Jump to content

Tanrı kavramı


Recommended Posts

>>> Çünkü insanın bilinci yalnızca bazı seçeneklerden birini tercih etme şeklinde gerçekleşmiyor. İnsan bilinci ile düşünüyor, hissediyor, farkına varıyor ve bu aşamalardan geçtikten sonra tercihini yapıyor. Eğer bu aşamalardan geçmemişse buna bilinç değil, bilgi deriz.

Değil sevgili Özedönüş.. Böyle değil.. İnsan için bu, farketmediği şekilde, hafızasına eklediği bilgilerin arasından bir seçim yaparak gerçekleşiyor. Bu bilgileri, bilimsel açıdan bilgi değil, bir algılanmış olan imge olarak düşünmek gerekiyor.. Ve bu imgeler arasından yaptığı seçimleri, yeni bir bilgi olarak gene kafasına kaydedebilme yeteneği var.

Bu yetenek ise, insana mahsus değil. Pek çok canlıda da var. Velakin, insanda bu son derece gelişmiş halde, temel fark bu..

Kısaca, insanın bilinç olarak bildiği şey, aynen bir seçim yapmaktan ibaret. Ki aslında bu seçimlerde o imgelem dünyasının bir integralinin belirlediği sonuç oluyor. Kısaca, seçim gene bir özgür irade değil, gene diyalektik, zorunluluğa bağlı bir halde gerçekleşiyor.

Olayı daha basit bir canlıda incelersek, pervane ışığa uçacaktır.. İnsan içinde bu aslında tamamen geçerli bir olgudur. Fakat insanda bu şartlı refleks güdüsü, çok daha sistematik bir sistem tarafından gerçekleştirilir..

>>> Biz tümünü eledikten sonra ilk bilince varmak zorunda kalıyoruz.

İşte bu arayışta, o pervaneye ulaşıyoruz, ilk durak olarak. bilincin ilk ifadesi bu: Şartlı refleks..

Bu noktadan, bunun birikimsel gelişiminin o seviyedeki bilinci insan seviyesine getirdiğini görüyoruz.

>>> Bunun madde olup olmaması önemli değil. Ama maddenin özelliklerine bakılırsa en azından big bang sonrasındaki haline bakılacaksa hiç de kendisinin bilinçli olduğunu göremiyoruz. Devamlı değişen bir şeyin ilk ve zincirin son halkası olması imkansız.

Ve daha aşağılara doğru gidince, bu bilincin, maddenin en temel parçasında biel var olduğunu görüyoruz. İşte anlaşılmak istenmeyen şey bu.. Madenin en basit hali, diyelim ki, atom bile bilinçli.. Proton'da bilinçli, quark'ta bilinçli, fotonda..

Ama bu şöyle bir şey.. Bir protonun bilinci 3 durum için 2 şer seçim içeriyor. Ama pervane için bu, bir kaç yüz trilyon durum için, 2 şer seçim demek.. İnsan içinse, katriylon kere katrilyon için gene ikişer durum demek..

İşte bu noktada ortaya Shannon'u koymak gerekiyor. Bu kadar büyük farklı durumun oluşturduğu gürültü ve ifade edebileceği bilginin korelasyonu, insanda bu işi yapan ayrı bir korelatör tarafından gerçkleştiriliyor: Beyin..

Geriye doğru gittikçe, bu korelatör daha az duruma hakim olabiliyor..

Sonuçta, bu korelatörün bir kerede kaç korelasyon yapabildiğin, bilinç dediğimiz şeyin ölçüsü oluyor. İşte hepsi bundan ibaret..

Kısaca, bilincin geleceği ilk bilinci arıyorsanız, bir nötronu diğerinden ayırabilen ilk atom, ilk elektronu bulduğunuzda, aradığınız şeyi bulmuş olursunuz..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 124
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Sn anibal, bazı tespitlerinizden gerçekten faydalanıyorum. Çünkü fen bilimlerinde pek de istediğim seviyede olmadığımı söylemiştim. Şimdi bir paragrafınızda beyin hafızasına işlenen bazı bilgiler arasından kişinin seçim yaptığını söylüyorsunuz. Bu ifadelerde dinin kader kavramıyla uyumlu tespitler var. Kader için de söylenen aynı şeyler. İnsanın ezelden ebede kadar yapacakları ve evrende de oluşan her şeyin belirli bir program dâhilinde yürüdüğü insanın ise bu programlanmış kader sayesinde ancak seçim yapabildiğini ancak bu seçimin cüzi olduğu(cüzi ihtiyari: cüzi seçim)söylenmektedir. Kader düşüncesinde de insan pasiftir hatta rüzgârın önündeki yapraktan farkı yoktur.

Bu yeteneğin sadece insanda olmadığı konusunda sizinle hemfikirim. Sözgelimi, eğitilen bazı köpeklerde şaşırılacak derecede bir seçim yaptıklarını görmekteyiz. O köpeklerin insan olan belki de hala da mağaralarda yaşayan veya göçebe olan bazı insanlardan daha seçici olduğunu dahi söyleyebiliriz. Tüm bunlar üzerinden insanın tam anlamıyla bilinçli olmadığını söyleyebiliriz. Gerçi ben insan bilincinin çok karmaşık olduğunu düşünüyorum. Ama konumuz o değil.

Öte yandan varlıkta ilki veya zorunlu varlığa gitmeyi aşağıya doğru veya yukarıya doğru yapmak arasında fark yoktur sn.anibal. Pek fen bilimleri tespitini yapmak istemiyorum ama anladığım kadarıyla en büyük madde dahi en küçük maddenin bir halidir. Bu büyüklük görecelidir. Bu açıdan bir seçilimin ve seçimin en alt katmandaki varlıklarda olması da en üst diye sanabileceğimiz katmanlarda da olması mümkündür.

Yine sizin maddenin en küçük yapıtaşı olarak bildiğiniz atomları dahi anladığımız anlamda bilinçli saymanız da ilginç. Belki de insan gibi karmaşık bir özelliği olmadığı için bilinçsiz diyoruz. Ama genelde sezgi dünyaları yoğun insanlar da zaten evrende her şeyin bir bilincinin olduğunu o bilincin bizler farkında olmadığımızı söylüyorlar. Bu sözlerinizden de o bilgilerle uyumlu tespitler çıkarıyorum.

Fakat neticede durakladığımız yer, düşünebildiğimiz yere kadardır sn anibal. Bugün atom parçacıklarından dahi katlarca küçük olan ve bigbang öncesi konumlarını devam eden şeyler olabilir. Ve bizler de onu bilmeyebiliriz. Kim bilir belki de melek işte o seviyede devreye girebilen bir şey. Kim bilir belki de dinlerin Tanrı dediği de işte bilakis tüm bu tanımlamalarda etken olan potansiyel enerji…

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Çünkü fen bilimlerinde pek de istediğim seviyede olmadığımı söylemiştim. Şimdi bir paragrafınızda beyin hafızasına işlenen bazı bilgiler arasından kişinin seçim yaptığını söylüyorsunuz

Burada bir ufak ama sonucu çok büyük algı sorunu var. Beyinde var olan bilgilerden "kişi" değil, gene beynin kendisi bir şey seçiyor. Bu seçim, boolean aritmetiği ile modellenebilir. Ama model, bunun izahı değil, onun taklidi şeklinde olacaktır.

Olayı kavramak için yengeçlerden başlamak gerekiyor. Yengeçlere kıyma verilir, afiyetle yerler ama kıymanın içine bir tel konur, biraz yedikten sonra tele basarsın elektriği.. Hop, yengeçler çarpılır, titrer, düşerler vs. sonra tekrar kıyma verirsin, yengeçler gelir, gene yerler ama elektrik olmadanda küt diye çarpılırlar gene. Buna şartlı refleks denir.

