Jump to content

Agnostisizm mi, ateizm mi tercih edilmelidir?


Recommended Posts

Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki, ateist bakış açısından agnostisizmi ikiye ayırıyoruz. Teist agnostisizm ve ateist agnostisizm. Bu ayrıma her agnostik katılmayabilir. Eğer katılmazsa, bu da ayrı bir tartışma konusu olur. Zaten bu tartışmanın bir parçası olarak böyle bir ayrım yapılabilir mi, ateistler neden bu ayrımı yapar konusuna da değineceğiz. (En azından ben değineceğim).

Açıklayınca biraz daha netleşecek bu ayrıma göre ateist agnostik tarafta kalan kişilerle ateist kişiler arasında ben şahsen pek ciddi bir fark görmüyorum ve normal olarak forumda olsun, başka ortamlarda olsun bu tarz bir agnostisizmi savunanlar ile fikirsel açıdan pek bir alıp veremediğim yoktur.

Fakat ben yine de net bir şekilde ateizmin seçilebileceğini, hatta bunun daha tutarlı bir tavır olacağını savunuyorum.

Agnostisizm epistemik bir tavırdır, yani 'Tanrı'nın varlığı ya da yokluğu bilinebilir mi?' gibi bir soruyla ilgilenen ve buna cevap veren bir bakış açısıdır. Ateizm ise sadece bu soruya cevap vermez, aynı zamanda 'Tanrı'ya inanıyor musun?' sorusuna da cevap verir. Ateist açısından bu sorular ayrı sorulardır.

Bir agnostik ise bu soruların ayrı olduğunu görmüyor ya da buna katılmıyor olabilir. Ya da görüp katılıyor da olsa bunlardan ilkini cevaplayıp ikincisini cevaplamayi reddediyor olabilir.

Benim agnostisizm yerine ateizmi tercih etmemin sebebi, bu sorulardan ikincisine cevap vermemek diye bir seçeneğin olmadığını düşünmemdir.

Kişi, ikinci soruya sözlü olarak cevap vermeyi reddediyor olabilir fakat günlük hayattaki tercihleri ile, yaşam tarzıyla bu soruya cevap vermek zorundadır. Kişi ya Tanrı varmış gibi yaşar, ya da Tanrı yokmuş gibi. Günlük hayatta bunun ortası yoktur. Çünkü bu konuda farkında olmadan karar verdiğimiz pek çok durumla karşılaşırız günlük hayatta.

İşte ben, agnostiğin bu durumu gözardı ettiği ve bu konuda bir karar vermediğini söyleyerek psikolojik açıdan kendisini rahatlattığı kanısındayım.

Tabi burada, baştan bahsettiğim ayrım önemli. Yani kişinin teist bir agnostik mi, yoksa ateist bir agnostik mi olduğu konusu.

Dediğim gibi, ateist bakış açısından ortada böyle bir ayrım vardır. Çünkü Tanrının varlığı bilinebilir mi sorusu ile Tanrı'ya inanıyor musun sorusu ayrı sorulardır. Yeterince okumuş bir teist de Tanrı'nın varlığının kanıtlanamayacağını görebilir fakat Tanrı inancını kaybetmemiştir. Ateistforuma sıkça geliyor böyleleri.

Bir ateistin gözünde bu kişi teistten farksızdır.

Fakat bir de diğer tür agnostikler geliyor. Yani hem Tanrı'nın varlığının gösterilemeyeceğini biliyor, hem de günlük hayatını Tanrı yokmuş gibi bir kabul altında geçiriyor. Sözel olarak Tanrı'nın olmadığını söylemese de, bu noktada ateist bakış açısından bu kişinin durumu aslında negatif ateistten farksızdır, fakat psikolojik sebeplerle 'ateist' etiketini kabul etmemektedir.

Benim bakış açım bu olduğundan, ben ateist etiketini seçen bir bakış açısının daha tutarlı olduğunu savunuyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Merhaba,

Ben de agnostisizm ile, ateizm arasında bir ayrıma gitmenin, konuya başlamak için mühim olduğunu düşünüyorum.

Ateizmin, yalnızca 'Tanrı inancının yokluğu' olarak tanımlanmasına karşıyım. Doğmamış fetüsler, hayvanlar ya da çocuklar ateist midir? Eğer 'inanmak ile bilmek' arasında böylesi temel bir ayrım varsa ve iki soru birbirinden bağımsız yanıtlanabilirse, bu durumda 'Tanrı'ya inanmıyorum, onun var olduğunu biliyorum', diyen Jung'u da bir ateist olarak tanımlamamız gerekecek :)

Teizmin olmadığı bir evrende, ateizmden bahsedilir miydi? Bana göre, bir inancın yokluğundan ziyade, inancın reddi ateizmde belirleyicidir; tutarlı bir felsefi pozisyona sahip olmak için, reddiyenizin gerekçelerini ortaya koymanız gerekir. Teist iddianın tutarsızlığı, felsefi zayıflığı, yetersizliği gibi argümanlara başvurmadan, bir inancın reddiyesini haklı çıkarmanız pek mümkün olmayacaktır.

Yani ateizm bir değerlendirme, bir yargıyı içerecektir. Agnostisizm ise, bu tür bir yargının -en azından şu an için- ortaya konabilirliğini sorunsallaştırır. Agnostisizm ise, Tanrı'nın varlığı/yokluğu meselesinin bilinemezliği fikrini içermektedir. Sadece bu da değil; aslında bana göre -ve pek çok düşünüre göre- evrenin nihai doğası, ya da Kant'ın 'numenler dünyası' olarak adlandırdığı hemen herşeye ilişkin şüpheciliği içermektedir. Bu bağlamda agnostisizm, ateizmden çok daha geniş bir sorunsal alana oturmaktadır.

Şüphesiz, bu demek değildir ki her iddia ciddiye alınmalıdır. Ancak hangi iddianın delillendirilmesi gerektiği, hangisinin gerekmediği tartışması; üzerine son sözün söylenebileceği bir düzeye -henüz- gelmiş değildir.

Örneğin, her A olgusunu, B'yle atıfla açıkladığımızı düşünelim, B olgusunu da C'yle, C'yi D'yle... bu sonsuza kadar gider (mi?) Felsefenin en temel sorularından biridir bu, genelde verilen cevap, kendisi ispatlanamaz fakat ispatın kaynağı olan bazı temel (foundational) kabullerin yapılması gereğidir.

Burada Alvin Plantinga, bence güzel bir soru sormaktadır: 'Neden diğer zihinlerin varlığı, insanın birşeyler deneyimleyip/deneyimlemediği, temel mantık kurallarının kendisi için ispat istemek lüzumlu kabul edilmemektedir de, Tanrı'nın varlığı için bir delillendirme girişimine gitmek zorunludur?'

Her ateistin ya da teistin, sahip oldukları pozisyonu koruyabilmeleri için, din felsefesinin çok çeşitli alanlarında, doktora yapabilecek derecede bilgi sahibi olması gerektiğini iddia edebilir miyiz? Örneğin, bir inanır ya da ateist, ontolojik delile dair bütün tartışmaları ve temel argüman ve karşı-argümanları bilmek zorunda mıdır? Sanmıyorum.

Modern toplumların en temel özelliklerinden biri, toplumsal işbölümüne dayanıyor olmasıdır. Hayatımızı ilgilendiren sorunların çözümlerinin tamamını, tek başımıza gerçekleştirmemiz mümkün olmadığı gibi, bu konuda kullandığımız çözümlerin hepsini sınayabilmemiz de mümkün değildir. E ne yapacağız bu durumda? Örneğin belirli bir hastalığın teşhisini koyan doktordan, iddianın nasıl delillendirildiğiyle ilgili bütün makaleleri ve karşı argüman varsa ki eğer, onlarla ilgili pek çok makaleyi, ismi ve yayınlandığı dergiyle beraber, isteyip; gerekli deneyleri de kendi evimizde gerçekleştirmek zorunda mıyız? :)

Tanrı, doğası gereği deneyime aşkın bir yerden tanımlanır. İnsan bilgisi, deneyimin dışında 'sıfır'dır. Deneyimlemediğimiz şeyi bilemeyiz; mantıksal yargılar bile, işleyebilmek için deneyimsel öncüllere ihtiyaç duymaktadır.

