Jump to content

islamiyetten önce türk kadını


Recommended Posts

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KADINI

Yabancı ve Arap kaynakların ortaya vurduğu bir tarihi gerçek şudur ki İslamiyeti kabul edene kadar Türk’lerde KADIN eşit hak ve özgürlüklere sahip bir değerdi. Ve şu mahakkak ki biz Türkler, Şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir ki bunlardan biri ‘akılcılık’ ve diğeri de ‘kadına saygıdır’

1) 7-8. Yüzyıllarda Orta Asya Türk Ülkelerinin Çoğu Kadın Hükümdarlarla Yönetilmekte:

Eski Türklerde, özellikle Şamani döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar tertip edildiği, aynı yerde hep birlikte ayinler düzenlendiği, toplantıya katılanların bir daire halinde yere oturdukları, kadın ve erkeklerin mevki ve yaşlarına göre sıralandıkları anlaşılmaktadır. Yakut’larda ‘Isıah’ denilen ayinlerin yapıldığı ve bu ayinlerde kadınların ve erkeklerin el ele tutuşarak meydana getirdikleri dairede ‘hü hü’ diyerek raks ettikleri, hep birlikte kımız içtikleri ve dini merasimi yürüttükleri tarihi kaynakların ortaya vurduğu gerçeklerdir. (Ahmed Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi Motifler, 125.s.) Kadınlı erkekli bu tür toplantılar, her ne kadar Müslümanlığın kabulünden sonra da bir süre devam etmiş ise de, giderek yok olmuştur.

Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini nakleden Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Orta Asya’daki bir çok Türk Devletlerinde kadın, devlet başkanlığı sorumluluğu ile görevlendirilmiştir. Nitekim Buhara o tarihlerde, yani 8. yüzyılda, Toksan adındaki bir Hatun Sultan tarafından yönetilmekteydi.

Öte yandan M.S.720 yılında Gültekin (Kül-Tekin) için dikilen Tonyukuk ve 734 yılında Bilge Han adına dikilen Orhun Kitabelerinden anlaşılmaktadır ki, eski Türklerde kadın, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda özgürlüğe sahi bir varlıktır. Hatırlatalım ki Bilge Hatun, ki Gültekin’in annesiydi, devlet yönetiminde pek başarılı işler görmüştür. Gültekin Han iktidarı, eşi Kutlulu Sultan ile birlikte kullanmıştır. (Günseli Özkaya Tutsaklıktan Özgürlüğe, Kadınların Savaşı 157,158.s.)

Belazuri’nin Fütüh Ül-Buldan’ında, Arap ordularının Buhara’ya yaptığı saldırılara karşı Buhara Melikesi Hınık Hatun’un nasıl karşı koyduğu anlatılırken onun, son derece dirayetli ve idareci bir kişiliğe sahip olduğu belirtilir. (Dr. Zekeriya Kitapçı, Müslüman Arap Ordularında Çarışan ilk Türkler” Diyanet Dergisi cild XII, sayı 4, s.239-244)

2) X. Yüzyıl: El-Belhi’nin Yapıtlarında Türk Kadını’nın Özgürlüğü Anlatılır:

Onuncu Yüzyılın ünlü çoğrafyacısı el-Belhi, Kitabü’l-Bad ve Ve’t Tarih adlı yapıtının bir bölümünde, o dönem itibariyle Türk ülkelerindeki kadının özgürlüğüne ilişkin olayları hikaye ederken, ve özellikle Muaviye’nin oğlu Yezid zamanında Buhara’da hüküm süren Hatun Sultan’dan söz ederken Türk kadını’nın uygarlığı konusundaki hayranlığını gizleyemez.

Anımsamakta yarar vardır ki Yezid’in Horasan’a vali olarak gönderdiği Zeyyad bin Ebihi’nin oğlu, Orta Asya’da Arap fütuhatını genişletmek için saldırılar düzenlerken, Buhara’da devlet yöneten Hatun Sultan, bu saldırılara karşı korunmak amacıyla, başka bir Türk ülkesinin hükümdarı Terkan’dan yardım istemiş ve bu vesile ile evlenme teklif etmiştir.

