Jump to content

Darwinci evrim & Lanetli Rakipler


Recommended Posts

Son günlerde forumda sıklıkla rastladığımız, üzerinde çok konuşulan konu evrim kuramı. Özellikle mutasyon, doğal seçilim, sıçramalı evrim,tedrici evrim gibi bir takım konular ön planda. Bu nedenle bu konu üzerine R.Dawkins'in Kör Saarçi kitabından, "Lanetli Rakipler" bölümünü alıntılamak istiyorum. Yazı biraz uzun; ancak iki kısımla vereceğim, bundan sonraki bölümde, 'mutasyonculuk' konusunu içeriyor. Tam da forumun bu günlerine uygun düşecek bir yazı olduğunu düşünüyorum...

* * *

Hiçbir ciddi biyolog, evrimin gerçek olduğundan, tüm canlıların birbirlerinin kuzeni olduğundan kuşku duymaz. Bununla birlikte, bazı biyologların, Darwin'in evrimin nasıl bir yolla gerçekleştiği konusundaki görüşleri hakkında kuşkuları olmuştur. Zaman zaman bu yalnızca sözcüklerle ilgili bir tartışma olup çıkar. Örneğin, noktalı evrim kuramı Darwinci-karşıtı olarak sunulabilir. Ancak IX. Bölüm'de de tartıştığım gibi, aslında Darwinciliğin ufak bir çeşitlemesidir ve rakip kuramlara ilişkin bir bölümde yeri yoktur. Fakat, kesinlikle Darwin çeşitlemesi olmayan başka kuramlar da var, Darwinciliğin ruhuna dümdüz saldıran kuramlar... Bölümümü¬zün konusu işte bu rakip kuramlar. Zaman zaman Darwinci seçilime seçenek olarak öne sürülen bu kuramların arasında Lamarckçılık dediğimiz akımın çeşitli uyarlamalan; ayrıca da "yansızcılık", "mutasyonculuk" ve yaratılışçılık var.

Rakip kuramlar arasında bir yargıya varmanın en belirgin yolu, kanıdan incelemekten geçiyor. Örneğin, Lamarckçılık türü kuramlar geleneksel olarak reddedilir -ve bu doğru bir karardır- çünkü bu kuramların lehine (deneme çabası gösterenler lehine değil, zaman zaman yalan kanıt ileri süren fanatikler lehine) doğru dürüst kanıt hiçbir zaman olmamıştır. Bu bölümde farklı bir yol tutturacağım, çünkü çok sayıda başka kitapta bu kanıtlar incelendi ve Darwincilik lehine karar verildi. Rakip kuramlar lehine ve aleyhine kanıtlan incelemek yerine, daha rahat bir yaklaşım deneyeceğim. İleri süreceğim sav, Darwinciliğin, ilke olarak, yaşamın belli yönlerini açıklama yeteneğine sahip, bilinen tek kuram olduğudur. Eğer ben haklıysam, bu, Darwinci kuram lehine hiçbir gerçek kanıt olmasa bile (ki var), bu kuramı rakip kuramlara tercih etmemizin onaylanması anlamına gelir.

Bu noktayı daha vurucu bir biçimde anlatmanın bir yolu, tahmin yapmaktır. Şöyle bir tahmin yapayım: Bir gün evrenin bir başka yerinde bir yaşam biçimi keşfedilirse, bu yaşam biçimi ayrıntılarda ne denli acayip, ne kadar yabancı olursa olsun, bir kilit noktada yeryüzündeki yaşama benzediği görülecektir: Bu yaşam biçimi bir tür Darwinci doğal seçilimle evrimleşmiş olacaktır. Ne yazık ki, bu, bizim ömrümüzün sınırları içerisinde sınanamayacak bir tahmin, fakat bizim gezegenimizdeki yaşamla ilgili önemli bir gerçeği anlatmanın bir yolu olarak kalacak. Darwinci kuram, ilke olarak, yaşamı açıklayabilir. Şimdiye dek öne sürülen kuramlardan hiçbiri, ilke olarak, yaşamı açıklayabilmiş değil. Bunu, bilinen tüm rakip kuramları tartışarak göstereceğim. Bu kuramlar lehindeki ya da aleyhindeki kanıtları değil, bu kuramların, ilke olarak, yaşamı açıklamadaki yeterli¬liklerini tartışacağım.

Öncelikle, yaşamı "açıklamanın" ne demek olduğunu belirlemeliyim. Canlıların sıralayabileceğimiz çok sayıda özelliği var ve bunlardan bazdan rakip kuramlarca açıklanabilir elbette.

Gördüğümüz gibi, protein moleküllerinin dağılımı hakkındaki birçok gerçek, Darwinci seçilimin değil, yansız genetik mutasyonların sonucu olabilir. Ancak, canlıların bir özelliği var ki, yalnızca Darwinci seçilimle açıklanabilir. Bu özellik, kitabımızın ana konusu, tekrar tekrar vurguladığımız konu: uyumlu karmaşıklık. Canlılar sayısız yollardan çevrelerine uyum sağlamışlardır, hayatta kalır ve ürerler. Ancak bu uyum sağlama yolları, istatistiksel açıdan, şansın bir kez gülmesiyle ortaya çıkmış olamayacak kadar düşük olasılıklı yollardır. Ben de Paley gibi göz örneğini kullandım. Bir gözün iyi "tasarlanmış" özelliklerinden ikisi ya da üçü rastlantı eseri ortaya çıkmış olabilir; bu anlaşılır bir şey. Rastlantının ötesinde özel bir açıklama gerektiren, hepsi de görmeye uyum sağlamış, saatin dişlileri gibi iç içe geçmiş bölümlerin sayısıdır. Darwinci açıklama da rastlantı içerir elbette -mutasyon biçiminde. Fakat bu rastlantı seçilim tarafından birikimli olarak, adım adım, birçok nesiller boyunca süzülür. Öbür bölümler bu kuramın uyumlu karmaşıklık için tatmin edici bir açıklama sağlayabildiğini gösterdi. Bu bölümde, bilinen diğer kuramların bunu yapamadığını ileri süreceğim.

İlk önce, Darwinciliğin en tanınmış tarihsel rakibini ele ala¬lım. Lamarckçılık on dokuzuncu yüzyılda ilk kez ortaya atıldığında, Darwinciliğe rakip olarak gelmedi çünkü Darwincilik henüz ortada yoktu. Şövalye Lamarck, çağının ilerisinde, evrimi savunan on sekizinci yüzyıl entelektüellerinden biriydi. Ev¬rimi savunmakta haklıydı ve yalnız bunun için bile, Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus ve diğerleriyle birlikte, saygı duyulmayı hak ediyor. Ayrıca, Lamarck zamanının en iyi evrim mekanizması kuramını sundu; fakat Darwinci kuram o zaman ortaya çıkmış olsaydı, Lamarck'ın bunu reddedeceğini varsaymak için hiçbir neden yok elimizde. Darwin'in kuramı ortalarda yoktu ve Lamarck'ın şansına (ya da şanssızlığına) ismi evrim gerçeğine olan haklı inancını anımsatmak için değil, en azından İngilizce konuşulan ülkelerde, bir hatayı -evrim mekanizması için önerdiği kuram- anımsatmak için anılır oldu. Bu bir tarih kitabı değil ve ben Lamarck'ın neler söylediğinin bilimsel bir özetini vermeye çalışmayacağım. Lamarck'ın sözleri bir parça mistikti -örneğin, bugün bile birçok insanın yaşam merdivenin¬de ilerleme olarak düşündüğü şeye inancı güçlüydü ve sanki hayvanlar bilinçli olarak evrimleşmek istiyorlarmış gibi konuşu¬yordu. Lamarckçılıktan, Darwinciliğe gerçek bir alternatif ol¬ma şansına sahip- en azından ilk bakışta- mistik olmayan öğeleri alacağım. Bu öğeler temelde iki tanedir ve günümüz "yeni-Lamarckçıları" yalnızca bunları benimsemişlerdir: edinilmiş özelliklerin kalıtımı ve kullanma ve kullanmama ilkesi.

Kullanma ve kullanmama ilkesi, bir canlının vücudunun kul¬lanılan bölümlerinin büyüdüğünü söyler. Kullanılmayan bölümlerse, küçülür ve güdükleşir. Gözleyebildiğimiz bir gerçek var: Kaslar çalıştırıldığında büyür, çalıştırılmayan kaslar küçülür. Bir insanın vücudunu inceleyerek, hangi kaslarını kullandığını, hangilerini kullanmadığını söyleyebiliriz; hatta ne iş yaptığını bile tahmin edebiliriz. "Vücut geliştirme" kültünün tutkunları, vücutlarını "geliştirmek", tıpkı bir heykel yontar gibi bu tuhaf azınlık kültürün modasının gerektirdiği doğa-dışı biçimlere sokmak için kullanma ve kullanmama ilkesini kullanırlar. Kaslar vücudun bu çeşit kullanmaya tepki veren tek bölümü değil. Çıplak ayakla yürüyün, topuklarınızdaki deri kalınlaşacaktır. Yalnızca ellerine bakarak bir çiftçiyle bir banka memurunu ayırt etmek çok kolaydır. Çiftçinin elleri nasırlıdır ve kaba iş yapmaktan sertleşmiştir. Banka memurununsa, nasırı varsa bi¬le, yalnızca orta parmağının ucunda olacaktır (kalem tutmak yüzünden).

Kullanma ve kullanmama ilkesi, hayvanların kendi dünyala¬rında hayatta kalma konusunda daha iyi olmalarını, bu dünyada yaşamanın bir sonucu olarak yaşam süreleri boyunca gittikçe daha iyi olmalarını sağlar, insanlar güneş ışığına doğrudan maruz kaldıklarında ya da güneş ışığından yoksun kaldıkların¬da, içinde bulundukları yerel koşullarda hayatta kalmalarını ko¬laylaştıracak bir deri rengi oluşur. Fazla güneş ışığı tehlikelidir.

Güneş banyosu yapmaya meraklı beyaz tenli insanlar, deri kan¬serine açıktır. Öte yandan, gereğinden az güneş ışığı D vitamini eksikliğine ve raşitizme neden olur; İskandinavya'da yaşayan kalıtsal olarak zenci çocuklarda bazen bu görülür. Güneş ışığı¬nın etkisiyle sentezlenen kahverengi pigment melanin, alttaki dokuları güneşin zararlı etkilerinden koruyan bir siper oluştu¬rur. Güneşte yanmış birisi daha az güneşli bir yere giderse, me¬lanin kaybolur ve vücut az miktardaki güneşten yararlanabilir. Bu, kullanma ve kullanmama ilkesinin bir örneği olarak gösterilebilir: deri "kullanıldığında" kahverengi olur, "kullanılmadı¬ğında" beyazlar. Tabii ki, bazı tropik ırklarda, bireyler güneş banyosu yapsın yapmasın kalıtsal, kalın bir melanin tabakası vardır.

Şimdi ikinci ana Lamarckçı ilkeye, yukarıdaki gibi edinilmiş özelliklerin sonraki nesillere kalıtıldığı fikrine dönelim. Eldeki tüm veriler bu düşüncenin yanlış olduğunu gösteriyor, ama geçmişte uzun süre doğru olduğuna inanıldı. Bunu Lamarck keşfetmedi, fakat zamanında halkta yerleşmiş olan bilgiyi kullandı. Bazı çevrelerde hâlâ inanılıyor. Annemin bir köpeği vardı, zaman zaman aksar, arka bacaklarından birini kaldırır ve öbür üç bacağı üstünde koşuşturup dururdu. Komşularımızdan birinin de daha yaşlı, bir bacağını ne yazık ki bir otomobil kazasında kaybetmiş bir köpeği vardı. Komşumuz kendi köpeğinin bizimkinin babası olduğuna inanmıştı; kanıtı da babasının aksamasını miras almış olmasıydı. Halkın bilgeliği ve peri masalları buna benzer söylencelerle doludur. Birçok insan edinilmiş özelliklerin kalıtıldığına ya inanır ya da inanmak ister. İçinde bulunduğumuz yüzyıla kadar ciddi biyologlar arasında da en çok kabul gören kalıtım kuramı buydu. Darwin'in kendisi de bu kurama inanıyordu, ama bu kuram onun evrim kuramının bir parçası değildi; işte bu yüzden de Darwin'in ismi, edinilmiş özelliklerin kalıtılması kuramıyla birlikte anılmıyor.

Edinilmiş özelliklerin kalıtılmasıyla kullanma ve kullanmama ilkesini birlikte düşünürseniz, evrimsel gelişim için iyi bir açıklamaymış gibi görünen bir reçete ortaya çıkar. Lamarckçı evrim kuramı olarak bilinen işte bu reçetedir. Kuram şöyle der: Eğer birbirini izleyen nesiller sert toprak üzerinde çıplak ayakla yürüyerek ayaklarını sertleştirirse, her neslin ayakları kendinden bir önceki neslin ayaklarından biraz daha sert olacaktır. Her nesil kendinden bir öncekine göre daha üstündür. Sonunda, bebekler sertleşmiş ayaklarla doğacaktır (aslında bebekler sertleşmiş ayaklarla doğuyor, ama birazdan göreceğimiz gibi, nedeni başka). Lamarckçı kurama göre, birbirini izleyen nesiller tropik güneşte kalırlarsa, her nesil bir öncekinin kahverengi tenini mi¬ras alacağı için gittikçe daha kahverengi olacaklar, zamanla doğuştan siyah olacaklardır (aslında gerçekten de siyah doğacalar ama Lamarckçı nedenle değil).

Efsanevi örnekler, nalbantın kolları ve zürafanın boynudur. İnsanların mesleklerini babalarından, onun öncesinde de büyükbaba ve büyük büyükbabalarından miras aldıkları köylerde, nalbantın da atalarının gelişkin kaslarını miras aldığına ina¬nılırdı. Nalbant yalnızca atalarının kaslarını almakla kalmaz, kendi çabasını da ekler ve oğluna aktarırdı. Kısa boyunlu olan atasal zürafalar, ağaçların yukarılarındaki yapraklara ulaşmaya çabalardı umutsuzca. Durmadan yukarı uzanır, böylece de boyun kaslarını ve kemiklerini uzatmış olurlardı. Her nesil, ken¬dinden bir öncekilerden biraz daha uzun boyunlu oldu, ağaçla¬rın tepesine uzanmaya çalışarak boynunu uzattı ve bunu çocuklarına aktardı. Arı Lamarckçı kurama göre, tüm evrimsel ilerlemeler bu yolla oldu. Hayvan gereksindiği bir şeyleri elde etmek için çabalar. Bunun bir sonucu olarak, bu çabada kullanılan vücut bölümleri gelişir. Bu değişim bir sonraki nesle mi¬ras bırakılır ve süreç böylece sürer, gider. Bu kuramın üstünlüğü birikimli olması -daha önce de gördüğümüz gibi, her evrim kuramının dünya görüşümüzdeki rolünü yerine getirebilmesi için gerekli bir bileşen.

Lamarckçı kuramın bazı entelektüeller için olduğu kadar bilim adamı olmayanlar için de büyük bir duygusal çekiciliği var.

Bir gün, yanıma üniversitedeki dostlarımdan biri, kültürlü, say¬gın bir Marksist tarihçi yaklaştı. Anlıyorum, dedi, tüm gerçekler Lamarckçı kuramın aleyhine görünüyor ama gerçekten de doğru olması için hiçbir umut yok mu? Benim görüşüme göre hiçbir umut olmadığını söyledim. İdeolojik nedenlerle La-marckçılığın doğru olmasını istediğini anlattı ve dediklerimi içten bir üzüntüyle kabullendi. Lamarckçılık insanlığın iyiye git¬mesi yönünde öylesine umutlar sunuyordu ki... George Bernard Shaw o müthiş Önsöz'lerinden birini (Back to Methuselah -Methuselah'a Dönüş un önsözü) edinilmiş özelliklerin kalıtımının tutkulu bir savunusuna ayırdı. Savunması biyolojik bilgi üzerine kurulmamıştı, öyle olsaydı bunu zevkle söylerdi; Darvinciliğin sonuçlarına karşı duygusal bir nefret üzerine kurulmuştu o "kazalar bölümü":

...yalın görünüyor, çünkü başlangıçta neler içerdiğini anlamıyorsunuz. Ama ne zaman ki, tüm öneminin farkına varıyorsunuz, işte o zaman yüreğiniz taş gibi ağırlaşıyor. Bunda iğrenç bir kadercilik var; bu, güzelliğin ve zekânın, gücün ve amacın, onur ve azmin tiksinç ve lanetli bir indirgemesi.

Bir başka saygın yazar, Arthur Koestler de, Darvinciliğin sonuçları olarak gördüklerine tahammül edemeyenlerdendi. Stephen Gould'un alaycı bir tavırla ama doğru olarak belirttiği gibi, Koestler, son altı kitabında "Darwin hakkındaki kendi yanlış kanılarına karşı bir kampanya" yürüttü. Kurtuluşu da benim asla tümüyle anlayamadığım fakat Lamarckçılığın çapraşık bir uyarlaması olarak yorumlanabilecek bir alternatifte aradı.

