğrencilere Nurculuk usulü veçhile maslah giyip, başlarına sarık

sarmalarına ve sarıkların uçlarını “taylaşan” tabir edilen bir şekilde sarkıtmalarına ve sarıklı

bir imam imametinde namaz kılmalarına müsaade ettiği gibi kendisi de aynı şekilde bir

kıyafet ile kamp dahilinde dolaştığı, namaz esnasında sarık sarmak suretiyle şeklen de

öğrencilere örnek olduğu, giyimi ile Said-i Nursi’ye örnek olmaya çalıştığı, Nurculuğun

ilkelerinden biri olan “Atatürk’ü gençliğe din düşmanı olarak” tanıttığı ve bu şekilde laikliğe

aykırı olarak devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını kısmen

de olsa dini esas ve inançlara uydurmak maksadıyla propaganda da bulunduğu için 3 yıl hapis

cezasıyla cezalandırıldığını da eklemek faydalı olacaktır. 1970’ler ile 2000’li yıllar arasındaki

dönüşüm, Nurculuğun ne kadar sistematik bir şekilde dal budak saldığının da göstergesidir.

Türkiye’nin en önemli sorunu Kürdçülüktür ve Kürdçülüğün en sinsi ve derinden çalışan

çetesinin ise Nurculuk olduğunu, elinizdeki bu kitapçık ile ortaya koymaya çalıştık. Okuyucu

için faydalı olacağını umduğumuz bu kitapçığı internet ve fotokopi gibi yollarla çoğaltarak

elden ele geçmesini sağlayarak, Türklüğün üzerine çökmüş olan bu en büyük tehdide karşı

çevremizdekileri bilinçlendirmek hepimizin görevi olmalıdır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

2-

“Biliniz ki, bizi yanlış yola sevkeden habisler çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.

Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz,

dinleyiniz; görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din

kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

NURCULUK NEDİR?

Nurculuk, İngiliz istihbaratının, ülkemizde üretip türettiği bir tarikattır. Bahailiğin Türkiye

şartlarına uyarlanmasıyla meydana getirilen bu yapı için seçilen kişi ise Bitlis’in Hizan

ilçesinin Nurs köyünden Saidi Kürdi’dir. Kürtçülük propagandası ve Saidi Kürdi adıyla

taraftar toplayamayınca, İngiliz istihbaratı, bilinen yöntemlerine başvurarak, kürt Said’i din

maskesine büründürüp “Saidi Nursi”ye dönüştürmüştür. 1

Bu sözde İslami akımın kurucusu Saidi Nursi olduğuna göre öncelikle işin köküne inerek

Saidi Nursi’nin nasıl biri olduğunu aziz Türk Milleti’ne anlatmak isteriz:

Link to post
Sitelerde Paylaş

SAİDİ NURSİ TÜRK DÜŞMANIDIR!

Kürt Sait risalelerinde Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların

Özbek, Tatar ve Kırgız gibi Türk boyları olduğunu söylemekte ve soydaşlarımızı

"akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler) olarak tabir etmektedir.

Ye'cüc ve Me'cüc kelimeleri Arapça’ya başka bir dilden girmiştir. Frenkler buna "Yagug ve

Magug" demişler, Şeytanın zürriyeti olduğuna inanmışlardır.

İslâm inancına göre ise, Ye'cüc ve Me'cüc, esrât-i saattan yani kıyametin kopacağına işaret

sayılan büyük alâmetlerdendir. Ye'cüc ve Me'cüc Kur'ân-ı Kerîm'de iki âyette geçer ve her

ikisinde de (Kehf, 18/94 , Enbiya, 21/96-97) yer yüzünde bozgunculuk yapan ve kıyamet

vakti ortaya çıkıp tüm insanlığa saldırarak dünyayı yakıp yıkacak kötü güçler olarak

anlatılmaktadır.

Görüldüğü üzere burada Sait gene din kisvesine sığınarak çarpık fikirlerini yaymaya

çalışmakta ve Türk’e düşmanlığını kusmaktadır.

SAİDİ NURSİ KOYU BİR KÜRTÇÜDÜR!

Saidi Nursi’nin 1327 ( 1909 ) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında

basılmış "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î"

adlı eserinde açıkça Kürtçülük yapmakta ve Kürtleri uyanmaya ve Kürt milliyetçiliği etrafında

birleşmeye davet etmektedir.

Yukarıda bahsettiğimiz kitapta Saidi Nursi aynen şöyle demektedir.

“Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri

olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa

sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir.”4

Saidi Nursi, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile,

boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde

İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve

esası kürtçe öğretim yapacak okullar açmaya dayanan dilekçeyi Padişaha sunmuştur. Saidi

Nursi bu hareketi neticesinde tımarhaneyi boylamıştır. Sait daha sonra affedilip memleketine

yollanmıştır.

Bugün Türk milliyetçisiyim diyen kişilerin tamamı ana dilde eğitim, yayın ve kültürel haklar

adı altında Türk devletinde gayrı Türk unsurların yürüttüğü faaliyetlere karşıdır. Bununla

beraber din kalkanı ile kendini saklamış olmasından olsa gerek aynı camiada maalesef

günümüzün Leyla Zana’sı ya da Öcalan’ından farkı olmayan ve daha farklı isteklerde

bulunmayan Saidi Nursi’ye sempati besleyenlerle karşılaşmak mümkündür. Bu kişilere

sormak gerekir: “Kürtçe eğitime karşısınız da neden Kürtçe eğitim istediği için tımarhaneye

atılan Saidi Nursi’ye karşı değilsiniz ?”

4 İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î

Büyük Türk Milliyetçisi ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün

değişiyle "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler ve dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En

doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır."

Türk Milliyetçiliği, aziz Türk Milleti’ni dünyanın en ileri, en güçlü milleti yapma ülküsüdür.

Risalesinde radyodan bahsederken dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kilometrelerce

uzaklıktaki bir kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklayan birinin peşinden gidilerek

bu ülkü gerçekleştirilebilir mi?

Kürt Teali Derneği’nin 3 numaralı ve Kürt Maarifi Neşri Derneği’nin kurucusu, yazılarında

açıkça Kırgız, Özbek, Tatar gibi Türk boylarını Şeytan’ın zürriyeti manasına gelen “Ye'cüc

Me'cüc” olarak tanıtan Saidi Nursi’nin peşinden giderek nasıl Türk Milliyetçiliği

yapacaksınız?..

Link to post
Sitelerde Paylaş

KÜRT SAİD’İN SELEFLERİ İNGİLİZ İŞBİRLİKÇİSİ MASONLAR!

Saidi Kürdi (Nursi), kimlerle aynı yolun yolcusu olduğunu, “Divan-ı Harbi Örfi, İki

Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi” adlı kitabında şu şekilde ifade ediyordu: “Seleflerim;

Cemalettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi…”

Kürt Said’in, “seleflerim” dediği isimlerden Ali Suavi, Cemalettin-i Efgani (Afgani) ve

Muhammed Abduh’un üst derece masonlardan olduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki;

Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh, Hicaz bölgesini Osmanlı’dan koparmak için

İngilizler tarafından görevlendirilmiş birer işbirlikçidir.

Kahire’deki “Şark’ın Yıldızı Locası”na 7 Temmuz 1868’de 1355 numarayla girmiş olan

Efgani; 1869 yılında, peygamberliğin aslında bir “sanat” ve “meslek” olduğunu iddia etmiş ve

Osmanlı ulemasının ayaklanmasına neden olmuştu. Bu yüzden Osmanlı tarafından sınırdışı

edildi.

Bizzat İngiliz belgelerine göre; Cemaleddin Efgani (Afgani), “Tanrıya inanma” şartı koşan

İskoç mason locasına üye iken, buradan “Tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da Tanrı

tanımazlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na girmiştir. Efgani, aynı zamanda

Kahire Mason Locası’nı da kurmuş ve oranın büyük üstadı olmuştur.

Saidi Nursi’nin selefleri olan Efgani ve Abduh’un masonluğuna dair ayrıntılı bilgi için,

1960’ta Fransa’da basılan “Les Francs Macons” adlı kitaba bakabilirsiniz. İşte bu kitaptan

kısa bir alıntı:

“Mısır’da kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani (Afgani) ve ondan sonra

da Muhammed Abduh getirildi. Bunlar, Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına

çok yardım ettiler.”

Padişah II.Abdülhamit’in, gerçek niyetini çok iyi bildiği ve “İngiliz işbirlikçisi bir

maskara” olarak tanımladığı Efgani, 1897 yılında öldüğünde İstanbul Maçka’daki Şeyhler

Mezarlığı’na defnedilir. Mezarı, 1926 yılında, Charles Cron adlı esrarengiz bir Amerikalı

yahudi tarafından yaptırılmıştır. Afganistan hükümetinin isteği üzerine kemikleri 1944’te

Kabil’e gönderilir.