(Bu yüzyılda yerleşik hayata geçildiği sonucunu çıkarıyorum ben.)

3) XI. Yüzyıl: Selçuk Sultanı Tuğrul’un Kadına Saygısı:

Selçuk Sultanı Tuğrul, 11. Yızyılda Bağdad’ı işgal ettikten sonra eski halifelerin sarayında Halife El Kasım Biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını büyük bir saygı ile tahta oturtur. Arap tarihçisi İbni Halikan şöyle anlatır: “…Sefer ayının 15.inci günü prenses, sarayda kendisini bekleyen kocasına mülaki oldu ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi. Tuğrul Bey eşinin karşısına diz çökerek geldi… Ona emsalsiz hediyeler vererek (tekrar) yeri öptü ve büyük bir saygı gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına çekildi.” (İbn Hallikan, Vefayatu’l- A’yan ve Enbau Ebna El’zaman. Cild V, 102,105.s.)

Her ne kadar gerci çevreler bu evliliği hoş görmemiş iseler de Tuğrul Bey gibi ünlü bir fatihin karısına karşı takındığı bu saygılı tutumunu hayranlıkla karşılamaktan kendilerini alamamışlardır. (G. Le Starange Baghdad During the Abbasid Caliphate, Oxford 1900)

Yine 11. Yüzyılın diğer tanınmış bir yazarı olan İbn Butlan Türk kadınının zerafetini, inceliğini, canlılığını, temizliğini, cesaretini ve karakter üstünlüğünü gözler önene sererken tarihi bir gerçeği dile getirir. (Takvim u’y Sıhha adlı kitabında: “Türk kadınının cildi fevkalade beyaz ve zerafeti takdire şayandır. Gözler küçük fakat çok çekicidir. Genellikle kısa boyludurlar… Çocuk doğurmada bereketli sayılırlar, fakat doğurdukları çocuklar pek nadiren çirkin olur. Ata binmede ustadırlar. Son derece cömert, temiz ve iyi ahçıdırlar.”)

4) XII. Yüzyıl: İbn Cübeyr, Türk Ülkelerinde Kadına Gösterilen Saygıyı Başka Hiçbir Yerde Görmediğini Söyler:

12. Yüzyılın tanınmış tarihçilerinden İbn Cübeyr, 1183-1184 yılları arasında gırnata’dan Mısır, Irak, Suriye ve Yakın Doğu ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken Türk kadınının toplum yaşamlarındaki önemli yerini ve değerini açıklar. Horasan Valisi Tukuş Şah ile birlikte Kabe’yi ziyarete giden Ebu’l Mukrim Teştiki’nin yanındaki Türk prenseslerinden söz ederken, tüm Arap ülkelerini dolaştığını, Irak’taki Abbasi halifelerini ziyaret ettiğini, Selahattin İmparatorluğunu gezdiğinini ve fakat hiçbir yerde Türk ülkelerinde olduğu gibi kadına değer verildiğine tanık olmadığını söyler. (İbn Cübeyr Seyahatname adlı kitabın yazarıdır. Kitabın İngilizce çevirisi bk. İbn Jubayr, The Travels of İbn Jubayr.)

5) XIII Yüzyıl: Marco Polo, Türk Kadınının Özgürlüğüne Tanık Olur:

13. yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu’ya yayılan ve ‘Büyük Türkiye’ diye tanımlar olduğu yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından söz eder ve şöyle der: ‘Prenses öylesine gülü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini altetmektedir. Babası kendisini evlendirmek istediği halde o buna razı olmamakta ve (kendi beğendiği birini bulana kadar) hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, bilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır. (The Adventures Of Marco Polo, New York, 1948, 179, 181. s.)

Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricoldo di Morte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hakim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir. (Pre-Ottoman Turkey, 1076-1330, 153.s.)

Kısaca belirtelim ki, Türklerde kadının bu üstün kartede tutulduğu dönemlerde Batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi, kadını ikinci plana atmıştı. Çoğu yerde koca, sofrada yemek yerken, kadın ayakta bekler, ona hizmet eder, her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulamazdı. Bu durumların özellikle Kolon’ya ve Normandi gibi yerlerde pek yaygın olduğu ve alınan tedbirlere rağmen yüzyıllar boyunca sürüp gittiği anlaşılmaktadır.