Ama bir başka canlıya bunu yaparsan, o kıymayı yemez bir daha. İşte o canlı, artık bilinçli bir tercih yapmıştır. Bunu sağlayan beyin mekanizmaları mevcuttur.

İnsanda da aynı mekanizma işlerliktedir. Tüm detayları bilinmesede, insanın aynı mekanizmaya sahip olduğu kesindir. Ama insanlar ve yüksek primatlar, ekstra bir şeye daha sahiptir. Onlar sanallaşıtrma dediğimiz şeyi yaparak, kıymadan üretilen köftenin de yenmeyeceği sonucunu çıkarabilirler. İşte buna bilinç denir..

Bunun neden/nasıl olduğuna bakmak iç,in, bakılacak bir yer vardır: Beyin.. Bassitçe, beyni suya atın, ne kadar suyun taştığını görün. Yengecin beyni bir kaç mililitre bile taşıramazken, kuşun beyni bir kaç mililetrede kalırken, şempanze veya orangutan beyni bir litreye yakın su taşırır. İnsan ise, açık ara farkla öndedir: 1.5 litre civarı..

İşte bu, şu yorumunuza açıklık getirir:

>>> anladığım kadarıyla en büyük madde dahi en küçük maddenin bir halidir.

Buböyle değil. En büyük madde, en küçük maddelerin birikip bir arada belli bir ilişki kurmuş halidir. Bu ilişki, fizik yasaları tarafından belirlenir. Örenğin, dev güneşin bir araya gelmiş hidrojenden oluşmasında faktör, yerçekimidir (kabaca, temel olarak). Ama DNA'nın bir araya gelmesinde etkili olan kimyasal fizik kurallardıır, elkotromanyetik kuvvet vs. gibi. Bunlar bilinen şeylerdir.

Fakat burada kolayca gözardı ediliveren husus, bunların basitçe birikim denen yapısının bir yığılma olmadığı, farklı bir şeyler ifade ettiğidir. Örneğin, güneşin yanına bir o kadar daha hidrojen koyarsanız, güneş onu yutup cüssesini artırır, yani sadece yığılma gözlersiniz. Fakat DNA'nın yanına AA'ları koyarsanız, çok ilginç bir şey olur, DNA bunları yığıp boyunu uzatacağına, kendinin bir kopyasını yapıp atıverir..

Her ikisininde bu eylemleri fizik ile açıklanır. Burada mesle şudur, DNA, bir seçim yapmıştır, o maddeyi üzerine yığmak, kayıtsız kalmak veya onunla kendini kopyasını yapmak seçeneklerinden birini seçerek bir tür bilinç uygulamıştır. Bu bilinç, basitçe en ilkel bilinç olarak kabul edilebilecek olan şey, maddenin bir özelliğini biz esunar ki, biz bunu çok çok yeni zamanlarda, bilinç sözü lügate girdketen binlerce yıl sonra öğrendik..

Maddenin fizik kurallarının çizdiği daire içinde biraya agelmesinde ortaya çıkan kombinasyonlar maddenin özelliklerini de artırabilmektedir. Buna basitçe, kabiliyetlerini diyelim.. Koca güneş, koca güneş olmuş ama, kendi kopyasını yapmaktan acz içinde iken, ufacık DNA kendi kopyaısnı yapma becerisine sahip olmuştur..

Basitçe, hidroejn yanıcı, oksijen yakıcı iken, bir araya geldiklerinde oluşan şey, söndürücü oluverir. Bu biraz anolıojidir, ama değişimin dramatikliğini göstermek için iyi bir örnektir. Ama daha ötesi şudur. Bunlar, H maddesi ile O maddesi 120 derecelik açıyla birleşebilir. Bu durumda, su soğuyup buz olunca, buz kristallerini oluşturack olan Hidrejen hidrojen bağlantısı, birbirine göre 120 derece adımlarla gerçekleşecektir. Bunun sonucu daha ilginçtir: H ve O altıgen yapmıy öğrenmiş, kar tanelerini yapmaktadır..

Gördüğünüz gibi, organize durumdaki madde, yığın halindeki maddeye göre kıyası olamayacak kadar çok özellik, nitelik kazanmaktadır.

Eskilerin, yani bilinç kavramını lügatlere sokanların bilmediği şey, görmediği şey gibi bir yaklaşıma gitmek yanlıştır. Görmediklerinden dolayı kimse bir bilgi çıkaramaz, buda cehaletten kanıt çıkma zkadise gereğince bize bu bilinç kavramıyla neyin anlatıldığını izah edemez. Onların ne gördüğünü anlamak önemlidir. Gözlem yeteneklerinin sınırlı olduğunu düşününce, gördükleri şey, birikim değil, sadece yığılma olmuş olmalı. Güneş benzeri bir yığınında, ancak büyümek gibi bir hususiyeti, daha doğrusu hiç bir hususiyeti olmayacağı için, bir paradoksla karşılaştılar. İnsan, bir madde "yığını" olduğuna göre, nasıl yürüyebilir.. Fare? Solucan? Ve dediler ki, fare bir madde yığını olarak yürüyemez. Onu yürütecek bir şey lazım: Can denen kavramı koydular.. Aakbinde insan bakınca, onda farklı bir şey gördüler. Sanallaştırma kabiliyeti. Ama bunu tarfi bile edemediler ve aslında molekül boyutunda bir birim olan seçme kabiliyetinin tirilyonlarca birime çıkmış hali olan beynin fonksiyonuna bilinç dediler.. Bu ruh vs. değil,i başak bir anlamdı, çünkü uyurken dönebiliyordunuz, ama bu "bilinçli" değildi, uyanınca bunu bilmiyodunuz..

Gördüğünüz gibi, bilinç, molekül seviyesinde fiziksel etkleşimimn birikimsel, yani yığılma değil, eklenerek gelişmiş olma halinden ibaret..

Tanrı dediğimiz şeye, bu tür bir "ne bilelim biz.." yaklaşımı, okkamın usturasına takılacaktır. Yani, gereksiz bir bilgidir, düşünmenin, vakti kaybetmenin anlamı yoktur.

Eğer bir tanrı tartışacaksak, önce bu tanrı şudur, şuradadır ve buradadır diyebilmemiz lazım ki, doğmalarla güreşe çıkmayalım..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Acaba beyin iradeden ayrı bir şey mi ki beynin seçmesini kişinin seçmemesi olarak algılayabilelim. Beyin öyle görülüyor ki bilinç dediğimiz veya siz

Beyin de dediğiniz tarzda seçilimin yapıldığı mekânın adı. Buna bakarak insan bilincinin de beyin kaynaklı olduğunu ve maddenin içinde aranması gerektiğine getirmişsiniz. Aslında ben de bunları bilinmezliğe getirerek işin içinde bir cevher aralıyorum. Yani, sn anibal, siz, gördüğümüz kadarını maddeye, mekanik çalışan bir sisteme bağlarken, ben de bunun kökeninde yatanı yani görmediklerimizin de okus pokus okus pokuslar la oluştuğunu kabulleniyorum. Tamam, beyin seçiyor diye kabul ediyorum. Ama beyne seçebilme gücü ve enerjisi nereden gelmiş diye merak ettiğim için bu bendeki merakı gidermiyor. Elbette beyin gücü herkeste aynı değil. Yengecin çok geri kalmış veya bazı hayvanların çok ileri gitmiş. Ama bu gücün nasıl elde edildiği yine meçhul.