Doğası gereği evrene aşkın bir varlık iddiası, ne olgulardan ne de o olguların yorumundan çıkarsanarak doğrulanabilecek/yanlışlanabilecek bir iddia değildir. 'Tanrı'nın olduğu ya da olmadığı' bir evren durumunu varsayarak, yapabileceğimiz tek bir deney yoktur. Bu bağlamda, konu sınanabilirliğin dışındadır, yeterince tanımlanmamıştır ve tam da bu sebeplerden dolayı, doğru ya da yanlış olduğu söylenemez. Burada, 'null hypothesis' geçerlidir :)

sevgili mantık, vereceğin yanıt ve(ya) yanıtlara göre, ek delillendirmelere gidebilir ve(ya) yeni argümanlar öne sürebilirim, ancak sen cevap verene kadar, burada susmayı uygun buluyorum :)

tarihinde Vilppu7 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Önce bazı ayrımları net şekilde yapalım ki, herşey yerli yerine otursun:

Teizm: Tanrı'ya ve dinlerin Tanrı'dan geldiğine inanan görüş.

Deizm: Tanrı'ya inanan ama dinlerin ilahi olduğuna inanmayan görüş.

Agnostisizm: Tanrı'nın varolup olmadığının bilinemeyeceğini, bu konuda bir yargıya varılamayacağını söyleyen görüş

  • Teist agnostisizm: Tanrı'nın varolup olmadığının bilinemeyeceğini söyleyen, fakat günlük hayatında Tanrı varmış gibi yaşayanların görüşü. (Bunun teizmden ciddi bir farkı yoktur).
  • Ateist agnostisizm: Tanrı'nın varolup olmadığının bilinemeyeceğini ve bu konuda bir karar vermediğini söyleyen ama günlük hayatında Tanrı yokmuş gibi yaşayanların görüşü.

Ateizm: Tanrı inancını reddeden görüş.

  • Negatif ateizm: Tanrı'ya inanmak için gerekçe olmaması yüzünden Tanrı inancını reddeden görüş.
  • Pozitif ateizm: Sadece Tanrı inancını reddetmekle kalmayan, aynı zamanda karşı bir iddiada bulunarak net bir şekilde 'Tanrı varolamaz' diyen görüş.

Bunlara bir de agnostik ateizm denen kavramı eklersek, tablo biraz daha karışacak. Ama aynı zamanda da tüm olası duruşları tanımlamış olacağız.

Agnostik ateizm, Bertrand Russel'ın ateizmine verilen bir isim. Tanrı'nın varolup olmadığının bilinemeyeceğini, fakat içinde Tanrı inancı taşımadığını söyleyenlerin görüşü.

Yani yukarıda saydığımız ve agnostisizmin 'ateist agnostisizm' adını verdiğimiz koluyla aynı görüş. Fakat bu ateizmin bir çeşidi olarak anılıyor, agnostisizmin değil.

Aynı zamanda bu bakış açısı, negatif ateizme de çok benziyor. Negatif ateist, Tanrı'nın varlığının epistemolojisi üzerine söz söylüyorsa ve bu konuda agnostik bir tavır takınmışsa, fakat buna rağmen temel ve varsayılan tutum olarak dayanaksız iddiaların reddedilmesi gerekçesiyle Tanrı inancını reddettiğini söylüyorsa, bu kişi de Tanrı konusunda agnostik ateizm ile aynı şeyi söylemektedir. Hatta agnostisizmin çeşidi olan ateist agnostisizm ile de aynı şeyi söylemektedir aşağı yukarı, tek fark ateist agnostisizm Tanrı'nın varlığı konusunda bir yargıda bulunmayı reddeder, negatif ateist ise böyle bir yargıda bulunur.

Dolayısıyla, agnostizimin bir şekli olan ateist agnostisizm, ateizmin bir şekli olan negatif ateizm ve farklı türde bir sınıflandırmada yine bir ateizm çeşidi olarak düşünülebilecek agnostik ateizm aşağı yukarı aynı şeyi söyleyen fikirlerdir.

Bu sınıflandırmalardan sonra, gelelim yukarıda söylenenlere.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Ateizmin, yalnızca 'Tanrı inancının yokluğu' olarak tanımlanmasına karşıyım. Doğmamış fetüsler, hayvanlar ya da çocuklar ateist midir? Eğer 'inanmak ile bilmek' arasında böylesi temel bir ayrım varsa ve iki soru birbirinden bağımsız yanıtlanabilirse, bu durumda 'Tanrı'ya inanmıyorum, onun var olduğunu biliyorum', diyen Jung'u da bir ateist olarak tanımlamamız gerekecek

Jung'u ateist olarak değil, bu durumda teist olarak kabul edeceğiz.

Çünkü teist, Tanrı'ya inanır ama Tanrı inancına nasıl ulaştığı konusunda her teist aynı fikirde olmayabilir. Bazı teistler, gerçekten de akıl, mantık ve bilim kullanarak Tanrı'nın varlığının gösterilebileceğini, yani Tanrı'nın varlığına dair geçerli kanıtlar olduğunu düşünür. Böyle bir teist, 'iman' anlamında bir inanca gereksinim duymadan, Tanrı'nın varlığını bildiğini söyleyebilir elbette. Bize göre (ateistlere göre, hatta agnostiklere göre de) bu kişilerin Tanrı kanıtlarının tümü geçersizdir, yanlış bilgiler ya da yanlış uslamlama üzerine kuruludur. Fakat bu ayrı bir konu.

Bazı teistler de olabilir ki, Tanrı'nın akıl, mantık ve bilim yoluyla kanıtlanamayacağını ya da ancak kısmen kanıtlanabileceğini düşünüyor fakat Tanrı inancına ulaşmak için başka yollar olduğunu iddia ediyor olabilir. (Örneğin 'kalp gözü' ya da 'gönül gözü' denen şey).

Dolayısıyla, bu kişilerin tümü teist tarafta kalmaktadır, burada kafa karıştıracak bir taraf yok.

Doğmamış fetüsler, hayvanlar ya da çocukların, veya teist fikirlerle hiç karşılaşmamış kişilerin ateist kabul edilip edilemeyeceği konusunda ateist kesimde bir fikir birliği yoktur.

Bazı ateistler, ateizm 'Tanrı inancının yokluğu' olarak tanımlanabileceğinden, bu kişilerin ateist kabul edilmesi gerektiğini söyler. Bazıları ise, ateizmin aktif bir red gerektiren bir bakış açısı olduğunu, dolayısıyla ancak teist fikirlerle karşılaşıp yüzleşmiş kişiler için kullanılabilecek bir terim olduğunu düşünür.

Günümüzde televizyonun, kitapların ve internetin girmediği yer dünya üzerinde çok az kalmış olduğundan, teist fikirlerle karşılaşmamış olmak çok nadir bir durum olacaktır. Dolayısıyla, bu sorun sadece teknik bir ayrıntıdır ve önemli bir konu değildir kanımca. Bu konudaki cevap, 'ateist' sözcüğünün kullanım çerçevesine bağlı olacaktır. Ateizm 'Tanrı inancının yokluğu' olarak tanımlanırsa, sözkonusu kişiler ateist kabul edilecektir. Yok eğer ateizm 'Tanrı inancının aktif bir reddidir' diye tanımlanırsa, o zaman bu kişiler ateist kabul edilmeyecektir. İkinci bakış açısı biraz daha uygun gibi gözüküyor bana, her ne kadar ilk bakış açısının da geçerli noktaları olsa da.