6) Cüveyni'nin Kaleminden Türkan Hatun ve Raziye Sultan Örnekleri:

13. Y.Yılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni, "Tarih Cihan" adlı yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över. Özellikle Türkan Hatun'un devlet işlerindeki becerikliliğini, haysiyet duygusuna verdiği yeri (ve örneğin kocası Sultan Osman'ı saygılı davranmıyor diye Sultan Mehmed'e şikayet etmesini) nakleder ki çok ilginçtir.

Yine Cüveyni'den öğrenmekteyiz ki İlhanlıların 13. yüzyılda İslam'ı kabul etmelerinden sonra, eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına saygı değerlerinde gerileme başlamıştır. Raziye Sultan örneği bunu kanıtlamaya yeterlidir. Gerçekten de Raziye, 1236 ila 1240 yılları arasında Delhi tahtını işgal etmiştir. Babası İl-Tutmuş, tüm danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahdlığa getirmiştir. İl-Tutmuş'un ölümünden sonra saray erkanı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İl-Tutmuş'un oğullarından birini, Ruknuddin Firuz'u getirmiştir. Fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilal patlak vermiş ve halk, ordu ile birlik olup Raziye'yi tahta çıkarmıştır.

Raziye döneminde Delhi fevkalade iyi bir yönetime kavuşmuştur. Son derece akıllı ve geniş görüşlü olan Raziye, kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve kendisi de buna örnek olmuştur. Çarşaf giymek şöyle dursun, fakat saltanatının en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil, çoğu kez erkek kıyafetine girerek dolaşmayı tercih etmiştir. Böylece gerici çevrelere, insan varlığının geleneklere köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.

Her ne kadar bu cesur ve özgür davranışı, ona pahalıya patlamış ve tahtından olmasına yol açmış ise de, yüzyıllar içerisinde yararlı ve etkili bir örneğe zemin teşkil etmek bakımından zikredilmeye değer niteliğini yitirmemiştir.*

Çüveyni'nin yukarıdaki kitabı İngilizceye The Hisitory of the Word Conquieror olarak çevrilmiştir. Yukarıdaki hususlar için bk. Vol. I, 465 ve d.

Şems al-Din İl Tutmuş (1210-1236) Bağdat halifesi Mustansir Bi'llah tarafından resmen tanınan Hindistan'ın ilk müslüman hükümdarıdır.

*Softa zihniyet temsilcisi çoğu Emir'ler onun tahttan indirilmesinde rol oynamışlardır. Bk. Seyyid Feyyaz Mahmud, A. Short History of Islam (Oxford Univer. Press, Pakistan Branch, 1960) 265.

İlhan Arsel'in Şeriat ve Kadın kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Konu Orhun yazıtlarında oldukça açıktır ;

Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında kişi oğlu yaratılmış. Kişi oğullarını yönetmek için atalarım Bumin Kağan, İstemi Kağan Taht'a oturmuş. Türk Milleti yok olmasın diye

millet olsun diye , babam ilteriş kağan'ı annem ilbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır..

hiç bir arap kitabında kadını bu kadar yücelten yazı bulunmaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Konu Orhun yazıtlarında oldukça açıktır ;

Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında kişi oğlu yaratılmış. Kişi oğullarını yönetmek için atalarım Bumin Kağan, İstemi Kağan Taht'a oturmuş. Türk Milleti yok olmasın diye

millet olsun diye , babam ilteriş kağan'ı annem ilbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır..

Ben tam anlamadim.Ne diyor burada ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hayir.." ilteriş kağan'ı annem ilbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır" derken kadini yucelttigini mi belirtiyor diyorum..

Türklerin ana -erkil toplum olduğunu anlatır. yazı uzundur okuman lazım.

genelde herkes ana-erkili ata-erkilin zıddı olarak bilsede bu yanlıştır.

ana-erkillik kadın ve erkeğin eşit olduğu toplumlardır.bu konuyu fazla

detaylı bilmeyenlerle konuşmam, çünkü konu masonluğa kadar gider.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evvettt

Islam öncesi Türk kadininin sahip oldugu haklara ,dünyada hicbir milletin kadini sahip deyildi.