Efgani’nin talebesi ve kürt Said’in diğer bir selefi olan mason Muhammed Abduh ise Mısır

doğumlu. Bakın İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer, Abduh için neler söylüyor:

“Kuşkusuz İslami reformist hareketin geleceği, Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği

yolda ümit vaat ediyor. Ve o yolun yolcuları, Avrupa’nın her türlü yardım ve

teşviklerine layıktırlar.”

Ne ilginç değil mi? Avrupalılar ve Amerikalılar, daha önce Muhammed Abduh için

söylediklerini, bugün de onun halefleri olan Saidi Nursi ve Fethullah Gülen için söylüyorlar!..

Saidi Kürdi’yi, “Mason ve Komünist kadar tehlikeli” olarak tanımlayan Osmanlı’nın

Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri, Abduh için de şunları söylemiştir: “Üstadı Efgani

vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e sokan odur.”

Abduh, Osmanlı’ya karşı Arabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü üstlenerek, Mısır’ın

1882 yılında İngilizler tarafından işgal edilmesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu isyanlarda,

Efgani’nin üstadlığını yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği içerisinde

faaliyette bulunuyorlardı.

Saidi Nursi, Mardin’de Cemaleddin Efgani’nin talebesiyle görüşmüş ve -kendi tabiriyle-

“siyasette muktesit mesleği ondan öğrenmiş”tir. Heralde bu yüzden olsa gerek, “Emirdağ

Lahikası” sayfa 139’da ve Lemalar’ının 20.Leması’nda, Osmanlı Devleti’ni parçalamak için

uğraş veren “misyonerlerle ve Hıristiyan ruhanileriyle ittifak” önermiştir... Ne de olsa selefleri

de öyle yapmışlardı!..

Saidi Kürdi, hasta yatağındayken, kendisini ziyarete gelen Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik

Fırat’a şunları söylemiştir: “Ben, biraderi azamım, erkemim Şeyh Sait efendinin öcünü

alacağım, aldım!”

Saidi Nursi’nin, “öcünü aldım” dediği Şeyh Sait, bildiğiniz gibi “Bağımsız Kürt İslam

Devleti” kurmak için silahlı adamlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanarak, Türk

askerine kurşun sıkan ve “Bir Türk öldürmek, yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür!”

diyen bir İngiliz işbirlikçisinden başka bir şey değildi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

“YUNAN’A VE İNGİLİZ’E TESLİM OLUN, KUVVACILARIN KELLESİNİ

GETİRİN!” BİLDİRİSİNİN ALTINDA SAİDİ KÜRDİ’NİN İMZASI

İtilaf devletleri 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti’ne Mondros Mütarekesi’ni imzalatmışlar,

böylece Osmanlı’nın tasfiyesi fiilen yürürlüğe girmişti. Bu tasfiye anlaşmasına karşı, ülkenin

bir çok yerinde örgütlenen ve yeni bir bağımsızlık savaşına girişen Kuvayı Milliyeciler’e karşı

çıkan teşkilatlar arasında “Teali İslam Cemiyeti” vardı. Başındaki İslam kelimesi sizi

aldatmasın, bu cemiyeti kurduran yine İngilizler’di.

- 15 -

Teali İslam Cemiyeti’nin yöneticileri arsındaki etkin isimlerden biri de Saidi Kürdi idi. Teali

İslam Cemiyeti 16 Eylül 1919’da “İkdam” gazetesinde bir bildiri yayınlayarak, Türk

Milleti’ni, “Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye”, hatta “onlara karşı mücadele etmeye”

çağırıyordu. Ve hatta bu bildiride, halktan Mustafa Kemal’in kellesi isteniyordu!

Bu bildirinin altında imzası bulunanlardan biri de Saidi Kürdi (Nursi) idi. İşte oldukça uzun

olan bu bildiriden bazı bölümler:

“Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahalisi!

(…) Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuva–yı Milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden

nâmerdane bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahali ve askerden cem ettikleri kuvvetleri

düşmanla harbe tutuşturarak (...) yalanlar ve hilelerle savuşup kaçtılar.

(…) Yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların

fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Enver, Cemal, Mustafa Kemal

vesaire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icab eden küçük fedakarlığı göze

almıyor.

Millet (...) hâlâ kendisini aldatan bu heriflere niçin diyemiyor ki, ‘Ey hainler, ey Allah’tan

korkmayan ve Peygamberden haya etmeyen mahluklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü

belalara soktunuz, mağlup oldunuz, şimdi niye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza

ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet ediyorsunuz?

İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harpte mağlup olduktan sonra

uslu oturmak ve mağlubiyetin neticesine katlanarak telafisini sabr–u sükun ve akl–u tedbir

dairesinde izale etmekten başka çare var mıdır? Düşünmüyor musunuz ki Yunanlılara fazla

zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.

Hem sizler ey yalancı ve deni şâkiler!

(...) Kendinize ne hakla, ne yüzle Kuva–yı Milliye adını veriyorsunuz? Utanmaz hainler, artık

yakamızı bırakın. Cenab–ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun.’

Şimdi sulh imzalandı Kuva–yı Milliye belasının tevlid ettiği mecburiyetle galip devletlere

karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize “Eğer Anadolu’da Kuva–yı Milliye

isyanını bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar.

Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahalisi!

Elinize aldığınız bu fetva–yı şerife göre, bu katil canavarları (Kuvvacıları kastediyor) daha

ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. (...) Allah’ını, Peygamberini ve padişahını

seven bu tarafa gelsin...”

Yani, “Ey ahali, savaşı kaybettiniz. Kaderinize razı olmak zorundasınız. Aman ha sakın

İngilizleri ve Yunanları kızdırmayın. Uslu uslu gidip onlara teslim olun. Mücadele

edecekseniz onlara karşı değil, Mustafa Kemal’e ve Kuvayı Milliyeciler’e karşı mücadele

edin. Hatta Mustafa Kemal’in kellesini getirip İngilizlere ve Yunanlara teslim edin!”…

Link to post
Sitelerde Paylaş

NURCULARIN VE AKP'NİN BOP İÇİNDEKİ MİSYONU

NURCULUK VE FETHULLAH GÜLEN VAKASI

Bilindiği gibi, 31 Mart Vakası, Nakşilerin ve değişik kesimlerden yobazların destek verdiği

bir "Gerici İsyanı" olarak tarihe geçmiştir. 31 Mart Vakası'nın gerici kahramanı(!) Derviş

Vahdeti, Nakşibendi tarikatından idi. Derviş'in çıkardığı "Volkan" gazetesine Saidi Nursi

(kürdi) de yazıyordu. 1924'te hilafet kaldırılınca, İngilizlerin organize ettikleri Şeyh Sait

isyanı başladı (1925). Bu olayda Nakşiler, doğuda birçok Türkmen-Alevi köyüne baskın

yapmış, yakıp yıkmıştır. 1930'da Menemen'de ayaklanan yobazlar da öğretmen-yedek subay

Kubilay'ı şehit ederek başını kesip sokaklarda dolaştırdılar. Bu isyanın başındaki Derviş

Mehmet de Nakşibendi tarikatındandı.

31 Martçı Saidi Nursi (kürdi), 1925'te Şeyh Sait isyanıyla mahkum olmuştu. Saidi Kürdi,

Nakşiliğe dayanan Nurculuğu yaymaya çalışan bir laiklik ve cumhuriyet düşmanıydı. Aslında

hareketin özünde Türk düşmanlığı yatmaktaydı.

İşte Saidi Kürdi’nin takipçisi Fethullah Gülen de bu ekolün devamcısıdır. Derviş Vahdeti ve

Saidi Nursi (Kürdi)’nin üstlendiği misyonu (!), günümüzde AKP ve Nur cemaati üstlenmiş

görünüyor...

Önüne böylesine büyük (!) bir hedef koyan ve amaç edinen Fethullah Gülen, 1957 yılında

Erzurum'da talebelik yıllarında Bediüzzaman (!) Saidi Nursi'nin adamı Muzaffer Arslan'ın

sohbetlerinde Risale-i Nurları tanır ve bir daha da bu sohbetlere katılmaktan geri kalmaz!..

F.Gülen, daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarında çeşitli görevlerde bulunur...

M.Şevket Eygi gibi kişilerle aynı kulvarda, dini alet ederek siyasi mücadele verir!..

11.03.1966'da Kırklareli'nden İzmir merkez vaizliğine tayin edilen Fethullah Gülen, kendi

deyimi ile, izne ayrılıp “küçük bir Türkiye seyahati”ne çıkmış ve “çeşitli yerlerdeki dostlarını

ziyaret etmiş”tir. Seyahati 40 gün kadar sürmüştür. Halbuki izin süresi 20 gündür!.. Bu süre

içinde hoca efendi (!) neler yapmıştır?..Kendisinin bu "çeşitli yerlerdeki dostları" kimlerdir

acaba?.. Ve 20 günlük resmi izin, 40 güne nasıl çıkarılmıştır?..