Koestler ve Shaw kendi düşüncelerini oluşturan bireycilerdi. Evrim konusundaki eksantrik görüşleri büyük olasılıkla pek etkili olmamıştır. Ama, utanarak itiraf ediyorum, benim gençliğimde, Shaw'ın Back to Methuselah'daki büyüleyici belagati, Darwinciliğe gereken önemi vermemi en azından bir sene geciktirmiştir. Zaman zaman, Lamarckçılığın duygusal çekiciliği ve bunun eşliğindeki duygusal Darwincilik düşmanlığının, bilimsel düşüncenin yerine kullanılan güçlü ideolojiler yoluyla çok daha zararlı etkileri olmuştur. T. D. Lisenko politik alandaki başarısı dışında ikinci sınıf bir tarımsal bitki yetiştiricisiydi. Tutuculuğa varan Mendel karşıtlığı ve edinilmiş özelliklerin kalıtımına olan ateşli, tartışma kabul etmeyen inancı, uygarlaşmış ülkelerin çoğunda hiçbir zararı dokunmadan göz ardı edilebilirdi. Ne yazık ki, ideolojinin bilimsel gerçeklerden daha önemli oldğu bir ülkede yaşıyordu. 1940'ta Sovyetler Birliği Genetik Enstitüsü'nün müdürlüğüne atandı ve müthiş etkili, güçlü biri haline geldi. Bir nesil boyunca Lisenko 'nun genetiği önemsemeyen görüşleri Sovyet okullarında öğretilmesine izin verilen yegâne görüş oldu. Sovyet tarımına inanılmaz, bedeli ölçülemeyecek kadar çok hasar verildi. Birçok saygın Sovyet genetikçisi kovuldu, sürgüne yollandı ya da hapse atıldı. Örneğin, dünya çapında saygınlık kazanmış genetikçi N. I. Vavilov, "ingilizlere casusluk yapmak" gibi komik bir suçla uzun bir süre yargılandıktan sonra, penceresiz bir hapishane hücresinde açlıktan öldü.

Edinilmiş özelliklerin asla kalıtılmadığını kanıtlamak mümkün değil. Aynı nedenle, perilerin var olmadığını da asla kanıtlayanlayız. Söyleyebileceğimiz tek şey, periler hiç görülmedi ve ortaya çıkarılan sözde peri fotoğraflarının hepsinin aldatmaca olduğu aşikârdı. Aynı şey, Teksas'taki dinozor yatakları için de doğrudur. Perilerin olmadığına ilişkin söyleyeceğim her şey, bir gün bahçemin bir köşesinde şeffaf, ince kanatlı küçük birini görebileceğim olasılığına açıktır. Edinilmiş özelliklerin kalıtımı kuramı da benzer bir konumdadır. Bu kalıtımın etkisini göstermeyi amaçlayan hemen hemen tüm girişimler başarısız olmuştur. Görünürde başarılı olmuş girişimler arasında, Art-hur Koestler'in kitabında anlattığı, dillere düşmüş öykünün, karakurbağasının derisinin altına çini mürekkebi enjekte edil¬mesi öyküsünün bir aldatmaca olduğu ortaya çıktı. Geri kalan deneylere gelince, bunlar başka araştırmacılar tarafından tekrarlandığında aynı sonuçlar elde edilemedi. Yine de, tıpkı birilerinin günün birinde, ayıkken ve yanında kamera varken bahçesinin bir köşesinde bir peri görebilmesi olasılığının olması gi¬bi, birileri de günün birinde edinilmiş özelliklerin kalıtıldığını kanıtlayabilir.

Ancak söylenebilecek birkaç şey daha var. Görüldüğü konusundaki iddiaların asla güvenilir olmadığı bazı şeyler, bildiğimiz her şeyi sorgulamadığı sürece inanılır olabilir. Günümüzde, Loch Ness gölünde bir Plesiosaurus yaşadığı kuramının doğru dürüst bir kanıtı yok, ama bir Plesiosaurus bulunsaydı benim dünya görüşüm paramparça olmazdı. Aksine, şaşırır ve sevinirdim, çünkü son 60 milyon yıl için bulunmuş bir Plesiosaurus fosili yok ve bu süre de tükenmekte olan bir türün küçük bir popülasyonunun hayatta kalabilmesi için çok uzun görünüyor. Fakat tehlikede olan büyük bilimsel ilkeler yok; bu böyle. Öte yandan bilim, Evren'in nasıl işlediğine ilişkin iyi bir anlayış, müthiş kapsamlı bir olgular yelpazesi için gayet iyi çalışan bir anlayış edinmiş durumdadır ve bazı iddiaların bu anlayışla uyuşması ya da uzlaşması çok zor olacaktır. Örneğin, Kutsal Kitap'ta verilenlere dayanarak, Evren'in 6000 yıl kadar önce yaratıldığına ilişkin asılsız iddia. Bu kuramın doğruluğu kanıt-lanamamıştır. Ayrıca, yalnızca Ortodoks biyoloji ve jeolojiyle değil, fiziksel radyoaktivite kuramı ve kozmolojiyle de uyuşmamaktadır (eğer 6000 yıldan yaşlı hiçbir şey yoksa, 6000 ışık yılından daha uzakta görünen hiçbir şey olmaması gerekirdi; Samanyolu ve günümüz kozmolojisinin varlığını bildirdiği 100 milyardan fazla yıldızın hiçbiri saptanamazdı).

Bilim tarihinde Ortodoks bilimin tek bir aykırı gerçek yüzünden tümüyle altüst olduğu zamanlar olmuştur. Böylesi altüst oluşların bir daha asla olmayacağını öne sürmek küstahlık olurdu. Fakat, doğaldır ki, başarılı bir ana bilimsel yapıyı altüst edecek bir durumu kabullenmek için talep edeceğimiz kanıtlama standardının, şaşırtıcı da olsa var olan bilimsel verilerle kolayca uzlaşabilen bir durumu kabullenmek için talep edeceğimiz kanıtlama standardından daha yüksek olması gerekir. Loch Ness gölündeki Plesiosaurus için kendi gözlerimin şahitliğini kabul edebilirim. Bir hokkabazlık gösterisinde, bir adamın havaya yükseldiğini gördüğümde, fiziğin tümünü reddetmeden önce, bir sanrının ya da hilenin kurbanı olduğumu düşünürüm. "Büyük olasılıkla doğru değil ama kolaylıkla doğru olabilirdi." diyebileceğimiz kuramlardan, ancak başarılı Ortodoks bilimin devasa yapılarını altüst etme pahasına doğru olabilecek kuramlara doğru giden bir süreklilik vardır.

Peki, Lamarckçılık bu sürekliliğin neresinde duruyor? Genelde sürekliliğin "doğru değil ama kolaylıkla doğru olabilirdi" ucunun epey berisinde olduğu söyleniyor. Lamarckçılığın, daha doğrusu edinilmiş özelliklerin kalıtımının, dua gücüyle havalanma ile aynı sınıfta olmasa da, sürekliliğin "Loch Ness Canavarı" ucundan ziyade, "havalanma" ucuna daha yakın olduğunu göstermeye çalışacağım. Edinilmiş özelliklerin kalıtımı "büyük olasılıkla doğru değil ama kolaylıkla doğru olabilirdi" diye nitelediğimiz şeylerden biri değildir. Bu ilkenin ancak en kabul gör¬müş ve başarılı embriyoloji ilkeleri yıkılırsa doğru olabileceğini savunacağım. Dolayısıyla, Lamarckçılığın alışılmış "Loch Ness Canavarı" kuşkuculuğunun da üstünde bir düzeyde kuşkuculukla karşılanması gerekmektedir. Peki, Lamarckçılık kabul görmeden önce yıkılması gereken bu başarılı embriyoloji ilkesi nedir? Anlatması biraz uzun sürecek. Konudan uzaklaştığımı düşünebilirsiniz, fakat sonunda önemi ve konuyla ilgisi ortaya çıkacak. Ayrıca, bunun, Lamarckçılık doğru olsaydı bile, uyumlu karmaşıklığın evrimini açıklamaktan uzak olacağı savından daha önemli olduğunu unutmayın.

Şimdi konumuz embriyoloji. Tek bir hücrenin yetişkin yaratıklara dönüşmesine yaklaşımda geleneksel olarak iki farklı tavır gelişmiştir ve bu iki tavır arasında derin bir bölünmüşlük vardır. Bunların resmi adları ön-oluşumculuk ve epigenesisdir; fakat ben bunların günümüz biçimlerine plan kuramı ve tarif kuramı diyeceğim. İlk önoluşumcular başlangıçtaki tek hücrede yetişkin vücudunun önceden oluştuğuna, biçimlendiğine inanıyorlardı. Bunlardan biri, mikroskopunda bir sperm içerisinde (yumurta değil!) minik bir minyatür insanın -bir homun-culus- kıvrılmış oturduğunu düşünüyordu. Embriyonik gelişim, büyüme sürecinden başka bir şey değildi. Yetişkin vücudunun tüm parçacıkları zaten oradaydı, önceden oluşmuştu. Her erkek homunculusun içinde kendi minyatür-ötesi spermlerinde çocukları, çocukların da içlerinde onların çocukları ... kıvrılmış yatıyordu. Bu sonsuz küçülme sorunundan öte, naif ön-oluşumculuk çocukların babalarından olduğu kadar annelerinden de özellikler aldığı gerçeğini (ki bu gerçek on yedinci yüzyılda şimdikinden çok daha az belirgin değildi) göz ardı ediyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, sayıları spermcilerden daha fazla olan bir başka ön-oluşumcu grubu da vardı: yumurtacılar. Yumurtacılar yetişkin bireyin ön-oluşumunun spermde değil, yumurtada olduğuna inanıyorlardı. Fakat yumurtacılıkta da, spermcilikte de aynı iki sorun vardı.

Günümüz ön-oluşumculuğunda bu iki sorun yok ama yine de yanlış bir kuram. Günümüz ön-oluşumculuğu -plan kuramı-döllenmiş yumurtadaki DNA'nın, yetişkin vücudunun planı ol¬duğuna inanır. Plan, gerçek nesnenin küçük ölçekteki minyatürüdür. Gerçek nesne -bir ev, otomobil ya da her neyse- üçboyutludur ama plan ikiboyutludur. Bir bina gibi üçboyutlu bir nesneyi ikiboyutlu kesitlerle gösterebilirsiniz: her katın ana planı, çeşitli açılardan ve yüksekliklerden kesitler... Boyutlardaki bu indirgeme kolaylık içindir. Mimarlar inşaatçılara kibrit çöpünden ve balsa ağacından üçboyutlu modeller yapıp verebilirlerdi, fakat düz kâğıt üzerindeki bir dizi ikiboyutlu modelin çantada taşınması, değiştirilmesi ve bu modele bakarak çalışması daha kolaydır.

Eğer planlar bir bilgisayarın atım kodunda saklanacak ve telefonla memleketin öbür ucuna gönderilecekse, tek boyuta indirgemek de gerekebilir. Bu, ikiboyutlu planı tek boyutlu bir "tarama" biçiminde yeniden kodlayarak kolaylıkla yapılabilir. Televizyon görüntüleri böyle kodlanır ve yayımlanır. Boyut indirgeme de önemsiz bir şifreleme aracıdır. Önemli olan nokta, planla yapı arasında birebir eşleme olmasıdır. Planın her bir parçası, yapının bir parçasına karşılık gelir. Plan, yapıdan daha az-boyutlu olmasına karşın, bir anlamda minyatürleştirilmiş, "önceden oluşturulmuş" binadır.

Planların tek boyuta indirgenmesinden söz etmemin nedeni, DNA'nın tek boyutlu bir şifre olması elbette. Bir yapı modelini kuramsal olarak tek boyutlu bir telefon hattından -sayısallaştırılmış bir planlar dizisi- aktarmak nasıl mümkün oluyorsa, küçültülmüş ölçekteki bir vücudu da tek boyutlu, sayısal DNA şif¬resinle aktarmak da kuramsal olarak mümkündür. Bu gerçekte olmuyor ama eğer olsaydı, çağdaş moleküler biyolojinin eski ön-oluşumculuk kuramını doğruladığı söylenebilirdi. Şimdi öbür büyük embriyoloji kuramına bakalım: epigenesis ya da "yemek kitabı" tarifi kuramı.

Bir yemek kitabındaki tarif, fırından çıkacak kekin planı değildir. Bunun nedeni kekin üçboyutlu bir nesne, tarifinse tek boyutlu bir sözcükler dizisi olması değil; gördüğümüz gibi, bir tarama işlemiyle bir modeli tek boyuta indirgemek mümkün. Ama bir tarif, ölçekli bir model değildir; bitmiş bir kekin tanımı da değildir. Bir tarif, sırasıyla uyulduğu takdirde sonuç olarak bir kek verecek bir dizi talimattır. Bir kekin tek boyutta şifrelenmiş gerçek bir planı, keke düzenli bir biçimde, enlemesine ve yukardan aşağı şişler geçirirmiş gibi bir dizi tarama alınarak yapılabilir. Milimetrik aralıklarla şişin ucunun yakın çevresi şifreli olarak kaydedilebilir; örneğin, her kırıntının ve üzüm parçacıklarının kesin koordinatları, alınan seri verilerden saptanır. Kekin her parçacığıyla planın her parçacığı arasında birebir karşılık gelen bir harita yapılır. Bunun gerçek bir tarife benzer bir yanı olmadığı aşikâr. Kek parçacıklarıyla tarifin sözcükleri ya da harfleri arasında birebir ilişki yok. Tarif haritasının sözcükleri bir şeylere karşılık geliyorsa, bu, bitmiş kekin tek tek parçacıkları değil, kek yapımında izlenen yöntemin tek tek adımlarıdır.

Hayvanların döllenmiş yumurtadan nasıl geliştiği konusunda her şeyi, hatta çoğu şeyi henüz kavramış değiliz. Yine de, gen¬lerin bir plan olmaktan çok bir tarife benzedikleri yolunda çok güçlü göstergeler var elimizde. Tarif benzetmesi oldukça iyi bir benzetme; ama ders kitaplarında, özellikle de son zamanlarda yayımlananlarda düşünmeden kullanılan plan benzetmesi he¬men hemen her ayrıntısıyla yanlış. Embriyonik gelişim bir süreçtir; tıpkı bir kekin yapılışındaki işlemler gibi düzenli bir olaylar dizisidir; aradaki fark, embriyonik gelişimde milyonlarca adım olması ve "kabın" farklı bölümlerinde aynı anda farklı adımlar atılmasıdır. Bu adımların çoğu, hücre çoğalmasını içerir; müthiş rakamlarda hücre üretilir, bu hücrelerin bazıları ölür, bazıları başka hücrelerle birleşerek dokuları, organları ve diğer çok-hücreli yapıları oluşturur. Önceki bölümlerden birinde gördüğümüz gibi, belirli bir hücrenin davranışları, içerdiği hücrenin genlerine değil -vücudun tüm hücrelerinde aynı genler kümesi vardır- o hücrede bu genlerin hangi alt-kümesinin açıldığına bağlıdır. Gelişmekte olan vücudun herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda, genlerin yalnızca ufak bir bölümü açılır. Gelişme sırasında, farklı zamanlarda ve embriyonun farklı bölümlerinde başka genler açdacaktır. Bir hücrede ne za¬man hangi hücrenin açılacağı, o hücre içindeki kimyasal koşullara bağlıdır. Bu da, embriyonun o bölümündeki önceki koşullara bağlıdır.

Bunun da ötesinde, bir genin açıldığında göstereceği etki, embriyonun o bölümünde etkilenebilecek ne olduğuna bağlıdır. Bir genin gelişmenin üçüncü haftasında, omuriliğin tabanındaki hücrelerde açılmasıyla göstereceği etki, aynı genin gelişmenin on altıncı haftasında, omuzdaki hücrelerde açılmasıyla göstereceği etkiden tümüyle farklıdır. Dolayısıyla, bir genin göstereceği etki, eğer böyle bir etki varsa, genin basit bir özelliği değil, genin embriyo içindeki yakın çevresinin yakın geçmişiyle olan etkileşiminin bir özelliğidir. Bu, genlerin bir vücudun planı olduğu düşüncesini anlamsız kılıyor. Hatırlayacaksınız, aynı şey bilgisayar biyomorfları için de geçerliydi.