Buyurun beraber okuyalim:

  • Tanımlı islamiyet Öncesi Türklerde Kadının Yeri ve Önemi

    Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde öyle yüce bir mertebeye kurulmuştur ki kadını öylesine yüce bir varlık haline getiren töreye ve kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur

  • Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk Milleti'nin tek bereket kaynağıdır. Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygıyla eğildikleri bir şeref abidesidir.

    Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyuyla algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanı'nda, Allah'a insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındır.

  • Oğuz Kağan'ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. Yakutlar'da "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. ilk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan kitabesinde Kağan: "Sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." hitabıyla söze başlar.

    En eski Türk inancına göre, "Han ile Hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.

    Dede Korkut hikayelerinden olan "Deli Dumrul"da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadın ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim, Dede Korkut'taki Bamsı Beyrek hikayesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel misalidir.

    Kırgızların Manas Destanı'nda kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklar'da kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır."

    Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün murad alıp vermeden yalnız kalan kadın kocası ölünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Oğuz Kağan Destanı'nda ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir.

    iranlı bir tarihçi olan Gerdizi de "Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler." derken Türk kadınının ahlaki temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında temiz, faziletli manasına gelen "Hun, Sabir, Arig, Arık, Uygur Silink, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde ibni Batuta Şehnamesi'nde Kırım'daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.

    bi dakka...

    #1363278[/color] w

  • islamiyet öncesi Türk toplumlarında kadınsız bir iş görülmezdi. Kadın erkeğin tamamlayıcısıydı. O sürekli erkeğin yanındaydı. Hakanın buyrukları yalnız "Hakan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun imparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır.

  • Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım."

    Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği Altay Dağları'nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.

    islam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.

    Cahiliye devri Araplarında, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde yine burada kadının miras hakkı yoktu. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela; Yakutlar'da kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna "and" veya "nemse" adı verilir. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise; bunun mirastan iki hali olur.

  • 1. Kocanın oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir,

    2. Bunlardan hiç biri kadının yanında değilse dörtte bir miras alırdı.

    Aynı dönemlerde kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edelim. ingiltere'de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine ingiltere'de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için incil'e el süremiyordu. Kadınlar incil'i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.

    Ingiliz piskoposu Dour'un 1888 yılında Westminster Kilise'sinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir..

  • "Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi."

    Çin'de ise, boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. "Koca karısını, kadında kocasını boşayabilirdi. Koca karısının getirdiği çeyizinin bedelini verirken, kadın para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi."

    Budizm'in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır.

  • Roma'da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin'de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. iran'da kendilerine eş olan kızlar günahkar sayılmışlardır. iran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kızkardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.

    işte bu dönemlerde, Türk kızları ve kadınları, toplumun şerefli bir ferdi olarak itibar görmüşlerdir. Türk kadınının böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder

    Maddeler halinde özetlersek,

    1.) Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanı nın da Yaratan a ilham veren "Ak Ana" adında ki kadındır.

    2.) Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan,diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır.

    3.) Bilge Kağan kitabesinde Kağan: Sizler Anam Katun,Büyük Annelerim,Hala ve Teyzelerim,Prenseslerim.. sözleri ile hitabına başlar.

    4.) Eski Türk inancına göre Han ile Katun gök ve yerin evlatlarıdır.Kadının yeri yedinci kat göktür.

    5.) Eski Türk destanlarında kadın erkeğinin her daim yanındadır.Kadın erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilirdi.

    6.) Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen,iyi savaşan,iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler.

    Örnek olarak Korkut Ata nın Bamsı Beyrek hikayesindeki Banu Çiçek Katun u verebiliriz.

    7.) Eski bir Türk atasözü; Birinci zenginlik sağlık,ikinci zenginlik iyi bir kadın.

    8.) Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı.

    9.) Oğuz Kağan destanından öğrendiğimize göre ırza tecavüzün cezası ölüm veya gözlere mil çekilmesiydi.