Çünkü örneğin, yeri gelir 'ateist ahlak' diye bir kavramdan bahsedilir. Ya da falanca adada yaşayan yerlilerin kültürü 'ateist bir kültürdür' diye bahsedilir. Yani burada 'ateist' sözcüğü 'tanrısız', ya da 'teizmden soyutlanmış' anlamında kullanılmış olur, yani günlük hayatta 'ateist' sözcüğünün böyle bir kullanımı vardır. Dolayısıyla, bu anlamda kullanılan ateist sözcüğü için yukarıda bahsettiğimiz türde kişiler, yani teist fikirlerle karşılaşmamış kişiler ateist kabul edilecektir. Yani olaya böyle bakan bakış açısı da tümden reddedilemez. Fakat bu tartışmada, kolaylık açısından, ateizmi teist fikirlerin bilinçli bir reddi olarak kullanabiliriz, buna bir itirazım yok.

Yani ateizm bir değerlendirme, bir yargıyı içerecektir. Agnostisizm ise, bu tür bir yargının -en azından şu an için- ortaya konabilirliğini sorunsallaştırır. Agnostisizm ise, Tanrı'nın varlığı/yokluğu meselesinin bilinemezliği fikrini içermektedir. Sadece bu da değil; aslında bana göre -ve pek çok düşünüre göre- evrenin nihai doğası, ya da Kant'ın 'numenler dünyası' olarak adlandırdığı hemen herşeye ilişkin şüpheciliği içermektedir. Bu bağlamda agnostisizm, ateizmden çok daha geniş bir sorunsal alana oturmaktadır.

Forumda karşılaştığımız agnostik fikirler birkaç tür. Bazıları Tanrı'nın varlığı sorununun, Tanrı'nın varlığına inanç sorunundan ayrılabileceğinin farkında değil. Ortada birden fazla konu olduğunun bilincinde değil. Onlara göre 'Tanrı var mıdır?' sorusu tek bir sorudur ve cevabı 'vardır', 'yoktur' ve 'bilmiyorum'dan başka birşey olamaz.

Bazıları ise ateistlerin böyle bir ayrım yaptığının farkında ama bu ayrıma katılmayabilir (ki çok nadir bir bakış açısı), bazıları ise, böyle bir ayrımın varolduğuna katılıp, bu sorulardan birine (Tanrı'nın varlığı bilinebilir mi) cevap verip, diğerine (Tanrı'ya inanıyor musun) cevap vermeyi reddedenlerin, ya da reddettiğini söyleyenlerin görüşüdür.

Ateizmin bir değerlendirme, bir yargı içerdiği doğrudur. Ama bu yargı, yukarıda bahsettiğim birinci tür agnostiklerin (yani Tanrı'nın varlığı sorununun ikiye ayrılabileceğini ve 'varolup olmadığının bilinip bilinemeyeceği' sorunu ile 'Tanrı'ya inanılıp inanılmadığı' sorununun ayrı sorunlar olduğunun farkında olmayan agnostiklerin) zannettiği yargı değildir. Ateistin yargısı bu iki konuda ayrı ayrı vardır.

Ateistin, birinci konudaki yargısı (yani Tanrı'nın varlığının bilinip bilinemeyeceği) duruma göre, üzerinde tartışılan Tanrı tanımına göre, hatta kişiye göre değişebilir. Aslında tartışmanın ayrıntıları ve üzerinde konuşulan Tanrı kavramı netleşmeden, bu yargının netleşmesi de mümkün değildir.

Pek çok durum vardır ki, ateist şu ya da bu sebeple, net bir şekilde sözkonusu Tanrı'nın varolmadığını söyler. Dolayısıyla, ateizmin asıl tanımı olan 'Tanrı'ya olan inançsızlığını' bu şekilde temellendirmiş olur. Ama öyle durumlar ortaya çıkabilir ki, karşıdakinin getirdiği Tanrı kavramı öyle bir Tanrı kavramı olabilir ki, ateist böyle bir Tanrı'nın varolup olmadığının söylenemeyeceğini düşünür, bu konuda agnostik ile aynı kanıya varır. Yani epistemolojik olarak o Tanrı tanımı için agnostiktir.

Ama ateist, bir de ikinci konuda yargıda bulunur. Yani 'Tanrı'nın varlığına inanıyor musun?' sorusunun da cevaplanabileceğini düşünür ve bu soruyu net bir şekilde cevaplar, 'Tanrı'nın varlığına inanmıyorum' diyerek.

Burada ateistin dayanağı bellidir. Zihnimiz dışında, gerçek dünyada varolduğunu düşünmek için hiçbir gerekçe olmayan Noel baba, anka kuşu, 7 başlı ejderha, vampirler, vs gibi pek çok kavram gibi, Tanrı kavramının da 'default' (varsayılan) tutum olarak reddedilebileceğini, reddedilmesi gerektiğini söyler ateist.

Aksi takdirde, bu tür pek çok dayanaksız konu için tercih yapmakta sakınca görmeyen agnostiğin, 'Tanrı' denen ve kategorik olarak, incelediğimiz açıdan bu diğer kavramlardan farkı olmayan kavram için farklı tavır takındığını, bunu yaparak duygusal davrandığı ve toplumdan aldığı şartlanmalardan tam kurtulamadığını savlayabilir ateist.

Agnostik tavır yerine ateistin tavrın takınılması gerektiği konusundaki temel argüman budur.

Agnostik ise, ya ateistin yargıda bulunduğu, değerlendirme yaptığı noktanın tam farkında değildir (yani geçerli bir gerekçesi olmamasına rağmen, ya da varolmadığını göstermemiş olmasına rağmen ateistin Tanrı'yı reddettiğini, yani şartlanmış ve tutarsız davrandığını düşünmektedir) ya da tüm bunların farkında olmasına rağmen, Tanrı'nın yine de kategorik olarak diğer bahsettiğimiz kavramlardan farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğünden, ya da benim şu anda kestiremeyeğim herhangi bir sebepten dolayı, hala Tanrı'nın varlığına inanç konusunda bir yargıda bulunulamayacağını söylemektedir.

Bunlardan birincisi, foruma gelen agnostiklerde daha yaygın bir durum. Yani çoğu agnostik, ateistin yargıda bulunduğu noktayı tam doğru değerlendiremediği için ateizmi reddetmektedir. Ateizmin hangi konuda yargıda bulunduğunu ve bunu neden yaptığını anlayamadığı, buradaki ince nüansların farkında olmadığı için agnostiktir foruma gelen çoğu agnostik.

Örneğin, ateistlerin tümünün 'pozitif ateist'lerin söylediğini söyleyen, yani Tanrı'nın varolmadığını kesin bildiklerini iddia eden kişiler zanneder çoğu agnostik. Pozitif ateizmle negatif ateizm arasındakine benzer bir ayrımı, ateizm ile agnostisizm arasındaki ayrım gibi görür mesela.

Pozitif ateizmi kabul etmek için de duruma ve tartışılan Tanrı tanımına bağlı olarak çok geçerli sebepler ortaya çıkabilmesine rağmen, bu tartışmanın konusu o olmadığı için, oraya girmiyorum.

Burada, Tanrı'nın varolmadığı net olarak söylenemeyecekse ne yapılmalıdır, ne tavır takınılmalıdır konusunu tartışalım, çünkü agnostisizm ile ateizm arasındaki temel fark o durumda ortaya çıkıyor.

Pek çok agnostik, epistemolojik olarak Tanrı'nın varlığı konusunda kendileri gibi düşünülse bile yine de ateist olunabileceğinin farkında değildir.

Bazıları ise dediğim gibi bunun farkındadır, fakat bu gerekçeyi geçerli görmeyebilir.