Öyleyse, genlerle vücut bölümleri arasındaki birebir ilişki, tarifle kek bölümleri arasındaki ilişkiden fazla değil. Tıpkı tarifin sözcüklerinin birlikte ele alındığında bir işlemi yürütmek için gereken talimatlar olması gibi, genler de, birlikte ele alındıklarında bir işlemi yürütmek için gereken talimatlardır. Okuyucu bu durumda bir genetikçinin yaşamını kazanmasının nasıl mümkün olabildiğini sorabilir. Bu durumda, bırakınız üzerinde araştırma yapmayı, mavi göz "için"ya da renk körlüğü "için" bir gen olduğundan söz etmek nasıl mümkün oluyor? Genetikçilerin böylesi tek-gen etkilerini incelemesi, bir-gen/bir-vücut-bölü-mü eşlemesi olduğunu göstermiyor mu? Genlerin gelişmekte olan vücut için bir tarif olduğuna ilişkin söylediklerimin aksini kanıtlamıyor mu? Hayır, kesinlikle kanıtlamıyor. Bunun sebebini anlamak da çok önemli.

Bunu görmenin en iyi yolu tarif benzetmesine geri dönmek. Keki bileşen kırıntılarına ayırıp da, "Bu tarifteki ilk sözcüğün karşılığıdır, şu ikinci sözcüğün karşılığıdır," vs. diyemeyeceğinizi kabul edersiniz. Bu anlamda tarifin bütününün kekin bütününe karşılık geldiği kabul edilecektir. Şimdi, diyelim ki, tarifteki sözcüklerden birini değiştirdik; örneğin, "kabartma tozu" sözcüğü yerine "maya" yazdık. Tarifin yeni uyarlamasına göre 100 kek, eski uyarlamasına göre 100 kek yaptık. 100 keklik bu iki küme arasında çok önemli bir farklılık var ve bu farklılık tariflerdeki bir sözcüklük bir farklılıktan doğdu. Sözcükle kek kırıntısı arasında birebir eşleme olmamasına karşın, sözcük farklılığıyla tüm-kek farklılığı arasında birebir eşleme vardır. "Kabartma tozu" kekin herhangi bir kırıntısına karşılık gelmez ama etkisi tüm kekin kabarmasını ve dolayısıyla biçimini etkiler. Eğer "kabartma tozu"nu çıkarır yerine "un" koyarsanız, kek kabarmayacaktır. Eğer yerine "maya" koyarsanız, kek kabarır ama tadı daha çok ekmeğe benzeyecektir. Söz konusu sözcüklere karşılık gelen belirli bir kek "parçası"yoksa da, tarifin başlangıçtaki haliyle "mutasyon geçirmiş" uyarlaması arasında güvenilir, tanımlanabilir bir fark vardır. Bu, bir genin mutasyon geçirmesi için iyi bir benzetme.

Genler niceliksel etkiler gösterir ve mutasyonlar da bu etkilerin niceliksel büyüklüğünü değiştirir. Bunun için, "350 dereceden" "450 dereceye" yapılacak bir değişiklik daha da iyi bir benzeşim olacak. Tarifin "mutasyon geçirmiş", yüksek sıcaklıklı uyarlaması başlangıçtaki, düşük sıcaklıklı halinden farklı çıkacaktır; ama bu farklılık tek bir bölümde değil, maddenin tü¬münde görülecektir. Bir bebeğin "pişirilmesini" benzetmek için, tek bir fırındaki tek bir işlemi almamalıyız; kabın farklı parçala¬rını 10 milyon farklı minyatür fırından geçiren, seri ve paralel bağlı bir taşıyıcı bantlar karmaşası olmalı, her fırından da 10.000 farklı temel bileşenden oluşturulmuş farklı bir çeşni bileşimi çıkmalı. Pişirme benzetmesinin püf noktası, yani genlerin bir plan değil, bir işlemin tarifi olduğu, benzetmemizin karma¬şık uyarlamasından daha iyi anlaşılıyor.

Şimdi bu dersi, edinilmiş özelliklerin kalıtımına uygulamamızın zamanı geldi. Bir tarifle kıyaslandığında, bir plandan bir şey yapmanın önemi, işlemin tersinir olmasıdır. Bir eviniz varsa, bu evin planını çıkarmak kolay olur. Evin bütün boyutlarını ölçün ve belirli bir ölçekle küçültün. Şurası çok açık: Eğer ev bir özel¬lik edinmişse, -diyelim ki, daha büyük bir oda elde etmek için bir iç duvar yıkılıyor- "ters plan" bu değişikliği sadakatle kaydedecektir. Eğer genler yetişkin vücudun bir tanımı olsaydı, tıpkı böyle olurdu. Eğer genler bir plan olsaydı, vücudun ömrü boyunca edineceği her özelliğin genetik şifreye geri yazdığını ve dolayısıyla da bir sonraki nesle aktarıldığını düşünebilirdik. Nalbantın oğlu babasının çabalarının sonuçlarını miras alabilirdi. Bunun mümkün olmamasının nedeni, genlerin bir plan değil, bir tarif olması. Diyelim ki, kekten bir dilim kesip alıyoruz. Yapılan bu değişikliği tarife geri veriyoruz ve tarif öyle bir değişiyor ki, bu değiştirilmiş tarife göre yapılan kek fırından ortasında bir dilim eksik olarak çıkıyor. Bunu nasıl düşünemezsek, edinilmiş özelliklerin kalıtıldığını da düşünemeyiz.

Lamarckçılar geleneksel olarak nasırlardan hoşlanır, bunun için nasır örneğini kullanacağım. Varsayımsal banka memuru¬muzun, sağ elinin orta parmağındaki -kalemi tuttuğu parmak-bir nasır dışında, yumuşak, iyi bakılmış elleri var. Eğer memurumuzun soyundan gelen nesiller çok yazı yazarlarsa, Lamarck-çı, bu bölgedeki deri gelişimini denetleyen genlerin değişime uğramasını bekler; öyle ki, bebekler aynı parmakları sertleşmiş olarak doğacaktır. Genler bir plan olsaydı, bu kolayca olabilirdi. Derinin her milimetrekaresi (ya da uygun bir küçük birim) için bir gen olacaktır. Yetişkin banka memurunun tüm deri yüzeyi "taranacak", her milimetrekarenin sertliği dikkatle kayde¬dilecek ve o milimetrekareye ilişkin olarak genlere, özellikle de memurun spermlerindeki doğru genlere geri gönderilecektir.

Ama genler bir plan değil. Her milimetrekare için bir gen ol¬masının hiçbir anlamı yok. Yetişkin vücudun taranmasının ve tanımının genlere geri gönderilmesinin hiçbir anlamı yok. Genetik kayıtlarda bir nasırın "koordinatlarına" "bakılıp", "ilişkili genlerin" değiştirilmesi mümkün değil. Embriyonik gelişim, iş¬lemekte olan tüm genlerin katıldığı bir süreç; ileri yönde, doğru¬lukla izlendiğinde yetişkin bir vücutla sonuçlanacak bir süreç; ama doğası gereği, içsel olarak tersinmez olan bir süreç. Edinil¬miş özelliklerin kalıtımı gerçekleşemez; bununla da kalmıyor: Embriyo gelişimi ön-oluşum yerine epigenetik olarak ilerleyen herhangi bir yaşam biçiminde de gerçekleşemez. Lamarckçılığı savunan bir biyolog, -bunu duyunca şok geçirecek ama- atomis-tik, deterministik, indirgemeci bir embriyolojiyi savunmaktadır. Bu ukala jargon sözcükler dizisiyle canını sıkmak istemezdim ama buradaki ironinin çekiciliğine dayanamadım, çünkü günü¬müzde Lamarckçılığa en yakın biyologlar, aynı yapmacık sözleri başkalarını eleştirmekte kullanıyor.

Evrenin bir yerlerinde ön-oluşumcu bir embriyolojisi olan bir yaşam sisteminin, gerçek bir "plancı genetiğe" sahip ve bu nedenle de edinilmiş özellikleri kalıtabilecek bir yaşam biçimi var olamayacağını söylemiyorum. Buraya kadar gösterdiğim tek şey, Lamarckçılığın embriyolojiyle uyuşmadığı. Bu bölümün başındaki savım daha güçlüydü: Edinilmiş özellikler kalıtılabil-seydi bile, Lamarckçı kuram uyumlu evrimi yine de açıklayamazdı. Bu savım öylesine güçlü ki, Evren'in her yerindeki yaşam biçimlerine uygulanması hedefleniyor. İki mantık çizgisine dayanıyor. Bunlardan biri, kullanma ve kullanmama ilkesinin, diğeriyse edinilmiş özelliklerin kalıtımının neden olduğu güçlükler. Önce, edinilmiş özelliklerin kalıtımını ele alacağım.

Edinilmiş özelliklerin sorunu temelde şu: Edinilmiş özellikler pek güzeller de, hepsi bir iyileşme olmuyor. Bunların büyük çoğunluğu sakatlıklar. Edinilmiş özellikler hiç ayırt edilmeksizin katılacaklarsa, evrimin uyumlu iyileşme yönünde ilerlemeyeceği çok açık: Sertleşmiş ayaklar ve güneşte bronzlaşmanın yanı sıra, kırık ayaklar ve suçiçeğinin bıraktığı izler de ne¬siller boyu aktarılacak... Bir makinenin yıllar geçtikçe edindiği özelliklerin çoğu hasarların birikmesidir: yaşlanmaktır. Eğer bunlar bir tür tarama işlemiyle bir araya getirilecek ve bir sonraki neslin planına aktarılacaksa, birbirini izleyen nesiller gittikçe daha yıpranmış doğacaktır. Her yeni nesil hayata yeni bir planla taptaze başlamak yerine, bir önceki neslin birikmiş hasar ve sakatlıklarını yüklenmiş, yara berelerle dolu halde başlayacaktır.

Bu aslında başa çıkılmaz bir sorun değil. Edinilmiş özelliklerin bazılarının iyileşme yönünde olduğu reddedilemez ve kuramsal olarak, kalıtım mekanizmasının bir biçimde iyileşmelerle sakatlıkları birbirinden ayırt edebileceğini söyleyebiliriz. Fakat bu ayırt etmenin nasıl çalışabileceğini düşünürken, edinilmiş özelliklerin neden bazen iyileşme olduklarını sormadan edemeyiz. Örneğin, neden çıplak ayaklı bir maratoncunun taban altlarında olduğu gibi, derinin kullanılan bölgeleri kalınlaşıp sertleşiyor? Doğrusunu söylemek gerekirse, derinin incelmesi daha olası görünüyor. Çoğu makinede aşınan parçalar incelir; nedeni çok açık: Aşınma ve yıpranma makineden parçacıklar koparır, onlara parçacık eklemez.

Kuşkusuz Darwincinin yanıtı hazır: Aşınma ve yıpranmaya açık deri kalınlaşır çünkü ataların geçmişinde, doğal seçilim, derisi aşınma ve yıpranmaya böyle işe yarar biçimde tepki veren bireylerin lehine işlemiştir. Benzer şekilde, doğal seçilim atasal nesillerin güneşe kahverengileşerek tepki veren bireylerinin lehine işlemiştir. Darwinci, edinilmiş özelliklerin bir bölümünün -sayıca çok az olsalar bile- iyileşme olmasının altında yatan nedenin geçmişteki Darwinci seçilim olduğunu savunur. Başka bir deyişle, Lamarckçı kuram, evrim sürecindeki uyum sağlayan iyileşmeyi ancak Darwinci kuramın sırtına binerek açıklayabilir. Edinilmiş özelliklerin bazılarının yararlı olmasını sağlayan ve üstün olanlarla üstün olmayanları birbirinden ayıracak bir mekanizma sağlayan Darwinci seçilim orada, arka planda olunca, edinilmiş özelliklerin kalıtımının evrimsel iyileşmeye yol açması anlaşılır olabilir. Fakat buradaki iyileşmenin altında tümüyle Darwinci nedenler yatmaktadır. Evrimin uyum sağlayan özelliğini açıklamak için Darwinciliğe başvurmak zorunda kalıyoruz.

Aynı şey, çok önemli bir edinilmiş iyileşme türü için de doğru: öğrenme başlığı altında topladığımız özellikler. Bir hayvan yaşamı boyunca yaşamını kazanma işinde beceri kazanır. Kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu öğrenir. Beyni, dünyaya ilişkin ve hangi eylemlerin istenen sonuçlara, hangilerinin de istenmeyen sonuçlara götüreceğine ilişkin geniş bir anılar kü¬tüphanesi depolar. Böylece, bir hayvanın davranışlarının büyük bir kısmı edinilmiş özellikler başlığı altında toplanmıştır ve bu tür edinmenin -öğrenme- çoğu gerçekten de iyileşme sıfatını hak eder. Eğer ebeveynler bir ömür boyu edinilmiş deneyimlerin getirdiği bilgeliği genlerine bir biçimde geçirebilselerdi, çocukları başkalarının deneyimlerinden oluşan, üzerine yeni şeyler eklenmeye hazır bir kütüphaneyle doğar ve yaşama bir adım önden başlardı. Öğrenilen beceriler ve bilgelik genlere kendiliğinden yazılacağından, evrimsel ilerleme gerçekten hızlanırdı.

Fakat bütün bunlar öğrenme dediğimiz davranış değişikliklrinin iyileşmeler olacağını varsayıyor. Neden iyileşme olmaları gerekiyor ki? Hayvanlar gerçekten de kendileri için iyi olanı yapmasını öğreniyorlar, peki ama neden? Hayvanlar, geçmişte kendilerine acı vermiş eylemlerden kaçınma eğilimi gösterir. Ama acı bir madde değildir ki. Acı yalnızca beynimizde acı olarak işlem gören şeydir. Acı verici olarak işlem gören olayların, örneğin vücut yüzeyinin şiddetle yaralanmasının, aynı zamanda hayvanın hayatını tehlikeye sokan olaylar olması bir rastlantı. Yaralanmaktan ve hayatlarını tehlikeye sokan başka olaylardan hoşlanan bir hayvan ırkı hayal edebiliriz pekâlâ; beyinleri yaralanmaktan zevk alacak ve hayatta kalmalarını kolaylaştıracak şeyleri -örneğin besleyici gıdaların tadı- acı verici olarak algılayacak biçimde yapılanmış bir hayvan ırkı... Dünyada böyle mazoşist hayvanlar olmamasının nedeni, Darwinci neden, yani mazoşist ataların bu mazoşistliklerini miras alacak çocuklar doğuracak kadar yaşayamamaları. Büyük olasılıkla, aşamayacakları kafesler içerisinde bir veterinerler ve bakıcılar ordusu tarafından şımartılarak ve hayatta kalmaları sağlanarak, yapay seçilimle, kalıtsal mazoşistler yetiştirebilirdik. Fakat doğada böyle mazoşistler hayatta kalamaz ve bu da, öğrenme dediğimiz değişikliklerin iyileşme olmasının ana nedenidir. Yine, edinilmiş özelliklerin yararlı olabilmesi için Darwinci bir neden olması gerektiği sonucuna vardık.

Artık kullanma ve kullanmama ilkesine gelelim. Bu ilke edi¬nilmiş iyileşmelerin bazı yönleri için oldukça iyi işliyor. Özgün ayrıntılara bağlı olmayan genel bir kural bu. Söyledikleri basit: Vücudun sık kullanılan herhangi bir parçası büyür; kullanılmayan herhangi bir parçası da küçülür, hatta güdükleşir ve kaybo¬lur. Vücudun yararlı (dolayısıyla da kullanılan) parçalarının, genelde, büyümekten yarar sağlayacaklarını, öte yandan, yararsız (dolayısıyla da kullanılmayan) parçalarının hiç olmasalar da bir şey fark etmeyeceğini düşünebiliriz. Bu yüzden de, kuralın genel bir değeri var gibi görünüyor. Ancak, yine de bu kuralın büyük bir sorunu var: Kullanma ve kullanmama ilkesi, yönelte¬bileceğimiz başka bir itiraz olmasaydı bile, hayvanlar ve bitkilerde gördüğümüz son derece nazik uyum sağlama yollarını biçimlendiremeyecek kadar kaba.

Önceki bölümlerde, göz, yararlı bir örnek oldu; bir kez daha denemememiz için hiçbir neden yok. Gözün birbiriyle işbirliği içinde çalışan hassas parçalarını düşünün: berrak saydamlığıyla, renkleri ve küresel çarpıklığı düzeltmesiyle mercek; mercek¬leri herhangi bir hedefe, birkaç santimetreden sonsuza, anında odaklayabilen kaslar; ışıkölçeri ve özel amaçlı hızlı bir bilgisayarı olan bir kameraya benzeyen, göz açıklığını sürekli ince ayarda tutan diyafram ya da gözbebeği kısma mekanizması; renkleri kodlayan 125 milyon fotoseliyle ağtabaka; makinenin her parçasına yakıt taşıyan kan hücreleri şebekesi; çok daha ay¬rıntılı, elektronik ciplerin ve elektrik teli bağlantılarının eşdeğeri sinir ağı. Tüm bu ince ince işlenmiş karmaşıklığı aklınızda tu¬tun ve kendi kendinize bunun kullanma ve kullanmama ilkesi sonucu bir araya getirilip getirilemeyeceğini sorun. Bana öyle geliyor ki, yanıt, çok bariz bir "hayır".