Nurcular ülkemizde bir asırdır örgütleniyorlar. Devleti ele geçirme sürecinde, şimdi sıra

parçadan bütüne doğru gitmeye geldi!

Link to post
Sitelerde Paylaş

“ABANT PLATFORMU”

Gayet açıktır ki, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi ile bölgede "ılımlı İslam" tasarımında

Türkiye'nin "aktör" olmasını en iyi sağlayacak insan (!) Fethullah hocadır!.. ABD'nin

planlarına göre; "Ilımlı islam" tasarımı, BOP'un marş motoru ve Fethullah Gülen de bu

motorun anahtarıdır!

Washington'da düzenlenen Abant Platformu’nda Nakşiler, Nurcular ve Süleymancılar

tarafından, M.Kemal ATATÜRK'ün kurduğu laik cumhuriyet tartışılmış (!) ve BOP

çerçevesinde Afganistan'ın, Irak'ın, Mısır'ın, Özbekistan'ın, Azerbaycan'ın vb. ülkelerin örnek

alacağı "din eksenli" cumhuriyete geçiş yolları aranmıştır! Yani onlara göre sorun, "laik

Cumhuriyet"tir!.. Çünkü "Abant Grubu" denilen misyonun amacı da; "ABD'nin bölgedeki

emperyalist çıkarlarına ideolojik bir destek sağlamak"la ilgilidir!

ABD'nin ve F.Gülen Hocaefendisinin kuklası olan Başbakan R.T.Erdoğan ise ABD

hakimiyetindeki Yeni Dünya Düzeni'nin "Büyük Ortadoğu Jandarma Komutanı" olmaya

taliptir!

Türkiye, 24 Ocak 1980 kararları ile Liberalizme geçerken, 12 Eylül darbesi ile sistem buna

uygunlaştırılır, 1990 yılından itibaren de "küresel"leşir, ABD destekli Gülen okulları ile de

(sözde) "Türk Emperyalizmi" görüntüsü yaratılmaya çalışılır... İşte bu aldatmaca neticesinde

bugün hala bazıları,"yahu ne istiyorsunuz bu hocaefendiden? Adam bizim misyonerliğimizi

yapıyor, dünyanın her yerinde Türk (!) okulları açıyor" gibi bir safdillik, daha doğrusu gafillik

içerisindeler...

"Çağdaş Roma İmparatorluğu" denilen ABD, BOP'u müslüman coğrafyasında hayata

geçirmeye çalışırken, F.Gülen ve ekibinin himaye görmesi bir rastlantı değildir. F.Gülen ve

cemaati yıllardır ABD tarafından desteklenmekte ve kullanılmaktadır. Bugün F.Gülen

ABD'deki çiftliğinde (cemaate ABD tarafından tahsis edilmiştir), FBI'ın korumasında

yaşamakta ve cemaatini yönetmektedir!

Link to post
Sitelerde Paylaş

AJAN ŞEBEKESİ: FETHULLAH CEMAATİ

--- Fethullahçılar, salt dinsel inançlarını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir.Uluslararası

alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla,ekonomik kaynakları ve eğitim

kurumlarıyla, Türkiye'nin yüzyüze olduğu en büyük tehdit odaklarından biridir.

Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana,

eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece

bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.

--- TSK'ya sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren

fethullahçılar, istihbarat ve emniyet birimlerindeki kadrolarını, “alternatif silahlı kuvvetler”

olarak algılamaktadırlar. Bununla birlikte adliye ve mülkiye kadrolaşması ise bu gücü daha da

pekiştirecek ve devletin içten ele geçirilmesini ya da bir başka ifadeyle, devletin kansız teslim

alınmasını temin edecektir.

1980'li yılların başlarından itibaren polis okullarına ve Polis Akademisi'ne sızarak burada

kadrolaşan ve daha sonra personel, eğitim, bilgi-işlem, terörle mücadele, istihbarat gibi

birimlerde kökleşmeye çalışan fethullahçılar, istihbarat birimlerinin yanısıra, var oldukları her

yerde ve ortamda, şeyhleri F. Gülen'in kaset ve kitaplarındaki "tedbir ve temkin", "taktik ve

strateji" içeren direktiflerinin gereğini yerine getirerek bugünkü güç düzeylerine

erişebilmişlerdir.

Ankara DGM’nin F. Gülen İddianamesi'nde şöyle denmektedir:

"F. Gülen gurubunun başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet

kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde muvaffak olduğu bilinmektedir."