İnsanın ve bazı hayvanların yaşadığı tecrübe sonrası seçim gücünü göstererek daha dikkatli davrandıkları kesin. Bu dikkatli seçicilik özellikleri o seçicilik özelliğinin verildiği enerjiden gelmektedir. İşte bu enerjinin ne olduğunu henüz bilmiyoruz.

Diğer yandan fiziksel yasaları çok güzel anlatıyorsunuz ve gerçekten kendimi eksik gördüğüm konuları sizden öğreniyorum. Ancak anlatımızda devamlı sonuçlar var. Bu sonuçları bazı yasalara bağlıyorsunuz ama o yasaların her yerde aynı yürüyüp yürümediği de belli değildir. Yani her şey bir başka şeyin sebebidir. Peki, biz tüm bunların ortak bir sebebini neden aramıyoruz. Hepsinin ortak bir sebebi olamaz mı? Aslında siz evreni yığılmış kör madde gördükçe biz de bunun tornadan çıkmış malzemeler olduğu gereğine yöneliyoruz. Oysa bu istediğim bir şey değil. Bu kadar yasa varsa ve sonuç da bir sebebe dayanıyorsa bu sebeplerin tamamını oluşturan bir potansiyel enerji olmalı diye düşünmeden edemiyoruz.

Son cümlenize gelince ”Tanrı nerede” diye sormaktasınız. Burada diyecek kimse yoktur ve olamaz. Çünkü Tanrı olarak açıklanan kavramın çok karmaşık bir gerçeklik arz etiği için açıklanmasından mahrum olduğumuz ortada. Bundandır ki Tanrı bilinmez ancak inanılır ve ona göre vicdanda hissedilir. Bu tartışmamız bir tanrıyı ispat için değildir. Dinlerin Tanrı diye tanımladıkları bir gerçeğin bugünkü dilimizde neyin karşılığının olup olmayabileceğini tartışıyoruz....

Dinlerin ne dediğini biliyoruz aslında da.Bugün çoğunluğa göre.Tanrı evrenin ötesinde lcd ekranından evreni izleyen bir bilge kraldır.Oysa böyle bir tespit çok itiraz götürür ve islam iyice okundukça böyle bir şeyin olmadığı görülür.Fakat Tanrı konusunu bu kadar din ve ideolojilerin içine hapsederk tartışmak istemiyorum.İddiam doğru veya yanlış Tanrılığın evrenin potansiyel enerjisi olduğudur.

tarihinde 0zedonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Ama bu gücün nasıl elde edildiği yine meçhul.

Değil özedönüş, bu noktada da mürekkep balıkları sağolsun.. Yengeç filan derken, mürekkep balığı nerden çıktı şimdi? Bazı mürekkep balığı türlerinde, 1mm kadar büyüklükte dev sinir hücreleri ve nmöronlar mevcut.. Bunlara elektrot takma şansımız olduğu için ne işler döndüğünü öğrenebilir olduk.. Bu sayede de beynin bu özelliği nasıl kazandığını anlayabilir olduk.. Kısaca, bu bilinmeyen bir şey değil zaten.. Evet, izahı biraz uzun, girmek istemiyorum, konuyu dağıtmamak için.. Basitçe, temel boolean cebri diyebiliriz ki, bilgisayarlarla aynı temel prensiplere dayanır. Bilgisayarlar seri işlerken veriyi, beyin bunu paralel işleyebilir.

>>> Çünkü Tanrı olarak açıklanan kavramın çok karmaşık bir gerçeklik arz etiği için açıklanmasından mahrum olduğumuz ortada.

Olayın aslı şu ki, böyle bir tanımda yok sn. özedöünş.. Tanrının saklanabileceği boşluklar bilgi ile dolduruldukça, tanrı giderek küçülüyor elbette. Daha kötüsü, boşluklar arası izolasyon olduğu için, paramparça bir hal mevcut. Sonuç, siz bu parça gedik boşluklarda bir tanrı arama çabasına giriyorsunuz. Ama doğrusu şu: Tanrı filan yok.. İşte o yüzden tanrıyı tarif etmekte zorlanıyorsunuz..

Siz tarifi yapıp, bunu gerçeğe uydurmaya çalışıyorsunuz. Uymadıkça da, tarifi değiştiriyorsunuz. Ama önce onu bulunki, onu tarif edebiliyor olun..

Tanri hiç bir şeydir sn. özedöünş.. Eğer olsaydı, emni olun çok kolay tarif edebiliyor olurdunuz.

Evrenin potansiyle vs. enerjisi de değildir tanrı.. Zira evrende, potansiyel enerji zaten yoktur.. Toplam enerji miktarıda (E = mc2 gözetilerek) sabittir: Termodinamik prensipleri..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Tanrı "boşlukların Tanrısı" olabilir. Benim açımdan sorun yok.Önemli olan ana kaynak olduğuna inandığımız bir şeyle bütünleşmenin bizim için faydalı olabileceğine inanmamız.Tanımları beni pek ilgilendirmiyor.İnsanlık yaklaşık binlerce yıldır bu kavramın peşinde..Bunun insanların vicdanlarında tatmin edici etkisi olmasaydı bunun yokluğuna hükmedebilirdik.Ne var ki öyle değil.Sadece bunun tanımlaması çok çetin bir iştir.Tanrıyı herşeye burnunu sokan pozisyondan kurtarabilseydik herhalde daha sakin araştırabilirdik varlık felsefesini...

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> İnsanlık yaklaşık binlerce yıldır bu kavramın peşinde.

İnsanlık binlerce yışldır başka kavramlarında peşinde.. Örneğin güneşin nasıl hareket ettiğini de araştırmış. Çok ta "güzel" cevaplar vermiş:

Allah sözü edilen derya içinde Güneş için üç yüz altmış kulplu elmastan bir araba yaratıp, üzerine Güneş koymuştur. Güneş’i arabası ile doğudan batıya doğru çekip götürmeleri için her kulpundan tutacak bir melek tayin etmiştir. Ay içinde Hak Teala üç yüz kulplu sarı yakuttan bir araba yaratarak, üzerine Ay’ı yerleştirmiştir. Ay’ı arabası ile doğudan batıya çekip götürmeleri için her kulpu tutacak bir melek tayin edilmiştir. Ayrıca Ay için cevherden altmış kulplu bir kılıf yaratmış, her kulptan tutacak altmış melek tayin etmiştir.

Ama ilk mesajlarda bahsettiğiniz "işkembeden uydurma" yöntemi, yani sezgisel diye lanse etmeye çalıştığınız yöntemi terk edip gidip bakmayı akıl edince, işin aslını öğrenmiştir.

Ve bugün, cevabı verilmiş şeyler, ay ve güneşin nasıl hareket ettiği ile sınırlı değildir. En büyük meraklardan biri olan insanın nerden geldiği gibi tanrının var olup olmadığı da cevaplanmıştır: Tanrı filan yok.. Tıpkı, güneşin arabasını tutan meleklerin yok olduğu gibi..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sn anibal, buraya kadar çok ciddi tartışma yaptık. Ele alınan konuları muhatabımızın en kabullenebilir argümanı ile tartışmaya çalıştık. Umuyorum ki bundan sonra da bu böyle devam eder. Bir defa İslam dininin alıntı yaptığınız gök cisimlere nasıl baktığını nasıl tanıttığını önce ayetlerden sonra da hadislerden öğreneceğiz. Orada bulamadığımız bir bilgi olduğunda o dine mensup bir bilginin tespitlerine göreceğiz. Oysa bu mesajınızda bunu yapmamışsınız. Direk marifetnamede geçen bir sözü örnek veriyorsunuz. İlgili sözün ilham olduğu ve bir sezgisel bilgi olduğu doğru. Ama ilk başvurulacak bilgi değildir. İlk önce kurandır.