Bu gerekçeyi, yani Tanrı kavramının, agnostiğin günlük hayatında reddettiği diğer pek çok kavram ile aslında aynı kefeye konulabileceği, dolayısıyla onlara inanılmaması gibi Tanrı'ya da inanılmaması gerektiği gerekçesini bilen, fakat buna rağmen buna katılmayan agnostik ise bunu genellikle Tanrı kavramının örneği verilen diğer kavramlardan farklı olduğu gerekçesiyle yapar. (Yani farklı olduğunu iddia eder). Fakat bana göre, bu fark konusunda verdikleri gerekçeler de gerçekçi değildir, genellikle bu kişilerin toplumdan aldıkları dinsel şartlanmaların uzantısı olan, somut faktörlere bağlanamayacak gerekçelerdir genellikle bunlar. (En azından ben henüz başka türlüsüne rastlamadım).

Yani kısacası, dediğim gibi, ateistin yargıda bulunduğu konu ille de Tanrı'nın varolup olmadığı konusu değil, onunla birlikte, hatta bu tartışmada ondan daha önemli bir şekilde, Tanrı'ya inanıp inanmadığı konusudur.

Agnostik ise, bu iki konunun ayrılabileceğinin ya farkında değildir, ya da farkındadır ama ayrıma katılmaz. (Ki çok nadir bir bakış açısı). Ya da ayrıma katılır ama yine de Tanrı inancının diğer dayanaksız inançlardan farklı bir yönü olduğunu iddia ettiği için Tanrı'yı doğrudan reddetmediğini söyler.

Bunlar arasında, benim en çok rastladığım durum birinci durumdur. (Yani agnostiğin bu ayrımın yapılabileceğinin farkında olmaması). İkinci en çok rastladığım üçüncü durumdur (yani Tanrı kavramının dayanaksız diğer iddialardan farklı bir konumda olduğu iddiası) ve en az rastladığım da ikinci durum, yani böyle bir ayrımın yapılamayacağı iddiasıdır, ki bunu şimdiye kadar sadece bir kere duydum. O da bilinçli bir tepki değil, bu ayrımla daha önce karşılaşmamış olduğu belli olan birinin o anda ürettiği bir tepkiydi. Bunun için getirdiği gerekçeyi ise şu anda tam hatırlamıyorum ama geçerli bulmamıştım. Üçüncü kişilerin bulduğunu da zannetmiyorum.

Örneğin, her A olgusunu, B'yle atıfla açıkladığımızı düşünelim, B olgusunu da C'yle, C'yi D'yle... bu sonsuza kadar gider (mi?) Felsefenin en temel sorularından biridir bu, genelde verilen cevap, kendisi ispatlanamaz fakat ispatın kaynağı olan bazı temel (foundational) kabullerin yapılması gereğidir.

Burada Alvin Plantinga, bence güzel bir soru sormaktadır: 'Neden diğer zihinlerin varlığı, insanın birşeyler deneyimleyip/deneyimlemediği, temel mantık kurallarının kendisi için ispat istemek lüzumlu kabul edilmemektedir de, Tanrı'nın varlığı için bir delillendirme girişimine gitmek zorunludur?'

Düşünmek için, bilim yapabilmek için, herhangi bir yargıda bulunabilmek için belli önkabullerden yola çıkılır, burası doğru.

Hiçbir kabul yapmadan, her şeyi kanıtlayarak sonuçlara ulaşmak mümkün değildir.

En temel kabuller şunlardır denebilir:

1. Mantık kurallarının geçerliliği

2. Başka zihinlerin varlığı

3. Başka zihinlerle ortak bir kavramsal dünyanın varlığı

4. Bu kavramsal dünyanın değişmezliği (stabilitesi)

Bu kabuller yapılmadan, düşünme diye bir aktivite bile mümkün değildir.

Ayrıca matematikte aksiyom diye bir kavram da vardır. Bilimde de pek çok yerde çeşitli aksiyomlardan yola çıkılır. Bunlar doğru olduğu kendiliğinden belli olduğu düşünülen, ya da kanıtlanmaları gerekmediği farzedilen, ya da kısaca şu ya da bu sebeple kanıtlanmadan kabul edilen başlangıç noktalarıdır. Bunlar olmadan, hiçbir zihnsel akıl yürütme ya da herhangi bir sorgulama, araştırma, sonuca ulaşma, vs eylemi mümkün değildir.

Burada önemli olan bunların minimumda tutulmasıdır, gereksiz yere miktarlarının arttırılmamasıdır. Ve de sadece zorunlu kabullerin bu temel kabuller arasında olmasıdır.

Tanrı kavramı, ne zorunlu bir kabuldür, ne de bu temel kabullerden doğrudan çıkan birşeydir.

Tanrı kavramı açıkça bir fazlalık iddiadır. Dolayısıyla, kanıtlanma yükümlülüğü olan diğer tüm varlıklar kategorisindedir.

'Mantık kuralları için ispat istenmiyor ama neden Tanrı için ispat isteniyor' demek, bunu diyen kişinin dinle ilgili toplumsal şartlanmaların etkisi altında olan bir kişi olduğunun ve zorunlu kabuller ile zorunlu olmayan kabuller arasındaki farkların bilincinde olmadığının ya da bunu görmek istemediğinin bir göstergesidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Jung'u ateist olarak değil, bu durumda teist olarak kabul edeceğiz.

Çünkü teist, Tanrı'ya inanır ama Tanrı inancına nasıl ulaştığı konusunda her teist aynı fikirde olmayabilir. Bazı teistler, gerçekten de akıl, mantık ve bilim kullanarak Tanrı'nın varlığının gösterilebileceğini, yani Tanrı'nın varlığına dair geçerli kanıtlar olduğunu düşünür. Böyle bir teist, 'iman' anlamında bir inanca gereksinim duymadan, Tanrı'nın varlığını bildiğini söyleyebilir elbette. Bize göre (ateistlere göre, hatta agnostiklere göre de) bu kişilerin Tanrı kanıtlarının tümü geçersizdir, yanlış bilgiler ya da yanlış uslamlama üzerine kuruludur. Fakat bu ayrı bir konu.

-Tamam ama, teistin bilgi değil, inanç sahibi olabileceği senin iddian; aynı şeyi pozitif ateistler için de ben iddia edebilirim. Onlarınki bilgi değil, inanç diyebilirim, bu konuda pek çok argüman da öne sürebilirim. Eğer biri, Tanrı'nın varlığı sorununa, epistemolojik olarak -fideist olmayan bir yoldan- yaklaşıyor ve Tanrı'nın varlığı argümanını; kanı, hezeyan ya da başka birşey değil de, bilgi statüsünde kabul ediyorsa, onu -senin tanımınla- inançlı olarak kabul etmemeliyiz.

Ha başkalarının pozisyonlarını istediğin şekilde tanımlayıp, herhangi bir sorunun, senin açıklaman için tehdit oluşturmasını engelleyebilirsin. Yani olguları -her seferinde- farklı yorumlayarak, sonsuz sayıda argüman üretebilirsin.

Doğmamış fetüsler, hayvanlar ya da çocukların, veya teist fikirlerle hiç karşılaşmamış kişilerin ateist kabul edilip edilemeyeceği konusunda ateist kesimde bir fikir birliği yoktur.

-Zaten ateizmi, bir reddiye olarak tanımlamaya itiraz etmemişsin, ok. Bunu kabul etmesen de, tarihsel-sosyolojik bir perspektiften bakarak, ateolojinin gelişiminin, dinler tarihinden bağımsız ele alınamayacağını görüp, bu konuda tartışmamıza kaldığımız yerden devam edebilirdik sanıyorum.

Forumda karşılaştığımız agnostik fikirler birkaç tür. Bazıları Tanrı'nın varlığı sorununun, Tanrı'nın varlığına inanç sorunundan ayrılabileceğinin farkında değil. Ortada birden fazla konu olduğunun bilincinde değil. Onlara göre 'Tanrı var mıdır?' sorusu tek bir sorudur ve cevabı 'vardır', 'yoktur' ve 'bilmiyorum'dan başka birşey olamaz.