İstihbarat Daire Başkanlığı'nın 10 Mart 1992 gün ve 1992/79 sayılı yazısında şöyle

denilmektedir:

16 Bu kısım Türkçü şehit Dr. Necip Hablemitoğlu’nun “Köstebek” adlı kitabından derlenmiştir

"...Ankara Polis Koleji öğrencilerinin %50'sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde

temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olanlar üzerindeki ajitasyon

çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler."

"...gelecekte emniyet teşkilatının bürokratlarını oluşturacak polis koleji öğrencilerinin,

koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü

görülmektedir."

Emniyet Genel Müdürlüğü'nce yayınlanan istihbarat bülteninin 70 no'lu nüshasından bir

alıntı:

"Gruba ait, ülkemizde faaliyet gösteren eğitim-öğretim kurumlarından bazıları aşağıda

belirtilmiştir:

İzmir Yamanlar Fen Lisesi, İstanbul Fatih Koleji, İstanbul Safiye Sultan Kız Lisesi,

Mersin Yıldırımhan Lisesi, Ankara Samanyolu Lisesi, Van Serhat Lisesi, Denizli Server

Lisesi, Erzurum Aziziye Lisesi, Erzincan Otlukbeli Lisesi, Eskişehir Ertuğrul Gazi

Lisesi, Sakarya Işık Lisesi, Manisa Şehzade Mehmet Türk Lisesi, Aydın Nizami Erkek

Lisesi, Fatih Üniversitesi."

Bültende, fethullahçı gurubun yayın organları arasında "Sızıntı dergisi, Yeni Ümit, Aksiyon,

Zaman Gazetesi, Samanyolu TV"; kuruluşları arasında da "Akyazılı Orta ve Yüksek

Eğitim Vakfı, Türkiye Öğretmenler Vakfı, Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı"

gösterilmiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğü'nce hazırlanan rapordan bir alıntı:

"F. Gülen'in oluşturduğu örgüt, devletin laik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup,

istişare kurulu, bölge imamları, şehir imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal

yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır. Yine bu illegal yapılanmaya bağlı

olarak yurt içinde ve yurt dışında legal görünüşlü şirket, okul ve vakıflara sahip

bulunmaktadır. Bu legal ve illegal yapılanması ile büyük ve güçlü görünüm arz eden

örgüt, halk üzerinde bir manevi cebir ve baskı yaratmaktadır."

Göz önünde tutulması gereken önemli bir husus; fethullahçı örgütlenmenin, emniyet teşkilatı

içinde bugüne kadar niçin çözülemediğidir. Bunun da en önemli nedeni, çözecek makam

sahiplerinin, birtakım siyasal denge hesapları ve de koltuk endişeleri ile konuya soğuk

bakmaları, risk üstlenmemeleridir.

İşte birtakım gariplikler:

--- 10 kasım 1996'da "inancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde, içim kan ağlayarak

bugünkü törenlere katıldım" sözleriyle ünlenen Kayseri eski belediye başkanı Refah Partili

Şükrü Karatepe hakkında DGM'nin bilirkişi olarak atadığı Prof. Dr. Ali Şafak, Karatepe'yi

aklayan rapora imza atanlar arasındadır. Şafak, Polis Akademisi'nde görevinin başındadır!

--- Polis Koleji’ndeki toplam 731 öğrencinin %53'ünü oluşturan 388 öğrencinin, fethullahçı

yapılanma içinde yer aldığı belirtilmektedir. 2001 yılı mezunları arasında bu oran %67 olarak

kaydedilmektedir.

tarihinde AKHENATON tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
şşş Adalat bakanlığına bi telefon aç ve deki

"Yav siz ne salak adamsınız..Bini aşkın mahkemde Bediüzzaman'da bir şey bulamadınız...Bakın ben buldum..."

niahahahaha :D :D :D :D

ucube kafalı adalet bakanlığı sizin elinizde

işte sırıtan bir hain daha etnik soyuna baksanız ne çıkar kim bilir.

Türk tarihinde hiç bir zaman Türk meczup olmamıştır.

tarihinde AKHENATON tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

FETHULLAHÇILAR PATRİĞİ "EKÜMENİK" İLAN ETTİ!

Yıl 2004 yılının Aralık ayı…

"Abant Platformu" adı altında, Brüksel'deki Avrupa Parlamentosu binasında düzenlenen

toplantı...

Fethullah Gülen'in Onursal Başkanlığı'nı yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Bahçeşehir

Üniversitesi, Leuven Katolik Üniversitesi ve Avrupa Parlamentosu'nun ortaklaşa organize

ettikleri, "Türkiye'nin AB Üyeliği Sürecinde: Kültür, Kimlik ve Din" konulu konferans...