Mercek saydamdır ve küresel ve kromatik sapmaya karşı dü¬zeltilmiştir. Bu yalnızca kullanım sonucu ortaya çıkmış olabilir mi? Bir mercek, içinden akıp geçen fotonlar tarafından saydamlaştırılmış olabilir mi? Kullanıldığı için, ışık içinden geçtiği için daha iyi bir lens haline gelebilir mi? Elbette hayır. Niye gelsin ki? Ağtabakanın hücreleri değişik renklerde ışık bombardıma¬nına tutuldukları için kendilerini renge duyarlı üç sınıfa ayırırlar mı? Niye böyle bir şey yapsınlar ki? Odaklama yapan kas¬lar bir kez ortaya çıktıktan sonra, kullanma, onların büyüyüp güçlenmelerine neden olacaktır ama görüntülerin daha iyi odaklanmasında tek başına işe yaramayacaktır. Gerçek şu ki, kullanma ve kullanmama ilkesi en kaba ve hiç etkileyici olma¬yan uyumları bile açıklamaktan acizdir.

Öte yandan, Darwinci seçilim en ufak ayrıntıyı bile açıklamakta güçlük çekmez, iyi, keskin ve ayrıntılarda titiz bir görme yeteneği, bir hayvan için ölüm kalım meselesi olabilir. Doğru odaklanmış ve sapmalara karşı düzeltilmiş bir mercek, kırlangıç gibi hızlı uçan bir kuş için avını yakalamakla bir kayalığa çarpmak arasındaki ayrımı belirler. İyi ayarlanmış, güneş çıktığında hızla kısılan bir diyafram, avcıyı zamanında görüp kaçabilmeyle ölümcül bir an için gözlerin kamaşması arasındaki ayrımı belirler. Gözün daha etkili olmasına yönelik her türlü iyileşme, ne kadar ayrıntıda ya da iç dokular arasında gömülü olursa olsun, hayvanın hayatta kalmasına ve üreme başarısına, dolayısıyla da iyileşmeyi yapan genlerin çoğalmasına katkıda bulunacaktır. Sonuç olarak, Darwinci seçilim iyileşmenin evrimini açıklayabilir. Darwinci kuram başarılı hayatta kalma aygıtlarının evrimini, bu aygıtların başarısının doğrudan bir sonucu olarak açıklar. Açıklamayla açıklanmak istenen arasındaki bağlantı doğrudan ve ayrıntılıdır.

Öte yandan, Lamarckçı kuram gevşek ve kaba bir bağlantıya dayanır: Çok kullanılan bir şeyin daha büyük olursa daha iyi olacağını öne süren bir kural. Bu, bir organın büyüklüğüyle etkililiği arasında bir ilişki kurmak anlamına geliyor. Böyle bir ilişki varsa bile, bu zayıf bir ilişki olacaktır. Darwinci kuramsa, bir organın etkililiği ile etkililiği arasındaki bağlantıya dayalıdır: mükemmel bir bağlantı! Lamarckçı kuramın zayıflığı, bu geze¬gen üzerinde gördüğümüz yaşam biçimlerine ilişkin ayrıntılara bağlı değil. Her tür uyumlayıcı karmaşıklık için geçerli genel bir zayıflık ve sanıyorum Evren'in herhangi bir yerindeki yaşam için de -bu yaşamın ayrıntıları ne denli tuhaf ve yabancı olursa olsun- geçerli olacaktır.

Lamarckçılığa karşı yürüttüğümüz bu çürütme biraz yıkıcı oldu. Öncelikle, kilit varsayımının, edinilmiş özelliklerin kalıtımının, bildiğimiz tüm yaşam biçimleri için yanlış olduğunu görüyoruz, ikincisi, yalnızca yanlış değil, ön-oluşumcu ("plan") türü bir embriyoloji yerine epigenetik ("yemek tarifi") türü bir embriyolojiye dayalı tüm yaşam biçimlerinde yanlış olmak zorunda:, bizim bildiğimiz, incelediğimiz tüm yaşam biçimleri bu türde. Üçüncüsü, Lamarckçı kuramın tüm varsayımları doğru olsaydı bile, bu kuram ilke olarak, iki ayrı nedenden ötürü cid¬di uyumlayıcı karmaşıklıkların evrimini açıklamakta yetersiz kalıyor; yalnızca dünyada değil, tüm Evren'de. Öyleyse, Lamarckçılığın yanlış bir kuram olan Darvinciliğe rakip olduğu doğru değil. Lamarckçılık, Darwinciliğe rakip falan olamaz. Uyumlayıcı karmaşıklığın evrimini açıklamada ciddi bir aday bile değil; Darvinciliğe karşı potansiyel bir rakip olarak işe başladığı andan itibaren lanetli.

Darwinci seçilime alternatif olarak ortaya atılmış, zaman zaman hâlâ öne sürülen birkaç başka kuram daha var. Bunların da ciddi alternatifler olmadıklarını göstereceğim. Bu "alternatif¬lerin" -"yansızcıhk", "mutasyonculuk", vs.- gözlenen evrimsel değişimin bir bölümünden sorumlu olabileceklerini ya da olamayacaklarını, fakat uyumlayıcı evrimsel değişimden, yani gözler, kulaklar, eklemler ve yankı düzenekleri gibi gelişmiş düzenekler oluşturma yönünde değişimden sorumlu olamayacakları¬nı göstereceğim (aslına bakarsanız, göstermem gerekmiyor, hepsi çok açık). Hiç kuşku yok ki, büyük miktarlarda evrimsel değişim uyumlayıcı olmayabilir; bu durumda, evrimin bazı bölümlerinde alternatif kuramlar önem kazanabilir. Fakat bu bölümler evrimin sıkıcı bölümleri olacaktır, canlı olmayanla kıyaslandığında canlıyı özel kılan özelliklerle ilgili bölümler değil. Bu, yansız evrim kuramında çok açık görülüyor. Bu kuramın uzun bir geçmişi var, fakat büyük Japon genetikçi Motoo Kimura tarafından ortaya atılan çağdaş, moleküler kılığı içerisin¬de anlaşılması çok kolay (yeri gelmişken, Kimura'nın ingilizce yazılarında birçok İngilizi utandıracak bir üslup tutturduğunu belirteyim).

Daha önce yansızcı kuramı kısaca gördük. Bu kuramdaki düşünceyi hatırlayacaksınız: Bir molekülün değişik uyarlamaları (örneğin, hemoglobin molekülünün aminoasit dizilimi farklı olan uyarlamaları) birbirlerinden daha iyi değildir. Bu, bir he¬moglobin uyarlamasının mutasyon geçirerek bir başka uyarla¬mayı oluşturmasının doğal seçilim açısından yansız olduğu anlamına geliyor. Yansızcılar evrimsel değişimlerin büyük çoğunluğunun moleküler genetik düzeyinde yansız, doğal seçilim açısından gelişigüzel olduğuna inanıyor. Seçilimciler olarak adlan¬dırılan alternatif genetikçi akım da doğal seçilimin moleküler zincirler boyunca her noktada, ayrıntılar düzeyinde etkin bir güç olduğuna inanıyor.

İki farklı soruyu ayırt edebilmemiz çok önemli. Birincisi, bu bölüme ilişkin bir soru: Yansızcılık, uyumlayıcı evrime getirilen bir açıklama olarak doğal seçilimin bir alternatifi mi? İkinci ve bundan epey farklı olan bir soru da, meydana gelen evrimsel değişimin uyumlayıcı olup olmadığı sorusu. Bir molekülün bir biçiminden diğerine evrimsel bir değişimden söz ettiğimize göre, bu değişimin doğal seçilim yoluyla ortaya çıkmış olma olasılığı nedir? Gelişigüzel oluşmuş yansız bir değişim olma olasılığı nedir? Bu ikinci soru konusunda, moleküler genetikçiler arasında bir savaş başladı; önce bir taraf kazanıyor, sonra da öbür taraf. Fakat dikkatimizi uyum üzerine yoğunlaştırırsak -birinci soru- tüm bunlar bir bardak suda kopan fırtınadır. Bize göre, yansız bir mutasyon var olmayabilir de, çünkü ne biz ne de doğal seçilim yansız bir mutasyonu görebiliriz. Bacakları, kolları, kanatları, gözleri ve davranışları düşünürsek, yansız bir mutasyon, mutasyon değildir! Yemek tarifi benzetmemize yeniden başvurursak, tarifin bazı sözcükleri başka bir yazı karakterine dönüşse de, yemeğin tadı değişmeyecektir. Yalnızca yemeği yemekle ilgilenenler için, ister böyle basılsın, ister böyle, tarif aynı kalacaktır. Moleküler genetikçiler, titiz yayıncılara benzer. Tariflerin yazılı olduğu sözcüklerin asıl biçimiyle ilgilenirler. Doğal seçilimse, buna aldırmaz; uyumun evriminden söz ederken biz de aldırmamalıyız. Evrimin başka yönleriyle, örneğin farklı soylarda evrim hızıyla ilgilendiğimizdeyse, yansız mutasyonlar son derece ilginç olacaktır.

En ateşli yansızcı bile, doğal seçilimin tüm uyumlardan sorumlu olduğunu mutlu mutlu kabullenir. Onun söylediği, evrimsel değişimin çoğunluğunun uyum olmadığıdır. Genetikçi akımlardan biri karşı çıkacaktır ama, yansızcı pekâlâ haklı olabilir. Keşke yansızcı kazansa, çünkü o zaman evrimsel ilişkileri ve evrim hızlarını hesaplamak çok kolaylaşırdı. İki taraftakiler de yansız evrimin uyumlayıcı iyileşmeye yol açmayacağını kabul eder. Nedeni basit: Yansız evrim, tanım gereği, gelişigüzeldir; uyumlayıcı iyileşmeyse gelişigüzel değildir. Bir kez daha, yaşamı cansız olandan ayıran özelliğin açıklaması olarak, Darwinci seçilime bir alternatif bulmakta başarısız olduk

* * *

Link to post
Sitelerde Paylaş

Şimdi Darvinciliğin bir başka tarihsel rakibine geliyoruz: "mutasyonculuk" kuramı. Şu anda kavrayabilmemiz güç ama, bu yüzyılın başlarında, mutasyon olayı ilk tanımlandığında, bu, Darwinci kuramın ayrılmaz bir parçası olarak değil de, alternatif bir evrim kuramı olarak görüldü! Mendel'in kalıtım ilkelerini yeniden keşfedenlerden olan Hugo de Vries ve William Bateson, gen sözcüğünü bulan Wilhelm Johannsen ve kromozom kalıtımı kuramının babası Thomas Hunt Morgan gibi tanınmış isimlerin de içlerinde olduğu, mutasyoncular olarak bilinen bir genetikçi akımı vardı. Özellikle de Vries mutasyonun neden olabileceği değişimlerin büyüklüğünden çok etkilenmişti ve yeni türlerin her zaman tek bir büyük mutasyondan kaynaklandığını düşünmekteydi. De Vries ve Johannsen bir türün içindeki çeşitliliğin çoğunun genetik olmadığına inanıyordu. Mutasyoncuların hepsi, seçilimin, en iyi olasılıkla, evrimdeki rolünün önemsiz bir ayıklama olduğunu düşünüyorlardı. Gerçek yaratıcı güç, mutasyonun ta kendisiydi. Mendel genetiğine, bugün olduğunun terisine, Darvinciliğin temel direği değil, antitezi olarak bakılıyordu.

Bugün bu düşünceye kahkahalarla gülmekten başka bir tepki vermek zor, ama Bateson'un o büyüklük taslayan sesiyle söylediklerini yinelerken dikkatli olmamız gerek: "Kıyas kabul etmez gerçekler koleksiyonu için Darwin'e gidiyoruz (fakat...)

Darwin bize artık bir felsefe uzmanı gibi gelmiyor. Biz artık Darvin'in evrim planını Lucretius ya da Lamarck okur gibi okuyoruz." Ve, "çoğumuz aynı kanıdayız; popülasyon kitlelerinin seçilimin yönlendirdiği görülemez adımlarla değişimi gerçeğe o kadar uygunsuzdur ki, yapabileceğimiz tek şey, böyle bir önerinin savunucularının gösterdikleri yayılma isteğine ve bu öneriyi bir süre de olsa kabul edilebilir gibi göstermekte sergiledikleri müthiş başarıya hayret etmektir." Mendelci parçacıklı kalıtım kuramının Darvinciliğin antitezi olmayıp aslında onun temelindeki ilkelerden biri olduğunu gösterip, mutasyonculuk düşüncesini değiştiren R. A. Fisher olmuştur.

Mutasyon, evrim için gereklidir, evet ama mutasyonun tek başına yeterli olduğunu kim söyledi ki? Evrimsel değişim, iyileşmedir; yalnızca rastlantıya bağlı bir değişimden beklenemeyecek ölçüde bir iyileşme. Tek evrimsel güç olarak mutasyonu görmenin getirdiği bir sorun şu: Nasıl oluyor da, mutasyon hayvan için neyin iyi neyin kötü olduğunu "bilebiliyor"? Karmaşık bir mekanizmanın, örneğin bir organın başına gelebilecek tüm olası değişimlerin büyük çoğunluğu bu mekanizmanın daha da kötüye gitmesine neden olacak, yalnızca çok ufak bir bölümü mekanizmayı daha" iyiye götürecektir. Seçilimsiz mutasyonun evrimin itici gücü olduğunu savunmak isteyen birisi, mutasyonların nasıl olup da daha iyiye götürme yönünde çalıştığım açıklamalıdır. Vücut daha kötüye değil de, daha iyiye gi¬debilmek için hangi gizemli bilgeliği kullanıyor? Farkına varacaksınız, bu aslında, Lamarckçılık için sorduğumuz sorunun kılık değiştirmiş hali. Söylemeye gerek yok, mutasyoncular bu soruyu asla yanıtlamadılar. Asıl garip olan, bu sorunun akıllarına bile gelmemiş olması.

Günümüzde bu düşünce bize daha da komik geliyor -aslında haksızlık bu kadar komik gelmesi- çünkü mutasyonların "gelişigüzel" olduğunu düşünerek yetiştik. Mutasyonlar gelişigüzelse, tanım gereği, iyileştirme eğiliminde olamazlar. Fakat mutasyoncu akım, mutasyonları gelişigüzelmiş gibi değerlendirmedi.

Vücudun belirli yönlerde değişmek için içsel bir eğilimi olduğunu düşündüler; ama vücudun kendisi için gelecekte neyin iyi olacağını nasıl bildiği sorusunu açık bıraktılar. Bunu mistik bir saçmalık olarak yazıya dökerken, bir yandan da mutasyonun gelişigüzel olduğunu söylediğimizde ne kastettiğimizi açık olarak belirtmekte yarar var. Gelişigüzel var, gelişigüzelcik var; ve birçok insan bu sözcüğün değişik anlamlarını birbirine karıştırıyor. Doğrusu, birçok açıdan mutasyon hiç de gelişigüzel değildir. Ben bu açıların hayvan için neyin iyi olduğunun bilinmesini ya da buna eşdeğer bir şeyi içermediğinde ısrarlıyım. Aslında evrimi açıklamak için seçilimsiz mutasyon kullanıyorsanız, neyin iyi olduğuna ilişkin bilgiye eşdeğer bir şey mutlak gerekli olacaktır. Mutasyonun hangi anlamda gelişigüzel olduğuna, hangi anlamda olmadığına bakmamızda yarar var.

Mutasyonlar belirli fiziksel olaylar sonucu ortaya çıkıyor; kendiliklerinden oluvermiyor. Mutasyon bu anlamda gelişigüzel değil. Mutasyonların nedeni, "mutajen" dediğimiz unsurlar (bunlar tehlikeli çünkü çoğu kez vücutta kanser başlatıyor): X ışınları, kozmik ışınlar, radyoaktif maddeler, çeşitli kimyasallar ve hatta "mutasyoncu genler" dediğimiz başka genler, ikincisi, bir türdeki bütün genlerin mutasyon geçirme olasılığı aynı değil. Kromozomlar üzerindeki her noktanın kendine özgü bir mutasyon oranı var. Örneğin, insanların orta yaşların başında ölümüne neden olan Huntington chorea hastalığı genini yaratan mutasyonun oluşma oranı 200.000'de 1. Dachsund cinsi köpeklerde bacakların çok kısa olmasına yol açan, bildiğimiz cücelik sendromu achondroplasia için bu değer 10 kat daha fazla. Bu oranların ölçümü normal koşullar altında yapılıyor. Ortamda X ışınları benzeri mutajenler varsa, bu oranlar müthiş artıyor. Kromozomların bazı bölümlerine "sıcak noktalar" diyoruz ve bu noktalarda mutasyon hızı yüksek.