Kurana bakıyoruz. Ayetlerine baktığımızda hemen bu kitabın bir defa fen kitabı olmadığını anlıyoruz. Daha çok Allahın birliği, ahiret, ibadet v.b kavramlara ağırlık verdiğini görüyoruz. Elbette güneş, ay ve gökcisimlerinden bahseder. Fakat orada bir bilgi olarak bahsetmez. Sözgelimi, Kuran Güneşten Güneş için bahsetmez, Güneşten Allah'ın kudretine ve diğer bazı sıfatlarına delil olarak bahseder. Yoksa Güneşin fiziksel yada kimyevi yapısını insanlara öğretmek için bahsetmez. Bu tür bilgi insanların beş duyu ile araştırma yaparak öğrenebileceği bir bilgidir.

Kuran ile bu tip keşif kitaplarının farkı sanırım burada ortaya çıkıyor.K Kuran'ın bahsi tek bir zaman insanlarının anlayışına yönelik değildir. Gerektiğinde temsiller teşbihler kullanılarak değişik çağlarda yaşayan insanların hisse alabileceği bir genişlik içermektedir. Hatta aynı zaman fakat farklı mekânda yaşayan insanların bile aralarında birçok bilgi, anlayış ve kültür farkı bulunur. Kur'an, basit fikirli bir çoban ile bir profesörün aynı ayetten istifade edebileceği bir nitelik arz etmektedir. Oysa mariftenamede böyle bir endişe yoktur. O,sezgisel bilgi ile akli bilgileri aynı şekilde somut ifadelerle anlatma yanlışlığına düşmüş ve bundan dolayı da herkesin anlamayacağı bir şekle sokmuş. Veya netice bu ilhamın bulanık gelmesi de ihtimal dâhilindedir. Aslında Kuranın da bazı oluşumları somutlaştırdığı görülür. Fiziksel yasalara melek, düşünce yetisine şeytan, bilinç enerjisine ruh vb. diyerek, somutmuş gibi bazı izlenimleri vermek durumunda kalmıştır. Ama biz bu anlatımları bazı toplumların bilgi düzeyini aşmamak için kullandığını düşünüyoruz.

Bugün insanlığın bir kısmı elbette bu söylemlerin söyleniş gayesinin farkında olmadığı için bunların gerçeklerle çelişen ifadeler olduğunu anlamış durumda.Kuranın bazı anlatım biçimlerinde ”Atı alan Üsküdar’ı geçti” kavramından gerçekten atı alan birisinin Üsküdar ilçesini geçtiği şeklinde bir anlayışla bakmış,buradan ifade edilmek istenenin acele edenin daha çok öne geçeceği olduğunun farkında olmamıştır.Ben şahsen bunları mazur da görüyorum.Çünkü bu anlayışı dayatan islamın için de dahi birçok görüş olmuştur.

Evet, Tanrı kavramı da böyle düşülmektedir. Bilimsel bazı gelişmeleri bilim yöntemi gereği öznesiz ele alır. Bu ifadesinden ise bilimin din dili ile çatıştığı anlamı çıkarılır.Oysa öyle değildir. Birincisi, bilimin bir olguyu doğa olayları ile açıklaması, aslında o olgunun ilahi bir niteliği olmadığını göstermez. Örneğin cisimleri yere düşüren "yerçekimi"ni ele alalım. Size göre eskiden insanların "tanrının cisimleri yere çekme kanunu" gibi bir isim verdiği bu güce bilim "yerçekimi" demiş, böylece "boşluğu doldurmuştur." Oysa gerçekte burada yapılan sadece bir "isim değişikliği"dir. Aradaki fark, yerçekiminin seküler bir terim olmasıdır. Böyle bir gücün neden var olduğu sorusu ise felsenin alanına girer ve buradan hala teolojik (ilahiyata dayalı) bir yorum yapılabilir.

Diğer yandan son asır bu iddiayı da onaylamaktan çok çürütmektedir. Canlılık hakkındaki bilgimiz arttıkça, onun daha önceden hayal bile edilmeyecek kadar kompleks olduğunu gösteriyor.

Benim bu argümanlarda bazen de olsa imana dayalı bir tespit yapmam anlaşılabilir. Ancak sizin gibi bilimsel şüpheciliği yöntem olarak kabul etmesi gerekenler biraz daha şüğhede olabilirdi.Oysa sizde maalesef materyalizme iman eksenin de yorumlar alıyorum. İşte Tanrı hakkında yaptığınız yorumların çoğu, bu şekilde işleyen bir mantığa dayalı. Materyalizme (sadece maddenin varlığına) ilk baştan iman ettiğiniz için, madde-ötesi her şey, gözünüzde zaten bir hayal. Mesela Tanrı neden yok, melek neden yok. Çünkü materyalizm öyle söylüyor. İnsanın gözünü bir kamera gibi görmenizin, insanın kulağını bir teyp gibi görmenizin kökenin de özne ihtimalini düşünmemeniz yatıyor.

İşte diğer mesajımda da dediğim gibi bu kadar kesin ifadeler bu anlayıştan çıkıyor. İki imanlı kişinin tartışmasının ancak bu kadar olabileceğini düşünüyorum.

tarihinde 0zedonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sn. Özedönüş, burada gidip islam dininin neyi nasıl izah ettiğine bakmyoruz, konu kapsamında.. Burada, insanların merak ettikleri, cevabını aradıkları şeylere nasıl yaklaştıklarına bakıyoruz. O cevap bir hint maslaından da bir pasaj olabilirdi, hiç hükmü yok..

Zira, güvenilir olmayan bilgi edinme yollarından birisi olan ve aslı "işkembeden uydurma" olan, ama bir kılfı olarak "sezgisel" diye ambalajlanan bilgi edinme yolunun insan tarih boyunca sunduğu bilgiler bunlardır, böyle şeylerdir ve tanrı denen şeyde bu listenin içindedir..

Tanrının var olmadığı apaçık ortadadır, taaa ki, birisi güvenilir, test edilebilir bir yolla bunun aksini gösteren kadar..

>>> Evet, Tanrı kavramı da böyle düşülmektedir. Bilimsel bazı gelişmeleri bilim yöntemi gereği öznesiz ele alır. Bu ifadesinden ise bilimin din dili ile çatıştığı anlamı çıkarılır.Oysa öyle değildir. Birincisi, bilimin bir olguyu doğa olayları ile açıklaması, aslında o olgunun ilahi bir niteliği olmadığını göstermez.

elbette.. Fakat yanıldğınız nokta şurasıdır, sizin o olgunun ilahi trafını güvenilir bir şekilde ortaya koymanız gerekmektedir. Bunu ypamadığınız sürece, o ilahi olgu, bir martaval olacaktır, üzgünüm..

>>> Mesela Tanrı neden yok, melek neden yok. Çünkü materyalizm öyle söylüyor.

Korkuluk üretmeye çalışmayın sn. özedönüş? Neden Zeus yok, neden Aforidt yok? Neden cehennemin mühründen kaçan iblisler yok, neden hayaletler yok? Neden gelip insanları beceren uzaylılar yok?

Bunlarda materyalizm yok dediği için yok, öyle mi?

Sizin sorununuz, varlığını gösteremiyor oluşunuz, hepsi bu kadar.. Yapacağınız şey, varlığını göstermek, bunu test edilebilir bir şekilde ortaya koyup, bu bilgiyi güvenilir hale getirmek..