Bazıları ise ateistlerin böyle bir ayrım yaptığının farkında ama bu ayrıma katılmayabilir (ki çok nadir bir bakış açısı), bazıları ise, böyle bir ayrımın varolduğuna katılıp, bu sorulardan birine (Tanrı'nın varlığı bilinebilir mi) cevap verip, diğerine (Tanrı'ya inanıyor musun) cevap vermeyi reddedenlerin, ya da reddettiğini söyleyenlerin görüşüdür.

-Tanrı'nın varlık/yokluk düzleminde değerlendirilip, değerlendirilemeyeceğini bilmiyorum. Varlığın ve yokluğun, deneyime aşkın herhangi birşey için, makul bir biçimde tanımlanabileceği hususundan şüphe ediyorum. Tanrı'nın varlığı iddiası, anlamlılık açısından ciddi bir eksiklik -tanımsal noksanlık- içermekte zaten. Bir de, 'metafizik' üzerine diğer tartışmalara da -mesela idealizm/materyalizm tartışması- baktığımızda, bu tür soruların felsefi açıdan yeterli bir biçimde yanıtlanamayacağını gördüğüm için, agnostiğim.

Ateizmin bir değerlendirme, bir yargı içerdiği doğrudur. Ama bu yargı, yukarıda bahsettiğim birinci tür agnostiklerin (yani Tanrı'nın varlığı sorununun ikiye ayrılabileceğini ve 'varolup olmadığının bilinip bilinemeyeceği' sorunu ile 'Tanrı'ya inanılıp inanılmadığı' sorununun ayrı sorunlar olduğunun farkında olmayan agnostiklerin) zannettiği yargı değildir. Ateistin yargısı bu iki konuda ayrı ayrı vardır.

Ateist, birinci konudaki yargısı (yani Tanrı'nın varlığının bilinip bilinemeyeceği) duruma göre, üzerinde tartışılan Tanrı tanımına göre, hatta kişiye göre değişebilir. Aslında tartışmanın ayrıntıları ve üzerinde konuşulan Tanrı kavramı netleşmeden, bu yargının netleşmesi de mümkün değildir.

Pek çok durum vardır ki, ateist şu ya da bu sebeple, net bir şekilde sözkonusu Tanrı'nın varolmadığını söyler. Dolayısıyla, ateizmin asıl tanımı olan 'Tanrı'ya olan inançsızlığını' bu şekilde temellendirmiş olur. Ama öyle durumlar ortaya çıkabilir ki, karşıdakinin getirdiği Tanrı kavramı öyle bir Tanrı kavramı olabilir ki, ateist böyle bir Tanrı'nın varolup olmadığının söylenemeyeceğini düşünür, bu konuda agnostik ile aynı kanıya varır. Yani epistemolojik olarak o Tanrı tanımı için agnostiktir.

-Deneyime aşkın herhangi bir varlık sorunsalının, varlık/yokluk düzleminde değerlendirilebileceği görüşüne kuşkuyla yaklaştığımı yazdım. Dolayısıyla, ne bildiğimiz herhangi bir deneyim, Tanrı hakkında bize bilgi verebilir, ne de bu deneyimlerden çıkarsadığımız mantıksal yargılar -ki bunların Tanrı hususunda işe yarayıp, yaramayacağını da bilmiyoruz.-

Ama ateist, bir de ikinci konuda yargıda bulunur. Yani 'Tanrı'nın varlığına inanıyor musun?' sorusunun da cevaplanabileceğini düşünür ve bu soruyu net bir şekilde cevaplar, 'Tanrı'nın varlığına inanmıyorum' diyerek.

Burada ateistin dayanağı bellidir. Zihnimiz dışında, gerçek dünyada varolduğunu düşünmek için hiçbir gerekçe olmayan Noel baba, anka kuşu, 7 başlı ejderha, vampirler, vs gibi pek çok kavram gibi, Tanrı kavramının da 'default' (varsayılan) tutum olarak reddedilebileceğini, reddedilmesi gerektiğini söyler ateist.

Aksi takdirde, bu tür pek çok dayanaksız konu için tercih yapmakta sakınca görmeyen agnostiğin, 'Tanrı' denen ve kategorik olarak, incelediğimiz açıdan bu diğer kavramlardan farkı olmayan kavram için farklı tavır takındığını, bunu yaparak duygusal davrandığı ve toplumdan aldığı şartlanmalardan tam kurtulamadığını savlayabilir ateist.

-Varlık/yokluk hususunun geçerliliğinden şüphe eden biri, bu sorunun ne derece anlamlı olduğunu da sorgular. 'Tanrı'nın varlığı' hususunda görüş belirtebilmek için (inanma/inanmama ya da bilme/bilmeme ekseninde), öncelikle varlık/yokluk düzleminin, Tanrısal bağlamda geçerli olduğu önvarsayımını yapmak zorundayız. Soru, daha anlamlı ve empirik açıdan dolu bir biçimde, bir deneyim-dışı varlık düzeyinde tanımlanmadıkça, konu hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz.

Ayrıca, Tanrı argümanını ciddiye aldığımı söylemedim. Şu an için onu, herhangi bir empirik olguyla aynı düzeyde 'gerçek' kabul ederek, savlamaya devam etmem zaten mümkün olamaz. Yani, 'Tanrı'nın varlığı' argümanı, şu aşamada çok anlamlı değildir ve tam da bu yüzden, varlık/yokluk hususunda tavır almak, yargı bildirmek makul değildir.

Agnostik ise, ya ateistin yargıda bulunduğu, değerlendirme yaptığı noktanın tam farkında değildir (yani geçerli bir gerekçesi olmamasına rağmen, ya da varolmadığını göstermemiş olmasına rağmen ateistin Tanrı'yı reddettiğini, yani şartlanmış ve tutarsız davrandığını düşünmektedir) ya da tüm bunların farkında olmasına rağmen, Tanrı'nın yine de kategorik olarak diğer bahsettiğimiz kavramlardan farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğünden, ya da benim şu anda kestiremeyeğim herhangi bir sebepten dolayı, hala Tanrı'nın varlığına inanç konusunda bir yargıda bulunulamayacağını söylemektedir.

Bunlardan birincisi, foruma gelen agnostiklerde daha yaygın bir durum. Yani çoğu agnostik, ateistin yargıda bulunduğu noktayı tam doğru değerlendiremediği için ateizmi reddetmektedir. Ateizmin hangi konuda yargıda bulunduğunu ve bunu neden yaptığını anlayamadığı, buradaki ince nüansların farkında olmadığı için agnostiktir foruma gelen çoğu agnostik.

-Sanırım kendi yaklaşımımı, yukarıda ortaya koyabildim. Forumdaki ya da reel hayattaki agnostiklere ilişkin yargınız, büyük ihtimalle doğru, onu da belirtmeden edemeyeceğim.

Örneğin, ateistlerin tümünün 'pozitif ateist'lerin söylediğini söyleyen, yani Tanrı'nın varolmadığını kesin bildiklerini iddia eden kişiler zanneder çoğu agnostik. Pozitif ateizmle negatif ateizm arasındaki ayrımı, ateizm ile agnostisizm arasındaki ayrım zannederler mesela.

Pozitif ateist yargıda bulunmak için de duruma ve tartışılan Tanrı tanımına bağlı olarak çok geçerli sebepler ortaya çıkabilmesine rağmen, bu tartışmanın konusu o olmadığı için, oraya girmiyorum.

Burada, Tanrı'nın varolmadığı net olarak söylenemeyecekse ne yapılmalıdır, ne tavır takınılmalıdır konusunu tartışalım, çünkü agnostisizm ile ateizm arasındaki temel fark o durumda ortaya çıkıyor.