Üçüncü olarak, sıcak nokta olsun olmasın, kromozom üzerindeki her noktada belirli yönlerdeki mmutasyonların gerçekleşme olasılığı, aksi yönlerdekilerin gerçekleşme olasılığından daha fazladır. Bu, "mutasyon baskısı" olarak bilinen, evrimsel sonuçları olabilecek bir olguya yol açıyor. Örneğin, hemoglobin molekülünün Biçim 1 ve Biçim 2 gibi yansız iki biçimi varsa -kanda oksijen taşıma yeteneği açısından ikisi de eşit yetenekte anlamında yansız- l'den 2'ye olan mutasyonlar, 2'den l'e olanlardan daha sık görülebilir. Bu durumda, mutasyon baskısı, Bçim 2'nin Biçim l'den daha sık görülmesine neden olacaktır. Eğer belirli bir noktada ileri mutasyon hızı geri mutasyon hızı¬na eşitse, mutasyon baskısı sıfır demektir.

Artık mutasyonun gelişigüzel olup olmadığı sorusunun önemsiz bir soru olmadığını görebiliyoruz. Bu sorunun yanıtı, gelişigüzelden ne anladığımıza bağlıdır. "Gelişigüzel mutasyon" demekle mutasyonların dış unsurlardan etkilenmediğini söylemek istiyorsanız, X ışınlan mutasyonun gelişigüzel olmadığını kanıtlamaktadır. "Gelişigüzel mutasyon" derken tüm mutasyonların gerçekleşme olasılığının aynı olduğunu kastediyorsanız, sıcak noktalar mutasyonun gelişigüzel olmadığını kanıtlamaktadır. "Gelişigüzel mutasyon" derken tüm mutasyon noktalarında mutasyon baskısının sıfır olduğunu söylemeye çalışıyorsanız, bir kez daha mutasyon gelişigüzel değildir. Yalnızca "gelişigüzel" olmayı "vücutsal iyileşme yönünde genel bir eğilim olmaması" olarak tanımladığınızda, mutasyonun gelişigüzel olduğu doğrudur. Ele aldığımız bu üç gelişigüzel olmama çeşidi de, evrimi uyum sağlayıcı iyileşme yönünde (işlevsel olarak "gelişigüzel" bir yönde değil) hareket ettirmede etkili olamaz. Dördüncü bir gelişigüzel olmama çeşidi daha var ve doğru ama doğruluğu diğerleri kadar belirgin değil. Bunun üzerinde biraz zaman harcamamız gerekiyor çünkü günümüz biyologlarının bile kafasını karıştıran bir konu bu.

"Gelişigüzel" sözcüğünü başka bir anlamda alanlar da var -bana göre oldukça garip bir anlam bu. İki Darwincilik karşıtının (P. Saunders ve M-W. Ho) Darwincilerin "gelişigüzel mutasyon" olarak ne kastettikleri konusundaki düşüncelerini anlatan yazılarından alıntılar yapıyorum: "Yeni Darwinci gelişigüzel çeşitlilik kavramı, düşünülebilecek her şeyin mümkün olduğu saplantısını da beraberinde taşıyor." "Tüm değişimlerin mümkün olduğuna ve gerçekleşme olasılıklarının eşit olduğuna inanılıyor." (Vurgular benim.) Değil buna inanmak, böyle bir inancı anlamlı kılmak için ne yapılabileceğini bile düşünemiyo¬rum! "Tüm" değişimlerin eşit olasılıklı olduğuna inanmak ne demek acaba? Tüm değişimler? İki ya da daha fazla şeyin eşit olasılıklı olabilmesi için, bu şeylerin ayrı, belirli olaylar olarak tanımlanabilmesi gerekir. Örneğin, "yazı ya da tura gelmesi olasılığı aynıdır" diyebiliriz çünkü yazı ya da tura gelmesi birbirinden farklı, ayrı iki olaydır. Fakat bir hayvanın vücudunda meydana gelebilecek "tüm olası" değişiklikler bu tür ayrı olaylar değil. İki olası olay ele alalım: "İneğin kuyruğu bir santimetre uzar." ve "İneğin kuyruğu iki santimetre uzar." Bunlar iki ayrı olay mı? İki ayrı olay oldukları için mi olasılıkları eşit? Yoksa bunlar aynı olayın yalnızca niceliksel çeşitlemeleri mi?

Belli ki, gelişigüzellik kavramı aslında anlamsız değilse de komik bir aşırı uçta olan bir çeşit Darwinci karikatürü oluşturulmuş. Bu karikatürü anlayabilmem epey zaman aldı çünkü bildiğim Darwincilerin düşünme biçimine çok yabancıydı. Ama sanıyorum, sonunda anlamayı başardım ve size de anlatmaya çalışacağım, çünkü Darwinciliğe karşı sözüm ona itirazların altında yatanı anlamamıza yardımcı olacaktır.

Çeşitlilik ve seçilim el ele çalışarak evrim üretir. Darwinci, çeşitliliğin -iyileşmeye yönelik olmaması anlamında- gelişigüzel olduğunu ve evrimin iyileşme eğiliminin seçilimden kaynaklandığını söyler. Evrimsel ilkelerden oluşan bir süreğenlik düşünelim; Darwincilik bir uçta, mutasyonculuk öbür uçta olacaktır. Aşırı mutasyoncu, evrimde seçilimin rolü olmadığına inanır; evrimin yönü sunulan mutasyonların yönüyle belirlenmektedir. Örneğin, evrimimizin son birkaç milyon yılında görülen, insan kafatasının büyümesini ele alalım. Darwinci, mutasyonun seçilime sunduğu çeşitliliğin beyinleri küçük bireyleri ve beyinleri büyük bireyleri içerdiğini söyler; seçilim ikincisini yeğlemiştir.

Mutasyoncu ise, mutasyonun sunduğu çeşitlilikte büyük beyinler lehine bir eğilim olduğunu söyler; çeşitlilik sunulduktan sonra seçilim yoktur (ya da seçilime gerek yoktur); beyinler büyümüştür çünkü mutasyonların yol açtığı değişim daha büyük beyinler oluşturma yönünde eğilimlidir. Özetleyelim: Evrimde daha büyük beyinler lehine bir eğilim olmuştur; bu eğilim yalnızca seçilimden kaynaklanmaktadır (Darwinci görüş), ya da yalnızca mutasyondan kaynaklanmaktadır (mutasyoncu görüş); bu iki görüş arasında bir süreklilik, iki olası evrimsel eğilim kaynağı arasında neredeyse bir değiş tokuş olduğunu düşünebiliriz. Orta görüş, mutasyonlarda beynin büyümesi yönünde bir miktar eğilim olduğu ve seçilimin de hayatta kalabilen popülasyonda bu eğilimi artırdığı olacaktır.

Darwinci, seçilime sunulan mutasyonların yol açtığı çeşitlilikte hiçbir eğilim olmadığını söylediğinde kastettiği şey karikatürize ediliyor. Gerçek bir Darwinci olan bana göre, bu, mutas¬yonun uyum sağlayıcı iyileşme yönünde sistematik bir eğilim göstermediği anlamını taşır. Fakat bir Darwincinin gerçek-öte-si karikatürü için, düşünülebilecek tüm değişimlerin "aynı olasılığa" sahip olduğu anlamını taşımaktadır. Böylesi bir düşüncenin mantıksal olanaksızlığını bir tarafa bırakırsak (zaten anlat¬ıldı), Darwinci karikatürünün, vücudun ulu-güçlü seçilim tarafından, tercih edeceği herhangi bir biçime sokulmaya hazır kilden yapılmış olduğunu düşündüğüne inanılmaktadır. Gerçek Darwinciyle karikatür arasındaki farkı anlamak önemli. Bunu özel bir örnek üzerinde durarak yapacağız: yarasaların ve me¬leklerin uçuş yöntemleri arasındaki farklılık.

Melekler hep sırtlarından çıkan iki kanatla düşünülürler, kolları tüylerle engellenmemiştir. Öte yandan, yarasaların ve kuşların ve Pterodactylus üyelerinin bağımsız kolları yoktur. Atasal kolları kanatlarla bütünleşmiştir ve kullandamaz ya da yiyeceği tutmak gibi başka amaçlarla, oldukça hantal bir biçim¬de kullanılır. Şimdi bir gerçek Darwinciyle bir aşırı Darwinci karikatürü arasında geçen bir konuşmayı dinleyeceğiz.

Gerçek: Acaba neden yarasalarda meleklerinkine benzer ka¬natlar evrilmemiş? İnsan bir çift kollan olsa iyi olurdu diye düşünmeden edemiyor. Fareler yiyeceklerini tutup kemirmek için hep kollarını kullanıyor, yarasalarsa yerde kolsuz çok hantal görünüyor. Sanırım verilecek yanıtlardan biri mutasyonun gereken çeşitliliği sağlayamamış olması. Sırtlarının ortasında kanat çıkıntıları olan atasal mutasyona uğramış yarasalar hiç olmadı herhalde.

Karikatür. Saçma. Seçilim her şeydir. Eğer yarasaların me¬leklerinkine benzer kanatları yoksa, bu sadece ve sadece seçilim meleklerinki gibi kanatlar lehine çalışmadığı içindir. Kuşkusuz sırtlarının ortasında kanat çıkıntıları olan mutasyona uğramış yarasalar vardı ama seçilim onları yeğlemedi.

Gerçek: Evet, evet. Eğer bu çıkıntılar olsaydı, seçilim onları yeğlemezdi, aynı fikirdeyim. Bir kere hayvanın ağırlığını artır¬mış olurlardı ki, fazla ağırlık bir hava taşıtının kaldıramayacağı bir lükstür. Fakat, seçilim ilke olarak neyi yeğlerse yeğlesin, mutasyonun her zaman gereken çeşitliliği sağlayacağına inan¬mıyorsunuz herhalde?

Karikatür: Tabii ki inanıyorum. Seçilim her şeydir. Mutasyon gelişigüzeldir.

Gerçek: Tamam, mutasyon gelişigüzeldir, ama bu yalnızca mutasyonun geleceği göremeyeceği ve hayvan için neyin iyi ne¬yin kötü olduğunu planlayamayacağı anlamına geliyor. Her şe¬yin mümkün olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin, sizce neden bir ejderha gibi burun deliklerinden ateş çıkaran hayvanlar yok? Bu avlarını yakalamada ve pişirmede kolaylık sağlamaz mıydı?

Karikatür: Yanıt basit. Seçilim her şeydir. Hayvanlar burun deliklerinden ateş çıkarmazlar çünkü bunu yapmalarına değ¬mez. Burunlarından ateş çıkaran hayvanlar doğal seçilim tara¬fından elenmiştir, belki de ateş yapmak enerji bakımından çok masraflıydı.

Gerçek: Burunlarından ateş çıkan mutasyona uğramış canlı¬lar olduğuna inanmıyorum. Olmuş olsaydı bile, büyük olasılık¬la kendilerini de yakma tehlikesi altında yaşarlardı!

Karikatür: Saçma. Tek sorun bu olsaydı, seçilim içi asbestle kaplı burunları yeğlerdi.

Gerçek: İçi asbestle kaplı burun yapan bir mutasyon olduğu¬na inanmıyorum. Mutasyona uğramış hayvanların asbest salgılayabileceğine inanmaktansa mutasyona uğramış ineklerin aya zıplayabileceğine inanmayı yeğlerim.

Karikatür. Aya zıplayabilecek mutasyona uğramış bir inek doğal seçilim tarafından hemen elenirdi. Orada oksijen yok, bi¬liyorsunuz.

Gerçek: Genetikle belirlenmiş uzay elbiseleri ve oksijen mas¬keleri olan mutasyona uğramış inekler önermemenize şaşırdım.

Karikatür. İyi düşündünüz! Hımm, sanırım asıl açıklama, aya zıplamanın buna değmeyeceğidir. Ayrıca kaçış hızına ulaş¬manın enerji bedelini de unutmamalıyız.

Gerçek: Bu çok komik.

Karikatür. Belli ki, siz gerçek bir Darwinci değilsiniz. Nesi¬niz peki, bir tür kripto mutasyoncu sapmacı mı?

Mutasyoncu: Merhaba! Bu Darwinci grup-içi bir tartışma mı, yoksa herkes katılabilir mi? İkinizin de hatası, seçilime ge¬reğinden fazla önem vermeniz. Seçilimin yapabileceği tek şey, büyük deformasyonları ve aykırılıkları ayıklamaktır. Gerçekte yapıcı olan bir evrim ortaya çıkaramaz. Yarasa kanatlarının ev¬rimine geri dönelim. Asıl olan şu: Toprak üzerinde yaşayan hay¬vanlardan oluşan eski bir popülasyonda, mutasyonlar sonucu parmaklar uzadı ve aralarında deriden perdeler ortaya çıktı. Nesiller geçtikçe, bu mutasyonlar gitgide sıklaştı, ta ki, tüm popülasyon kanatlı hale gelene dek... Seçilimle hiçbir ilgisi yok. Yalnızca eski yarasalarda kanat evrimleştirme yönünde içsel bir eğilim vardı; hepsi bu.

Gerçek ve Karikatür (birlikte): Mistikliğin daniskası! Geçen yüzyıla geri dön, ait olduğun yer orası.

Umarım, okuyucunun ne mutasyoncuya ne de Darwinci karikatürüne sempati duymayacağını düşünürken önyargılı davranmıyorumdur. Okuyucunun, benim gibi, gerçek Darwinciyle aynı fikirde olduğunu varsayıyorum. Karikatür aslında yok; ama ne yazık ki, var olduğunu düşünenler var. Hatta bu bazı insanlar Darwinci karikatürüyle aynı fikirde olmadıkları için, Darwinciliğin kendisine de karşı olduklarını sanıyorlar. Şöyle bir düşünceyi ağızlarına pelesenk etmiş bir biyologlar okulu var: Darwinciliğin sorunu embriyolojinin getirdiği kısıtlamaları göz ardı etmesi; Darwinciler (işte bu noktada karikatür sahneye geliyor), seçilim bir evrimsel değişimin lehineyse, bu değişim için gereken mutasyonların yol açtığı çeşitliliğin de var olacağı¬nı düşünüyorlar; her yöndeki mutasyonların yol açtığı değişimin olasılığı aynıdır; eğilimin yönünü seçilim belirler.

Oysa, her gerçek Darwinci herhangi bir kromozom üzerinde¬ki herhangi bir genin herhangi bir zamanda mutasyon geçirebilmesine karşın, vücutlardaki mutasyon sonuçlarının embriyoloji süreci tarafından kısıtlandığını bilir. Eğer bu gerçekten kuşku duymuş olsaydım bile (ki asla duymadım), bu kuşkularım biyo-morf bilgisayar simülasyonlarımdan sonra ortadan kalkardı. Sırtın orta yerinden kanatlar çıkması "için" bir mutasyon olduğunu varsayamazsınız. Kanatlar ya da başka bir şey, sadece ve sadece gelişim süreci izin veriyorsa ortaya çıkabilir. Hiçbir şey büyü yapılmış gibi ortaya çıkıvermez; embriyonik gelişim süreci tarafından yapılması gerekir. Var olan gelişim süreçlerinin durumu ev-rimleşebileceğini hayal edebileceğiniz şeylerin çok azının gerçekleşmesine izin verir. Kolların gelişme biçimi nedeniyle, mutasyonların parmak uzunluğunu değiştirmesi ve aralarında deriden bir perde oluşturması mümkündür. Fakat sırtın embriyolojisinde melek kanatları çıkıvermesine elveren hiçbir şey olmayabilir. Genler hırslarından mosmor olana kadar mutasyon geçirebilirler, ama memelilerin embriyolojik süreçleri böylesi bir değişime açık değilse, hiçbir memelinin asla melek kanatları olmayacaktır.

Embriyoların nasıl geliştiğinin tüm ayrıntılarını bilmediğimiz sürece, hayal ettiğimiz belirli mutasyonların gerçekleşmiş olma olasılıklarının ne kadar olduğu konusunda fikir ayrılıkları olacaktır. Örneğin, memeli embriyolojisinde melek kanatlarını yasaklayan hiçbir şey olmadığı anlaşılıverir. O zaman da, Darwinci karikatürünün, özel örneğimizde melek kanatları çıkıntılarının ortaya çıkmış olabileceğini ama seçilim tarafından yeğlenmediklerini önermekte haklı olduğu ortaya çıkar. Ya da, embriyoloji konusunda bilgimizi genişlettiğimizde, melek kanatlarının hiç başlamadığı, bu yüzden de seçilimin onları yeğleme şansının hiç olmadığı ortaya çıkar. Üçüncü bir olasılık daha var, hadi onu da eksik bırakmayalım: Embriyoloji melek kanatlarının oluşmasına asla izin vermemiştir ve izin vermiş olsaydı bile, doğal seçilim onları yeğlemezdi. Fakat üzerinde ısrarla durmamız gereken asıl konu, embriyolojinin evrime getireceği kısıtlamaları göz ardı edemeyeceğimizdir. Tüm ciddi Darwinciler bunu kabul eder, yine de bazıları Darwincilerin bunu inkâr ettiklerini düşünür. Öyle görünüyor ki, "gelişim kısıtlamalarının" sözde Darwinci karşıtı bir güç olduğu konusunda çok ses çıkaranlar, Darwinciliği yukarıda parodisini yaptığımız Darwincilik karikatürü ile karıştırıyorlar.