Bunun neticesi belli.. Böylece, İstanbul'u depremden korumak için, homoseksüelleri yakmamız mı gerekiyor, yoksa daha sağlam evler mi yapmamız gerekiyor, işte böyle somut bir netice alacağız..

Buyrun bekliyoruz..

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...

Sn anibal,konunun devamı bağlamında size bir soru sormak istiyorum.Sizce bir şeyin var olması için illa da insan türü tarafından kanıtlanması mı gerekiyor?İnsan türünün kanıtlamadığı bir şeyi yok saymak bilimin gereğidir elbette.Ancak bunun olmadığının özellikle vurgulanmak istenmesi nedendir?

Böylece tekrardan kaldığımız yerden devam ederiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Burada hep karıştırılan iki husus söz konusudur sn. özedönüş..

Birincisi, var olabilirlik, diğeri ise var olmaktır..

BUnlar ayrı, kendi başına olgular değildir. Bağıntılıdırlar ve bu gibi tartışmaların özüdürler.

Bağ şudur: Bir şeyin var olması için, var olabilir olması gereklidir. Bir şey eğer var olabilirse, bunun varolması mümkündür, fakat varolması şart değildir.

BU açıdan, bir şeyin var olup olmadığını tartışmak için geçerli olan yol, öncelikle onun var olabilirliğini göstermektir.

Basit bir örnekleme yapalım. Çekmecenizde bir kertenkele ve 15 yaşında bir nil timsahının var olması mümkün müdür?

Bir kertenkele, şehirde yaşayabilir (gözlem sonucu). Kertenkele odanıza gelebilir. Çekmecenize girebilir. Demekki bir kertenkelenin çekmecenizde var olabilirliği mevcutmuş. Peki bu olabilirliğin olması, çekmecede bir kertenkele var mı demektir?

Bir nil timsahı 15 yaşına gelince, yaklaşık yarım tona yakın olur. Boyu 5m'yi bulabilir. Eğer çekmeceniz, 5 x 1m'den küçükse, ki küçüktür, özel çelikten yapılmamışsa, içinde bu yaşta bir nil timsahı olması mümkün değildir.

Peki, pembe, sekiz ayaklı ve uçan bir fil var olabilir mi?

BU gibi mevzularda mevcut bilgilere, yani kanıtlanmış gözlem verilerine dayanılarak o şeyin var olabilirliği önce ele alınır.

Marsa adam yollayacağız. Marsta insan yiyen ve 8 başı, 12 ayağı olan bir canavar var olabilir diyerek, adamlara silah vermeli miyiz?

Çekmecenizde bir timsah var olabilir diyerek, Braddy Barr'ı ayaklandırmanız mı gerekiyor, itfaiye'yi aramanız ya da?

Gördüğünüz gibi, bu bir felsefe değil, birebir pratik bir olgudur.

Bir şeyin var olması için önce var olabilir olması gerekir. Eğer o şey var olabilirse, olabilecekse, o zaman ötesini düşünebilirsiniz. Ama bu mümkün değilse gidip onun var olup olmadığını tartışmak abesle iştigaldir.

Ayın hemen arkasında, güneş kütlesinde (saf uranyumdan, hacmi küçük, kütlesi büyük) bir gök cisminin varlığı iddiası araştırmaya değer mi?

Ama bence, Orta asyanın elden ayaktan uzak steplerinde hala yaşamaya devam eden neanderthal'lerin var olduğu iddiası araştırmaya değerdir.. Neden, çünkü, Nenaderthal yakın zaman kadar vardı.. 80 milyon yıl evvel iz bırakmış, daha sonra hiç bir iz bırakmamış bir canlı karşımıza çıkabiliyor denizin dibinde.. Neden steplerin göbeğinde bir Neanderthal olmasın?

Ama bu orada bir neanderthal yaşadığı anlamına gelmez.. Bunun söylenebilmesi için, gidilip gözlenip, kanıtlanması gerekir.

Umarım anlaşılıyordur sevgili özedönüş. bir şeyin var olabilirliği ortaya koymuyorsanız ve bunu bilgilerle (sezgilerle vs. değil) desteklemiyorsanız, o şeyin var olması mümkün değildir, asla ve kata..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yazınızdan varlık felsefesinin bir tartışmasını okudum.Buna göre varolmanın şartlarından biri de var olabilmektir.Eğer var olabilme şartlarına hazi değilse bir şey varolamaz.Ve bunu çok güzel örneklerle açıklamışsınız.Sorun,bu şartları talıyıp taşımadığına karar veren mekanizmaların ne kadar güvenli olduğudur.Eğer argümanlarımız(akıl,deney,sezgi v.s..) da güvenli ise artık var olduğu kesin hale gelir.Eğer ilgili örnekerinizden biri olarak bir timasahın bir dolaba biremeyeceğini insanlığın tecrübeleri ile cevap versek bile karşımıza maddenin genleşmesi ve daralmasının mümkün olduğu söylense bu söylemimizden vaz geçeriz.Bu açıdan bu kadar da eldeki verileri kesin bilgiler olarak görmemek gerekiyor.

Uzmanlık alanıma girmemekle beraber evrende hala % 96 karanlık madde(antimadde) olduğu ve insanın da zekasının çok az kısmını kullanmış olduğu söyleniyor.Bu durumda bizden önce yaşayan bilge insanların sezgisel çıkarımları kabul etmezsek bile saçma bulup inkar etmememiz gerektiğini gösteriyor.Tanrı tanımlanmasını da bu bağlamda değerlendiriyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu mekanizmalar bilinen en güvenilir şeylerdir sn. Özedönüş..

Akıl ve sezgi ile deneyi bir kefeye koyamazsınız sn. özedönüş. Sezgiler güvenilmezdir. Ve dahası akılda güvenilmezdir. Deney ise bunların üretecekleri bilgiyi sınamak için kullanılan yöntemdir. Deney bize, sınanabilirlik sağlar ve akıl veya sezgilerimizin ürettiği bilginin güvenilir olup olmadığını gösterir.

Bir timsahın çekmeceye girip giremeyeceği ortaya getirilince, bir tanım olgusu ortaya çıkar sn. özedönüş. Dİkkat ederseniz, aynı şeyi bende ifade ediyorum..

Biiir. 15 yaşında bir nil timsahı.

İki standart, evinizde mutfakta mevcut olan, ofisinizdeki masada mevcut olan çekmece.

Siz, 5 x 1 m boyutlarında özel bir lab. çekmecesini kastediyor olabilirsiniz. Timsah buna hayli hayli sığar. Ayrıca 15 yaş vs. demeden timsha çekmeceye diyebilirsiniz ki, erişkin bir cüce amerika timsahı veya yavru bir timsah ofisteki çekmeceye gene sığar.

Ve sizde aynı şeye geliyorsunuz. Olabilirliğin olması için çekmecenin, standart dışı özelliğe haiz olması gerekir. Böyle bir çekmece tari ediliyorsa, elbette timsah ona sığacaktır.

Ama sizin ofisinizdeki klasik masanın çekmecesinde, 15 yaşında bir nil timsahı olamaz diyorsak, bu işte bu olabilirlik kavramının güvenilirliği sayesindedir.

>>> Uzmanlık alanıma girmemekle beraber evrende hala % 96 karanlık madde(antimadde) olduğu ve insanın da zekasının çok az kısmını kullanmış olduğu söyleniyor.