    Arap gezgini Ahmed bin Fadlan,Türklerin tecavüz suçlusunun bacaklarından çapraz bağlanmış iki ağaca bağladığını ve

    ipin kesilmesi sureti ile bacakların ayrıldığını hatıralarında belirtir.

    10.) Yine Arap gezgini olan ibn-i Batuta şöyle der: "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların

    kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür."

    11.) Kağanın buyrukları yalnız "Kağan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi.

    12.) Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan

    ederdi. Mesela büyük Hun imparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han'ın Katunu imzalamıştır.

    13.) Ebul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır.

    14.) Kadının yüceliği Altay Dağları'nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek yaşatılmıştır.

    15.) Eski Türklerde kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı.

    16.) Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi,kadında kocasını boşayabilirdi.

    Şimdide diğer toplumların kadına bakışına bir göz atalım.

    1.) ingiltere'de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine ingiltere'de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için incil'e

    el süremiyordu. Kadınlar incil'i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.

    2.) ingiliz piskoposu Dour'un 1888 yılında Westminster Kilise'sinde vaaz verirken söyledikleri ;

    "Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir

    sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi."

    3.) Çin'de , boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu.

    4.) Budizm'in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir.

    5.) Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Roma'da dul kadının

    evlenmesi suç sayılıyordu.

    6.) Çin'de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı.

    7.) iran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. ( Özellikle Mazdeizm in popüler olduğu dönemde.)

    8.) Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak onursuzluk sayılmıştır.

    bunları neden ekledim? dallamanın biri dinler gelmeden once kadinin ustun olmasi başlığında eski türk kadınları hakkında boktan püsürden, arap aşığı olmanın verdiği gazla fikirlerini beyan etmiş. ancak islamiyetten öncesini yok sayan "salak zihniyetten" farklı bir şey beklemek!?! bizim hatamız, özür dileriz!

    bi dakka...

    #1363279[/color] w !?

  • kadinin yeri cok gucluydu ayrica aile icerisnde soz sahibi oldugu gibi toplum icinde de soz sahibiydi. ayrica savaslara erkegiyle birlikte katilirdi. konum olarak simdiki feminist dolu avrupada kadinin bulundugu konumdan daha ustun bir yerdeydi.

    bi dakka...

    #1363287[/color] w !?

  • gelin şunu itiraf edelim:

    diğer ortadoğulu - orta asyalı toplumlarınkinden çok daha üstün bir yerdedir. gerek islamiyet öncesinde gerek sonrasında.

    bi dakka...

    #1363806[/color] w !?

  • ana erkil bir toplum olarak islamiyet öncesi kadına verilen değerle şimdi ki kadına verilen değer arasında bir fark yoktur yapısal olarak. bu farkı oluşturan binlerce* öküzün kadını bir araç olarak görmesidir.***

    bi dakka...

    #1363827[/color] w !?

  • at avrat silah üçlemesi düşünülünce kadının yeri, silah ve at ile aynı seviyededir.

    bi dakka...

    #1363834[/color] w !?

  • (bkz: YASASIN SAMANIZIM)
  • Alinti
  • tolonbeg
  • (

    bi dakka...

    #1365327[/color] w !?

  • (

    bi dakka...

    #1365392[/color] w

Link to post
Sitelerde Paylaş

tolonbey, eklediklerin için teşekkürler. okuyunca insanın zamanda yolculuk yapıp orta asyaya geri dönesi geliyor. ancak ben türklerin islamiyeti kabulunden sonra kadının bu konumunun gittikçe zayıfladığını düşünüyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Amazonta

Cok haklisin,Selcuklu ve Osmanli tarafindan sagdan soldan bazi köklere ait olanlar,Türk insaninin arasina sokulmasiyla bozulma hizlandirilmistir.Ama Türk ahlakini Türk töresini,Türk inanisini,Türk dilini bozan Tahrip eden asil neden Arap kültürü Arap dinidir ve Fars dilidir.