Bütün bunlar, mutasyonun "gelişigüzel" olmasıyla ne demek istediğimiz tartışmasıyla ortaya çıktı. Mutasyonun gelişigüzel olmadığı üç nokta sıraladım: X ışınları, vs. mutasyon yapar; farklı genlerin mutasyon oranları farklıdır; ve ileri mutasyon oranı geri mutasyon oranına eşit olmak zorunda değildir. Şimdi buna bir nokta daha ekledik: Mutasyon sadece var olan embri¬yonik gelişim süreçlerinde değişiklikler yapar ve bu anlamda gelişigüzel değildir; seçilimin yeğleyeceği, düşünülebilecek her değişikliği hiç yoktan yaratamaz. Seçilimin üzerinde çalışabileceği çeşitlilik var olan embriyoloji süreçleriyle kısıtlanmıştır.

Mutasyon, beşinci bir açıdan da gelişigüzel olmayan bir olay olarak nitelenebilirdi. Hayvanın yaşamına uyumunu sistematik olarak iyileştirmeye yönelik bir mutasyon biçimi düşünebiliriz (yalnızca düşünebiliriz). Hiç kimse bu yönelmenin hangi yolla olacağına ilişkin bir yol önerebilmiş değildir. İşte gerçek Darwinci yalnızca bu açıdan mutasyonun gelişigüzel olduğunda ıs¬rar eder. Mutasyon uyum sağlayan iyileşme yönünde sistematik bir eğilim göstermez ve mutasyonu bu beşinci anlamda gelişigüzel olmayan yönlere sürükleyebilecek hiçbir mekanizma bilinmemektedir. Mutasyon birçok başka açıdan gelişigüzel olma¬masına karşın, uyum sağlayan üstünlük açısından gelişigüzel¬dir. Evrimi üstünlük açısından gelişigüzel olmayan yönlere götüren sadece ve sadece seçilimdir. Aslında mutasyonculuk sadece yanlış olmakla kalmıyor, asla doğru olamazdı da... İlke olarak, iyileşmenin evrimini açıklayabilme yeteneğine sahip değildir. Mutasyonculuk ve Lamarckçılık, Danvinciliğin yanlışlığı kanıtlanmış rakipleri değillerdir; asla rakip olamamışlardır.

Aynı şey, Darwinci seçilimin bir sonraki sözde rakibi için de geçerli. Bu akımın şampiyonu, Cambridgeli genetikçi Gabriel Dover ve kuramının da tuhaf bir adı var: "moleküler itki" (her şey moleküllerden yapılmış olduğu için, Dover'in bu varsayımsal sürecinin neden moleküler itki adını diğer evrimsel süreçlerden daha fazla hak ettiği pek açık değil). Motoo Kimura ve yansızcı evrim kuramının yandaşları, kuramları için haksız iddialarda bulunmuyorlar. Gelişigüzel sürüklenmenin uyum sağlayan evrimi açıklamada doğal seçilimin rakibi olduğuna ilişkin hayallere kpılmıyorlar; yalnızca doğal seçilimin evrimi uyum sağlayıcı yönde itebileceğini kabulleniyorlar. Tek iddiaları birçok evrimsel de¬ğişimin (bir moleküler genetikçinin gözüyle evrimsel değişimin) uyum sağlayıcı olmadığı. Dover, kuramı konusunda hiç de böyle alçakgönüllü değil. Doğal seçilim kuramının da doğru olabileceği bazı noktalar olduğunu düşünmesine karşın, evrimin tümü¬nü doğal seçilim olmadan açıklayabileceğini düşünüyor!

Bu kitap boyunca göz örneğini verdik çünkü göz, rastlantı eseri ortaya çıkamayacak kadar karmaşık ve iyi tasarlanmış birçok organdan biridir. Defalarca yineledim, insan gözü ve diğer mükemmel ve karmaşık organlar için bir açıklama getirebilen yalnızca doğal seçilimdir. Dover meydan okuyor ve gözün evri¬mi konusunda kendi açıklamasını sunuyor bizlere; pek şanslıyız... Dover, gözü hiçbir şeyden evrimleştirmek için 1000 adı¬mın gerekli olduğunu varsayalım, diyor. Bu, yalnızca bir deri parçasından göz oluşturmak için 1000 genetik değişiklikten oluşan bir dizi gerektiği anlamına gelir. Tartışmanın devamı için bu kabul edilebilecek bir varsayım gibi geliyor bana. Biyomorf Ul-kesi'nin terimleriyle, çıplak-derili hayvan, gözlü hayvandan 1000 genetik adım uzaklığındadır.

Şimdi, bildiğimiz gözle sonuçlanacak doğru 1000 adımın atıl¬dığı gerçeğini nasıl açıklarız? Doğal seçilimcinin açıklaması artık biliniyor. En yalın haliyle şöyle: 1000 adımın her birinde, mutasyon bir dizi seçenek sunmuştur ve bu seçeneklerden sadece biri hayatta kalmayı kolaylaştırdığı için yeğlenmiştir. 1000 evrim adımı, her birinde seçeneklerin çoğunun ölümle sonuçlandığı, birbirini izleyen 1000 seçim noktasını temsil eder. Bugünkü gözün uyumsal karmaşıklığı, 1000 bilinçsiz ama başarılı adımın son ürünüdür. Tür, tüm olasılıkların oluşturduğu labirentte belirli bir yolu izlemiştir. Bu yol boyunca, 1000 dallanma noktası vardı ve her bir dallanma noktasında hayatta kalabilenler daha iyi görme yeteneğine götüren yolu seçenler oldu. Yol kenarı, 1000 dallanma noktasının her birinde yanlış sapağı tutup başarısız olanların ölüleriyle dolu. Bizim bildiğimiz şekliyle göz, 1000 başarılı "seçim'den oluşan bir dizinin son ürünüdür.

Yukarıdaki paragraf, gözün evrimine doğal seçilimin getirdi¬ği açıklamaydı (açıklamanın ifade biçimlerinden biriydi). Şimdi, Dover'in açıklamasına bakalım. Dover temelde soy çizgisinin her basamakta yaptığı seçimin hiçbir şey fark ettirmeyeceğini savunuyor; sonuçta ortaya çıkan organ için bir kullanım bulunacağını düşünüyor. Ona göre, soy çizgisinin her basamakta attığı adım, gelişigüzel bir adımdı. Örneğin, 1. basamakta bir mutasyon tür içerisinde yayılıyor. Yeni evrilen özellik işlevsel olarak gelişigüzel olduğu için, hayvanın hayatta kalmasına yardımcı olmadı. Tür de, vücutlarına getirilen bu yeni gelişigüzel özelliği kullanabilecekleri yeni bir yer, yeni bir yaşam biçimi aramaya başladı. Vücutlarının gelişigüzel olan bölümlerine uygun bir çevre bulunca, bir süre orada yaşadılar. Yeni bir mutasyon oldu ve tür içerisinde yayıldı. Yeni bir yer daha bulmaları gerekti. Bulduklarında, 2. basamak tamamlanmış oldu. Sonra da, 3. basamağın gelişigüzel mutasyonu tür içinde yayıldı ve.... Bu böylece 1000 adım boyunca sürüp gidiyor ve sonunda bildiğimiz biçimiyle göz oluşmuş oluyor. Dover, insan gözünün kızıl-ötesi ışığı değil, "görünür" dediğimiz ışığı kullandığına dikkat çekiyor. Fa¬kat gelişigüzel süreçler bizi kızıl-ötesi ışığı kullanan bir göz sahibi olmaya zorlamış olsaydı, hiç kuşkusuz, bu gözü sonuna dek kullanır ve buna tümüyle uygun bir yaşam biçimi bulurduk.

İlk bakışta bu fikrin baştan çıkarıcı, çekici bir mantığı var. Bu baştan çıkarıcılık, doğal seçilimin gayet bakışımlı bir biçimde ters yüz edilmiş olmasından kaynaklanıyor. En yalın biçimiyle doğal seçilim, çevrenin türe zorla kabul ettirildiğini ve bu çevreye en iyi uyum sağlayan genetik çeşitlemelerin hayatta kalabileceğini varsayar. Zorla kabul ettirilen çevredir, tür de bu çevreye uymak üzere evrilir. Dover'in kuramı bu yaklaşımı ters yüz ediyor. Bu kez mutasyonlar ve Dover'in özel olarak ilgilendiği başka içsel genetik güçler tarafından "zorla kabul ettirilen" türün doğasıdır. Bundan sonra da tür, zorla kabul ettirilmiş doğasına en iyi uyan çevreyi bulur.

Bu bakışımın çekiciliği aslında yüzeysel. Sayılarla düşünmeye başlar başlamaz, Dover'in yaklaşımının ne kadar hayalci olduğu tüm görkemiyle gözler önüne seriliyor. Dover'in düşüncesinin temelinde, 1000 adımın her birinde türün ne yana saptığının hiçbir önemi olmaması yatıyor. Türde oluşan her yenilik, işlevsel açıdan gelişigüzeldi ve tür buna uyacak bir çevre buldu. Yani, tür, yoldaki her çatallanmada hangi sapağı seçerse seçsin, buna uyacak bir çevre bulacaktı. Şimdi bir düşünelim kaç tane olası çevre varsaymamız gerekiyor. 1000 dallanma noktası vardı. Bunların her biri ikili dallanmalar olsa (3'lüyada 181i dal¬lanmalar da olabilirdi, bizimki ihtiyatlı bir varsayım), Dover'in planının işlemesi için 2'nin 1000. kuvveti kadar çevre olması gerekirdi (ilk dallanma iki yol veriyor; sonra bu yolların her biri ikiye ayrılıyor, dört yolumuz oluyor; her biri ikiye ayrılıp 8 yol oluşturuyor; sonra 16, 32, 64,... 21000). Bu sayıyı yazarken l'in arkasından 301 sıfır koymalıyız. Bu sayı, tüm Evren'deki atomların toplam sayısından daha fazla...

Dover'in doğal seçilime karşı çıkardığı sözde rakip asla işlemez; bir milyon yıl geçse de işlemez; Evrenimizin varoluşundan bu yana geçen sürenin bir milyon katı süre daha geçse de işlemez; Evrenimizin varoluşundan bu yana geçen sürenin bir milyon katı yaşında bir milyon evren olsa da işlemez. Dover'in başlangıçtaki varsayımını, yani göz oluşması için 1000 basamak gerektiği varsayımını değiştirsek bile bu sonucun pek değişmeyeceğine dikkat edin. Basamak sayısını 100'e düşürsek bile -ki, bu büyük olasılıkla gerekenin altında bir tahmin- yaşanabilir olası çevrelerin sayısı milyon kere milyon kere milyon kere milyon kere milyondan daha fazladır. Bu, bir öncekinden daha küçük bir sayı ama yine de Dover'in bekleyip duran çevrelerinin her birinin bir atomdan daha küçük olmasını gerektiriyor.

Doğal seçilim kuramının büyük sayılar yaklaşımının bir uyarlaması tarafından yıkılmaya neden açık olmadığı sorusu açıklanmaya değer. III. Bölüm'de, gerçek ve hayal edilebilir tüm hayvanların devasa bir hiperuzamda oturduğunu düşündük. Burada da benzer bir şey yapıyoruz ama evrimsel dallanma noktalarını on sekizli yerine ikili olarak düşündük. 1000 evrimsel adımda evrimleşebilecek tüm olası hayvanlar kümesi devasa bir ağacın üzerine tünemiş oturuyorlar ve bu ağaç durmadan dallanıyor; öyle ki, sonunda elde edilen dal sayısı 10301 oluyor. Herhangi bir evrimsel geçmiş bu varsayımsal ağaç üzerin¬de belirli bir patika olarak temsil edilebilir. Düşünülebilecek tüm evrimsel patikalar içinde, gerçekleşenlerin sayısı çok azdır. Bu "tüm olası hayvanlar ağacının" büyük bir bölümünün var ol¬mamanın karanlığında gizlendiğini düşünebiliriz. Bu karanlık ağaçta, şurada burda birkaç patika aydınlıktadır. Aydınlanmış izler gerçekleşen patikalardır ve sayıları epeyce olmasına karşın, tüm ağacın yalnızca minicik bir bölümüdür. Doğal seçilim, tüm olası hayvanlar ağacında azınlıkta kalan geçilebilecek patikaları bulabilme yeteneği olan bir süreçtir. Doğal seçilim kura-mına benim Dover'ın kuramına saldırmakta kullandığım türden bir büyük sayılar yaklaşımıyla saldırmak olanaksızdır, çünkü doğal seçilim kuramının özü ağacın dallarını sürekli kesmesidir. Doğal seçilimin yaptığı işte budur. Tüm olası hayvanlar ağacında, Dover'in ters yüz edilmiş mantığı nedeniyle mahkum olduğu sonsuz çoğunluktaki kısır dallardan (gözleri ayak tabanında olan hayvanlar, vs.) kaçınarak adım adım yolunu bulur.

En eskisi hariç, doğal seçilim kuramının tüm sözde seçenek¬leriyle baş ettik. En eski kuramsa, yaşamın bilinçli bir tasarımcı tarafından yaratddığı ya da evriminin yönetildiği kuramı. Bu kuramın bazı belirli uyarlamalarını -örneğin, Kutsal Kitap'ta anlatılan yaratılış öyküsü gibi- yıkmak pek kolay olurdu ve hiç de hakça olmazdı. Hemen hemen tüm halkların kendi yaratdış söylenceleri vardır. Kutsal Kitap'taki öykü de Ortadoğu'da çobanlık yapan bir kabilenin benimsediği öyküdür yalnızca. Bir Batı Afrika kabilesinin dünyanın karıncaların dışkısından yaratıldığını söyleyen inancından daha özel bir konumda değildir. Tüm bu söylencelerin ortak özelliği, bir çeşit doğaüstü varlığın kasıtlı niyetlerine bağlı olmasıdır.

İlk bakışta, "anlık yaratılış" ve "yönlendirilmiş evrim" diyebileceğimiz iki görüş arasında önemli bir ayrım var. Günümüz Tanrıbilimcileri anlık yaradılışa inanmaktan vazgeçtiler. Bir tür evrim olduğunun kanıtları çok fazla. Fakat kendilerine evrimci diyen birçok Tanrıbilimci -örneğin, II. Bölüm'de alıntı yaptığımız Birmingham Piskoposu- Tanrıyı arka kapıdan içeri sokmaya çalışıyor: Evrimin izlediği yolda Tanrının bir çeşit gözetmenlik görevi üstlenmesine izin veriyorlar. Tanrı, ya insanın evrim¬sel tarihinin kilit noktalarını (elbette ki, insanın evrimsel tarihi¬nin) ya da evrimsel değişime götüren günlük olayları etkiliyor.

Böylesi inançların aksini kanıtlayanlayız; özellikle de, Tanrı'nın, müdahelelerinde doğal seçilim sonucu gerçekleşen ev¬rimden beklenenleri yakından taklit etmeye özen gösterdiği var sayılırsa... Böylesi inançlar için söyleyebileceğimiz birinci şey, gereksiz oldukları; ikinci şey de bizim açıklamak istediğimiz örgütlü karmaşıklığı zaten varsaydıklarıdır. Evrimi bu denli düzenli bir kuram yapan şeylerden biri de, örgütlü karmaşıklığın ilksel yalınlıktan nasıl ortaya çıktığını açıklayabilmesidir.

Dünyadaki tüm örgütlü karmaşıklığı yönetecek ve yönlendire¬cek yetenekte bir Tanrı varsaymak istiyorsak (ister anlık ister yönlendirilmiş evrim olsun), bu Tanrı'nın müthiş karmaşık olma¬sı gerekir. Yaratılışçı ister naif Kutsal Kitap öyküsüne inansın ister eğitimli bir piskopos olsun, müthiş zeki ve karmaşık bir varlığı gerçek olarak kabul eder. Eğer böylesine örgütlü bir karmaşıklığın varlığını açıklama olmaksızın kabulleneceksek, hiç uğraş¬mayalım ve yaşamı da bizim tanıdığımız biçimiyle kabulleniverelim gitsin! Kısacası, Tanrısal yaratılış, ister anlık ister yönlendirilmiş evrim olsun, bu bölümde ele aldığımız öbür kuramların listesine ekleniyor. Bu kuramların hepsi, yüzeysel bakıldıklarında, kanıtlara başvurularak doğruluğu sınanabilen Darwinciliğin seçenekleri olarak karşımıza çıkıyor. Yakından bakıldığında bu kuramların asla Darwinciliğe seçenek olamayacaklarını görüyoruz. Birikimli doğal seçilim yoluyla evrim kuramı, örgütlü karmaşıklığın varlığını açıklayabilecek tek kuram. Kanıtlar evrim kuramı lehine olmasa bile, elimizdeki en iyi kuram hâlâ bu! Aslına bakarsanız, kanıtlar da bizim lehimize ama bu başka bir öykü.