Dincilerin en maharetli oldukları şey, insanların uzman olmalarının pek mümkün olmadığı, ihtisas gerektiren konuları çarpıtıp, yalanla, yanlışla halkın önüne koymalarıdır. Sizde bundan nasibinizi almışsınız sn. özedönüş. Karanlık madde, madde bile değildir, antimadde hiç değildir. Karanlık madde, galaksiler arası boşlukta mekanın daha fazla bükülmesini ve bu yüzden de galaksilerin olması gerekenden çok daha hızlı hareket etmesini sağlayan bir fenomendir. Bu fenomen hakkında çok fazla şey bilinmemektedir. Ama bilim, amanda demekki gezegenleri süratle taşıyan titanlar veya tanrının üfürüğü var demez, gider bunun sebebini araştırır ve bulur.

İnsan ise, aklının %100'ünü kullanır. Emin olabilirsiniz.. Ailenizi ayak sesinden bile tanıyabilirsiniz ya, bunun için gereken işlem gücünün ve bilgi birikiminin, aslında 40 yıllık bir ihtisas eğitiminden daha fazla olduğunu söyleyeyim size.. Bilinen tüm bilimleri öğrenmek için, beyninizin 10 yıl önceki arkadaşlarınızın yüzünü unutması kafidir.

İşte o yüzden geçen hafta yediğiniz yemeği hatırlamazsınız.. Beyninizin %90'ı boşsa, neden bir şeyleri unutuyorsunuz?

Ama o insan beyninin bir acayip tarafı daha vardır, pek bilinmez. Çeşitli evrimsel sebeplerden, işte bu yüz tanıma vs. mevzuları nedeniyle, olmayan şeyleri var gibi algılayabilir. Örneğin, bulutlara bakınca bir insan yüzü görmek gibi. Özellikle çocuklarda bariz olan, aha şurada hayalet gördüm, aha şurada öcü var gibi, olmayan şeyleri görme olayı, beynin iyi bilinen bir özelliğidir. Bu özellik bazı beyin fizyoloji sorunları ve/veya çeşitli dış uyaranlar tarafından bazen abartılır ve halüsinasyon görme denen olay ortaya çıkar...

Delphi..

250px-Delphi_Composite.jpg

Yunanistanın ortasında, iki fayın kesiştiği, parnassus dağının yamacında kurulmuş bir tapınak.. Yüce tanrı Apollon'a adanmış bir tapınak..

Ama bu tapınak sıradan bir cami filan gibi bir şey değildir. Bu tapınakta, tanrılardan haber alan kahinler yaşar: Oracle ve Sybil'ler..

Peki nedir bu iş? Gidilir, araştırılır, neymiş öğrenilir.. Bu fay hatlarının çatlaklarından etilen gazı çıkmış yeryüzüne. Taşlarda vs. bunun kanıtları mevcut. Bu gaz solunursa, hayaller gördürür..

Şimdi sapsağlam adam, bir yere geliyor, kim olursa olsun bu yere gelenler, hayaller görüyor, acayip şekle giriyor.. Bu nedne olabilir?

Bugünün kimya, fizyoloji ve diğer bilgileri ile birlikte değerlendirilince, bunun ne olduğunu anlıyoruz. Ama 3000 yıl önce bunu bilecek bilgi yoktu ki.. İnsanın elinde bunun doğaüstü bir güç olduğunu düşünmekten ve kabul etmekten başka bir yol var mı? İşin en kötüsüde, bu halüsinasyonları, bir hayal değil, gözün perdesinin kalkması sanılması olayıdır ki, işte dinlerin ortaya çıkışlarındaki en önemli etmenlerden biri budur. Bunun halüsinasyon olduğunu bilmeyen gayet aklı başında bir insan, gördüklerinin gerçek olduğunu kolayca kabul edebilir elbette.

Ki, ilkel dinleri incelerseniz, bu tür halüsinasyonlara dayanadığı açıkca görürsünüz..

Her neyse, işte aklımızın eremeyeceği böyle hayaller, işte o pek güvendiğiniz sezgilerin kaynaklarından biridir. Sezgiler, insanları hayallerle beraber binlerce yıldır kandırıp gelmişlerdir.

Gördüğünüz gibi sayın özedönüş, geçmişin yanılgıları, bugün size "sezgisel bilgiler" gibi aktarılmış, hepsi bu.. Bu mesnetsiz ve tamamen saçma olan, cinler, periler, tanrılar, iblisler vs. ile örülmüş mistik öğretiler, nasıl ve ne gibi bir sezgiyle geldiği belli olmayan, kökeni bilindiği kadarıyla, Apollon tapınağındaki gibi ilginç hikayeler ile hayallerden kaynaklanan şeylerden ibaret sadece..

Sizin durumunuz elbette halüsinasyon değil. Sizinki, beyin yıkama sonucu oluşan bir kompleks algıda seçicilik vaziyeti.

Ve gördüğünüz gibi, "sezgisel bilgi" olarak tarif ettiğiniz şeyde, hayalden, halüsinasyondan ibaret sadece..

Oranın bu tanrılara açılan ve ziyaretçiye de oradan bir pencere sunan Delphideki kahinlere, Pers imparatorluğuna sefer yapmayı danışan İmparatorun, "Bir imparatorluğun battığını görüyorum" cevabı aldığı ve işte o algıdaki seçicilikle yola çıkıp, boyunun ölçüsünü aldığını yazar tarih. Gördüğünüz gibi, sizin halüsinasyonlara güvenmeniz, o gafilin halinden farksız olmanıza yol açar..

BU bilgiler güvenilmezdir, hepsi de budur. Bu hayalden köken alan bilgileri, sezgisel bilgi gibi görmeye çalışmak, gafletten ibarettir..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sn anibal

Allahı varlığı için yegane yolun segi olmadığını ben de zaten söyledim.Bu açıdan sezgisel bilginin sorunlarını ortaka koyuyuyorsunuz.Bu durumda pekala vahiy devre dışı bırakılabilir.Ancak Tanrı diyebdin diline geçen kavraın felsefe dünyasında da geçtiği ve orada sadece sezgiye dayandırılmadığı ve akıl yürütmelere dayandığı da biliniyor.Gerçi siz aklın da bir yerden sonra sorun vereceğini düşünüyorsunuz.Oysa bu forumda akıl bir çok üye tarafından mutlak doğruluğun adresi olarak görülüyor.Bu nasıl açıklanabilir.Yoksa buradaki akıl vahye karşı olan akıl olduğu için mi makbul?

Sonra sezgi sadece vahyi yönlendiren bir durum da değil.Mesela başına elma (mı ceviz mi nedir) düşen newtonun ondan sonra deney yapmadan yerçekimini sezdiği söylenmez mi,sezgi biraz da bir öngörü anlamına da geliyor aslında.

Aklın güvenilmez olduğunu aslında din de bir yerde söylüyor.Onun için doğr bilginin yöntemlerinden biri olarak aklı ele alırken alı selim(sağlam akıl) sıfatını da yanına eklemiştir.

Hakkında fikir sahibi olamadığım konuları genelde yorumlamam.Eğer bu konuları buraya taşısam genelde uzmanlık alanım olmadığını söyler,böylece bunun soru niyetini taşıdığı anlamı çıkar.Karanlık madde kavramını da bu bağlamda getirdim.

İnsan aklının % 3 civarlarında kullandığı,einstein gibi dahilerin ise buna% 5 e çıkardıkları sölenir ve bize"bir de aklın tamamını kullandığımızı düşünün.Beynimizle eşyaları kaldırırız" denirdi.Oysa siz insanın aklının tamamını kullandığını söylüyorsunuz.Bu benim için yeni bir bilgi oldu.O zaman bize anlatılanlar neyin nesidir?Böyle olduğunu söyleyenler dini çevreler de değil,hatırlatayım.