-Pozitif ateist, belirli Tanrı tanımlarına, 'yoktur' karşılığını verebiliyor, bazen de negatif bir tutum alabiliyorsa, o aynı zamanda panteist karşısında Tanrı'nın varlığını kabul edebilir mi? Yani temelde, dinlerin Tanrısı üzerinden gidiliyor pozitif ateizmin tanımına, değil mi?

Düşünmek için, bilim yapabilmek için, herhangi bir yargıda bulunabilmek için belli önkabullerden yola çıkılır, burası doğru.

Hiçbir kabul yapmadan, her şeyi kanıtlayarak sonuçlara ulaşmak mümkün değildir.

En temel kabuller şunlardır denebilir:

1. Mantık kurallarının geçerliliği

2. Başka zihinlerin varlığı

3. Başka zihinlerle ortak bir kavramsal dünyanın varlığı

4. Bu kavramsal dünyanın değişmezliği (stabilitesi)

Bu kabuller yapılmadan, düşünme diye bir aktivite bile mümkün değildir.

Ayrıca matematikte aksiyom diye bir kavram da vardır. Bilimde de pek çok yerde çeşitli aksiyomlardan yola çıkılır. Bunlar doğru olduğu kendiliğinden belli olduğu düşünülen, ya da kanıtlanmaları gerekmediği farzedilen, ya da kısaca şu ya da bu sebeple kanıtlanmadan kabul edilen başlangıç noktalarıdır. Bunlar olmadan, hiçbir zihnsel akıl yürütme ya da herhangi bir sorgulama, araştırma, sonuca ulaşma, vs eylemi mümkün değildir.

Burada önemli olan bunların minimumda tutulmasıdır, gereksiz yere miktarlarının arttırılmamasıdır. Ve de sadece zorunlu kabullerin bu temel kabuller arasında olmasıdır.

Tanrı kavramı, ne zorunlu bir kabuldür, ne de bu temel kabullerden doğrudan çıkan birşeydir.

Tanrı kavramı açıkça bir fazlalık iddiadır. Dolayısıyla, kanıtlanma yükümlülüğü olan diğer tüm varlıklar kategorisindedir.

'Mantık kuralları için ispat istenmiyor ama neden Tanrı için ispat isteniyor' demek, bunu diyen kişinin dinle ilgili toplumsal şartlanmaların etkisi altında olan bir kişi olduğunun ve zorunlu kabuller ile zorunlu olmayan kabuller arasındaki farkların bilincinde olmadığının ya da bunu görmek istemediğinin bir göstergesidir.

-Zorunlu kabuller üzerine konuşurken, zorunlu kabullerden yola çıkarak, varabileceğimiz 'gereksiz argüman' tezini kullanmanız doğru değil zannımca. Ayrıca, eğer ateizmin, bu temel kabullerin temellendirilmesinde başarısız olduğu ortaya konursa, -presuppositional apologetics bununla uğraşır mesela-, 'gereksiz argüman' tartışması nihayete erer demektir, ama ona girmeyeceğim -bu arada, savunduğumu söylemiyorum bu presuppositionalistleri, örnek veriyorum- :)

Düşünebilme eyleminin zorunlu önkabuller gerektirmesi, bizatihi düşünme eyleminin, ve bundan dolayı da bu kategorilere itibar etmenin gerekçesi olamaz. Düşünebilmek için bazı önkabullere ihtiyacımız olduğu, bu önkabullerin realiteye birebir tekabül ettiği anlamına da gelmez. Plantinga'nın argümanı açıktır: Eğer herhangi bir 'basic belief', insanın mantıklı düşünebilmesi için gereken temeli, unsurları ne olursa olsun, sağlayabiliyorsa, bu bir meşrulaştırılmış 'basic belief'tir. Dolayısıyla, 'basic belief'leri basitçe her bir ya da herhangi bir unsurunun gerekli olup, olmadığı -zira mantıktan konuşurken, işlevden değil, realiteye tekabüliyetten bahsederiz-, çerçevesinde değerlendiremeyiz gibime geliyor.

Zaten bu, benim benimsediğim bir görüş değil ama, neyse, bu bir çeşit örneklendirmeydi. Ama söylemek istediğim, temel önermelerin realiteye tekabül edip/etmediğini söylememizin, konu bizatihi deneyime ve mantık kurallarının kendisine aşkın ve dışsal olduğu için, anlamlı bir yolu olmadığıdır. Düşünebilmek için bazı önermelere ihtiyaç duyuyor oluşumuz, o önermeleri 'düşünme edimi' açısından işlevsel kılar, ama doğru kılmaz. Dolayısıyla aynı işlevselliğin kaç temel unsurla sağlanması gerektiği, işlevin yerine getirilip/getirilmemesi dışında bir gerekçeye bağlanamaz. Bütün bu saydığınız önkabulleri, tek bir tanesini daha eklemekle, hiyerarşik olarak en üsttekine bağlıyorsanız, diğerlerinin ağırlığını tek bir tane önermede içerebileceğiniz için, 'işlevsellik açısından gerekir/gerekmez kabuller' argümanınızın ağırlığı kalmaz.

tarihinde Vilppu7 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir de, şu veya bu ölçüde bir dünya görüşü haline gelmiş her fikirler sistematiği/topluluğu için -ideolojiler, paradigmalar, dinler vs.-, şu veya bu ölçüde farklılaşmış bir epistemoloji ve ontolojiden bahsedebiliriz. Dinler, ideolojiler ve paradigmalar, hatta 'grand teoriler', pek çok önvarsayıma dayanır, olguları kendi kavramlar düzlemindeki ilişkiler hiyerarşisi içerisinde, 'anlamlı' olabilecek bir zemine yerleştirmeye zorlar bireyleri.

Bu bağlamda, bilimin ya da dinlerin temel varsayımlarından, yaklaşımlarından ve mantık örgülerinden bağımsız bir olgular bütününden ne derece söz edebileceğimiz de tartışılır. Yani bunların dolayımına girmeden, realiteyle 'çıplak' bir temas kuramıyoruz ki!

Dil; varsayım, kabuller ve fikir/kanaat/inançlarla dolu bir yapıdır, kendine has bir mantığı ve anlam çerçevesi vardır. Birine 'sodomite' demekle, 'gay' demek arasındaki fark; kelimelerin bir kabuller dizisini içerdiğini ortaya koymaktadır. Önkabul, sistematik yaklaşım ve mantık örgüsü, kavramların hiyerarşik dizilimi ve topyekün açıklama çabasıyla kirletilmemiş bir dil ve zihin arayışından bahsediyorum; bu mümkün olmadığı sürece, bu kirlilikten bağımsız bir gösterenler topluluğuna sahip olamayacağız demektir. Yani dil-oyunlarının labirentinde kapana kısılıp, kaldık. :)

Tanrı'ya dair fikir/bilgimiz olamadığı sürece de, Tanrısal anlamlılığı içerecek bir dil-oyunu inşa edemeyeceğiz..

tarihinde Vilppu7 tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
-Tamam ama, teistin bilgi değil, inanç sahibi olabileceği senin iddian; aynı şeyi pozitif ateistler için de ben iddia edebilirim. Onlarınki bilgi değil, inanç diyebilirim, bu konuda pek çok argüman da öne sürebilirim.

Kimin haklı olduğu ayrı bir konu. Akıl, mantık, bilim ve argümanlar düzeleminde tartışılabildiği sürece objektif bir arenada uzun vadede doğru sonuca ulaşılır. Asıl ayrım sonuca ulaşırken herkesin paylaştığı zorunlu temel kabuller dışında herhangi bir ek dayanaksız kabule ('iman' gibi) dayanılıp dayanılmadığı. 'İman' dediği sözcüğü (ya da 'kalp gözü', vs) kullanmadan karşısındakini Tanrı'nın varlığına ikna edebileceğini söyleyen kişiyle aynı düzlemde tartışılabilir, bu kişi sözüne sadık kaldığı sürece. (Aynı şey ateist için de geçerli elbette. Dincilerin 'iman' dediği şeye denk herhangi bir dayanaksız kabule dayanmaması beklenir ateistin de. Tabi herkesin paylaştığı ve yukarıda incelediğimiz zorunlu temel kabuller hariç).