Artık sona geldik; vargımızı söyleyelim. Yaşamın özü muazzam bir ölçekteki istatistiksel olsalüık dişiliktir. Bu nedenle, yaşamın açıklaması rastlantı olamaz. Yaşamın varlığının gerçek açıklaması rastlantının karşıtını içermek zorundadır. Rastlantının antiteziyse, gelişigüzel olmayan bir yolla hayatta kalabilmedir. Ge¬lişigüzel olmamak doğru anlaşılmadığında, rastlantının antitezi değil, rastlantının ta kendisidir. Bu iki aşın ucu birbirine bağlayan bir süreğenlik var; tek-basamaklı seçilimden birikimli seçilime giden yol. Tek-basamaklı seçilim, saf rastlantının bir başka adıdır. Gelişigüzel olmamayı doğru anlamamak, dediğimde söy¬lemek istediğim budur. Yaşamın karmaşık tasarımı üzerine öne sürülmüş tek açıklama, tek işler açıklama, yavaş yavaş ve kerte kerte gelişen birikimli seçilimdir.

Bu kitabın tümünde, rastlantı fikriyle, düzenin, karmaşıklığın ve tasarımın kendiliğinden oluşmasının astronomik ölçülerde düşük olasılıklı olması çok yer tuttu. Rastlantıyı ehlileştirmek, pençelerini köreltmek için bir yol bulmaya çalıştık. "Ehlileştirilmemiş rastlantı", arı, çıplak rastlantı, düzenli karmaşıklığın bir anda hiçbir şeyden ortaya çıkmasıdır. Bir zamanlar göz yoktuysa ve sonra ansızın, bir nesillik bir göz kırpmasıyla tümüyle ya¬pılı, mükemmel bir göz ortaya çıktıysa, bu ehlileştirilmemiş rastlantıdır. Bu mümkün, ama zamanın bitimine dek sıfırlar yazmak zorunda kalırız. Aynı şey, Tanrı da dahil olmak üzere tümüyle yapılı, mükemmel varlıkların kendiliğinden var olması için de geçerlidir -bu sonuçtan kaçmaya gerek görmüyorum.

Rastlantıyı "ehlileştirmek", çok olasılık dışı olanı bir dizi halinde düzenlenmiş, daha az olasılık dışı, küçük bileşenlere parçalamaktır. X'in tek bir adımda Y'den oluşması ne denli olasılık dışı olursa olsun, X ve Y arasında bir dizi sonsuz küçük ara adım düşünmek her zaman mümkündür. Büyük ölçekli bir değişim ne denli olasılık dışı olursa olsun, küçük değişimler daha az olasılık dışıdır. Yeterince küçük aralıklara bölünmüş, yeterince büyük bir dizi öne sürmemiz koşuluyla, astronomik olasılık dışılıklara karşı karşıya gelmeksizin, her şeyden her şeyi türetebiliriz. Bunu ancak bütün bu ara adımları yerleştirecek yeterli süre varsa yapabiliriz. Ayrıca, her adımı, her basamağı belirli bir yöne yönlendirecek bir mekanizma olmalıdır, aksi takdirde, adımlar dizisi sonu gelmeyen gelişigüzel bir gezintiye dönüşür.

Darwinci dünya görüşünün tüm mücadelesi bu iki koşulun sağlanması, yavaş yavaş, kerte kerte gelişen birikimli doğal seçilimin varlığımızın nihai açıklaması olması içindir. Evrim kuramının kerteciliği inkâr eden ve doğal seçilimin oynadığı merkezi rolü inkâr eden uyarlamaları varsa, bunlar belirli örneklerde doğru olabilir. Fakat gerçeğin tümü olamazlar, çünkü evrim kuramının en can alıcı noktasını, astronomik olasılık dışılıkları çözümleme ve mucizeleri açıklama gücünü veren özünü inkâr etmektedirler.

* * *

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dawkins'in en itici tarafı polemik yapması ve karşı tarafla alay etmesidir.

Ayrıca Dawkins ucuz suçlamalara baş vurmakta ve Tanrı ve ilahi güçleri devreye sokarak karşı tarafı aşağılamaktadır.

Bu kadar değerli bir bilim adamının bu kadar önemli bir kusuru olması gerçekten kaderin acı bir cilvesi..

Dawkins dogmatiktir.

Bazı yerlerde dogmatikliklten uzaklaşıyro görünmektedir ama, orada bile karşı tarafı aşağılamtan ve ucuz suçlamalarda bulunmaktan çekinmemektedir.

Örnek:

Darwinci dünya görüşünün tüm mücadelesi bu iki koşulun sağlanması, yavaş yavaş, kerte kerte gelişen birikimli doğal seçilimin varlığımızın nihai açıklaması olması içindir. Evrim kuramının kerteciliği inkâr eden ve doğal seçilimin oynadığı merkezi rolü inkâr eden uyarlamaları varsa, bunlar belirli örneklerde doğru olabilir. Fakat gerçeğin tümü olamazlar, çünkü evrim kuramının en can alıcı noktasını, astronomik olasılık dışılıkları çözümleme ve mucizeleri açıklama gücünü veren özünü inkâr etmektedirler.

Burada görüldüğü üzere sıçrama gerçeğini kabul etmesine rağmen onunla alay etmektedir.

Bu Dawkins'in alaycı üslubudur ve ben o üslubu çok itici buluyorum.

Kitaplarının çoğunun bende olmasına rağmen onu itici buluyorum hem de.

Bu uzun yazılardan alacacağım exerpt'leri yanıtlayacağım.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Burada görüldüğü üzere sıçrama gerçeğini kabul etmesine rağmen onunla alay etmektedir.

Bu Dawkins'in alaycı üslubudur ve ben o üslubu çok itici buluyorum.

Kitaplarının çoğunun bende olmasına rağmen onu itici buluyorum hem de.

Bu uzun yazılardan alacacağım exerpt'leri yanıtlayacağım.

Benim kitaplığımda da Dawkins'in çoğu kitabı var, bende sizin gibi üslubunu beğenmiyorum. Tanrı yanılgısı, kör saatçi gibi kitaplarında kişiye yönelik alay etme, aşağılama durumlarına oldukça rastlanıyor. Bu başlığı açmamın bir nedenide sizin görüşlerinizi almaktı.. Yanıtlarınızı, eleştirilerinizi bekliyorum...

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bu noktayı daha vurucu bir biçimde anlatmanın bir yolu, tahmin yapmaktır. Şöyle bir tahmin yapayım: Bir gün evrenin bir başka yerinde bir yaşam biçimi keşfedilirse, bu yaşam biçimi ayrıntılarda ne denli acayip, ne kadar yabancı olursa olsun, bir kilit noktada yeryüzündeki yaşama benzediği görülecektir: Bu yaşam biçimi bir tür Darwinci doğal seçilimle evrimleşmiş olacaktır. Ne yazık ki, bu, bizim ömrümüzün sınırları içerisinde sınanamayacak bir tahmin, fakat bizim gezegenimizdeki yaşamla ilgili önemli bir gerçeği anlatmanın bir yolu olarak kalacak. Darwinci kuram, ilke olarak, yaşamı açıklayabilir. Şimdiye dek öne sürülen kuramlardan hiçbiri, ilke olarak, yaşamı açıklayabilmiş değil. Bunu, bilinen tüm rakip kuramları tartışarak göstereceğim. Bu kuramlar lehindeki ya da aleyhindeki kanıtları değil, bu kuramların, ilke olarak, yaşamı açıklamadaki yeterli¬liklerini tartışacağım.

Dawkins'in ne kadar sapkın bir Darwinci dogmatist olduğunu yukardaki paragraf açıkça gösteriyor.

Biz bu rezalete fodulluk da diyebiliriz.

Bu adam gerçekten kaşınıyor ve benden bile bu hakaretlere maruz kalabiliyor.

Bu paragraf ayrıca İngiliz kökenli birinin aslı ile büyük bir küstahlıkla övünmekten utanmadığını da gösteriyor.

Darwin yalnız dünyadaki yaşamı ve o yaşamla ilgili en büyük yasayı ortaya atmıyor, aynı zamanda evrende mevcut bütün yaşamları da kendi kuramı altında topluyor ve müthiş bir evrensellik kazanıyor.

Bu megalomanyaklığa ne denir bilmiyorum. Gerçekten insanın kanını donduruyor.

Darwinci kuram doğal seçilimdir. Onun da ne anlama geldiğini dağ başındaki çoban bilir demiştik.

Onu çoban söyleseydi, alay edilirdi. Darwin söylediği için yüceltiliyor.

Evrimi bile bulamamış ve bir baltaya sap olamamış bu meczup hakkında ileri sürülen yukardaki iddia, İngiliz megalomanyaklığının tipik bir gösterisidir.

Darwinizm Dawkins tarafından dogmatikleştirilmiştir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Dawkins'in ne kadar sapkın bir Darwinci dogmatist olduğunu yukardaki paragraf açıkça gösteriyor.

Biz bu rezalete fodulluk da diyebiliriz.

Saygın bir bilimadamına bu şekilde saldırman kesinlikle kabul edilemez!

Bu adam gerçekten kaşınıyor ve benden bile bu hakaretlere maruz kalabiliyor.

Kusura bakma ama, kaşınan kesinlikle Dawkins değil!

Bu paragraf ayrıca İngiliz kökenli birinin aslı ile büyük bir küstahlıkla övünmekten utanmadığını da gösteriyor.

Benimsediği kuramı, olması gerektiği gibi kanıtlarıyla birlikte iddialı bir şekilde ortaya koyan saygın bir adamına, sırf benimsemediği şeyleri söylediği gerekçesiyle hakaret etmeyi kendinde hak gören, utanmadan ulusuna da dil uzatmaktan geri kalmayan; Ve bunu okuduğu iki kitaptan aldığı gaz ile yapan, Amerika'da yetişmiş bir türk veya Türkiye'de doğmuş bir amerikalıdan daha iyidir.

Mevzu bahis bilim adamı, tüm kariyerini ve birikimini evrim üzerine kurmuş; Evrimsel zoolojiye ve evrim mekanizmaları üzerine çok büyük katkılarda bulunmuş biridir. Sözleri ve kendine güveni, iki tane popüler bilim kitabının gazıyla, tüm bulgulara meydan okuyan birinin sözlerinden daha geçerli ve kabul edilebilirdir. Bir başka bilim adamının kendinden emin bir şekilde "fosil kayıtlarındaki boşluk bir ilüzyon değildir; gerçektir" sözlerine, sırf kendi görüşünü benimsediği için benzer şekilde küstahlık diye çıkışmayan, ulusuna dokundurmayan bir yobazdan daha geçerlidir sözleri.

Darwin yalnız dünyadaki yaşamı ve o yaşamla ilgili en büyük yasayı ortaya atmıyor, aynı zamanda evrende mevcut bütün yaşamları da kendi kuramı altında topluyor ve müthiş bir evrensellik kazanıyor.

Fizik zamansal ve uzamsal olarak aynıdır. Canlı gibi karmaşık yapıların oluşmasının bilinen tek mekanizması Darwinci Evrimdir. Bu nedenle, evrenin bir başkanoktasında bulunacak canlı benzeri bir yapının tarihi için varılacak ilk varsayım Darwinci Evrimdir.

Bu megalomanyaklığa ne denir bilmiyorum. Gerçekten insanın kanını donduruyor.

İnsanın kanını donduran bir başka megalomanlık.

Darwinci kuram doğal seçilimdir. Onun da ne anlama geldiğini dağ başındaki çoban bilir demiştik.

O yüzden doğal seçilimi yüzlerce yıldır araştırıyoruz değil mi?

Bir maymun bile ağaçta dalı bırakırsa düşeceğinin idrakındadır; Demek ki, Newton, bir maymunun bile bildiği bir şeyi ortaya koymuştur?

Evrimi bile bulamamış ve bir baltaya sap olamamış bu meczup hakkında ileri sürülen yukardaki iddia, İngiliz megalomanyaklığının tipik bir gösterisidir.

Türlerin Kökenini oku Hacı; kimin meczup olduğunun belki farkına varırsın.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hala satır satır yanıtlıyorsun..

Yazma özürlü de değilsin.

Bu iyi bir strateji değil. Çatışmalı bir strateji.

Bende seninle çatışma isteği uyandırıyorsun.

Oysa seninle tartışmak isterdim. Çatışmak değil.

Çatışmaktan vazgeçersen tartışırım.

Bu halinle senin bütün itirazlarını reddediyorum.

Karşıma alacağım birisi biraz daha dikkatli olmalı ve yazılarına özen göstermeli.

Bu halinle sana hitabetmek istemiyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Fodull ve kel olsan sadece iyi Hacı.. Aynı zamanda kendini beğenmiş bir züppesin..

İşte o yüzdende, işkembe-i kübrana bir şekilde uymuş olan şu mutasyon zırvalığını savunacağım diye, sadece etrafa bolca pis koku çıkarmışsın, hepsi buı kadar, bundan ibaret..

Ve yazdıklarının bilimsel hiç bir tarafı olmadığı gibi, bilimsel olarak cevap verilecek hiç bir şeyin de yok..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bugünkü Cumhuriyet gazetesinde, konu ile ilgili Kemal Önen hocanın yazısı.

Sevgiler.

Darwin Gündemde...

Darwinciliğin bugün de teori olarak tanımlanması onun önemini azaltmaz. Esasen bilimde teori, “tabiat ve yaşama ilişkin olayları iyi kanıtlarla sahip olarak izah ve bunları vakalar, kanunlar ve de test edilmiş hipotezlere dayandıran bir düşün biçimidir”.

Prof. Dr. Kemal ÖNEN

Darwin’in 1850’lerde ileri sürdüğü “doğal seçimle oluşan evrim teorisi” ve izleyen yıllarda “türlerin kökenine” ilişkin yapıtlarındaki çığır açan görüş ve düşünceleri, doğumunun 200. yılı münasebetiyle dünya bilim ve düşün çevrelerinde güncel değerlendirmelere ve de anmalara vesile oldu.

Canlıların ve dolayısıyla insanın evrimine ilişkin görüşü, o günlerdeki inançlar ve öğretilerden farklı idi. O günden bu yana dinsel öğretilere bağlı, inançlı ve bazıları da saplı kişiler, toplum kesimleri ve hatta bazı bilim insanları, yoğunluk ve içeriği giderek değişiklikler ve azalmalar gösterse de bu konu üzerindeki tartışma veya çatışmaları sürdürdüler ve sürdürüyorlar.

Bunlara rağmen günümüzde evrim teorisinin temellerine ilişkin bakış ve anlayış; gerek bilim, gerek düşün çevreleri ve dinsel ortamlarda da artık yadsınamaz bir teori olarak görülmekte ve yerleşmektedir. (Science&Creationisim: Nat. Acad. Of Science 1999 ve Duet or Duel: Theology&Science in a Post Modern World 1998).

Nitekim teistik (tanrısal) evrimcilerin bakış açısı ile evrimcilerin izahları arasında önemli ölçüde uyum görülürken, bir kısım yaradılışçının (kreasyonist) ileri sürdükleri “akıllı tasarım” (inteligent design) görüşü, kompleks yapısal özellikleri nedeniyle canlıların bugünkü halleriyle Tanrı tarafından yaratıldıkları savını delillendirmek ister.

Farklı bakış açısı

Halbuki moleküler biyolojik olayların kompleksliği ve işleyişinin düzen ve kurallarını modern bilim her gün daha bir açıklıkla ortaya koyabilmektedir. Bu farklı bakış açılarının bulunması bir olgudur, beğenir ya da beğenmezsiniz.

Çok özetle Darwin’e göre doğal seçim; evrimin yolu, yöntemi ve bir bakıma aracıdır ve aslında basit bir süreçtir:

Üreme ve yeni nesillerin oluşma sürecinde gözlenen değişmelerin, yeniliklerin yani tevarüs edilen ve mutlaka oluşan farklılıkların (varyasyon) birbiri ardınca ve tüm canlılarda nesiller boyu sürüp gitmesiyle, daima öncekilerden farklılıklar gösteren yeni bireyler oluşur. Bu, yeni bir yapım veya üretmedir.

Farklılıklar yeni üretilenlerde yetenekler olarak toplanırlar ve eğer bu yeni dönüşümlerde (versiyon) birileri öne geçer, baskın çıkarsa yeni bir canlı şekli veya türü ortaya çıkar; “emerge”. (Almost like a Whale: Steve Johns, 1999)

Evrimci biyologlara göre evrim tabiatın tuttuğu yoldur, fakat kişi buna biraz da inanmalıdır. Zira bu süreç çok yavaş oluşur ve kişilerin, nesillerin yaşam süreleri içinde gözükmez ve fakat binlerce yıllık dönemleri kapsar. (S.J. Gould: Tempos in Science and Nature, 1999).

Evrim teorisinin dayanakları ilk başlarda ve de uzunca yıllar fosil kalıntı ve kanıtlarına ve de taksonomik yaklaşım ve bilgilere dayandırıldı.