İnsanın hayal gücünün her açıklanmayana bir tanrı ismini verdiği düşünülebilir.Tanrı boşlıukların Tanrısı olabilir.Ve bilim geliştikçe bu gereksinim de ortadan kalkabailir.Bunu mümkün görüyorum.Ancak burada evrenin öncesizliği sorunu gibi ciddi konular hep bilinmez kalacaktır.Bu da devamlı evrenin bilinmezler taşıdığı görüşüne bizi götürmeye zorlayacaktır maalesef.Fakat bu inanç insanın gönlünde kalsa ve onun bilime olan katkısına engel olmuyorsa sorun değil bence.Evrimi destekleyen, evrim konusunda bilimsel araştırmalar yapan kişiler arasında da tanrı inancına sahip kişiler vardır. Tanrıyı bilinmeye oturtup, sadece yüreğinizde hissettiğinizde, bunun bilim yapma önende engel oluşturması söylenemez. Karşınıza sürekli olarak Tanrı ile yatıp kalkan ve hemen her şeyi tanrısal irade ile açıklayan, bilimi ve bilimsel anlayışı ateistlerin ve komünistlerin bir uydurması olarak gömren örnekler bulunduğu için size öyle geliyor. Gerçekte durum hiç de öyle değil...

tarihinde 0zedonus tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Ancak Tanrı diyebdin diline geçen kavraın felsefe dünyasında da geçtiği ve orada sadece sezgiye dayandırılmadığı ve akıl yürütmelere dayandığı da biliniyor.Gerçi siz aklın da bir yerden sonra sorun vereceğini düşünüyorsunuz.Oysa bu forumda akıl bir çok üye tarafından mutlak doğruluğun adresi olarak görülüyor.Bu nasıl açıklanabilir.

Akıl yürütmelerde elbette yanılabilir. Ama bu görülen ve bilinen bir sorun olduğu için, felsefe buna karşı nasıl bir akıl yürütmenin, nasıl bir soruna yol açacağınıda belirlemiş, buna safsata demiştir.

Akıl yürütme ile bulduğunuz şeyler, safsata değilse, bu durumda işte o olabilirlik testine hazır olur.. ancak, olabilirlik testi netice vermiyorsa, o zaman yürüttüğünüz akıl havada kalır.

Bugün, safsatadan arınmış bir yolla tanrının varlığına dair herhangi bir çıkarım yapılabilmiş değildir.

Ama dahası şudur. Akıl ile varılan hipotez, kabul edilebilir olması için, olabilirlik testini aşmak zorundadır..

Şimdi, maddi alemin, kaniatın ötesinde bir manevi alem varsa, bu alemde bizi yartan tanrı var olabilir..

Bu söz, bir safsata değildir, ama olabilirlik testine takılır. MAddi alemin ötesinde bir manevi alemin olabilirliği var mıdır?

Peki bu sözler neden söylenir? Basitttir: bir şekidle halüsinasyon görürsün, ve o gördüklerinin bir başak alem olduğunu düşünürsün.. Senin için o hayaller gerçekten farksızdır zira..

Neton ile elma arasındaki hikaye, işte bunun tespitidir. Başınıza elma düşünce herhangi bir şey sezebilirsiniz. Ama bu sezginizin geçerliliği için, newton gibi yapıp bunu test etmelisiniz..

>>> İnsan aklının % 3 civarlarında kullandığı,einstein gibi dahilerin ise buna% 5 e çıkardıkları sölenir ve bize"bir de aklın tamamını kullandığımızı düşünün

Bu bir yerde doğru, pek değil, ama nispi bir doğruluk payı var.. Şöyle, o dahiler, beyinlerinin %3'ünü kullanıyor olabilirler.. Ama bu kullanabilecekleri %97 beyni daha olduğu değil, o yüzde %3 ötesinde artık beyinlerinde başka yer kalmadığı anlamına gelebilir.. Kısaca, hemen her zaman %100 dolu olan beynin, %3'ü ancak bu bilgilere açılmış olabilir..

Bu gerçi gene yanlış bir ifadedir. Çünkü, kimin beyninin ne kadarını kullandığını nerden, nasıl ölçüyorsunuz ki?

http://www.scientificamerican.com/article....ercent-of-brain

Konuyla alakalı burayı okumak daha faydalı olacaktır..

>>> Fakat bu inanç insanın gönlünde kalsa ve onun bilime olan katkısına engel olmuyorsa sorun değil bence.

Bunun bir faydası olacak mı sn. özedönüş? Tarih bouıynca bilimin önünü kesip, insanlığa bin türlü zulm getirmiş bir inancın, insanlığın içind ebir yerlerde hapsedilip, bir gün hortlaması tehlikesini neden göze alalım? Bunun kimseye bir faydası yok.. Zararı var, az yada çok.. Ve dahası, gene hortlamak ve çok çok büyük zararlar vermek gibi bir potansiyeli var. O halde bunu kazıyıp atmak yerine neden içimizde tutalım ki?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...

Evet kısa bir değerlendirme yapalım.

Sn öze dönüş ve anibal bildik yunan felsefesinden düşünceyi başlataraf tanrı kavramını bildiğimiz ve sonsuza dek sürecek tartışmalar seyrinde açıklamalarına devam ediyor. Konuyla ilgili semavi öncesi ve sonrası tanrı kavramına tarihsel diyalektik içinden bakabilseydik ayrımlarımız daha net olabilirdi.

Semavi dinlerin oluşmasıyla somut olan tanrı soyuta indirgenerek gök yüzünden yer yüzüne indirilmiştir.Semitik dinlerde önce ;

" Aşkın Tanrı " kavramıyla soyutlamaya gidilerek pağanlık aşılmaya çalışılmış (Musevilik), daha sonra "İçkin Tanrı" kavramıyla İnsana indirgenmiş (Hristiyanlık) , sonra her iki kavramın birleşimine gidilerek " Tevhid tanrı" kavramı (Müslümanlık) oluşturulmuştur.

tanrı kavramına bağlı olarak oluşturulan dinler yaşamı düzenleyen kuralların yanında simge ve alegorileride içermekte mitosu korumaktadır.[/b]

Lux e Tenebris.

tarihinde Neferkamin Anu tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Delphi..

250px-Delphi_Composite.jpg

Yunanistanın ortasında, iki fayın kesiştiği, parnassus dağının yamacında kurulmuş bir tapınak.. Yüce tanrı Apollon'a adanmış bir tapınak..

Ama bu tapınak sıradan bir cami filan gibi bir şey değildir. Bu tapınakta, tanrılardan haber alan kahinler yaşar: Oracle ve Sybil'ler..

Peki nedir bu iş? Gidilir, araştırılır, neymiş öğrenilir.. Bu fay hatlarının çatlaklarından etilen gazı çıkmış yeryüzüne. Taşlarda vs. bunun kanıtları mevcut. Bu gaz solunursa, hayaller gördürür..

Şimdi sapsağlam adam, bir yere geliyor, kim olursa olsun bu yere gelenler, hayaller görüyor, acayip şekle giriyor.. Bu nedne olabilir?

Anibal ;

Sybill'ler kahin değil Kozmik bilgi sahibi rahibelerdir. Bu yorumlamanızın kaynağı zaten Hrstiyanlık. Anti-tezin düşüncesini dolaylı yönden tekrarlıyorsunuz.

Apollon kozmik bir gezegenin insan tasfiridir.

Sizin tüm bakış açınız Russel tipi din anlayışı ki, batının pozitivist yaklaşımları dinleri anlamaya yetmez. Bu konulardaki verdiğiniz bilgiler tümüyle gerçek dışı. Beslendiği kaynaksa Durkheim.