Araplasmislar, Türklük üzerinde tamiri mümkün olmayan tahribatlar yapmistir,yapmayada devam etmektedir.Türkün parasiyla,Türk cocuklarini,Türk okullarinda Araplastirilmakta Türklüge düsman yapilmaktadir.Bu herna pahasina olursa olsun mutlaka önlenmelidir.Aksi halde ilerde Türklügün basina büyük gaileler acilacaktir.Güney doguda oldugu gibi.

Güney dogudan ilk önce Mevlananin serrinden ve Mogollardan Türkmenler,ana dolunun iclerine cekilmisler.Sonrada Yavuzsultan selimin katliamlarinda yüzbinlerce Alevi Türkmen öldürülmüstür,geri kalani ya Irana yada Azarbaycana kacmis,kacamayanlarida Yavuzun müsaadesiyle Kürtler öldürmüslerdir.

Güney dogunun kürtlesmesinin bas nedeni,ne yaptigini bilmeyen Osmanlidir.

Selcukluda,Osmanlida oldugu gibi,herkes kendi milliyetini bagira bagira söyledigi halde Türküm demek yürek isteyecektir.

Tekrar görüsmek üzere

tolonbeg

Link to post
Sitelerde Paylaş
kimsenin zorla birşeyi kabul ettiği yok.

Aylin lütfen ama aynı masalı okuma bize! Bak eski bir yazıyı asıyorum sabırla oku ve araştır!

Konunun dağıldığını gördüğüm için tekrar aynı içeriğe dönmek adına Türklerin islama geçiş sürecini Emre Kongar'dan alıntı yaparak aktardım. Tarihi o günün mevcut şartlarında değerlendirdiğimizde açık olarak gördüğümüz Türklerin kendi özgür iradeleriyle Müslüman olmadıklarıdır. Bu konuda Türgeşlerin dönem mücadelesi aydınlatıcı bilgiler vermetedir. Özellikle Halifeler Dönemi ile başlayan ve daha fazla Emevi ve Abbasi dönemlerinde karşılaşan Türk ve Araplar çetin mücadelelere girmişlerdir. Bu savaş neticelerinde Türkler kılıçtan geçirilmiştir. Bu noktada kendi adıma olaya duygusal yaklaşmamak niyetindeyim fakat tarihi gerçeklere uymayacak kadar ilginç yaklaşımlarla nesnel davranmayan tarihçilerin yazdığı, Türkler Şaman inançları ile benzerliği dolayısıyla "akın akın" İslama geçtiği deyimi son derece öznel, abartılı, yanıltıcıdır ve bir noktada da komiktir. Buna inanmak için saf olmak deyimi yerindedir sanırım...

Bilindiği kadarıyla Türk ve Arap karşılaşmaları ilk Halife Ömer döneminde başlar ve daha sonra devamı artarak gelir. Wikipedi'de konu ile alakalı ilgili ilişimler aşağıdadır;

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk-Ara...0li%C5%9Fkileri

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkleri...27e_giri%C5%9Fi

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrgi%C5%9F_Devleti

http://tr.wikipedia.org/wiki/Karluk_Devleti

Kongar'ın tespitlerini keyifle okumanız dileğimle...

Saygılar

Türkler Müslümanlığı Kılıç Zoruyla Kabul Etmişlerdir

Türklerin müslümanlığı kabul etmeleri, "resmi tarih"in taraflı olarak ele aldığı konulardan biridir. Din ve milliyet çizgisinde oluşturulan "resmi tarih", genellikle "Türklük" ile "Müslümanlığı" neredeyse eş anlamlıkavramlar olarak kullanır ve bu konularda hem "Türklüğü" hem de "Müslümanlığı" sakınan bir tutum izler.

Bu nedenle de Müslümanlık öncesi Türk tarih ile, Türklerin Müslümanlaşma süreci, ya üzerinde fazla durulmayan veya saptırılmış biçimde ele alınan konular arasındadır.

Çünkü ne yazık ki batıya doğru göç eden Türkler ile kuzeye doğru çıkan Arapların karşılaşmaları çok kanlı geçmiştir.