İnsan evrimi

Fakat özellikle son 50-60 yıllık dönemde yukarıdakilere gerek genetik bilimi ve moleküler biyolojinin verilerinin ve de genlerin işleyişine ilişkin bulguların eklenmesi (genomun yapısı, işleyişi, gen şifrelerinin intikali, mutasyon, polimorfizm ve de epigenetik süreçler vb...) ile doğal seçim ve evrim teorisinin dayanakları giderek sağlamlaşmıştır ve evrim bir olgu halini almaktadır. Bazılarına göre evrim sürekli bir olaydır, insanın evrimi de bunun dışında değildir. İnsan evriminin bitmeyen tabiatı “unfinished nature of human evolation” (Tempo in Science and Nature, 1999)

Darwinciliğin bugün de teori olarak tanımlanması onun önemini azaltmaz. Esasen bilimde teori, “tabiat ve yaşama ilişkin olayları iyi kanıtlarla sahip olarak izah ve bunları vakalar, kanunlar ve de test edilmiş hipotezlere dayandıran bir düşün biçimidir”.

Sadece (faraziye) hipotez değildir. Bu arada kreasyonizm ne hipotez ne de teoridir, fakat dinsel bir inanç olup, bu yönü ve yanı ile önem ve anlam içerir.

Rahmetli Prof. Dr. Akil Muhtar Özden hocamız, insanın, özellikle insan beyninin evrimi ile ahlak konusunu işlediği “İlim Bakımından Ahlak” adlı yapıtında; evrimi vurgularken, “Darwin’in ileri sürdüğü evrim fikrini, şimdiki biyolojinin vardığı kanaatlere göre tashih ve ikmal etmek icap eder” diyerek 1940’larda ilginç bir öngörüde bulunmuştu. (İlim Bakımından Ahlak, 3. basım, 1950) Son birkaç haftadır ülkemizde de Darwin gündeme oturdu.

Fakat başka ülkelerdeki önemli yönü ve yanı ile değil. Saygın bir bilimsel kurum olarak algılanagelen TÜBİTAK yönetiminde beliren Darwin yaklaşımı çok talihsiz ve hatta esef edilecek bir tutum oldu.

TÜBİTAK’ın tutumu

Gerek ülke ve gerekse dış medya ve bilimsel dergilerle, bazı bilimsel çevrelerde bu tutumun sadece yadırganmakla kalmayıp kınandığını da görüyoruz. (Nature, 19 Mart 2009). TÜBİTAK’ın bu tutumu, hemen tevil çabalarını da getirdi beyanlarla ve hatta bir kısmı gülünç olma pahasına.

Aslında bu olayın bana göre belki bazı yararları da oldu. Nitekim:

a) Saygın olduğu düşünülen ve bilimsellikle dopdolu olması beklenen bir kurum veya kurumdaki bazı odakların bu vasıflarının artık tartışılabilir olduğu ortaya çıktı. Hiçbir kişi, düşünür ve hatta bilimcinin ille de Darwin’e inanması istenemez ve beklenemez. Ancak bir bilimsel kurumun Darwin’e ilişkin, bilim dışı tutumu üzerinde durulması doğaldır.

B) Ayrıca, genelde ülke yönetiminin çeşitli yer ve/veya kademelerinde bulunan bir kısım kişinin ve hatta bir kısım akademik veya bilimsel sıfatlı kurumun ilgisizlik ve adeta sinmiş bir edilginlik içinde oldukları ve böylece düşünsel düzeylerinin durumu, hiç değilse kısmen ortaya çıktı.

c) Nihayet bu münasebetle bilim ve dinin çağdaş dünyada ve ülkemizde nasıl algılandığı, bir yanı ile gündeme girmiş oldu.

Tüm bunların çağdaşlığa hedeflenmiş bir toplum, siyasal sistem ve ülke için; sosyal, bilimsel ve hatta dinsel düşün bakımından bekli de uyarıcı veya yararlı olabileceğini ummak istiyorum, düşünen ve irdelemek isteyenlerin bulunduğunu varsayarak.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Fodull ve kel olsan sadece iyi Hacı.. Aynı zamanda kendini beğenmiş bir züppesin..

İşte o yüzdende, işkembe-i kübrana bir şekilde uymuş olan şu mutasyon zırvalığını savunacağım diye, sadece etrafa bolca pis koku çıkarmışsın, hepsi buı kadar, bundan ibaret..

Ve yazdıklarının bilimsel hiç bir tarafı olmadığı gibi, bilimsel olarak cevap verilecek hiç bir şeyin de yok..

Bak hele.. Sana cevap verirsem forumun ahlakı bozulacak. Onun için susmayı yeğliyorum.

Ama yine de sormadan edemeyeceğim.

Sen neden bu kadar gocundun..

Dur.. söyleme...

Ben biliyorum. Forum daha fazla kirlenmesin.

Senin bu yorumun beni durdurmayacak elbette. Ben devam edeceğim.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 weeks later...

kardeşim bakteriyle bile solunum reaksyonlarımız aynı değil mi? gerisini bosverin gitsin bana bu bile yeterli.

"BÜTÜN CANLILAR KARDEŞTİR"

hepimiz hayvanız, bu öfke ne diye :) hemde hayvan oğlu hayvanız, insan denilen şey primat takımının bir üyesidir. vücudunu dik tutarak yürüyebilen ve heceleyerek konuşabilen zeki bir omurgalı/memeli hayvandır.

zekasıyla diğer canlılara tahakkum edebildiğinden kendisini bir bok zannetmiş ve dinler ile topraktan yaratılma masalını uydurmuştur.

Link to post
Sitelerde Paylaş

evrim geçiren sadece canlılar değil bütün maddelerdir. canlılık bu evrimin sadece kücük bir aşamasıdır. oysaki bundan önce cansız maddelerde milyarlarca yıllık evrimden geçmiş ve canlılık onun devamı olarak insan beyni ile insan beyninin en üst organizasyonları olan düşünce, dil, kavram vs.. gibi soyut olgulara kadar evrim geçirmiştir.

yani evrim geçiren maddedir. madde duragan sabit olmadığı gibi tedrici de değişmez. milyonlarca yıl boyunca değişimleri üstüste birikerek şiddetli sıcramalara ugrar ve başka bir şeye dönüşür.

bunun mekanizması şu ya da bu, ya da aynı anda hem şu hem bu olabilir bunun hiç bir önemi yok. önemli olan bu madde diyalektiğidir, yaşam için gerekli kimyasal kosullar varolunca orada madde kendiliğinden evrim geçirecektir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı, Dawkins'e haksızlık ettiğini düşünüyorum.

Bazen basit bir konuyu defalarca açıklayıp, kanıtlar ile desteklemenize rağmen karşıdaki anlamamakta diretiyor.

Dolayısıyla konuya ne kadar hâkim olsanız, ne kadar saygın biri olsanız da zaman zaman sinirlerinizin gerilmesi, üslubunuzun iğneleyici olması kaçınılmaz.Tanrı yanılgısı kitabında şahsına yöneltilen eleştirileri, kişiliğine yönelik saldırıları, hatta ülkeyi terketmesine yönelik propogandaları incelerseniz (bunları kitabının bazı bölümlerinde alıntılarla vermiş), neden bazen iğleneyici dille yazdığına anlam verebilirsiniz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Hacı, Dawkins'e haksızlık ettiğini düşünüyorum.

Bazen basit bir konuyu defalarca açıklayıp, kanıtlar ile desteklemenize rağmen karşıdaki anlamamakta diretiyor.

Dolayısıyla konuya ne kadar hâkim olsanız, ne kadar saygın biri olsanız da zaman zaman sinirlerinizin gerilmesi, üslubunuzun iğneleyici olması kaçınılmaz.Tanrı yanılgısı kitabında şahsına yöneltilen eleştirileri, kişiliğine yönelik saldırıları, hatta ülkeyi terketmesine yönelik propogandaları incelerseniz (bunları kitabının bazı bölümlerinde alıntılarla vermiş), neden bazen iğleneyici dille yazdığına anlam verebilirsiniz.

Bu bir stratejidir. Dawkins öyle bir strateji izlemektedir.

Aslında kendisi Darwin'in motorudur. Başka bir şey değildir. Yeni ve özgün bir kuramı yoktur.

Darwin'in kuramını dallandırıp budaklandıran ve bu arada kendisine karşı kuramlar üretenlere saldıran bir meczuptur..

Eleştiriye açıktır ve mutlaka eleştirilmelidir.

Darwin de öyledir. Eleştiriye açıktır ve eleştirilmelidir.

Bu dünyada eleştirilmeyecek tek bir bilim adamı yoktur.

Ve ben istediğimi istediğim zaman eleştirme hakkımı kimseye vermiyorum. O hakkım mahfuzdur..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Richard Dawkins bilimden çok insanlara oynayan , bilimsel çalışma yerine kendi egosunu tatmit etmeye çalışan birisi olarak görüyorum...en bariz kanıtı yazmış olduğu kitaplarda atmış olduğu başlıklar...

meşhur olma gibi bir heycanı var Richard Dawkins in...Bastırılmış duyguları da olabilir .d:DD

saygılar...

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Bu dünyada eleştirilmeyecek tek bir bilim adamı yoktur.

Elbette..

>>> Ve ben istediğimi istediğim zaman eleştirme hakkımı kimseye vermiyorum

Ama sen eleştirmiyor, sadece adam karalıyorsun.. Buna hakkın var mı sence?

İşin daha ilginç tarafı şu..

Elde mevctu veriler vs. bize Darwin'in teorisinin yeterince tutarlı olduğunu gösteriyor.. Peşi sıra ve ondan evvel bir sürü teori ortaya çıkmış, çıkacak elbette.. Ama hiç biri yeterinc etutarlı ve sağlam zemine sahip olamamış.. Dawkins, bu teorileri eleştirdiğini için, senin nazarında "motor" oluyor nedense.. Kendine eleştiri hakkını baki görürken, Dawkins'e su demek oluyor seninki açıkca..

Dawkins ne yapar, kendi bir şey koymadı mı? Anlaşılan siz Dawkins'i karşıtlaırndna okumuşsunuz sadece.. Dawkins, Gen merkezli evrim kuramını ortaya koyan adamdır.

Dawkins, biyolog olmanın ötesinde sosyologtur. Gen merkezli evrim tanımı onun için, evrim teorisinin atomik "gene" temel parçacıklarına açılarak ifade edildiği bir modeldir. O bunun genlerin kültürdeki karşılığı olan "meme" ile, kültürel süreçleri ifade eden bir sosyal evrim/kültürün evrimi teorisi ortaya koymaya çalışır.

Kuramları yeterince özgündür, en azından Gould vs.ninkiler kadar.

Dawkins için söylediklerini, mevzuba bir sıfat daha katarak kendin için söylemen gerektiğini sanıyorum Hacı.. Buradan öyle görünüyor. yok meczup, yok deli, yok egoist vs. diyerek adama çamur atmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Bu eleştiri değil, başka bir şey oluyor elbette..

Adamın fikirleri belli. Katılırsınız, katılmazsınız. Eğer -yapabiliyorsunuz- itirazınız varsa, "eleştirinizi" koyarsınız.. Bunu yapamıyorsanız, gidip "amanda o bir meczup" vs. demekle, ancak kendi tımarhanelik halinizi ortaya koyarsınız..

Link to post
Sitelerde Paylaş
>>> Bu dünyada eleştirilmeyecek tek bir bilim adamı yoktur.

Elbette..

>>> Ve ben istediğimi istediğim zaman eleştirme hakkımı kimseye vermiyorum

Ama sen eleştirmiyor, sadece adam karalıyorsun.. Buna hakkın var mı sence?

İşin daha ilginç tarafı şu..

Elde mevctu veriler vs. bize Darwin'in teorisinin yeterince tutarlı olduğunu gösteriyor.. Peşi sıra ve ondan evvel bir sürü teori ortaya çıkmış, çıkacak elbette.. Ama hiç biri yeterinc etutarlı ve sağlam zemine sahip olamamış.. Dawkins, bu teorileri eleştirdiğini için, senin nazarında "motor" oluyor nedense.. Kendine eleştiri hakkını baki görürken, Dawkins'e su demek oluyor seninki açıkca..

Dawkins ne yapar, kendi bir şey koymadı mı? Anlaşılan siz Dawkins'i karşıtlaırndna okumuşsunuz sadece.. Dawkins, Gen merkezli evrim kuramını ortaya koyan adamdır.

Dawkins, biyolog olmanın ötesinde sosyologtur. Gen merkezli evrim tanımı onun için, evrim teorisinin atomik "gene" temel parçacıklarına açılarak ifade edildiği bir modeldir. O bunun genlerin kültürdeki karşılığı olan "meme" ile, kültürel süreçleri ifade eden bir sosyal evrim/kültürün evrimi teorisi ortaya koymaya çalışır.

Kuramları yeterince özgündür, en azından Gould vs.ninkiler kadar.

Dawkins için söylediklerini, mevzuba bir sıfat daha katarak kendin için söylemen gerektiğini sanıyorum Hacı.. Buradan öyle görünüyor. yok meczup, yok deli, yok egoist vs. diyerek adama çamur atmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Bu eleştiri değil, başka bir şey oluyor elbette..

Adamın fikirleri belli. Katılırsınız, katılmazsınız. Eğer -yapabiliyorsunuz- itirazınız varsa, "eleştirinizi" koyarsınız.. Bunu yapamıyorsanız, gidip "amanda o bir meczup" vs. demekle, ancak kendi tımarhanelik halinizi ortaya koyarsınız..

Dawkin'in hangi fikirlerine katılıyorsun?

Evrimin tedrici olduğu kuramına mı? O kendisine ait bir kuram değil.

Ben Dawkins'e ait bir evrim kuramı bilmiyorum. Ve şahsen Dawkins'in tedrici evrim kuramını tutmuyorum. Gould'un kuramı bence çok daha tutarlı.

Eleştirilmeyecek bilim adamı yoktur. Çünkü onlar da bizim gibi insanlardır.

Hiç birisinin üstünlüğü yoktur. Size göre varsa o sizi bağlar..

Siz istediğinizin motoru olabilirsiniz. Özgürsünüz yani.

Ben de öyle. Şimdilik kimsenin motoru olmamayı yeğliyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

>>> Dawkin'in hangi fikirlerine katılıyorsun?

Dawkins'in fikirlerine katılıp katılmadığımın hiç önemi yok Hacı, en azından şu son gidişat noktasında..

>>> Evrimin tedrici olduğu kuramına mı? O kendisine ait bir kuram değil.

Senin dawkins'in fikirlerini pek bilmediğin gibi bir hisse kapıldım nedense ?

>>> Eleştirilmeyecek bilim adamı yoktur. Çünkü onlar da bizim gibi insanlardır.

Elbette, bunu sonuna kadar yaparız senle.. Ama senin yaptıkların eleştirmek değil, adam karalamak vs. Yani saçmalamak, zırvalamaktan ibaret.. Sana fallacy files'in ilgili linklerini vermem gerekiyor mu hacı?

Sen Dawkins'i, Darwin'i, Einstein'i, Hubble'ı, Newton'u, Hegel'i, Lamarck'ı vs. her neyse, elbette eleştirebilirsin.. Ama sen eleştiri yapmıyor, ortaya hiç bir eleştiri koymadan, amanda bunlar darwin kıçı yalayıcıları, amanda meczup, yok bilme ne, motr, falan filan.. Diye sadece hakaret ediyorsun hacı..

Buyur, yapacaksan yap eleştirini.. en azından topiğe taşınmış fikirler üzerine.. Ama eğer, kim daha okkalı küfredeceğine göre sidik yarıştıracaksak, ona göre konyu müsait bir yere taşıyıp, orada karşılıklı senin dibin, benim dibim sende kara kavgası da ederiz elbette..

Link to post
Sitelerde Paylaş

Anibal

Sen hiç endişe etme.. Yeri geldikçe herkesi eleştiririz burada..

Sıranın sana gelmesinden korkuyorsun galiba..

Relax...

Sen o uzun listenin en sonundasın..

Sana gelene kadar yaşayacağımı sanmıyorum..

Don't worry be happy....

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hacı bir noktada Dawkins'e eleştirilerinde haklı olabilir: o da Dünya dışı yaşam konusunda.

Bugün artık dünya dışı yaşamının karbon - oksiyen - su temelli olmayabileceği de konuşulmaya başlandı. Silisyum, arsenik, metan ve hatta sülfürik asite dayalı kendini kopyalayabilen moleküller olabilir. Bu bir varsayım elbette, bu gözlemleri belki de hiç yapabayabiliriz, belki de Mars'ta yeraltında da karşılaşabiliriz, kimbilir

Tartışma gereksiz bir yere gitmiş, ben Hacı'nın tümden Dawkins'i veya Darwin'i reddetmeye çalıştığını düşünmüyorum, her ikisi de eleştirilmeli ve eleştiriliyor da.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...