Eğer biri, Tanrı'nın varlığı sorununa, epistemolojik olarak -fideist olmayan bir yoldan- yaklaşıyor ve Tanrı'nın varlığı argümanını; kanı, hezeyan ya da başka birşey değil de, bilgi statüsünde kabul ediyorsa, onu -senin tanımınla- inançlı olarak kabul etmemeliyiz.

Evet, doğru.

-Tanrı'nın varlık/yokluk düzleminde değerlendirilip, değerlendirilemeyeceğini bilmiyorum. Varlığın ve yokluğun, deneyime aşkın herhangi birşey için, makul bir biçimde tanımlanabileceği hususundan şüphe ediyorum.

Deneyime aşkın birşey için nasıl bir varlık/yokluk tanımı yapılabileceğini zaten hiçkimse hayal edemiyor. İnançlılar algı dünyasının ötesinde birşeyin varolabileceğini varsayıyorlar biz ise varolamayacağını.

Burada ateizmi daha geçerli yapan tutarlılığıdır.

Çünkü inançlı, sadece algı dünyası ötesi için varlık diye birşey tanımlanabileceğini farzetmiyor, bunun aynı zamanda ontolojik olarak varolduğunu, üstüne üstlük bu ontolojik olarak varolan şeyin, kendi dininin Tanrı'sı olduğunu, kendi kutsal kitabında geçen niteliklere sahip olduğunu, vs pek çok şeyi farzediyor.

Hatta burada da bitmiyor, kendi dininin Tanrı'sı için yaptığı bu kabulleri, her açıdan ona denk pek çok başka doğaüstü kavram veya spekülasyon için yapmıyor. Mesela başka dinlerin tanımladığı, başka niteliklere sahip bir Tanrı için, ya da noel baba, kurt adamlar, anka kuşu, tek boynuzlu at için, vs. Kendi Tanrısı için yaptığı kabulleri başka kavramlar için yapmamakla tutarsızlık yapmış oluyor.

Hatta işin daha da ötesi var. Tutarlılık açısından, kendi dininin Tanrı'sı için yaptığı kabulü başka kavramlar için de yapmaya karar verdi diyelim, düşünülürse görülecektir ki, bu mümkün de değil. Çünkü akla gelebilecek pek çok spekülasyon birbiri ile çelişki halinde olacaktır. Tümünü bir arada gerçek kabul etmek mümkün olmayacaktır.

Yani tek tutarlı tutum, bu kategorideki şeyleri yok farzetmektir.

Eğer pozitif ateizm tartışması yapmıyorsak , yani somut olarak reddedilebilecek bir Tanrı'dan bahsetmiyorsak, sözünü ettiğimiz Tanrı varolmadığı gösterilemeyecek fakat varolduğu da gösterilemeyecek bir Tanrı ise, ateist olarak bu Tanrı'yı yok farzetmekle bizim de yaptığımız bir kabuldür nihayetinde, buraya bir itirazım yok. Fakat bizim tutumumuz bu durumda daha tutarlıdır, hatta tek tutarlı bakış açısıdır.

Çünkü agnostik bir karar vermediğini söyleyerek kendisini kandırıyor. Aslında o da karar veriyor. Buna günlük hayattan örnek vermeye çalıştım yukarıda. Örneğin bir yakınının mezarına gittiğinde agnostik kişi herkes gibi kollarını açıp dua ediyor mu? (Belki de vardır, ne olur ne olmaz diye). Evlenince imam nikahını da ne olur ne olmaz diye kıydırıyor mu? Zor durumda kaldığında ne olur ne olmaz diye dua ediyor mu? Ramazanda oruç tutuyor mu?

Bu konularda belli kabulleriniz olmadan, günlük yaşantınızı düzenlemeniz bile mümkün değildir. Her gün, inanç konuylarıyla ilgili çok sayıda kabul yaparsınız. Farkında olsanız da, olmasanız da.

Önemli olan, ne kadar tutarlı olduğunuz. Olayı bu çerçevede incelediğinizde, ateist duruşun en tutarlısı olduğunu görürsünüz. (Hem teizm, hem agnostisizmde kıyasla). Agnostisizm, teizme göre daha tutarlıdır bu açıdan ama o da aslında yaptığı gizli kabullerin varolduğunu reddederek tutarsızlık yapmış olur.

Bir de şunu eklemek gerek. Negatif ateistin yaptığı, 'ontolojik açıdan bu varlık kesin yoktur' demek değildir. Bir varlığın ontolojik açıdan varlığı/yokluğu problemiyle, bu varlığa olan inancımız problemini ayırdığımızı tekrar hatırlatırım.

-Deneyime aşkın herhangi bir varlık sorunsalının, varlık/yokluk düzleminde değerlendirilebileceği görüşüne kuşkuyla yaklaştığımı yazdım. Dolayısıyla, ne bildiğimiz herhangi bir deneyim, Tanrı hakkında bize bilgi verebilir, ne de bu deneyimlerden çıkarsadığımız mantıksal yargılar -ki bunların Tanrı hususunda işe yarayıp, yaramayacağını da bilmiyoruz.-

Bu da yine defalarca bahsettiğim ve çoğu agnostiğin yanılgısı dediğim noktayla ilintili bir konu. Agonstiklerde ısrarla bir kabul var, ateistlerin ontolojik olarak Tanrı'nın varolmadığını kesin bildiklerini düşündüklerini farzediyorlar. Bu durum pozitif ateizm için geçerli olsa da, negatif ateist için geçerli değildir.

Daha önce de söyledim. Öyle Tanrı tanımları yapılabilir ki, bu tanımlar için ben de agnostik olurum.

Epistemolojik olarak agnostik olurum ama bu yine de bu Tanrı inancını reddedip, kendime ateist demem için bir engel değildir.

Bu ince ayrımı farketmedikleri sürece, agnostiklerin ateizmi tam olarak anlayabileceklerini zannetmiyorum.

Bazı agnostikler (ki çok azı), bu inceliği farkediyor, fakat buna rağmen Tanrı'yı reddetmenin bir 'sanı' olacağı gerekçesiyle bunu yapamayacaklarını beyan ediyorlar. Ama onlar da agnostisizm için bahsettiğimiz o tutarsızlıkları ister istemez taşıyorlar.

Çünkü yukarda da birkaç kez anlatmaya çalıştığım gibi, Tanrı'nın varlığı konusunda karar vermemek mümkün değildir. Yani epistemolojik olarak mümkündür ama uygulamada pratik değildir. Her gün verdiğiniz onlarca karar, bu konudaki kabullerinizin, ya da 'sanı'larınızın ürünüdür.

Bu açıdan olaya bakıldığında, yine tekrar ediyorum ki ateist duruş, en tutarlı duruştur.

Çünkü bu konudaki fikrimiz gerçeğin kendisi ile değil, gerçeğin ne olduğunu bilemediğimiz bir durum için, bu gerçeğe dair duruşumuzla ilgilidir. Bu gerçeğin ne olduğunu bilmemek mümkündür, fakat bu gerçeğe karşı bir duruşa sahip olmamak mümkün değildir.

Agnostiklerin de günlük hayatta bu konuda bir duruşları vardır, fakat entellektüel aranada konuşurken böyle bir duruşları olduğunu inkar ederler. Bu yüzden ateizm daha tutarlıdır.

'Tanrı'nın varlığı' hususunda görüş belirtebilmek için (inanma/inanmama ya da bilme/bilmeme ekseninde), öncelikle varlık/yokluk düzleminin, Tanrısal bağlamda geçerli olduğu önvarsayımını yapmak zorundayız.