"Resmi tarih"e bakarsanız, 751 yılındaki Talas Savaşı'nda Türkler, Çinlilere krşı Araplara yardım etmişler, Araplar bu sayede savaşı kazanmışlar, sonra da Türkler zaten eski inançları olan Şamanizm'e çok yakın ilkeler içeren Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmişlerdir.

Oysa Türklerle Araplar, Talas Savaşı'ndan çok daha önce karşılaşmışlardır.

Bu karşılaşma ne yazık ki çok kanlı sayfalarla yazılmıştır.

Bu durum ne Türklerin ne de Arapların suçudur:

O dönemin tarihsel gerçekleri böyledir.

Talas Savaşı'nı Çinliler kazansaydı tarih bu sefer de büyük bir olasılıkla, "Çinliler, Türklerin yardımı sayesinde savaşı kazandılar" , diye yazacaktı.

Çünkü, Savaş sırasında hem Çin tarafında hem Arap tarafında çeşitli Türk boyları vardır.

Türkleri Katleden Arap Komutanlar

Aslında Türkler ile Araplar arasındaki temas 600'lü yılların sonunda, Dört Halife Dönemi'nin sonunda başlamıştır.

Türklerle Araplar Maveraünnehir'de, yani bugünkü Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve İran'a kadar yayılan bölgede karşılaşmışlardır.

Çatışmalar Horasanda, Semerkant, Buhara gibi kentlerde odaklanmıştır.

Kuteybe bin Müslim, Yezid bin Mühelleb, Said bin Haraşi, Eşres bin Abdullah, Nasr bin Seyyar gibi Horasan valileri, binlerce Türk'ü öldürmüş Arap komutanlardır.

700'lü yıllarda Horasan, çok şiddetli savaşlara ve aldatılarak teslim alınan Türklerin acımasızca kılıçtan geçirilmeleri gibi kanlı olaylara tanık olur.

Fakat bu savaşlara ve kanlı olaylara karşın, "resmi tarih" , Türklerin kendi özgür iradeleriyle, gönüllü olarak Müslümanlığa geçtikleri konusunda ısrarlıdır.

Oysa bütün dinlerin gelişmesinde olduğu gibi, Türklerin de büyük ölçüde yenilgiler sonunda Müslümanlığı kabul ettikleri tarihsel bir gerçektir.

Bu gerçek ne Türkleri ne de İslamı küçültür.

Ortaçağ, dinlerin siyasal parti işlevi gördüğü bir dönemdir ve tek tanrılı dinlerin, özellikle de Müslümanlığın en belirgin yayılma yöntemi savaş kazanmaktır.

Talas Savaşı

Türklerin Müslümanlaşması VII. yüzyılda başlayıp X. yüzyıla kadar süren uzun bir süreci kapsar.

Bu süreç içinde, 751 yılındaki Talas Savaşı'nın gerçekten de özel bir yeri vardır.

Yenilen Çinliler'in batıya doğru ilerlemeleri durmuş, onun yerini Araplar ve Müslüman Türkler almıştır.

Ne yazık ki, bu savaş da "resmi tarih" tarafından saptırılarak aktarılan olaylardan biridir.

"Resmi tarih"e göre Araplarla Çinliler arasındaki bu savaşta Türkler Arapların tarafını tutmuş ve böylece Araplar savaşı kazanmışlardır.

Oysa tarihsel gerçekler farklıdır:

Yukarıda da değindiğim gibi, Türkler her iki tarafın ordularında da vardır.

Sonunda savaşı, tabii kendilerine destek veren Türklerin de yardımıyla Araplar kazanır ve aralarında Araplara karşı savaşan Türkler de bulunan Çinliler'in Batı'ya ilerlemeleri durdurulur.

"Resmi tarih" görüşü bu olaydan sonra Türklerle Arapların arasında düzenlediği ve Türklerin gönüllü olarak Müslümanlığı kabul ettiğini iddia ederse de gerçek pek böyle değildir.

Türklerle Araplar arasındaki çatışmalar, çekişmeler, savaşlar daha sonra da devam etmiş, Araplar egemenliklerine aldıkları Türkleri, ordularında asker ve komutan olarak kullanmaya başlamış ve sonuç olarak Türkler Müslüman olmuşlardır.(Bu konuda ayrıntılı bilgi için Erdoğan Aydın'ın Cumhuriyet Kitapları arasında yayınlanan Nasıl Müslüman Olduk adlı eserine bakılabilir.)