Sybill ler öncelikle asyatik bilge kadınlardır ve tarquinus devrinde Romaya gelmişlerdir. Belirttiğiniz gibi kahinlik için değil, Kozmik bilgiyi dağıtmak için. Süreç içerisinde dağıtılan bu bilgi Hristiyanlar tarafından tüm avrupadan toplatılmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Sybill'ler kahin değil Kozmik bilgi sahibi rahibelerdir. Bu yorumlamanızın kaynağı zaten Hrstiyanlık. Anti-tezin düşüncesini dolaylı yönden tekrarlıyorsunuz.

Ne kozmik bilgisi Tenebris? Bunların uzayda kurulu 72 teleskopu filan mı vardı? Kozmik bilgiymiş..

Kozmik biligi dediğin şey, basbaya falcılıktan başka bir şey değildi...

>>> Bu yorumlamanızın kaynağı zaten Hrstiyanlık

Pes yahu.. Delphi'ye Sibyllerin gelişi... Dur daha buna kalamz mesele, Delphi ne zamanın mülkü? Hristiyanlıktan 600 sene evvelinin. Peki sibyller ne zaman geldi: Truva savaşından önce.. Ne hristiyanlığı, ne isası?

Pausanias, "Description of Greece"'de ne söyler bak bakalım:

The inhabitants of this Alexandria say that Herophile became the attendant of the temple of Apollo Smintheus, and that on the occasion of Hecuba's dream she uttered the prophecy which we know was actually fulfilled. This Sibyl passed the greater part of her life in Samos, but she also visited Clarus in the territory of Colophon, Delos and Delphi. Whenever she visited Delphi, she would stand on this rock and sing her chants.

Delphi'de, sibyller kahindir, falcıdır. Bunun yanında birde Pythia'lar vardır ki, kahinin allahıdırlar resmen. Yani apolloya direk bağlı tanrımsı kahin kadınlar, yani peygamber gibi şeyler.... Sibyl ise, kendi çapında güçleri olan falcılardır sadece..

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> Sybill'ler kahin değil Kozmik bilgi sahibi rahibelerdir. Bu yorumlamanızın kaynağı zaten Hrstiyanlık. Anti-tezin düşüncesini dolaylı yönden tekrarlıyorsunuz.

Ne kozmik bilgisi Tenebris? Bunların uzayda kurulu 72 teleskopu filan mı vardı? Kozmik bilgiymiş..

Kozmik biligi dediğin şey, basbaya falcılıktan başka bir şey değildi...

Niye ?

Dünyanın ilk döndüğünü galilemi söyledi yoksa, ondan önce düz bir tepsimiydi.

Bilimin bugün ulaştığı kozmik bilgiye eski insan sahiptir anibal.

Kimse tarihin üstünü kapatamaz.

Batının jenerik tarih anlayışında sona gelinmiştir.

Bunca kütüphaneyi bu arkadaşlar niye yaktı.

Pes yahu.. Delphi'ye Sibyllerin gelişi... Dur daha buna kalamz mesele, Delphi ne zamanın mülkü? Hristiyanlıktan 600 sene evvelinin. Peki sibyller ne zaman geldi: Truva savaşından önce.. Ne hristiyanlığı, ne isası?

Pausanias, "Description of Greece"'de ne söyler bak bakalım:

The inhabitants of this Alexandria say that Herophile became the attendant of the temple of Apollo Smintheus, and that on the occasion of Hecuba's dream she uttered the prophecy which we know was actually fulfilled. This Sibyl passed the greater part of her life in Samos, but she also visited Clarus in the territory of Colophon, Delos and Delphi. Whenever she visited Delphi, she would stand on this rock and sing her chants.

Ne olacak bu batının sahte bilimi ve felsefesi diye sorar neferkamin Anu.

Önemli olan Sibyl ne zaman nerde olduğu değildir. Kadın Rahibelerin ne zaman mevcut yönetimlerle ilişki kurduğudur. Asyatik Kaın rahibeler (Sibyl) dünya üzerine zaten dağılmıştır ve mevcut yönetimlerle teması Targinius Superbus dönemi Titus Livius' ta oldukça ayrıntılı anlatılır.

Delphi'de, sibyller kahindir, falcıdır. Bunun yanında birde Pythia'lar vardır ki, kahinin allahıdırlar resmen. Yani apolloya direk bağlı tanrımsı kahin kadınlar, yani peygamber gibi şeyler.... Sibyl ise, kendi çapında güçleri olan falcılardır sadece..

Ben hep kendimi niye yırtıyorum anibal ; bilim ve din aynı vucudun persona takmış yüzleridir diye.

Bu konu Ana-erkil ve Ata-erkil dünya anlayışının başını oluşturur. Dün bir arkadaş açtı ana-erkillik diye. Oda büyük bir iihtimal mevcut batı bilimi ve maddeci bakış açısıyla ana-erkilliği , yunan düşüncesinden gelen düşünme tekniği ile toplumsal yaşama bağladı.

Bunu tanrıcılarda bilimcilerde yapıyor.

Çünkü , gerek bilim gerekse din, suni dünyanın aynı çizginin farklı kutuplarıdır.

Sembolizm ve ezoterizm kavramları batı kültür ve bilimi için anlaşılamaz ve derinliğine girilemez. Bügün Mit-oloji denilen ve yunan döneminde rayından çıkartılan ve dejenere edilen anlatıların temel kaynağı Kozmolojidir. Tabiki bu anlatılar bu bilgiye sahip olanlar tarafından üstü örtülerek verilir ki, Kadın rahibelerin görevide budur. Yunan yapıları içerisinde bilgi taşınırken yaratılan kopmalar, Kozmik bilgilerin yer yüzüne indirmiş ve içine çıkar sağlamak amaçlı Gizem ve Büyü katılmıştır. İÖ 500 lerde yaşanan bu kopmaların bir çok nedeni bulunur.

Sibly ve tüm ana erkil kült çizgi halinde incelenir ve izi sürülerek batı felsefesindeki çok tanrıcılık ve büyü denilen söylemler yıkılabilir, tabi ayrı başlıkta derinlemesine. Burda batının bilimininde olaylara ne kadar ideolojik bakarak aslında dinlerden farkı olmadığı su yüzüne çıkar.

İlk sayfada yazdığım gibi tanrı kavramlarınız arasında özedönüşle farkınız yok. Düşüncelerinizin çıkış noktası İsa ve yunan öncesini ise batıl kabul ediyorsunuz ki, bu tamamiyle yanlıştır.

Lux e Tenebris.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Bügün Mit-oloji denilen ve yunan döneminde rayından çıkartılan ve dejenere edilen anlatıların temel kaynağı Kozmolojidir.

Bizde aynısını söyledik tam olarak burad hemde.. Senin kozmik bilgi dediğin şey, yıldızlara bakarak güneşin doğacağını tespit etmekle başlayıp, yağmur mevsiminin geldiğini bilmekten ibaretti. İşte o kozmik bilgi denen ve bundan ibaret olan şey, falcılığın kapısını açtı. Bu da tanrıcılığın ve taa buralara kadar geldi olay..

Senin martavalın, kusura bakma ama cidden bir martaval bu, kozmik bigli dediğin ve kozmik kaynaklı çookk derin bir bilginin var olduğu iddian.. Olmasını bende isterdim, ama yok.. Böyle bir bilgi olmadı, hala da yok..

Link to post
Sitelerde Paylaş
Misafir
Bu konu kapalıdır ama konuya cevap yazmaya yetkiniz var görünüyor.
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...