Bu varsayımı yapanlar, Tanrı'ya inananlardır. Tanrı'ya inanmadığını söyleyen birinin böyle bir varsayım yaptığı söylenemez. Tanrı'nın varolmadığını aktif bir şekilde söyleyen pozitif ateist için böyle bir varsayım yaptığı söylenebilir ama Tanrı iddiasını sadece reddetmekle yetinen negatif ateist için bu söylenemez. Negatif ateist de bu konuda agnostik kadar tutarlıdır. (Pozitif ateistin tutarsız olduğunu söylemiyorum. Pozitif ateizm, akıl, mantık ve bilim çerçevesinde bu konuyla ilgilenilebilecek oranda bu konuya bulaşır. Teistin bu kategoride kalan iddialarını cevaplar. Yani o da tecrübenin ötesine çıkan şeyler için yorum yapmaz. Tecrübe ekseninde kalan ve o eksende tanımlanan bazı kavramların ve getirilen bazı argümanların geçersizliğini gösterir. Ama dediğim gibi bu tartışmada pozitif ateizm konusuna bulaşmaya gerek yok. O bağımsız bir konu ve gerekirse ayrıca tartışılır).

Sonuçta, eğer Tanrı'nın varlığı konusunda hüküm vermek mümkünse ve bu gösterilebiliyorsa, bunu yapmak zaten iddia sahibinin (teistin) işidir. Bunu yapabilirse, yani bizleri Tanrı'nın varlığı/yokluğu konusunda söz söylenebileceğine ikna edebilirse, ayrıca da varolduğunu gösterebilirse, biz de inanırız. Daha doğrusu o noktada artık onun adı inanmak da olmaz, bunu biz de biliriz.

-Pozitif ateist, belirli Tanrı tanımlarına, 'yoktur' karşılığını verebiliyor, bazen de negatif bir tutum alabiliyorsa, o aynı zamanda panteist karşısında Tanrı'nın varlığını kabul edebilir mi?

Pozitif ateist, bir panteistin bahsettiği Tanrı'yı kabul edecektir, ama adına Tanrı değil, evren diyecektir. Burada ne olduğunu bildiğimiz birşeye farklı anlamlar yükleyip, fazlalık faktörleri ve terimleri işin içine katmanın, sadece fikirsel şartlanmaları mazur gösterme çabasıyla girişilen bir hokus pokus olduğunu söyleyecektir.

Ayrıca, eğer ateizmin, bu temel kabullerin temellendirilmesinde başarısız olduğu ortaya konursa, -presuppositional apologetics bununla uğraşır mesela-, 'gereksiz argüman' tartışması nihayete erer demektir, ama ona girmeyeceğim -bu arada, savunduğumu söylemiyorum bu presuppositionalistleri, örnek veriyorum-

Ateizmin temel kabullerin değerlendirilmesinde başarısız olduğu ortaya konabilirse, bu ciddiye alınır elbette. Bu konular, sonuca ulaşılabilir bir çerçevede tartışıldığı sürece, düşünce ve mantık yanlışları ya da dayanaksız kabuller taşımadığı sürece elbette söylenen herşey değerlidir ve dikkat hak eder.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Düşünebilmek için bazı önkabullere ihtiyacımız olduğu, bu önkabullerin realiteye birebir tekabül ettiği anlamına da gelmez.

Başka bir şansımız yok. Diğer seçenek başımızı kuma gömüp, hayvanlar gibi yaşamımızı sürdürmek. Çevremizi anlamak istiyorsak, ister istemez zihinsel yetilerimize dayanmak zorundayız.

Dolayısıyla, 'basic belief'leri basitçe her bir ya da herhangi bir unsurunun gerekli olup, olmadığı -zira mantıktan konuşurken, işlevden değil, realiteye tekabüliyetten bahsederiz-, çerçevesinde değerlendiremeyiz gibime geliyor.

Değerlendirebiliriz. Herhangi bir 'basic belief' ancak kullanılmadığı durumda düşünme yetimizi ortadan kaldıracak düzeyde gerekliyse gerçek anlamda bir 'basic belief'tir. Geri kalanlar, fazlalık kabullerdir.

Ama söylemek istediğim, temel önermelerin realiteye tekabül edip/etmediğini söylememizin, konu bizatihi deneyime ve mantık kurallarının kendisine aşkın ve dışsal olduğu için, anlamlı bir yolu olmadığıdır.

Bu dediğin, 'bizim aklımız evreni anlamaya yetmez' argümanı ile aşağı yukarı aynı şey. Daha doğrusu 'anlamaya yetip yemeyeceğini bilemeyiz, bu yüzden yeteceği varsayımını yapmamalıyız' demek gibi birşey. Ama yukarıda dediğim gibi, bu felsefede 'skeptik hipotez' denen kategoriye girecek bir düşünce tarzı. Bu tür hipotezleri ciddiye alacak olursan, ne mantığından, ne başka zihnlerin varlığından ne de hatta dış dünyanın varlığından emin olabilirsin. O durumda bilgi edinme eylemi veya bu konudaki herhangi bir girişim suya düşer. Yukarıda anlattığım gibi, kafanı kuma gömüp, hayvanlar gibi yaşamaktan başka bir seçenek bırakmaz bu bakış açısı insana. Bazı temel kabuller yapmak zorundasın. Bunların kabul olduğunun bilincinde olduğun sürece bir sorun yoktur.

Bu temel kabullerin geçerli olduğu konusunda da göstergeler var aslında. Bilimin tarihi, insanlığın tarihi, gittikçe artan bir bilgi birikiminin ve gittikçe daha netleşen bir evren tasvirinin tarihidir. Dolayısıyla, tecrübe zaten bize dolaylı olarak bu temel kabullerimizde haklı olduğumuzu da söylüyor. yani zihnimiz evreni anlamaya yetiyor. En azından bir ölçüde yetiyor. Tamamen anlamaya yeyecek mi bunu zaman gösterecek. Ama yetmeyeceğini farzedip kenara çekilmeyi gerektirecek bir durum yok ortada.

Bu bağlamda, bilimin ya da dinlerin temel varsayımlarından, yaklaşımlarından ve mantık örgülerinden bağımsız bir olgular bütününden ne derece söz edebileceğimiz de tartışılır. Yani bunların dolayımına girmeden, realiteyle 'çıplak' bir temas kuramıyoruz ki!

Bunlar ve sonradan dil ile ilgili söylediklerin de felsefede doğruyu subjektif gören ve bakış açısına göre değiştiğini iddia eden bakış açılarına benziyor. (Postmodernizm gibi). Bu da bir önceki paragrafta değindiğimiz noktaya götürür insanı. Skeptik hipotezler ve nesnel doğruyu reddeden bu tür yaklaşımlar, olsa olsa bilinemezciliğe götürür insanı. Sadece Tanrı konusunda değil, her konuda.

Bu bir seçenek elbette.

Ama bunlara kanıp yerinde oturmayı seçen insanlar ve topluluklar, sonradan diğer yolu seçenlerin neler başardığını görüp pişman olacaktır ve de olmuştur. Kendileri fikir değiştirmeye kalktığında da atı alanın üsküdarı geçtiğine tanık olmuşlardır.

Bununla bizim doğu kültürünün kaderci ve anti bilimsel bakış açısı arasında da bir analoji kurabiliriz. Gerçek dünyanın öbür dünya olduğuna inanır, gerçek bilgiye de ancak Tanrı'nın ulaşabileceğini, insanların aklının belli bir noktadan sonrasına ermeyeceğini düşünürsen, bize gerekli bilgilerin de zaten kutsal kitapta Tanrı tarafından gönderildiğini düşünür, yaşadığın dünyayı kendin inceleyip anlamaya uğraşmaz, bunun yerine miskin bir şekilde yaşar durursan, ondan sonra günü gelir, başkalarının yüzyıllarca gerisinde kaldığını keşfedersin ama artık iş işten geçmiş olur.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Misafir
Bu konu kapalıdır ama konuya cevap yazmaya yetkiniz var görünüyor.
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...