Emre KONGAR (Tarihimizle Yüzleşmek-Remzi Kitabevi)

tarihinde Procroustes tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgili Aylin

Önce bilgi edin lütfen ,sonra ahkam kes.

Buyur ama iyi oku:

Müslüman Arapların Türklere İlk Saldırıları

Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.. Bu üretimlerinin yanı sıra Altın madenleri çalıştırıyorlardı..Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir.. Bu zenginlik ötedenberi Talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslamı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiysede Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamiyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu..

Buhara'nın Talan Edilmesi

Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım istersede bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlersede tam anlamıyla talan ederler.. Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır.. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir.. ( Bu sayı kimi tarihcilere göre 50 kimine göre de 80’ dir... ) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü....( Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir ) Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler.. Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler.. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.. ( Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..)

Haccac ve Rutbil

İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kandökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar.. Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Harac karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı.. Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar.. O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister.. Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür.. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır..Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır.. Buna çok kızan Haccac 40000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.. Rutbil’i yenemiyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır.. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer. Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.. Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır.. Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirsede Türkler direnirler.. Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder.Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar.. Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilersede kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türlere geri vermek zorunda kalmışlardı..

Kuteybe ibni Müslim

705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer.. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur.. Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.

Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur..Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar.. Merv’de askerleri toplayarak, Allah kendi dininin aziz olmasi için size bu toprakları helal kıldı der.. Sanki, Bakara suresi 193’ü .... “Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın...” yada “8.Enfal /.39’u “din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” . ayetlerini savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer.. Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır.. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler.. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar.. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar.. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar.. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek nekadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..

Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur.. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler..

Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir.. Muhafız birlikleri oluşturulur.. Valilik den vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur.. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır.. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir.. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır.. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır..Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..

Buhara'nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı

Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünselerde bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar..

( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam'ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler..Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.. )

Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarınıda ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar..Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Genede Türkerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur..

1. Büyük Katliam ( Talkan Katliamı )

Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..

Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.. Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir..

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçı'nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;

Bu harblerden birinde, et-Taberi'nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman'ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. ( Sayfa 314 )

Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamıyacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlasmaya göre,

1.Semerkant Araplara hersene 2.200.000 altın ödeyecektir..

2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..

3.Şehirde Cami yapılacaktır..

4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..

5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..

Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..

2. Büyük Katliam.. ( Curcan Katliamı )

Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptiğı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..

Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..

717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719 da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz..

Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını istersede, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıkarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştı.

Islam gercekleri sitesinden alinti.

tolonbey

Link to post
Sitelerde Paylaş
Evvettt

Islam öncesi Türk kadininin sahip oldugu haklara ,dünyada hicbir milletin kadini sahip deyildi.

Bence fazla söze gerek yok. İslam öncesi kadına verilen değerlerden biride , bize miras olarak kalan. ''Anavatan'' cümlesidir.

Bugün demokrasinin beşiği sayılan almanyada bile ''Vaterland'' babavatan cümlesi kullanılır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

colin falconer'in, İpek Yolu adlı romanında okadar güzel anlatılmışki islamiyet öncesi Türk kadınının yeri, ikinci sınıf olmayı inancının gereği, sindiren sindirmenin ötesinde bunun savaşını veren bayanların okumasını şiddetle öneririm.. bu sayede islamın nasıl yayıldığınıda öğrenirler..

Link to post
Sitelerde Paylaş
colin falconer'in, İpek Yolu adlı romanında okadar güzel anlatılmışki islamiyet öncesi Türk kadınının yeri, ikinci sınıf olmayı inancının gereği, sindiren sindirmenin ötesinde bunun savaşını veren bayanların okumasını şiddetle öneririm.. bu sayede islamın nasıl yayıldığınıda öğrenirler..

Suudi Arabistanda kadinlarin kimliklerinin olmadigini ogrendim..Yani kopeklerin bile kimligi var artik, nasil kadinlarin kimligi olmaz

Kadina verdikleri deger ortada iste

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...