Abant Platformu'nun Bilimsel Koordinasyon Başkanı Prof. Niyazi Öktem toplantının ilk

oturumunun da yöneticisidir ve Fransa Metropoliti Adamakis'i kürsüye aynen şu ifadelerle

davet eder:

"Ekümenik Fener Patrikhanesi'nin - Ekümenik Bartholomeos hazretlerinin Fransa

Metropoliti'ni davet ediyorum"...

Fransa Metropoliti Adamakis mikrofunu alır:

"Sayın Öktem beni 'ekümenik Patrikhane'nin -ekümenik Bartholomeos hazretlerinin'

temsilcisi olarak çağırdınız. Teşekkür ederim. Oysa ekümenik kelimesi bugünlerde

Türkiye'de birilerine alerji yapıyor, biz bu gerçeği söyleyince dayanamıyorlar. Bilinmelidir ki,

Türkiye'de birileri kabul etse de etmese de Fener Patrikhanesi ekümeniktir!"

Bay Adamakis konuşmasını bitirir, Prof. Öktem, bir defa daha yüksek sesle "Ekümenik

Fener Patrikhanesi'nin temsilcisine tekrar teşekkür ederim'' vurgusunu yapar...

Ve yıl 2007…

Fethullahçılar tarafından ABD kongresinde verilen iftar yemeğinde patrik bir kez daha

“ekümenik” ilan edilirken, İstanbul’dan “Konstantinopolis” diye bahsedilir!.. Cumhuriyet

gazetesinin 21 Eylül 2007 tarihli haberi şöyle:

Fethullah Gülen'in onursal başkanı olduğu din ve kültürler arası diyalog kuruluşu Rumi

Forum'un ABD Kongresi'nin Cannon çalışma binasında verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin

Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy da katıldı.

Yemekte İslam Konferansı Teşkilatı(İKT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, ABD

Başkanı George Bush'a övgüler düzerken Amerika Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu

Demetrios, Fener Rum Patriği Bartholomeos 'tan "Konstantinopolis Ekümenik (Evrensel)

Patriği'' diye söz etti, Gülen'e ise hayranlığını ve sevgisini bildirdi.

ABD Kongresi'nin Cannon çalışma binasında düzenlenen iftar yemeğine, Türkiye'nin

Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy , İKT Genel Sekreteri İhsanoğlu, Türkiye Ermenileri

Patriği Mesrob Mutafyan, Amerika Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Demetrios, AKP

Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu , Mısır'ın Washington Büyükelçisi Nebil Fehmi,

Eritre'nin Washington Büyükelçisi Ghirmai Ghebremariam katıldı. Yemeğe Amerikan

Kongre üyelerinden de çok sayıda katılımın olduğu gözlendi.

Toplantıda konuşan İKT Genel Sekreteri İhsanoğlu, Müslüman dünyasında ılımlı, hoşgörülü,

barışçı ve adil yaklaşımların önemine işaret etti. İhsanoğlu, ABD Başkanı George Bush' un,

İKT' ye bir özel temsilci atama kararı almasını da "heyecan verici'' olarak niteledi ve Bush'un

bu tutumunu takdirle karşıladıklarını söyledi. İhsanoğlu, "Bush'un özel temsilcisiyle el ele

çalışmaya, işbirliği yapmaya hazırız'' dedi.

Amerika Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Demetrios da kısa süre önce Fener Rum

Patriği Bartholomeos ile yaptığı bir konuşmaya işaret ederken Bartholomeos'tan

"Konstantinopolis Ekümenik(Evrensel) Patriği'' olarak bahsetti. Demetrios, "Burada,

Bartholomeos'un, Fethullah Gülen'e olan sevgi ve takdirlerini iletmek üzere bulunuyorum.

Ben de ayrıca Gülen'e çok değer veriyorum. Ofisimde, Fethullah Gülen'in hediyesi bir

porselen kâse var'' dedi.

Dinler ve kültürler arası uzlaşma mesajlarının verildiği video gösterilerinin yanı sıra Fethullah

Gülen'in görüntüleri ve şarkıcı Mahsun Kırmızıgül'ün “uzlaşma” mesajı veren bir şarkı

söylediği görüntüleri yayımlandı.

Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve

müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.

İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların

olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak

için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit,

çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,

bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz

vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve

memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha

vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ

hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin

siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş

olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve

Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK

20 Ekim 1927

Link to post
Sitelerde Paylaş
ucube kafalı adalet bakanlığı sizin elinizde

işte sırıtan bir hain daha etnik soyuna baksanız ne çıkar kim bilir.

Türk tarihinde hiç bir zaman Türk meczup olmamıştır.

puhaaaaaaaaaaaaaaaa

herşeyi duydumda insanların fikirlerini soylarına göre ayıran hiç görmemiştim.. nihahaha :lol::lol:

Hadi şimdiki bizim elimizde diyeliiiiiiiim...Kısmetsiz İsmet zamanında kimin elindeydi??

Link to post
Sitelerde Paylaş
puhaaaaaaaaaaaaaaaa

herşeyi duydumda insanların fikirlerini soylarına göre ayıran hiç görmemiştim.. nihahaha :lol::lol:

Hadi şimdiki bizim elimizde diyeliiiiiiiim...Kısmetsiz İsmet zamanında kimin elindeydi??[/b]

arap kafa öğrenmiş oldun işte.

senin beyin hücrelerin ölmüş , tıpkı deli said gibi... :lol: :lol:

yakında senide atacaklar bakırköye.

zaten dışadıra insanlık için tehlikelisiniz.

heran sekiz yaşında bir kıza saldırma olasılığınız var.

sapık arap dini temsilcileri için ve özellikle fettoş grubunda sex doğal karşılanır.

dinleri imanları para olduğu için...

Link to post
Sitelerde Paylaş
arap kafa öğrenmiş oldun işte.

senin beyin hücrelerin ölmüş , tıpkı deli said gibi... :lol: :lol:

yakında senide atacaklar bakırköye.

zaten dışadıra insanlık için tehlikelisiniz.

heran sekiz yaşında bir kıza saldırma olasılığınız var.

sapık arap dini temsilcileri için ve özellikle fettoş grubunda sex doğal karşılanır.

dinleri imanları para olduğu için...

Bakırköydeki doktorun ne rapor verdiğini de yazsana....???

Beyin hücreleri ölen bir adam nasıl oluyorda dinsizliğin kökünü kurutabiliyor...???

Ayrıca bana cevap ver kısmetsiz İsmet Deha Atatürk zamanında kimin elindeydi mahkemeler..???ha kimin....

hem bir değil iki değil....afyon eskişehir istanbul....bini aşkın dava ve hepsi beraat???

Hani vatanı bölecekti ya o bakımdan :lol::lol:

hani o mahkemeler dinsiz adliye göremedi de sen mi göreceksin??? Kimin beyin hücreleri ölmüş sence :rolleyes:

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bakırköydeki doktorun ne rapor verdiğini de yazsana....???

Beyin hücreleri ölen bir adam nasıl oluyorda dinsizliğin kökünü kurutabiliyor...???

Ayrıca bana cevap ver kısmetsiz İsmet Deha Atatürk zamanında kimin elindeydi mahkemeler..???ha kimin....

hem bir değil iki değil....afyon eskişehir istanbul....bini aşkın dava ve hepsi beraat???

Hani vatanı bölecekti ya o bakımdan :lol::lol:

hani o mahkemeler dinsiz adliye göremedi de sen mi göreceksin??? Kimin beyin hücreleri ölmüş sence :rolleyes:

senin arap kafan pek basmıyor heralde bazı şeylere.

mahkemelerde beraat etmesi suçsuz olduğu anlamına gelmez

kaldıki her mahkeme kararı Türk soylularda geçmez.

bak peygamberin fettoşda mahkemelerde beraat etti

ama sıkıysa gelsin.

demekki herşey mahkeme değilmiş.. :lol: :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş
senin arap kafan pek basmıyor heralde bazı şeylere.

mahkemelerde beraat etmesi suçsuz olduğu anlamına gelmez

kaldıki her mahkeme kararı Türk soylularda geçmez.

bak peygamberin fettoşda mahkemelerde beraat etti

ama sıkıysa gelsin.

demekki herşey mahkeme değilmiş.. :lol: :lol:

tabii sende haklısın..bende olsam öyle iletiye bu tip bir cevap verirdim..

aklı başında biri şu yazdıkların ile alıntı yaptığın mesaj arasında bir mantık bağı olmadığını gayet iyi idrak eder...

geçmiş olsun canım sana...iletilerimde sana hediyem olsun..koynuna al da yat akşama..

Not:soylu Türk mahkemelerini de yanlış beraat ile(hemde bini aşkın) itham etme..çarpılırsın alimallah..hani Türk soyu üstün ya o bakımdan..

ayrıca seninle kaybedecek vaktim yok haberin oslun..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...